Orijinalini görmek için tıklayınız : Kıssalar menkıbeler fıkralar
murataltug1985
05-22-2018, 02:52
kıssa Zülkarnayn'e aittir. Zülkarneyn'in kim Peygamber olup olmadığı da tartışmalıdır. Allah'ın sâlih kulu, tevhid inancına sahip bir mü'mindir Kendisine yeryüzünde büyük güç verilmiş doğu ve batıya yolculuk yapmıştır. Azerbaycan'a ulaştığında söz dinlemeyen bir kavim buldu. Onlar, fesat çıkaran Ye'cuc ve Me'cuc kabilelesine karşı, Zülkarneyn'den yardım istediler. Zülkarneyn azgın kavmin önüne demir ve bakırdan set yaptı "Artık onu aşmaya ve delmeye de muvaffak olamadılar. Bu dedi Rabbimden merhamettir. Rabbimin va'di gelince. O, bunu dümdüz yapar"
zengin inkârcı ile yoksul mü'min örneği ibretlidir. Allah birine üzüm bağı, hurmalık ve ekinlik verir. su fışkırtır. Güzel ürün alır serveti arttıkça gurura kapılır, yoksulu küçük görür. Kendisini güçlü görür çiftliğin sonsuza kadar kalacağını sanar Kıyameti inkâr eder. onu uyarırlar Allah dilerse bir anda helâk olabileceğini hatırlatırlar. Fakat söz dinlemez. Bir gün serveti, çiftliği batar, hiçbir şeyi kalmaz. Keşke Rabbime ortak tutmasaydım diyerek pişman olur. Artık ona Allah'tan başka yardım edecek yoktu ve kendisi Allah'tan öç alabilecek değildir
Musa (a.s), Hızır (a.s)'dan ledün ilmini öğrenmek ister. ve yolculuk yaparlar. bir gemiye binerler, gemi denize açılınca Hızır (a.s) deler. Musa (a.s) anlam veremez ve Hızır'a itiraz eder. Hızır (a.s) açıklar. Gemi denizdeki yoksullarındır. Yoluna devam ederse ikorsanlar pusu kurup, gemiyi ele geçireceklerdi. Ve hızır gemiyi delerek gasptan kurtardı Yolculuk karada devam etti Hızır (a.s) bir bir çocuğu öldürdü. Çocuğun suçsuz öldürülmesine Musa (a.s) itirazı etti hızır as Oğlana gelince, anası ve babası iman etmişdi. onları bir azgınlık ve kâfirlik bürümesinden endişe ettik" Yasarsa ana babayı küfre düşürecek bu çocuk yerine, yüce Allah o aileye daha hayırlı ve merhametli başka bir çocuk verecektir diğer kasabada yiyecek istediler. halk vermedi. Bu Hızır'ın dikkatini yıkılan bir duvar çekti. Duvarı sağlamlaştırdı. ücret istemedi. Hz. Musa itiraz etti. Hızır (a.s) Bu ev yetim çocuğa aitti. Duvarın içinde, hazine vardı. Çocukların babası sâlih bir zattı duvarın yıkılması hazinenin ortaya çıkması önlendi. bütün bunları Allah'ın emriyle yapmıştır.
Ashab-ı Kehf . Yahudilerin "genç yiğitleridir mağara arkadaşları", "yedi uyurlar" da denilir Sûrenin onuncu âyetinden yirmi yedinci âyetin sonuna kadar Ashâb-ı Kehf'den bahsedilir. Ashâb-ı Kehf, İsa aleyhisselâm'ın dinine amel eden birkaç gençtir putlara taptırmak veya öldürmek isteyen Roma mücâdele etmiş ve mağaraya gizlenmişlerdir Cenâbı Hak onları düşmanlarından korumak öldükten sonra dirilmeye ibret kılmak için üç yüz dokuz yıl mağarada uyuttu. Uyandıkları zaman birkaç saat uyuduklarını sandılar. İçlerinden birisi, kasabaya inince bir kaç asır önceki gümüş para, olayın anlaşılmasına yol açtı. Ve topluma, öldükten sonra dirilme gösterildi
Sahâbeden Üseyd ra Kehf sûresini okumuştu. Evindeki atı ürkmeğe, deprenmeğe başladı. Üseyd Yâ Râb! Sen âfetten emin kıl, diye dua etti. Hemen onu bulut kapladı. Üseyd olayı Hz. Peygambere anlattı. Rasûlüllah, "Oku ey kişi. Çünkü o bulut Sekine'dir. Kur'ân dinlemek için yahut Kur"ân-ı tebcil için inmiştir", buyurdu Hz. Peygamber buyurmuştur: "Kim, Kehf sûresinden on âyet ezberlerse, deccâl'den korunmuş olur"
murataltug1985
05-26-2018, 07:09
Kaynak dini hikayeler android programı
Ebu Hanifeye şöyle bir suâl sordular Hamile bir kadın doğumda vefat etti. karnındaki çocuğun yaşadığı anlaşıldı. Bu kadın defnedilecek mi, yoksa bekletilecek mi? Mecliste hazır bulunanlar bakıştılar. Bazıları: kadın defnedilemez. bekletilir. Ola ki çocuk dünyaya gele, dediler. Bazıları
Cenaze bekletilmez. Efendimizin hadisi vardır, cenazenizi toprağa verin, buyurdu, dediler. gözler Ebu Hanife deydi. fikrini şöyle açıkladı: cenaze, ne defnedilir, ne de çocuğun doğması için bekletilir?
hamile kadının karnı ameliyatla açılır, çocuğu alınır, sonra defnedilir! Doktor geldi. Hamile kadının karnı yarılıp çocuk çıkarıldı. Sonra defnedildi, çocuk bakıma alındı.çocuk büyüdü, Ebu Hanife’nin ilminden istifade etti. halk ona Ebu Hanife’nin oğlu adını taktı.
*Hz. Süleyman'ın sarayına kuşluk vakti saf bir adam girdi Hz. Süleyman (a.s) korkudan titreyen adamın derdini sordu Adam telaşla sabah karşıma Azrail (a.s) çıktı. hışımla baktı ve Anladım ki, benim canımı almaya kararlı.. Ey canlar koruyucusu, mazlumlar sığınağı Süleyman! Sen muktedirsin. Kurt, kuş, dağ, taş emrinde. Rüzgarına emret de beni ta Hindistan'a iletsin. O zaman Azrail (a.s) beni bulamaz. canımı kurtarmış olurum. Medet senden Hz. Süleyman, adama acır. Rüzgarı çağırır ve Bu adamı Hindistan'a bırak!" emrini verir. Rüzgar eser, kükrer. Adamı Hindistan'da uzak bir adaya götürür. Öğleye doğru Hz. Süleymanın, divanında Azrail (a.s.) oturmaktadır. Ey Azrail! o adama neden hışımla baktın? Neden zavallıyı korkuttun?" der. *Azrail (a.s) cevap verir: Ey dünyanın ulu sultanı Ben, adama öfkeyle,hışımla bakmadım. Hayretle baktım.yanlış anladı. Vehme kapıldı. Onu, görünce şaşırdım. Çünkü Allah (cc) bana emretmişti ki: Haydi git, adamın canını Hindistan'da al!" Ben adamın yüz kanadı olsa Hindistan'da olamaz. Bu nasıl iştir, diye hayretlere düştüm. ona bakışımın sebebi bu idi.
Bir gün misâfir geldi. Tencerede et vardı. Eti pişirip misâfire ikrâm edeyim diye düşündü. Fakat, yemeği misâfirden ayrılamadı. akşam oldu. Namaz kılındı oruçlu misafıre ikrâmlık hazırlandı. Ve iftar açıldı Misâfir; Hayâtımda bu kadar lezzetli bir yemek yemedim, deyince, Râbia-tül Adeviyye;
Her hâlinde Allahü teâlâyı hatırlıyan ve sâdece O'nun rızâsını istiyenlere işte böyle yemek pişirirler, buyurdu.
hikmetli Lokman Hekim’in derisi siyah, dudakları kalınmış. Değerli sözlerine hayranı olan biri içinden Lokman, siyah yüzlü, kalın dudaklı diye geçirmiş Lokman adamın içinden geçenleri sezmiş ve şöyle çıkışmış: Birader, neden şaşkın bakıyorsun? Boyayı mı beğenemedin, yoksa boyacıyı mı?
benim ne yüzümün siyahlığında, ne de dudaklarımın kalınlığında tesirim vardır. Onları Yaratan yaratmış, öyle uygun görmüş. Benim tercihim değil... insanların yüz güzelliği, yahut çirkinliğiyle pay çıkarmak yanlıştır. Kulun güzellikte ve çirkinlikte etkisi yoktur . Her ikisini de yaratan ve layık gören Allâh-ü azimüşşandır. İnsan kendi iradesiyle kazandığından sorumludur.
Râbia-tül Adeviyye geç vakitlere kadar namaz kılarken hasırda uyuya kaldı. evine hırsız girdi. Her çalacak bir şey bulamadı. Girmişken boş çıkmayayım" diyerek, Râbia hazretlerinin örtüsünü aldı. Evden çıkarken kapıyı bulamadı. Geri dönüp örtüyü bıraktı. kapıyı buldu. tekrar geri dönüp, örtüyü aldı. yine kapıyı bulamadı. Bu yedi defa tekrarlandı. Yedinci defâ tekrar örtüyü alınca bir ses duydu: Ey kişi kendini yorma. O yıllardır kendini bize ısmarladı. Şeytanın ona yaklaşma gücü yok iken, hırsız nasıl yaklaşsın Git, yorulma, uğraşma. O uyuyorsa dostu uyanıktır ve onu korumaktadır."
korkup dışarı fırlayan hırsız, tövbe edip kötü huyundan vazgeçti.
murataltug1985
05-26-2018, 07:10
Kaynak osmanlı hikayeleri android programı
Osmanlı çeşmeleri
*İstanbul`da belediye işlerinden biri de su sorunuydu. Sultan Süleyman, Kırkçeşme sularını İstanbul`a getirttiği zaman milletin yüzü güldü. Her tarafta çeşmeler yapıldı. Ebussuud Efendi yöresinden bulduğu suyu Turunçluk suyu ile birleştirdi, bir çeşme yaptırmaya karar verdi. çalışma başladı. Su yollarının onarımı için Mısır`dan hamallar getirildi. Sular İstanbul`a dağıtılacaktı. Sultan Süleyman dönemine kadar çeşme suyu boşa akardı. Gece gündüz akan çeşmelerden dolayı sokaklar bataklık haline gelirdi. Sonunda sokaklar çamurdan kurtarıldı ve suların boşa akmasına engellendi. artan suyu isteyenler hayrat çeşmeler yaptırarak akıtırdı. muslukların icadı birçoklarının işine gelmedi
*Bazı mahallelerde imam ve cemaat: "Akan su bahçelerimize verilmiştir. Yabana akarsa aksın. Burma lüleye rızamız yoktur" dediler, burma lüleleri kaldırmaya çalıştılar. en ileri gidenler sipahilerdi. Sultan Süleyman İstanbul kadısına şu hükmü yazdı: "Çeşmelere burma lüle takıldığından lüleyi ufaltan sipahi ve kullarım taifesi kapıma arz eyleyesin. ehl-i cihetten ise cihetten başka tarafa veresin. şehirli halkından ise muhkem hakkından geldikten sonra cezasını aldırasın. yabana akmak açık koyanların haklarından gelesin. İstanbul çeşmeleri iki sınıftı. Biri at sakalarına, biri mahallelere mahsustu. At sakalarının, mahallelere ayrılan çeşmeden su almaları yasaktı. buna uyulmazdı. At sakaları mahalle çeşmelesinden su alır, halka satardı.
*Mahalle halkı bahçelerini sulamak için geceleri çeşmeleri mahsus açık bırakırdı. Hamamcılar ve halk anahtar edinirler, geceleyin su yolu kapı ve bacaları açarlar, belirlenenden fazla su almaya çalışırlardı. Mahalle halkı dilekçe sunup olayları şikayet ederdi. At sakalarının hukukuna bazen arka sakaları tecavüz ederler, onlara ait çeşmelerden su alırdı. Divan-ı Hümayunda at sakaları üstündü. At sakaları İstanbul`un fethinden beri, yangında su taşırlardı. İstanbul`da sık sık çıkan yangınlarda kiminin atı, ve eşeği ölürdü. at sakalarını korumayı Divan-ı Hümayun görev Divan-ı Hümayun`un özel çeşme yaptırılmasına izin vermesi yolsuzluklara neden oldu. Bazıları, hayrat olmak üzere çeşme yaptırmak bahanesiyle su alır evlerinde yaptırdıkları hamam ve şadırvanlarda kullanırlardı. *yolsuzluğa kazasker, Galata emini, defterdar, nişancı, gibi üst düzeyde cesaret ederdi. Sokullu`nun sadrazamlığında bu tutum şikayet edildi. Sokullu saraya arzetti. İkinci Selim: "Sıradan insanlar aracılığıyla denetleyip suyu emr-i şerifimle mi almışlardır? Yoksa dışarıdaki suyu şehir suyuna katıp evlerine mi almışlardır? konusunda araştırma yapılmasını emretti
Osmanlı donanması ve gelibolu
Osmanlılar Orhan Gazi devrinde donanma kurdular. denizcilik tecrübeleri olmadığı halde, küçük gemilerle Marmara’ ya açıldılar. donanma, Marmara denizinde faaliyet gösterdi Bizanslılar’la muhatap oldu. Akça Koca’nın komutanlarından Karamürsel Bey, İzmit Körfezi’nin güneyini zaptetti ve tersane kurdu hafif ve süratli gemiler ile Bizans donanmasının taarruzlarını durdurdu. Karamürsel ismi verilen teknelerin yenileri yapıldı isim şimdiki sahil güvenlik teknelerinede verildi Orhan Gazi küçük donanması ile Bizansa başarısız bir sefer yaptı 1354 de Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa Çanakkale Boğazı’nı geçerken ağaç kütüklerini dana derileri ile bağlayarak yaptıkları salları kullandılar küçük de olsa Osmanlılar’ın elinde gemiler mevcuttu.Süleyman Paşa Gelibolu’yu fethederek Osmanlı donanmasına üs yaptı.
Osmanlılar’ın Rumeliye adım atması Avrupa’nın dikkatini çekti Rumeli’deki ilk fethi vur kaç şeklinde değerlendirip tepki göstermediler. Osmanlılar’ın fethettikleri yerlere Anadolu’ dan göçmenlerinin yerleşmesi Avrupa’yı ve Bizans’ı telaşlandırdı, Orhan Gazi devrinde Haçlılar, Türklere karşı çeşitli tedbirler düşündü İzmir limanındaki donanmaları Anadolu kıyılarındaki halka eziyet etti. Osmanlı üzerine Haçlı Seferi düzenlendi. Kadırgalarla Gelibolu’ya saldırdılar. Yeterli donanmaya ve denizcilere sahip olmayan Osmanlılar mağlup oldular. elden çıkan Gelibolu 1376’ya kadar Bizans’ın elinde kaldı.
Sultan ahmedin hediyesi
Sultan Ahmed, Şeyhi Aziz Mahmud`a hediye sunmak istiyordu. uygun gördüğü bir hediyeyi Aziz Hüdayi Hazretlerine gönderdi. Şeyh Hazretleri kabul etmedi. Evliyanın hediye kabul etmezdi. dünya malına onların nazarlarında değer taşımazdı Sultan Ahmed şeyhinin kabul etmediği hediyeyi devrin evliyasından Abdülmecid Sivasî`ye gönderdi ve o kabul etti. Kendisine,ı hediyeyi Aziz Mahmud Hüdayi`nin kabul etmediği hatırlatıldı. Sivasi Hazretleri büyüklere yakışır bir tutum ortaya koydu: "Hüdayi Hazretleri bir karga değildir ki leşi kabul etsin" dedi. Aziz Mahmud Hüdayi`ye "Sizin kabul etmediğiniz hediyeyi Şeyh Sivasî kabul etti" dediler. Şu cevabı verdi: "Onun için mahzuru yoktur. Çünkü o öyle büyük bir ummandır ki bir parçacık çamurun kendini bulandırmayacağını bilir
Hollandadan borç
1787`de boş bir hazine ile savaşa başlayan Osmanlı devleti savaş masrafları için toplantılar yapmış sonuç alınamamıştı. borçlanma gündeme gelmişti. Ancak mesele gizli tutulmak zorundaydı. Çünkü mâlî sıkıntıyı düşmanların öğrenmesi Osmanlı devletini zora sokabilirdi. mesele Padişah`a arz olundu. Padişah Şeyhülislam`la görüşülmesini emrediyordu. Osmanlı Devletinde dışardan borç daha önce alınmamışdı. Kaymakam Mustafa Paşa kıyafet değiştirip Şeyhülislam Mehmet Kamil Efendiye dış borç konusunda fikrini sordu. Şeyhülislam yabancı ülkeden borçlanma nın mekruh olduğunu ancak mevcut şartlar altında yapılması gerek tiğini bildirdi
Hollanda`dan borç alınması tasarlandı 1788`de Kaymakam Mustafa Paşa padişah`a arz tezkiresinde ordunun masrafları için 12.000 kese ve donanmanın için de bir miktar olmak üzere
25.000 kese istedi Hollanda elçisiyle ne kadar paraya ihtiyaç duyulduğu, ne kadar faiz teklif edildiği, teminatı gibi konular görüşüldü görüşmenin ardından Aralık 1788`de Osmanlı hükümeti Hollanda Elçisi`ne ödeme planı takdim etmişti. paranın alındığı tarihten itibaren üç sene boyunca faiz ödenmesi, üç senenin sonunda, belirlenen 8 Osmanlı iskelesinin her birinden senede altışar bin buğday, yıllık 900 keseden fazla Yenişehir cizyesi, her yıl Selanik, Siroz, Yenişehir ve İzmir iskelelerinden pamuk ve Selanik`ten yün verilerek ödemenin taksit taksit yapılması öngörülmekte idi.
Vakıflar
Zenbilli Ali Efendi ve bazı İslam hu*kukçuları vakıfların meşrûiyetini tartışınca, bunlara Hanefi Hukukçusu Seyyid Hamevî de katılmıştır. II. Selim devrinde Mısır`da yaşayan âlimin, Osmanlı padişahlarının önemli eserleri olan vakıflar hakkında yazmış olduğu "Es’ilet`ül-Hanefiyye eserinde şöyle diyor:"Şafiî hukukçusu İbn-i Ebi tahsisat için vakıflara fetva vermiştir. Malikî, Hanbelî ve Hanefî hukukçuları uvafakat etmiştir. Eyyubî devlet adamı Nureddin Eş-Şehîd, beytülmala ait araziyi, Şam`da hayır cihet*lerine tahsis etmiştir. Selahaddin Eyyubî Kudüs, Şam ve Mısır`da vakıflar yapmışlardır. daha sonra gelen Türk ve Çerkez Sultanları buna uymuşlardır. Nihâyet saltanat ve devlet, ZAMANIN EN ÂDİL HÜKÜMDARLARI OSMANLI PADİŞAHLARINA geçmiştir. OSMANLI PADİŞAHLARI, EHL-İ KEŞİF VE İRFANIN KİTAPLARINDA SAHABEDEN SONRA EN ÂDİL HÜKÜMLARDARLAR olarak vasıflandırılmışlardır.
murataltug1985
05-26-2018, 21:50
Kaynak 15 000 yeni fıkra android programı
Nasreddin hoca fıkraları
NASREDDİN HOCA ÇOCUKLARA CEBİMDE NE OLDUGUNU SÖYLEYENE CEVİZ VERECEGİM, DEMİŞ...ÇOCUKLARIN HEPSİ -CEVİZ VAR HOCA EFENDİ!...DEMİŞLER HOCA HANGİ GEVEZE SÖYLEDİ ONU SİZE! diye içerlemiş....
NASRETTİN HOCA göle yoğurt çalarken komşuları hoca napıyosun göle yoğurt çalınır mı demişler hoca da ben çalıyım belki gölde tutarda bir ömür boyu yoğurt yeriz demiş
Karısı Nasrettin hocaya sormuş: Hoca madem gidiyosun ben kime gözüküp kime görüneyim? hoca döner derki: Benim gözüme gözükmede kime gözükürsen gözük
Nasrettin hoca kuyudan su çekerken Kuyuda ayın yansımasını görmüş ve Ay suya düşmüş demiş. Ayı kurtarayım derken ters düşmüş ve havaya bakarak oh iyi bari ay kurtuldu demiş.
Nasreddin Hoca, hakimliğe atanmıştı. Ona davacı inandırıcı deliller göstermişti ve Nasreddin Hoca:
Haklısın”, demişti Mahkeme kâtibi ona davalıyı dinlemesi için uyarmıştı. Davalının güzel konuşması hocayı etkilemişti ve ve hoca Haklısın demişti Mahkeme kâtibi yargılamaya asla razı olmamış ve hocam her ikisi haklı olamaz ki diyince Hoca Sen de haklısın” demiş.*
Asker fıkraları
Ölümsüzlük, şehitlik,bayrak hilalinde Yar gönlümüze düşende çıktık dağlara karanlık gecede
can veren kan veren türk askerleri el uzattık hilale vurgun yedik seher rüzgarlarında.Koyver şahin saldırsın mehmetcesine çakaaaal sürüsüne.AY GÖKTE KALDIKÇA DUL KOCALARININ AK SAKALLILARIN DUASI ÜZERİNE OLSUN...
Temel ile Dursun bir konuşuyorlarmış.
Temel Ula Dursin bizum Fadime kilo vermek içun at bineyi *daaa. Dursun sonuç ne oldu?
Nolacak at 5 kilo verdi
Temele komutanı sorar düşman sağdan geldi ne yaparsın vurirum oni komitanum.Komutan tekrar sorar Düşman soldan geldi ne yaparsın vurirum oni komitanum. Komutan tekrar Düşman yukardan geldi ne yaparsın Temel sinirlenir ve Komitanum bu memleketun tek askeru benmiyum da
Komutan Mehmete soruyor, Vatan senin neyindir?-VATAN BENİM ANAMDIR komutanım.diye bağırıyor. Vatan senin neyindir asker, Temel:
-VATAN MEHMET'İN ANASUDUR KOMUTANUM.
Avcı fıkraları
Ava çıkan adamın karşısına kocaman Ayı çıkmış adam başlamış Ayının nefesini adam ensesinde hissetmiş. Ve Ayının ayağı kayıp düşmüş.adam kurtulunca kahvede anlatmaya başlamış Serüveni dinleyenlerden biri dayanamamış -Sen çok yürekliymişsin kardeşim!...Hayvan bana sokulsa, çok ayıptır korkumdan altıma ederim. Avcı Lafı karıştırma yahu Ayı üç kez neyin üstüne bastı da ayağı kayıp yere düştü sanıyorsun?
italyan komutan capiterro askerlerine hucümmm dediğimde düşmana saldırıcaksınız der . Ve capiterro hücüm derr komutan ayağa kalkar ama askerleri ona saldırır capiterro süzgeç gibi olur askerler ise bıravoooooo capiterro diyip komutanlarını alkışlarlar
avcı, evine gelen misafire ayıpostunu göstererek der ki "Bu ayıyı Bolu ormanlarında vurmuştum."
Misafir palavraya inanmayıp sorar Bu kutup ayısıdır. Bolu'da bulunmaz."Avcı gülümser Kardeşim ayı bu. Buranın kutup olmadığını, Bolu ormanları olduğunu nereden bilsin?"
murataltug1985
06-11-2018, 22:21
Kaynak ehlisünnetbüyükleri.com
PÂDİŞÂH DA NEFERDİR
*Alâtini Köşkü muhafız kumandanı kolağası Râsim Bey, sultan Abdülhamîd Han’la konuşmak için izin isteyerek huzura gelip;* rahatsız*ettim” mazur görünüz, dört düvelle harp hâlindeyiz deyince, Sultan; “Dört düvelle mi?.. Kim bunlar Râsim Bey? Allah ordu-yı hümâyûna nusret, kuvvet versin, inşâallah zafer bizimdir?” diye sordu. Râsim Bey ağlayacak gibi konuşuyordu: “Yunanistan, Bulgaristan, Karadağ ve Sırbistan’la hakanım maalesef yenilmek üzereyiz!..” Sultan; “Dört düvel birleşir de haberimiz olmaz mı Râsim Bey? Bu nasıl gaflettir! Bu devletler birleşemezler Aralarında kilise kavgası var... Yıllar yılı süren Makedonya boğuşmasını hatırlamıyor musunuz?..” diye sordu. Râsim Bey; “Kiliseler kânununu çıkararak, Meclis-i meb’ûsan bu ihtilâfı hâl etti. Başımızdaki işlerin açılacağını kim bilebilirdi ki?
*Selanik düşmek üzere... Sizi İstanbul’a götürecekler. edi. Buna çok üzülen Abdülhamîd Han büyük bir öfke ile; “Râsim Bey! Râsim Bey!.. Selanik, İstanbul’un anahtarı demektir! Ordumuz askerimiz nerede? Nasıl bırakılıp gidilir?.. Bırakıp gidersek târih ve ecdâd yüzümüze tükürmez mi?.. Biraderim tahliyeye razı mı ben razı değilim! Yetmiş yaşında olduğuma bakmayın... tüfek verin, asker evlâdlanmla Selânik’i son nefesime kadar müdâfaa edeceğim!” dedi.Sultan Reşâd’ın ricası iletilince, Osmanlı hânedânı mensubu olarak Pâdişâh irâdesine boyun eğmek durumunda olan Abdülhamîd Han, İstanbul’a nakledilmeyi kabûl etti.
ABDESTLE İMZA!..
Sultan Abdülhamîd âcil işlerde, gece uyandırılmasını*ister,*ertesi güne bırakılmasına rızâ göstermezdi. mâbeyn başkâtibi Esâd Bey, şöyle demektedir: geceyarısı, çokmühim bir haberin imzası için Sultân’ın kapısını*çaldım. açılmadı. Acaba*Sultan’a bir emr-i Hak mı vâki oldu? diye endişelendim.tekrar çaldım, açıldı. Sultan, havlu ile yüzünü kuruluyordu. Tebessümle; “Evlâd, bu vakitte çok mühim bir işe geldiğinizi anladım. ilk kapıyı vuruşunuzda uyandım. Abdest aldım. geciktim. Kusura bakma. Ben bu milletin hiç bir evrakına abdestsiz imza atmadım. Getir imzâlıyayım” dedi. Besmele çekerek imzaladı.”
Sultan Abdülhamit Beşiktaş tepesindeki Yıldız Sarayı’nı ve önündeki câmiyi yaptırdı. Hamîdiye suyunu halka sundu. Ankara vâlilerinden Abidîn Paşa, Elmadağı’ndan Ankara’ya tatlı su için halkdan para toplamıştı, halîfeden izin istedi. Abdülhamîd vâliye Susuzlara su vermek çok sevâbdır. Dînimizin emirlerindendir Bu vazîfe ve şeref bize bırakılsın. Topladığın paraları geri ver. Bütün masrafı hazînemdendir hemen işe başla. Milletimi iyi suya kavuştur!” dedi. Az zamanda Ankaralılar tatlı suya kavuşturuldu.
Medîne-i münevvereye telgraf hattını, Bingâzi telgraf hattını yaptırıp, Musul ve Kerkükte petrol kuyuları açtırdı.Hicaza hizmetler götürdü. hizmetleri yalnız ümerâya, ulemâya ve makama olmayıp, fakirlerin hepsine ulaşmıştır.
murataltug1985
06-23-2018, 06:17
Kaynak dinihikayeler android programı
Allah dostlarından.... biri Karaköy'e geçmek üzere kayıkçılara param yok, Allah için beni karşıya kim geçirir? teklifinde bulunur. biri talip olur O günün gecesi kayıkçı, rüyasında kıyamet kopmuş, herkesde sıratı geçme korkusu dehşeti içinde iken bir el onu selamete götürür. Kayıkçı Siz kimsiniz? beni kurtardınız, diye sual edince Ben cihan serverinin mağara arkadaşı Ebu Bekir Sıddık'ım. evlatlarımıza hizmet eli uzatanlara, imdad elimiz ulaşır, buyururlar.
Bağdat'ın genç hatibi Cüneyd 8 yaşlarındadır. gün babasını ağlarken görür. babası Dayın Sırriyi Sekati Hazretlerine zekât için gümüş yolladım, almadı. Yoksa ben ömrümü Allahın beğenmediği şeyleri kazanmak için mi geçiriyorum? Nurlu çocuk dayısına gider Büyük veli gülümser, Hayır Cüneyd''alamam'. Allah için al Sırriyi Sekati tutulur kalır. Büyük veli Hem gümüşleri kabul ettim' der, 'hem de seni!' Sırriyi Sekati Hazretleri küçük cevheri çok sever. Onu yanından ayırmaz hacca giderler. mecliste Mevzu şükürdür. 400 âlim şükrü tarife çalışır. küçükbey Cüneyd 'Şükr Allah-ü teâlâ'nın ihsan ettiği nimetlerle ona isyan etmemektir' der bu tariflerin en mânâlısıdır.
Cüneyd ibadetten lezzet alır ve geceleri uyumaz. Bir yandan Sırriyi Sekati'nin sohbetleriyle sırlara kavuşurken, İmam-ı Şafii'nin talebelerinden fıkh ve hadis öğrenir. muhteşem ilmine rağmen kürsüye çıkmaz. rüyasında Resulullah Efendimizi görünceye kadar. Server-i Kainat, ona 'Ey Cüneyd insanlara nasihat et sözlerin ferahlık vericidir. Allah-ü teâlâ seni insanların kurtuluşuna vesile kıldı.o günden sonra vaaza başlar ve Bağdatlı Cüneyd, Cüneyd-i Bağdadi olur.
Resûlüllüh (s.a.v.) a bir adam Yâ Resûlüllüah komşum, hurma saplarını bahçeme koyuyor. Bana eziyet veriyor, dedi. Allah Resûlü o zâta hurma saplarını bana sat, teklifini yaptı. Adam Olmaz dedi. Allah Resûlü Öyle ise hediye et teklifine de:
Olmaz dedi. Allah Resûlü son kez cennette karşılığı verilmek şartı ile onları bana ver Adam son derece câzip teklife de Olmaz, karşılığını verince, Allah Resûlü, şöyle buyurdu Selâm vermekten kaçınan kimse dışında, senden cimrîsini görmedim.
Şeyh Hammad Hazretlerinin bir eli kesikti. mürüdlerinden biri küstahlık ederek sebebini sordu. Şeyh Tinati Hazretleri şöyle anlattı:
Gençliğimde günah işledim. elimi kestiler,
Ben mağrip diyarında idim. Sefere çıkmayı arzuladım. İskenderiye'ye geldim. oniki sene kaldım.kamıştan bir ev yapmıştım.gelen Irmağa oturur sofra artıklarını kaleye döker Ben kimseden habersiz, köpeklerle beraber ekmeklere üşüşür nasibimi alırdım. Yaz mevsiminde azığım idi.
Kışta etrafda saz yetişir sazların kökünün tazesini ve beyazını alarak yer kukrlarını atardım. Kışın azığım idi. Bir gün İlahi bundan sonra yerden yemeyeceğim.ne gönderirsen onu yiyeceğim.Senin izzetin hakkı için söz veriyorum,dedim. 12 gün geçti, namaz kılıyordum.sünneti terk ettim.aciz kalarak farzları da eda edemez oldum gaza için sınıra gitmem işaret edildi.düşmanı bekledim gitmişti.Allah'a verdiğim sözden gafildim meyveleri .Elimle topladım. yeminim aklıma geldi.ağzımdakileri tükürdüm. mihnet ve bela vakti yaklaştı,halim ne olucak diye düşünüyordum. silahlılar etrafımı sardı beni yaka-paça götürdüler. Sultan kimsin? dedi.Ben Allahın kuluyum,esirlere sordu.söylemeyince birer birer el, ayak kesti bana
Elini uzat! dediler.elimi kestiler.Ayağını uzat dediklerinde Ya Rabbi! Elim günah işlemişti kestirdin,ayağımın ne suçu var!...diye yalvardım.
atlılardan biri ,kesmeyin,bu adam falan zattır!. dünyayı başımıza mı yıkacaksınız.diye bağırdı.reis atından inerek kesilen eli öptü.Bana
Biz hata ettik,affet,diye yalvardı.Ben de:
O suçlu bir eldi.Kestiniz,hakkımı helal ettim, dedim.ağladım.bir anlık dalgınlık yüzünden elimden olmuştum.Bu suçlu eldir ve cezasını çekmiştir.Allah ahirette çektirmesin...
Ebusuud Efendi, ilk zamanlar, tarikata, inanmaz ve Sünbül-i Sinan Hazretlerine ağır sözlerle incitirdi Ebusuud Efendi, Sünbül Efendiye cenaze namazını papaza kıldırtacağım, demiş. Sünbül Efendi amin diye duada bulunmuştu. Aradan zaman geçti Sünbül Efendi, şöyle bir vasiyette bulunmuş:
Evlatlarım! yolcuyum. Öteki aleme göçmek üzereyim. Vefatımdan sonra, musalla taşından kaldırıncaya kadar ağlamayacak hiç kimseye haber vermiyeceksiniz. Cenazemi Fatih camiinde kılacaksınız, demiş. Sünbül Efendi vefat etmiş, namazı Şeyhulislâm Ebussud Efendi'nin kıldırması icap ediyormuş. Ebussud Efendi, Sünbül Efendinin namazını bilmeyerek kıldırmış, Şeyhülislam cenazenin kim olduğunu sormuş, Sünbül Efendiden af dilemiş. pişmanlık duymuş ki, hemen tarikat erbabına sarılarak, inkar ettiği hakikatların savunucusu haline gelmiş. müslüman cinnilere bile fetva verdiği için ünvanını almış. (Rahmetullahi aleyhim)
Sultan Fatih İstanbul'u fethettikten sonra, Avrupada fütuhattaydı.Sırbistan'ın fethi an meselesi idi. Sırp Kralı Brankoviç zor durumda kalmıştı. Macar be osmanlıya sığınmak, düşüncesiyle, elçiler gönderdi. "Sırbistanı fethederseniz nasıl muamele edeceksiniz?" diye öğrenmek istedi. Sırplar ortodokstu katolik Macarlar şu cevabı verdi
Sırbistan bize geçerse Sırplıları katolik edinceye kadar mücadele eder kiliseleri yıkar, yerlerine katolik kilisesi inşa ederiz... Sultan Mehmet Hazretleri Sırbistan'ı alırsak, İslâmiyetin Allah indinde tek din olduğunu ilân eder hiç kimseyi, dininden dönmeye zorlamayız. İsteyen kiliseye gider, isteyen Allah indinde tek din İslâmiyeti seçer, dünya ve ahiret selâmetine kavuşur.
murataltug1985
06-23-2018, 06:18
Kaynak osmanlı hikayeleri android programı
Kıbrısın fethi
1569 da Venedik korsanlarının Müslümanları esir alıp Kıbrıs’ta satmalarına çok hiddetlenen Selim Han, Venedikten Kıbrısı terkini istedi. Venedik reddedince sefer hazırlığına başlandı. Kıbrıs’ın fethini mecbûr kılan birçok sebep vardı. Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine Kıbrıs üzerinden lojistik destekler daha çabuk, ve ekonomik Kıbrıs’ın, büyük deniz gücüne sâhip Venedik elinde bulunması bu imkânı ortadan kaldırmaktaydı. Ayrıca Kıbrıs ve yakınlarından geçen Osmanlı ticâret ve hacı taşıyan gemiler Akdeniz’de Hıristiyan korsanlarınca soyuluyor, Venedik korsanları himâye ediyordu.İkinci Selim Kıbrıs serdârlığına Lala Mustafa Paşa yı tâyin etti ve 15 Mayıs 1570’te donanma İstanbul’dan ayrıldı. Lala Mustafa Paşa, bütün Avrupanın Venedik’e yardım etmesine rağmen, şiddetli çarpışmalarla 8 Eylül 1570’te Lefkoşe’yi 1 Ağustos 1571’de Magosa’yı alarak Kıbrıs’ı fethetti
Venedik bütün Avrupadan yardım istedi. Bunun üzerine Papa Piyer’in yoğun faaliyetleriyle İspanya Malta Şövalyeleri Venedik ittifakı kuruldu. ittifaka, Toskana, Ceneviz, Ferrara gibi küçük Hıristiyan devletçikler de katıldı. İspanyol Kralı Filip’in kardeşi Don Juan’ın komutasındaki 206 gemilik Haçlı donanması, 6 Ekim 1571’de inebahtıda görüldü. Osmanlı harp meclisinde Kılıç Ali Paşanın muhâlefetine rağmen, Kapdân-ı deryâ Ali Paşa, donanmada cenkçi noksanlığını göz önünde bulundurmadan, düşmana saldırdı ve Osmanlı donanması büyük bir yenilgiye uğradı.sağ kanadda Kılıç Ali Paşa, Malta donanmasını yok edip kayıp vermeden çekildi.başarı Hıristiyanlara kâr Hıristiyanlar zafer sarhoşuydu
Selim Hanın emriyle hummalı bir çalışmaya giren Osmanlı tersâneleri, 1572 de İnebahtı’da kaybettiğinden daha büyük bir donanma vücûda getirdi. kaptan-ı deryâlığa getirilen Kılıç Ali Paşa, 13 Haziran 1572’de büyük bir donanmayla İstanbul’dan ayrıldı. İnebahtı’da gâlip gelen düşman çok yıpranmıştı tam zafer meyvelerini toplarken müthiş Osmanlı donanması Akdeniz’de göründü düşman, Osmanlı donanmasının karşısına çıkamadı Venedik, 7 Mart 1573’te Kıbrıs’ın Osmanlı Devletine âit olduğunu kabul etti. Kânûnî devrinden beri verdiği yıllık 500 duka haraç, 1500 dukaya çıkarıldı. Kıbrıs Seferinin tazminâtı olarak üç yüz bin duka altını vermeyi taahhüt etti.
