fatih kısaparmak balon baskılı balon HOŞGÖRÜ - Siyaset Forum

PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : HOŞGÖRÜ


alperen
03-14-2009, 13:22
HOŞGÖRÜ
ALPEREN GÜRBÜZER

Türkiye, 1992 yılında UNESCO'ya teklif götürür. Teklifte 1992 yılının Mevlâna hoşgörü yılı olması söz konusudur, ama bu müracaatımız gecikmiş de olsa 1995'de gerçekleşir. Kinin, şiddetin ve nefretin kol gezdiği dünyada "Hoşgörü"ye insanlık ne kadar muhtaçmış meğer. Öyle ki insanlık içine düştüğü dip kuyudan çıkmanın yollarını arıyor bir nebze teselli bulmak için. Nitekim 2007 yılını Mevlana yılı ilan etmiştik tüm cümle âleme, kabul görürde. Mevlana aynı zamanda hoş görü demekti çünkü.
Hoşgörü kavramı yeni değil. Bilakis bizim kültürümüze has gül. Kâinat daha yaratılmadan önce 'Habibullah' lafzının Allah (c.c.) tarafından kelâm edilmesindeki sırrı kavrayabilirsek, temel mayanın hoşgörü olduğunu anlarız. Zira yaratılış gayemizin özünde aşk vardır. Öyle ki Cenabı Allah;"Ya Habibim! Sen olmasaydın bütün Kâinatı yaratmazdım" beyan buyurarak, bu gerçeğe işaret etmiştir. Hz. Âdem (A.S.)'a tâ evvelinden enbiyanın reisi Hz. Muhammed (s.a.v.)'in nuru gösterildi. Hatta birçok peygamber, son Nebi'ye ümmet olabilmek için gıpta etmişler. Peygamberimiz (s.a.v.) son Peygamber ama, aslında ilk Nebi. Çünkü her şey O'nun yüzü suyu hürmetine yaratılmış. Habibullah lafzındaki espri, "hoşgörü"nün gülü ve çiçeği olsa gerek, adı güzel kendi güzel Muhammed anıldıkça gönüller yankılanacak her an, ümmetin dilinde ona gönderilen salâvatlarla hoş sedamız gök kubbede yerini bulacak böylece. O gül ki sevgili demek, yani sevilen, Allah'ın Habibi (sevgilisi) manasınadır.
Bütün Peygamberler insanlığa rahmet için gelmişler. Allah'ın nizâmını gönüllere kurmak ve hoşgörü çerçevesinde yaşamalarını sağlamak için mücadele vermişler tüm enbiya. Onların davetine icabet edip Peygamber soluğundan istifade edenler necat bulmuş, bu fırsatı tepenler ise helâk olmuşlardır. Hz. Nuh (a.s.)'ın oğlu Kenan gemiye girmemekle kurtuluşa eremedi. Demek ki; bir insan iman etmedikçe, Peygamber oğlu da olsa gemi kurtuluşuna çare olamıyor. Nemrut’un Hz. İbrahim'i ateşe atarak hoşgörü'yü bertaraf edeceğini sanması, hakeza Firavun'un kendini ilâh ilan edip Hz. Musa (a.s.)'ın ardına düşmesi, bir netice veremedi, veremez de. Sonun da Hz. İbrahim'e ateş Allah'ın (c.c.) lütfüyle serin kılınarak gül bahçesine dönüşüverdi. Azgın sular ise Hz. Musa'ya ab-ı hayat, Firavun'a da tsunami felaketi oluverdi.
Hoşgörüsüzlük, hemen hemen her devirde görülen bir alınyazısı. İnsanlık zıtlıkları ile birlikte bir süreç yaşıyor. Yani iyilik ve kötülük, güzel ve çirkin, zulüm ve adalet v.s. gibi ikilemler içerisinde çıkış arıyoruz. O halde her şey zıddı ile bilinir prensibinden hareketle, mutlak hoşgörüye koşmak idealimiz olmalı. Zıtlıklar olmasaydı dünya monoton, tekdüze, tek renk olurdu. Bu âlemde bütün farklılıklar içerisinde bir vahdet söz konusu. Çokluk deryasından vahdete ulaşmak vazgeçemeyeceğimiz bir dava. Osmanlı altı yüz sene ayakta kalmayı başarmışsa, bunun perde arkasındaki sırrı çokluk zehirini vahdet panzehiri ile birlikte yoğurarak bir sevgi yumağı haline getirmesindeki başarısı yatar. Devlet-i âliye bütün zıtlıkları bir arada yaşatmanın formülünü uygulamış, Âleme Nizam dağıtmıştır böylece. Fatih Sultan Mehmet’in elindeki gül ile kendisini resimlemesi bunu doğruluyor zaten.
Çokluk içinde birlikte yaşamanın tarihi kaynakları bizde çokça mevcut. Yunus Emre'nin deyimiyle;

Gelin birlik olalım.
İşi kolay kılalım,
Sevelim sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz.

