fatih kısaparmak balon baskılı balon işte biz türklerin anadolu destanııı - Siyaset Forum

PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : işte biz türklerin anadolu destanııı


bafrali_mehmet
01-26-2008, 20:28
İÇİNDEKİLER



İÇİNDEKİLER 1
1. ANADOLU 2
1.2 ANADOLU’NUN FETHİ VE TÜRKLEŞMESİ 3
1.2.1 İslamiyet’ten Önce Türkler 3
1.2.2 İslamiyet’ten Önce Türk Devletleri: 6
2. HUNLAR 10
2.1 BATI (AVRUPA) HUNLARI 10
3. SABAR TÜRKLERİ 13
4. İSKİTLER (SAKALAR) 16
4.1 İSKİT-KİMMER İLİŞKİLERİ 17
4.2 İSKİT-ASUR İLİŞKİLERİ 18
5. AVARLAR 19
6. HAZARLAR 25
KAYNAKÇA 29




1. ANADOLU

“Anadolu, Asya ve Avrupa kıtalarının buluştuğu bir noktada bulunduğu ve doğal bir geçiş oluşturduğu için her iki kıtadan ve hatta Afrika’dan gelen sayısız göç dalgalarına sahne olmuştur. Anadolu’nun tarihi bir bakıma göçebe kabilelerle koloni toplulukların akınlarının, devletlerinin yükseliş ve çöküşlerinin tarihi olmuştur” (Değirmencioğlu, Ahipaşaoğlu, 2003:3).

Yukarda da söylendiği gibi sayısız milletlerden göç alan Anadolu’ya Türklerin gelmesi kaçınılmaz bir sondu. Orta Asya’da yer yetersizliği, kıtlık, kuraklık gibi sorunlar yüzünden batıya doğru göç eden şanlı Türk Milleti en sonunda üç tarafı denizlerle çevrili ve elverişli toprakların bulunduğu bu coğrafyaya gelip yerleşmişlerdir.

“Kültür tarihçisi Prof. Dr. Sayın Mustafa Kafalı, bu coğrafya biz geldiğimizde nasıldı, bunu anlatıyor: "Atalarımız Anadolu'ya girdikleri zaman kır hayatının canlı unsurunu barındırması lâzım gelen köy ve kasabalar çoktan harabeye dönmüşlerdi. Bunun neticesi olarak da terkedilmiş, ıssızlaşmış durumdaki yeni vatanlarında kır hayatı emniyetli olmadığı için ziraatın ve hayvancılığın yapılmadığı vahşi bir tabiat ile karşılaşmışlardı. Hattâ küçük ve büyükbaş ehli hayvan nesillerinin yerli numûneleri, bu münasebetle yük denecek kadar azalmıştı. Ziraat imkânlarının şehirlere yakın dar sahalara inhisar etmesi yüzünden hububat cinsleri için de bu durum aynı idi. Anadolu'da yurt tutmak ve vatan kurmak arzusuyla, Türkistan'dan göçerek yeni vatanlarına giren Türkler, beraberlerinde bol miktarda hububat ile sayısız büyük ve küçükbaş hayvan sürüleri, yılkılar (at sürüleri) ve yük hayvanları ile birlikte gelmişlerdir. Bunlardan başka kavun, karpuz, ayçiçeği (günebakan veya (güneâşık), pamuk, pirinç ve cin darı (bir mısır cinsi) gibi ziraî mahsuller Türklerin Anadolu ziraatına ilâveleridir. Ayrıca ipek böceği yetiştirme ve ipekçilik, atalarımızın yeni vatanlarına getirdikleri bir yeniliktir. Bütün bunların neticesi olarak diyebiliriz ki, günümüzde Anadolu coğrafyasında ehli hayvan cinslerinden hububat nevilerine kadar pek çok şey, fâtih atalarımız tarafından Türkistan'dan Türkiye'ye getirilmiştir. Böylece koy ve kır hayatının icâbâtı olan ziraat ve hayvancılık fetihten kısa bir müddet sonra canlanmış oldu" (Kafalı, 1997:10-11).

1.2 ANADOLU’NUN FETHİ VE TÜRKLEŞMESİ

“Selçuklu Devleti’nin kurularak, özellikle batı yönünde fetihlerin başlatılması ve dolayısıyla Anadolu’nun tamamen fethedilip bir Türk yurdu haline getirilmesinden çok önceki zamanlarda (4. yüzyılın sonlarına doğru), Anadolu’ya ilk Türk girişi, Hun Türkleri tarafından gerçekleştirilmiştir” (Sevim, Yücel, 1990:25).

1.2.1 İslamiyet’ten Önce Türkler

“Türkler, dünyanın en eski, asil, büyük devletler kurup, pek çok ünlü şahsiyetler yetiştiren medenî milletlerinden biridir. Türkler, Nuh peygamberin oğullarından Yâfes'in Türk adlı oğlunun neslindendir.
Tarihî şahıs, boy ve millet adlarının oluşumuna göre, Türk kelimesinin aslı "türümek" fiilinden gelmektedir. Bu fiilden türetilmiş, kişi ve insan anlamında "türük" ve nihayet hece düşmesiyle "Türk" kelimesi ortaya çıkmıştır. Nitekim Anadolu'da bir kısım göçebeler de yürümekten "yürük" adını almışlardır. Türk kelimesi, ayrıca, çeşitli kaynaklarda; "töreli, töre sahibi, olgun kimse, güçlü, terk edilmiş, usta demirci ve deniz kıyısında oturan adam" manâlarında kullanılmaktadır.
Coğrafî ad olarak Turkhia (Türkiye) tabiri ise altıncı yüzyıldaki Bizans kaynaklarında, Orta Asya için kullanılmıştır. Dokuzuncu ve onuncu asırlarda, Volga'dan Orta Asya'ya kadar olan sahaya denilirdi. Bu da Doğu ve Batı Türkiye olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Doğu Türkiye, Hazarlar'ın; Batı Türkiye ise Türk asıllı Macarların ülkesiydi” (İnternet 1).
“Milattan önceki ve sonraki ilk yüzyıllarda, Moğolistan içlerinden batısına doğru uzanan geniş bozkırlarda, at üstünde gidip gelen, binlerce hayvanlık koyun ve at sürülerini otlatan, zaman zaman güneylerindeki yerleşik devletlere akınlar yapan, bazen ayrı ayrı boylar halinde dağınık yaşayan, bazen de bir boylar federasyonu halinde birleşen çok hareketli bir kavim yaşıyordu. Milattan önceki ikinci binde bu kavmin macerası hakkında pek fazla malumatımız yoktur. Birinci binin ilk yarısında Karadeniz’in kuzeyinden Uralların doğusuna kadar uzanan Saka İmparatorluğu içinde yer aldıklarını, hatta bu imparatorluğun hakim unsurunu meydana getirdiklerini tahmin ediyoruz. Yine bu çağlarda Kafkasların kuzeyinde ve Ural eteklerinde Hint-Avrupa kavimleriyle, biraz daha kuzeyde Fin-Ugor kavimleriyle münasebette bulunduklarını düşünebiliriz. Güneyde ise İran ile temastaydılar. Şehname’deki İran-Turan savaşları ve Türk kaynaklarında da yer alan Alp Er Tunga efsanesi bu devrin izlerini taşır. Buna göre Türklerin Hazar’ın iki tarafından; hem Azerbaycan, hem de Maveraünnehir istikametlerinden İran’ı sıkıştırdıklarını ve Ceyhun’a kadar dayandıklarını anlayabiliyoruz.

Türklerin çok erken çağlarda, bozkır kuşağının güneyinde de yurt tuttuklarını gösteren emareler vardır. İnsan medeniyetinin beşiği kabul edilen Mezopotamya medeniyetini kuran Sümerlerin dili ne Hint-Avrupa ne de Sami dillerine girmektedir. Sümerce yapı bakımından, Türkçe gibi eklemeli bir dildi. Üstelik Sümerce de Türkçe il aynı olan pek çok kelime bulunmaktaydı. O halde Sümerler ya Türklerle akrabaydılar ya da çok eski çağlarda, milattan önce üçüncü, dördüncü binlerde Türklerle temas etmişlerdir. Bu da Türklerin daha o çağlarda Ön Asya’ya, hiç olmazsa Maveraünnehir’e kadar geldiklerini gösterir. Anadolu’nun eski kavimleri Hititlerin, Friglerin, İyonların Hint-Avrupa kavimleri olduğu bilinmektedir. Fakat Hititlerden önce Orta Anadolu’da yaşayan Hattiler, M.Ö. birinci binin ortalarına doğru Doğu Anadolu’da yaşayan Urartular da Türkler gibi eklemeli dil kullanıyorlardı. Batılılar, Hint-Avrupa ve Sami dilleriyle birleştiremedikleri Sümer, Hatti, Urartu gibi diller için “Azyanik” veya “Eski Anadolu” tabirlerini kullanmaktadırlar. O halde eklemeli dil konuşan kavimlerin daha milattan önce üçüncü binde, Anadolu’da bulundukları anlaşılır. Ancak üçüncü binin sonunda Hititler ile, Anadolu’da Hint-Avrupa kavimleri görülür. Hititlerin de Anadolu’ya doğuda geldikleri sanılmaktadır. Anadolu’ya batıdan gelen ilk Hint-Avrupa kavimleri, Frigler ve İyonyalılar ancak M.Ö. 1200’lerde buralara ulaşmışlardır.

Divanü Lugati’t-Türk’te yer alan Şu Destanı’nın bize öğrettiği önemli bir husus vardır. Mete’den 120-130 yıl önce Oğuz boyları mevcuttur. Bu boylar da Oğuz Kağan’ın çocuklarından türediğine göre Oğuz Kağan, Mete’den yüzlerce, hatta binlerce yıl önce yaşamış olmalıydı. Belki de Türklerin mitolojik atasıydı. İşte bu tarihin şafağındaki ilk Türk atası Oğuz Kağan, belki de milattan birkaç bin yıl önce, Kafkasları aşarak Anadolu, Suriye ve Mısır’a seferler yapmıştı. Bir yandan da Hint’e, kuzeyin buzlu ülkelerine ve Moğolistan’a kadar uzanmıştır.

Balkanlar ve Orta Avrupa dördüncü yüzyılın sonundan itibaren Türkleri tanır. Hun, Bulgar, Avar Türkleri buralarda asırlarca hüküm sürdüler” (Ercilasun, 1997:23-25).
“Türk tarihine bir bütün olarak düşünmek gerekir. Bunu Atatürk’ten dinlemek daha uygun olacaktır: “Bizim milletimiz eski ve şerefli bir millettir. Zaten Orta Asya’nın Altay Yaylası’nda yetiştiği için kartalın meziyetlerini daha gençliğinde kazanmıştır. Ta uzakları görüşü, hızlı bir uçuşu vardır ve bu ruhu barındıracak kadar kuvvetli bir beden sahibidir. Zaten maddi olsun, dimaği olsun hiçbir sıkıcı kudret içinde durmaz. Yaratılışta olduğundan yüksek anayurdunun, dünyadan uzak vaziyetine karşı isyan etmiştir. İşte o zaman bu ilk Türkler başlarını alarak dünyanın hem Doğusuna hem Batısına yayıldılar” (Türkdoğan, 2003:22).