Osmanlıların rumeli fütühatı
Bizans’taki saltanat mücâdelesi için Orhan Gâzinin desteği istendi 6. Kantakuzen, kızı Teodora’yı Orhan Gâziye verdi. Orhan Gâzi, 5000 Osmanlı askerini Avrupaya Kantakuzen’e gönderdi. Osmanlı askeri, çevreyi tanıdı. Orhan Gâzinin desteğiyle Bizans tahtına sâhip olan 6. Kantakuzen, 1347’de dâmâdını Üsküdar’a dâvet etti. Kantakuzen, Bizans tahtındaki yerini sağlamlaştırınca Papa’yla irtibat kurdu Akdeniz, Ege, İstanbul ve Karadeniz’de Venediklileri destekledi. Orhan Gâzi Cenevizlilere yardım etti.1352’de Üsküdar ve Kadıköy ile Marmara adalarını fethettirdi. Kantakuzen aleyhine Bulgarlar ve Sırplar harekete geçince Osmanlılara karşı Papalık ile ittifak içinde olmasına rağmen, Orhan Gâziden yardım istedi.
Orhan Gâzi, Bizanslılardan Gelibolu kalelerinden birinin verileceğine âit söz alınca oğlu Vezir Süleymân Paşayı on bin kişilik bir Osmanlı kuvveti ile bizansa yardıma gönderdi . Kantakuzen, Osmanlı yardımıyla Dimetoka’da Bulgar ve Sırplara karşı başarılı muhârebeler yaptı. Orhan Gâzinin oğlu Süleymân Paşa Anadolu’ya dönerken Bizans İmparatoru Gelibolu Yarımadasında Osmanlılara Çimpe Kalesini verdi Osmanlılar 1353’te Çimpe Kalesine yerleşti Rumeli’deki fetihler için bölgenin kontrolünü sağladı. 1354’te Gelibolu’nun fethi ile Avrupa kıtasındaki Osmanlı genişledi. Süleymân Paşa kumandasındaki Osmanlı Marmara kıyılarına hâkim oldu
Kantakuzen. Osmanlıları bölgeden atmak için Orhan Gâzi ile İzmit’te görüşüp, Çimpe Kalesini on bin altına satın alabileceğini söyledi Osmanlının Gelibolu’dan çıkmalarını istedi. Orhan Gâzi, retdetdi. Kantakuzen, Balkan ve Hıristiyanlarla ittifak kurmak istediyse de müttefik bulamadı. Kantakuzen, 1355’te Bizans tahtından indirildi yerine Yuannis getirildi. Yuannis, Osmanlılara karşı koyamayacağını bildiğinden Orhan Gâzi ile iyi geçindi. Orhan Gâzinin oğlu Halil’i korsanlardan kurtarıp, on yaşındaki kızını şehzâdeye vermeyi kararlaştırdı. Papa ile dost oldu. Dinini bırakarak katolikliğe geçmeyi plânladı. Amacı Lâtinlerden yardım almaktı Orhan Gâzi fetih hareketini hızlandırdı. Süleymân Paşa, 1356 da Doğu Trakya’ya geçerek Malkara ile Keşan ve Çorlu’yu aldı. Osmanlı hâkimiyeti kuvvetlendirilmek için Anadolu’dan Türk-İslâm nüfûsu getirilerek iskân edildi. Rumeli fütûhatında, Osmanlıların iyi muâmelesi, din, mezhep, dil hoşgörüsü; can, mal, emniyeti sağlaması, bölgeye sulh, huzur ve refâh getirdi.
Yeni şehirli abdullah efendi
İstanbul’da ilk matbaanın kurulmasına fetvâ veren, elli yedinci Osmanlı şeyhülislâmıdır. Sultan Üçüncü Ahmed Han tarafından şeyhülislâmlığa getirildi. Dâmâd İbrâhim Paşaya hizmette bulundu. Pâdişâhın ihsânlarına kavuştu. kültür ve yenilik faâliyetlerine ön ayak oldu. İbrâhim Müteferrika tarafından kurulan matbaaya fetvâ verdi. fetvâsı şöyledir:“Kitap basma sanatını iyi bildiğini söyleyen bir kimse, lügat, mantık, astronomi, kelimelerini birer kalıba çıkarıp, kâğıtların üzerine basarak bkitapların benzerlerini elde ederim, dese, bu kimsenin, kitap basmasına dînimiz izin verir mi?” Abdullah Efendi cevâbında:“Kitap basma sanatını iyi bilen kitabın harf ve kelimelerini kalıba çıkarıp, az zamanda çok sayıda kitap elde ediyor. Böylece çok ucuz kitap yazılmasına sebep oluyor. Fâideli iş olduğundan dînimiz izin verir.
Yenişehirli Abdullah Efendinin fetvâsı, İslâm dîninin ilmî, fennî ve teknik gelişmeleri teşvik ettiğini göstermekte, “İslâmiyet bizi geri bıraktı, ilmî ve teknik gelişmelere mâni oldu.” diyerek gençliği târihinden, dîninden ve îmânından soğutmak isteyen din düşmanlarının iftirâlarına cevaptır Şeyhülislâmlık vazîfesini üstün bir liyâkatle yürüten Yenişehirli Abdullah Efendi, 1730 da vazîfeden alınıp Bozcaada’ya gönderildi. hac vazîfesi için Hicâz’a gitti Peygamber efendimizin mübârek kabrini ziyâret etti ve İstanbul’a döndü. Kanlıca’daki evinde istirahat edip ibâdetle meşgul oldu. 1744 de Kanlıca’daki evinde vefât etti. Kanlıca İskender Paşa Câmi bahçesine defnedildi.
murataltug1985
06-23-2018, 06:18
Kaynak osmanlı hikayeleri android programı
Akşemseddin ve fatih sultan
genç Sultan Mehmed, İstanbul`un fethi hazırlıklarından sonra Allah dostlarının da ordusunda bulunmasını istedi. Akşemseddîn, Akbıyık Sultan, Molla Fenârî, Molla Gürânî, gibi meşhûr âlim ve velîler, talebeleriyle orduya katıldılar. Aydınoğlu, Karamanoğlu, İsfendiyaroğlu kuvvetleri İstanbul`un fethinin, Türk-İslâm âlemince mukaddes bir gâye kabûl edildiğini dile getirdi Akşemseddîn hazretleri evliyâ zâtlar, askerlere azim veriyorlardı. Fâtih Han, İstanbul önlerinde ordugâhını kurdu, düşmana önce İslâmı tebliğ etti. Bizanslılardan red cevabı alınca, şehri kuşatdı. Kuşatmada netice alınamaması devlet adamlarını ümitsizliğe düşürdü. Bunlar şehrin alınamayacağını, Haçlı ordusunun Bizans`ın imdâdına koşacağını sanıyorlardı.
orduda pâdişâhı ve askeri fethe karşı gayrete getiren din büyüğümüz Akşemseddîn. Hacı Bayram-ı Velî`nin; "İstanbul`un fethini şu çocukla bizim köse görürler!" sözünü biliyor ve kalpten inanıyordu. Avrupa`dan asker ve erzak getiren gemiler, istanbula girdi. Kâfirler şenlik yaparken, Müslümanlar üzüntülü idi. Pâdişâha gelen devlet adamları;"Bir sofunun (Akşemseddîn) sözüyle asker kırdırdın hazîneyi tükettin. kâfire yardım geldi. Fethetmek ümidi kalmadı." dediler. Sultan Mehmed veziri Ahmed Paşayı Akşemseddîn`e göndererek;"Şeyhe sor, feth olmak ve zafer ümidi var mıdır?" dedi. Akşemseddîn hazretleri şöyle cevap verdi:"Ümmet-i Muhammed müslüman ve gâziler kâfir kâlesine doğru hücum ederse, inşâallahü teâlâ feth olur."
Sultan Mehmed Akşemseddîn`e feth;"Vaktini tâyin etsin." dedi. Akşemseddîn Başını eğip, Allahü teâlâya yalvardı. Mübârek yüzü terledi. Sonra İşbu senenin Cemâziyelevvel ayının yirminci günü, seher vaktinde, inanç ve gayretle yürüsünler. O gün feth ola. Kostantiniyye`nin içi ezan sesiyle dola!" dedi. genç pâdişâha Mektubunda;"Kul tedbir alır, Allahü teâlâ takdir eder Hüküm Allahü teâlânındır. kul, elinden geldiği kadar gayret göstermekte kusur etmemelidir. Resûlullah`ın ve Eshâbının sünneti budur." diyordu. Akşemseddîn İstanbul`un fethini müjdeliyor, pâdişâha tavsiyelerde bulunuyordu.
Sultan Mehmed ordunun başına geçti, Akşemseddîn`den duâ istirham etti. Akşemseddîn;"Yâ Fakih Ahmed!" diyerek himmet taleb eyle!.. Allahü teâlâya niyâz eyle." buyurdu.
Akşemseddîn hazretleri hiç kimseyi istemedi kapılarını kapattırdı.Yeniçeriler, serdengeçtiler, akıncılar, Mehmed Hanın buyruğuyla İstanbul üzerine akıyordu Mehmed Han Akşemseddîn`in yanına gitti. , hocası Akşemseddîn secdeye kapanmış, başından sarığı düşmüş, ak saçı ve ak sakalı nûr gibi parlıyor İstanbul`un fethi için Allahü teâlâya yalvarıp duâ ediyordu surlara tırmanan İslâm askerinin yanında ak abalı bir topluluk hisara gidiyordu fethin askeri şehre girdi. İstanbul`un fethi ve Peygamber efendimizin büyük mûcizesi gerçekleşti. Akşemseddîn, fetih ordusu İstanbul`a girdikten sonra, İslâmiyet hukûkunu genç pâdişâha tekrar hatırlattı..İstanbul sabah sekizde fethedilmiş Sultan Mehmed ise şehre öğle Topkapı`dan girdi. Beyaz bir at üzerinde idi.
Muhteşem bir alayla Ayasofya`ya yol aldı. Zulümden bıkmış olan Bizans bekleyişin içinde idi. Fâtihin geçtiği sokaklarda kumandanları vezirleri, Molla Gürânî, Molla Hüsrev, Akşemseddîn ve Akbıyık Sultanda bulunuyordu. Yerli halk Sultan Mehmed genç olduğu için, Akşemseddîn`i pâdişâh sanıyordu. Ona, çiçek veriyorlardı. Akşemseddîn genç pâdişâhı göstererek;"Sultan Mehmed odur." sözüne karşılık;Sultan Mehmed Gidiniz, ona gidiniz. Sultan Mehmed benim, o benim hocamdır. Şehrin mânevî fâtihidir." diyordu.Sultan Mehmed İstanbul`a girdikten sonra, hocası Akşemseddîn kayboldu. Üç gün sonra, Edirnekapıda vîrâne bir yerde ibâdetle meşgûlken buldular. O zamandan beri bu yere, Akşemseddîn" mahallesi denildi.
Sultan Mehmed Han, fethin üçüncü günü Ayasofyayı câmiye çevirdi. ilk hutbeyi, Akşemseddîn okudu. Okmeydanı`nda zafer alayında Akşemseddîn de vardı. gâzîlere yaptığı konuşmada;"Ey gâzîler, bilin, âgâh olun ki; cümleniz hakkında, âhir zaman Peygamberi Server-i kâinât; "Onlar ne güzel askerdir." buyurmuştur. İnşâallah cümlemiz affedilmiş oluruz. gazâ malını isrâf etmeyip, İstanbul içinde hayr-ü-hasenâta sarf ve pâdişâhımıza itâat ve muhabbet ediniz." diye nasîhatte bulundu. Sultan Mehmed Hanın başına isorguç takıp;"Pâdişâhım, bütün Âl-i Osman`ın âb-ı rûyu oldun. mücâhid-i fî sebîlillah ol!.." diyerek, Gülbank-i Muhammedî çekti.
Akşemseddîne; "İstanbul`un fethedileceği zamânı nasıl bildin?" diye sorulunca, şöyle cevap verdi;"Kardeşim Hızır ile, İstanbul`un fetih vaktini çıkarmıştık. Kale fethedildiği gün, Hızır`ın, yanında evliyâdan cemâatle hisara girdiğini gördüm. Kale fetholunduktan sonra, Hızır kardeşimi kalenin üzerinde oturur gördüm. Sultan Mehmed fetihden sonra hocası Akşemseddîn`e, son taarruz anında; "Yâ Fakîh Ahmed" diyerek Fakîh Ahmed`den himmet taleb etmesini söyledi;"Fakîh Ahmed kimdir ki; niyâz eyledim? Himmet istedim? diye sordu. Hocası Akşemseddîn bu suâle Fakîh Ahmed, kutb, sâhib-i idi." cevâbını vererek, Allahü teâlânın yardımını, onun vâsıtasıyla ve onun bereketi ile gönderdiğini ettiğini söylemiştir.
Akşemseddîn hazretlerinin "Fakîh Ahmed" dediği kendisi idi. Fakat tevâzudan kaçıp, kendisini gizleyerek konuşmuş, gâyet ârifâne bir tavır takınmıştı Sultan Mehmed Akşemseddîn hazretlerini ziyârete gitti. Fâtih, sohbet sırasında bir ara Akşemseddîn`e;"Hocam Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden, mihmandâr-ı Resûlullah Eyyûb-i Ensârî`nin mübârek kabrinin isranbula yakın olduğunu okudum. Yerinin bulunmasını ricâ ederim." dedi.Akşemseddîn karşı yakada nûr görüyorum. Orada olmalıdır." cevâbını verdi. pâdişâhla oraya gittiler. Akşemseddîn iki dal aldı. Birini bir tarafa, diğerini öteye dikti ve;"Bu iki dal arası, Mihmandâr-ı Resûlullah`ın kabridir." buyurdu.
Fâtih Han, Akşemseddîn`in diktiği çınar dallarına mührümü gömün ve dalları yirmişer adım çekin." dedi. Sabah olunca Sultan Fâtih, Akşemseddînin kabri tekrar tâyin etmesini ricâ etti, Akşemseddîn doğruca eski yerde durdu ve;"Dalların yeri değiştirilmiş, hazret buradadır." dedi Sultânın mührünü çıkarın kendisine teslim edin." dedi. Akşemseddîn pâdişâh yüzüğünün orada olduğunu kerâmetiyle anlamıştı.Fâtih, Akşemseddîn`e hiç şüphe kalmadı. tam inanmam için bir alâmet daha gösterir misiniz?" dediğinde, Akşemseddîn:"Kabri kazınca, üzerinde; "Bu Hâlid bin Zeyd`in kabridir." yazılı bir taş vardır." dedi. Kazdılar, Akşemseddîn`in dediği çıktı. Sultan Fâtih`in vücûdunu titreme aldı. Fâtih; "Zamânımda Akşemseddîn gibi bir zâtın bulunmasından duyduğum sevinç, İstanbul`un alınmasından duyduğum sevinçten az değildir." diye şükr etti.Fâtih Sultan Mehmed Han, Eyyûb Ensârî`nin kabr-i şerîfinin üzerine türbe Akşemseddîn ile talebelerine odalar, ve câmi-i şerîf yaptırdı. Akşemseddîn`den orada oturmasını ricâ etti. Fakat o, bu teklifi kabûl etmeyerek, memleketi Göynük`e döndü.
HACI BAYRAM VELİDEN NASİHATLER
Hacı Bayram hazretleri Sultan 2. Murâd Hana şöyle nasihat etti herkesi tanı, ileri gelenlere ikrâmda bulun. İlim sâhiplerine hürmet et. Yaşlılara saygı, gençlere sevgi göster. Halka yaklaş fâsıklardan uzaklaş, iyilerle düşüp kalk. kimseyi küçümseme İnsanlığında kusûr etme, sırrını açma, iyice yakınlık peydâ etmedikçe, kimseye güvenme. Cimri ve alçakla ahbablık kurma. Kötüye ülfet etme. insanlarla aranızda meseleler görüşülürse, hemen muhâlefet etme. Sana sorulursa, cevap ver. Seni dinleyen halk, hem senin değerini, hem de başka türlü düşünenleri tanımış olur. Sana görüş kimindir? diye sorarlarsa, fakîhlerin bir kısmınındır, de. Onlar, verdiği cevâbı benimserler ve onu sürekli yaparlarsa, senin kadrini bilir ve mevkiine hürmet ederler."
Seni ziyârete gelenlere ilim öğret, faydalansınlar. , öğrettiğini belleyip tatbik etsinler. Onlara umûmî şeyleri öğret, ince meseleleri açma. Onlara güven ahbablık kur. dostluk, ilme devâmı sağlar. ikrâm et. İhtiyaçları temin et. değer ve îtibârları tanı kusur görme. Halka yumuşak muâmele et, müsâmaha göster. bıkkınlık gösterme, onlardan biri imişsin gibi davran.
murataltug1985
06-23-2018, 06:19
Kaynak dini hikayeler android programı
CENNETTEKİ KÖŞK
bayram arefesinde, dul bir kadın yanında babadan yetim kalmış çocuğu ile zengin bir hacıdan Allah rızası için yardım istedi. Hacı fakir kadına yardım etmedi Bıktım sizden size mi çalışıyorum. Defol diyerek kovdu. Hacıdan hiç ummadığı bir cevap alan kadıncağız, mahzunca ayrılırken bir dükkan sahibi yahudi, fakirin ızdırabını anladı .hacı niçin bağırdı?, diye sordu.İmanlı ve şuurlu kadın Yahudiye hacıyı şikayet etmek yerine O büyüğümdür. Döver de, kovar da, sana ne oluyur ey kefere! diye cevap verdi.Yahudi anlamıştı. Kadına dükkandan ne isterse almasını hatta hacınınkinden iyisini alabileceğini söyleyerek dükkanına getirdi. Dul kadın ve yetim çocuk Yahudinin dükkanından giydiler, kuşandılar ve
kadın Yahudiye Allah sana iman nasip etsin. Sen bizi giydirdin gibi Allah da sana Cennette köşkler verip Cennet elbiseleri giydirsin, diye dua etti, masum çocuk anasının duasına amin, dedi.
Dul ve yetimi dükkanından kovan hacının rüyasında kıyamet kopmuş cennete girmişti. Cennette gözleri kamaştıran bir köşk gördü. köşkte ismi yazılı idi. kapıdaki bekçi melekler hacıyı içeri almadılar. Hacı Niye giremiyorum,köşk benim değil mi? diye sordu.Melekler cevap verdi Düne kadar senindi maalesef sizden başkasına devredildi.
Hacı neye uğradığını anlayamadı uyandı
yahudi Avram efendiye gitti.Avram efendiye, dul kadının parasını ben vereceğim, dedi.
Yahudi bir altın değerinde dedi.Hacı al sana iki misli, dedi.Avram olmaz, dedi. Hacı değerini yükselttikçe yahudi olmaz diyordu, Avram'ın sabrı taşmıştı.Olmaz hacı olmaz, o köşk altınla satın alınmaz... senin gördüğün rüyayı ben de gördüm ve müslüman oldum. o köşk düne kadar senindi, sen hayır - hasenatla o köşkü yaptırmıştın ama, dün sattın. Ben satmaya niyetli değilim. Sen kapına geleni boş çevirme Cennette saraylar yaptır. Allah'ın mülkü geniştri, dedi.Yahudiden bu cevabı alan hacı, kapısına geleni boş çevirmeyceğine dair söz verdi Ama köşk elden gitti. Allah yardımcısı olsun.
Rızk
Bir şahıs, ıstırapla, İmam Sadık (a.s)ın huzuruna gelerek: efendim, Allah'a bana daha fazla rızık vermesi için dua da bulunun, çünkü yoksulum, dedi. İmam: Hayır, asla dedi Niçin edemezsiniz efendim? Allah bu iş için yol tayin etmiştir; rızk peşinden koşun ve onu elde edin diye emir buyurmuştur. sen evinde oturup, dua etmek suretiyle, rızkın peşinden gelmesini istiyorsun.
DUANIN GÜCÜ
Enes bin Mâlik (R.A.) anlatıyor: 'Gözleri görmeyen yaşlı bir hanımın genç oğlu Medine vebasına yakalanmıştı. Uzun zaman hastaydı delikanlının ziyaretine gittik. ruhunu teslim etti. gözlerini kapadık elbisesini örttük.annesine: Onun için Allah'a dua et. dedik Annesi: o öldü. dedi. sen yine de dua et. dedik. kadın çocuğun ayak ucuna oturdu, ayaklarını tuttu Allahım, ben isteyerek sana iman ettim. Senden korktuğum için, putları bıraktım. Arzumla sırf senin için hicret ettim. Allahım, puta tapanları bana güldürme, gücümün yetmeyeceği yükü bana yükleme.' diye dua etti.
Alah'a yeminle kadın sözünü bitirir bitirmez, çocuk ayaklarını kımıldatdı. örtüsünü attı. annesi vefat edinceye kadar yaşadı.'
HZ ÖMERİN MUMU
Hazreti Ömer (r.a.). Halife. Makamında. Ashabtan biri ziyaretine gelir. Selam verir. Selamı alınmamış Oturur. Hz Ömer işiyle meşguldur Hz Ömer mumu söndürür. Bir başka mum yakar. Ve selamını alır.
Sahabe Ya Ömer, niçin selamımı almadın niçin diğer mumu yakınca konuşmaya başladın?
Hazreti Ömer (r.a.): Evvelki mum devletin hazinesindendi .O yanarken özel işlerimle meşgul olsaydım Allah indinde mes'ul olurdum. Seninle devlet işi konuşmayacağımız için kendi cebimden aldığım mumu yaktım, ve seninle meşgul olmaya başladım. Sahabenin gözleri yaşarır, şöyle dua eder: Ya Rabbi! Hattab oğlu Ömer'i başımızdan eksik etme!
RUHLAR BİRBİRİNİ TANIR
Hicrî 161 yıllarında evliyaullahtan Ebu Haşim- Hazretlerinin müritleri kalabalıktı. Fakat toplanıp ibadet yerleri yoktu. bir hristiyan emir ava çıkmış Ebu Haşim in müridlerini gördü. kucaklaştılar, beraberce yediler. kırk yıllık ahbap gibi ayrıldılar.
Onlara hristiyan emiri, hayret etmiş hareketleri çok hoşuna gitmişti. müridi yanına çağırdı yemek yediğiniz kimdi?, diye sordu. O zat: Bilmiyorum, diye cevap verdi. Emir sordu: Buluşmanızın sebebi ne idi?. O zat: Hiçbirşey değildi, diye cevap verdi. Hristiyan emir: Buluştuğunuz zat nereli idi dedi. O zat: Bilmiyorum, diye cevap verdi. Hristiyan emir
ibadet ettiğiniz bir yeriniz var mı? diye sordu.
O zat, ona da: «Yoktur!» diye cevap verince hristiyan hayret etti. Bunlar biribirlerini tanımadıkları, sohbet etmedikleri halde, nasıl samimî oluvermişlerdi.
hristiyan müslümanların hareketinden çok duygulandı ve müride orada söz verdi:
Ben toplanıp zikredeceğiniz bir tekke yaptıracağım, dedi ve kısa zamanda Şamda bir yer inşa ettirdi. Hristiyanın samîmi hareketi Cenab-ı Allah'ın hoşuna gitmiş olacak ki, hristiyan tekkede Ebu Haşim Hazretlerinin müridi oldu insanlar biribirlerini tanımasalar da, ruhlar biribirlerini tanımaktadır. Alem-i Ervah'ta görüşmektedirler. Dünyada da her ikisi memnun olurlar, yani ikisi de iman etmiş olurlarsa anlaşıp kaynaşmaları kolay olur ve samîmi olmaları için hiçbir maddi menfaat gerektirmez.
ARSLAN VE ÇAKAL
Dervişin biri ayaksız bir tilki gördü, hayrete düştü. 'Nasıl yaşar ne yer ne içer?' diyerek, Allah'ın lütfuna hayran oldu. bir arslan geldi, ağzında çakal taşıyordu. Görkemli ve korkunç hayvan avını yedi, doyunca gitti. Tilki artığa yaklaştı karnını doyurdu.
Derviş, tilkinin rızkını ayağına gönderen Allah, benimkini neden göndermesin?' diyerek, çalışmasına gerek olmadığını, düşündü.
Rızkım Allah'ın hazinesinden gelir, gayret etmem gerekmiyor.' diyerek bekledi Günler geçti Derviş zayıfladı, bir deri bir kemik kaldı. bir ses duydu:
Ey tembel adam kendini ayaksız tilkiye benzeterek neden miskince oturuyorsun? Kalk! Yırtıcı arslan ol. Başkasının artığına göz dikmeyi bırak. Sana yakışan artık yemek değil, artık bırakmaktır.
Gücüyle arslan gibi olan, başkasından yiyecek bekler mi? kalk! Kolları sıva. Çalış rızkını kazan. Hem kendin ye, hem muhtaçlara yedir.' Ey genç insan! 'Elimi tutun' diyerek başkasına el uzatma!
Çalışmayan insanın kafasında beyin yoktur. Onların başları kuru bir deriden ibarettir. Allah'ın kullarına iyilikte bulunan, iki cihanda da iyilik görür.
Yaşlıya yoksula yardım elini uzat! Allah, başkasının mutluluğu için çalışanın yardımcısıdır.
GÜNAH HASTALIĞI
Bayezid-i Bestamî hazretleri. Büyük velilerden. Tımarhane hizmetçisinin tokmakla birşeyler dövdüğünü görüyor: Ne yapıyorsun? Hizmetçi: Delilere ilâç yapıyorum. -Benim hastalığıma da ilâç tavsiye eder misin? -Benim Çok günah işliyorum.. Ben günah hastalığından anlamam... delilere ilâç hazırlıyorum.. konuşulanları duyan bir deli,Bestamî hazretlerine: Gel dede, gel! Senin hastalığının çaresini öyleyeyim, diye seslendi. Bestamî hazretleri, deliye sokularak: çare nedir? dedi.
Deli şu ilâcı tavsiye etti: Tevbe kökü ile istiğfar yaprağını karıştır... Kalb havanında tevhîd tokmağı ile döv, insaf eleğinden geçir, göz yaşıyla yoğur, aşk fırınında pişir... Akşam-sabah bol miktarda ye... göreceksin senin hastalığından eser kalmaz, dedi.
Bayezid hazretleri: Hey gidi dünya hey! Demek, seni de deli diye buraya getirmişler, deyip ayrıldı.
ilâç, halen günah hastası olanlara tavsiye olunmaya değer bir ilâçtır. formülün hükmü hâlâ devam etmektedir.
DAĞ BAŞI MI ŞEHİR Mİ
münasebeti olmayan bir müeseseye, ders verdiği için, "Deli Hafız" namıyla maruf bir zat,Hocaya yaptığı işin ihanet olduğunu, emaneti ehlinin gayriye verildiğini ihtar eder hoca kabul etmez ve kırılır. hocanın kapısını çalan hafız, alim kişiye şöyle der: Dün size söylemeye unutmuştum; ona geldim. Bugün sana, sade deli Hafız kafir, diyor.
altmış sene sonra herkes kafir diyecek" der ve döner.
İki kardeştiler. Biri köyde çobanlık yapmayı tercih ederek diyordu ki: şehre gitmek, günaha karışmak kötü. İyisi mi, köyün çobanlığını yapayım, günahlardan uzak kalayım. Diğeri şehre gitti. tamir kulübesi açtı Çoban dağda koyun otlatıyor, namazını kaçırmıyor, nâmahreme nazar etmiyordu. zikirle, şükürle yaşayıp gidiyordu. manen ilerledi, kerametlere mazhar oldu. kardeşini ziyareti düşündü. süt sağıp bir şehrin yolunu tuttu. eskici kulübesinde kardeşini buldu. bir hanım geldi, ayakkabısını çıkarıp topuğunu gösterdi. Kardeşi baktı. Tamir edeceğini söyledi. Hanım çıplak ayakla bekledi. Kadın ayakkabısını giyip giderken yukarıdan bir şeyler dökülmeye başladı. bu süt damlasıydı. torbadaki süt damlamaya başlamıştı
Eskici kardeş söylendi: İnsanlardan kaçarak dağ başında veli olmak kolay Bütün mesele insanların içinde veli olabilmekte. Anladın mı farkı?
Çoban cevap verdi: haklısın şehirli kardeşim. senin manen yükselmene mani bu manzaralar. düşüş var sende. Eskici cevap verdi: Nereden bildin
Baksana, her gün bunlarla yüz yüze, göz gözesin. Düşmemen mümkün mü? Eskici cevap verdi:
- İşte ben de onu söylüyorum Asıl mesele bunların içinde kendini muhafaza etmek Rabb'ime şükürler olsun ben kendimi muhafaza ettim, Çoban itiraz etti. Beni makamımdan düşüren manzara seni neden düşürmesin? Sen çoktan düşmüşsün haberin yok. Eskici cevap vermek istiyordu. şehadet parmağını ağzına götürüp ıslattıktan sonra torbanın süt akan yerine Bismillah diyerek bastırdı. Bir de baktılar ki, akan süt anında kesildi.
Birbirlerine bakıştılar. sessizliği çobanın feryadı bozdu. kardeşine şöyle diyordu: haklıymışsın şehirli kardeşim! Asıl mesele, dağ başına kaçmak değil, insanlar içine girmek, onların arasında durumunu muhafaza etmekmiş. Siz ne dersiniz bu olaya? Dağ başına mı gitmeli, yoksa şehir içinde mi muhafaza olmalı?
murataltug1985
06-23-2018, 06:19
kaynak vehbi tülek.com
ABDESTSİZ NÖBET TUTMAM
Sultan Abdülhamid zamanında, Sarayda nöbetçi hassa askerleri vardı. nöbetçiler birilerini görüyormuş gibi, belli aralıklarla seslenirler uyanık durduklarını ve vazifede olduklarını duyururlarmış. askerler nöbeti her saat devrederlermiş. Bir gece, sesler duyar Padişah:*Kimdir o?*1 saat sonra yine aynı ses Kimdir o?*Padişah'ın dikkatini çeker. ses, değişmemiştir. Halbuki her saat başı nöbetçi değişmelidir. Nöbetçi niçin değişmemiştir? Sultan Abdülhamid ilgilileri çağırtır Çünkü suikasttan kıl payı kurtulmuştur. Acaba yine bir Ermeni oyunu mu diye düşünür nöbetçi, Padişah'ın huzurundadır. korku ile beklemektedir. Padişah sorar:* kaç saattir nöbettesin?*Bir buçuk saate, Hünkârım.*Niçin saat başında vazifeni devretmedin?*
Hünkârım, benden sonraki arkadaş rica etti, onun yerine nöbet tutuyorum.*Niçin? usulü çiğniyorsun?*
O yiğit Mehmetçik utançla indirir mübarek başını. Ürkekliği artar, söylemek istemez. Fakat Padişah'ın ısrarıyla konuşur:*Padişah'ım, benden sonraki nöbetçi ihtilâm olmuş. "Ben bu halde Halife-i Müslimîn'in korunmasında vazife alamam. N'olur, benim yerime de nöbet tut, sonra da ben tutarım" dedi. kabûl ettim.*Mehmetçiğin inceliği Sultan Abdülhamidin çok hoşuna gider. Sabahleyin gusülsüz nöbet tutmayan askeri getirtir. Davranışından duyduğu memnuniyetini ifade eder
Bir kâse yoğurt
Osmanlıda her paşa ve padişah memleketinde hayır kurumu yapıp ahirete öyle giderdi, fethedilen yerlerde cami, külliye hastane yapıp gittiler Ecdâdımız, kültür müesseseleri kurdular. İnsan Rabbini ansın diye camisiz yer bırakmadılar.
Kanunî Süleymaniye Camiini yaptı. Rabbi’ne böyle bir armağan takdim etdi. ustalara tenbihatta bulundu Kimseden yardım kabul etmeyin"
Cami duvarları yükselirken mahzunca seyreden bir nine vardı. İnekleriyle geçinen bu kadın, Ey Allah’ım, Kanunî’ye servet verdin, malk-mülk verdin, Senin uğrunda cami yaptırıyor. Bu fakir kuluna bir şey vermedin; ne yapayım da, rızanı kazanayım. Benim elimden böyle işler gelmez. Elimden gelen, ustalara yoğurt ikram etmektir." der ve ustalara müracaat eder.
Onlar, padişahın izni olmadığını söylerler kadının ısrarıyla, yoğurdu yerler. Büyük hükümdar, rüyada, yaptığı işin mizanda tartıldığını görür. Terazinin bir kefesine Süleymaniye Camii, diğerine bir tas yoğurt konulmuş ve yoğurt, camiden ağır basmıştır. Sabah olur; Kanunî, ayakları titreyerek ustaların yanına gelir: "Ne yaptınız, kimden ne aldınız?" diye sorar. "Yaşlı ninenin yalvarıp yakarmalarına dayanamadık ve bir tas yoğurt aldık." derler. İşte, Süleymaniye’ye ağır basan yaşlı kadının bir tas yoğurdudur.
İngiliz elçisi Sir Flip Küri’nin pişmanlığı!
Ermeni olaylarında Sultan Abdülhamid’e rapor yazan ingiliz ve Türkiye aleyhinde teşebbüste bulunan ve İngiliz elçisi Sir Flip Küri İstanbul’dan gönderilecekti... padişahın huzuruna kabul olundu.Padişah elçiyi tutabilmek için gezinti teklif etti. Ermeni olaylarını anlattı elçi ingiliz sefaret tercümanına dedi ki:*Yazdığımız raporlarda, hata etmiş ve padişah hakkında iftiraya kadar gitmiş olduğumuzu anladım. müteessirim. bu hatayı tamire imkân yok! O, siyasî bir deha idi...
Evet, düşündürücü ve düşünülmesi gereken bir durum Sultan Abdülhamid gibi siyasî deha İngilizlere bile gerçeği anlatmasını biliyor ve onları yaptıklarına pişman kılabiliyordu. Ya şimdi?..
