Bilal Baştan
04-14-2011, 15:47
Başbakan Erdoğan’ın Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde yaptığı konuşma tarihi değer taşımaktadır. Tarihi değer ama konuşmanın içeriği veyahut da Türkiye’nin azınlıklardan seçim barajına, yargıdan dış politikaya kadar bilinen pozisyonlarının ilanı açısından değil...
Dünü değerli ve benzersiz kılan, öncekilerden ayıran konular, sorular ve dolayısıyla içerik değildir.
Şudur.
Türkiye Başbakanı’nın ülkesini bu konularda hesaba çekme geleneğine, alışkanlığına, pratiğine kesin bir dille bir son vermesidir. Erdoğan dün, Tanzimat’la başlayan ve arkası kesilmeyen, kesilmediği gibi zaman zaman sınırları aşan bir geleneğe “one minute” demiştir.
Böylelikle, Avrupa başkentlerinin özellikle 19. yüzyıldan itibaren Türkiye üzerindeki otoritesi ağır bir darbe almıştır. Sürekli atak halinde, sürekli sorgulayan ve hesap sormayı imtiyaz olarak kabul eden bir anlayışın kolay unutamayacağı bir sahne yaşanmıştır. Bu neredeyse doğuştan kazanılmış imtiyazı kullanmak şimdiden sonra pek kolay olmayacaktır.
Erdoğan’ın tavrıyla savunma psikolojisi dönemi biterken, “Bir de size bakalım” dönemi başlamıştır.
Bu yeni durum, sosyal ve siyasal alanda hala birtakım sorunlarımız olmadığını göstermez. Demokrasinin yeni adımlara ihtiyacı olmadığını ve mesela yeni bir anayasa yazmak zorunda olmadığını hiç göstermez.
Ama artık Türkiye’nin her fırsatta hesaba çekilebilir bir ülke olmayacağını açık bir şekilde gösterir. Nasıl Fransa, Almanya, İngiltere hesaba çekilmiyor ve temel haklara yönelik yasal düzenlemeleri önyargılı bir şüpheyle karşılanmıyorsa, öyle.
Erdoğan, Avrupalı parlamenterlere ülkesinin artık bu muameleyi kabul etmeyeceğini, etmek bir yana bu konular açıldığında muhataplarına benzer bir muamele yapacağını ilan etmiştir. AKPM’deki konuşma, “Yeni Türkiye” yaklaşımının Avrupa lisanlarına tercümesidir. En başta da Fransızca’ya...
Başbakan, hem lisan ile ve hem de lisan-ı hal ile Avrupa’dan eşit ilişki talep ediyor ve bu düzey sağlanmadığı müddetçe ilişkilerin rayına oturamayacağı, gerilimin süreceği anlaşılıyor. Özellikle Avrupa Birliği yönündeki adımların önemsizleştirilmesi, fasılların çeşitli bahanelerde askıya alınması, Fransa ve Almanya’nın bariz karşıtlık politikaları ilişkileri zaten gergin bir atmosfere sürüklemişti. Avrupa, Türkiye’ye yönelik tavırda AB üyeliğini açıktan sabote etmeyi bile göze alacak kadar, umursamaz bir noktaya gelmişti.
Başka örnek aramaya gerek yok, koskoca kıtada Türkiye karşıtlığı hatta düşmanlığı üzerine kurulmayan seçim kampanyası hemen hemen yok gibidir.
Türkiye’yi 10-20 yıl önceki bilgilerle hesaba çekmeye alışan, bunu bir refleks haline getirdiği için gelişmeleri ıskalayan, olup bitenlerin farkında bile olmayan ve en önemlisi de tarihi bilinçaltı problemini aşamayan Avrupalılar açısından kötü bir gün yaşanmış olabilir ama bir noktadan ve bir yerden başlamak gerekiyordu.
O yer Avrupa’nın kalbi olan parlamentonun salonu ve kaderin garip bir cilvesi olarak böyle bir konuşmayı en çok hak eden Fransa’nın bir şehri oldu.
