alem-i ervah
08-21-2008, 02:39
Birincisi, hem evde, hem de evle cami arasında bedenî ve ruhî hareket sağlar. İkincisi, kadının evde kendine has bazı el işleriyle uğraşıp para kazanmasını, aile bütçesine katkıda bulunmasını; zengin olup fakir ve muhtaçlara, yakınlarına yardım etmesini gerektirir. Böylece İslâmiyet kadını sadece bir tüketici olarak görmemekte, onu aynı zamanda üretici kabul etmekte ve o sebeple zekât vermesini emretmektedir. Şüphesiz ki, zekâtı ancak zengin olan kişiler verir ve onlar bu konuda yükümlüdürler. Üçüncüsü, kocasına, çocuklarına bakmasını; kocasının malını, namus ve şerefini korumasını gerçekleştirir. Böylece kadın aileye huzur, güven, neşe ve hareket kazandırır. Abdullah b. Mesut (R.A.) den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
“Şüphesiz ki kadın avrettir. Dışarı çıkınca şeytan onu gözleyip bekler. (Tirmizi, Reza:18, No:1173, 3/476) O bakımdan kadının ilâhî rahmete en yakın olduğu zaman, evinin köşesinde bulunduğu vakitlerdir. Bu ayet-i kerime, bu emir ve yasak ile Müslüman hanımlara sadece “tesettürü değil, özellikle “hıdri, yani yabancı erkeğe hiç görünmemek demek olan “Muhaddereliği dahi gerekli kılmıştır. Bütün İslam kadınlarının bunu bir hayat tarzı ve ahlâk edinmeleri elbette çok güzel ve büyük bir şereftir. Nitekim Osmanlı toplumunda “Muhadderât diye isimlendirilen hanımlar vardı. Muhadderât, muhaddere kelimesinin çoğuludur. Muhaddere: Yüce islâm hukukuna yani şeriata göre: Dindar, iffetli, yabancı erkeklere görünmez, çarşı pazar işini kendi yapmaz, evinin hanımı olan kadın, demektir. Bu özelliklere sahip olan bir kadın, gayrımüslim dahi olsa, İslâm hukuku ve mahkemeleri önünde “Muhaddere sayılarak, kendisine öteki kadınlara nisbetle daha fazla saygı ve riâyet gösterilir. Muhadderelere karşı işlenen suçlar, daha şiddetle cezalandırılır. Muhaddereler, mahkemelere şahidlik için gelmeye dahi mecbur tutulmazlar; ifâdeleri evlerinde vekâletle alınırdı. Acaba bu toplumumuzda “Muhadderât diye isimlendirilen hanımlar görebilecek miyiz?
Nerde… Şu mukaddesatımızın haline bakınız… Bundan üç yüz sene önce vefat etmiş bir Müslüman mezarından çıksa ve şu günahkâr şehre baksa ne der?.. Aaaa! İstanbul elden gitmiş… diye bağırmaz mı? Muhadderat-ı İslâm sokaklarda, meydanlarda açık kıyafetlerde gezip tozuyor.
Câhiliye Devrinde Kadınların Sokağa Çıkış Tarzı
Eski cahiliyet devri, fetret dönemi olmakla beraber, her asırda cahiliyetin ayrı bir kılıkla ortaya çıktığı unutulmamalıdır. Ardarda gönderilen peygamberler hemen her devirde ve her yerde cehaleti gidermeye, kötü ve çirkin âdetleri kaldırmaya ve onların yerine ilâhî düzen ve medeniyeti getirmeye çalışmıştır. Cahiliyet devri kadınlarının çoğu birbirine benzerdi; ancak değişik kılıkta gezip tozmuşlardır. Hak dinin medeniyet havasını teneffüs etme imkânına erişenler ise, bu genellemenin her zaman dışında kalmış ve örnek olma düzeyinde bulunmuşlardır.
Cahiliyet devrinde kadınların ölçü tanımaz davranışlarını müfessirlerimiz şöyle tesbit edip özetlemişlerdir:
a- Baş açık, saçlar bazan dağınık, bazan süslenmiş; gerdan ve göğüsler yarı açık bir halde sokağa çıkarlardı.
b- Giyindikleri entari iki yandan yırtmaçlı olur; yürüdükleri zaman bacak ve baldırları görünürdü.
c- Kırıtarak, cilvelenerek, güzel kokular sürünerek gezip dolaşırlar ve her vesileyle erkeklerin dikkatini kendilerine çekerlerdi.