İngilizler ve yerli iş birlikçiler
Birinci Dünyâ Savaşı’nda İngilizler, İslâm dünyâsını parçalamak için câsusluk ve propagandaya girişdi. Hint Müslümanlarının dostluk ve bağlılıklarına mukâbil Arap dünyâsında çözülmeler başlamıştı. Arap liderlerine Osmanlı Devletinin yıkılmasıyla kurulacak devletlerden taçlar vadedilmekteydi...*
Sultan Reşâd Han sarsılan İslâm birliğini “Hilâfeti Türkler” etrâfında yeniden tesis için Şeyh Senûsî hazretlerini huzûra kabûl etti. Müslüman Âlemini dolaşarak Hilâfet etrafında bozulan birliği kurmasını ricâ etti. Müslümanların en fazla sözünü dinleyecekleri şahsiyet Şeyh Senûsî hazretleri idi. Şeyh hazretleri Sultana, Türk milletine hizmete hazır bulunduğunu bildirdi. Ancak tam bu sırada Sultan Reşâd Han vefât etti. Ve kaderde olanlar başa gelecekti...*
İslam ülkeleri içinde ve dışında Müslümanlar ile gayrimüslimler arasında çatışma çıkartmak Müslüman ve İslam birliğini zayıflatmak, her asırda İngilizlerin vazgeçmediği hedeflerdir. Müslümanların gelişme ve ilerlemeleri engellenecek ihtilaf ve geçimsizlik oluşturulacak birlik ortadan kaldırılacak. Müslümanların fikrî güçlerini, millî servet ve mâlî hazinelerini boşa harcatarak, gençlerin vatana millete hizmet etmelerini önlemek için “yerli işbirlikçileri” ile çalışan “İngiliz casusları”nın hâlâ faaliyette mi
Bayezîd Han ve “Yiğitbaşı”...
Sahte tarîkatleri duyan İkinci Bayezîd Han meclis kurdurdu. Bu mecliste şeyhlerin imtihana etti ve Kim hak kim batıl öğrenmek için Ahmed Şemseddîn hazretlerini Manisa’dan İstanbul’a dâvet etti. Ahmed Şemseddîn Sultan Bâyezîd hazretlerinin huzûruna çıktı ve Osmanlı Sultânının da hazır bulunduğu imtihan heyetine reislik etti.
Ahmed Şemseddîn hazretlerinin tuttuğu süzgeçten hak ve doğru rehberler rahatlıkla geçerken sahteleri tutuldu. mahcup ve perişan oldular. Tekkeleri kapatıldı men edildiler.*
Ahmed Şemseddîn hazretlerine, imtihan sırasında kemâl, dirâyet ve olgunluk sebebiyle “Yiğitbaşı” denildi. Pâdişâh çok hoşnut kaldı ve takdir etti büyük velîyi hediyeleri fakirlere dağıttı. İstanbul’da kalması tekliflerine rağmen, Manisa’ya döndü.
Bu hâdise dilden dile, yayıldı mübareğin ilminden istifade etmek isteyenler Manisa’ya akın etti
Ahmed Şemseddîn hazretleri arkasında yüzlerce talebe ve sekiz cilt eserle 1504 te sonsuzluk âlemine göçtü. Türbesi Manisa’da Seyyid Hoca Mahallesindedir. Zamanla yıkılan ve kaybolan dergahının yerine Yiğitbaşı vakfı tarafından mescid inşâ ettirilmiştir...
murataltug1985
06-26-2018, 21:52
Kaynak dini hikayeler android programı
Paşa köşke geldiğinde, dalkavuklar etrafını çevirerek onu şeyhe karşı kışkırtır tesirde kalan Paşa, Şeyh'in yakalanıp getirilmesini emreder. pişman olur. kararından vaz geçer. hediyeler düşünür. Şeyh hediyeleri kabul ederse, bir taşla iki kuş vuracaktır. Şeyhi kendine bağlaycak, itibarını düşürecek; Müslümanlardaki nüfûzunu yok edecektir. Paşa Şeyh'e altınlar gönderir. altını alan vezir, Emeviyye Câmii'nin yolunu tutar. Şeyhin talebelerinin yanında altını, Paşa hazretleri, ihtiyaçlarınızı görmeniz için gönderdi' der.
Şeyh, şefkatle sâkin bir edâ ile şöyle cevap verir:
Evlâdım! der. Efendinin paralarını geri götür ona de ki: 'O sana ayakalarını uzatmış, ellerini değil!'
EBUL VEFA HAZRETLERİ
İstanbul'un alındığı, Bizans'ın yıkıldığı yıllardır. Akdeniz huzursuzdur . Rodoslu çapulcular çıbandırlar. bu adada güzel üzüm yetişir nefis zeytin olur. ada sakinleri bağla uğraşmaz. Ticaretten ve sanattan da uzak bildikleri tek iş Yol kesmektur Rodoslu haydutlar ticaret gemilerini yağmalar, köylerini basar kazandıklarını şaraba yatırır Limandaki batakhaneler eşkıya kaynar. tek yolları: soygun ve can yakmaktır Ebûl Vefa hazretlerinin hac kafilesi saldırıya uğrar. Mübâreğin kaybedecek bir şeyi yoktur. üç ölçek hurma, birkaç testi zemzem. korsanlar insan sarrafıdı Müminlerin hürmetini gözden kaçırmazlar. Böylesi asil biri para etse gerekdir. Osmanlı âliminin uğruna neler vermez ki?
Mübârek ebul vefa hazretleri kendisini hapise tıkan zalimlere kızmaz. 'hayır olmalı' der, büker boynunu. acıma duygusu ağır basar. ''Ah bir hakikatleri görebilseler!'. der İnsan haydut da olsa insandır. zindancı büyük velinin şefkatini yakalar, ve şefkate yakalanır. zincirlerini çözer, onu aydınlığa taşır. Uzun kış geceleri sohbet ederler. Mübarek Rumca öğrenir, muhafızlarla dost olur. Hastaları tedavi eder, dert dinler. O muhabbet köprüsüdür gönüllere. Şövalyeler bu rehineden yüklü bir fidye beklerler. Kahramanoğlu İbrahim Bey, Ebûl Vefa sevdalısıdır. Mübareğin Rodoslularda olduğunu öğrenince beyninden vurulur İstenen meblâğı tez denkleştirir, koşar adaya.
Ebûl Vefa Hazretlerinin ayrıldığı gün zindancı hoş olur. küflü dehlize böylesi bir bilge gelmemişdir. Ve zor gelir. Hapiste geçirdiği günler Ebûl Vefa Hazretleri'ne tesir eder. İstanbul'da Rumların olduğu semt Vefa'ya dergahını kurar insanlara kapı açar. hakkı tebliğ eder. Gülene de anlatır, sövene de. dergâhlar râm olur, Mübarek güler yüzlü ve nüktedandır. maharetle nakşeder zihinlere.
Ebûl Vefa'nın Fatih'e karşı sevgisi vardır. Onu bir kere bile görmez ama gecelerce dua eder. Genç Sultana manevi zırh olur. Fatih himmeti iliklerine kadar hisseder. Rüyalarını nur yüzlü veli süsler. dayanamaz, dergahını tıkırdatır. Ancak Ebûl Vefa Hazretleri 'Hayır!' 'Görüşmesek daha iyi.'
Koca Fatih sultan hıçkırmaktadır. hüzündür çöker Talebeleri çözemezler. Rumlara bile kıymet verilip, buyur edildiği vefa hazretlerinin tekkesi cihan padişahına neden açılmaz mübarek vefa hazretleri bu hikmeti şöyle anlatır aramızdaki muhabbet vazifemizi unutturacak kadar fazla. Sultan sohbetin tadını alırsa sarayda duramaz, sultanlık basit gelir tacı tahtı bırakır, dervişliğe kalkışır.' Hatırlarsanız Fatih'in dervişliğini ilk keşfeden ve yüz vermeyen Akşemseddin'dir.
Ebûl Vefa Hazretleri semtte çok sevilir. Mahalle halkı mübareğin naaşına sahip çıkar, güzel bir camiyle adını yaşatırlar. Unkapanı, Fatih, Süleymaniye arasındaki muhit vefa adıyla tanınır. Esnaf ona Fatiha okumadan dükkan açmaz, çocuklar okulda lahza durur, mırıl mırıl dua okur.
şu işe bakın!' koca koca imparatorlar silinipyor, Allah dostları hatırlanıyor daima.
murataltug1985
06-26-2018, 21:53
Kaynak dini hikayeler android programı
Buharalı Seyyid ...
Seyyid Muhammed Buhara'da doğar. ilim meclislerine koşar. Okur, okutur, , öğretir, hasılı iyi yetişir. Babasının (Seyyid Emir Külâl hazretleri'nin) vefatıyla Medine'ye yerleşir. Alemlerin Efendisine komşu olmalı ve ömrünün sonuna kadar onunla kalmalır hacceder, sonra Münevver Beldede görülmedik bir kalabalık vardır. misafirhanede yerini serer. Ancak binaya bakanlar alelacele gelir, 'Ama efendim orası Seyyidlere ayrıldı' diyince Seyyid Muhammed güler. 'İyi der, 'Ben de Seyyidim Görevliler delil isterler. Seyyid Muhammed ellerini açar, söyleyin kim şahit olsun?' der. şahit
Dedemdir diyerek Mescid-i Nebi'ye gelir Genç Seyyid kabre döner, 'Esselamü âleyküm ya ceddi!' der. Kabirden ses duyulur 'Ve âleyküm selâm ya veledi!'
Seyyid Muhammed rüyasında Efendimiz'le, Hazret-i Ali'yi görür. Anadolu'ya gitmesi emredilir. Üç nurdan kandili takip edecek, kandillerin söndüğü yere yerleşecektir. Seyyid kandilleri bulur. Seyahat haftalar sürer kandiller söner. Uludağda yemyeşil beldede Bursa'dadır Yöre halkı onu keşfetmekte gecikmez. Sultan derler ona. Emir Sultan!
Bayezid Macarlar'la savaşmaktadır. kayıplar büyüktür. Yaralılar çoktur cerrah sıkıntıları vardır. Revirde bir genç çıkar. mahir bir hekimdir. sultanın yarasını sarar. Bâyezid sargıyı çözerken hayretten dilini yutar. bu hanımının nişanlıyken verdiği mendilin yarısıdır. Sırrı bilmek ister. Ama esrarengiz genç yoktur ortalıkta. Niğbolu müstahkem bir kaledir. Osmanlı ordusu tek taş sökemez. kaleye girmek hâyâldir. Yıldırım kolay pes etmez. Büyük bir âzimle yürür surlara ümidini yitirmek üzeredir ki, kale açılır. Osmanlı ordusunu buyur eden genç kolundaki yarayı saran hekimin ta kendisidir.
Yıldırım Edirne'de konaklar. Ailesi Bursa'dadır. Bâyezid'in Fatıma adında takva sahibi bir kerimesi vardır. rüyasında Efendimiz'i görür. Ondan Muhammed Buhari ile evlenmesi istenir. kızcağız edebinden kimseyensöyleyemez. Ertesi gün Server-i Kainat yine rüyasını şereflendirir şefaatime kavuşmak istiyorsan dinle beni Fatıma Sultan'ın talibi çoktur. namlı beyler sıradadır. Emir Sultan gibi fakir ve garip biri onlarla aşık atamaz. Ancak Hundi Sultan kararlıdır. ne olursa olsun Emir Sultan'la evlenecektir. sırrını kimselere açamaz. Hem Emir Sultan'ın Efendimden haberi var mıdır acaba?
Emir Sultan dünür yollar saraya. Valide sultan dudak büker. Söyleyin ona' der, 'kırk deve yükü altın getirsin, alsın kızımı!' Emir Sultan 'göndersin develeri!' Mübarek, devecibaşını Nilüfer çayına götürür. çakılları göstererek 'Doldurun!' der, kendi keselerinizi de.' Devecilerden bazıları hikmet olmalı' der, bazısı güler. içlerinden biri 'n'olacak deyip döker. Muhammed Buhari Hazretleri Valide Sultan'ın huzuruna çıkar. Zemini kıpkızıl altın kaplar. Valide sultan korkar. diyecek tek sözü vardır: 'Nasıl istiyorsan öyle olsun!'
Emir sultanın nikah haberi Edirne'ye ulaştığında Yıldırım çok bozulur. 'Benim kızım, benden habersiz nasıl evlenir?' der ve kızını cezaya Süleyman Paşa'yı Bursa'ya yollar. Valide Sultan kızına ve damadına siper olur. büyük âlim Molla Fenari araya girer Bayezid'in Molla Fenari hazretlerine hürmetini bilen Süleyman paşa boyun büker, aylar geçer. Bayezid Bursa'ya gelir Halk sultanı karşılar. Yıldırım esrarengiz birini görür atından iner. sorar: yiğidim o maharet neydi Emir Sultan hazretleri Feth suresi okur. 'Allah'ın kuvvet ve yardımı, biat edenlerin vefa ve sadakatlerinin üstündedir' Bayezid sorar: '-Adını bağışlar mısınız?
-Muhammed! Buharisi'de var mı? Elinizi öpebilir miyim baba. Hayır. Öpülecek el seninki.
Ve kucaklaşırlar.
Yıldırım Bayezıd Niğbolu zaferinden sonra muhteşem bir mescid yaptırmak ister. Mimarlar Ulucami'nin bulunduğu mevkide karar kılarlar. arsada bahçesi olanlara başka yer verilir. gönülleri hoş edilir. yaşlı bir kadıncağız Evim de evim" feryadı tutturur fevkalade ücretlere omuz silker, olmaz" der. vezirlerin Sultanlara direnir. Ama
Sultan Bayezid caminin yerini sevmiştir. divanı toplar, çözüm arar. Kadılar "mal onun derler, "satarsa satar, satmazsa satmaz!" Meclis çaresizlikle dağılırken Bayezid damadı gelir. Emir Sultan'ı Mübarek tebessüm eder. "Acele etme!" "Bir gecede neler değişmez?" İhtiyar kadın rüyasında mahşeri görür. dehşet anıdır. korkunç azab vardır. İnsanlar âlemlere rahmet Efendimiz'in yanına koşarlar. Şefaate kavuşurlar. Kadıncağızın yürümeye, mecâli yoktur. vücudunu taşıyamaz, t Feryad figan ağlar. Emir Sultan'ı görür, "Herkes cennete gitti" der, "Ben bir başıma kaldım Mübarek gönül ferahlatan sesiyle sorar, "Kurtulmak istiyor musun?" Kadın cevap verir: Hiç istemez miyim?
Öyleyse Sultanımızı üzme! Ertesi gün kadın ayağı ile gelir, evini verir. Evinin ücreti bağışlar camiye.
Emir Sultan, Yıldırım'ın Timurla savaşmasına razı değildir. kardeş kavgasına mani olamaz. ve anlatır Ne bu savaşın manası ne de kazanma şansı var Yıldırım Han mağlubiyet tatmamışdır. Timur da mağlubiyetsizdir kaç devlet yıktı ülkesi büyük, askeri fazla. Maveraünnehr ilimde, ve sanatta önümüzde. Ben Yıldırımın manevi zırhıyım Timurda koruyucusuz değildir zamanın kutbundan dua aldı. Yıldırım Han aklını örten öfkesinin farkına varmadıkça Zor günlere hazırlansanız iyi edersiniz.
Ankara savaşında yaşanılan acı mağlubiyetin ardından Timuroğulları Bursa'yı muhasaraya aldı. Şehir halkı zor durumdadır, aç kalır. çadırlar sökülür. Asya yollarına göç düzülür.
Anadolu halkı Emir Sultan Hazretleri ile Yıldırım arasındaki menkıbeleri anlatır. Hâlbuki büyük veli Çelebi Mehmed'in yanındadır. Ankara savaşının ardından Anadolu karışır. Musa Çelebi, İsa Çelebiden Bursa'yı alır. Süleyman Çelebi Edirne'yi tutar. Ancak bunlar devleti muhteşem günlerine döndüremez Şehzade Mehmed iyi bir asker ve liderdir. fitne çıkarmaktan çekinir. işaret bekler. Allah dostları ne derse onu yapacak. kardeşlerinin emrinde çeri olacaktır. Bir gece rüyasında Murad-ı Hüdavendigar'ı görür, yanında Emir Sultan vardır. Dedesi kılıç verir, kar renkli küheylanı gösterir "Haydi!" der, "Vazife sende!" Çelebi Mehmet hâlâ Emir sultan bakışları ile cesaret verir "Korkma!" der, "yanındayız!" Çelebi Mehmed işaretle yola çıkar Osmanlı Devletini silbaştan kurar. Çelebi Mehmed'in başardığı iş Osman Gazi'ninkinden aşağı değildir.
Emir Sultan vefatından sonra büyük hürmet görür. Yavuz Mısır seferine çıkarken büyük velinin nurlu türbesini ziyaret eder, imdat diler. Kabirden ses gelir: Ya Selim! Ey Selim. İnşallah Mısır'a emniyet içinde girersin Ve öyle de olur!
murataltug1985
06-26-2018, 21:54
Kaynak dini hikayeler android programı
DÜNÜN EŞKIYASI
İrşad faaliyetinden dönen bir Osmanlı alimini bir eşkiya çevirir. gözü hocanın köstekli saatindedir saldırır. eşkiyabaşı'ndan serrt bir ihtar alır Hocaefendinin saatine dokunma Namazlarını o saatle kılıyor! bir kadını ablukaya alan eşkiya, kadına seslenir: Bacım korkma. namusunda gözümüz olamaz. Bizim de bacımız, anamız vardır. Biz sadece ekmeğe muhtacız. Bize bir parça ekmek ver yeter. Bugün kadın-çocuk, genç-ihtiyar demeyip katleden eşkiyayı düşündükçe....
ETME BULMA
Bir kadın ve yaşlı kayınpederini istememekte, evin huzurunu bozmaktadır. Bir gün kocasına Bey bezdim. gün göremedim. Gençliğim gidiyor. Ya ayrılalım, babanla kal., ya da al babanı al götür beraber kalalım. ben gidiyorum. Adamcağız şaşkın sitemkarca Ne diyorsun hanım, o babam öldüreyim mi, atayım mı? Kimi var bizden başka , dese de karısı ısrar ediyordu. Adam babasını dağa bıraktı oğluyla alarak yola koyuldu. oğlu:
Dedemi almadık baba. Deden ihtiyarladı orada kalacak. Torun ısrar eder: En sonunda çocuk
Baba, sen ihtiyarladığında ben de seni dağa mı bırakacağım? der demez adamın aklı başına gelir.
Baba oğluna: Evlâdım, beni bırakıp gidemezsin. Çünkü ben babamı bırakmadım. Ölünceye kadar hizmet ettim. Bu dünya etme-bulma dünyası» diye... Sen ne yaparsan sana da onun aynısı yapılacak.
Endülüsün fethi
Endülüs fatihi Tarık bin Ziyad, ispanyada on iki bin kişilik ordusuyla Kral Rodrik'in doksanbin kişilik ordusunu yenmiştir (711 Mayıs). Endülüs'te fetih hareketlerini sürdürmüş Tarık ve başkent üzerine yürüyünce, ahali kaçmış,ve tuleytula hıristiyanlardan alınmıştı.fetihten sonra Tarık, Medinetü'l-Mâide' (Sofra Şehri) de Hz. Süleyman a.s.'ın sofrasını ele geçirdi. sofra yeşil zümrütten yapılmış, kenarları ve ayakları inci, mercan, süslüydü. Üç yüz altmış ayağı vardı. Kuzey Afrika valisi olan ve Tarık'ın fetihlerine destek veren Nusayr da, Tarık'tan bir yıl sonra Endülüs'e girmiş; iki ordu buluşması bir yıl sonra buluşmuş iki büyük komutanın gayretiyle Endülüs iki yılda fethedilmişti
Endülüs'ün fethinde Tarık b. Ziyad Cebel-i Tarık Boğazı'nı geçip Endülüs'e girince, esirlerden yaşlı bir kadın şöyle demiş: bir kocam vardı. Buralara gelip galip olacak bir komutandan bahsetti komutanın sol omuzunda kıllı bir ben var dedi
Tarık elbisesini kaldırınca, bir ben görüldü. Tarık ve yanındakiler bunu fetih müjdesi saydılar.
Musa b. Nusayr şehirleri zaptederek ispanyada içlerinde ilerlerken, geniş bir araziye ulaştı dikili bir taşta şu yazıyı gördü Ey İsmailoğulları varacağınız son yer burasıdır. geri dönünüz. : Sizler kavga ve ihtilafa düşeceksiniz.' Musa geri döner. Romalılar Endülüs'e girdiklerinde bir evle karşılaştılar. her kral buraya bir kilit ekliyordu. Gotlar da aynısını yaptılar. Rodrik İspanya kralı olunca, bütün uyarılara kilitleri açtı.İçeride kırmızı sarıklı ve siyah atlı Arapların resmini gördü. Su yazı vardı: 'ev açıldığında, ülkeye girecekler.' İşte o sene Endülüs fethedildi.
Şefaat
Ümmü Hamide'nin eşi gözü eşi İmam Sadık (a.s)'ın vefatını teselliye gelen Ebu Basir'e ilişince, gözyaşları akdı. Ümmü Hamide, Ebu Basır'e:
İmam'ın can çekiştiği anda, hazır değildin! Tuhaf bir mesele oldu. İmamın son anlarıydı. İmam Gözleri kapanmıştı. İmam, ansızın gözlerini açtı yakınlarımı toplayın' buyurdu. Tuhaf bir emirdi İmam, madem ki emir vermişti, hepsini topladık. İmamın yakınları ve akrabalarından gelmemiş Hepsi, bekliyordı. İmam, Bizim şefaatimiz namazına önem vermeyen kimselere asla nasip olmayacaktır' buyurdu.
Siz hala akıllanmayacakmısınız
Hazret-i İbrâhim aleyhisselâm peygamber olarak gönderildiğinde, puta karşı çıkmış putların işe yaramaz taş, metal ve ağaç yığını olduklarını anlatmıştı. Onlar ise buna itiraz etdi İbrâhim aleyhisselâm, kavminin zihnini ve vicdânını harekete geçirmek yoluna başvurdu. tapınaktaki bütün putları kırıp, baltayı en büyüklerinin boynuna asmış; kavmi Bunu ilahlarımıza kim yaptı? Muhakkak o zâlimdir, dediler. Bir kısmı da
bir genç duyduk; İbrâhim denilirmiş' onu getirin. Bunu ilahlarımıza sen mi yaptın ey İbrâhim?
İbrahim aleyhisselâm cevap verdi:
Belki de bu işi, şu büyükleri yapmıştır. Hadi sorun eğer konuşuyorsa!.. Bunun üzerine nefislerine döndüler Doğrusu siz, zâlimlersiniz! dediler.
Sonra eski kafalarına döndüler
Hz. İbrâhim'e Sen bunların konuşmadığını biliyorsun, dediler. İbrâhim aleyhisselâm
Öyleyse, Allâh'ı bırakıp da, hiçbir şekilde size ne fayda ne de zarar verebilen bir şeye tapacak mısınız? Size Allâh'ı bırakıp taptıklarınıza yuf olsun! akıllanmayacak mısınız? bir kısmı,
yakın onu da ilahlarınıza yardım edin! dediler.
Hz. İbrâhim'in kavmi onu yakmak için büyük ateş hazırladı!.. eli-kolu bağlı ateşe attılar! İbrâhim aleyhisselâm, 'Bana Allâh'ın sahip çıkması yeter; o, ne güzel bir sahip' diyerek Allâh'a sığınıyordu.
'Biz, 'Ey ateş! İbrâhim için serin ve selâmet ol!' dedik.' Yani Cenâb-ı Hak, ateşten sıcaklık ve yakıcılığı giderdi. Hz. İbrahim kavmine 'Yuh size Allah'tan başka taptıklarınıza!' demekte, Siz hâlâ akıllanmayacak mısınız?' diye sormaktadır...
Evet soru bu: 'Siz hâlâ akıllanmayacak mısınız?'
Cenâb-ı Hakk'tan dileğimiz; verdiği akıl nimetini, kendi yolunda, rızâsına muvâfık şekilde kullanmayı nasip eylesin. Âmîn...
murataltug1985
06-26-2018, 21:55
Kaynak onedio.com
30 Şehrimiz İsmini Nasıl Aldı
Adana Adana'yı Tarsus'la harbeden Adanos ve Saros adında iki kardeşin kurdu Adanos ismini şehre ve Saros da ismini nehre koydu
Adıyaman ilk zamanlarda, Piran Köyü'nün yerine kuruluydu ve Perre adını taşıyordu. Emeviler, buraya bir kale yaptırdı. Kent Mansur'un Kalesi anlamına gelen ''Hısn Mansur'' adıyla anıldı Kent, 1. Selim zamanında alınınca Türkler, buraya Adıyaman demeye başladı
Afyonkarahisar Eski adı Akroenos olan şehri Selçuklular uzun süren bir kuşatmadan sonra ele geçirdiler. “Hisar” kuşatma anlamına gelir. Acılarla elde edilen yere “Karahisar” dediler kara taşlardan bir kale kurdular. Onaltıncı yüzyılda bölgede*afyon yetiştirilmeye başlayınca, Karahisar’ın başına Afyon eklendi ve şehir “Afyonkarahisar” adını aldı.
Aksarayda Selçuklu Sultanı Kılıçlararslan çok sayıda yapı yaptırmıştır. Şehir ismini, şehirde yaptırılmış olan büyük ve beyaz bir saraydan almıştır.
Amasya şehrini Amazon kıralı Amasis kurdu ve Amasis kenti anlamına gelen “Amasesia” ismini verdi.
İslam kaynaklarında*Ankara adı Enguru olarak geçer. Ankara sözü Farsça “Üzüm” anlamına gelen Engür’den, ya da Yunanca’da Koruk anlamına gelen "Aguirada"dan türemiştir. Hint-Avrupa dillerindeki “Eğmek” anlamına gelen Ank ya da Sankskritçe de; “Kıvrıntı”, anlamına gelen "ankaba"dan Latince’den çengel anlamına gelen "uncus"dan türediği ileri sürülmektedir. Frig dilinde Ank “engebeli, karışık arazidir” Şehrin diğer isimleri; Ankyra, Ankura, Ankuria, Angur, Engürlü, Engürüye, Angare, Angera, son olarak Ankara şeklini almıştır.
Antalya ilk olarak Bergama kralı olan Attalos kralı tarafından kurulmuş ve Attaleia ismiyle anılmıştır. Ardından Adalia, Antalia ve son olarak*Antalya*ismini almıştır.
Artvin İskitler tarafından kuruldu. *Yunan tarihçisi Heredot’un İskit diye nitelendirdiği bu devlet çağının öncüsüydü. Tekerleği icat eden, atı evcilleştiren, ilk beyin ameliyatını gerçekleştiren İskitler, Artvin’i askeri üs olarak kullandılar Artvin sözü İskitçe’dir.
Balıkesirin Antik Çağdaki adı Mysia'dır. İlin, adını nereden aldığı hakkında rivayetler vardır. Eski Hisar Bal-ı Kesr (Balı çok), Pers Devlet adamı Balı-Kisra'nın adından, ya da Balak-Hisar veya Balık-Hisar'dan geldiği söylenir.
Bitlis Bageş” ya da “Pagiş” sözcüklerinden türemiştir. Büyük İskender’in komutanı “Badlis” burada bir kale kurmuş.*Bitlis sözcüğü bu komutanın isminden kaynaklanıyormuş.
Bursa*adı, bu şehri kuran Bitinya Kralı Prusias'dan gelmektedir. MÖ 7. yy'da bölgeye göç eden Bitinler buraya Bitinya adını verirler. MÖ 185'te, Kartaca'nın yetiştirdiği büyük general Hannibal'ın Kral I. Prusias'a, Prusias ve Olympus kentinin kurulmasını örgütlediği bilinmektedir. Prusias adı zamanla Prusa, sonra da Bursa'ya dönüşmüştür.
Çorum isim Çoğurum kelimesinden gelir. Çoğurum kelimesi bölgede yaşayan Rum’lardan gelmektedir.
Diyarbakır Bakır ülkesi anlamına gelmektedir. kaynağı Diyar-ı Bekir'dir. Bekir'in memleketi anlamına gelir. Bekir b. Va'il adlı Arap göçebe boyu buraya yerleşmiştir Diyarbakır'ın eski adı Amid veya Amed'dir. Gelen veya bizim anlamına gelir. Dede Korkut Amid'e Hamid de denilmiştir.
Elazığ 1862 yılında o dönemde padişah olan sultan Abdulaziz’in uğruna Mamuretülaziz ismi verilmiştir. isim uzun bulunmuş ve Elaziz diye değişmiştir. 1937 yılında ise Elazığ olarak değiştirilmiştir.
Gaziantep eski adı Ayıntab’dır. Kelime anlamı pınarın gözü demektir. Antep olarak değiştirilmiştir. Gazi kelimesi Kurtuluş Savaşındaki destek ve başarıdan dolayı verilmiştir.
Hatay şehre ismini Atatürk vermiştir. Avrupa, adı Hıtaylar olan yarı göçebe kabilelerin Çin’in kuzeyini işgal ettikleri için Çin’in kuzeyine Hıtay demişlerdir. Atatürk, Hıtaylıların Antakya bölgesine geldiğine inanıyordu ve bu nedenle şehre*Hatay ismini vermiştir.
Iğdır Kentin ismi Oğuz Han'ın altı oğlundan biri olan Deniz Han'ın en büyük oğlu olan İğdir Bey'den gelir.
İstanbul MÖ. 658 yılında Megara kralı Byzas tarafından kuruldu şehre kurucusundan dolayı Bizantion adı verilmiştir. Roma imparatoru Marcus Avrelius döneminde imparatorun manevi babasının adıyla “Antion” olarak anıldı. Bizans İmparatoru Konstantin şehri yeniden kurunca buraya kendi adını verdi. Şehre “Konstantin veya Konstanpolis” adı verildi. Araplar “Kostantiniye, Romalılar Konstantinopolis” demişlerdir. ismi kısaltılmış “Stin-polis” deyimi kullanıldı. İstanbul*bu “Stin-Polis” şehrinden türetildi. Türkler burayı alınca Müslüman şehir anlamında “İslambol” adını verdiler. daha sonra İstanbul olarak değiştirildi.
İzmir Şehrin asıl adı “Smyrna”dır.*İzmir*kelimesi smyrna’nın halk arasındaki kullanışıdır Homeros destanlarında bu kent ismini Kıbrıs Kralı Kinyras’ın kızı Smyra’dan alır tanrıça Artemis İzmirli’dir. Kimi kaynaklara göre İzmir şehrini ilk kuran*Hititler*değil, Amazonlar’dır.
Kars MÖ 130-127 yılında buraya yerleşen Karsak oymağından dolayı şehre Kars adı verilmiştir. Kars kelimesinin anlamı deve ya da koyun yününden yapılan elbise veya şal kuşağı anlamına gelir.
Kırıkkale ismi Osmanlı arşivlerinde Kırıkkal şeklindedir. Bizansın kale komutanı, akıncıların kaleye hücum ettiğini öğrenir eğer mağlup gelinirse barut fıçılarının havaya uçurulmasını emreder. Bizans mağlup olur ve barut fıçıları her yeri yerle bir eder. Şehrin ismi şehirdeki kahramanlıktan gelir
Kırklareli isimi, bu bölgeyi Türklere katan 40 savaşçıdan gelir. savaşçılar deliler veya akıncılar olarak bilinir bölgeyi fethederken öleceklerini bildikleri halde kaleyi ele geçirdikten sonra can vermişlerdir.
Konya şehrinin isminin Kutsal Tasvir "İkon" sözcüğüne bağlıdır Mitolojide değişik rivayetler bulunur hikâyelerden birinde kente dadanan ejderhayı öldüren kişiye şükran ifadesi bir anıt yapılır üzerine olayı anlatan bir resim çizilir. anıta verilen isim, İkonion dur. İkonion zamanla İcconium'a dönüşür.Araplar kente Kuniya ismini vermiş Selçuklu ve Osmanlıda bu ad Konya'ya dönüşmüştür.
Mersin'in tarih sahnesine çıkışı 19. yüzyılın ortalarıdır. bir köy olan bölge, konar göçer bir Türkmen aşiretine ev sahipliği yapmış ve adını bu aşiretten almıştır.
Nevşehir Kent, Orta Çağ ve Yeni Çağ'da, Seandos; Nissa ve Muşkara adıyla anılıyordu. Damat İbrahim sadrazamlığa getirildiğinde doğduğu kent Muşkara'da bayındırlık hareketine girişti. İmaretler, camiler, medreseler, hamam ve çeşmeler yaptırdı. Muşkara adını değiştirerek, yenişehir anlamına gelen Nevşehir adını verdi.
Antik Çağ da Rhizus olarak anılan Rize adının Yunanca "riza"dan geldiği sanılmakta olup anlamı "Dağ Eteği"'dir.
Sinop Antik Çağ'da, Paflagonya bölgesinde kalan Sinop'un en eski adı, Sinopedir. kent adını kurucusu olarak kabul edilen bir Amazon'dan almıştır. söylenceye göreyse, kenti eski*Yunan'da Irmak Tanrısı Asopos'un su perisi kızlarından Sinope kurmuştur.
Sivas Kentin Farsçada “üç değirmen” mânâsına gelen “Sebast” kelimesinden gelir; Sebast ismi zamanla halk dilinde*Sivas*olarak yerleşmiştir.*
Şırnak, Nuh'un gemisi kalıntılarının olduğu öne sürülen Cudi Dağı’nın kuzeyinde 'Şehr-i Nuh' adıyla kurulmuş, önceleri "Şerneh", daha sonraki yıllarda ise "Kürdara Şırnak" adını almıştır.
Trabzon Yunan*mitolojisinde Lycaon’un oğlu Trapezeus'un Arkadya'daki adaşına ismini verdiği Trabzon'un da bu mitolojik kahramandan adını aldığı ve kent adının Yunan toponomi geleneğinden kaynaklandığı düşünülmektedir.
murataltug1985
06-26-2018, 21:55
Kaynak vehbitülek.com
MİMAR SİNAN
Şehzadebaşı Camii Mimar Sinan eseridir
1990 restorasyondaki mühendis anlatır kalıp çakacaktık. iki taşın birleşme noktasında
cam şişeye rastladık. Şişedeki beyaz kağıt Osmanlıca Mimar Sinan tarafından yazılmıştı. Şunları söylüyordu. taşların ömrü 400 senedir. taşları yenilemek isteyecek kemeri nasıl inşaa edeceğinizi bilemeyeceksiniz. mektubu
kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum.
Şehzadebaşı Camii Mimar Sinan eseridir camiyi yaparken koca sinan 400 yıl sonraya mektup yazmış caminin altına saklamıştır mektup 1990 da keşfedilmiştir Bu insanın, yaptığı işin kalıcı olması için gösterdiği çabanın üstün örneğidir. taşın ömrünü bilmesi, yapı*tekniğinin değişeceğini bilmesi 400 sene dayanacak kağıt ve mürekkep kullanması koca mimarın yüksek bilgi seviyesi ve
400 sene sonraya çözüm üreten sorumluluk duygusudur.
Hristiyan tarihçinin kaleminden “hac”
18. yüzyılda Osmanlı ülkesine gelen Hristiyan tarihçiler İslama hayranlığını şöyle ifade ediyor:
Hac Müslümanları birbirine bağlıyor ibadeti imanı eşitliği anlatıyor Biz Hristiyanlar böyle bir eşitlik ve ahlakı gösterebiliyor muyuz kilisenin içinde, mezarlarımızda ulu eşitlik kavramından eser yok. camide Allah’ın şanına yakışmayan, lüzumsuz ve boş süslemeler, heykeller yok yalnızca Duvarlara işlenmiş Kur’an ayetleri, bir mihrap, bir kürsü müminler için tertemiz sergiler. Hiçbir şeref kürsüsü hiçbir özel yer ve hiçbir derece farkı göremezsiniz Müslüman mabetlerinde... Sadece ibadet eden insanlar vardır ve ibadetten alıkoyacak ibadet edenleri rahatsız edecek hiçbir şeye rastlayamazsınız...”