Bu sözleri ile Atatürk, Türklerin Orta Asya’dan göçlerini nedenleri ile belirtmiş ve kendi hazırladığı Türk Tarih Tezi’ni kuvvetlendirmiştir.

“Türklerin anavatanı Orta Asya’dır. 9. yüzyıldan itibaren, Orta Asya’da yaşayan Türkler; nüfus fazlalığı, yer yetersizliği, su kıtlığı gibi nedenlerle göç etmeye başlamışlardır. Orta Asya’dan dört bir yana gerçekleşen bu göçlerin en önemlisi batı yönünde olmuştur. Batı yönünde gerçekleşen göçler sonucu 11. yüzyılda Anadolu Türkleşmiş ve daha sonra Avrupa içlerine kadar yayılmışlardır” (Özey, 1999:7).

“Aslında çöl değil yayla iklimine sahip bozkır halkı olan Türklerin, yayılmaları esnasında, bozkır coğrafi ve iktisadi şartlarının yer almadığı ve kültürlerinin yaşama imkanının zayıfladığı sınırlarda durakladıkları; ormanlık,sıcak veya çok rutubetli bölgelere pek girmedikleri görülmektedir. Kendi hayat tarz ve anlayışlarına uymayan coğrafyaya ve yabancı kütleler baskısını şiddetli olduğu bölgelere yerleşmiş Türk zümrelerinin ise, oralarda fazla barınamamaları ve çok kere varlıklarını kaybetmeleri dikkat çekicidir (Çin’de Tabgaçlar, Balkanlar’da Bulgarlar, Kuzey Hindistan’da çeşitli Türk devletleri vb. gibi). Bu itibarla Türklerin irili ufaklı siyasi kuruluşlar meydana getirerek mevcudiyetlerini devam ettirdikleri saha, daha ziyade Kuzey Çin’den başlayarak, bütün Orta Asya’yı, İran’ı ve Anadolu’yu içine alabilecek şekilde, Avrupa’da Tuna dirseğine kadar devam eden geniş coğrafi kuşak olmuştur” (Kafesoğlu, 2003:57).

“Görüldüğü gibi, Türkler tarihin hemen her devrinde muhtelif sebepler ile anayurtlarını bırakıp, muhtelif istikametlere doğru göç etmişlerdir ve yine bu yerleşme yerlerinde biri olan Anadolu’da hemen her devirde etkili olmuşlardır. Osmanlıların Balkanlar’ı kolaylıkla fethetmesinde, daha önce olan bu yerleşmelerin rol oynadığı gibi, Anadolu’nun Türkleşmesinde ve fethedilmesinde de Selçuklu öncesi akın ve yerleşmeler rol oynamıştır” (Aşan, 1989:27).

1.2.2 İslamiyet’ten Önce Türk Devletleri:

“Türklerin kurduğu en eski devlet olan Hun İmparatorluğu, aynı zamanda, Türk askerî teşkilat ve idareciliğinin de ilk örneğidir. Osmanlılar zamanı dahil olmak üzere, bütün tarih boyunca Türk teşkilatının baş kaidesi olan, sağ ve sol ikili nizam, Hunlar tarafından kurulmuştur. Hun ordusu, on bin, bin, yüz ve on kişilik gruplar halinde, onlu sisteme göre oluşturulmuştu. Keçe çadırları içinde oturuyor ve besledikleri koyun, at ve sığır sürülerinden elde ettikleri ile geçiniyorlardı.
Hunlar, M.Ö. 3. yüzyılın sonlarında, Sarı Irmağın kıvrım yaptığı alana gelerek, Çin içlerine doğru akınlara başladılar. Çinliler, bu Türk kavminin süvarileri karşısında tutunamayıp, ağır yenilgilere uğradılar. Böylece Çin hakimi olan Ti-şin hanedanı, Çin Seddi'ni tamamlamaya çalıştı.
Türk kavimlerini toplayıp, imparatorluk halinde birleştiren ilk büyük Hun hükümdarı, Teoman Yabgu'dur (M.Ö. 220). Teoman Yabgu'dan sonra, Hun tahtına oğlu Mete Yabgu geçti. Mete Han zamanında yapılan fetihlerle, Hun İmparatorluğunun toprakları, Hazar Denizinden Japon Denizine kadar uzandı. Bu topraklarda, çeşitli Türk kavimlerinin yanı sıra, diğer Altaylı kavimler de yaşıyordu. Mete devri, Hun İmparatorluğunun en parlak devri oldu (M.Ö. 209-174).
Mete Han'dan sonra gelen yabgular zamanında, Çinlilerle ilişkiler arttı. Özellikle evlenme yoluyla, Türk ve Çin hükümdar aileleri arasında yakınlıklar doğdu. Bu yakınlıklar, Hunların iç işleri bakımından bir çok karışıklıklara yol açtı. Buna rağmen Hun İmparatorluğu, M.Ö. 1. yüzyıla kadar üstünlüğünü devam ettirdi. Bu yüzyılda ise, Türk beyleri arasında taht kavgaları gittikçe arttı. Çinliler de bu kavgalardan faydalanarak, Türkleri zayıflatmayı bildiler. Neticede Hunlar, Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrıldı. Bunlara, Güney ve Kuzey Hunları da denir. M.S. 3. yüzyılın başlarında, başka bir Türk kavmi olan Siyenpiler, Hunlarla iktidar mücadelesine giriştiler. Sonunda Moğolların ve bazı Türk boylarının da yardımıyla, Hunların hakimiyetine son verdiler. Büyük Hun İmparatorluğu, tarihte bilinen eski imparatorlukların en büyüğüydü.
Siyenpiler'le yaptıkları savaşları kaybettikten ve Asya'daki Büyük Hun İmparatorluğu dağıldıktan sonra, Hunların bir kısmı, Dinyeper nehriyle Aral Gölünün doğusu arasındaki bölgeye yerleştiler ve 4. yüzyılın ortalarına kadar orada yaşadılar. Çin'den gelen Hun kitleleriyle çoğalan ve uzunca bir süre sakin bir hayat yaşamak suretiyle güçlenen bu Hunlar, iklim değişikliği ve geçim şartlarının bozulması sebebiyle, bu tarihten itibaren Batı'ya göç etmeye başladılar. O tarihlerde, Karadeniz kuzeyindeki düzlükler, bir Cermen kavmi olan Gotların işgali altındaydı. Don-Dinyeper nehirleri arasında Doğu Gotları (Ostrogotlar), batısında ise Batı Gotları (Vizigotlar) bulunuyordu. Daha batıda Transilvanya ve Galiçya'da Gipidler, bugünkü Macaristan'da Tisa Nehri havalisinde Vandallar vardı. Hun başbuğu Balamir'in idaresinde, hayret edilecek bir hareket kabiliyeti ve gelişmiş bir süvari taktiğiyle hareket eden Hunlar, Önce Doğu, sonra da Batı Gotlarla karşılaştı. Yerlerinden kopan bu kavimler, batıya doğru hızla akarak, Roma İmparatorluğu topraklarını, Kuzey Karadeniz'den İspanya'ya kadar her tarafı alt üst ettiler. Böylece, Avrupa'nın etnik manzarasını değiştiren ve tarihte Kavimler Göçü denilen hadise meydana geldi. Âni ve şiddetli Hun darbelerinin, beklenmedik şekilde ortaya çıkan Hun akıncı birliklerinin, Doğu Avrupa kavimleri arasında uyandırdığı dehşet, Batı dünyasında büyük yankılar yaptı. Hunlar aleyhine, Latin ve Grek kaynaklarından inanılmaz rivayet ve hikâyelerin çıkmasına ve yayılmasına sebep oldu.
Hunlar (Avrupa Hun İmparatorluğu), 378 yılı baharında Tuna'yı geçtiler ve Romalılardan direniş görmeksizin Trakya'ya kadar ilerlediler. Bu arada daha büyük bir Hun kütlesi, Kafkaslar üzerinden Anadolu'ya yöneldi. Bu ikinci akıncı kolu, Güney Anadolu'dan Suriye'nin Akdeniz kıyılarına ve Kudüs'e kadar yıldırım hızıyla ilerledi. Sonbahar'da aynı yoldan Azerbaycan'a döndü. Batı'da ise Balamir'in oğlu Ildız'ın komutasındaki Hun süvari birlikleri, Bizans İmparatorluğunu barışa zorladı. Ildız'dan sonra Hun tahtına geçen Karaton ve Rua zamanlarında da Bizanslılar, Hunlara vergi ödedi. Rua'nın 434'te ölmesi üzerine devletin başına Attila geçti. Attila zamanında Hunların hakimiyeti, Volga Nehrinin doğusundan bugünkü Fransa'ya kadar uzandı. Yönetimleri altında, çeşitli Türk boyları da dahil olmak üzere kırk beş kavim yaşıyordu. Bunların çoğu, şimdiki Avrupa milletlerinin dedeleridir. Bizans, Hunlara verdiği vergiyi üç katına çıkardı. Attila, 451'de Hristiyan dünyasının merkezini zaptetmek üzere, yüz bin kişilik ordusuyla Roma önüne geldi. Ancak, Attila'nın önünde diz çöken ve Roma'nın kendisine boyun eğdiğini bildiren papa, kentin kurtarılmasını sağladı.
Attila'nın ölümünden sonra tahta çıkan oğulları İlek, Dengizik ve İrnek dönemlerinde, Hun birliği parçalandı. Ayaklanan Cermen kavimleriyle yapılan savaşlar, Hunları yordu. Sonuçta Orta Avrupa'da tutunmanın zorluğunu gören İrnek, Hunların büyük kısmı ile, Bizans'tan geçiş izni alarak Karadeniz'in batı kıyılarına döndü. İrnek idaresindeki Hunların, önce Güney Rusya düzlüklerinde görülen, sonra Balkanlarda ve Orta Avrupa'da birer devlet kuran Bulgarlarla Macarların oluşumunda büyük rol oynadığı anlaşılmaktadır. Geleneklere göre, Bulgar Türk Devletinin kurucusu Dulo sülalesiyle Macar kabilelerini Tuna boyuna getirerek orada yerleştiren Arpad Hanedanı, İrnek'i ata tanımaktadırlar.
M.S. 3. yüzyıl başlarında, Türklerin Tabgaç Hanedanı, Kuzey Çin'de güçlü bir siyasî teşekkül meydana getirerek, Asya Hunlarının yerini aldı. Tabgaç hakimiyeti, hükümdar Kuei zamanında (385-409) Pekin'e kadar uzandı. Bu durum, Tabgaçların Çin'le çok fazla yakınlık kurmalarına ve onların hayatlarına alışmalarına yol açtı. O kadar ki, bazı Tabgaç yabguları, Çinlilere hayranlıkları yüzünden kendi halklarını ve kültürlerini hor gördüler. Bu durum, Tabgaçların, Çin kültürü ve Çin kalabalığı içinde eriyip gitmelerine sebep oldu. Onların yerine 4. asrın sonunda, iktidar, Avar hanedanının eline geçti.
Avar Türkleri, önceleri Hun ve Tabgaç hanedanlarının hakimiyeti altında yaşıyorlardı. Tabgaç iktidarının zayıflamasıyla Orta Asya hakimiyetini ele geçiren Avar Hanedanı, 4. yüzyıl sonundan 6. yüzyıl ortasına kadar devam etti. Avar kağanları hem doğuda, hem batıda fetihler yapmışlar, esas olarak Çin'le uğraşmışlardır. Avar Devleti, Onabay Kağan zamanında Göktürklerin isyanı üzerine yıkıldı (552). Göktürkler karşısında uğranılan başarısızlık üzerine, Avar kitleleri batıya doğru çekildiler.
558 yılında, Sabarlar'ın hakimiyetini yıkıp, Kafkaslara doğru ilerlediler. Buradaki İranlı Alanları egemenlikleri altına aldıktan sonra, Bizans'a elçi göndererek yıllık vergi ve kendilerinin yerleşebilecekleri arazi istediler. Bu arada Dalmaçya'da ve Balkanlar'da geniş çaplı bir fetih hareketine giriştiler. Bizans İmparatoru, Avar akınını durdurmak maksadıyla, Aşağı Tuna havzasında, başta Antlar olmak üzere, bazı Slav ülkelerinde bir set kurmaya çalıştı. Fakat 562'de bu engeli rahatlıkla aşan Avarlar, Bizans'la sınırdaş oldular. Avrupa içlerine büyük akınlarda bulundular. Bizans İmparatorunun vergi ödememesi üzerine Orta Karpatlara girdiler. 568'de, bugünkü Macaristan'ı tamamen hakimiyetleri altına aldılar. Böylece Orta Avrupa'da büyük Avar İmparatorluğu kuruldu. Devletin sınırları, Elbe Vadisi ve Alp Dağlarından Don Nehrine kadar uzanıyordu.
Avar Hakanlığının iki yüz yıl kadar süren hakimiyeti devrinde en mühim askerî teşebbüsleri, İstanbul'u kuşatmalarıdır. 619 ve 626 yıllarında iki defa olmak üzere, Sâsânîlerle ortak yapılan bu kuşatmalar çok şiddetli geçti. Surlar önünde çarpışmalar günlerce sürdü. Ancak Avar ordusu kuşatmadan, donanması olmadığı için bir sonuç alamadı. Güç şartlar altında çekilmek zorunda kaldı. Avarların, Bizans başşehrinde büyük heyecan uyandıran özellikle ikinci harekâtı, tarihî birtakım hatıralar da bıraktı. Avarların çekildiği gün, Bizans'ta bayram ilan edildi ve kiliselerde âyinler asırlarca devam etti. Diğer taraftan İstanbul kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlanması, Avar Hakanlığının itibarını sarstı. Tâbi kavimler başkaldırmaya ve dağılmaya başladılar. Uzun mücadeleler neticesinde, Balkanlar Bulgarlara, Tuna-Sava bölgesi Hırvat-Sloven gibi Slav kabilelerine, Bohemya sahası da Çeklerin atalarına terk edildi. Zayıflayıp küçülmesine rağmen Avar Hakanlığı, yaklaşık 170 yıl daha varlığını korudu. Fakat, 791'den itibaren Frank İmparatorluğunun amansız hücumları sonunda tamamen ortadan kalktı (805). Parçalanan Avar grupları, Doğu Macaristan ve Balkanlara dağılıp kısa zamanda Hıristiyanlaşarak ve dillerini unutarak, yerli halk içinde eridi.
468'den 965'e kadar, diğer bir Türk kavmi olan Hazarlar, Kuzey Karadeniz ve Kafkasya'da, kudretli, yüksek kültürlü bir hakanlık kurdular. Bir kısmı Müslüman olan Hazarların kağan denilen hakanları, daha çok Musevî dinine girdiler ve bu dine giren yegâne Türk kitlesini teşkil ettiler” (İnternet 1).