Anlaşıldığı gibi, yirminci asrın cahiliyeti de belirtilen konuda o dönemden geri kalmamakla beraber, daha da ileri bir safhada kendini yer yer, ülke ülke hissettirmektedir.
(Milli Gazete - Mehmet Talü)
“Şüphesiz ki kadın avrettir. Dışarı çıkınca şeytan onu gözleyip bekler. (Tirmizi, Reza:18, No:1173, 3/476) O bakımdan kadının ilâhî rahmete en yakın olduğu zaman, evinin köşesinde bulunduğu vakitlerdir. Bu ayet-i kerime, bu emir ve yasak ile Müslüman hanımlara sadece “tesettürü değil, özellikle “hıdri, yani yabancı erkeğe hiç görünmemek demek olan “Muhaddereliği dahi gerekli kılmıştır. Bütün İslam kadınlarının bunu bir hayat tarzı ve ahlâk edinmeleri elbette çok güzel ve büyük bir şereftir. Nitekim Osmanlı toplumunda “Muhadderât diye isimlendirilen hanımlar vardı. Muhadderât, muhaddere kelimesinin çoğuludur. Muhaddere: Yüce islâm hukukuna yani şeriata göre: Dindar, iffetli, yabancı erkeklere görünmez, çarşı pazar işini kendi yapmaz, evinin hanımı olan kadın, demektir. Bu özelliklere sahip olan bir kadın, gayrımüslim dahi olsa, İslâm hukuku ve mahkemeleri önünde “Muhaddere sayılarak, kendisine öteki kadınlara nisbetle daha fazla saygı ve riâyet gösterilir. Muhadderelere karşı işlenen suçlar, daha şiddetle cezalandırılır. Muhaddereler, mahkemelere şahidlik için gelmeye dahi mecbur tutulmazlar; ifâdeleri evlerinde vekâletle alınırdı. Acaba bu toplumumuzda “Muhadderât diye isimlendirilen hanımlar görebilecek miyiz?
Nerde… Şu mukaddesatımızın haline bakınız… Bundan üç yüz sene önce vefat etmiş bir Müslüman mezarından çıksa ve şu günahkâr şehre baksa ne der?.. Aaaa! İstanbul elden gitmiş… diye bağırmaz mı? Muhadderat-ı İslâm sokaklarda, meydanlarda açık kıyafetlerde gezip tozuyor.
Câhiliye Devrinde Kadınların Sokağa Çıkış Tarzı
Eski cahiliyet devri, fetret dönemi olmakla beraber, her asırda cahiliyetin ayrı bir kılıkla ortaya çıktığı unutulmamalıdır. Ardarda gönderilen peygamberler hemen her devirde ve her yerde cehaleti gidermeye, kötü ve çirkin âdetleri kaldırmaya ve onların yerine ilâhî düzen ve medeniyeti getirmeye çalışmıştır. Cahiliyet devri kadınlarının çoğu birbirine benzerdi; ancak değişik kılıkta gezip tozmuşlardır. Hak dinin medeniyet havasını teneffüs etme imkânına erişenler ise, bu genellemenin her zaman dışında kalmış ve örnek olma düzeyinde bulunmuşlardır.
Cahiliyet devrinde kadınların ölçü tanımaz davranışlarını müfessirlerimiz şöyle tesbit edip özetlemişlerdir:
a- Baş açık, saçlar bazan dağınık, bazan süslenmiş; gerdan ve göğüsler yarı açık bir halde sokağa çıkarlardı.
b- Giyindikleri entari iki yandan yırtmaçlı olur; yürüdükleri zaman bacak ve baldırları görünürdü.
c- Kırıtarak, cilvelenerek, güzel kokular sürünerek gezip dolaşırlar ve her vesileyle erkeklerin dikkatini kendilerine çekerlerdi.
Anlaşıldığı gibi, yirminci asrın cahiliyeti de belirtilen konuda o dönemden geri kalmamakla beraber, daha da ileri bir safhada kendini yer yer, ülke ülke hissettirmektedir.
(Milli Gazete - Mehmet Talü)