Çanakkale şehitlerinden
Çanakkale savaşlarında “Ateşkes sırasında Türkler şehitlerini gömüyorlardı. bu korkunç görevde dost ve düşman iş birliği yaptılar...”Mehmetçiğe, bir Avustralyalı sığır eti getirir.*ve Her iki taraf siperlerine çekilir Avustralyalı askerler Türk siperlerine saldırırlar ve Avustralyalı asker ağır yaralanarak Türk siperlerine düşer. can çekişir *
Mermi yağmurunun ortasında bir Türk, siperden fırlar yaralı askerimizi sırtına alır ve bizim hatlara taşır ve Oracıkta şehit düştü”
Çanakkale savaşlarının bir Türk, siperden fırlayarak düşmanın yaralı askerini omuzlar ve düşman hattına taşır. Sonra Türk hatlarına birçok yerinden yaralanan askerimiz yere düşmeden ancak üç adım atabilmişti. Ve şehit düşmüştür Yaralı Avustralyalı, aç iken Türk askerine et veren askerdir. Onu sırtında taşıyan Türk, Avusturulyalı düşman askerine borcunu ödemek istemiştir
SAHİBİNİN KURSAĞI
Osman Gazi, çok merhametliydi. Ağır yük yükletilmiş at ve eşek sahiplerine hindi ve tavukların baş aşağı taşınıp, aç bırakılmalarına çok kızardı.Pazar yerinde iki tavuğun kursağını bomboş görüp sahibini azarladı fakir köylü, gözyaşlarıyla Osman Gazi’ye:“Tavukların kursağını yokladın onların sahibini yoklasaydın olmaz mıydı? Bende var mı ki de onları doyurayım diyince Osman Gazi, tavukları çok yüksek bir bedelle satın alarak, fakir adama yardım etti.
OSMANOĞLUNUN ÖLÜSÜNDEN BÖYLE KAÇARSIN
Karamanoğlu 2. Mehmed Çelebi Mehmedin akrabasıydı ancak sürekli osmanlı ile savaşırdı. Osmanlı Rumeli seferindeyken, 1413 de* Bursa’yı kuşatmış, Hacı İvaz Paşa’yı teslim alamamıştı kendi öz dayısı Yıldırım Bayezid Han’ın kabrini yaktı
Musa Çelebi’nin cenazesi Bursa’ya gelince geri çekilme emri verdi. emri gururuna yediremeyen bir subay Sultanım, Osmanoğlu’nun ölüsünden kaçarsın, dirisi gelseydi halin nice olurdu ve subay idam edilmiştir
EĞER PADİŞAH BİZ İSEK...
Sultan II. Murad,13 yaşında Şehzade Mehmed’i tahta geçirdi. Çocuk yaştaki hükümdar Avrupalıları ümide düşürdü. Polonya Kralı Ladislas, Macar kralı Yanoşu ve 100.000 kişilik haçlı ordusu Osmanlıları Balkanlardan atmak için sefere çıktı. Veziriazam Halil Paşa,Sultan Murad’a ordunun başına geçmesini bildirdi ise de kabul ettiremedi. genç Mehmed, babasına mektup göndererek şunları yazdı:padişah iseniz, başda olmanız icab eder. padişah biz isek, size emrediyorum, hemen ordunun başına geçiniz!”
Çıldır zaferi
1578 te İran 30.000 kişilik orduyla Osmanlı sınırında Erzuruma saldırınca Derviş Paşa Çıldıra gönderildi. üç yüz askeriyle derviş paşa Dağları inletti yalın kılıç düşmana daldı ve bozdu cenkte Derviş Paşa’nın askerleri şehid oldu zafer Derviş Paşa’nındı Gazan mübarek olsun, kazandık dediler yüzünde tatlı bir gülümseme ağzından “Allah” sözü çıktı ve gözlerini kapadı. Kahraman Paşa şehid olmuş çıldır zaferi kazanılmıştı
1578 te iran erzuruma saldırdı çıldıra derviş Paşaya hücum eddiler Derviş Paşa yenilgiyi kabul etedi bahadırlığına yakışır şekilde karşı koydu. Erzurum beylerbeyi . Özdemir Paşa yardıma yetişti. Derviş Paşa bahadırları ve aslanlarıyla atını düşmana sürdü. Göğsü al kandı. Beş bine yakın asker kaybeden İranlılar mağlup olmuştu çıldır zaferi kutlanıyordu. cenk bitti Gazan mübarek Derviş Paşa dediler paşa gülümsedi ağzından son kez “Allah kelimesi çıktı Kahraman Paşa şehid oldu
murataltug1985
07-12-2018, 21:55
Kaynak kurtuluş-savaşının-kahramanlarının- hikayeleri.nedir
Seyit Onbaşı
1889 un Eylül ayında Havran İlçesi Çamlık* köyünde dünyaya gelen seyit , 1909 yılının nisan ayında askerlik vazifesine başladı.1912 de Balkan Savaşlarına katıldı savaş bittikten sonra topçu eri olarak Çanakkale Mecidiye Tabyasında görev aldı.
Savaştan sonra 1918 de köyüne dönen seyit onbaşı baba mesleği ormancılık ve kömürcülükle hayatını devam ettirmistir** 18 Martın asıl kahramanlarından olan ve Deniz Zaferi,ne son noktayı koyan Seyit Onbaşı 1939 da zatüreden vefat etmiştir. doğduğu köy onun adıyla anılır
Çanakkale savaşlarında uzun menzilli toplar son derece etkiliydi. Ancak Mecidiye Tabyasının topları isabet almış ve kullanılmaz hale gelmişti Düşman askerlerimizi şehit etmis, ayakta Havranlı seyit ve birkaç asker kalmıştı Seyit 276 kiloluk mermiyi sırtladı namluya sürdü ve düşmanı boğazın derin sularına gömdü kahramanlıkla adını Türk tarihine yazdırdı ve kahraman Kumandan Miralay Cevad Çobanlı onbaşı rütbesiyle ödüllendirildi*** Savaştan sonra 1918 de köyüne dönen seyit onbaşı baba mesleği ormancılık ve kömürcülükle hayatını devam ettirmistir**
EDİNCİKLİ MEHMET ER
Edincikli Mehmet Er'in kolunu top mermisi parçalamıştır ve bir et parçası sarkmaktadır.
Komutanım ne olur* kolumu kes deyince
Allah Aşkına, Allah Rızası için kes şu kolumu
Kes diyince Teğmen Saip, bıcağı kola vurur. Askerimiz Gık bile demez ileride Allah! Allah! nidalarıyla çarpışan erlere bakar ve kolunu Bu kol bu can vatana feda olsun," diyerek fırlatır.
Çanakkaledeki askerimiz Edincikli mehmetin elini top parçalamış kolu kopmuştu o kendini Hakka teslim etmiş, acıyı unutmuş, rahmet deryalarında, arınmıştı kolunun bedenden ayrıldığını bile duymamıştı.tek isteği vatan için şehit olmaktı vatan için Allah için hücuma* kalktı Allah'ın yardımıyla haklamadığı kafir kalmadı Ama kaderinden kaçamadı Kolunun kopmasıyla kan kaybetmişti şehitlik mertebesi onu bekliyordu ve Edincikli Mehmet Çanakkale şehidiydi
SAKA HÜSEYİN
İkinci Anafartalarda Türk birlikleri Anafarta Ovası'na* yerleşmişti 35. Piyade Alayı erlerinden Hayrabolu'lu Hüseyin alayın su ihtiyacında* görevli idi alaca karanlıkda katırı ile yola çıktı.Bigalıya Köyüne geldi suyunu doldurdu Hüseyin korkusuzdu Savaş umurunda değildi onun ağzından tek bir türkü duyulurdu
"Pınar baştan bulanır
İner dağı dolanır
Al başımdan sevdayı
Buna can mı dayanır.
GAZİ MEHMET AŞKIN’IN ANLATTIKLARI:
Çanakkale savaşlarında Recep Eniştemin iki ayağı kopmuştu ruhunu teslim etmeden son sözleri niçin ağlarsın, cigerimi dağlarsın! Allahın verdiğine merhaba! Takdir- i Rabbani bu imiş! Onun kazası çevrilmez ve hükmüne mani yoktur. Arzuladığım gibi savaşda şehit oldum .O saadet bana yeter!*******
sağ kalirsan, anamın elini benim için öp! Emzirdigi sütlerini helal etsin!” Başımı kıbleye çevir
dedikten sonra Ruhunu rabbine teslim etti
Çanakkale savaşlarında Recep Eniştemin iki ayağı kopmuştu ruhunu teslim etmeden son sözleri niçin ağlarsın, cigerimi dağlarsın! Allahın verdiğine merhaba! Takdir- i Rabbani bu imiş diyerek Ruhunu rabbine teslim etti
Çanakkale savaşlarında Recep Eniştemin iki ayağı kopmuştu ruhunu teslim etmeden son sözleri
Allahın verdiğine merhaba Onun hükmüne mani yoktur. Arzuladığım gibi savaşda şehit oldum .O saadet bana yeter!*******
*
Çanakkale savaşlarında iki ayağı kopan Recep Eniştemin son sözleri şunlar oldu niçin ağlarsınız cigerimi dağlarsınız Allahın verdiği Takdir- i rabbanidir Onun kazası çevrilmez ve hükmüne mani yoktur. Arzuladığım gibi savaşda şehit oldum .O saadet bana yeter sağ kalırsanız, anamın elini öpün Emzirdiği sütlerini helal etsin!” Başımı kıbleye çevirin
Çanakkale şehidimiz süngü hücumunda ağır yara aldı.son sözleri Ahiretim ve ölümüm yaklaştı, cesedimi buraya ellerinle göm! Üzerimde harbedin Gazilerin ayak seslerini Allah! Allah! Nidalarını duyayım!” dedi ve gülerek ruhunu teslim etti
İNSANLIK DERSİ
Çanakkale Savaşlar'ında savaşıp kolu ile ayağını kaybeden Fransız Generali Bridges, diyor:
"Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz.Hiç unutmam.Savaş bitmişti.Yaralı ve ölüleri dolaşıyorduk Türk ve Fransız askerler ağır zayiat vermişdi. Şu hadiseyi ömrümce unutamayacağım.* Yaralı Fransız askeri için Türk askeri gömleğini yırttı onun yaralarını sardı kanlarını temizledi
Fransız Generali Bridges Çanakkalede kolu ile ayağını kaybeddi ancak yaşadığı bir hadiseyi unutamadı bir türk askeri düşman fransız askerinin yaralarını sarıyordu o bir türk askeriydi fransız generale şu cevabı vermişti Bu Fransız askeri cebinden annesinin resmini çıkardı.Benim kimsem yoktur İstedim ki, o kurtulsun, anasına dönsün".
Çanakkale savaşlarında asil ve alicenap türk askeri düşmanı hüngür hüngür ağlatıyordu Çünkü, Türk askeri göğsündeki ağır ve öldürücü süngü yarasına rağmen en önce düşmanın yarasını sarıyordu
KINALI HASAN
Yüzbaşı Sırrı Bey, Çanakkalede eratı teftiş ederken, birini saçı kınalanmış* görür ve Hiç erkek kinalanırmı diye sorar Mehmetçik anasının cevaben yazdığı mektupta şunlar yazar Ey gözümün Bizim köyde kurbanlık koyunlar kınalanır... Ben seni vatana kurban adadım.saçını kınaladım...Allah, seni Peygamber yolundan ayırmasın. Seni melekler şimdiden rahmetle anacaktır.
Çanakkale savaşında bir anne evladına şu mektubu yazar Hasan’ım Köyümüzde rahatça oturalım mı Vatan sevgisi içimizde alev alev yanıyor. Sen ecdadından, babandan aşağı kalamazsın Beni ve seni Allah yarattı, vatan büyüttü.Allah, bu vatan için seni besledi. vatanın ekmeği iliklerinde duruyor seni evlatlarım arasından vatana kurban adadım.saçını kınaladım
El-hükmü billah. Allah, seni rahmetle anacaktır.
kaynak derstürkçe.com
Kurtuluş Savaşına Ait Kahramanlık Hikayeleri / KURTULUŞ SAVAŞıNIN KAHRAMAN KADINLARI
BEN BABAMLA ÖLMEYE GİDİYORUM,
İstiklal Savaşında binlerce Mehmetçik`in şehit olduğu Gediz Cephesi Yunanlılardan ilk yenilginin alındığı cephedir. Türk askeri mücadelesini sonuna kadar sürdürür. Ancak kaybeder Gediz Cephesi`nde tek bir alay başarılı olur. O da Hafız Halit Bey`in 70. Alay`dır.Türk askeri Yunan saldırısında zor anlar yaşar küçük kız Nezahat` Minik, ama vatan sevgisi dolu yüreğiyle kaçan askerlere duvar gibi dikilir ve haykırır Ben babamın yanına ölmeye gidiyorum, siz nereye gidiyorsunuz?`
İstiklal savaşının küçük nezahati bir çocuktur ancak o farklıdır Atın üstündeki küçük kız, askerlere vatan sevgisini ve şehadeti` haykırır onun sayesinde askerler şehit oluncaya kadar savaşır Gediz muharebesi kaybedilse de Yunan askerinin Anadoluya sızması geciktirilir. Küçük Nezahet, elinde oyuncaklarıyla askerin arasında gezen bir kız çocuğu değil, 70. Alay`ın Nezahet Onbaşısı`dır.
murataltug1985
07-28-2018, 21:29
Kaynak vehbitülek.com
1001 OSMANLI HİKAYESİ
OSMANLI’DA PEYGAMBER SEVGİSİ
Osmanlı'nın, temelindeki en sağlam harç Peygamber Sevgisidir. Osmanlı, Peygamber Efendimiz'e ve O'nun kutsal beldesine karşı, muhabbet, hürmet ve sadâkâtini muhafaza etmiştir Bu ruhla yedi iklim üç kıta asırlarca Osmanlı İlâ-yı Kelimetullâh dâvâsı uğrunda fütuhatta bulunurken; Osmanlı'nın hedefleri arasında rızâyı ilahiyi kazanmak kadar Peygamberimizin hoşnutluğuna mazhar olmak da vardı. Osmanlı Sultanları gazâda ulvî gâyeyi gözetmiş ve hârikalar sergilemişdir. Peygamberimize hürmet ve muhabbet, soylu ceddimizin en mümeyyiz vasfı ve şiârı olmuştur asil duygularını her zaman ve mekân da meziyet bilmişler dir. Tarih, muhteşem misâllerle doludur.
Osmanlı, devleti kurduğu askerî birliğe,Peygamber Ocağı" neferine "Mehmetçik" adını vermiştir kurduğu Ordu isimlerinden biri de, "Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye"dir. Devletinin bir adı ise, Sultan Vahdeddin'in ifadesiyle, "Devlet-i Âliye-i Muhammediyedir.Peygamber aşkıyla yanıp tutuşan Osmanlı Hünkârlarının başında, Fâtih Sultan Mehmed gelir. Öyle olmasaydı, asırlar öncesinden Peygamberimizin övgü ve müjdesine nâil olamazdı. O'na karşı muhabbetini, en güzel biçimde İstanbul'un Fethi'nde ortaya koymuştur. Rumeli Hisarı'nı, O'nun güzel ismi "Muhammed"in Arapça yazılışına göre inşâ ettirmiştir. Peygamberimize sonsuz hürmet ve muhabbetie velâyet mertebesine yükselen pâdişahlardan biri de, Sultan Selim'dir.
Yavuz Sultan; "Allah rızâsı için tüm dünyayı fethetmek istiyorum!" idealiyle, askerlerini gazâ meydanlarında bir "Peygamber Ordusunu sevk ve idâre etmiştir. Fütuhatlarda, Peygamber rızâsını aramış O'nun Halîfesi olma lütfuna erişmişdi. Resûlullah'a beslediği eşsiz ve sınırsız sevgi O'nda târifsiz bir hürmete dönüşmüştü Yavuz'un şu tarihî hitâbı âdetâ şâhikadır Biz, mukaddes yerlerin hâkimi değil; hâdimiyiz!" Yavuz'un hakîkati sonucu Osmanlı; kutsal topraklara sancak asmaktan ve vâli adıyla idâreci göndermekten hayâ edip, atadığı kişilere "Medine Muhafızı" ünvanını vererek, bunu fiiliyâta dökmüştür. Yavuz, ümmetine yâdigâr kalan; kıymetli ve paha biçilmez Mukaddes Emânetleri", Topkapı Sarayı'na getirip, Hırka-i Saâdet Dairesi'ne koymakla, bizi şereflerin en yücesiyle müftehir yapmıştır.
Yavuz'un Mukaddes Emânetlere verdiği emsâlsiz değer onları tonlarca ağırlıktaki kıymetli mücevheratla süsleyip mahfaza altına alması , kırk hâfıza durmaksızın, asırlardır Kur'ân tilâvet ettirmesi peygamberimize olan saygısındandır** Cihan hükümdarı Kanuni'nin, Efendimize muhabbet ve bağlılığı da, ceddininkilerden aşağı kalır değildi. Kanuni, bunu şu altın sözlerle billurlaştırmıştır
Allah Allah diyelim sancağ-ı şâhı çekelim Yürüyüp her yandan şarka sipâhi çekelim.Umarım rehber ola bize Ebu Bekr u Ömer Ey muhibbî yürüyüp şarka sipâhi çekelim.Osmanlı klasik eserlerinde, Kanuni'nin rüyâsında Hazreti Peygamberi gördüğü ve kendisine şöyle emredildiği nakledilmektedir: "Belgrad, Rodos ve Bağdat kalelerini fethedesin; sonra da benim şehrimi îmâr edesin!"
I. Ahmed'in Başındaki Sorguç:Sultan I. Ahmed'in, dillere destan fiîli sevgisi ve muhabbeti asırlardır baş tâcı edilmeye; sitâyişle yâd edilmeye değer . Sultan Ahmed, akıllara durgunluk ve hayret verecek bir davranışta bulunmuştur: Sarığına taktırdığı sorgucun içine, Peygamberimizin ayak izinin resmini koydurmuş ve üzerine d şu muhteşem dörtlüğü yazdırmıştır:N'ola tâcım gibi başımda götürsem dâim*Kadem-i resmini ol Hazret-i Şâh-ı Rasul'ün.*Gül-i gülizâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidir***Ahmedâ durma yüzün sür kademine o gülün.II. Abdülhamid'in Hassasiyeti:Hazreti Peygambere ve O'nun dâvâsına,kendini adayan ulu hakanlardandır cennet mekân Abdülhamid Han, Peygamberimize olan muhabbeti için, O'nun kutsal beldesine hizmetler götürmüş İslâm Birliğini gerçekleştirmeye çalışmıştır. Hicaz bölgesiyle mukaddes topraklarla aradaki mesâfeyi kaldırmak niyetiyle yaptırdığı Hicaz ve Bağdat Demiryolu, bunun en güzel ifadesidir
.hicaz Demiryolu Medine'ye ulaştığında Sultan'ın verdiği tâlimat; onun, Ehl-i Beyt'in ve Hazreti Peygamber'e sevgi, saygı ve bağlılığını gösterir Mümkün olan âletlerin üzerine keçeler sarınız ki, gürültü olmasın ve Ehli Beyt'in ve burada yatanların ruhları rahatsız olmasın!."osmanlıda peygamberimize Hürmetin Sembolü olarak Nâkibü'l Eşraflık kurulmuştur Devlet-i Âli, Fahri Kâinat Efendimiz ve O'nun kutlu soyunu Ehl-i Beyt'e, hürmet ve hizmetini, devlet mües-seseleri kurarak göstermiştir. Peygamber nesebine mensup Seyyid ve Şerifleri kaydederek; ihtiyaç ve hizmetlerini görmüş şecerelerini soy kütüklerine işlemek için, özel Nâkibü'l Eşraflık" müessesesi kurmuş başına Âl-i Beyt'e mensup "Nâkibü'l Eşraf" isimli bir memur atamıştır.
Peygamber nesline bağlı olduğunu belgeleyenlere, berat vergiden muaf tutmuştur. Seyyid ve Şeriflerin, huzur ve sükun içerisinde hayat sürmelerini amaçlamıştır. Osmanlı, Nâkibü'l Eşraflara hürmet ve ihtiramda çok ileri girmiştir pâdişahlara Eyüp Sultan Türbesindeki cülus merâsimlerinde onlar kılıç kuşattırmıştır., III. Ahmed, I. Mahmud ve III. Mustafa'ya, Şeyhülislâm ile beraber Nâkibü'l Eşraf kılıç kuşandırmıştır. Cüluslarda, Osmanlı Sultanına ilk önce, Nâkibü'l Eşraf bağlılığını arzedip duâ etmiştir. Savaşlarda pâdişahla beraber Nâkibü'l Eşraf da sefere katılıyor ve Hazreti Peygamber'in sancağı dibinde yürüyordu. Sancak-ı Şerif'in İstanbul'dan sefere çıkışında Nâkibü'l Eşraf ile Seyyid ve Şerifler, tekbir ve salavat getiriyorlardı.
ÂLİM SADRAZAM FÂZIL MUSTAFA PAŞA
Haziran 1680’de vezir olan Fâzıl Mustafa Paşa, 1683’te Niğbolu sancağı da verilerek Silistre vâlisi ve Lehistan serdarı oldu. veziriâzam Kara Mustafa Paşanın katli üzerine bu gözden düşerek aynı yıl serdarlıktan azlolundu Kendisine Azaz ve Kilis sancakları arpalık olarak verildi. 1684 te Sakız muhâfızlığına gönderilen Mustafa Paşa, 1686’da Boğaz muhâfızı olup, kapıkulu ocaklarının isyânı ve İstanbul’a hareketi ile sadâret kaymakamlığıyle İstanbul’a dâvet olundu (1687). Sultan Dördüncü Mehmed Hana karşı orduda bir isyan başladı Dördüncü Mehmed Han hal edilip yerine kardeşi İkinci Süleymân pâdişah yapıldı.veziriâzam olan Siyavuş Paşanın katline kadar, işler kayınbirâder Fâzıl Mustafa Paşanın elindeydi
yeniçeriler veziriâzamı ölümle tehdid ederek onu İstanbul’dan çıkarttılar. katli için Şeyhülislâmdan fetvâ istediler, Devletin kötü durumdan kurtulması için çâreler arayan Sultan İkinci Süleymân, Şeyhülislâmın tavsiyesiyle 1689’da Fâzıl Mustafa Paşayı veziriâzamlığa getirdi.Veziriâzamlığında önemli işler yapan Mustafa Paşa, ilk iş olarak bazı vergileri kaldırdı.Yeniçeri ağalığına Eginli Haseki Mehmed Ağa vâsıtasıyla yeniçeri ocağını ıslah edip,maaşlardan tasarruf etti. Bir kış boyu gerekli tedbirleri aldıktan sonra, Rumeli’yi Avusturyalılardan kurtararak Belgrad’ı geri aldı düşmanı Tuna ve Savadan attı. 1691’de Macaristan topraklarında Slankamendeki muhârebede şehid düştü, cesedi bulunamadı.
55 yaşında şehid olan Mustafa Paşanın veziriâzamlığı iki sene üç ay sürdü. Avusturya’ya düzenlediği ikinci seferde Sultan İkinci Süleymân vefât edip,* kardeşi Sultan İkinci Ahmed Han pâdişah olmuştu.Fâzıl Mustafa Paşa, açık sözlü, riyâdan hoşlanmazdı Cesur, atılgan ve son derece cömertti. İdâreyi ele alır almaz, hükûmeti ve orduyu işe yaramayanlardan der hal temizlemiş, Rumeli’de gayri müslimlerin ayaklanıp düşmana yardım etmelerinin sebebinin vergiler olduğunu görerek, hafifletmiş, ticârete serbest etmiş asâyişi temin etmiştir.İlme düşkün olan Fâzıl Mustafa Paşa, ulemâyı sever, ilimle meşgul olurdu. Hadiste ihtisas sâhibiydi. Konağı yanına yaptırdığı kütüphâneden birçok âlim ve muhaddisler istifâde ederdi.
SULTAN II. MURADIN OĞLU II. MEHMEDE ÖĞÜTLERİ
Ey sevgili oğlum insan oğlunda başkalarıyla münasebetler kurmaya yarayan bir akıl bulunmalıdır. İakıl, bütün saadet ve mutluluğun tükenmez kaynağıdır.Allah tarafından akıl verilen kimseler hiçbir vakit ne çocukluk, ne gençlik, ne olgunluk, ne de ihtiyarlık çağlarında her hangi bir şeyden ne etkilenmedikleri görülür. Hayatlarında sadece keder ve acının gevşeme ve tembellik bıraktığı sanılır.bunlar hayatlarının gençlik, yaşlılık gibi her devresinde, keder ve ıstırap tan kurtulamadıkları için huzura kavuşamazlar.Hayata doyum olmaz, az veya çok olması, onun kıymetini azaltmaz.Bir meyve ancak olgunlaştığı zaman güzelce yenir.insanların da gün görmüş, tecrübeler geçirmiş olanları her zaman tercihe şayandır.
Gençlik çağında duyulan zevk ve sefayı, ben uyuz hastalığına benzetirim. hastalığa tutulan, ancak kaşındığı zaman rahata kavuşur.Tabii ki böyle bir kaşınmada, daha da kötü bir duruma düşer. Kişioğlu gençlikte işlediği kabahatları , genellikle düşünüp taşınmadan işler. hatırlayınca, bu suçlar kişinin kalbine hançer gibi saplanır ve kişinin canını sıkar Gençliklerinde, doğru ve iyi yolda gidenler yaşlılıklarında hürmet ve ikram görürler Güç ve kuvvet iyidir. kuvvet aklın emrine verilmelidir. Âlemlerin yaratıcısı Yüce Allah, insanoğlunu dünyaya daimî göndermemiş, hayatın bitiminde ölümü tatmasını stemiştir.
Yüce Allah, insanoğluna dünyada, belli bir nefes ve rızık takdir etmiştir. Kimse ondan fazlasını alamaz.Beni sapasağlam ihtiyarlığa ulaştıran iki şeyi tecrübe etmiş âdet haline getirmişimdir. Bunlardan biri az yemek; diğeriyse yediklerimi sindirmek için gezip dolaşmaktır. Şunu iyi bilmeni isterim:dünyada üç türlü insan vardır, biri; akıl ve fikirleriyle yerinde, geleceği az çok gören ve düşünen, anormallikleri olmayan kişilerdir. İkincisi; yolların doğru veya eğri olduğunu bilmekten uzak olan kimselerdir. Ama bu duruma kendi istekleriyle değil, çevre etkisiyle düşmüşlerdir. Nasihat edildiğinde kabul eder ve söz dinlerler.Üçüncüleri ne kendileri bir şeyden haberdardır ne de yapılan ikazlara, nasihatlere kulak asarlar. kendi arzularına uyar ve her şeyi bildiklerini sanırlar. Bunlar zavallıdır
.Ey oğul! Yüce Allah, seni ilk sırada saydığım kişiler arasında yaratmışsa sevinirim. İkinciler gibiysen, nasihatlere kulak vermeni tavsiye ederim. Sakın üçüncü gruba dahil olmayasın. Onlar ne Allah'a, ne de insanlara karşı iyi bir durumda değildirler. Padişahlar, elinde terazi tutmuş bir kimseye benzerler. padişah olunca teraziyi doğru tutmanı isterim. O zaman Yüce Allah da senin iyiliğini arzular. Her şey Allah'ın malumudur. Her şey sadece Allah Teâlâ tarafından bilinebilir."
HZ PEYGAMBER'IN SELÂMI
Sultan III. Osman'ın sadrazamı Hekimoğlu Ali Paşa zamanında bir tüccar iflas etmiş, eşi-dostu ona kapılarını kapamıştı rüyasında Peygamberimizi gördü Peygamberimiz Allahın makbul kulu Ali Paşa'ya selam götür buyurdu Ali Paşa adama Hz Peygamber ne söyledi ise tekrarla" dedi yedi defa tekrarlattı ve Ali Paşa Peygamberin her selamına 100 altın verdi 700 altınla adamı borçtan kurtardı efendimizin şeafaatine nail oldu
BU NE MÜFSİDANE TEKLİFDİR!
Devir, Hünkar Yavuz devridir Yavuz Öfkelidir ancak keyfe keder hükmetmez, ve zulmetmez hocaları zembilli Ali Efendi’nin ve İbni Kemal gibi alimlerden çekinir Zembilli Hoca, dünyevi kudret ve kuvvetlerden değil, sadece Allah’tan korkar gönül ve hukuk adamıdır. Sultanlar bile Zembilli Hocadan çekinirler korkulan ise hukuk ve adalettir Mercidabık Seferinde paraya ihtiyaç Defterdardarı Yavuz Hana Hünkarım! Şam’ın en zengin adamı vefat itdi. altı aylık bir oğlancuka akçe bıraktı. Çocuğun katlı, meblüğın el koyma ile hazineye kaydı hususunda, ferman Hünkarundur.” Yavuz Padişah yerinden fırladı müthiş bir öfke ile kükrüyor: “Bre! Bu ne müfsid bir tekliftir? Bilmez misin biz buralara ahaliye baskı ve zulüm yapmağa değil, ahaliyi baskı ve zulümden kurtarub rahat ittirmeğe geldük; ahalinin malını mülkünü müsadereye değil, daha fazla zengin itmeğe geldük; milletin huzurunu bozmağa değil, huzur kaynağı olmağa geldük!” Derin derin nefeslendikten sonra, ekliyor: “Müteveffaya rahmet, malına bereket, oğluna afiyet, gammaza lanet.”
Mercidabık Seferinde paraya ihtiyaç vardır Defterdardar Sultan Selime Şam’ın zengini vefat etdi akçaları altı aylık oğlancığa kaldı akçesine el koyalım Çocuğu katledelim ferman Hünkarundur. Diyince sultan müthiş bir öfke ile kükredi Bre! Bu ne müfsid tekliftir? Bilmez misin biz ahaliyi zulümden kurtarıp rahata erdirmeğe geldik ahaliyi zengin etmeğe geldük; millete huzur olmaya geldik!” “Müteveffaya rahmet, malına bereket, oğluna afiyet, gammaza lanet.”
Yavuz Sultan Selim zulmetmez dünyevi kudret ve kuvvetden değil, sadece Allah’tan korkar gönül ve hukuk adamıdır. Seferde Defterdardar Yavuz Hana Şam’ın en zengini vefat etdi. paraya hazine adına el koyalım diyince Hünkar müthiş öfkelenir ve şu cevabı verir“Bre! Bu ne müfsid bir tekliftir? biz ahaliye baskı ve zulüme değil, zulümden kurtarmaya geldik; huzur bozmaya değil, huzur kaynağı olmağa geldik!”
murataltug1985
11-13-2018, 22:17
Kaynak vehbi tülek.com
1001 OSMANLI HİKAYESİ
EZAN OKUYAN AĞAÇ
Sultan II. Bayezid Han zamanında Draç kalesinin Venedikli muhafızları endişe içerisindeydiler. Osmanlı Sancakbeyi Evrenosoğlu İsazade Mehmed Beyin akıncıları yaklaşıyordu Venedik için bu kale önemliydi. kaybederlerse, Arnavutluk’tan defedilecek Akdeniz’den silinecekerdi. Akıncılar beklenirken, kale içindeki Öğürdürce kilisesinden yanık bir ses duyuldu. Askerler yüzlerini oraya çevirdiler ve dikkat kesildiler. Çünkü ezan okunuyordu. Ezan sesi, kilisedeki servi ağacından gelmekteydi ve gizlenmiş bir Müslüman vardı. Ama Askerler, ağacı kılıçlarıyla budamalarına, rağmen kimseyi bulamadılar. Ve geri döndüler. ama, bozuk moralleri sıfıra inmişdi görünmeyen bir kaynaktan gelen ezan sesini, kendi lehlerine bir ilahi işaret olarak yorumlayamazlardı. kaleyi ellerinde tutamadılar Osmanlı akıncılarına dayanamayan Draç kalesi 13 Ağustos 1502 de fethedildi
Kaynak vehbi tülek.com
1001 OSMANLI HİKAYESİ
ŞEREF NİŞANI OLACAK ÇAMUR
Eylül 1902’de İran Şahı Kaçar Han, İstanbul’a ziyarette bulunmuştu. Sultanı Abdülhamid onun ikamesi için Şale köşkünü inşa ettirdi İran tahtında, 1794’den beri Oğuz kolu Kaçar hanedanı vardı Hanlık Türklüğü ile gurur duyuyor, Osmanlıları kardeş biliyordu. Misafir hükümdar, Edirnede Osmanlı geçit töreninde bulundu. Birliklerin geçeceği yolda su birikintisi vardı. Topçu kumandanı Şükrü Paşa atını sürerek geldi selam verdi sahra bataryalarının etrafa çamur sıçratma ihtimali vardır. geçidi daha muhafazalı bir yerden temaşa buyurma nızı istirham ederim diyince Şah atını sürüp yol kenarına geldi ve maiyetine şöyle dedi:“İslam’ın şan ve şevketini Viyana kapılarına kadar götüren ve ilan eden kahraman Osmanlı ordusunun atından sıçrayacak çamuru ben, dünyanın en şerefli nişanı olarak iftiharla göğsümde taşırım cevabını verdi
AZİZ MAHMUD HÜDAYİ HAZRETLERİ VE KAYSERİLİ HALİL PAŞA
1600 de Sultan I. Ahmedin yaşını küçük bilen âsiler ve valiler devlete isyan etmiş, Anadolu’da huzur kalmamıştı. Padişah, Üsküdar’daki Aziz Mahmud Hüdayi hazretlerini edip himmet ve dua istiyordu. Padişahın bu zata muhabbeti sebebiyle bir çok asker ve erkan ona talebe olmuştu. Bunlardan biri de Yeniçeri Ağası Kayserili Halil Ağa idi. Halil Ağa, Anadolu’da isyan çıkaran Celalilerden, Canbolatoğlu üzerine gönderildi Onu çok seven hocası Aziz Hüdayi hazretleri, bir mektupta müridine sesleniyordu mektup Halil Ağa’ya ulaştığında seferin serdarı Kuyucu Murad Paşa, ya iletildi ve eşkıyaya karşı hücuma kalkıp darmadağın edildi Daha sonra Calalilerin elindeki Haleb kalesi muhasara edildi. yine Aziz Hüdayi hazretlerinden askeri teşvik eden bir mektub geldi. Osmanlı askeri kaleyi zaptedip eşkıyayı ortadan kaldırdı. Halil Ağa Paşalığa terfi ederek Kaptan-ı Deryalığa getirildi.
Her sefere çıkışında hocasını ziyaret eder dualarını alırdı. Malta seferinde yine hocasından mektup geldi ve ganimetlerle geri döndü. Daha sonra Sadrazamlığa getirilen Paşa, İran seferine serdar tayin edildi. Yine Aziz Hüdayi hazretlerinin elini öpüp dualarını aldı. Onunla beraber vezirler, paşalar ve ağalar mübarek zatın dualarını aldı Hüdayi hazretleri, tam ata bineceği sırada Halil Paşa’ya, hırkasını giydirdi. Bu seferden de Osmanlı büyük bir zaferle döndü., evliyanın duasına mazhar olundu*Halil Paşa 1628’de hocasının deraghında sade bir hayat sürdü. Ertesi sene vefat etti ve hocasının türbesinin yanına defnedildi.
DÖRTYÜZ KESE ALTIN
Öküz Mehmed Paşa, Ulukışla’nın Oğuz” aşiretindendi. Türkmenler arasında* Oğuz kelimesi, Okuz olarak söylenir ve yazılırdı. Mehmed Paşa’nın adı Okuz Mehmed Paşa olmasına rağmen, yazılırken bir hata ile Öküz olarak meşhur oldu. Sultan I. Ahmed’in Kızı Gevherhan Sultan ile evlenmiştir. Sadrazamlığında bir köyde konakladı Köylü nün hayvanları otluyordu. Biri Mehmed Paşa’nın yakınına sokuldu. paşalar gülüştüler. biri Paşam öküzle neler konuştunuz, diye espri yapmaya kalkınca. Mehmed Paşa:“Evet öküzle konuştuk. dedi ki, sen de bizlerdensin, fakat eşeklerin arasında ne işin var, anlayamadım.
Mehmed Paşa’nın ilk vazifesi, Mısır Valiliğidir. 27 yaşında Gevher Sultan ile evlenmiş ve Mısır Valiliğine tayin edilmişti. Gevherhan Sultan, kocası nereye giderse onunla olmak istediğini söylemişti. Paşa Mısır’a makamına oturunca, onu tebriğe tahsildarları geldi. en yaşlıları atlas keseler içinde bir sandık takdim etti. Mehmed Paşa ne olduğunu sorunca:“Paşam, her valiye hediyemizdir. İçinde 400 kese altın vardır. Diyince Mısır’ın vergilerini toplayanlar, bunun mühim kısmını kendilerine ayırıyorlar ses çıkmaması için her valiye rüşvet veriyorlar dı. Böylece halkı soyuyorlardı. İşte o an kıyamet koptu. Paşa salonu titreten bir arslan gibi bağırdı:“Bre vicdansızlar, Bre reziller, Bre Allah’dan korkmazlar!... Sizlerde ahlak kalma mıştır? Defolun!... Hepinizi azlettim.Sonra Hasan Çavuş’u çağırdı ve:“Bu keseleri hazineye kaydet ve rezilleri sürgün et. Bir daha Mısır’a uğramasınlar Bundan sonra Mısır’dan İstanbul’a gönderilen vergiler arttı. Mısır halkı rahatça nefes aldı.