bafrali_mehmet
01-26-2008, 20:28
2. HUNLAR

“Türklerin cihan hakimiyeti ilk defa büyük bir imparatorluk kuran Hunlar ile, bilhassa onların hükümdarı Mete ile başlar” (Turan, 2003:103).

“Hunlar’dan önceki çağ Türklerin tarih öncesidir. Mete ile Hunlar, Büyük Türk Hakanlığı’nı cihan ölçüsünde bir devlet derecesine yükseltmişlerdir. Mete’yi kuzeyde buzullar, güneyde Himalayalar, doğuda Büyük Okyanus, batıda Hazar ve Urallar durdurabilmiştir. Hunlar 436 yıl iktidarda kadılar. Osmanoğullar’ından sonra Türk tarihinde en çok iktidarda kalan hanedan Hunlar’dır. Zaten büyük Alman tarihçisi Otto Franke: “Hunlar, ancak Osmanlı Türkleri ile mukayese edilebilirler.” demiştir” (Öztuna, 1969:41-42).

2.1 BATI (AVRUPA) HUNLARI

“Kimlikleri hakkında 200 yıldan beri türlü tahminler yürütülen ve bazı bilginler tarafından Moğol, Türk-Moğol karışımı, Fin-Ugor oldukları veya doğrudan doğruya İslav menşeinden geldikleri, yahut Germen soyuna mensup bulundukları, veya Kafkas kavimlerinden bir kol teşkil ettikleri ileri süregelen Batı Hunlarının Asya Hunlarının torunları oldukları son zamanlardaki araştırmalarla daha da açıklık kazanmıştır” (Kafesoğlu, 2003:70).

“Hunlar’ın zaman zaman Kafkaslar yoluyla Anadolu’ya akınlar düzenledikleri görülür. Nitekim M.S. 363-373 yılları arasında, Kafkaslar’dan hareket eden Hunlar Anadolu’ya girerek Urfa’ya kadar ilerlemişlerdir” (Nemeth, 1982:53-54).

“Batı Hunları, hareket yetenekleri çok fazla olan çevik atlı birliklerden oluşan kalabalık ordularla Karadeniz’in kuzeyindeki Alan, Ostrogot ve Vizigotlar’ı daha ilk saldırıda ağır yenilgilere uğratarak darmadağın ettiler; çok geçmeden de 378 yılında, Tuna Irmağı’nı geçerek Batı Roma ve Bizans İmparatorlukları topraklarını istilaya başladılar” (Yücel, Sevim, 1990:25).

“Hunlar Gotlardan, Alanlardan ve Germen Taifallardan oluşturdukları yardımcı kuvvetlerle takviyeli olarak ilk defa 378 baharında Tuna’yı geçtiler ve Romalılar’dan mukavemet görmeksizin Trakya’ya kadar ilerlediler. Ancak Roma topraklarında görünen bu kuvvetler keşif vazifesini yapan öncülerdi.

Hunlar Roma İmparatoru Thedosios I’in ölüm yılı olan 395’te yeniden harekete geçtiler. Bu hareket iki cepheli idi: Hunlar’dan bir kısım Balkanlar’dan Trakya’ya ilerlerken, daha büyük sayıda diğer bir kısım Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya yöneltilmişti. Hun Devletinin Don nehri havalisindeki doğu kanadı tarafından tertiplenen Anadolu akını, Basık ve Kursık adlı iki başbuğun idaresindeydi. Romalıları olduğu kadar Sasani İmparatorluğu’nu da telaşa düşüren bu akında Hun süvarileri Erzurum bölgesinden itibaren Karasu, Fırat vadilerini takiben Melitene (Malatya)’ye ve Kilikia (Çukurova)’ya ilerlemişler, bölgenin en tahkimli kaleleri olan Edessa (Urfa) ve Antakya’yı bir müddet kuşattıktan sonra, Suriye’ye inerek Tyros (Sur)’u baskı altına almışlar, oradan Kudüs’e yönelmişlerdi. Çok süratli cereyan eden bu harekattan korkuya kapıldıkları için Hunlara dair acayip hikayeler uyduran kilise adamlarının dehşet dolu gözlerinin önünde, akıncılar sonbahara doğru, kuzeye çark ederek Orta Anadolu’ya, Kappadokia-Galatia (Kayseri-Ankara ve çevresi)’ya ulaştılar ve oradan Azerbaycan-Baku yolu ile kuzeye, merkezlerine döndüler (396)” (Kafesoğlu, 2003:73).

“Fakat iki yıl sonra, yani 398 yılında Anadolu’ya daha küçük çapta olmak üzere, yeniden akınlarda bulundular. Böylece Hunlar, hem batı, hem de doğu yönlerinden, yani iki cepheden, Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğunu baskı altında tutmuşlardır. Bu Hun baskıları karşısında aciz kalan Doğu Roma imparatorları, herhangi bir ciddi önlem alamadılar. Sonuç olarak 395-398 yılları arasında cereyan eden Hun Türklerinin bu Anadolu istila harekatı, tarihte Anadolu’ya İlk Türk Girişi’ni temsil etmesi bakımından dikkate şayandır” (Yücel, Sevim, 1990:26).

“Doğu Roma İmparatorluğu ile Attila arasındaki asıl büyük savaş II. Theodosius döneminde 441 yılında başladı. Tuna boyunda ve Trakya’da ilk iki çatışmada yenilen imparatorluk orduları, yanlış bir tutumla Gelibolu Yarımadası’na çekildiler ve bu daracık yarımadada sıkışıp, üçüncü, üstelik kesin yenilgiye uğradılar. Hunlar, İstanbul surları dibinden, Yunanistan’ın Thermopylai Geçidi’ne kadar, her yeri talan ettiler, yakıp yıktılar. Herakleia (Marmara Ereğlisi) ve Hadrianoupolis (Edirne), güçlü surları sayesinde bu felaketten kurtulabilecekken, temellerine dek yıkılma tehdidi karşısında, teslim olmayı yeğledi. İstanbul bile tehlikedeydi; çünkü surların birçok bölümü ile 58 kulesi, bir süre önce korkunç bir deprem sonucu yıkılıp ancak yarım yamalak onarılmış bulunuyordu. Sonunda, II. Theodosius, 446 yılında utandırıcı bir barış antlaşmasını kabullenmek zorunda kaldı” (Umar, 1998:29).