Bütün bu önemli sembollerin bir araya gelmesi konuşmanın şiddetini daha da artırmıştır.
Dünü değerli ve benzersiz kılan, öncekilerden ayıran konular, sorular ve dolayısıyla içerik değildir.
Şudur.
Türkiye Başbakanı’nın ülkesini bu konularda hesaba çekme geleneğine, alışkanlığına, pratiğine kesin bir dille bir son vermesidir. Erdoğan dün, Tanzimat’la başlayan ve arkası kesilmeyen, kesilmediği gibi zaman zaman sınırları aşan bir geleneğe “one minute” demiştir.
Böylelikle, Avrupa başkentlerinin özellikle 19. yüzyıldan itibaren Türkiye üzerindeki otoritesi ağır bir darbe almıştır. Sürekli atak halinde, sürekli sorgulayan ve hesap sormayı imtiyaz olarak kabul eden bir anlayışın kolay unutamayacağı bir sahne yaşanmıştır. Bu neredeyse doğuştan kazanılmış imtiyazı kullanmak şimdiden sonra pek kolay olmayacaktır.
Erdoğan’ın tavrıyla savunma psikolojisi dönemi biterken, “Bir de size bakalım” dönemi başlamıştır.
Bu yeni durum, sosyal ve siyasal alanda hala birtakım sorunlarımız olmadığını göstermez. Demokrasinin yeni adımlara ihtiyacı olmadığını ve mesela yeni bir anayasa yazmak zorunda olmadığını hiç göstermez.
Ama artık Türkiye’nin her fırsatta hesaba çekilebilir bir ülke olmayacağını açık bir şekilde gösterir. Nasıl Fransa, Almanya, İngiltere hesaba çekilmiyor ve temel haklara yönelik yasal düzenlemeleri önyargılı bir şüpheyle karşılanmıyorsa, öyle.
Erdoğan, Avrupalı parlamenterlere ülkesinin artık bu muameleyi kabul etmeyeceğini, etmek bir yana bu konular açıldığında muhataplarına benzer bir muamele yapacağını ilan etmiştir. AKPM’deki konuşma, “Yeni Türkiye” yaklaşımının Avrupa lisanlarına tercümesidir. En başta da Fransızca’ya...
Başbakan, hem lisan ile ve hem de lisan-ı hal ile Avrupa’dan eşit ilişki talep ediyor ve bu düzey sağlanmadığı müddetçe ilişkilerin rayına oturamayacağı, gerilimin süreceği anlaşılıyor. Özellikle Avrupa Birliği yönündeki adımların önemsizleştirilmesi, fasılların çeşitli bahanelerde askıya alınması, Fransa ve Almanya’nın bariz karşıtlık politikaları ilişkileri zaten gergin bir atmosfere sürüklemişti. Avrupa, Türkiye’ye yönelik tavırda AB üyeliğini açıktan sabote etmeyi bile göze alacak kadar, umursamaz bir noktaya gelmişti.
Başka örnek aramaya gerek yok, koskoca kıtada Türkiye karşıtlığı hatta düşmanlığı üzerine kurulmayan seçim kampanyası hemen hemen yok gibidir.
Türkiye’yi 10-20 yıl önceki bilgilerle hesaba çekmeye alışan, bunu bir refleks haline getirdiği için gelişmeleri ıskalayan, olup bitenlerin farkında bile olmayan ve en önemlisi de tarihi bilinçaltı problemini aşamayan Avrupalılar açısından kötü bir gün yaşanmış olabilir ama bir noktadan ve bir yerden başlamak gerekiyordu.
O yer Avrupa’nın kalbi olan parlamentonun salonu ve kaderin garip bir cilvesi olarak böyle bir konuşmayı en çok hak eden Fransa’nın bir şehri oldu.
Bütün bu önemli sembollerin bir araya gelmesi konuşmanın şiddetini daha da artırmıştır.