Kaynak vehbi tülek.com
1001 OSMANLI HİKAYESİ
MEYYİTEZADE
Evliya Çelebi seyahatnamesinde şöyle bir hadise nakledilir Sultan Süleyman devrinde, 1552 de Macaristan Eğri kalesi ne sefer düzenlenir. Anadolu ve Rumeli Sipahilerine haber salınır Kasımpaşa’daki Sipahi kumandanı Hüseyin Ağa gazaya katılacağı için sevinçliydi, fakat gerideki hanımı hamile ve hasta idi ona kim bakacak çocuğuna kim sahip çıkacaktı ellerini semaya açtı Yâ İlâhî!.. Doğacak çocuğumu sana emanet ediyorum...” diye yalvardı.
içi rahattı. Hanımıyla helallaştı sefer tamamlanmış, Gazi İstanbul’a dönmüştü. çoucğu dünyaya gelmiş olmalıydı. Kapıyı açan olmadı. Komşuları hanımının birkaç gün önce vefat ettiğini bildirdi Hüseyin Ağa, gözyaşlarına hakim olamadı ve “Allah taksiratını affetsin” kelimeleri ağzından döküldü. Ben giderken hamileydi. Çocuğunu dünyaya getirdi mi?”“Hayır, o vaziyette defnedildi Ben onu ve karnındaki çocuğu Cenab-ı Hakk’a emanet etmiştim. Tez mezarını gösterin mezarlığa yürüdüler ve Gazi derhal eğilerek kulağını mezara dayadı. İşte inanılmaz hadise, mezardan boğuk bir ağlama sesi geliyordu. toprağı kazdılar naaşa ulaştılar. Herkesin gözü açılmıştı; bir bebek, annesinin memesine uzanmayı başarmış, onu emerek yaşamıştı. Gazi, ciğerparesini bağrına basmış, gözlerinden yaşlar boşanıyordu. gaibden bir ses duydu;“Sen bize yalnızca çocuğu emanet ettin, eğer annesini de emanet etseydin, onu da sağ salim bulurdun”..Aradan seneler geçti. Çocuk, büyüdü, okudu ulema oldu. Anasının vefatından sonra dünyaya geldiği için ona Osmanlıda “Meyyitezade” yani ölü kadının oğlu denildi.1612 de 60 yaşında vefat eden Meyyitezade, Kasımpaşa’da annesini yanına defnedildi.
ALÇAKLIĞIN BÖYLESİ
Balkan Savaşlarında İstanbul’a gelen Fransız Matin gazetesi başyazarı Stephane Lausanne, 1913 deki kitabında, Osmanlıda Ermenilerin yaptıkları zulüm ve katliamları şöyle anlatır.1890 da Sivas’da Ermeniler isyan çıkararak silahsız Müslümanlara saldırdılar ve bir çok insanı katlettiler. Osmanlı askeriyesi hadiseyi bastırdı. silahlı Ermeniler, Fransız konsolosuna sığındılar.konsolos ve eşi onları Osmanlıya vermemek için direndi
Bir gün konsolosun kulağından bir kurşun vızıldayarak geçer. Ateş arkadan gelmiştir. Konsolos bir Ermeni’yi görür. Onu üç gün önce içeri almış, yedirip yatırmıştır. adamın üzerine yürür:-Bedbaht!.. ne yaptın? Hayatımı tehlikeye atarak seni koruyorum. nasıl elin vardı da beni öldürmek istedin?Ermeni, sırıtır, seni öldürmek istedim. Çünkü dedim ki; Fransız Konsolosunun katli haber alınınca, Fransa asker gönderir, Osmanlı hakimiyeti biter İşte alçak bir provokasyon. Ama konsolosun raporundaki hadise karşı sında Fransa susar. Yazar Stephane Lausanne, bunu şöyle açıkıyor; “kat’iyyen duyurulmamış, gizli tutulmuştur.
Kaynak vehbi tülek.com
1001 OSMANLI HİKAYESİ
BÜYÜK FEN DAHİSİ SULTAN MEHMED
Sultan II. Murad devrinde Osmanlı harb teknolojisinde muazzamca ilerlemiş Osmanlı mühendis ve ustaları, hiçbir memlekette rastlanamayacak çapta ve güçte toplar yapmıştır. İstanbul kuşatmasından önce Edirne’de dökülen 60 top, 14 batarya surların karşısına dizildi. Ancak bunlar sonradan kaldırıldı. Yerlerine “Şâhî” denilen daha büyükleri konuldu. Bu büyük toplardan birini, Bizans’dan ayrılarak Osmanlıya hizmet eden Urban isimli Macar dökmüştür Sıradan bir döküm ustasıdır Urbanın topların balistik hesaplarından, ve barut ölçülerinden haberi yokrur. Sadece çizilen planı gerçekleştirmiştir Osmanlıda pek çok top ustası vardır
*
Urban’ın pek başarılı olamamış Edirne’de döktüğü top, İstanbulda ilk atışta çatlamış ve, işe yaramaz bir hale gelmişti. Urban yaralanmış ve ölmüştü. Avrupa’lı tarihçiler ise Urban’ı alabildiğine şişiririp, İstanbul’un onun toplarıyla alındığını yazdılar. Ama, Urban’ın topu için yapılan masraf havaya giderken, Osmanlının döktüğü toplar kuşatmada arızasız çalıştılar, surları hallaç pamuğu gibi attılar. Fatih harikulade bir balistik uzmanıydı ve büyük topların balistiğini bizzat yapmıştır Dünyada ilk olarak, kendi tasarladığı havan toplarını, kuşatmada seyyar fırınlarda döktürerek, Beyoğlu sırtlarına yerleştirdi ve buradan Haliç’teki Bizans gemilerini batırdı.İstanbul’un fethiyle Fatih, mühendislik çalışmalarına devam etti tarihte ilk defa bir savaşta roket ve füze kullandı. 1478 de İşkodra kuşatmasında Fatih’in roketleri, geceleri kuyruklu yıldız gibi gökyüzünde beliriyor, vızıltılı bir sesle uçuyordu. Düştüğü her yeri yakıyor ve müthiş sıcaklık çıkarıyordu. Venedik kaynaklarına göre, kuyulardaki sular bile roketlerin sıcaklığından buharlaşıyordu. 1480 de Rodos kuşatmasında, Osmanlı roket tekniğini geliştirmişti Bu yeni roketler, düştükleri yerde patlıyor, çevreyi tahrib ediyordu. Rodos halkı, korunmak için kilise mahzenlerine sığınıyordu .Maalesef, Fatih’den sonra çalışmalara buluşumuzu Avrupaya kaptırdık. Fatih’den yaklaşık 500 sene sonra İkinci Dünya Savaşında Almanlar roket kullanmışlardır
Kaynak dini hikayeler android programı
İstanbul Avcılar da bir vatandaş unutulmaz 17 Ağustos 1999 depreminden önce, aynı semtten bir ev almaya karar verir. Fakat bir müddet sonra evden vazgeçer ancak insan kaderinden kaçamaz Adam, Ağustos depreminde vazgeçtiği evin önünden geçmektedir. Ve ev üzerine yıkılır adamcağız enkazın altında kalarak hayatını kaybeder.
Bir iş için New York'tan özel uçaklarıyla Silverlake kasabasına dönen James ve Marilyn çifti, uçakları havada arızalanınca ölümden dönerler.
uçaklarının düşmesiyle çaresizce dua ederler ve büyük bir çatırtı sesiyle gözlerini açarlar. Ölümü beklerken aile reisi James'in 25 yıl önce ev bahçesine diktiği ağacın üzerine sağ salim yere inerler. hayatının kurtaran ağaçtan
Ve Senin de dikili ağacın olsun!" sözünden ibret almıyor musunuz
"Evliyaullah, ilmini Allah'a havale etmek suretiyle gelecekten haber vermişlerdir."
Erzincanlı büyük Pir Muhammed Erzincani Hazretleri bir yaz günü, talebelerine: Erzincan'a inmek isteriz, arzu edenler gelsin, buyurdular.
40 talebesi ile Erzincani Hazretleri, halvet niyetiyle Doğruca Camii'ne gider.
talebeleri kendisine: Efendim, şimdi hasat mevsimidir. Erbaine girmek, halvete çekilmek münasip midir? diye hatırlatırlar. Doğru söylersiniz. Şimdi halvet zamanı değildir. Ama Allah Teala, bu beldeye yakın zamanda, zelzele takdir etmiştir.belanın çevrilmesi için, münacaat ve dua lazımdır. Umulur ki, içimizden birinin duası kabul olur halk bu zelzeleden kurtulur. halvet halinde Erzincani Hazretleri'nden şu sözler dökülür: belanın çevrilmesi için bizim dünyadan göçmemiz gereklidir. Kim şehadet isterse, camide kalsın. yaşamak arzu edenler varsa, bizle beraber olmasınlar, dedi. 7 kişi hariç, diğerleri camiden çıktılar. çok şiddetli zelzelede. Cami-i kebir yıkıldı ve 7 talebesi ile Muhammed Erzincani hazretleri şehadet ile şereflendiler.
Caminin dışında hiçbir yerde zarar olmadı can ve mal kaybı görülmedi.
Amerika New Yorkta yaşayan bayan Carson, monoton hayatına renk katıp, l eğlenmek için aklına bir fikir gelir.
bir senaryo hazırlayarak cenaze şirketi ile anlaşır. Şirket Carson'un aile fertlerine bayan Carson'un kalp krizi geçirip öldüğünü bildirir. Aile, büyük bir üzüntüdedir Carson'u son kez görmek için cenaze şirketine koşturur ölü rolü yapan bayan Carson, aile fertleri gelince birden doğrulur Fakat bayan Carson'un şakası pahalıya mal olur; Carson'un kızı, annesini bir anda canlı görünce kalp kriziyle hayata veda eder.
Geçimini balıkçılıktan sağlayan Hollanda köyü,denizdeki aciliyet için gönüllü bir kurtarma ekibi kurarlar.
Bir gece şiddetli bir fırtına çıkar ve balıkçı teknesi denizde mahsur kalır. Teknenin tayfaları çevreye sinyaller gönderir Köyün kurtarma ekibi hemen hazırlıklara girişir köy halkı heyecanla balıkçıların kurtulmasını bekler.
Bir saat sonra kurtarma ekibini köy halkı neşeli haykırışlarla karşılar Kurtarma ekibi bir kişiyi denizde bırakmak zorunda kaldıklarını anlatır. Kaptan, bir başka teknenin gitmesi gerektiğini söyler. Ve on altı yaşındaki delikanlı Hans, kaptana ilerleyince annesi oğlunu yakalayıp yalvarır: Oğlum, lütfen gitme. Baban on yıl önce deniz kazasında öldü,ağabeyin Paul üç haftadır denizde kayıp. Hans, kimsem yok, gitme oğlum."
Hans annesine bakarak şöyle der:
gitmem gerek. Herkes, 'Ben gidemem, başkası gitsin' derse ne olur? Anne, görev sırası bende. Sıra geldiğinde herkes üstüne düşeni yapmak zorundadır." Hans, gözü yaşlı anasına sarılır ve gözden kaybolur. Bir saat kadar geçer, bu süre acılı anneye bir asır gelir. tekne sisten gözükmeye başladığında tekneye seslenirler Kayıp denizciyi buldunuz mu?" Cesur delikanlı Anneme müjde verin. Kayıp denizci ağabeyim Paulmuş!"
Çocuk aldırma
Doğmuş çocuğu beslemek için sarfedilecek paranın, ana rahmindeki çocuğun doğmaması için sarfedildiği bir dünyada bir bozukluk, ve terslik var demektir." (Rasim Özdenören) Çocuğun uzvundan kan fışkırıyordu. Kardeşini sünnet etmişti bağırabildiği kadar bağırdı Kanla beraber ağabey şok yaşıyordu. Anne ve babasına ne diyecekti? kanlı bıçağı pencereden fırlatıverdi. neye uğradığını anlayamadı Ortada felaket vardı Suçunu idrak edemeyecek kadar küçüktü. Oradaki reşit biri ona niye korkuyorsun evladım, anne babanın atmaya karar verdiği ceninden daha küçük bir şey kestin kardeşinden, onlar bir çocuğun dünyaya gelişini engellediler, onların suçu seninkinden büyük" diyecekti.çocuk, dünyaya gelmeden, ağlayıp gidecekti. Ona yaşama hakkı Aile Planlamacıları" tarafından haram ediliyordu. Bir küçüğü, bir yıldır hayatı tatmış, küçük ellerini gökyüzüne kaldırmış, yıldızları göstermişti.
Fakat yeni dünyaya gelecek masum, kendine kaderini ve hakikat tohumunun sümbülünü göremeden gidecekti. Batılı dostlarımız güçlenmemize razı değillerdi kadın ise çocuğunun alınmasını istemiyordu. Hayat şartları buydu. bu konuda kampanya vardı bazıları kanıyorlardı. reklamlardaki masraflarla dünyaya gelen çocuklar beslenebilirdi. Hastahaneler Aile Merkezleri" doğum kontrolü için bedava ilaç dağıtıyordu. Kadınların aldığı haplar sinirlerini yıpratmıştı. Üç çocuğa bakamazdı.
çocuk yiyiciydi. Ekonomiyi sömürecek, pahalılığa sebep olacaktı. Devletin ısrarlı gayretlerine rağmen ülkenin fakirlikten, enflasyondan kurtulamaması sonucu anne ve baba kendi evlatlarını, kendi elleriyle, başkalarına aldanarak katlediyorlardı. Onlar nesli ve ekini bozarlar" (Bakara 2/205) ifadesi ne kadar açıktı Kardeşinin tenasül uzvunu kestikten sonra sokağa çıktı.bir kuş gibi titriyor ve ağlıyordu. uyuyakalmıştı. sırtına çok ağır bir yük bindi
Şöförün arabası feci kazaya sebep olmuştu. ağlayıp bağırmadan kardeşinin gittiği, o meçhül aleme gidiyordu. Kocaman lastiğin altında körpecik vücudu ezilmişti. Olup bitenden haberi olmayan anne ve baba, hastahanede çocuğu olmayan komşuya rastlamışlardı. Baba, bu kadından rahatsız olmuştu. kadın, anneye yalvarırcasına: Ne olur aldırmayın bana verin, sizin yerinize ona bakıveririm, büyüyünce size vereyim!" demesine rağmen uzaklaştılar. Kadın çok hislenmişti. Herşey Allah'ın elindeydi? Verir imtihan eder, vermez imtihan ederdi evladdan güzeli var mıydı? çevremizde çocuğun terbiyesi zordu en iyi insanların çocukları bile mükemmel değildi Çocukların ilk doğdukları gündeki gibi günahsız büyümeleri lazımdı. Düşünen kimdi Bir selin ortasında herkes gidiyordu. kadın derin bir nefes aldı. Kendi hesabını rahatça verebilirdi, ama dünyaya gelmesine sadece vesile olacağı çocuğun günahını nasıl taşıyacaktı?
Rabbinden ümidini kesmemişti, nurtopu gibi bir evlad istiyordu. Allah ruhunu yarattıysa ona dünyada ceset giydirecekti.-yirmi sene sonra çocukları olanlar vardı. Hz. Zekerriya (as)'ın durumu mucizeydi. Kadın inkisar ve ümit arasında doğru yola koyulmuştu.
Anneye müdahale yapılıp çocuk alınmış, ekonomik sebeplerle bir masum kanı dökülmüştü. Anne birkaç damla gözyaşıy döktü Babanın yüzünde bu suç, bir korku, pişmanlık vardı
birbirlerine söz etmediler diğer çocuklarını bekletmek istemiyorlardı. onlara sarılarak ameliyathanede bıraktıkları masumun hasretini giderebilirlerdi. çocukları küçüktü, yalnız bırakamazlardı. Evleri görünmüştü. Bu kalabalık da neydi? Mahalleli onları farketmişti, ama feci hadiseyi nasıl anlatacaklardı, büyük oğlunun kamyon altında kalarak hayatını kaybettiğini nasıl söyleyeceklerdi? söylemeye gerek yoktu. Anne hadiseyi hissedip bayılmıştı bile. Hastahanedeki çocuksuz kadın anneyi teselli ediyordu. Baba evlerinin kapısını açarken gözyaşlarını siliyordu.
onları acı beklemekteydi. (M.Üftade)
*****************************************
Yüksel Hanım 16 Ağustos 1999 da kocası ile Ankara'da misafirlikteydi Kocası Yavuz Bey, o evine dönmek istiyordu. Yüksel Hanım kocasına, "Evimiz mi yıkılıyor, duralım bir gece daha!" diye çıkıştı. Ertesi gün kıyameti andıran büyük 17 Ağustos depremi patlak verince İstanbul'a dönen aile, Avcılar'daki evlerinde şaşkına döndüler o gece İstanbul'a dönmedikleri için Allah'a şükrettiler. "Dünya bir tuzaktır, tanesi de arzulardır."(Hz. Mevlana)
Kayseri Oto Sanayii'nde çalışan kaporta ustası, acil ödenmesi gereken bir senet geldiği için dua ediyormuş Allah'ım hiçbir kardeşime bir şey olmadan, borcumu ödemem için bana iki devrik, Bir çarpık araba gönder." Ülkemizin trafik kazalarındaki dünya şampiyonluğu malum Çok geçmeden dua kabul olunmuş ve ustaya iki çarpık araba gelmiş tamir Ve borçlar ödenmiş.
çarpık araba' duasının sahibi kaportacı, halı sahada düşünce ayağı çıkmış ve soluğu kırıkçı-çıkıkçıda almış. Çıkıkçıdan girdiğinde duası' hatırına gelmiş.
Usta, sormuş kırıkçıya Ayağı kırılan, çok olsun diye çok dua ediyor musun?
Uyanık çocuk cevap vermiş. "ustam. Siz nasıl çarpık arabadan para kazanıyorsanız biz de kırıktan para kazanıyoruz. kaporta ustası gelmeden kırıkçı ve babası da "iki kırık bir çıkık" duası yapmış!..
1983 te Teksasta Henry Ziglan adlı bir genç, nişanlısından ayrılır. üzülen ağabey Ziglan'ı öldürmeye karar verir.
ağabeyi, hedefi tutturamaz ve kurşun büyük bir ağaca gömülür. Aradan 15 yıl geçer Ziglan nedendir bilinmez, kurşun saplanan ağacı ortadan kaldırmak ister.
Ağacın dinamitle ortadan kaldırır.
Fakat senelerdir bekleyen tabanca kurşunu, dinamitlemede yerinden fırlayarak Henry'nin kalbine isabet eder ve ölümüne sebep olur.
Danimarka'nın gayr-i ahlaki film yapımcısı Folkepressen, yeni filmlerden birini seyrederken, başrol oyuncusunu 18 yaşındaki kızı sanarak kalp krizinden öldü. Folkepressen'in kızının Kopenhag'da öğrenim gördüğü bildirildi.
Ünlü yapımcı 250'den fazla gayr-i ahlaki filme imza attı 52 yaşındaki Folkepressen'in gözlerinin ileri derecede bozuktu, yaşlı görünmemek için gözlük takmaktan kaçınırdı Bütün bunlar akıl sahiplerine hayatın ibretlik bir film olduğunu göstermiyor mu? "Allah'ın size lutfettiği şeylerle şımarmayınız. Çünkü Allah, kendini beğenip övünen kimseleri sevmez." (Kur'an-ı Kerim, Hadid-237)
Titanic
1912 de, İngiltere'nin Southamptondan New Yorka hareket eden gemi 17 bin kişinin emeği ile inşa edilmişti zamanın en büyük gemisiydi. Gemiyi yapanlar batırılımayacağını iddia ediyordu Herkese, meydan okuyorlardı. Kendilerine güvenip gurur duyuyorlardı geminin ismini Yunan ismi Titanic yani yunan yer İlahsı Gaia ile gök ilahı Uranos'un birleşimiyle altısı dişi, altısı erkek olmak üzere on iki Titandı kaptan Smith ileri giderek, haşa "Yaratıcı bile gemiyi batıramaz." deme cür'etini gösterdi Gemi inşa edilirken her şey düşünülmüştü. İçinde, Paris kafelerinin benzeri olan Cafe de Parisien ve Türk hamamı da vardı bu muhteşem teknoloji harikası kompartımanlardan meydana gelmişti. gemi alttan darbe aldığında, sadece darbeyi alan bölüm su dolacaktı. geminin batması en az üç gün sürecekti. mutlaka yardım gelecekti. dünyanın en kaliteli çeliği bu gemide kullanılmıştı. Ancak Azap onlara ummadıkları yerden gelmişti." (Nahl Suresi, 26)
Titanic, soğuk bir Nisanda Foundlandda bir buzdağına çıkmıştı. Eğer nöbetçiler buzdağını farketmeden buzdağına çarpsaydı, gemi önden hasar alacak ve sadece ön kompartıman suyla dolacaktı. Böylece Titanic, batmıycaktı. Fakat buzdağı görüldüğünde son bir umutla manevra yapıldı. Dünyanın en büyük gemisi kendini kurtaramadı ve buzdağı gemiyi baştan sona bıçak gibi kesti. Bir değil bütün kompartımanlar su ile doldu ve batmaz denilen teknoloji devi Titanic, içindekilerin eğlence çığlıkları ölüm haykırışlarına dönüşerek sulara gömüldü. üç günde batmaz denilen Titanic, üç saatde okyanusun derinliğine gömülüverdi.insanoğlu putlaştırdığı şeylerle cezalandırılmıştı.
1992 de su altına 20 saatten fazla inceleme yapan Kanadalı uzmanlar, Titanicde çok enteresan noktalar yakaladı. Buzdağı, gemiye öyle bir çarpmıştı ki, o açının az veya fazla olması halinde kaza çok az zararla atlatılabilecekti. Nemrutça ve Firavunca davranışlar, şımarık sözler gayretullaha dokunur, karşılığı ağır olur.
Her şeyin ve herkesin üzerindeki Yüce Kudret'i unutan ve O'nun izzetini rencide edenler, ismiyle iddialarla tabiata, denize ve İlahi Kudret'e savaş açanların yaptıkları "batması imkansız" dev gemiyi sonsuz Kudret, Sahibi üç saatte sulara gömüverdi. Titanic macerayı yaşarken Allah (cc) kendisine sığınanların, O'na açıp dua edenleri boş çevirmiyordu. 1912 de Bayan Gracie, içinde büyük bir sıkıntıyla erkenden yattı. uyuyamıyor, dönüp duruyordu. kitabı yere düştü. Yerde denizde ölüm tehlikesi geçirenlerin selameti için okunan dua sayfası açılmıştı.Bayan Gracie Titanic gemisinde yolcu kocasını hatırladı.Kocasının selameti için dua etti ve daha sonra içi rahat uyudu.
Ertesi gün dev Titanicin battığını öğrendi.Titanic batmıştı. Kocası emekli albay Gracie döndü Albay Gracie, gemi batınca önce kadın ve çocuklara yardım etti. Ve Allah'a duaya başladı. Vapur l sulara gömülmeye başlayınca kendisini kurtarmak için bütün gayretiyle çabaladı ve suya çıkarak muvaffak oldu.Karısının duaya başladığı zaman, Albay da yolcularla birlikte kurtarılmış bulunuyordu.
******************************************
Evliyaullah'a yüksek hürmet ve bağlılık gösteren Sultan Selim babası gibi Allah'ın has kulu idi., bir gün divandan içeri hiddetlice girdi. Elbisesini değiştirtirmeden odada dolandı Ferhat Paşa'nın İskender Çelebi'yi kayırmasına gazaplanmıştı. aralarında dostluktan başka şeyler sezinlemişti. yüksek sesle şu sözleri sarfetti: Akibet görürsün hele Ferhat! şimdi İskender'i koruyup duruyorsun, ama ne fayda çıkacağını inşeallah birbirinize karşı asıldığınızda görürsünüz!.." seneler geçti ve Sultan Süleyman devrinde bu iki şahıs, Selim Han'ın geleceği görmüşçesine dediği gibi cürümlerinden dolayı karşı karşıya asıldılar.
"Ölmek değildir ömrünün en feci işi, Müşkül odur ki ölmeden evvel ölür kişi." (Yahya Kemal Beyatlı) Onyedinci asırda yaşamış ülemadan ve Sultan 1. Ahmed'in şeyhülislamlarından Çelebi Müfti Hocazade Mehmed Efendi, hastalıkdan korkan bir adamdı.
Çelebi'nin olduğu yerde hastalık ve ölümden bahsedilmez, kendisi hiç kimsenin hasta ziyaretine ve cenazesine gitmezdi. evinin hizmetçilerinden biri hastalanıp vefat etti. Efendi hazretleri konağına duvarcı ustası çağırdı, evin hizmetçisinin öldüğü odayı örmesini söyledi. Usta, kapıya duvar örünce Çelebi, git, bahçeden dolaş odanın duvarını del, naaşı gömsünler. oda bir daha kullanılmasın.
Hikmet-i İlahi, "sakınan göze çöp batar" misali, bütün dikkatine rağmen Hocazade Mehmed Efendi vebaya yakalanarak hayata veda etti. "Kundak ile kefen arası kaç adım?" (Gürbüz Azak)
Sevim hanım, yaşadığı Anadoluda kaynak atölyesi bulunan 35 yaşındaki Harun Keleş ile birleşti İki yıl sonra dünyalar güzeli ilk kızları Canan, ve Ebru dünyaya geldi. Mutluydular.. Sevim hanımın başında ağrılar başlayıp, ur oluştu Sevim hanımın tedaviye İstanbul'a gitmesine karar verildi. Ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde beyin ameliyatı oldu. Sevim hanım bu ağır kurtulduğuna inanmıştı ki yeniden rahatsızlandı. Kadını muayene eden doktorlar yaşaması için ilik naklinden başka çare olmadığını söylediler. Kızlarından ilik nakli düşünüldü. Ancak dokular uyuşmadı ve doktorlar, yeniden hamile kal. Doğacak çocuğun iliği uygun olabilir" dediler. tedavilerde Keleş Ailesi de varını yoğunu sattı
Genç kadın hamile kaldı oğlu Halit dünyaya geldi. Minik Halit ilik nakli yapılacak duruma gelince Sevim Hanım minik bebeğinden nakil istemedi Oğluma dokundurtmam. Ben öleyim ama ona birşey olmasın." diyerek hastalığı ilerliyordu. Sevim Hanım, yaşamak için doktorlara gitti "Oğluma kıyamadım. hamile kalsam, ömrüm yeter mi? diye sordu. Ve hamile kaldı. Fakat kaderden kaçılmıyordu. Sevim Hanım, bebeğinin doğumuna beş ay kala 1.5 yaşındaki Halit'iyle fırına ekmek almaya giderken ehliyetsiz bir sürücünün çarpmasına maruz kaldı.
Kadıncağız ilik nakli için kıyamadığı oğlu Halit'i can havliyle kenara fırlattı kendisi bu trafik canavarının sorumsuzca kullandığı kamyonetle dokuz metre sürüklenerek karnındaki yaşam umudu bebeği ile birlikte feci şekilde öldü.
"Allah kibirle kasılan, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez" (Kur'an-ı Kerim, Lokman-18)
Her alanda dünyanın en büyük ve süper gücüyüm diyen ABD, uzayda üstünlüğü ele geçirmek için giriştiği uzay yarışında 1986 da "Challanger" uzay mekiğini hazırladı. NASA tarafından hazırlanan ve "Meydan Okuyucu" manasına gelen Challanger, göz kamaştırıyordu. ABD Başkanı Reagan, uzay mekiğine, dünyaya "biz böyle büyüğüz, süperiz!" diyebilmek için bu ismi vermişti Başkan Reagan, Senato'da konuşurken mekik fırlatılacaktı planlar tasarlandığı gibi gitmedi. Çünkü insanların planlarının ötesinde Mutlak ve Sonsuz Kudret Sahibi'nin planı vardı ibret penceresinden görünen nice üstünlük taslayanlar, büyüklükle kibirlenenler küçük bir sinekle veya karınca ile hatta görünmez bir mikropla yıkılıp gitmişdi.
tarih misliyle tekerrür eddi herşey mükemmel zannedilirken asrın teknolojisi yüzbinlerin gözleri önünde kalkışından 72 saniye sonra paramparça oldu.
İkinci Dünya Savaşı şiddetle devam ederken Müttefik İngiltere, Fransa, SSCB ve ABD Avrupa'ya çıkartma kararı aldı. tarihler 6 Haziran 1944'ü gösteriyordu. çok gizli bir karardı şifrelenmişti.
Amerikan çıkartması için Alman işgalindeki altındaki Fransa'nın Normandiya sahilinin şifreleri "Utah ve Omaha" idi. Sahile yaklaştırılacak istila şifresi "Overlord" ve deniz operasyonu şifresi"Neptüne" idi. Telegraph gazetesine bir ilkokul öğretmeni 20 seneden beri bulmaca verirdi. Öğretmenin, o gün gazeteye verdiği bulmaca çözümleri şöyleydi:
Utah", Omaha", Mulbery" ve "Neptüne ve Overlord"du. öğretmenin harple hemen hiç ilgisi yoktu. Fakat düşündürücü bir tevafuk ile bulmaca çözümünü çok orjinal bir şekilde tertip etmişti. "Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir." (Kur'an-ı Kerim, Şura-30)
Portekiz'de 27 yaşındaki Sophie Lagoa ismindeki bir kadın sürücü, sarhoş araba kullandığı için trafik polisleri tarafından mahkemeye sevkedilir.
Kadın, cezasından kurtulmak için çok iyi bir avukat olan Borja ile anlaşır. Avukat, Sophie'yi kurtarır. musibetten ders alamayan Sophie, beraatini kutlamak için bara gidip sarhoş oluncaya kadar içer. yine sarhoş direksiyona geçer. Ve sarhoş kafayla bir vatandaşa çarparak arabasıyla sürükler. adam ölür. Bayan Sophie hapishanenin yolunu tuttuktan sonra, arabasıyla çarparak ölümüne sebep olduğu adamın, kendisini sarhoş araba kullandığı gerekçesiyle cezadan kurtaran avukat Borja olduğunu öğrenecektir. "İbret alınacak şey ne kadar çok, ibret alan ise ne kadar az." Hazreti Ali (a.s.)
1981 de Halit İslamboli ve arkadaşları, düşman kabul ettikleri Mısır Başkanı Sedat'ı resmi geçitte öldürdüler.Tasmalı Çekirge" kitabın yazarı, eski Dışişleri görevlisi İsmail Berdük hadisenin düşündürücü ayrıntılarına dikkat çekiyor: Resmi geçitte göremediğimiz bir yerden havai fişek atılır gibi havaya sekiz adet füze fırlatıldı, bunlar havada dağıldı. Dördünden Mısır bayrağı, dördünden Enver Sedat'ın yüzü bulunan renk ağırlığı yeşil bayraklar çıktı. Bunlar havada dalgalanmaya ve halktan alkış duymaya başladılar. Ehramda dörder bayrak direği vardı. ehrama yakın olan ikisine Mısır bayrağı, diğerlerine silahlı kuvvetler bayrak çekmişti. Havadaki Sedat bayraklarından biri Mısır bayrağına sarıldı.iki bayrak birlikte dalgalanır hale geldi. Bu yüzyıl boyu tekrarlanamazdı. manzara halkı oluşturdu. Allah'ın millet ile 'reis'i arasındaki yakınlığı ispatladığına inanıldı. Sedat'ın resmini taşıyan bayrağın durması zorlaşıyor, bayrak aşağı kayıyordu. Uzun süre buna kimse aldırmadı. Fakat görüntü tatsızlaştı. Kimse gidip bunu almayı akıl etmiyordu. Sedat'ın kendisi de görmez olmuştu. bayrak birden, tam Sedat'ın boğazına isabet eden orta yerden ikiye ayrıldı.
15 dakika sonra da Sedat'ın bayrağın yırtıldığı yerden, boğazından vurulduğu görüldü.
Meşhur ihtilalci General Madanoğlu, yüzbaşı rütbesiyle orduda görev yaptığı yıllarda, doğuda bulunuyormuş.
Bir gün bir yılan yavrusu Madanoğlunun çadırına getirilir Eline bir ot parçası alıp başlamış yavru ile oynamaya, otu onun ağzından çekiyormuş, yılan yavrusu da otu kapmaya çalışıyormuş. yüksek rütbeli bir subay Madanoğlu'nun çadırından girince masum yılan yavrusunu ezivermiş. Madanoğlu diyor ki: "O gece, o yüksek rütbeli subayın çadırında yangın çıktı." "Her ne doğrarsan aşına, o çıkar karşına." (Atasözü)
Sık sık evinin kapısını çalıp birşeyler dilenen kadından bıkan evin hanımı, yine dilenci kapısını çaldığında ondan kurtulmaya karar verir. Dilenciye beklemesini söyleyip mutfaktan ekmek alır ve peynir, zeytin yerleştirir. arasına haşarat zehirinden dökmeyi ihmal etmez. ekmeği dilenciye uzattığında, kadın "Allah razı olsun." deyip ayrılır.
acıkan kadın ekmeği çıkarıp yiyeceği esnada elini yüzünü yıkaylan bir askerin baktığını görür. Askerin yorgunluğu anlaşılmaktadır. Dilenci, Gence acır ekmeğini askere buyur ederek uzaklaşır.
ekmeği iştahla yiyen asker, acıyla kıvranır. cemaat genci evine götürürler.
Evin hanımı, binbir ümitle beklediği terhis olmuş oğlunu perişan görünce övünmeye başlar. oğluna sorar Delikanlı bir dilencinin kendisine ekmek verdiğini, onu yedikten sonra bu hale geldiğini söyleyince kadın verdiği ekmeği hatırlar ve başından aşağıya kaynar su dökülür.
övünmeye başlar Arslan gibi delikanlı oracıkta gözlerini yumar. "Bütün bahtsızlıklar yokluktan değil, çokluktan gelir." (Tolstoy)
Bediüzzaman Hazretleri, dünya hayatında haram yolla bir maksadına ulaşmaya çalışanın ceza göreceğini; o işten ne lezzet ne de necat, elde edemeyeceğini söylüyor. İşte ibretlik bir hadise: Oktay Güdük, 773 milyar lira gibi büyük bir para kazanınca Türkiye gündeminin ilk sırasına oturan bir Loto kumar oyuncusu... iki göz gecekonduda oturan bu sıradan adamın milyarder olunca tipi, evi, işi arkadaşları, her şeyi değişti. Dünyası ve huzuru da Oktay Güdük lotoyu kazanınca sırra kadem bastı. Şimdi korumalarıyla dolaşıyor:
"Loto çıktığından beri Tam üç yıl oynadım. hiçbir şey çıkmadı. Vazgeçmedim.kafayı yemek üzere idim. kardeşimle çıkacaktım. Kaynanam kızdı. Ben de kardeşime gel, dedim.
Tv'de loto açıklanıyor. kuponu alıp bakmaya başladım. öyle bir bağırıp havaya sıçramışım ki, Karım delirdiğimi sandı. Kaynanam şüphelendi. 'Nereden buldun bu parayı?' dedi Haram para' diye tutturdu. Köyüne gitmek istedi. 'öldüğümde iki dua et, yeter.' dedi. Lotoyu kazanınca evden çıkamadık. vay anam ne bela şeymiş çok para kazanmak. İstanbul kazan biz kepçe dolaşdık. kaçak gibi... Siz, garibanlığı yoksulluğu anlayamassınız.Bir-iki tane sessiz telefon gelmişti. Çok tehlikeliydi uyduruk gecekondu evim. Gelip basarlar, kaçırırlar, her şey olabilirdi.