“Bu antlaşmaya göre, Tuna’nın güneyinde beş günlük mesafedeki yerler askerden arındırılacak, buralardaki pazarlar yerine artık bir Hun sınır şehri haline gelen Naissus (Niş)’da ortak Pazar kurulacak, Bizans savaş tazminatı olarak 6.000 libre altın ödeyecekti. Ayrıca yıllık vergi üç katına (2.100 libre altın veya 150.000 solidus) çıkarılmıştı” (Kafesoğlu, 2003:79).

“Attila, İtalya seferinden dönüşte, rivayete göre zifaf gecesinde ağzında, burnundan kan boşalmak suretiyle ölmüştür. Attila’nın ölümünden sonra, hatunu Arıg-kan’dan doğan üç oğlu; sırasıyla İlek, Dengizik, İrnek babalarının yerini tutamadılar. İmparator olan İlek, ayaklanan Germen Kavimleri ile yaptığı Nedao (Avusturya’da) savaşında hayatını kaybetti. Çok cesur olan fakat siyasi zekadan mahrum Dengizik, imparatorluk birliğini yeniden kurmak için neticesiz mücadeleler içerisinde çırpınırken, bir Bizanslının kılıcı ile can verdi. İrnek ise, büyük kardeşlerinin ölümünden sonra, artık Orta Avrupa’da tutunmanın zor olduğunu anlayarak, savaşlarda yorgun düşen Hunların büyük kısmı ile Karadeniz’in batı kıyılarına döndü” (Kafesoğlu, 2003:83).

Hunların, sebep oldukları Kavimler göçü ile Avrupa milletinin etnik olarak birbirine karışması, Avrupa’nın “Tanrının Kılıcı” olarak adlandırdıkları Attila adına çeşitli destan ve efsanelerin oluşması, Batı Roma İmparatorluğunun yıkılması gibi etkileri olmuştur.

bafrali_mehmet
01-26-2008, 20:29
3. SABAR TÜRKLERİ

“Kafkaslar yoluyla Anadolu’ya gelen bir başka Türk kavmi de Sabarlar olup, en eski ikamet yerleri olarak adını bu kavimden alan Sibirya’nın batısı gösterilmektedir. Bazıları tarafından Hunlar’ın bakiyesi olarak görülen Sabarlar, Ermeni kaynaklarında Hun veya Sabar Hunları, Bizans kaynaklarında ise Sabar olarak isimlendirilmişlerdir. Sabarlar bazen İran ile birleşerek Bizans’a karşı savaşıyor ve Anadolu içlerine kadar akınlarda bulunuyordu, bazen de Bizans ile birleşerek İran’a karşı savaşıyordu” (Baştav, 1941:58-60).

“M. 5.-6. yüzyıllarda Batı Sibirya ile Kafkaslar'ın kuzey bölgesinde mühim tarihî rol oynadığı, çeşitli yabancı kaynaklardaki dağınık bilgilerin yardımı ile tespit edilebilen Türk topluluğu Bizans tarihlerinde Sabar, Sabeir, Sa-ber; Ermeni, Süryanî, İslam kaynaklarında sırasıyla Savır, Sabr, S(a)bir, Sebir vb. olarak adlandırılmaktadır. Sabarlann İslav veya Moğol yahut Fin-Ugor menşeden geldiklerine dair iddialar eskimiş ve bugün onların Türk olduğu gerek taşıdıkları ad, gerek tarihî ve kültürel durumlarıyla anlaşılmıştır. Türlü dillerdeki ses değişmeleri neticesinde farklı şekillerde görülen adlarının esasını teşkil eden ve ancak Türkçe ile açıklanabilen Sabar kelimesi "sab+ar" (=sap-ar=sapmak, fiiline+ar ekinin ilavesiyle. Başka örnekler: Kazar, Bulgar, Kabar vb.)'dan meydana gelmiş olup "Sapan, yol değiştiren, başıboş kalan, serbest" manasındadır ve Türklerde ad verme usulüne uygundur. Ayrıca Sabarlara ait şahıs adları da Türkçe'dir: Balak, îlig-er, Bo-arık =Buğ-arık vb.
Sabarların erken tarihleri iyi bilinmiyor. Adlarının gösterdiği gibi, herhangi bir ana kütleden kopmaları bahis konusu ise, onların, asıl yurtları gibi görünen Tanrı Dağları’nın batısı - îli nehri sahasında iken Asya büyük Hun imparatorluğuna bağlı topluluklardan biri olmaları icabeder.
Sabarlara ait ilk kesin haber, 461-465 yıllarında Batı Sibirya kavimleri arasındaki büyük kımıldama ve geniş ölçüdeki göç hadiseleri münasebetiyle, Bizans tarihçisi Priskos (5. yüzyıl) tarafından verilmiştir. Daha sonra Prokopios (6. yüzyıl) ve K. Porphyrogennetos(10. yüzyıl)'un eserlerinde de tekrarlanan bu habere göre, doğudan gelen Avar baskısı karşısında Sabarlar yerlerini terk edip batıya yönelmişler, Altaylar-Ural dağları arası düzlüklerde (bugünkü Kazakistan bozkırlarının güney sahası) yaşayan Oğur-Türk boylarını yurtlarından atarak, Tobol ve îçim ırmakları çevresinde yerleşmişlerdir. Geçen asrın sonlarına doğru Batı Sibirya'da Vogullar, Ostiyaklar ve İrtiş Tatarları arasında araştırmalar yapan S. Patkanoffun tesbitlerine göre, Sabarlar bu bölgede yerli halkınkinden çok üstün kültürleri ile yüzyıllarca siiren derin tesirler yapmışlardır: Tobolsk dolaylarında, Ob, Tura ve îrtiş boylarında Sabar, Saber (Tapar), Soper, Savri, Sabrei, Sıbır (Sı-vır) gibi yer ve kale adları yaygındır. Ay-sabar, Kün-sabar gibi şahıs adlarına da rastlanır. Tobolsk ahalisi buranın en eski sakinlerini Sybyr, Syvyr diye anmaktadır. Ayrıca, bu civar halkın masallarında ve kahramanlık hikayelerinde Sabarlar geniş yer tutar. Sabarları kendi büyükleri olarak kabul eden Os-tiyaklar yanında, Vogulların da, sonraları tabiiyetine girdikleri Ruslara "Sa-per" adını vermiş olmaları, halk nazarında eski Sabarların üstün durumlarını ortaya koyar. Aynı sahada kurulduğu bilinen Sibir Hanlığı(16. asır)'nın da başkenti Sibir adını taşıyordu. Bu kelime zamanla çok geniş bir coğrafyayı ifade etmiştir (Sibirya). Rusların önce Sibir (İsker) şehrini ele geçirerek bölgeye verdikleri bu ad, Rus harekatı doğuya ilerledikçe daha geniş sahaları göstermiş böylece Sabar Türklerinin hatırası günümüze kadar yaşamağa devam etmiştir” (İnternet 2).

“Hun Türklerinin istilasından sonra Bizans hakimiyetinde bulunan Anadolu’ya ikinci Türk istilası, Sabarlar tarafından gerçekleştirildi. Tanrı Dağları’nın batı bölgeleri ile İli Irmağı dolaylarında, Hunlara tabii olarak yaşayan Sabar Türkleri, 508 yılında hakimiyet alanlarını Doğu Avrupa yönünde genişlettiler” (Yücel, Sevim, 1990:26).

“Daha 503 yılında Doğu Avrupa’ya doğru hakimiyetlerini genişleterek bir kısım Bulgar gruplarını idarelerine alan Sabarlardan kalabalık bir kütlenin 515 sonlarında İtil (Volga)-Don Nehirleri arasında ve Kafkasların kuzeyindeki Kuban Irmağı boyunda yerleşmesi ve doğrudan doğruya Bizans ve Sasani İmparatorlukları ile temas kurması, Sabarların Doğu Avrupa tarihinde ön safa çıkmalarına yol açtı. İran-Bizans savaşlarının devam etmekte olduğu yıllarda Sabarlar büyük çapta askeri faaliyet gösteriyorlardı. Sabarların büyük savaş gücü ve bilhassa yüksek savaş malzeme tekniği Bizans’ta hayret uyandırdığı görülmektedir. Bir Bizans kaynağında “Sabarlar insan hafızasının hatırlayabildiği zamandan beri ne İranlılardan, ne Romalılardan hiç kimsenin düşünemediği makinelere sahiptirler. Öyle ki, her iki imparatorlukta fenci eksik olmamış ve her devirde muhasara makineleri yapılmıştır, fakat şimdiye kadar bu barbarlarınkine (o dönemde Romalılar kendi soyundan olmayanlara barbar demekteydi) benzer bir buluş ne ortaya konmuş, ne de onlar gibi kullanılabilmiştir. Bu şüphesiz insan dehasının bir eseridir.” denmektedir” (Kafesoğlu, 2003:158).

“Bizans’dan beklediği Daryal ve Derbent Geçitlerini koruma giderleri gönderilmeyince İran orduları, Anadolu’da Erzurum’u yağmalar, Diyarbakır’ı alırlar. Bunun üzerine Bizans, Sabar Türklerine başvurur. Sabarlar Daryal Geçidi’ni geçerek İran ordularıyla çarpışır. Ne var ki, Bizans kendi oyununa gelir. Sabarlar Bizans arazisinin yağmasına girişirler, Ermenistan bölgesine akın yaparlar, ardından Anadolu’ya girerek Kayseri, Ankara ve Konya bölgesini yağmalarlar. Fakat Bizans İmparatoru Justinianus I, Sabarlar’ı çeşitli gümüş vazolar ve zengin armağanlarla kendine çekmeyi başarır” (Avcıoğlu, 1999:779-780).

“Bu geçici istila harekatından sonra Sabarlar, Kafkas Dağları’nı aşarak yurtlarına geri döndüler. Böylece Hunlardan sonra Sabar Türkleri tarafından da Bizans’a ağır darbeler indirilmiş oldu” (Yücel, Sevim, 1990:26).

“Bizans yıllardan beri sürüp gelmekte olan Sasaniler savaşında Sabarları kendine dost ve müttefik yapmayı daha uygun bir siyasi davranış saymış olmalıydı. 531 yılına kadar Bizans ile işbirliği halinde görülen Sabarlar hakkında, sonraki senelere ait açık bir habere rastlanmamakla beraber, onların Sasanilerin Kafkaslar’daki sürekli ve başarılı savaşlarında hayli zayıfladıkları tahmin ediliyor ki, neticede bir askeri güç olmaktan çıkmışlar, üstelik 557’ye doğru Avarlardan da ağır bir darbe yemişlerdir. Sabar sahası kısa bir süre sonra Karadeniz’e ulaşan Gök-Türk idaresine girmiştir. 576’da Güney Kafkaslardaki hakimiyeti Bizans tarafından yıkıldıktan sonra bir kısmı Kür Nehri’nin güneyine yerleştirilen Sabarların adlarına 7. yüzyıl ortalarına kadar dağınık şekilde rastlanmakta ve bu tarihlerde aynı bölgede büyük bir devlet olarak ortaya çıkan Hazarların esas kütlesini tekil ettikleri, Hazar kabileleri olarak görülen Belencer ve Semender’in aslında iki büyük Sabar kütlesi olduğu anlaşılmaktadır” (Kafesoğlu, 2003:159).

bafrali_mehmet
01-26-2008, 20:29
4. İSKİTLER (SAKALAR)

“Yunanlılara göre Avrupa’nın kuzey doğusunda bulunan, tarihçi Herodotos’a göre Tuna’dan Don’a kadar uzanan, en geniş anlamda Karadeniz’in kuzeyinde yayılan Skythina adını taşıyan topraklarda yaşayan Türk asıllı bir millettir” (Anonim, 1972:252).