Yine, hoşgörü ve sevgi şairimiz Hudai ise bir şiirinde:

Faydası olmayan bahardan yazdan,
Yüce dağ başının kışı makbuldür.
Cahilin yaptığı sohbetten sözden,
Âlimin hayali düşü makbuldür.

Lokma yeme muhannetin elinden,
Kurtulamazsın sonra acı dilinden.
Namertlerin kaymağından balından,
Merdin kuru yavan aşı makbuldür.

Hüdai söyler incecikten,
Hal ehli olmayan ne bilir halden.
Bilgisiz, görgüsüz, hoşgörüsüz kuldan,
Ölülerin mezar taşı makbuldür.

Görüldüğü gibi bizim kültürümüzün, inancımızın temelinde hoşgörü gerçeği var. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor; "Sevdiğini bir dereceye kadar sev. Belki bir gün düşmanın olur. Düşmanına da bir dereceye kadar düşmanlık yap. Belki bir gün sevgilin ve dostun olur."
Piri Türkistan-ı Ahmet Yesevi'yi, Mevlâna’yı, Yunus'u ve daha nice hoşgörü Sultanlarını hakkıyla anladığımızda, bu demektir ki önümüzdeki günler çok güzel olaylara gebe. Gönül dostlarını anlayamıyorsak bilelim ki, sahte putların başına gelen belaların bir değişik serüvenini yaşamaya müstahakız demektir.
Eğer müstakbel bir medeniyetten bahsediyorsak, bu medeniyetin temeline Nasreddin Hoca misali hoşgörü mayasını göle çalmak misyonumuz olmalı. Hatta adını dağa, taşa, canlı cansız her şeye yazmalı, hoşgörü kilimini nakış nakış işlemeli. Çünkü yolumuz sevgi ve muhabbet yoludur. Sevgi bütün sahte "izm"leri ve putları yıkan tek gönül silahı. Hoşgörünün fethedemeyeceği kale yoktur, bu böyle biline.
Velhasıl, gelin canlar bir olalım, diri olalım, işi kolay kılalım.
Vesselam.

Ertuğrul ÖZGÜL
03-14-2009, 14:02
Eğer müstakbel bir medeniyetten bahsediyorsak, bu medeniyetin temeline Nasreddin Hoca misali hoşgörü mayasını göle çalmak misyonumuz olmalı. Hatta adını dağa, taşa, canlı cansız her şeye yazmalı, hoşgörü kilimini nakış nakış işlemeli. Çünkü yolumuz sevgi ve muhabbet yoludur. Sevgi bütün sahte "izm"leri ve putları yıkan tek gönül silahı. Hoşgörünün fethedemeyeceği kale yoktur, bu böyle biline.


İslamın özünde mevcut olan bu yapı taşı yıllardır dünya ya huzur taşıyan Osmanlı medeniyetinin en büyük argümanıdır.Dünya huzur ve saadeti hep bu düstür ile kazanmıştır. İnsanlığın ortak sorunlarına karşın istişare kültürüne imkan sağlayan hoşgörü penceresini hiç bir zaman kaybetmemeliyiz.Paylaşım içint teşekkürler Alperen

diline eline emeğine sağlık

alperen
03-15-2009, 15:44
değerli gönüldaşlarımın yüreğinize sağlık.