Gece, arkadaşa gittik. başladık dolaşmaya... onun evi, bunun evi derken, perişan olduk. huy bozuldu. üç yaşındaki oğlum, önüne geleni dövüyordu Kızımı okuldan almak zorunda kaldım. kaçırabilirlerdi, para sızdırmak için. Şimdi özel, ders alıyor. Çok para veriyorum; ama olsun. Siz fotoğrafı yayınlayınca bıyığımı kesmek zorunda kaldım.Sakal bıraktım. Ben, ben olmaktan çıktım. Başladı karım söylenmeye, 'Kesme bıyığını nerden çıktı bu sakal, düşmana benzedin.' diye. Ama tanınmamak zorundaydım. Kimse lotocu olduğumu bilmemeli. İstanbul'u dolaştık. 25 gün boyunca. Saklanmak için... Valla, ev gibisi yok. şimdi asma yapraklanmıştır. komşu sokaklardadır. Yeni evim çok rahat; eski evimi tutamaz. toprağı özlüyoruz. Yemek yiyemiyorum.Çalışmayınca, vücudun ihtiyacı olmuyor. Sizin gibi, herkes gibi, eskisi gibi sıradan normal bir insan olmak istiyorum. Çoluk çocuğumla mutluluk ve huzur istiyorum. Para her şey değil. Huzur en önemlisi. Düşün yakamdan!..." Bir Gazete Haberi: LOTO MİLYARDERİNİN KARISI İNTİHAR ETTİ
"Servetin batırdığı insan sayısı, kurtardığından çok fazladır." (Bacon)
Gaziantep'te lotodan 600 milyon lira kazanan Loto milyarderi Mustafa Ağbay'ın üç aylık hamile karısı, dördüncü kattan atarak intihar etti.
18 yaşındaki Hülya Ağbay'ın cesedinde dayağa rastlandı. Polis, her yerde Loto milyarderini arıyor.
Jake Fen adlı bir Macar, eşini korkutup eğlenmek için boğazına ip geçirip kendini asmış pozu vererek rol yapar. eve gelen bayan Fen, kocasını o halde görünce korkudan şoka girerek bayılır.
Fen ailesinin evine gelen komşusu içeri girer ve iki cesetle karşılaşır. evi soymaya kalkar. onları farkettirmeden seyreden Jake Fen, kadına bir tekme atar.Cesedin canlandığını sanan kadın korkudan can verir. Yargılamada Jake Fen beraat eder. "Tecrübenin bir dikeni, bir tarla dolusu uyarıdan daha değerlidir." (James Russel Lowell)
iş kazasında tutanağa "Planlama Hatası" diye yazmıştım. hadiseler aynen anlattım gibi olmuştur: ben bir duvar ustasıyım. İnşaatın altıncı katında işimi bitirdiğimde tuğla artmıştı. 250 kg tuğlalayı aşağıya indirmek gerekiyordu.
varili altıncı kata çıkardım. İpi çözmemle kendimi havalarda buldum. Ben 70 kiloyum. Varil ise 250 kilo. 250 kiloluk varil aşağıya düşerken beni yukarı çekti. Heyecandan ipi bırakmayı akıl edemedim. Yolun yarısında varille çarpıştık. Sağ iki kaburgam kırıldı yukarı çıkınca, iki parmağım iple beraber çıkrığa sıkıştı. Parmaklarım kırıldı. varilin dibi çıktı ve tuğlalar etrafa saçıldı. Varil hafifleyince, ben aşağı inmeye, varil de yukarı çıkmaya başladı ve yolun yarısında varille çarpıştık. Sol bacağımın kavalkemiği de kırıldı. Can havli ile ipi bıraktım Başımı kaldırdığımda boş varilin süratle üzerime geldiğini gördüm. Kafatasım da böyle çatladı Bayılmışım, gözümü hastanede açtım. Cenab-ı Hakk'ın tüm kullarını görünmez kazalardan korumasını diler, hürmetlerimi sunarım öperim.
"Hayatını aldıklarınla kazanırsan ama verdiklerinin üzerine bina edersin.(Winston Churchill) Bir İngiliz karı koca, yanlarına oğullarını da alarak İskoçya'nın uçsuz bucaksız kırlarına gitmişlerdi. genç adam tek başına dolaşmaya çıktı.suya girdi. Başına geleceklerden habersizdi Delikanlı, su birikintisinde dayanılmaz bir sancıyla anda ne olduğunu şaşırdı. ayağına kramp girmişti. acılar içindeydi Hayat mücadelesini kaybetmeye başladığını hissetmişti ki, dehşet ve panikle bağırdı.
Suyun yakınlarında bir köylü feryatları işitince sesin geldiği tarafa koştu. genç köylü delikanlıyı boğulmaktan kurtardı.
Delikanlının babası köylüyü teşekkür için davet etti. Delikanlının babası cesur köylüye gelecek planlarını sordu. Babam gibi çiftçi olacağım maalesef" diye isteksizce cevap verdi genç adam. şükran ve vefa borcu için fırsat bulduğunu düşündü. Başka bir şey mi olmak isterdin diye sordu genç köylüye.
Evet" diyen İskoç, doktor olmak isterdim. Ama fakiriz eğitimi babam karşılayamaz..." Üzülme... dedi, İngiliz baba. "Tıpta okuman için bütün masraflarını karşılayacağım!..." uzun yıllar geçti. Aralık 1943'de Winston Churchill Kuzey Afrika'da zatürreydi.
penisilin adı verilen mucizevi ilacı keşfeden Sir Fleming'e haber gönderildi.
Fleming, İngiltere'den Afrika'ya uçtu yeni ilacını hastası İngiltere Başbakanı'na tatbik etti. Penisilin keşfine kadar ölümcül olan zatürre, Churchill'i öldüremedi Penisilini keşfeden ve başbakanı tedavi eden Alexander Fleming, Churchill'in hayatını kurtardı. Hem de ikinci kez!? Yıllar önce İskoçya'da genç Churchill'i boğulmaktan kurtaran ve baba Churchill'in desteğiyle tıbbiyeyi okuyan genç İskoç, Doktor Fleming'ten başkası değildi.
2.Dünya Savaşı'nın şiddetle devam ettiği barut dehşetinin yaşandığı günlerde İngiliz Başbakanı Churchill ülkesinin savunma güçlerine moral vermeye gidecekti. Şöförü, Başbakanın hareketi için hazır bekliyordu. Churchill gözükünce şöför, onun için arabanın kapısını açtı. Churchill hayatında ilk ve son olarak açık kapıyı bırakıp arabanın öteki kapısından bindi. Şöför, bu garip davranışa anlam veremedi. Arabayı çalıştırdı ve yola çıktı. Makam arabası yola çıktıktan sonra bir bomba patladı ve arabanın iki tekerleği havaya fırladı. kilolu olan Başbakanın ağırlığıyla araba devrilmedi Churchill ve söförü ölümden kurtuldular.
Gitme ey yolcu, beraber ağlaşalım:
Elemim bir yüreğin kârı değil paylaşalım: Öyle dehşetli dönen matem ki! Karşımda vatan nâmına bir kabristan
Yatıyor şimdi... Nasıl yerlere geçmez insan? (Mehmet Akif Ersoy) Mukaddes Kitabımız Kur'an-da korkunç depremler şöyle haber veriliyordu: nice beldeler helak ettik ki, azabımız onlara gece ve gündüz uykusunda ansızın geliverdi."
akıl sahiplerinin ibretine sunulan bu korkunç yer sarsıntıları ülkemizdede meydana gelmiştir büyük depramlerde eş, dost ve birbirlerine koşarlar. 17 ağustos gibi Büyük bir depremin olduğu gece Çınarcık'taki evleri yıkılan Kemal Gündüz, karısı ve kızları Elif ile Ecem enkazda kalmışlardır. bölgeye koşan Kemal Bey'in bacanağı Şadi Bey ümitle enkazı eşelemektedir yorulan Şadi Bey, biraz nefes için enkazın yanındaki çimene uzanır. Şadi Bey, rüyada Kemal Bey'i görür. Kemal Bey rüyada: "Bacanak kurtarın." diye acı acı feryadla yardım ister. Şadi Bey, bir kepçe bulup operatöre işaret eder. "Tam şuraya vur."
Kepçe ilk darbeyi indirince Gündüz ailesinin muhabbet kuşu yıkıntılardan kanat çırparak dışarı çıkar. Herkes ümitlenmiştir. "Kuş bu kadar saat yaşamışsa hayat ümidi var" demektedirler. Şadi Bey aşağıya doğru bağırdığında derinlerden Gündüz ailesinin sesleri gelir. Bir rüya gerçeğe dönüşür ve aile enkazdan sağ salim çıkar "Uyku nasılki için rüya-yı sadıka cibetinde bir mertebe-i velayet hükmündedir. umum için, gayet güzel ve muhteşem bir sinema-ı Rabbaniyenin seyrangabıdır. güzel ahlakı, güzel düşünür. Güzel düşünen, güzel levhaları görür, fena ahlaki fena düşündüğünden, fena levhaları görür."(Bediüzzaman)
İran- Irak Savaşı'nda kaybettiği kocasının biriktirdiği imkanları tüketmiş, bir gün aç, bir gün tok yaşar hale gelmişdi. geride kalan üç çocuk yokluk bilmiyor, acıkınca feryad basıyordu Kerkükte sefalet kol geziyordu. Kim kime yardım edecekti yıkılmaış evceğizinden ümitsizce bakarken bir taksinin durduğunu, görmüştü. Bütün cesaret ve ümidle şoföre seslendi Sakın beni dilenci zannetmeyin. Üç çocuğumla üç gündür açım. namusumun lekelenmesinden korkmaya başladım. Allah rızası için yardımda bulunun. açlıktan ölmeye razıyım. Fakat çocuklarımın çığlıklarına tahammül edemiyorum... Beklemedik bir anda gelen bu Allah rızası için yardım talebine şoför şaşırtmıştı. Düşündü Cebinde bir miktar parası vardı . Ancak aylardır biriktiriyordu. taksinin dört lastiği eskimişti değiştirmek için çırpınıyordu akşamları hanımı ikazdan geri kalmıyordu: O an için nefsi ve şeytanı birlik olup vesvese verdi Sen zaten zor geçinen kimsesin. Yardım edemezsin. Bas, git yoluna.
Fakat imanı ve vicdanı sesleniyordu
Para dediğin bunun için lazımdır Biriktirdiğin parayı muhtaca vermelisin. Tam yeridir! nefsini ve şeytanını yener, tüm parasını Al bacım, sen namusunla yaşa. Bu para idare eder. Sonrasına da Allah sebepler yaratır demiş, oradan uzaklaşırken, kadını sen ihtiyacımı karşıladın, Allah da senin ihtiyacını karşılasın... duasını duymuş, gün boyunca hep (amin) demişti Akşam eşinin sorusuyla muhatap oldu:
Adam, hiçbir şey hissettirmeden geçiştirdi. Bu geçiştirme işi sürerken hiç beklenmedik bir durumla karşılaşır
Hanımı ladres yazılı bir kağıt uzatıp şöyle der Bugün lastikçi geldi, Yarın bana gelsin lastiklerini değiştireceğim, deyip gitti. İlk işi adrese gitmek oldu. tamirciyi hayatında hiç görmemişti Elindeki kâğıdı uzatınca şaşkınlık yaşandı. Adam: Sen o musun, deyip boynuna sarıldı, hıçkıra hıçkıra ağladı
Tam üç gündür Resülullah Aleyhisselam rüyama giriyor ve şu adresteki şoförün lastiklerini değiştir, şefaatime nail ol" buyuruyor. Allah için söyle. ne iyilik ettin, nasıl bir dua aldın ki, Resülullah üç gündür beni ikaz ediyor, senin için beni vazifelendiriyor?"Hiçbir yiğidin kaza ve kader okuna karşı kalkanı yoktur." (Hazreti Ali(r.a.))
Kayseri-Kuşadası seferinde akaryakıt tankeriyle çarpışan yolcu otobüsü alevler içinde cayır cayır yanar ve bu korkunç görüntü hafızalardan kolay kolay silinmez korkunç kazada otobüsteki 48 kişiyle birlikte Türk milletinin yüreği alev alev yanar Otobüsün metal kısımları kavrulurken "Dünyada ölümden başkası yalan" yazılı bir kağıt parçasının yanmaması tam bir ibret-i âlemdir
Erciyes Üniversitesi 3. sınıf öğrencisi genç bir kız da, alev topu otobüsten yanmadan kurtulmuştur Şencan Komşucu adlı kız Kayserili Faruk Çarşıbaşı adlı Hayırseverden burs alıyordu. Kızımız Cumhuriyet Bayramını fırsat bilip memlekete gitmek için otobüste yer ayırttı. Bursu için kaza gecesi Faruk Çarşıbaşı'nın kapısını çaldı. Şencan'a, "Burs işini pazartesi halledelim " denildi. Şencan, ailesine iki gün geç gideceğine üzülmesine rağmen "geç olsun güç olmasın" düşüncesiyle otobüsünü iptal ettirdi. kaderin garip tecellisi olarak otobüse binmekten kılpayı kurtuldu. Faruk Bey'e hayatımı kurtardınız. Bana cuma akşamı bursumu o alev gibi yanan otobüste yanacaktım otobüse de binmedim. yanmaktan ve ölmekten kurtuldum." der. sonra da, Faruk Bey'e teşekkür edip memleketine gider.
Alev otobüse binmekten son anda vazgeçip kurtulan Şencan, memleketinden dönünce okula gitmek için otobüse geldiğinde Aceleyle yetişir ama otobüs hareket halindedir. Otobüs durunca Şencan otobüsün durduğunu zannederek kapıya koşar. Kapının açılacağını bekleyen Şencan ayağını kapıya uzattığı anda Şencan'ı farketmeyen otobüs şöförü hareket eder ve şencan aracın tekerleklerinde ezilir. Feci şekilde yaralanan Şencan Tıp Fakültesine kaldırılır, fakat kurtulamaz.
ecel Şencan'ı yanan otobüste değil başka otobüste yakalamıştır.
Hayatımız, yaptığımız tercihlerin toplamıdır." (W. Dwyer) Bir astsubay adayı, askeri okuldan mezun olup göreve başladıktan sonra arkadaşlarına Hızlı yaşa genç öl". Cesedin yakışıklı olsun" sözünü tekrar ediyordu. Arkadaşları, ona böyle söylemenin doğru olmadığını belirtiyordu genç astsubay ısrarla bu sözü söylüyordu
Genç astsubayın ölüm haberi ulaştı Astsubay, atış poligonunda silah talimi yaparken hedefinden seken kurşun başka hiçbir yere değil doğrudan astsubaya yönelmişti. Gencin cenazesinde arkadaşlarından biri sessizce Gerçekten de sık sık tekrarladığı gibi hızlı yaşayıp genç öldü." "Ölüm, mayamızdır. Ondan kaçmak, kendimizden kaçmaktır. Bizim tadını çıkardığımız varlıkta, hayat kadar ölümün de yeri vardır. Dünyada geldiğimiz gün, bir yandan yaşamaya,bir yandan da ölmeye başlamaz mıyız." (Montaigne)
New Yorkta karla kaplı soğuk kış günlerinde, ikisi de Amerika'nın değişik bölgelerinde iş gezilerindesi karı-koca, Florida da buluşup, yaz yaşandığı bölgede dinlenmeye karar verirler.
Florida'ya karısından önce giden koca, eşine de yer ayırttıktan sonra, e-mail gönderir. Fakat mesaj, yanlışlıkla karısına değil , bir gün önce ölen yaşlı papazın karısına gider. Papazın yaşlı karısı, korkunç bir çığlıkla yere düşer.
Kocasının ölümünden dolayı çok üzgün olan kadının çığlığı üzerine ev halkı odaya dolar ve herkes, yerdeki kadın için koşuşturmaya başlar. Kadıncağız sonra kendine gelir ve korku içinde bilgisayarı gösterir. bilgisayarda şöyle bir mesajla karşılaşırlar: "Sevgili karıcığım! Buraya ulaşır ulaşmaz, senin gelişinle ilgili işlemleri tamamladım. Sonra bana ayrılan yere yerleştim.
Burası gerçekten çok sıcak... Seni özlemle bekliyorum. Kocan..."
murataltug1985
11-15-2018, 19:53
Kaynak vehbi tülek.com
1001 OSMANLI HİKAYESİ
BUYURUN CENAZE NAMAZINA
Sultan IV. Murad içki yasağını kontrol için bizzat tebdil-i kıyafetle dolaşır ve yasağa uymayanları şiddetle cezalandırırdı. bir gece şehri dolaşırken bir kahvehanede birkaç kişinin içki ve tütün içtiğini gördü Sultan Murad kahveciye:İçkinin yasak olduğunu bilmiyor musun?” dediğinde kahveci uzun etme hadi sen de çek” dedi. Padişah sesini yükseltip emre karşı gelmenin ne olduğunu bilmiyor musun?” diye sorunca kahveci dayanamayıp “Beyzadem, adınızı bağışlar mısınız” dedi. Padişah
“Murad” deyince, kahveci:
“Sultanlığı var mı?” diye sordu. Padişah:
“Evet” deyince, kahveci masaya yatıp bağırdı“Öyleyse buyurun cenaze namazına
BAĞDAD GİBİ YÜZ KALEYE DEĞERDİN
Sultan IV. Murad 1638 de İran’ın işgal ettiği Bağdad kalesini kuşatır ve
“Bağdad’ı fethetmeden İmam-ı Azam hz lerinin türbesini ziyaretten utanırım” diyordu. siperleri gezip askerine moral veriyordu kale duvarları yıkılmıştı ancak kale fethedilemiyordu. Muhasaranın 37.ci günü Vezir-i Azam huzura çıktı niçin hücum yapılamadığı soruldu. Vezir-i Azam Padişahım sabroluna. Sonunda şehir fetholunacak, zaman vardır. Askeri kırdırmayalım” dedi. Padişah: Senin namın, dilaverliğin bu mudur? diye sorunca Vezir-i Azzam:
“Ben canımı padişaha feda etmişim. Tayyar kulunuz ölmekle bir şey olmaz. Allahü Teâlâ kaleyi ihsan eylesin” dedi ve hücuma kalkışıldı. bayrak dikildi. Tayyar Paşa, elinde kılıç, bir kuleye hücum ediyordu. Kale düşmek üzereydi. bir tüfek Vezir-i Azam Tayyar Paşa’nın alnına isabet etti ve şehid düştü. Sultan murat çok üzüldü “Ah Tayyar!... Bağdad gibi yüz kaleye değerdin” dedi.
ALIN TERİNDE BEREKET VARDIR
Sultan I. Mahmud kuyumculuk yapar, yaptıklarını sattırır, ihtiyaçlarını temin ederdi. Bundan büyük haz duyardı birgün veziri ona yaklaştı ve:
“Niçin zahmet edersiniz?” deyince Padişah: Bre ne yabana söylersiz! Milletin hazinesini, milletin ihtiyaçlarına sarfetmek gerekdir. insan olana durmadan çalışmak gerekdir. İnsanın alın teri ile kazandığı paranın zevki başkadır. İçinde alın teri, göz nuru bulunan kazanç helal olur. Bu kazancın tadı, beti ve bereketi olur” dedi.
SAKINAN GÖZE ÇÖP BATAR
“Bunlar bir vakit beyler idi, kapıcılar korlar idi, Gel gör şimdi, bilmeyesin bey hangidir ya kulları? Yunus Emre” Onyedinci asır da yaşamış ülemadan ve Sultan 1. Ahmed'in şeyhülislamı Çelebi Müfti Hocazade Mehmed Efendi, bulaşıcı hastalıkdan çok korkardı hiç kimsenin hasta ziyaretine ve cenazesine gitmezdi. Bir gün, evin hizmetçisi hastalanıp vefat etti. Efendi hazretleri hiç tereddütsüz konağına bir duvarcı ustası çağırdı. hizmetçisinin öldüğü odayı ördürdü ve Bu oda kullanılmasın dedi ve. Hikmet-i İlahi, "sakınan göze çöp batar" misali, bütün dikkatine rağmen Hocazade vebaya yakalanarak hayata veda etti
BENİM DAHİ MURADIM ODUR
Yavuz, devlete hata edenleri affetmez ve zalimin boynunu vurdururdu hak içinde “Dilerim Allah’dan Yavuz’a vezir olasın” sözü bir beddua idi. Ancak kadirşinastı Fikrini açık söyleyenlere aykırı ise kızar hak sözü ise kabul ederdi.şiddet ve gazabdan korkan, Pîrî Paşa Padişahım, lbir bahane ile beni idam ettireceksin sözleriye korkusunu beirtince gülen Yavuz Benim muradım odur, lakin senin yerine bir adam bulamadım. Yoksa seni muradına kavuşturmak kolaydır” cevabını verdi.
HALİÇTEKİ İLK KÖPRÜ
Haliç’teki ilk köprü Sultan II. Mahmud tarafından yaptırılmıştır. Fakat ondan yüzyıllar önce Fatih, İstanbul fethinde Haliçe geçici bir köprü inşa ettirmiştir 22 Nisan 1453 te Osmanlı gemilerini Haliç’te gören Bizanslılar, büyük ve inanılmaz bir sürprizle karşılaşır Kumbarahane ile Defterdar arası, denize kurulan bir köprü ile birleştirilmiştir Bu köprüde Osmanlı askeri toplar geçiriyordu. Bizanslı tarihçi Kritobulos’un bilgilerine göre, binden fazla fıçı, sandal ve duba, kalaslar ve demir çengellerle bağlanmıştı. En üstü döşeme tahtalarla kaplan mıştı. 700 m uzunlukdaki köprüde 5 asker yanyana yürüyor, toplar çekiliyordu. Bu toplarla Bizans ateş altına alınıyordu. Bizans barış teklif ettiyse de Fatih’i İstanbuldan vazgeçiremedi. Bizans bu köprüyü yaktırmak istedi. Fakat surlardan dışarı çıkan 150 Bizanslı köprüde can verdi.Bizans Prensi Dukas, Sultan Mehmed’in yaptırdığı köprüyle, gelmiş geçmiş cihangirleri geride bıraktığını söyler ve “Böyle bir harikayı kim gördü, kim* işitti” sözleriyle takdir eder
İMPARATOR ÖLÜ GİBİ DONUP KALDI
İstanbul’un fethinde Bizans elçisi Venedikli asilzade Barbaro, Sultan Mehmed in parlak dehasını şöyle nakleder:“18 Mayıs günü Bizanslılar uyandıkları zaman şaşkınlıktan dona kaldılar. sur önünde büyük bir kule duruyordu. Osmanlılar 4 saat içinde ahşap bir kule inşa ederek sur önüne gelmişlerdi. Bu kule mükemmeldi nasıl yapıldığını kimse anlayamadı. Bütün Hristiyan dünyası birleşse yapamazdı. İmparator surlara geldiğinde bu şayan-ı hayret şeyi görünce korku ve dehşetten ölü gibi donup kaldı. Fatih’in parlak zekası karşısında İstanbul’’un fethedileceğini anlamıştı. Kule şöyle yapılmıştı: Sağlam kalaslarla üzeri deve derileriyle kaplanmıştı. yarıya kadar taşlarla doldurulmuştu. top, tüfek veya başka bir silah darbesi ona zarar veremezdi. Deve derisine çit örgüsü kaplanmıştı. Kuleden ordugaha doğru bir yol yapılmıştı. Üzeri kapalı olduğu için surlardan atılan ok ve Rum ateşi, askerlere zarar vermiyordu.Kuledeki toplar, gülleler Bizans askerine ağır kayıplar verdiriyor, birçok binada yangın çıkarıyordu.
Kaynak dini hikayeler android programı
İsveçli resim sanatçısı Caterine Burevik (37), Estonya feribotu ile deniz yolculuğuna çıkmış fakat büyük yolcu gemisi 28 Eylül 1994 de Baltık Dennizi'nde batarak denizcilik tarihinin en büyük deniz kazası meydana gelmişti. Ressam Burevik bu gemide 852 kişi ile hayatını kaybetmişti. 28 Eylül 1994 deki büyük deniz faciasının ikinci yıldönümünde, Ressam Burevik'in ölmeden önce yaptığı 40 adet sergilendi. sergilenen resimlerin tümünde dalgalar, kayalıklar, suya batan insanlar tasvir ediliyordu. eserlerinin isimleri ise şöyleydi: "Keşke Zamanından Önce Varabilseydik, "En Kötü Felaket" İngiliz Telegraph gazetisinin 24 Eylül 1994 tarihli sayısında çarpaz bulmacada, "yolcu listesi" "öldürmek"diplomalı gemi kaptanı"ve "Estonya" kelimeleri bulunuyordu. Dört gün sonra, 28 Eylül, saat 12.30'da Estonya feribotu Baltık Denizi'nde battı. "Hırs ile mutluluk birbirlerini hiç görmezler." (Benjamin Franklin)
New York trafiği en çok olan metropollerdendir. şehrin 5'inci caddesindeki bir adama otomobil hafifçe çarptı. kazada yayaya birşey olmamıştı. ve iş tatlıya bağlandı.
yaya yerden kalkmaya hazırlanıyordu ki, hadiseyi gören aklıevvel, biri yayaya yerinden kalkmadığı takdirde yaralandığını öne sürerek sigortadan para alabileceğini söyledi.Bir anda emeksiz kazanacağı yeşil dolarları düşünen adam, paranın cazibesiyle arabanın önüne yattı. sürücü ise bütün olanlardan habersiz, adamın gittiğini düşünüp, hadisede uzaklaşma telaşıyla gaza bastı. Bir anlık hırsa kapılan arabanın altındaki adam hırsının bedelini canıyla ödedi.
Onkolog Dr. Haluk Nurbaki, Konya'nın tek gazetesi "Babalık" ın başyazarı pederinden işittiği tüyler ürpertici, ibretlik bir hatıra ile mukaddese dil uzatanların akıbetini göz önüne seriyor:
1920'de Saruhan mebusu Mustafa Necati (1894-1929), Cumhuriyetin ilk Maarif vekillerindendi Milli Eğitim Bakanı olarak Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Harf Devriminde etkin rol oynamıştı
Mustafa Necati, Hz Mevlanaya Konya'ya gelmiş ve Latin harfleri için bir konferans düzenlemişti. ilanlarda:
Eski Harflerle Birlikte Kur'an'ı da Tarihe Gömdük" yazıyord Akşam, mükemmel bir ziyafet verildi Bay Necati, ani bir apandist krizine yakalandı ve hemen ameliyat edildi. Bay Necati kurtulmuş, fakat ne haddini aşarak Kur'an'a dil uzatmıştı. Gece yarısı, imkansız denebilecek bir şey oldu Bay Necati'nin yattığı yatak kırıldı. Hastanın ameliyat yeri patlamıştı ve konferansın yapılacağı saatte Bay Necati gömüldü
NewYork yayınevinde redaktör olarak çalışan 51 yaşındaki George Turklebaum, kalp kriziyle hayatını kaybetti ve 23 kişiyle çalıştığı ofiste, adamın kalp krizi tam 5 gün sonra birisinin İyi misin?' diye sormasıyla farkedilmiş...Patronu, şirkette 30 yıldır çalışan George'un ofise en erken gelip akşam en geç çıkan eleman olduğunu, etrafındakilerle konuşmadan sadece işiyle ilgilendiğini söylemiş...Bu nedenle öldüğünde kimsenin dikkatini çekmemiş... çıkarmamız gereken ders:
Kendinizi paralarcasına çalışmayın... Kimse farketmiyor
Bir gün Süleyman (a.s) bir karıncaya bir yıllık yiyecek miktarını sorar. Karınca
Bir buğday tanesi diye cevap verir.
Cevabı kontrol etmek isteyen Süleyman (a.s) karıncayı bir şişeye koyar. Yanına bir buğday tanesi koyarak hava alacak şekilde şişeyi kapatır bir yıl bekler.
şişeyi açtığında karınca buğday tanesinin yarısını yemiş, yarısını bırakmıştır. Hz. Süleyman karıncaya buğday tanesini neden yemediğini sorar. Karınca benim yiyeceğimi yüce Allah (c.c) verirdi. O' na güvenle buğday tanesinin tamamını yerdim. Çünkü O beni asla unutmaz ve ihmal etmezdi. Fakat bu işi sen alınca aciz bir insandır diye sana güvenemedim. beni unutup ihmal edebilirdin. O yüzden yiyeceğimin yarısını yiyerek yarısını bıraktım" diye cevaplar Yüce Allah (c.c) cümlemizi kul kapısına baktırmasın...
Uzun yıllar önce Çinde Li–Li adlı kız evlenir ve kocası ve kaynanası ile birlikte yaşar. kaynana ile geçinmek zordur ve çok sık kavga edilir Bu, Çin geleneklerine göre hoş değildir çevre tepki gösterir ve cennet gibi bir evlilik gelin– kaynana kavgasıyla ev, ve eşi cehennem haline gelebilir bir şeyler yapmak isteyen genç kadın, babasının eski arkadaşı olan baharatçıya koşar ve Yaşlı adam ona bitkilerden yaptığı zehiri 3 ay boyunca her gün kaynanasının yemeklerine koymasını söyler. Zehir az verilecek, böylece kaynanayı gelininin öldürdüğü belli olmayacaktır. Yaşlı şüphelenilmemesi için kaynanasına çok iyi davranmasını söyler. Li–Li, yaşlı adamın dediklerini uygular. en güzel yemekleri yapıp Kaynanasının tabağına zehiri damlatır. kayınvalidesi çok değişmiştir ona kendi kızı gibi davranır
Genç kadın kendisini ağır bir yük altında hisseder Yaptıklarından pişman vaziyette baharatçıya gider yaşlı adama kaynanasına verdiği zehirleri temizleyecek bir iksir yapması için yalvarır Yaşlı kadının ölmesini istemez
Yaşlı adam Sevgili Li–Li dedi, sana verdiklerim sadece vitamindi. kayınvalideni daha da güçlendirdin Gerçek zehir ise senin beyninde Sen ona iyi davrandıkça zehir dağıldı yerini sevgiye bıraktı; siz gerçek bir ana-kız oldunuz.” dedi. Eski bir Çin atasözü şöyle der “Gül verenin elinde gül kokusu kalır.
Sevilen insan sevgisini insanlara veren insandır.” Hindistan da çok ünlü bir ressam yaptıklarını kusursuz kabul edermiş... Ve ona "Renklerin Ustası" anlamına gelen Ranga Guru derlermiş...
Onun yetiştirdiği ressam Raciçi eğitimini tamamlamış ve son resmini Ranga Guru'ya götürmüş Ranga Guru ise; Sen artık ressamsın Racaçi.. senin resmini halk değerlendirecek, diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini istemiş. Yanına kırmızı bir kalemle halktan beğenmedikleri yere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmış. Raciçi resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde Çok üzülmüş. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptğı tablo kırmızıdan bir duvar sanki.. resmi götürmüş Ranga Guru'ya ve üzgün olduğunu belirtmiş.
Ranga Guru üzülmemesini ve etmesini önermiş. Raciçi yeniden yapmış resmi götürmüş. meydana Ama bu defa yanına bir palet dolusu yağlı boya, ve fırça ile birlikte.. Birkaç gün sonra gittiği meydanda resmine hiç dokunulmamış, Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru'ya gitmiş Ranga Guru Sevgili Raciçi, sen insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri ile karşılaşılabileceğini gördün Hayatında resim yapmamış insanlar gelip senin resmini karaladı... Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin... Yapıcı olmak eğitim gerektirir...Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye , cesaret edemedi... Emeğininin karşılığını, ne yaptığından habersuz insanlardan alamazsın... Onlara göre senin emeğinin değeri yoktur...emeğini bilmeyenlere sunma ve bilmeyenle tartışma...
Bir zamanlar psikoloji kitabında Hayatı ve kıymetini anlamak için bir metod vardı Deniyordu ki bunaldığınızda, hayatın çekilmezliğini düşündüğünüzde 10 dakika ayırın ve kendi cenazenizi düşünün..." bu cümleyle çarpılmıştım...
"Kendi ölümümüzü ve cenazemizi" düşünmemiz tavsiye ediliyordu... Tüylerim diken diken oldu ve yazarın saçmaladığını düşündüm okumaya devam ettim...Diyordu ki düşündüğünüzde dünyayı terkettiğinizde oluşacak boşluğu, sevdikleriniz için öneminizi anlayacaksınız...insanların sizin için ne söyleyeceklerini, onlar için ne ifade ettiğinizi hissetmeye çalışın... geriye dönüş şansınız olmadığını, hayat kredinizin bittiğini ve yanıt verme şansınız olmadığını düşünün... Tekrar sarılma, bir kez daha öpme ihtimalinizi hissedin.... Dünyadaki küslük ayrılık ve, kavgaların yanında bu acının ve geri dönülmezliğin çaresizliğini yaşayın...
Bırakın canınız yansın, bırakın alevlerle kavrulsun tüm ruhunuz... musalla taşında düşünün kendinizi seyredin çevrenizde olanların yüz ifadelerini... Akıllarından ve yüreklerinden geçenleri hayal edin"..düşünmeye başlayın Eş oğul anne, baba kardeşlerinizi düşünün ve sorun kendinize onlar cenaze töreninizde ne hissederdi Hayatınızda hiç canınız bu kadar yandımı yandımı düşünün babaaaa..." diye ağlayan biricik oğlunuzu.... Eşim kucağındaki ağlayan emaneti ve ayakta durup per perişan....olmasını Koca çınar babacığım dualar okuyordu, o vakur duruşuyla... Annem, ciğerinden can koparılmış gibi akıtıyordu gözyaşlarını Kardeşlerim, akrabalarım "Çok erken gitti, doyamadı oğluna.." diyordu acıyan tonlarıyla... dostlarım şaşkındı... dün birlikteydik, nasıl olur.." diyordu...Bunları seyredip Hayır ölmedim, burdayım.." demek istedim anladım yazarın ne demek istediğini Farkındalık önemli bir kavramdır Belki de hiç aklımıza gelmeyecek Kitabı okumaya gücüm kalmamıştı Almam gereken dersi almıştım... Şimdi kitabın adını hatırlamıyorum... Şu an yazarken çok kötü oldum... devam ettim hayatımın en zor hayaline... Sırada çevremdekilerin ölümümde neler söyleyecekleri vardı...
Onlarda bıraktığım izleri, yaşananları konuşturacaktım hayalimde....senaryo bana ait olarak.... Yaşarken neler yazmıştım, Canım oğlumun söyleyecek şeyi yoktu... Özleyecekti, yokluğumu hissedecekti.. Ağlayacaktı Ama hayal bu ya, 18-20 yaşına getirdim 2 saniyede oğlumu... "Hayal - meyal hatırlıyorum baba seni... Keşke yaşıyor olsaydın da erkek erkeğe sohbet etseydik Bak mezuniyetimde de babasızdım... Askere giderken kimin elini öpeceğim senin yerine..." diyecek canı yanacak Sevgili eşim. muhteşem hatunum... Nasıl dayanır bensizliğe...O ki benim için herşeyini feda edip koşmuştu bana...Hayatının tek adamı şimdi toprak seni seviyorum diyemeyecekti.... hevesle açamayacaktı çalan kapıyı.... Ve her gece bensizliği haykıracaktı Her sabah bensiz başlayacaktı koca gün... Tek cümlesi takıldı içime; "Oyunbozanlık yaptın be böceğim, hani beraber ölecektik..."Babam - annem,bugüne kadar evlat olarak mutlu edecek hiçbir şey yapamamanın acısıyla kahroldum güzel insanlar...Helaldi hakları... Bilerek kırmamıştım onları...Üzerine titredikleri evlatları onlardan önce göçmüştü dualarına muhtaçtım... Kaç anne ve babanın çekebileceği bir acıydı evladının cenazesinde bulunmak.... insanın uzun yaşadığına üzüldüğü nadir anlardan olsa gerek..Bu yazıyı şu an sizlerle paylaştığıma göre artık sizler de dahilsiniz... hayatıma, birgün bir mail ulaşıyor size ölmüş" diye... Sizler neler düşünür yazardınız...Eşim ağlıyor, sanki gerçekmiş gibi...Oysa amacım "Yaşamanın ve nefes alıyor olmanın kıymetini" göstermek Lafı çok uzattım Ama hayat zor süreç 2 satırla özetlenemeyecek kadar girintili - çıkıntılı...kurduğum hayalle, canımın yanmasına rağmen YENİDEN DOĞDUM..."format attım hayatıma"... sahip olduklarımın farkına vardım ve nefes aldığım için şükrettim...kötü ve acı sahne bitmiş, oyun perde demişti...Peki hayal değil de, gerçek olsaydı ve perde bir daha açılmasaydı
bu yazıyı buraya kadar okumanıza değmiş olmalı... gerildiniz, kötü oldunuz ama buna değer bence... bu akşam melankoliğim ve abartmış olabilirim... Hani sanatçı ve şairiz ya ondandır belki...Bence yazıyı okuyarak bırakmayın...LÜTFEN ALDIKLARINIZI TARTIN, DÜŞÜNÜN VE HAYATINIZI GÖZDEN GEÇİRİN... ölümün kime ve ne zaman geleceğini Yüce Allah' tan başka bilen yok...yaşıyorken ve nefes alıyorken yapabileceklerinizi yapın, ertelemeyin... kırdığınız kalpleri tamir edin... Sizi sevenlere zaman ayırın...Biraz Hıncal abi tarzı olacak ama, sevginizi ve verdiğiniz değeri haykırın onlara iş işten geçmeden.... Ve en önemlisi; VERDİĞİ - VERMEDİĞİ, ALDIĞI - ALMADIĞI HERŞEY İÇİN, TEKRAR TEKRAR ŞÜKREDİN YÜCE YARADAN' A...