“Yunanlılar bu kavme İskit, Perslerde Saka adını vermişlerdir. İskitler hakkında son yüzyıllara kadar yalnız Herodotos’un verdiği bilgiler vardı. Herodotos çeşitli İskit boylarının adlarını sayar: Callipidae, Alazone, Arotere, Neuri, Androfogi ve Melanchlaeni. Son zamanlarda Rus bilgini ve arkeologların Sibirya’da yaptıkları kazılar sonucu İskitlere ait zengin buluntular ele geçirildi.

İskit adı genellikle, bugün Güney Rusya olan bölgeye göç eden kavimlere verilir. Fakat Altay Dağları’nda, Pazırık’ta yapılan kazılarda Batı Sibirya ve Altay’da yaşayan kavimlerle İran ve Güney Rusya’ya göç edenler arasında kültür, sanat ve yaşama biçimi açısından büyük benzerlikler olduğu görüldü.ayrıca bu bölgeye göç etmiş olanlarla bulundukları yerde kalanların İran asıllı oldukları ve ortak bir dil konuştukları anlaşıldı” (Anonim, 1971:427).

“Türklerin Anadolu’ya gelişleri, Selçuklulardan ve İslamiyet’in ortaya çıkışından çok önceki yıllara rastlar. Son arkeolojik araştırmalar, coğrafi vesikalar ve eski yer isimleri, Türklerin Anadolu’ya gelişlerinin milattan önceki yıllarda olduğunu ortaya koymuştur. Nüfus yoğunluğu, yeni otlaklar bulma, yeni bir siyasi birliğin kurulması veya dağılması gibi pek çok sebepler, daha milattan önceki yıllarda Türklerin anayurtlarını bırakarak çeşitli yönlere göç etmelerine yol açmıştır. Bu yerleşme alanlarından birini de, Kafkaslar, Azerbaycan ve Doğu Anadolu teşkil etmektedir. Nitekim M.Ö. 8. yüzyılda bu bölgelerde Sakaların hakim olduğunu görmekteyiz. Bugün artık Türk oldukları bilinen Sakaların M.Ö. 8 yüzyılda merkezi Orta-tişanyan olan büyük bir devleti bulunmaktaydı” (Togan, 1981:33-34).

“Merkezi Gence yakınlarındaki Sakasen olduğu ileri sürülen Sakalar’ın Anadolu hakimiyeti Heredot’a göre 28 yıl sürmüştür. Ancak milattan sonraki yıllarda Sakalar’ın Gence yakınlarında halen mevcut oldukları ve M.S. 336 yılında Massagetler ile beraber Anadolu’ya akın yaptıkları görülmektedir” (Heredot Tarihi, 1983:61).

4.1 İSKİT-KİMMER İLİŞKİLERİ

“İskitler’in M.Ö. IX. yy’da Altay Dağları’nın doğusunda yaşadığı sanılmaktadır. Çin İmparatoru Hsüan Vang (M.Ö. 827-781) Çin’in batı sınırlarına sürekli akınlar yapan Hiung-nu’lara karşı bir ordu gönderdi. Bozguna uğrayan ve yurtlarını terk etmek zorunda bırakılan Hiung-nu’lar, bu sefer Amuderya Irmağı’nın kuzeyindeki bölgede oturan Massagetler üzerine saldırılar ve ülkelerini terk etmek zorunda bıraktılar. Massagetler bunun üzerine komşuları İskitler’e saldırdılar. Massagetler’in saldırıları ve o sırada Orta Asya’da başlayan kuraklık sebebi ile İskitler, batıya doğru göç etmeye başladılar. İran’ın kuzeydoğu sınırına kadar geldiler. Kırım Yarımadası’ndaki Kimmerler’i bozguna uğrattılar” (Anonim, 1971:427).

“Sonunda Kimmerler, Kafkaslara doğru geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Gerçekten, ilk defa Asur Kralı II. Sargon devrinde adları “Gimirrailer” olarak geçen Kimmer kavimleri, Kafkaslardaki Demirkapı Geçidi’ni aşarak kuzeydoğu Anadolu’ya girdikleri zaman, ilk olarak Urartularla karşılaşmış olmalıdırlar. Birkaç savaştan sonra Urartu kralları ile anlaşan Kimmerler, Asur Devleti’nin kuzeydoğu hudutlarını tehdide başlamışlardır.

Kimmerlerin Asur’un başına dertler açmaya başladığı bu sırada İskitler’den bir müfreze, ya Siriderya ya da Volga Nehri’nin karşı tarafına geçmek ve oradan Kimmerlerin asıl merkezinin bulunduğu Güney Rusya’ya girmek suretiyle burayı zaptetmişler, bu arada başka bir grup da Demirkapı Geçidi’nden diğer tarafa dönmek suretiyle Urmiye Gölü sahillerine kadar ileri hareketlerine ve saldırılarına devam etmişlerdir.

Asur yazıtları, Kimmerlerin ortaya çıkışını Kral Sargon zamanına (M.Ö. 722-705), yani İskitlerin ilk grubunun Güney Rusya’ya yerleşmelerine denk gelen yakın bir tarihe yerleştirdiği için, bu tarih Çin İmparatoru Suan’ın, Hiung-nulara karşı giriştiği cezalandırma tedbirleriyle hareket haline geçirilmiş olan Asyenik kabilelerin, batıya doğru yapmış oldukları göçlerin son eylemi olarak nitelendirilir.

Bundan sonra Asya içlerine doğru yapılan İskit ilerlemeleri, yalnızca askeri serüvenler olarak dikkate alınmalıdır. Çünkü İskitler ulaşmayı istedikleri Urmiye Gölü’ne kadar olan yerlere yerleşmişlerdi” (Memiş, 1987:25-26).
4.2 İSKİT-ASUR İLİŞKİLERİ

“Aradan 30 yıl geçtikten sonra, Kral Asarhaddon zamanında (M.Ö. 680-668), İskitlerin Batı İran’da oturan Mana kavimleriyle birleşerek Asur Devleti’nin Urmiye Gölü civarındaki hudutlarından taarruza geçtiklerini görüyoruz.

Öyle anlaşılıyor ki, Asarhaddon zamanında, Asur Devleti’nin kuzey ve kuzeydoğu hudutları barbar kavimlerin istilasına uğramıştı. Bunun üzerinedir ki, Asarhaddon, İskit Kralı Bartatua ile anlaşmak yolunu tercih etmiş, ona kızını vererek İskitleri Manalar ve Kimmerlere karşı savaşmaya sevk etmişti. Bu anlaşmaya göre İskit kralı, Asur’un kuzey hudutlarını tehdit eden Kimmerleri uzaklaştırmaya çalışacaktı. Herhalde İskitler görevlerini yerine getirdiler ki, Kimmerler bu defa Orta Anadolu’da karşımıza çıkmaktadırlar.

“Sakalar hakkında Türk ve İran destanlarında pek çok bilgi mevcuttur. Türk destanlarındaki Alp Er Tunga Sakalar’a en parlak dönemi yaşatan hükümdar olup, İran destanlarında Afrasyap olarak bilinmektedir” (Togan, 1981:33-34).

“İran’da yönetimi ele geçiren Medler, İskitler üzerine yürüyerek onları kuzeye çekilmek zorunda bıraktılar. İskitler Hazar Denizi ile Aral Gölü arasında yaşayan soydaşları Daklar ile kaynaştılar; üç yüzyıl kadar sonra Parthlar adıyla yeniden ortaya çıktılar. Bir kısım İskit grubu da Hindistan’a inerek orada beylik kurdular. Kuban ve Kırım Yarımadası’nda yerleşen İskitler Krallık İskitleri adını aldılar. Kısa zamanda iktisadi bakımdan gelişerek bölgeye hakim oldular. M.Ö. 513’te Dara’nın saldırılarını önledikleri gibi, bütün Karadeniz kıyılarını ele geçirdiler ve Pontus’taki Yunan şehirlerini de vergiye bağladılar. M.S. II. yy’da Sarmatialılar bölgeye hakim oldular ve İskitler’i ortadan kaldırdılar” (Anonim, 1971:427).

“Krallık İskitler’i ülkelerini dört büyük yönetim bölgesine ayırdılar. Her bölgenin başında bir vali, valinin de emrinde ücretli askerler vardı. Vali adaleti sağlamak, vergi toplamak ve bazı Yunan şehirlerinden fidye almakla görevliydi. Halk boylar halinde yaşıyordu. Her boy, reisler veya bir ihtiyarlar heyeti tarafından yönetiliyordu. Bunlar belli zamanlarda valinin veya doğrudan doğruya kralın başkanlığında toplanırlardı” (Anonim, 1990:427).