alperen
10-27-2009, 10:21
hoşgörü medeniyeti kurmak şart

Ak_Gencim
10-27-2009, 10:36
Hoşgörü derken neyi anladığımızda gayet önemlidir.Eğer Avrupa'ya olan bir hoşgörüden bahsediyorsak eğer bu çok yanlıştır.Mevlana Hazretlerinin sözüde çarpıtılıyor.Sen ne olursan ol gel.... sözü yani.Orda denilmek istenen şey şu gel ne olursan ol gel bu dergaha seni Hakk'a çağırayım ümit edilirki belki haya edip tevbe edersin.Hoşgörü aslında kelimede görüldüğü gibidir.Yüzüne vurmamak yanlışını affetmek vs.Peki niçin bu hoşgörü hakkımızı düşmanlarımıza kullanalımki.Sen gel Kürt açılımına kötek ol ve gel hristiyana seni hoşgörüyorum mu diyeceksin?Müslümanın ayıbını açacaksın suizan etçeksin gıybet etçeksin ondan sonra hoşgörü.Önce Deniz Baykalı hoş görmek lazım.Hoşgörünün zorluğuda burdan kaynaklanır.Ama müslüman olduğu halde biz onu hoşgörmüyoruz.Lakin bir kafire sen hoşgör yanlış bir fikirdir bu.Ayrıca Osmanlıda bu hoşgörü meselesinden yok oldu.Bazı durumlara el atmadı.Doğru İslami çerçevede hareket etti lakin yanlış olan şey şu iç işlerine karışmıyor ne iş yapçaklarına karışmıyordu.Müslümanlar ziraatla uğraşsın Ermeni ve Rumlar ticaretle...Hoşgörüyü yanlış tanımlıyoruz günümüzde bana göre.Sen kafire hoş göremezsin.Şunu dersin ancak Senin dinin sana benim dinim bana yeter.Yani senin o saçma sapan fikirlerin sana layıktır benim dinimde bana layıktır demektir.Sen gel ve bu saçma fikirlere hoş gör.Hoşgörünün sınırı aşılmamalı.Osmanlı sadece ve sadece İslami bir şekilde hareket etti.Kliseleri yıkmadı adaletle hükmetti bunlar İslamda olan şeyler yani Osmanlı hoşgörü politikası izlediği falanda yoktu tabi çoğu durumlarda bazı zamanlarda acayip onları azıtmıştı haklar falan veriliyordu buna aşırı hoşgörücülük diyorum yani hoşgörü zehirlenmesi.Osmanlı İslami bir şekilde hareket ediyordu.Sonradan müslüman olanlara aynı muameleyi yapıyordu diğer müslümanlara olan değeri gene aynısını veriyordu.İslamda olduğundan yoksa hoşgörüden değil!!!Sizde bu hoşgörünün dozunu kaçırıp zehirlenmeyin...Filistinde müslümanlar yokolsun ve sen gel deki hoşgörü hoşgörü!!!Olamaz!!!

alperen
10-29-2009, 15:29
yunuscasına sevgiden anlamayanlara karşı yavuzcasına tavır takınmak gerek diyelim ozaman.

Gönülden
11-05-2009, 11:00
Hoşgörü'yü bir kitap kibi okumak istersek Resul'ün hayatına bakmamız yeterli..hepimizin doğuştan seçemediği özellikler, mekanlar bunlarla gelen özelliklerimiz....bunlar bizler için kavga ve ayrıştırıcı unsurlardan çok hoşgörü denizinin lezzetine varmak için kendimize sıraat edeceğimiz bir unsur olmalıdır....bu dünya hepimize yeter...bu dünyayı iyiye, güzele, barışa götürmenin anahtarıdır hoşgörü...
Öncelikle kendimizi olduğu gibi kabul edip, kendimize saygı duyarsak karşıdaki insana da aynı ölçüde saygı gösteririz...kendimizi değersiz ve önemsiz gördüğümüz vakit başkasınıda anlamamız mümkün değil...
Bu güzel yazı için teşekkürler Alperen üsdat....+

alperen
11-05-2009, 23:32
değerli paylaşımın için bende teşekkür ederim.

çalıkuşu
11-06-2009, 00:46
hoşgörüde deniz gibi ol diyor hazreti mevlana.
yani deniz gibi uçsuz bucaksız insanları tolere etmede.
hoşgörü sevmeninde belirtisidir,yıktığını yapmalısın kırdığını onarmalısın ki herhalde hiçkimse sevmediği birinden özür dilemez yada sevdiği birine karşı hatasını kabul etmemezlik yapmaz.hoşgörüsü varsa seviyordur ve sevgi olmadan ne toplumda yeri olur nede mutlu biri.
hoşgörülü olmalıki mutlu olabilsin.hoşgörüde deniz gibi olmamız dileğiyle...
yazınız için teşekkürler alperen

alperen
11-06-2009, 21:23
bende teşekkür ederim çok güzel paylaşımın için. Allah razı olsun.