Tanışayım, tanışmayayım, yazılarımın ulaştığı takip eden herkes, ..Sizlerle paylaşmak, dertleşmek beni mutlu ediyor, keyif ve onur veriyor...interneti "Adam gibi kullanan" sizlerle aynı platformda olmama şükrediyor bu güne kadar gösterdiğiniz ilgi ve sabra teşekkür ediyorum...Sizi seviyorum "dostlarım"...Herkese derin sevgi ve saygılarımla...
"Kendi kendine ettiğin adem, bir yere gelse edemez alem" (Sultan II. Bayezid)
Bir insanın hak etmediği, liyakati haksızca ona vermek, o işin neticelerinden, pay sahibi olmaktır Bir oto sürücü kursu sahibi, liyakat sahibi olmayan ahbabına “kıyak” bir ehiyet verir. torpil o derecedir ki, ehliyeti adamın gelip almasına gerek kalmadan posta ile evine ulaştırılır. Acemi sürücü özel ilgiden son derce memnundur Çünkü emeksizce ehliyet sahibi olmuştur. her yerde hatırlı dostları vardır
Bizim Acemi şöför arkadaşına teşekkür için keyifle arabasına kurulur Fakat ehliyetli olmak araba kullanmayı bilmek ayrıdır Her trafik kazasındaki gibi adam, karşıya geçen bir çocuğa çarpar. Ve çocuk can verir. ibretlik hadisedir.
bundan sonrası düşünenler için, ibretliktir. Kazada ölen zavallı çocuk Dostuna haksız yere ehliyet veren sürücü kursu sahibinin oğludur
"Ya hayır söyle, ya sus" (Hadis-i Şerif)
Dil, Allah'ın ademoğluna bahşettiği en büyük nimetdir. insan bu nimeti düşünmeli, ağzından çıkana özen göstermelidir. insanın ağzından çıkan sözler o insana anlamına ve neticeye mahküm edebilir. Yazın Bozcaada'da tatil yapan Gökşin Özbak, hurda arabayı görünce, arabanın içine girip ölmüş gibi poz çektirdi. tatil dönüşünde fotografı arkadaşlarına gösterip şaka yapacak ve "Trafik kazası geçirdim öldüm. bu ölümümün fotoğrafı... Ben hortlağım." diyecekti. Tatil bitti ve Gökşin memleketine döndü. ailesi İzmir'e gitmeye karar verdiler. Otomobili Gökşin'in babası kullanıyordu. Manisa-Kırkağaçta mola veren aile, dinlenip yola koyuldular. Yolda Baba Hikmet Bey, yayaya çarptı Kazada araba dört takla attı Gökşin, 7 ay önce şaka olsun diye çektirdiği fotoğraftaki gibi, arabanın arka koltuğunda oturuyordu. Görüntüsü fotoğraftakine çok benziyordu; bir farkla...! Bu şaka değil, Bu şaka değil, gerçekti Fotoğraf şakası ne yazık ki, gerçek olmuştu.
Allah'tan başka bir takım ilahlar edindiler ki, hiçbir şey yaratmaya güçleri yetmez kendileri başkası tarafından yaratılırlar. zararı savamaz Kendilerine fayda edemezler, ne öldürmeye, ne diriltmeye güçleri yetmez." (Kur'an-ı Kerim, Furkan-3) Jerry Siegel ve Joe Shuster adlı Amerikalı 1930' da yeni bilim kurgunun tesiriyle mavi tayt kırmızı mayo giyen Superman'ın hikayesini uydurdular. Superman Amerikada çok beğenilir çok tutulur Kitap, Süperman'e haşa ilahlık atfediyor, herşeyi gören işiten, bir varlık gibi telkinde bulunuyordu. zihinlerimizdeki uluhiyet inancının kirlenmesine sebep olan kahraman, bununla kalmayıp daha sonraki filmlerde normal insan ama İlah gibi tanıtılan filmlere ilham kaynağı oldu. Ama Süperman'ın herşeye yeten gücünün yazarına faydası dokunmadı ve Jery Siegel 81 yaşında perişan ve sefilce hayata gözlerini yumdu 1940'larda Superman'i oynayan aktör Kirk Aly'nin akıbeti de iyi olmadı; Alzheimer a yakalandı. Süperman filmine bulaşan herkesin başına birşey geliyordu; Süperman'ın sevgilisi Margot Kidder araba kazasında tekerlekli sandalyeye mahküm oldu. Süpermanin son aktörü Christopher Reeves'in akıbeti ise farklı değildi; o da, yalnız ve tekerlekli sandalyeye bağlı bir kötürüm. ödeme zorluğu çektiği hastane faturaları ile başa çıkmaya çalışıyor.
Bu, hadiseler insanın yaratılmış olduğunu, ve acziyetini unutarak Kudret-i Sonsuz'un kudretine ortak olmaya kalkmanın ne denli tehlikeli olduğunu apaçık ortaya koyuyor. "İnsana en güzel sıfatı 'fani' diyen vermiştir." (Cenap Şahabeddin)
Sultan Abdülhamid devrinde yaşamış ve Hasköylü Salih diye bilinen yaman bir denizci vardı. İstanbul Haliç'te sandalcılıkla geçimini temin eden kurt denizci, Boğazda ekmek teknesiyle tam 15 deniz kazası geçirmiş, hepsinden sağ kurtulmuştu. Feleğin çemberinden geçmiş tecrübeli denizci olan Salih, kahveciden içmek için su istedi.
Kaderin tecellisine bakın ki, 15 deniz kazasından kurtulan tecrübeli denizci, içtiği bir bardak sudan boğularak hayatını kaybetti.
"Hep isabet edene, hiç tesadüf denir mi!"(Selahaddin Şimşek) İkisi de 1865 te doğdu. Yedi yaşında ikisi de kimyaya başladı. Biri Amerika'da diğeri Fransa'da doğan iki çocuk, 15 yaşlarında aynı kitabın etkisinde kaldı. Mucit iki çocuğun işaretlediği paragraf aynıydı. üniversiteyi aynı yıl bitirdiler alüminyum deneylerine giriştiler. aynı deneyleri yaptılar. 23 Şubat 1896 da elekroliz yoluyla ucuz alüminyum metodunu buldular. buluşları için 2 yıl zengin kimseler aradılar Aradıkları parayı aynı haftada buldular. Patent için müracaatları aynı zamana rastladı.
Ve bundan sonra birbirlerinden haberdar oldular. 1911'de New York'ta karşılaştılar Bunlardan birisi Charles Martin Hall, diğeri Paul Heroult'tu.
iki ilim adamı aynı yıl (1914) öldü. İkisi de aynı hayatı yaşamıştı.
Ey Allah (c.c.)ın kulları genç müslümanlar Her gün sabırsızca bekliyorsunuz e-mail geldi mi?" diye.
Günde kaç kez online olup Mutlu oluyorsunuz, Okumak için sabırsızlanıyorsunuz. Bazı mesajlar gerçekten güzel, Arkadaş ve dostlarınızdan Fakat çoğu alakasız.
Sadece zamanınızı alıyor.Derhal siliyorsunuz.Biliyor muydunuz 1400 yıl önce, Allah(c.c.) size uzun bir e-mail gönderdi.Meleği Cebrail(a.s.) aracılığıyla Kulu Muhammed As’a
Açtınız mı e-maili? Subject: Kur’an,
"Kuşku Barındırmayan Rehber" Download ettiniz mi dosyayı?
Kalbinize bookmark’ladınız mı?
Hayatınızın "favoriler"ine eklediniz mi?
Her sabahınızın "başlangıç sayfası" yaptınız mı? Açtıysanız e-maili
okumuş olmalısınız... elçilerin kıssalarını... Helak olan kavimleri
İnsanlığa mesajları, hayatınızın rehberini, Geleceğe dair güzel müjdeleri. Allah’ın sizden "reply" edip,
E-mail olarak iyi amel beklediğini.
şimdi, her sabah İlk bu e-maili okuyun.
Kur’ân’da "save" edildiği şekliyle,
Hatırlayın ve ona göre "reply" eyleyin.
Sevgili müslümanlar İslamın geleceğine "enter"leyin.
O bir Mehmetçikti. Yüreğinde ailesinin Özlemi, elinde silahı ve Önünde büyük umutları olan bir Mehmetçikti. Bu günü bekliyordu. vatani görevini istemekte idi. o minicik bir yavru idi doğuştan bir Türktü. Mesut 12 yaşına geldiğinde doğudaki dayısı bir çatışmada PKK'lılarca şehit edilmişti. Mesutun hırsı artmıştı. İçinde hiç sönmeyen bir ateş yanıyordu Vatan Sevgisini ve Şehitlik Mertebesinin öğrenmişti Askerlik Vakti gelmişti. Büyük bir umutla koştu asker ocağına . Hayatı boyunca tatmadığı duyguları tadıyordu. annesinin sözleri aklına geliyordu Allahım: Kardeşim bu deryadan kana kana içti. Oğluma da nasip et. Bana dayanma gücü ver demişti. Oda dayısı gibi askerliğini doğuda yapıyordu.
Her an tehlikede olduğunu biliyordu. Fakat bu onun için Önemli değildi.
Asker ocağında Mehmetçiğin çok güvendiği Ali isminde bir arkadaşı vardı. Bir birlerine can yoldaşı olmuşlardı . Sevgi ve üzüntüleri paylaşıyorlardı.
Arkadaşı Ali ile çatışmalara girdiler.
Soğuk gecede ıssız dağlarda omuz omuza PKK militanlarına karşı durdular.
Askerliğin son günleri gelmişti . 2 arkadaş kardeş olmuşlardı. son operasyonlarına çıkacaklardı çok mutluydular vatani görevlerini şeref ile bitiriyorlardı. yarın ailelerine kavuşacaklardı çok şiddetli bir çatışmaya gireceklerini öğrendiler ailelerinden helallık aldılar.bTerör Militanları mermi yağdırıp kaçtılar. Mesutun can yoldaşı Ali vuruldu. Mesut kardeşinin yanına koştu. Kardeşim, Alim duyuyormusun? Alinin şehadeti Mesutu param parça etmişti. Çatışmada Mehmetçikler şehit ve gazileri topladılar. 11 şehit ve çok Sayıda yaralı vardı. Komutan Mesuta yaran varmı oğlum dedi. Mesut: Kalbimde hiç kapanmıyacak büyük bir yara açıldı dedi.
Bir kral halkı için geniş bir yol yaptırmaya karar verdi. yolu açmadan , bir yarışmaya karar verdi. İsteyenin katılabileceğini ilan ettiren kral, yoldan en güzel geçecek kişiyi belirleyecekti insanlar akın ettiler. en güzel araba ve elbiseleriyle gelmişlerdi Kadınlar saçlarını en güzel biçimde yaptırmıştı,
Nihayet, insanlar yoldan geçtiler, kralın yanına döndüklerine hepsi şikayet etti Yolda büyük bir taş vardı ve bu moloz yolculuğu zorlaştırıyordu. yalnız bir yolcu bitişe yorgun argın ulaştı. Üstü başı toz topraktı, ama krala büyük bir saygıyla elindeki altın kesesini uzattı:
Yolculukta, yolu tıkayan taş ve molozu kaldırmak için durmuştum. Bu altın kesesini onun altında buldum. Bu altınlar size ait olmalı. Kral gülümsedi 'O altınlar sana ait delikanlı.' 'Hayır, benim değil. Benim o kadar param olmadı.'
Evet" dedi kral. "Bu altınları sen kazandın, yarışmanın galibisin. Yoldan en güzel geçen kişisin. Çünkü, yoldan en güzel geçen kişi, ardından gelenler için yoldaki engelleri kaldıran kişidir."
Bir zamanlar efendisine su taşıyan bir köle vardı. Köle boynundaki bir sopanın iki ucuna birer kova asar, kovaları su ile doldurur ve eve getirirdi. kovalardan birisi delikti nehirdeki suyun ancak yarısını tutabilirdi Diğeri ise yep yeni ve sağlamdı. Suyu sızdırmadan taşırdı. Tam iki yıl bu böye devam etti. Sucu liki tam kova dolduruyor, bir buçuk kova su getiriyordu. Deliksiz kova başarısıyla gurur duyuyor böbürleniyordu. Zavallı delik kova kusurundan utanıyor kendisinden beklenenin yarısını yapabildiği için üzülüyordu. bir gün dile gelip nehir kenarındaki sucuya şöyle dedi: Ey sucu Kendimden utanıyorum ve senden özür diliyorum.Niye diye sordu sucu. İki yıl boyunca, çatlaklarım yüzünden sular akıp gitti ve yükümün yarısını efendine götürebildin. Sucu delik kovaya acıdı ve şefkatlice şöyle dedi: Efendinin evine dönerken, yoldaki çiçekler senin sayendedir delik kova enfes yaban çiçeklerini gördü ve neşelendi. Ama yolda yine kederlendi, çünkü yükünü akıtmıştı sucudan yine özür diledi. Sucu kovaya şöyle dedi:
Yolun sadece senin tarafında çiçekler açtığını, diğer tarafında çiçek olmadığını farketmedin mi? Bu neden biliyormusun Ben delik olduğunu biliyordum ve faydalandım. Senin tarafındaki yola çiçek ektim. Ve her gün onları sen suladın. bu güzel çiçeklerle efendimin masasını süsleyebildiysem,senin sayende oldu. Senin sayende, efendimin odası güzelleşti..
Bir zamanlar Afrika'da bir kral vardı. Kral, çocukluk arkadaşını yanından ayırmaz Nereye gitse götürürdü.
bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı. ister iyi ister kötü, her olayda Bunda da bir hayır var derdi Bir gün kralla arkadaşı ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral ateş ediyordu. Arkadaşı bir yanlışlık yaptı ve kralın parmağı koptu.
arkadaşı her zamanki gibi Bunda bir hayır var dedi Kral öfkeyle bağırdı:
Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?' Ve sonra arkadaşını zindana attırdı. Bir yıl sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı uzak durması gereken bir bölgede avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler ve meydana odun yığdılar. odunları tutuştururken kralın başparmağı olmadığını farkettiler. kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvları eksik insanları yemiyor Böyle bir insanı yedikleri takdirde kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı. kralı çözdüler ve Diğer adamları pişirip yediler.
kopuk parmağı sayesinde kurtulan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleye pişman oldu. Hemen zindandan çıkardı Haklıymışsın!' dedi. 'Parmağımın kopmasın bir hayırmış seni zindanda tuttuğuma özür diliyorum.Hayır' diye karşılık verdi arkadaşı. 'Bunda da bir hayır var.'
hayretle bağırdı kral. arkadaşımı zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir 'Düşünsene, zindanda olmasaydım, seninle avda olurdum, Ve sonrasını düşünsene'
Atalarımız bazı doğruları vecizeleştirip bizlere hediye etmişdir. Bunlardan biri de Aslını inkar eden haramzâdedir." sözüdür. on sekizinci asırda İstanbul'da Avcı Mehmet diye bilinen Sultan Mehmed'in annesi Turhan Sultan, İstanbul'da gezintiye çıkar Galatadaki Azap Kapı'ya uğrar. Sokullu Paşa Camii'nin orda bir kızcağızın oturmuş, gözyaşı döktüğünü görür. çocuğun önünde kırılmış bir testi vardır Şefkatle seslenir: Yavrucuğum niçin ağlıyorsun, gözyaşı dökme. Kırılan testi olsun. Sil göz yaşını. İşte sana testi parası. Hemen yenisini al. Kızcağız yaşlı gözleriyle Turhan Sultan'a cevap verir
Ben testi için ağlamıyorum. Sabahtan beri iplik gibi akan suda bekleyip de doldurduğum testiyi hizmetçilik ettiğim eve götüremeyecek kadar beceriksizlik gösterdiğim için ağlıyorum. Turhan Sultan cevaptan çok memnun olur. kızcağızın kim olduğunu soruşturur. Ana-babadan yetim bir öksüzdür hayırsever bir ailede karın tokluğuna hizmetçilik etmektedir. kızcağızı saraya alır. Fevkalade bir öğrenimle kızcağız, sarayda örnek bir hanım olur büyük bir itibarla Turhan Sultan, onu padişah hanımlığına layık görür ve Sultan Mustafa (II) ile evlendirir. Saliha Hanım, Saliha Sultan unvanını alır, Hanım Sultan olur. dünyaya getirdiği oğlu Mehmet (I)'in padişah olması sebebiyle Saliha Sultan'lıktan yükselir Valide Sultan olur. Saliha Sultan, Valide Sultan'lığa terfi ettiği halde geçmişini unutmaz. Öksüzlüğünü, hizmetçiliğini, kırdığı testiyi ağlarken elinden tutulup eşsiz bir mevkiye çıkışını, hep düşünür.
Bir gün çevresiyle testisini kırdığı, gözyaşı döktüğü yere Sessizce
gözyaşı döker. Meraklananlar sorarlar. O geçmişi anlattıktan sonra emrini verir:
Testimin kırıldığı yere öyle bir çeşme yapılsın ki, asırlar geçsin; çeşmenin suyu bitmesin, sanatı gözden düşmesin. Testisini kıran kızlar gözyaşı dökmesin. Su bol aksın. Sonra sanat eseri büyük bir çeşme yapılır ki, aradan asırlar geçer, çeşme sanatındaki eşsizliği korur, çevresine su verir bu çeşme Unkapanı Köprüsü'nün Karaköy başında Sokullu Paşa Camii'nin yanındadır olanca ihtişamıyla görmeniz mümkündür. Bu çeşmeyle Saliha Sultan geçmişini unutmamış. Valide Sultan'lığa terfisine rağmen hizmetçilik günlerini mukayese ederek yaşamıştır yaptırdığı çeşmesiyle, ben testi kıran bir hizmetçi kızdım demek istemiş, örnek teşkil etmiştir. siz de unutmayın geçmişinizi, yokluk, sıkıntı ve ıstırap günlerinizi ve sahip olduğunuz imkanlarınızla yapmanız icap eden hizmetlerinizi...
Bir ormanda iki kişi ağaç kesiyormuş.
Birinci adam sabah erken kalkıyor, ağaç kesiyormuş, bir ağaç devrilirken hemen diğerine geçiyormuş. Gün boyu ne dinleniyor ne vakit ayırıyormuş. Akşamları arkadaşından bir kaç saat sonra ağaç kesmeyi bırakıyormuş.
İkinci adam arada dinleniyor hava kararınca eve dönüyormuş. ne kadar ağaç kestiklerini saymaya başlamışlar.
İkinci adam çok daha fazla kesmiş.
Birinci adam öfkelenmiş: nasıl olabilir? Ben çok çalıştım. Senden erken işe başladım, senden geç bitirdim. Bu işin sırrı ne?" İkinci adam tebessümle yanıt vermiş: "Ortada sır yok. Sen durmaksızın çalışırken ben dinlenip baltamı biliyordum. Keskin baltayla, daha az çabayla daha çok ağaç kesilir."
Kendimizi geliştirmek, baltamızı bilemektir. Kendimize zaman ayırıp,yaşamımızı objektifçe gözden geçirmektir. Zayıf alanlarımızı geliştirmek için çaba göstermektir. zihnimizin, ruhumuzun karakterimizin güçlenmesi için olmazsa olmaz bir koşuldur. Delfi'deki tapınakta Sokrates'in şu sözü yer alır: "İnsan Kendini Tanı Kendini tanımak olduğumuz noktayla olmak istediğimiz nokta arasındaki yoldur. Bireysel ve iş yaşamımızda başarılı,ve mutlu olmak istiyorsak, baltamızı bilemek için kendimize zaman ayırmalıyız.
Bir zamanlar, büyük ve güçlü bir ülke yöneten kralın dört eşi varmış Kral en çok dördüncü eşini sever, bir dediğini iki etmez, herşeyin en güzelini ona verirmiş. Kral üçüncü eşini de çok severmiş.güzelliğin bir gün kendisini terk edebileceğinden korkup, onu kıskanır,üzerine titrermiş. Kral ikinci eşini de severmiş. Kendisine karşı iyi ve sabırlı davranan eşi, ne derdi olsa daima yanında bulunur, ona destek verirmiş.
Kraliçe olan birinci eşiymiş. Onu en çok ve karşılık beklemeden seven, bu eşi olmasına rağmen, kral bu eşini hiç sevmez ve ilgilenmezmiş.kral ölümcül bir hastalığa yakalanmış. öleceğini anladığı ve yalnız kalmaktan çok korktuğu için, eşlerinden hangisinin ölüm yalnızlığını paylaşmak isteyeceğini öğrenmek istemiş.
En çok sevdiği dördüncü eşine,
Ölümde bana eşlik etmek ister misin?" diyince yanıt kalbine bıçak gibi saplanmış cevap Mümkün değil!" olmuş. Hayatımda seni sevdim, benimle ölmeyi kabul eder misin?" sorusuna üçüncü eşi, Hayır, hayat çok güzel. Sen ölünce ben evleneceğim." diyince kral yıkılmış. Her sorunumda, her zaman yanımda olan, sendin. bana yardımcı olur musun?" sorusuna karşı, ikinci eşi bir şey yapamam. sana mezarına kadar eşlik eder, güzel bir cenaze yaptırır ve yas tutarım." karşılığını almış. kral birinci eşinin sesiyle irkilmiş"Nereye gidersen git, seninle olurum, seni takip ederim." inlemiş kral; "Keşke bir şansım daha olsaydı..."
YAŞAMDA HEPİMİZ DÖRT EŞLİYİZ.......
Dördüncü eşimiz :"VÜCUDUMUZ !!!"
Onun güzel görünmesi için ne kadar zaman, kaynak ve çaba harcarsak harcayalım, öldüğümüzde bizi terk edecektir. Üçüncü eşimiz :"SAHİP OLDUĞUMUZ SERVET ve STATÜMÜZ !!! Ölür ölmez başkalarına yar olacaktır.
İkinci eşimiz :"AİLE ve DOSTLARIMIZ !!!"
Tüm sorunlarımızı paylaştığımız bu kişilerin en son yapabilecekleri şey, bu dünyadan gözleri yaşlı bizi uğurlamak olacaktır. birinci eşimiz :"RUHUMUZ !!!" Gelirim ey dost; ayaklarım kanasa da dikenlerden, dar kafeslerden kurtulup, kırıp zincirlerimi yine gelirim. Gelmesem Sana, Sensizlikten yok olurum. Yolunda ölmek için, Seni ararken, Sende tükenmek için gelirim.
Kaynak dini hikayeler android programı
Güllerin efendisi Hz Muhammed Sav
Yalınayak, başı açık dosta kavuşmanın hayaliyle çıktım yola. 'Gül'e doğru savurdu rüzgâr beni. Dağın bağrındaki ateşten kâinatı ısıtan güneşten sordum gülü Güllerin Efendisi'nden destur için ne lâzım." dedim. O'nun adıyla dile geldi dağlar ve taşlar, tebessüm etti güneş. Hepsi bir ağızdan, "Teri gül kokan Gül Sultanı'ndan kabul için seher kapılarının önünde kul olasın, bel kırıp boyun burasın. Hakk'a yönelip el pençe divan durasın." dediler. "İnsan olana saygı duyasın, kırık gönüllerde tahtlar kurasın, yaralı gönüllere muhabbetinle merhem olasın." diye nasihatte bulundular. "Hakk'ın sadık dostuna, hidayetin güneşine, inayetin gözbebeğine, rahmetin timsaline, rububiyet saltanatının , kâinatın muallimine, Habib-i Zîşan'a ve O'nun âline ve ashabına milyon kere salât ve selâm olsun." dediler. Âh Efendim, Can Efendim, Gül Efendim! Dosta giden çile dolu yollarda, getirdiğin huzura, nuruna aydınlığına muhtacım. Bilirim kılâvuzu Sensin dosta çıkan yolların, haritası
Sana emanettir gül coğrafyasının. Günahkâr bedenimi yüklenip nuruna kavuşmak ve şefkatin için yöneldim kapına. Güneşin ağlayarak doğduğu vakitte, sızlanışım vardır ney misali. Serin seherlerde uykularımı kaçıran hasretin vardır. Seni ararken rüzgâra döktüm derdimi. Sessiz bir 'âh'la kanatlandı kuşlar. Ağır ağır aktı mavi
menzile doğru bulutlar. Kanayan gül yapraklarından, yaralı bülbüllerden geldi selâmı baharın. Andım yine Seni her şey yâdımdan silindi Hayalin gönlümün tepelerinde gezindi Bu bir serap olsa da hafakanlarım dindi Andım yine Seni her şey yâdımdan silindi.' Hayalini kurdum binlerce yıl uzaktan. Bir tebessümüne hasret kaldı günahkâr bakışlarım. Sen bir serap gibisin içimin çöllerinde; yaklaştıkça uzaklaşan, uzaklaştıkça yaklaşan ve yakan...
Hayalin bile serinliktir kavrulan ruhum için, hayalin bile tat verir acıyan yüreğime. Adın geldiği ve ismin can olduğu zaman cümlelerim yok olur bütün düşmanlıklar ve savaşlar. İhtiyar dünya şahittir buna. Hz. Ömer'in öfkesi, eridi Efendim. Hz. Vahşi, günahları için gözyaşını Senden öğrendi. Gel Efendim, bir gece yarısı cesedime can olmak için gel, damarlarıma aşkınla dolmak için gel! Ah Efendim, andım yine Seni her şey yâdımdan silindi. Keşke hep aşkınla oturup aşkınla kalksam
Ruhlar gibi yükselip de ufkunda dolaşsam Bir yolunu bulup gönlünden içeri aksam Keşke hep aşkınla oturup aşkınla kalksam.' Aşkının odunda pervaneler gibi yansam kalbimi "Ya Bâkî Ente'l-Bâkî " sırrıyla Hakk'a hediye sunsam. Kalbini nasıl arındırdıysa melekler, ben de Seni rehber edinip kirlerimden arınsam. Rabbimin yolunda dünyadan firar etsem, merhametinin gölgesine sığınsam. Ürkek ceylan misali yanına sokulsam. Bir yolunu bulsam, muhabbet olan gönlüne aksam. yanlış efendilere köle olmaktan ebediyen kurtulsam. Keşke hep aşkınla oturup, aşkınla kalksam..
Anlasam vuslata ferman gelecek
Hicranlı gönlüm durmadan inleyecek
İnleyip en taze hislerle bekleyecek
Anlasam vuslata ferman gelecek?'
Beni de çağırır mı çağları delen sesin? Bir dua sonrası ay yüzünle yüzüme Günahkâr olsan da gel!" der misin? İçimdeki sancı nedir, Efendim?
Nedirbu zamansız mekânsız hasret yüreğimdeki ağırlık, da ne?
Sadık dostun Ebu Bekir,
öfkeye galip gelen Ömer,
edep tacını giyen Osman,
sırrını emanet ettiğin ilim kapısı Ali hürmetine, beni de kucakla şefaatinle. Nerededir gönlüne akan yol?
Kurban olsun canım Hakk'ın yoluna, vuslatına ferman gönder Efendim.
Kalbim bir güvercin kalbi gibi titrerken ardından Ne olur sana ulaşmam için kanadından Bir tüy ver,
Kalbim bir güvercin kalbi gibi ardından.'
Bedenim kafes Efendim, kalbim tutsak bir güvercin titriyor kafesinde.
Uzaklığın çekilesi dert değil.
İsmini ansam gecenin ıssız saatlerinde, bir cuma sabahı duaya dursam,
gül kokan melekler gelir mi Korkuyorum gurbette Sensizlikten Yüreğim Sensiz karanlık,
yüreğim Sensiz gece...
Sana doğru kayıyor gönlüm
gökde yıldızlar ve kirpiklerim kapansa; Sen, gül kokunu yüklenerek gelsen güneş gibi ısıtsan buzdan duygularımı. Rüyalarım şeref bulsa güneş cemalinle. Kur'an ilmini elinden içsem
ab-ı hayat misali. Taif dönüşü duan hürmetine kabul görsem Efendim...
Ey kupkuru çölleri cennetlere çeviren gül gibi gel gönlüme dökül!
Vaktidir, ağlayan gözlerimin içine gül
Ey kupkuru çölleri cennete çeviren gül.'
Ey susuz kalanlara pınarlar gibi akan Sevgili! Yaradan, 'Habibim' demiş Sana, Sen olmasaydın gökleri yaratmazdı
ilân etmiş âleme. Ağaçlar kök sökmüş
sökmüşler toprağı bağrından
Hurma kütüğü inlemiş ardından.
Ey taşlarla konuşan Sevgili gelsen bana, ağlayan gözlerimin içine nazar kılsan, nurun aksa gözlerimden gönlüme.
Ve yanarak menziline varsam.
Mecnun gibi koşan kulun olayım
kor saç içime ocaklar gibi yanayım
Sensiz geçen acı rüyâdan kurtulayım Mecnun gibi koşan kulun olayım.'
Eğer dünya bir nefeslik mekânsa mekân imtihansa kul için,
Mecnun eyle beni gerçek Leyla'ya. Hubeyb gibi, Mus'ab gibi, Enes gibi, Ashab-ı Bedr ve Şüheda-yı Uhud gibi... Candan canandan, geçip Sana geleyim Şehadet olsun sensizliğin bedeli.
Bir kor saç içime, ocaklar gibi yanayım. Bu can yoluna kurban olsun anam-babam sana feda olsun
yâ Rasulallah.
Aklım Senden uzak günleri saymakta Ruhuma sis duman kasvet yayılmakta
Göster çehreni Aklım Senden uzakta sensiz günleri saymaktayım
Kalbimin çekirdeğinde ince bir sızı; Efendim. Sensizlikle imtihan etme Yaradanım. Sana ulaşmak zor olsa da Sana ulaşma arzusunu içimden alma vakit dolmadan emanetini alma
ölüm meleği beni bensiz bıraksın
ama Sensiz bırakmasın.
Son demde Gönlüm ufkunla dolsun
Her yanda defler duyulsun Son demde
Ah Efendim, Can Efendim, Gül Efendim! "Kefenimi giymeye başladığım demde", Sana döndüm yüzümü. "Zaifem âcizem, ilâhî." Dualarım, Senden yana.
Fidanları yeşertir gözyaşlarım. Kapanırken âlemde gözlerim
tut ellerimi. Öyle bir gel ki beni almaya, sümbül nergis eşlik etsin endamına. Her tarafta neyler duyulsun,
rüzgâr gül kokunu kâinata savursun. Ağaçlar, yapraklar düğün kursun.
son demimde ruhum huzurla dolsun.
Ya Rabbim, Dünya imtihan salonudur. insan ise, sınanmaktadır, diyorsunuz. Allah beni yaratmış.
murataltug1985
11-19-2018, 22:39
Kaynak vehbi tülek.com
TEK KOLLU REİS
1514 te Oruç Reis, dört gemisiyle Kuzey Afrika’da Becaye kalesinde, dokuz gemilik İspanyol filosunu denize batırır, ikisini zapteder Diğer İspanyol gemisi ise Becaye limanına sığınır. Oruç Reis kaleyi toplarla döğmeye başlar ikiyüz levendimiz şehid olur. Ancak osmanlı levendleri yılmaz ve sekizinci gün kalede, gedik açılır Oruç Reis kaleden içeri girer Fakat düşman güllesi ile yaralanır. muhasara kaldırılır Oruç Reis’in kolu kangren olmuştur ve kesilir mikrop kapmaması için kızgın zeytinyağına daldırılır bu kaleyi
Oruç ve kardeşi Hızır, iki sene sonra onbir gemiyle tekrar kuşatır. Oruç Reis tek koluyla kılıç sallarken levendlerine şöyle haykırır“Ben bu kal’ada bir kolumu bıraktım. kellemi dahi bıraksam n’ola ve Muhasaranın beşinci günü Becaye kalesi fethedilir
BIRAKMA BİZİ BABA
İspanyollar 1518 de Oruç Reis’i Tlemsen kalesinde ablukaya alır Oruç Reis bir huruç hareketinde 700 düşman askerini öldürmüş, 100 tanesini esir almıştır Ancak cephane tükenmiş,ve Oruç’un yanında sadece kırk levend kalmıştı. Gerisi şehid olmuştur kırk kahraman ve Oruç Reis İspanyolların gaflet anında kaleden çıkıp muhasarayı yararlar. Oruç reis ve 40 cengaver Sanaldo ırmağına varır İspanyollar 20 levendi kuşattılar. Bunlar Oruç Reis’e:“Bırakma bizi baba!...” diye seslenince Bu feryad, büyük Türk denizcisini can evinden vurur. babalık ruhu, onu evlatlarının yanına sürükler Fakat leventleri şehid edilmiştir. kalan levendleriyle düşmana son kez saldırır kılıç kaldıracak kuvvet kalmamıştır Hepsi şehid düşer Oruç Reis tek koluyla düşmanı haklar bir mızrakla göğsünden vurulur ve şehid edilir Mübarek başını göğsünden ayıran ispanyollar onun başını Cezayir Valisine gönderirler
KANUNİNİN ATININ ÜZENGİSİ
Sultan I. Murad devrinde kurulan ve daima padişahın yanında olan
Yeniçeriler, yalnızca askerlikle uğraşır ve zanaat ile meşgul olmazlardı Sultan Süleymanın seferde üzengisi kırıldı. bir yeniçeri tamir etti. padişah, atına bindi. Üzengiyi kimin yapdığını sordu. Kanuni:“Yeniçeri neferinin zanaatla uğraşması kanuna aykırıdır.” Diyerek, yaptığı iyilik için önce ihsanda bulundu, sonra kanuna aykırı iş yaptığı için ordudan ayırıp memleketine gönderdi.
YÜZ SOPA
Sultan Süleyman, gençliğinde zamanın meşhur alim ve hocalarından çok iyi eğitim almıştı. diğer şehzadeler gibi sanat öğrenmesi gerekiyordu İstanbul’un en meşhur kuyumcusuna gönderildi. mesleğinin bütün inceliklerini öğrendi ustasının verdiği işi yapmayınca. Ustası Sana yüz sopa vuracağım” diye yemin etti. Şehzade Süleyman annesine söyleyince Valide Sultan ustaya oğlunun affını rica etti ve bin altın ihsan etti. ustası Şehzade Süleyman’a bin altın vererek, yüz adet altın tel yapmasını emretti. Telleri bir araya getiren usta tellerle Süleyman’a bir defa vurarak yeminini yerine getirdi.
OSMANLILAR KARŞISINDA
Avrupa Hristiyan dünyası Osmanlılara karşı daima birleşmişlerdi.