bafrali_mehmet
01-26-2008, 20:30
5. AVARLAR
“Orta Avrupa'da, Frank krallığı ile Bizans imparatorluğu arasında, eski Hun, Sabar kalıntıları ve Ogur (Bulgar)'lar gibi Türk kütlelerinin desteği ile kudretli bir devlet kurarak, çeşitli Germen ve özellikle kalabalık îslav kabilelerini hakimiyetleri altına almak suretiyle 250 sene kadar (558-805) Avrupa siyasetine yön veren Avarların kimliği meselesi tarihçi ve dilcileri hayli uğraştıran başlıca konulardan biri olmuştur. Hala da, uzmanların fikir birliği haline geldikleri bir sonuç ortaya çıkmıştır denemez ise de, Avrupa Avar (Bizans kaynaklarında: Abares, Abaroi, Latince'de: Awari, Awares, İslav dillerinde: Abari, Obri vb.) hakanlığı kurucularının Türklüğü, araştırmalar ilerledikçe daha da kesinlik kazanmaktadır. Vaktiyle, Moğolistan'daki Ju-an-Juan devleti (4. yy. başları- 552/555)'nin Gök-Türkler tarafından yıkıldıktan sonra, tahminen 20 bin kişilik bir kütlenin batıya doğru göçtüğüne dair Bizans tarihçisi Simokattes(7. yy. 2. çeyreği)'deki bir haber 558'de Bizans'ın doğu sınırlarından elçi göndererek kendilerine yardım ve yerleşecek arazi verilmesini rica eden kütle ile, Orta Asya'dan batıya yöneldikleri, daha sonra da Avrupa içlerine ilerledikleri söylenen bu grup arasında bir bağlantı kurulmasına yol açmış ve Juan-Juanların umumiyetle ve hatalı olarak "Avar" ve çok defa "Asya Avarlan" diye anılması bu bağlantı fikrini kuvvetlendirmiş, diğer taraftan Juan-Juanlar Moğol kabul edildiklerinden, Avrupa Avarlannın da aynı soya mensup bulunması tabiî sayılmaya başlanmıştır ki, geçen asır sonlarında Moğolistan'da, Avrupa Avarlarını hatırlatan Var-guni (Bar-guni) adlı bir kabilenin yaşadığının tespit edilmesine ilaveten, Macaristan'da Avar çağına ait mezarlardan çıkarılan insan iskeletlerinin çoğunlukla Mongoloid bulunduğunun beyanı ve üstelik Avar hakanının adı olan Bayan'ın Moğolca bir kelime oldu-ğu iddiası, bu kanaati perçinlemiş gibidir. Fakat gerçekte ta De Guig-nes'den beri (1756) menşei meselesi ile ilgili, yukarıda adları geçen ve geçmeyen uzmanlardan hiçbiri, Moğolistan Juna-Juanları ile Avrupa Avarlarının soy ve kültür birliğine sahip olduklarına dair kesin bir şey söyleyememiş ve sadece tahminler ve yorumlarla yetinmişlerdir. Bunun başka sebebi de, hadiselere hem zaman, hem mekan bakımından en yakın durumda olan Bizans kaynaklarındaki, birbirleri ile çelişkili görünen, türlü açıklamalara elverişli haberlerdir.
Burada durumu kısaca aydınlatabilmek için şu 3 noktanın belirtilmesi faydalı olacaktır:
Bizans tarihçisi Priskos (5. yy. ortaları) daha Orta Asya'da Juan-Juan hakimiyetinin çökmesinden 100 sene önce (461-465 hadiseleri, bk. Sabarlar, Ogurlar), batı Sibirya bölgesinde "Avar" kavminden bahsetmiştir. Diğer bir kaynak (Zakharias Rhetor, 550 sıraları) da, yine Moğolistan hadiselerinden önce, batıda bir "Abar" topluluğunu zikretmektedir. Bunlara ilaveten, eski Grek coğrafyacısı Strabon (M. 1. yy)'un eserinde "Abar-noi"lerin bahis konusu edildiği, hatta, çok daha eski tarihlerde Grek efsaneleri ile karışık olarak "Abaris" adının geçtiği bildirilmektedir.

b) Bu kayıtlara göre, bahis konusu Avar (Abar)'ların, M. S. 555'de tamamen yıkılan Moğolistan Juan-Juanları ile bir ilgisi olmayacağı açıktır.

c) Esasen, dikkate değer ki, Bizans tarihçisi Simokattes (7. yy. 2. çeyreği), Avarlar hakkında "Hakikî Avar" ve "Sahte Avar" diye bir ayırım yapmıştır. Bu kayıt üzerindeki incelemelerde varılan sonuçlara göre, "Sahte Avar" denilen kütle, aslında, Batı Türkistan-Kuzey Kafkasya arası ve Don-Til (Volga) nehirleri dolaylarındaki Oğur boylarına komşu olarak yaşayan ve Bizans kaynaklarında (Menandros, 6.yy. sonları) "Avar" adı ile anılan Warkhon(yani Var ve Hun: Simokattes'te)'lardır ki, Gök-Türkler, Hunlar gibi Y'lı Türk lehçesi konuşan bu iki Türk grubu önce 350 yılını takiben, bağlı oldukları Juan-Juan idaresini terk edip, batıya yönelerek, Türkistan-Afganistan-Kuzey Hindistan'da Ak Hun (Eftalit) devletinin kuruluşuna katılan (bk. Orta-doğu Hunları), sonra da, Juan-Juanların 458-459 yılında Tabgaç orduları karşısındaki yenilgileri üzerine yine Moğolistan'daki yabancı hakimiyetinden koparak, Hazar-Aral kuzeyi sahasına gelen War (Var) ve Hun adlı Türk kabileler birliği idiler ve yaptıkları işe uygun olarak, batıda topluca Apar (Abar, Avar) diye anılmışlardır.
Demek ki Avrupa Avar hakanlığının kurucularını ve hakim zümresini, Asya içlerinden gelen ve güney Rusya düzlüklerinde karşılaştıktan Ogur boylan ile birlikte, aralarında, Gök-Türklerin siyasî genişlemesi dolayısıyla baskı altında kalarak batıya çekilen bazı Moğol ve Alan gibi İranlı yabancı unsurların da bulunduğu kalabalık Türk kütleleri teşkil ediyordu. Esasen Avar hakanlığında mevcudiyeti anlaşılan bazı Türk idarî makamlar yine Türkçe deyimlerle anıldığı gibi (Tudun, Yugruş, Tarhan, Boyar, Ban vs. unvanlan), adları tarihe geçmiş Avar devlet adamları şüphesiz Türk menşeli idiler ; ünlü hakan Nayan'ın adı da Türkçe bir kelimedir.

Avar çağı mezarlarındaki iskeletlerde Mongoloid tipin fazlasıyla baskın olduğu beyanı da inandırıcı olmaktan uzak görünmektedir. Zira, Avar imparatorluğu nüfuz sahasına giren bölgelerde (Macaristan, Arnavutluk, Hırvatistan, Çekoslovakya, Avusturya, güney Almanya) 1970'lere kadar yapılan, Avar çağı ile ilgili arkeolojik kazılarda çıkarılan insan iskeletlerinde Germen, İslav, İranlı, Fin-Ugor gibi türlü tipler arasında Türk tipinin de (braki-sefal) dikkati çekecek ölçüde olduğu, hatta bazı buluntu yerlerinde, aslî Türk soyunu temsil eden "Andronovo-tipi"ne bile % 10-15 gibi oldukça yüksek bir nispette rastlandığı tespit edilmiştir” (İnternet 3).

“Avarların tarihi Asya dönemi (3.-5. yüzyıl) ve Avrupa dönemi (6.-9. yüzyıl) olmak üzere ikiye ayrılır” (Anonim, 1950;241).

“Çin kaynaklarınca Hun veya eski Hiungnu birliğinden sayılan Avar halkı, tarih boyunca oynadığı roller dolayısıyla, birbirinden farklı adlar altında belirtilmiştir. Süryanilerce “saçlarına göre Avar denilen halk” diye tanıtılan Avarlar, Göktürk Devleti ile ilişkilerinden dolayı, Çin kaynaklarında Juan-Juan, bazen Ju-jan gibi çeşitli adlar taşımışlardır. Çin kaynaklarının Hun harekatı içerisinde göstermeye çalıştığı Avar-Jujanlar, gerçekte devlet kurmuş, çeşitli harplere katılmış, savaşçı bir kavim olmuştur. Yapısına dahil bir çok göçebe halk, kader birliği yaparak, Avarlar idaresi altında birleşmeye mecbur kalmışlardır. Avar hanlığının temel kuvvetini Tölös birliğine giren kavimler oluşturmaktadır. Avarlar bu kavimlerden gereğince yaralanmaya çalışmıştır.

Budacılığın Avarlar arasını girişi ve yerleşmesi, halk arasındaki mevcut çekişmeleri hızlandırmış ve aynı zamanda derinleştirmişti. Avar hanı bir teşvik olmak üzere, ilk Budacılığı kabul edenlerdendir. Budacı rahip ve rahibelerin iç Avar Türkleri hayatına katılışları, az zaman içerisinde, beklenen sosyal ayrılıkların ortaya çıkmasını göstermekte gecikmedi. Han ailesi ve ordu içerisindeki birbirine zıt fikirlerin çarpışması, ister istemez, zaten disiplince geri sayılan Avar ordusunda barışılmaz bir durum almıştır.

Göktürk Devleti’nin bütün Orta Asya bozkırının tek bir hakimi olarak sınırlarını genişletmesi, birçok büyüklü küçüklü devletin silinmesine yol açmıştı. Bunların arasında Avar Devleti de bulunmaktaydı. Artık Orta Asya Türk devletçiliğine, Bizans, Çin ve İran Devletleri de karışıyordu. Avarlar, elbette bu yeni siyasi durumdan faydalanmayı ihmal edemezlerdi. Göktürkler’den yedikleri ağır darbelerden kurtulmak için, kendilerine yeni sığınacak yer aramaktaydılar. Özellikle İstemi Kağan Eftalitler’i tasfiye eder etmez, Avarlar’ın da imhasına gideceğini açıkça söylemekteydi. Bundan haberdar olan Avarlar, nihayet Alanlar’ın rehberi olan Sarosi’ye başvurarak Bizanslılar ile yakınlık kurulması yolunu denmişlerdir. Sarosi, Avarlar’ın isteği üzerine, İstanbul’a bir heyet göndermiştir. İtimada değer görülmeyen bu heyet, Bizans İmparatoru İustinianos tarafından kabul edilmiş, fakat kesin bir sonuç alınamamıştır. Kısa bir zaman sonra, sıkışık bir durumda olan İustinianos, Avarlar’dan faydalanmak amacıyla karşı bir heyet göndermiş ve bu yeni Bizans heyeti Avarlar ile temasa geçerek, Bizans’ın düşmanlarına karşı savaşmalarını sağlamıştır. Fakat Bizans ile yaptıkları anlaşmaya sadık kalmayan Avarlar, Bizans’ın düşmanları yerine müttefiklerine karşı savaş açmakla, o kadar da itimada değer olmadıklarını göstermiş oldular” (Anonim, 1990:876).