Terennüm
11-06-2009, 22:13
SORU: Hoşgörünün sınırı nedir? Hoşgörüde dengeli olunuyor mu?
http://www.itusozluk.com/img.php/cbf6e2ec11edd322c295bb18839372949370/tb/90 (http://www.akpartiforum.com/gorseller/fethullah+g%FClen/71867)

Her meselede itidal ve denge çok önemlidir. Hoşgörü konusunda da kalb balansının çok iyi ayarlanması gerekmektedir. İddia olmayacağı mülâhazasıyla diyorum ki, biz, hoşgörü hususunda dengeli olduğumuza inanıyoruz. Bu itibarladır ki; hoşgörü derken, bunu milletimizin ve ülkemizin geleceğini tehlikeye sokacak, tarihimizi, millî-mânevî değer ve dinamiklerimizi tahribi netice verecek davranışlara karşı hoşgörülü olunması asla söz konusu değildir. Aslında bugünümüz ve yarınımız adına nelerin hoşgörüleceği ve nelerin hoşgörülmeyeceği bellidir. Ama öyle ümit ediyorum ki toplum, zamanla birbiriyle kaynaya kaynaya o dengeye ulaşacaktır. Ama bugün bize düşen şey, şu demokratik hava içinde, tartışma ve ayrılık konusu meselelerden kaçınarak, bizi toplum olarak, millet olarak birbirimize bağlayan hususları öne çıkarmak suretiyle, herkesi bulunduğu konumda kabûl edip, hoş görmekle işe başlamak isabetli bir yol olsa gerek.
Zaten başkalarının hukukunun söz konusu olduğu bir yerde müsamaha gösterme, kimsenin hakkı değildir. Biz nefsimize ait meselelerde fedakârlıkta bulunabiliriz; ama toplumun hakkını fertlere bağışlamaya gelince, o topluma karşı işlenmiş bir haksızlıktır. Evet, ben cüzdanımı veya sırtımdaki elbiseyi birisine verebilirim; bu bir fedakârlıktır. Ne var ki millete ait bir cüzdanı, millet malını ve kamunun hakkını birisine bağışlamam, zahiren hayır gibi görünse de, temelde zulümdür.
Şimdi birisi kalkıp da bir toplumun bugününe, geleceğine saldırıyor, aileyi tehdit ediyor; can'a, 'nesl'e, 'akl'a, 'din'e ve 'mal'a dokunuyorsa, bu türden davranışlara karşı müsamahalı olmak bizi aşar. Bunlar bilinen şeylerdir ve bu açıdan da hoşgörünün gayesi, hedefi ve milletin ondan ne anladığı açık ve nettir.
Öte yandan, hükümler muhtemeller üzerine kurulmamalıdır. Eğer hüküm muhtemeller üzerine kurulacak olursa, o takdirde, su-i zanna gidilmiş ve günaha girilmiş olur. Hükümler vukuâta, yani olup bitmiş hadiselere göre verilir. Ortada bir işaret ve delil olmadığı müddetçe, beraat-ı zimmet, yani kişilerin masumiyeti esastır. Bu, bir hukukî disiplindir. O açıdan, bazılarının, siz hoşgörü diyerek millet ve maneviyat aleyhinde her şeyi dinamitliyorsunuz ve bazılarının dümen suyunda gidiyorsunuz gibi dayanaksız ve tamamen sû-i zanna dayanan suçlamaları, nasıl bir bühtandan öteye geçmiyorsa, aynı şekilde, daha başkalarının, şimdi hoşgörü diyorsunuz ama, fırsat elinize geçerse şöyle-böyle yaparsınız gibi düşünce ve sözleri de, hiçbir işaret ve delile dayanmayan birer kuruntu olduğundan birer paranoya deyip üzerinde durmamak icap eder.
Şimdi bize düşen şey, savunduğumuz meselelere âlemin inanıp inanmaması değil; samimiyetle inandığımız sevgi ve hoşgörü davasında, Risalet vazifesinin ayları ve güneşleri olan peygamberlerin, o üstünlerden üstün vazifelerini yerine getirirken gösterdikleri azim, sebat ve kararlılığı göstermektir

alperen
11-07-2009, 15:20
yunuscasına sevgiden anlamayanlara karşı yavuzcasına tavırda gerekli bazan.