“Kafkas bölgesine varan Avarların kağanı 558’de Kandık adlı bir baş adamın başkanlığında Bizans’a bir elçilik heyeti göndermiştir. Bizanslılar Avar elçilerini büyük bir ilgi ile karşılamış ve özellikle omuzlarından aşağı sarkan örgülü uzun saçlarını hayretle seyretmişlerdir. Kağan, İmparator İustinianos’a silahlı bir bağlaşma teklif ederek yapacağı hizmetler karşılığında yıllık yardım parası ve kavmi için yerleşmeye elverişli topraklar istemiştir. İustinianos elçileri zengin hediyeler vermiş ve bu işi düşüneceğini, kararını çok geçmeden elçisi Valentinos ile kağana bildireceğini söylemiştir.
6. yüzyıldan beri Bizans imparatorları Bizans sınırı boyunca yaşayan barbar kavimlerle sık sık bağlaşarak bunları imparatorluğun güveni tehdit eden diğer barbarlar aleyhine kışkırtmak sureti ile yabancı kan ve kuvvetle imparatorluğun sınırlarını savunmak, aynı zamanda ister düşman, ister bağlaşık olsun, barbarların kuvvetini zayıflatma politikasını gütmüşlerdir. İmparatorluğu rahat bırakmak için komşu barbar kavimlerin hükümdarlarına, bunları rahatsız etmek için ise daha uzakta bulunanlara daimi bir yardım parası, adeta ücret öderlerdi. İustinianos (527-565) da hükümdarlığın ilk yıllarında, Perslerin tarafını tutan ve Kafkaslarla sınırdaş Bizans eyaletlerine sık sık akınlarda bulunan Onogurlara karşı Sabarları, daha sonra da Kuturgurlara karşı Sabarlarla Onogurların birleşmesinden meydana gelen Uturgurları bu suretle kullanmış ve Kuturgur ile Uturgurlara karşı, bağlaşma teklifi ile gelen Avarlardan da aynı şekilde faydalanmak istemiştir. Fakat bu sefer, Avarların kuvvetini hesaba katmadığı için aldanmıştır. İtil-Don bölgesinde yüzyıldan beri yerleşmiş ve toprağına bağlı bir Türk kavminin değil, korkunç bir düşmanın önünde Batı’ya doğru sokulan cenkçi bir kavmin karşısında bulunduğunun farkına varmadığı için, Kandık’ın sözlerini pek ciddiye almamıştır” (Anonim, 1950:242)

“Avarlar’ın İstanbul etrafında ve Balkanlar’da yerleşmesi, cesaretlerini artırmaya devam ediyordu. Bizans ve Balkanlar’da durmadan gelişen çeşitli savaşlar, Avarlar için büyük bir nimet sayılırdı. Her fırsattan faydalanan Avar güçleri birçok yerde oldukça geniş faaliyet göstermekteydi. 8. yüzyılda artık Avar Devleti sönmeye yüz tutmuştu. Çeşitli Avrupa devletlerine karşı açtıkları yersiz ve zamansız savaşlar, Avar dünyasını tamamıyla sarsmıştır. Büyük Karl’ın Avarlar’ı topraklarından çıkarıp atması, Bulgar Türklerinin zaferleri, Avar Devleti’nin son çöküşünü tamamlamıştır. Arta kalan Avarlar ise, bulundukları sahada yerli halklar içerisinde erimiştir” (Anonim, 1990:876-877).

“Bizans tahtına Herakleios (610-641) geçtikten sonra ilk iş olarak Avar kağanının karargahına kibar elçiler göndermiştir. Kağan elçileri büyük bir nezaketle kabul etmiş ve imparatorla şahsen de görüşmek istediğini kendilerine bildirmiş, buluşma yeri olarak da Herakleia’yı (Marmara Ereğlisi) teklif etmiştir. Kağanın bu nezaketinden oldukça memnun kalan imparator, yüksek misafirinin şerefine şenlik ve araba yarışlarını düzenlenmesini emretmiştir. Fakat kağan için bu buluşma Bizans başkentine bir baskın yapmak için bahaneden başka bir şey değildir. Gerçekten de böyle olmuştur. Kağan en seçkin askerleriyle yola çıkmış ve ileri gelen adamları ile birlikte kendisini karşılamaya gelen imparator mahiyetine saldırmıştır. Fakat hıyaneti önceden sezen imparator vaktinde kılık değiştirerek Bizans’a kaçmış ve gererken savunma tedbirlerini almıştır. Kağan, başkentin varoşlarını tahrip etmişse de Bizans’ı zaptedememiştir. Bu arada ordusunda görülen salgın hastalık olayları da onu geri dönmeye mecbur etmiştir” (Anonim, 1950:244).

“Avar hakanlığının, Avrupa’da 200 yıl kadar süren hakimiyeti devrinde mühim askeri teşebbüsleri İstanbul kuşatmalarıdır. Sasanilerle anlaşılarak yapılan ve İmparator Herakleios’u başkenti terk edip Kartaca’ya gitmeyi düşündürecek kadar baskılı olan ilk kuşatmadan sonra, ikinci harekat, yine Sasani İmparatorluğu ile ortaklaşa gerçekleştirilmişti. İran-Bizans savaşlarının şiddet kazandığı bu yıllarda Doğu Karadeniz sahillerinde buluna İmparator Herakleios, Hazar Türklerinden askeri yardım sağlamak üzere Tiflis’e giderken, İran ordusu bütün Anadolu’yu geçerek Boğaziçi’ne ulaştığı zaman, Bulgar kuvvetleriyle takviyeli Avar ordusu da Balkanları ve Trakya’yı aşarak İstanbul surları önüne gelmiş bulunuyordu. Gerçek kuşatma Avar ordusu tarafından yapılmaktaydı” (Kafesoğlu, 2003:164).

“İran ve Avar ordusunun birleşme tarihi olarak 626 yılı Haziran ayı saptanır. Avarlar, Galata tepelerinden, Kadıköy-Üsküdar arasındaki İranlılarla işaretleşirler. Fakat Boğaz’a egemen Bizans donanması, deniz gücünden yoksun İranlıların Boğaz’ın Rumeli kıyılarına geçmelerine izin vermez. Slav kayıkları Bizans donanması önünde bir işe yaramaz. Avarlar ve Slavlar daha sonra Fatih Sultan Mehmet’in yaptığı biçimde, Haliç’e karadan ufak gemiler indirirlerse de, Bizans filosu, küçük Slav gemilerini yok etmekte güçlük çekmez. Haliç’e gemi indirme işi birkaç kez yinelenir, ama başarısız kalır. Karadan saldırılar da sonuç vermez. Besin sıkıntısı ve salgın hastalıklar yüzünden ağır kayıplara uğrayan Avar Kağanı, kuşatmayı kaldırıp Macaristan’a dönmeye zorlanır. İranlılar da Avar bağlaşıklarının başarısızlığı karşısında geri dönerler” (Avcıoğlu, 1999:790).

“Efsaneye göre Bizans Şehri kurtuluşunu Panagia (Meryem Ana)’ya borçlu idi. “Akathistos” adlı ilahide bu olayın hatırası hala yaşamaktadır.

Bu başarısızlıktan sonra Avarların eski korkunç kudreti azalmaya yüz tutmuştur. Bizans kaynakları da bundan sonra Avar saldırışlarından bahsetmemektedir” (Anonim, 1950:245).

“Avarlar da Hunlar gibi bir atlı göçebe kavimdi, Avar Devleti’nin teşkilatı da diğer göçebe Türk kavimlerinden farklı değildi. Avar Devleti kabile konfederasyonu esası üzerine kurulmuştu. Diğer göçebe Türk ulusları gibi Avar ulusu da sonradan katılan yabancı kavimlerle kuvvetleniyordu. Türk kavimlerinden başka Germenler ve önemli sayıda İslavlar da Avar konfederasyonuna girmişlerdi. Sonradan katılan bu kavimlerin görevi sınırları korumak ve savaşta öncü hizmetini görmekteydi.

Avarlar lüksü sever bir kavimdi, güzel elbiseler giyer, kıymetli silahlardan, altın ve gümüş kaplardan hoşlanıyorlardı. Hatta Avarlar gibi giyinmek ve saç kesmek bir süre Bizans’ta moda olmuştur. Altın bakımından çok zengindiler. Ganimet ve yıllık vergi olarak Avar ülkesine bol bol altın akardı. Öyle ki, o zamanki dünyanın altın mevcudunun üçte ikisi Avarlar’ın eline geçmişti. Bu altının büyük bir kısmını kuyumcular eritip altın eşya yapmak için kullanırlardı. Büyük Karl’ın Avarlar’a karşı açtığı seferin başlıca sebeplerinden biri de Avar altınlarını ele geçirmekti. Frank zaferinden sonra Batı’ya taşınan altının tedavüle çıkarılması, altın fiyatının birdenbire düşmesi sonucunu vermiştir” (Anonim, 1950:248).

bafrali_mehmet
01-26-2008, 20:31
6. HAZARLAR

“Önceleri, Hazarlar’ın kaynakları, hangi soydan geldiği kesinlikle bilinmiyordu, bu konuda değişik görüşler ileri sürülüyordu. Daha sonra incelenen Musevi, Bizans ve Arap kaynaklarına göre Hazarlar ülkesinde yaşayan halkın büyük çoğunluğu Uygur, Hazar, Bulgar, Sabir ve Peçenek gibi Türk boyları olduğu açıklandı.

Hazarlar’ın, Batı Hun Devleti’nin yıkıntıları üzerine devlet kurdukları (468), Göktürk İmparatorluğu’nun batı kolu olarak gelişme gösterdikleri, Göktürkler ile eş kaynaktan geldikleri anlaşıldı. Türk adını almaları da bu yüzdendir” (Anonim, 1990:734).

“Anadolu’ya Selçuklular’dan çok önce gelen Türk kavimlerinden biri de Hazarlar’dır. Hazarlar ile Sabarlar arsında ilişki kurulmakta, Hazar Devleti’nin teşekkülünde Sabarlar’ın rol oynadığı ileri sürülmekte ve Hazarlar Sabarlar’ın devamı olarak görülmektedir. Hazarlar’ın az sayılamayacak kadar bir kısmı Anadolu’ya yerleşmiştir. Bu yerleşmeler bazen Anadolu’ya akınlar sırasında olduğu gibi bazen de bizzat Bizans tarafından özellikle askeri alanlarda faydalanmak için yapılıyordu. Hatta 626 yılında Bizans İmparatoru Heraklius, Hazar Devleti’nden yardım istemiş ve kendisine 40.000 atlı Türk askeri gelmiştir” (Nimet, 1972:30).

“Hazarların, Sabar Türklerinin devamı oldukları İslam yazarı el-Mes’udi (10. yüzyıl)’nin bir kaydı ile de kuvvet kazanmıştır. Ona göre, İranlıların Hazar dedikleri topluluk Türkler tarafından Sabar diye anılır. Sabar adı yerine Hazar tabirinin hemen aynı manaya gelmesi de bunu teyit eder. Hazarları meydana getiren ahalinin yalnız eski Sabar Türklerinden ibaret olmadığı, aslen Sabar olan Semender ve Belencer adlı iki Hazar boyundan başka, hakanlık topraklarında yaşayan zümreler arasında türlü Türk gruplarının da yer aldığı şüphesizdir.

Hazar tarihinin gerçek hakanlık devresi 630’dan itibaren başlamaktadır. Bu tarihte Orta Asya’da Gök-Türk hakanlığının Çin hakimiyetini tanıyarak bir fetret devresine girmesi üzerine, kendi topraklarında kendi başlarına idareler kurmaya girişen bir çok Türk topluluklarında görüldüğü gibi, Hazarlar da, müstakil hakanlık olarak devletlerini geliştirdiler. Başarı için gerekli siyasi ve iktisadi şartlar mevcut bulunuyordu” (Kafesoğlu, 2003:167-168).

“Göktürkler ile aralarında kaynak birliği olan Hazarlar, Sasanilerle sık sık savaşırlardı. Bizans ile aralarında daha çok barışa dayanan bağlantılar vardı. 627 yılında yapılan Bizans-İran savaşında Hazarlar, Sasaniler’e karşı Bizans’ı tuttular. İslam’ın doğuşundan sonra hızla gelişen Arap saldırıları kısa bir süre içinde Azerbaycan’a yayıldı. İstanbul’u kuşatan Emevi ordularına karşı Bizans, Hazar ve Bulgar Türklerinden yardım istedi. Bizans’ın yardımına koşan Hazarlar, Arapların hıncını üzerlerine çektiler, bu yüzden bu bölgeyi ele geçiren Araplar 721-723 yıllarında Hazar topraklarına saldırdılar, başkenti Belencer’i aldılar. Araplar karşısında başarısızlığa uğrayan Hazarlar, 7. ve 8. yüzyıllarda Avrupa ve Bizans ülkelerinde durumlarını korudular. Kırım ve Azak ülkelerinde daha da güçlendiler. Kırım Gotları bu yüzyıllarda Hazarlar’a bağlıydılar. Gotlar kendi aralarında bağımsızdı. Daha sonraki yıllarda Hazarlar yavaş yavaş Gotlar’ın bağımsızlıklarına son verdiler” (Anonim, 1990:734-735).

“Hazar Devleti, İran karşısında Bizans’ın en iyi müttefiki durumundaydı. Türk-Bizans işbirliği sayesinde zayıflayan Sasani İmparatorluğu 634-637’lerde İslam kuvvetleri tarafından çökertilip İran toprakları Arapların eline geçerek, İslam ileri harekatı bir yandan Ermeniye yolu ile Kafkaslar’a doğru, bir yandan da Suriye üzerinden Anadolu’ya doğru gelişmeye başlayınca bu ittifak tabii bir hal aldı. 7. asrın 2. yarısından itibaren gittikçe kuvvetlenerek 8. yüzyıl boyunca devam eden siyasi menfaatler ortaklığı, iki tarafın hükümdar aileleri arasında evlenmeye varacak ölçüde değer ve ehemmiyet kazandı” (Kafesoğlu, 2003:169).

“Anadolu’ya geçiş bilhassa 8. yüzyılda Araplar’ın Hazarlar tarafından mağlup edilmesinden sonra daha da sıklaşmıştır. Nitekim Hazarlar’ın hakimiyeti altında olan Kabarlar, Hazar idaresine karşı ayaklanınca, bir kısmı öldürülmüş, bir kısmı Macarlar’a katılmış, bir kısmı ise Doğu Anadolu’ya yerleşmişlerdir” (Fırat, 1981:65).

“Hazar İmparatorluğu bir yandan Norman-Rus bir yandan Selçuklu ve Kıpçak saldırıları sonucu sarsıldı. Gittikçe kuvvetlenen Ruslar Kiev’i Hazarlar’ın elinden aldılar. 965 yılında bir Rus ordusu bütün Hazar şehirlerini yakıp yıktı. Aynı yıllarda Aşağı İdil ve Terek’teki Hazar Devletleri de Oğuz ve Kıpçaklar’ın saldırıları sonucu ortadan kalktı. Geniş bir alana yayılan Hazarlar, Kıpçaklar, Peçenekler, Oğuzlar gibi yeni Türk boylarına karıştılar” (Anonim, 1990:734-735).

“Hazarlar yarı göçebe, yarı şehir hayatı yaşarlardı. Genellikle yazın çadırlarda, kışın şehirlerde otururlardı. Evler, Türklerin derme evleri denen ağaçtan yapılmış ve üstleri keçe ile örtülü türdendi. Onlar bu evlere odade adını veriyorlardı. Pek azı ker***ten yapılırdı. Hakandan başka kimse tuğla ev yapamazdı. Şehirde ayrıca çarşı ve hamamlar vardı.

Hazarların devlet teşkilatında çifte krallık düzeni uygulanıyordu. Devlet başkanı olan hakan doğruda doğruya devlet işlerine karışmıyor, devleti sembolik olarak temsil ediyor. Yönetim onun naibi olan Hakanbeh’in elinde bulunuyordu. Ancak Hakanbeh’i değiştirmek, görevinden almak her zaman asıl hakanın yetkileri arasındaydı. Buna karşılık orduları, memleketi yöneten, savaş açabilen Hakanbeh idi. Vilayetler ile ilgili işler memleketin adalet ve iç işleri de onların elindeydi” (Anonim, 1990:735).

“Kaynaklarda açıklandığına göre, Hazar hakanlığı refah içinde idi. îbn Fadlan (M. 922) Hazarların bal, mum, un, kadife ve kürk ticareti yaptıkları, Gerdîzî (M. 1048) arıcılık ve balmumu ticareti ile uğraştıkları söylemekte, İstahrî (M. 930-933) Hazar devlet hazinesinin kaynakları olarak, ülkeye giriş noktalarında ve kara, deniz ve nehir yollarının belirli yerlerinde elde edilen gümrük resimleri ile tacirlerden alınan 1/10 vergileri zikretmekte, el-Mes'üdî (M. 944) Hazarların denizde ve nehirlerde gemiler işlettiklerini bildirmektedir . Aynı kaynaklara göre Hazar ülkesinde tarım için verimli topraklar ve pek çok meyve bahçeleri bulunuyor ve bunlar "hayata kolaylık getiriyordu". Mevcut imkanlar dolayısıyla Hazarlar şehirler de kurmuşlardı. Bunların en mühimi başkent îtil şehri idi. Öteki büyük şehirler, Belencer etrafında 4 bin kadar bahçesi ile Semender (Dağıstan bölgesinde deniz kenarında) , Kuban'ın Karadeniz'e döküldüğü yerde Tmutorokan (Taman Tarhan adından), Volga kıyısında Sarıgşın (Arap kaynaklarında, Al-beyza). Bugünkü Türkçe ile "Ak-şehir" diyebileceğimiz Sarıgşm, başkent îtil'in bazan "Hazaran" denilen doğu kısmı idi. Başkentte hakanın oturduğu batı semtine "Han-balıg" (Han-şehri) adı verilmişti.

Başta kağan (hakan) veya Yilig (elig) ile bey (beh, peh)in bulunduğu, Şad'lar Tarhan’lar Tudun'lar idaresinde olarak, eski Gök-Türk teşkilatını devam ettiren Hazar devleti kuvvetli ordusu ile hakim olduğu geniş sahada asayiş ve ulaşım güvenliği temin ederek 7.-9. yüzyıllar boyunca, Doğu Avrupa'da tam manasıyla bir "Hazar Barışı" ("Pax Khazarica") çağı gerçekleştirmişti Hatta bu maksatla herhangi bir dış saldırıyı vaktinde önlemek için Bizans'tan getirilen ustaların yardımı ile 835'de ünlü Şarkel kalesi yaptırılmıştı. Rus kroniklerinde Bela Vedza (Beyaz kale) olarak zikredilen bu kale beyaz taştan ve tuğ-adan inşa edildiği için batı Türkçe’si ile Şarkel (ak-ev=ak-kale) diye adlandırılmıştı. "Hazar Barışı" ulaşımı hızlandırmış, mal mübadelesini artırmış, dolayısıyla hakanlık Doğulu, Batılı milletlerden kütleler halinde ticaret ve sanat erbabının kaynaştığı bir ülke haline gelmişti. Bu sebeple, konuşulan çeşitli diller yanında türlü yazılar (Gök-Türk, Arab, îbranî, Kyrill) kullanılıyordu” (İnternet 4).

bafrali_mehmet
01-26-2008, 20:31
KAYNAKÇA

ANONİM
1990 Meydan Larousse Büyük Lügat ve Ansiklopedi,
Hürriyet Ofset, İSTANBUL

ANONİM
1972 Türk Ansiklopedisi,
Milli Eğitim Basımevi, ANKARA

ANONİM
1971 Meydan Larousse Büyük Lügat ve Ansiklopedi,
Hürriyet Ofset, İSTANBUL

ANONİM
1950 İnönü Ansiklopedisi,
Milli Eğitim Basımevi, ANKARA

AŞAN, Muhammet Beşir
1989 Elazığ,Tunceli ve Bingöl İllerinde Türk İskan İzleri
Türk Araştırma Enstitüsü, ANKARA

AVCIOĞLU, Doğan
1999 Türklerin Tarihi,
Tekin Yayınevi, İSTANBUL

BAŞTAV, Şerif
1941 “Sabarlar”
Belleten, Cilt: V, Sayı: 17-18
Yayınlayan: Türk Tarih Kurumu, ANKARA



DEĞİRMENCİOĞLU, Özdal
AHİPAŞAOĞLU, Suavi
2003 Anadolu’da Turizm Rehberliği Temel Bilgiler,
Gazi Kitabevi, ANKARA

ERCİLASUN, Ahmet Bircan
1997 Türk Dünyası Üzerine İncelemeler,
Akçağ Basımevi, ANKARA

FIRAT, Şerif
1981 Doğu İlleri ve Varto Tarihi,
Kardeş Matbaası, ANKARA

HEREDOT
1983 Heredot Tarihi,
Remzi Kitabevi, İSTANBUL

KAFALI, Mustafa
1997 Anadolu’nun Fethi ve Türkleşmesi,
Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, ANKARA

KAFESOĞLU, İbrahim
2003 Türk Milli Kültürü,
Ötüken Neşriyat A.Ş., İSTANBUL

KURAT, Nimet
1972 Karadeniz’in Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri,
Kardeş Matbaası, ANKARA

MEMİŞ, Ekrem
1987 İskitlerin Tarihi,
Selçuk Üniversitesi Yayınları, KONYA


NEMETH, Gyula
1982 Attila ve Hunları,
ANKARA

ÖZEY, Ramazan
1999 Dünya Platformunda Türk Dünyası,
Aktif Yayınevi, İSTANBUL

ÖZTUNA, Yılmaz
1969 Türk Tarihinden Yapraklar,
Milli Eğitim Basımevi, ANKARA

TOGAN, Zeki Velidi
1981 Umumi Türk Tarihine Giriş,
Enderun Kitabevi, İSTANBUL

TURAN, Osman
2003 Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi,
Ötüken Neşriyat A.Ş., İSTANBUL

TÜRKDOĞAN, Orhan
2003 Türk Tarihinin Sosyolojisi,
IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İSTANBUL

UMAR, Bilge
1998 Türkiye Halkının Ortaçağ Tarihi,
İnkilap Kitabevi, İSTANBUL

YÜCEL, Yaşar
SEVİM, Ali
1990 Türkiye Tarihi 1,
Türk Tarih Kurumu Yayınları, ANKARA


İNTERNET KAYNAKLARI

İNTERNET 1: http://www.dallog.com/gtt/gtt.htm

İNTERNET 2: http://www.turan.tc/turktar/sabar/index.htm

İNTERNET 3: http://www.turan.tc/turktar/avar/index.htm

İNTERNET 4: http://www.turan.tc/turktar/hazar/index.htm