I.Viyana kuşatmasında, şehri savunan Haçlı subaylarından bir Alman ile Portekizli münakaşa etmişler ve sabahleyin birbirlerini düelloya davet etmişlerdi. tam kılıçlarını çektikleri sırada, Osmanlı topçu ateşi başladı ve Osmanlı askeri hücum etti. Alman subayının sağ, Portekizlinin sol kolu kopmuştu. iki düşman, hücum eden Osmanlı askerine karşı tek vücut gibi bitiştiler. Biri sol, diğeri sağ eline aldığı kılıçla Osmanlı askerine karşı savaşdılar. 1 Osmanlı askerimiz
şehid düşerken kendileri de ölmüştü
KILIÇ ALİ PAŞA HAMAMI
Kılıç Ali Paşa, Tophane’de yaptırdığı cami inşaatında işçileri kontrol ediyordu. Güzel yüzlü, saf bir Anadolu çocuğu olan işçi, sırtına kocaman bir taş almış, iskele basamaklarından çıkıyordu, taşı yere koyacağına tekrar iskeleden iniyor taşı yere koyuyor, tekrar sırtına alıp yukarı çıkıp, tekrar aşağı iniyordu. Bu durumda Kılıç Paşa, genç amelenin yanına vardı ve sordu. Kılıç Paşa’yı tanımayan bu genç:
“Efendi Baba, ben ameleyim, ücretle çalışıyorum inşaat mübarek bir camidir Ben gece elimde olmadan kirlenmişim. gusletmem icabeder Halbuki burada hamam yok, mesai başladı. Bırakıp gitsem, iş geri kalacak ve ücretim helal olmayacak. kirli vaziyette taşın camiye konmasına da gönlüm razı olmuyor. Bu amelenin samimiyet ve sadakati Kılıç Ali Paşa’yı duygulandır dı bir miktar para vererek hamama gönderdi. camii mimarı Koca Sinana Mimarım, muradım odur ki, acele hamam inşa oluna. Bırak camimiz geri dursun. Evvel hamamı inşa ile Ümmet-i Muhammed’in istifadelerine, Allah rızası için hizmete âmâde kılaım. Sonra camiyi tamamlarız” dedi ve hamam inşasından sonra cami inşaatı tamamlandı.
DERYA ÜZRE CAMİ
Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa, padişah III. Murada çıkarak, bir cami yaptırmak istedi. Fakat şair ve nüktedan bir padişah olan 3. Murat Sen ki deryalar serdarısın. Muktedir isen camii derya üzre inşa et! Sana karada yer yoktur” diye ferman buyurdu. Kılıç Ali Paşa gayet soğukkanlı Hünkarımız doğru derler evimiz de, mekanımız da deryadır mabedimizin derya üzredir deyip huzurdan çıktı. Fakat deniz üzerinde cami nasıl yapıla caktı? en büyük mimar Koca Sinana vardı Tophanede inşaatın yapılabileceğini söyledi Mimar Sinan’ın inşaat yerini beğenmesiyle Kılıç Ali Paşa, kadırgalarla Anadolu sahillerinden iri kayaları taşıttı Tophane denizini doldurdu. birkaç günde küçük bir ada meydana geldi. sahilde ahşap bir köprü inşa edildi. Mimar Sinan Eserini tamamlayınca Deryalar kudursa ve azgın dalgalar kubbenin tepesinden aşsa, yine bu mabed kıyamete kadar kalacaktır” dedi. Sonraki asırlarda, sahil ile caminin bulunduğu ada doldurularak cami denizden içeride kalmıştır.
HAKANİ MEHMED BEY’İN RİCASI
1600 senesine kadar, küçük devlet memurları ve halk İstanbul’da ata binemezdi. “Hilye-i Peygamberî” adlı eseri yazan Hâkânî Mehmed Efendi 1598 de yetmiş yaşını geçmişti Vazifesi Babı âlî , evi de Edirnekapı’da idi. Padişah III. Mehmed, eserine karşılık ne mükafat istediğini sordu. Mehmed Efendi ihtiyar oldum. Her gün yayan gidip gelmeğe kudretim kalmadı, müsaade buyurulursa hayvan ile gidip gelmek istiyorum” dedi. Padişah, bu kadar kıymetli esere rağmen kanunu bozmadı. Bâbıâlî civarında bir ev alındı ve arzusunu bu şekilde yerine getirildi
TOPRAK TAŞIMAYA GİDERÜM
14.cü Osmanlı Padişahı I. Ahmed 14 yaşında tahta çıkmış ve 14 sene hükümdarlıktan sonra 28 yaşında vefat etti. Ölüm döşeğinde hocası Mustafa Efendiye Hocam, 28’de kaç 14 vardur” dedi. Mustafa Efendi:“İki defa devletlûm cevabını verdi. Sultanahmed camiinden ezan sesi gelmeğe başladı. Sultanın hocası, padişahın, cami inşaatında eteği ile toprak taşıdığını hatırladı.sultan ahmet sultan ahmet camiinin inşaatında İşçileri şevke getirmek için her hafta inşaata gitmiş ve eteği ile toprak taşımıştır Ezandan sona Sultan Ahmed ayağa kalkmak istedi hocası Mustafa Efendi sordu Ne oluyorsun Devletlû?” dedi. Padişah Toprak taşımaya giderim hocam!...” dedikten sonra Kelime-i Şehadeti söyleyerek ruhunu teslim etmişti.
KOCA CAFER PAŞA
Avusturya ordusu serhad kalemiz Temeşvar’ı muhasara etmişti. Kaleyi, ihtiyar fakat çok tecrübeliolan Koca Cafer Paşadan almak zordu. Kale 4 sene düşmana karşı koydu. Açlık, yorgun luk muhafızları bezdirmedi. kaleye 4 yıldır yardım gelmemişti. Avusturyalılar kaleyi alamayınca kumandanı Koca Cafer Paşa’ya bir mektup gönderdi Zahireniz tükenmiştir, büyük bir Avusturya ordusu üzerinize doğru geliyor. Kaleye imdad ihtimali kalmamıştır. Kaleyi teslim ederseniz harçlık olarak size birkaç bin duka altın verilecek tir.” Deniyordu. Koca Cafer Paşa mektubu gülümseyerek okudu. gözlerini, mektubu getiren elçiye dikti. Yanındaki askerden ekmek istedi. Osmanlı askerinin yediği ekmeği düşman elçisine gösterdi ve:
muhafızlarımın çektiği ızdırap ve mahrumiyet doğrudur işte askerimizin yediği ekmek. Bu kale benim değil milletimindir. Ben kaleye muhafız edilmişim. Bana ait olmayanı başkasına veremem. Sonuna kadar müdafaayla mükellefim. Ben servet sahibi değilim. Rüşvet muradım değil dir. Miras olarak evladıma, getirdiğiniz mektubu bırakacağım.” Dedi ve topallayarak yürüdü. Muharebede sakatlanmıştı. Elçiye dediki Görüyorsunuz ki ihtiyarım, ayağım sakattır. Sizin kumandan genç ve dinçtir. birer kılıç alıp. İkimiz Temeşvar kalesinde döğüşelim kumandanınız beni öldürürse kaleyi derhal size teslime söz veriyorum. kumandanınızı haklarsam buradan gitmeyi taahhüd eder misiniz?”düşman elçisi ihtiyar kumandanın cesareti karşısında dona kaldı. Kaleyi bırakmayacaklarını anlayıp, gitti. Muhasara devam etti. Taarruzu şiddetlendiren düşman hiç bir netice alamadı Padişah II. Mustafa ordunun başında Macaristan seferine çıktı. Temeşvar yakınlarına geldiğinde Avusturya muhasarayı kaldırıp geri çekilmek zorunda kaldı
DENİZE DÜŞEN YILANA SARILIR
Mısır Valisi Kavalalı Ali Paşa’nın isyanı büyüyünce Sultan II. Mahmud çaresiz kaldı. Mehmed Ali Paşa Kütahyaya kadar geldi. II. Mahmud Han, İngiliz ve Fransızlardan yardım istedi ise de onlar bunu “Baba-oğul arasındaki mesele” addederek yardım etmediler. yapacak bir şeyi kalmayan Sultan II. Mahmud Ruslardan da yardım istedi. Anadolu’da gözü olan Rus Çarı, severek kabul etti.
Ruslara tepki gösteren vezirlere, sultan Mahmud:“Ne yapalım, denize düşen, yılana sarılır” diye cevap verdi.
ÇAPANOĞLU GİBİ ARKAN VAR
Sultan II. Mahmudun hakimiyetlerine son verdiği Anadolu’nun* meşhur derebeyi sülalelesi Yozgat’taki Çapanoğullarından Çapanoğlu Süleyman Bey, merhametli ve zayıfları koruyan bir beydi. zayıflıktan iskeleti çıkmış bir eşek, Çapanoğlu konağında dolaşırken, açlıktan kapı ipini kemirir İp sallanınca çıngırak çalar kapıyı açan uşaklar, eşeğe acır ve Çapanoğlu’na haber verirler. Hayvancağızı gören Süleyman Bey, eşek sahibini buldurur ve okkalı bir sopadan sonra hayvana günde beş okka arpa yedirip tımar yapacak ve her hafta göstereceksin der.
bakım sonunda hayvan semirir avazınca anırır. Eşek anırdıkça sahibi mahzun mahzun şöyle der Anır eşeğim anır, Çapanoğlu gibi arkan var.
BEN NASIL BİRİ İKİ EYLEDİMSE
Sultan Abdüllmecid zamanında 1853-1856 Kırım harbinde Serdar-ı Ekrem Ömer Paşanın Osmanlı ordusu Tunaya sevk edilmiştir Koca Halil ismindeki topçu neferi, ruslara kök söktürmüştür düşman ateşinde bir şarapnel karnına isabet etmiş bağırsakları çıkmış. Bir eliyle bağırsaklarını karnına teperken bir eliyle de koynundaki bir tüfek mermisini siper arkadaşı ve hemşehrisi Mehmed’e vererek:-Hemşerim, bu kurşun, Moskof harbinde babamı şehid etmiş. Ben çocuktum. Babam bu kurşunu bana yadigar göndermiş. Şimdi bu kurşunu ve kanımla boyanan gülle parçasını al ve sağ salim köye dönersen, oğluma ver ve de ki; “Baban Allah yolunda, vatan uğrunda ben basıl biri iki ettiyse o da ikiyi üç etsin gücü tükenen Koca Halil yere yıkıldı ve Kelime-i Şehadetle şehid oldu.
BU ASLAN İSTİRAHAT ETSİN
1762 de Prusya kralı II. Frederik, Fransa, Avusturya ve Rusya ile harpteydi. Osmanlıdan yardım istedi. Sadrazam Ragıb Paşa, yardıma niyetli değildi. III. Mustafa, Ragıb Paşa’ya kızarak:
Lala, ne düşünürsün para lazımsa Edirnekapı’dan Rusçuk’a altın döşeye bilirim” dedi. Ragıb paşa:“Devlet-i Aliyyemiz savaşlarda aslan olduğunu düşmana göstermiştir. Fakat tırnakları aşınmış, dişleri dökülmüştür düşman halimizi anlarsa müşkil olur. Bırakalım aslan istira hat etsin” cevabını verdi.
ASTAZE
Osmanlı seferde iken, ekine zarar vermemeye dikkat gösterirdi Sultan Süleyman devri. Osmanlı ordusu Sadrazam İbrahim Paşa kumandasında Avusturyaya sefere çıkmış. Düşman topraklarında ilerliyordu Serdarın otağının yanında bir yanda Tuna nehri, diğer tarafta ekili tarlalar vardı. otağın çavuşu, tarlaya girme diyince askerler bir adamı yakaladılar.Serdar-ı Ekremin emri vardır deyip Serdarın otağına götürdüler serdar Nasıl ekin tarlasına girersin?” dedi.“Sultanım kulun Ekin olduğunu bilir amma, ekinde “astaze” vardır, dedi serdar ibrahim paşa Merakla sordu:“Ya astaze dediğin nedir?”“Ekin içinde yaya yoludur Sultanım. Bura halkı ekinde yaya bir yol bırakır.” Paşa hazretleri döndü:“ içim rahat eyledi. askere söyleyin, zorda kalırsa astazelerden geçsinler. Sakın ekine basılmaya. Allah indinde mes’ul oluruz.”*
EŞEKLERİN YARDIMI
Osmanlı ordusu 1645 de Yusuf Paşa kumandasında Girit adasına çıkmıştı. adada pek çok eşek bulunuyordu. Sahile çıkan Osmanlılar, eşekleri toplayıp eşyalarını bunlara yükleyerek, kuşatmaya aldıkları Hanya kalesine taşıdılar. Kaleyi savunan Venedikliler “Çok yazık, eşeklerin Osmanlılara yardım ettiklerini bilseydim, Osmanlılar gelmeden eşeklerin hepsini öldürtürdüm” diye üzülmüştür
TAVSİYE ETMEM MAJESTE
Fransa İmparatoru III. Napolyon, sarayda Osmanlı sefiri Ahmed Vefik Paşaya yaklaşıp vilayetimiz Beyrut’a sözü getirerek Beyrut’u işgal için Fransız askeri yola çıkıyor, diye sefirimizi tehdid eder. Paşa Tavsiye etmem Majeste, der. Osmanlı süngüleri Fransız askerini denize döker... İmparator alayla :-Ekselans, bu sonuca askeri bilgilerle mi varıyorlar, diye sorunca, Vefik Paşa:-Hayır, tarihi bilgilere dayanarak... amcanız I. Napolyon da Akka kalesinde böyle bir ders almışdı, diye cevap verir.
İPEK TÜCCARLARI
Bir gün Yavuz Sultan Edirne’ye giderken, onu uğurlayan kafilede Şeyhül islam Ali Efendi de vardı. Dönüşte 400 kişi lik bir grup esir edilmişti Nereye götürüldüğünü sorunca yasağa rağmen ipek satın alıp, idama mahkum edildiler diyince Şeyhül islam Ali Efendi Edirne’ye giden padişaha yetişti ve:“Bu 400 kişinin katli helal değildir, mes’ul olursun, katlettirme Yavuz kızınca Sultanım, bunların suçu halk nizamını bozar mahiyette değildir.Ümmet-i Muhammed’in erkeklerine haram olan ipek, kadınlarıa helaldir. Diyen Zembilli Ali Efendi’nin sözleri, çok kızan Yavuz’un öfkesini dindirir ve hak vererek 400 kişinin serbest bırakılmasını emreder
BENİM PEYGAMBERİM BENİ KURTARIR
*
Oruç Reis esir edilmiştir Bir süre sonra zindandan çıkartılarak gemide küreğe çakılır Papazlar ve Şövalyeler, İtalyanca, Rumca ve İspanyolca bilen ve sözü olan Oruç Reis ten zevk alırlar Şövalyeler ona hürmet duyarlar ona:
Ey Osmanlı! Sen güzel sözlüsün Bizim lisanımızı fevkalade konuşursun. Müslümanlıkta ne buldun? Gel dinimize geç! Adı sanı belli olursun. Büyük şövalye ve kaptan yaparız seni” dediler. Oruç Reis:“Kâfirlerin iyiliği bu mudur? Dinimden dönüp hükümdar olmaktansa müslüman esir kalmayı tercih ederim. Şu resimlere taparsınız. onları ateşe atsalar çölde kuyuya bıraksalar, balta ile pare pare eyleseler, kendilerini kurtarmaya kadir değildirler.” Dedi. Şövalyeler:“Görelim Peygamberin neyler, dediler. Benim Peygamberim iki cihan fahridir. evliya* ve enbiya ondan şefaat umar. Hepsine şefaati o eder. Hak teâlâ’nın avni ve inayeti ile gelip beni kurtaracaktır.. Şövalyeler gülerek:“Hele küreği çekmeğe devam et. gönlünü hoş tut. Peygamberin seni kurtarsın.” Dediler. Bir gün gemi şiddetli fırtınaya yakalandı. Oruç Reis’in zincirleri de koptu kendisini denize bıraktı. Dalgalarla boğuştu sahile ulaştı. .Bir muharebede kendisini esir eden Şövalyeler Oruç Reis’e esir düştü Onlara şunları söyledi:“Ben demedim mi, Peygamberim beni kurtarır diye! İşte , kurtardı. reisinize söyleyin, ben ona varayım, ne kadar demiri varsa vursun, Peygamberimiz bize, Allah’ın izniyle yine yardım eder.”
BENDENİZ BÎPERVA GEÇERİM
Sultan Abdülaziz Sadrazamlığını yapan Fuad Paşa’ya, zamanın devlet adamlarından Âlî Paşa ile Rüşdü Paşa’nın kendisinden farklarını sorduğunda Efendimiz, yeni yapılmış bir köprüye Üçümüz de gelmiş bulunalım. Bendeniz hemen Besmele çeker ve köprüyü geçerim. Âlî Paşa Besmele çeker ve köprüyü defa larca muayeneden sonra geçer. Rüşdü Paşa kulunuz da, Besmele çeker, bir tabur insanı köprüden geçirir, sağlam olduğuna kanaat etdikten sonra geçer.”
ELÇİ HAZRETLERİ MERAK ETMESİNLER
Kırım harbinde Rusya, elçi olarak Prens Mençikof’u İstanbul’a gönderir. Elçi, Sadrazamdan sonra Hariciye nazırını da ziyareti icabederken Mençikof, sadrazamı ziyaretten sonra Hariciye nazırı Fuad Paşa’yı görmeden elçiliğe gider Hariciye Nazırı Fuad Paşa bunu şahsına hakaret kabul ederek istifasını verir İngiliz elçisi, Fuad Paşa’nın dargın olmasından istifadeyle :-Efendim size olan bu hakaret nedir? bu devletin hali ne olur? Dedi.Fuad Paşa:-Elçi hazretleri, devlet, o makama benden emin ve daha erbab bulup getirmekte zorluk çekmez. makama ehil birini getirmek lazımdır. Devlet-i Aliyye’de zor işlerin ehli eksik değildir. Elçi hazretleri merak buyurmasın benim istifamı kabul edenler, devleti bizden daha iyi düşünürler, cevabını verdi.
BENDENİZDE İKİ FUAD VARDIR
Sultan Abdülaziz Han, Sadrazamı Fuad Paşa ile sürekli istişare ederdi. Sultan İstanbul’daki Mısır Hidivi İsmail Paşa ile görüşecekti. Fuad Paşa mahzurlu buluyordu. Fakat Sultan Abdülaziz’in isteğini gördüğün den, Hünkarımız nasıl arzularsa öyle olsun” dedi. aradan birkaç saat geçince Padişah, Fuad Paşa’nın niçin net cevap vermediğini düşündü. Fuad Paşa bir kağıda şu satırları yazadı Efendimiz, bendenizde iki Fuad vardır. Birincisi Padişahımızın tebeasın Vatandaş Fuad’dır. Vazifesi, Padişaha itaattir. Efendimizin her arzusu ve emri baş üstündedir, her fermanını kabul eder.* İkincisi ‘Sadrazam Fuad’dır. vazifesi ise, padişahımın isteklerine karşı gelmek değil, işin devlete, millete ve padişahıma, faide veya zararı nedir diye düşünmek, bilgi ve tecrübesiyle o iş hakkında fikir beyan etmek verilen vazifeyi bihakkın yerine getirmekdir Padişah Efendimiz meseleyi iki Fuad’dan hangisine sual buyurursa o, cevab verecekdir.”
AĞIRLIĞINCA ALTIN EDERDİ
1780 de İsanbul’a gelen Fransız mühendisi, yanında logaritma cetveli getirir Bâb-ı Âlî’de hükûmte verip:
bu cetvelden anlayan var mıdır? Diye sorar. Kendisi ne, Gelenbevî İsmail Efendi adında bir zatı söylerler.Fransız mühendis, Gelenbevîyi ziyaret eder. Bir kulübeden farkı olmayan İsmail Efendi’nin evinden giren mühendis, karşısına çıkan üstü başı perişan adamın, aradığı kimse olduğunu güçlükle anlayınca, konuşmağa tenezzül etmeden elindeki kitabı uzatır ve:-Bır haftaya cevab bekliyorum, deyip harap evden çıkmak ister. İsmail Efendi bekletmeden, kendisinin telif etmiş olduğu logaritma cetvelini Fransıza verir. Bu cetveli gören Fransız, hayretler içinde kalır ve:-Bu adam Avrupa’da olsaydı ağırlığınca altın ederdi, diyerek hayranlığını izhar eder.
MAHKEMEYE HAZIRIM
Tayyarzade Ata Bey, “Enderun Tarihi” kitabında Sultan III. Selim ile ilgili şöyle bir hadise nakleder:III. Selim cesur silahşör ve hüner sahibidir tebdil-i kıyafetle halka karışırdı Bir gün Sultanahmede çıktı. kalyoncu neferi gibi giyinmişlerdi. Sultanahmed Camiinden bir kadın feryadı işittiler. Yeniçeri tulumbacılarından bir zorba, bir kadını çevirmiş; zorluyordu. Kadın Kardeşim! Ben ehl-i namus um Çocuğum hasta. Eczaneden ilaç aldım. Evime dönüyorum. Bana ilişme. diye feryad ediyordu. Tulumbacı sarhoş, gözü kararmış, küfürlerle bıçağını çekmiş, tehdide başladı. Kadın, kalyoncu kıyafetindeki padişahı farketti ve onlara:-Aman kaptan ve kalyoncu din kardeşlerim!... beni bu herifden halas edin diye yalvardı.tulumbacı azıttı ve padişahın üzerine yürüdü. Fakat silahını çıkarmağa vakit bulamadan, Sultan Selim kılıcını çekerek adamı belinden ikiye böldü. Babıâlî’ye şu tezkereyi gönderdi:“Sokollu Paşa yokuşunda maktul olan tulumbacıyı öldürdüm. Veresesi var ise şer’an mahkemeye hazırım”
KAVUK YERİNE MİĞFER
Osmanlı da en büyük yenileşmeyi yapan Sultan II. Mahmud, bütün icraatları için Şeyhülislam Mehmed Efendi’den fetva almıştı. Yeniçeri ocağının kaldırılması fetvasına çok memnun olan padişah, ona çok kıymetli bir elmas yüzük hediye etmişti.
Yeniçeri ocağının kaldırılmasıyla kurulan Nizam-ı Cedid ordusunun kıyafetleri Avrupa’dan alınmıştı. Yeniçeri kavuğu yerine miğfer giyilmesi gerekiyordu. Şeyhülislam’ın fetvası gerekliydi. Mehmed Efendi sarayda Padişahın yanına oturtuldu. İkindi güneşi, mehmed Efendi’nin gözüne geliyor ve rahatsız ediyordu. istediği fetvayı almak isteyen padişah sordu:-Efendi Hazretleri, güneşe dayanamadınız, ya askerlerim, kafirlerle güneşe karşı nasıl harbederler, diye sorunca Şeyhülislam kavuk yerine miğfer giyilebilir, şeklinde padişahın istediği fetvayı verdi.
EMREDİYORUM PAŞA!
Sultan II. Abdülhamid döneminde Ferik(Orgeneral) Hasan Paşa ile oğlu Müşir(Mareşal) Deli Fuad Paşa merasime gideceklerdi. Arabada rütbeye göre önce Müşirin binmesi gerekiyordu. Fakat Müşir, Ferikin oğlu olduğundan, babasına -Buyurun, dedi. Babası:-Hayır, siz Müşirsiniz. Önce siz deyince Fuad Paşa Paşa hazretleri emrediyorum, arabaya bininiz, der. Ve hem askeri adab, hem de ahlaki edeb yerine gelmiş olur Sultan Abdülhamid, ertesi gün Hasan Paşa’yı da Müşir rütbesine yükseltir
BİN YIL YAŞASAK YİNE CİHAN BU
Sultan Mehmed Reşad’a mesane ameliyatı yapılacaktı. Güçlükle yürüyerek ameliyat masasına gelince ellerini açarak ve kıbleye dönerek, duada bulundu:-Ya Rabbi! Milletimin ve memleketimin mukadderatını hayırlara tahvil et! memleketim ve milletime muzır olacaksam ameliyatdan kaldırma!.. dedi. Etrafıyla helalleştikten sonra ameliyat için cesaret ve metanetle yattı.Ameliyat başarıyla geçtikten sonra tebrike gelenlerin; “Mâşaallah iyileştiniz. Artık yüz seneden fazla muammer olursunuz!” gibi sözlere Sultan Reşad:-Ne kadar yaşayacağımızı bilemeyiz. Cenâb-ı Hak bilir. Mukadder ne ise ömrümüz o olur. Yalnız diyebiliriz ki:Bin yıl yaşasak yine cihan bu ,Gerdiş bu, zemin bu, asuman bu!..
DÜŞMAN ASFALT YOLLARDAN MI GELDİ
I. Balkan Harbinde Osmanlı İttihatçıların orduya siyaseti sokmaları ve subayların fırkalara ayırmalarıyla devamlı geri çekiliyordu Edirne düşmana geçince Osmanlı Çatalcada savunmaya geçtiler. Yunanlılar denize Bulgarlar ise demir yoluna hakim olmuş Osmanlının zorda kalmıştı.
Sultan Reşad üzüntüsünden ne yapacağını bilemiyor, çareler arıyordu. fikrini açıkladı:-Ben Sancak-ı Şerifimle bizzat cepheye gidiyorum. Asker, padişahını görünce büyük bir şevkle düşmana saldırır ve durdurur.Harbiye Nazırı Nazım Paşa padişaha gelerek:-Bu kış cepheye gidip ne yapacaksınız padişahım? Çamurdan çıkılmaz. Hayvanların ayağı, araba tekerlekleri çamura gömülür, deyince Sultan Reşad:-Paşam! Düşman buraya hep asfalt yollardan mı geldi? Cevabını verdi. neticede padişah yaşlı olmasından dolayı devlet onun cepheye gitmesini doğru bulmadı ve İstanbul’da kaldı. toparlanan Osmanlı ordusu, hücuma geçerek Edirne’yi geri aldı.
BENİM MİLLETİMİN OCAĞI YANIYOR
Bir Ramazan gecesinde Yıldız Sarayı yanmaya başladı. İstanbul işgal edilmiş İngiliz itfaiyesi yangını söndürmeye çalışlıyordu. Devletten kimse gelememişti. Çünkü saray ablukadaydı Padişah Zat-ı Şahane, sırtında gecelik entarisi ve üzerinde pardesüsüyle ayaktaydı. Telaşlı değildi. Köşkün bekçibaşısı ağlıyordu. Hünkar:-Benim milletimin ocağı yanıyor, ben onu düşünüyorum... kendi evim yanmış, ne ehemmiyeti var, dedi.
DİN VE DEVLET UĞRUNDA ÖLMEYE GELDİ
1853 te Rus ordusu, Tunadaki Silistre kalesini kuşatmıştı yardım için memleketin her tarafından gönüllü geliyordu. Aydın’ın tanınmış efeleri Isparta eşrafıda vardı. en çok dikkat ise 7 yaşında, mükemmel silahlanmış bir çocuktu. Kale kumandanı çocuğa hayretle bakarak:-kimdir? Diye sordu. Babası öne çıktı ve:-Oğlumdur efendim. Moskofa karşı harpi duyunca yanımdan ayrılmadı. Din ve devlet uğrunda ölmeye geldi.Bu sahne bütün askerlerin gözlerini yaşarttı. Kumandan çocuğu okşadı. Harpte Anadolu çocuğu babasından ayrılmadı beraber savaştı. bir hücumda babası esir düşerken onu kurtarmağa muvafak oldu.
PADİŞAH MEMLEKETE HAİNLİK ETMEZ
Sultan Abdülhamid in son senesinde İttihad ve Terakki iktidarı ele geçirince, halkı padişah aleyhinde kışkırttılar Dr. Nazım, Aydın’da tütün tüccarı sıfatıyla ileri gelenlerle görüşü yordu. meşhur efeler Çakıcı Mehmed in yanına da gitti. Efe’ye:“Sultan Abdülhamid devlete hainlik ediyor. ortalığı hafiyelerle doldurdu. Bunların dağıtılması lazım” demesiyle Efe, Nazım Bey’e dönerek:“Padişah hainlik etmez. Hafiye işine gelince, ben eşkıyayım. Dağda gezemem için jandarmadan haberdar olmam lazım. köylerde yirmi den fazla hafiyem var. onlar olmasa dağlarda dolaşamam. eşkıyanın hafiyeye ihtiyacı oluyor da devletin padişahının niçin olmasın. Onun hafiyeleri olmasa, bir gün bile devlet ayakta kalamaz. münasebetsiz laflar etmeyin ve derhal burayı terkedin” diyerek Nazım Bey’i kovdu
ASİL RUH
1854 kışında Silistre kalesini kuşatan Ruslar, bir avuç Osmanlı karşısında zordaydı Ağır kış şartlarında erzak tükenmiş, açlık ve soğuktan kırılıyorlardı Zabitlere:-Açız!... ekmek,. diye bağırdıklarında, zabitler:-İşte kale... zaptedin karnınızı doyurun... diye cevap veriyorlardı. aç kalan Rus askerleri Osmanlı siperine yanaşarak:-Ekmek... diye el uzatıyor Osmanlı askeri asil ruhlarıyla süngülerine ekmek takıp Rus siperine uzatıyorlar ve kana susamış Rusların aç karınlarını doyuruyorlardı. Rusların cevabı ise şu oldu: şehri zaptedemiyeceklerini anlayınca yağlı paçavraları ateşe verip, şehirde yangın çıkardılar. yangınlar bir felaket oldu bir derviş:-Ey Müslümanlar korkmayın!... Moskof Kadir gecesi kaçacak, Müslümanlar muzaffer olacaktır, diyerek askerin maneviyatını arttırdı.Kadir gecesi Ruslar Silistre muhasarasını bırakıp, mağlup vaziyette gittiler. Silistre müdafileri kale burçlarında ezanlar okuyarak zafer şenlikleri yaptılar.
PATRONA HALİL VE SULTAN AHMED
18. Yüzyılda, Osmanlı teknolojide geri kaldığını görerek, dinin emrini yerine getirmek için memleketi geliştirmek istediler. Buna ilk öncülük yapan, Sultan Üçüncü Ahmed idi.Lâle Devrindeki
yenilik lere orduyu da ilâve etmek isteyince ilimden uzaklaşmış, rezaletin hakim olduğu Yeniçeriler telaşlandı nizâmi ordu için Fransızlar getirtilerek kışla kurdurulması, bozulmuş
Yeniçerileri ve yenilikleri yanlış anlayanları ve Osmanlı düşmanlarını hareketlendirdi.kışkırtıcılığa müsait olan Patrona Halil 1730 da isyâna başladı. Bâbıâlî’nin tâtil olduğu ve Sultan Üçüncü Ahmed in İran Seferine Hareket etmesi isyancıların işini kolaylaştırdı. İsyana, Yeniçeri Ağası Hasan Ağa, 300 kadar kuvvetle karşı koymak istediyse de, kardeş kanı dökülmemesi için geri çekildi. Bu âsîlere güç verdi. İstanbul Kaymakamı Mustafa Paşa, isyânı haber alır almaz, pâdişâhı haberdâr etti. Sultan Ahmed İstanbul’a geldi Lâle Devrinin barış, ve huzûruna alışan devlet adamlarının kardeş kanı dökülmesini istememeleri, isyâncıları cesaretlendirdi. Âsîler 41 kişinin teslimini istediler. Listede; Sadrâzam Dâmâd İbrâhim Paşa, Kaptan-ı deryâ ve İstanbul Kaymakamı Mustafa Paşa, Şeyhülislâm Abdullah Efendiyle otuz yedi kişinin daha isimleri vardı. Sultan Ahmed, âsîlerin istediği şahısları vazifeden alıp, İstanbul’dan uzaklaştırarak, hâdiseleri önlemek istedi. Vezirliğe Silâhtar Mehmed Paşa tâyin edildi. Dâmâd İbrâhim Paşa, âsîlerin eline geçince, Kaymakam Mustafa ve Mehmed paşalarla berâber hunharca öldürüldüler Sultan Ahmed tahtını; katliamları önlemek için yeğeni Şehzade Mahmûd’a bıraktı. Birinci Mahmûd 15 Kasım 1730 da Patrona Halil ve ekibini imhâ ettirip, İstanbul’da âsâyişi sağladı. Devlete tâyinlerde bulunup, isyâncılardan eser bırakmayarak, devlet otoritesini tesis etti. devlet isyandan büyük zarar gördü. idareciler yeniliklere yönelemedi
SULTAN III. SELİM VE KABAKÇI MUSTAFA
On sekizinci yüzyılda Osmanlı iç ve dış düşmanla mücâdele ediyordu. 1789 Fransız ihtilâlinden sonra Avrupa’daki olaylar Osmanlıyı etkilemedi. Sultan Üçüncü Selim“Nizâm-ı Cedîd” adlı askerî, mülkî, idârî, ticârî, içtimâî ve siyâsî ıslâhâtlara girişerek devlete hayât ve canlılık getirdi. Bu durum Rusya, Fransa ve İngiltere’nin hoşuna gitmedi. Osmanlının toparlanmasını istemiyorlardı. Selim Hanın kurduğu modern Nizâm-ı Cedîd ordusunu istemeyen Yeniçeriler ile menfaatçi ve Osmanlının yıkılmasını isteyen hâinleri harekete geçirdiler. Akka mağlubiyetini unutamayan Fransızların İstanbul Sefîri Sebastiani’nin teşvik ve Selânikli dönme Sadâret Kaymakamı Köse Mûsâ’nın tahrikleriyle âsîler ayaklandı Haseki Halil Ağa’nın parçalanarak öldürülmesiyle isyân başladı. Kabakçı Mustafa lider seçildi. Kabakçı Mustafa yıllarca Balkanlarda dolaşmış, Rusya’da ihtilal eğitimi almış profesyonel bir ihtilalciydi. Türk tarihinde ihtilaller devri başlıyordu. Sultan Üçüncü Selim Müslüman kanı dökülmesini istemedi. “Bu işlere sebep, benim hilmim yumuşak huyumdur” demesi üzerine, Nizâm-ı Cedîd askerleri kaldırıldı Köse Mûsâ ile Çardak ve Unkapanına gelen âsîlerle, Yeniçeriler birleşip, Nizâm-ı Cedîd taraftârı devlet adamlarını katlettiler. Pâdişâhı istemiyoruz diye bağıran âsîler, 29 Mayıs 1807’de Sultan Üçüncü Selim i tahttan indirip, yerine Sultan Dördüncü Mustafa yı geçirdiler. Bütün ilerleme ve yenilikler durduruldu. Kabakçı Mustafa Turnacıbaşılıkla Boğaz’a tâyin edildi. Hükûmetde nüfûz sâhibi oldu. Temmuz 1808’de Boğaz’daki evinde öldürüldü. isyanın bedeli ağırdı. Devlet, elli sene kaybetti. Teknolojide, Batıya yetişmek hayal oldu.*yeniliklere devam edildi. Batı Osmanlının ilmi ve teknik ilerlemelerine mani olmak; ve zayıflatmak için bütün güçleriyle çalıştı Osmanlıya gönderilen sefirler, tüccarlar, bilgin ve ajanlar azınlıkları tahrik ederek, devlet adamlarını kullanarak Osmanlıyı tarihten silmek istediler. Okumak, ilim irfan sahibi olmak için Avrupa’ya gönderilen Türk gençlerinin beyinlerini yıkayarak, bedeni Türk; fakat düşünüşü, anlayışı ve yaşayışı itibariyle tam bir Avrupalı haline getirdiler. Osmanlı Padişahları ve Osmanlı elitleri, örf ve âdeti muhafaza ederek, Batı’nın sadece teknolojisini istiyordu. Fakat beyni yıkanmış Batı hayranları teknolojiyi değil, Batı’nın rezilliklerini getirdiler.
BENDEN BUNLARI İSTEMEYİNİZ
Sultan Abdülmecid zamanında, Rus işgaline karşı Lehistan’da, Avusturya baskısına karşı Macaristan’da ayaklanmalar olmuş, fakat şiddetle bastırılmıştı isyanlara karışanlar Osmanlıya sığınmışlardı. Avusturya ve Rusya, kaçakların iadesi için Osmanlıyı sıkıştırı yordu. mesele büyüdü. Rus sefiri bizzat padişahtan mültecilerin verilmesini istedi. Fakat Sultan Abdülmecid şu sözlerle reddetti:
“Benden bunları iadeyi asla beklemeyiniz. Ben, kendisine sığınmış adamlardan bir tanesini geri vermemek için devletini feda eden Yıldırım Han’ın torunuyum. size yüzlerce kahramanı verip namusumu kirletir miyim sanıyorsunuz?
MAHMUD HAN ZAFERE ULAŞTI
Sultan Birinci Mahmûd İrana ordu gönderdiğinde, Mehmed Emin Tokâdî hazretleri talebesi İshakzâde Yahyâ Efendiye gitti. Mübârek gözleri kan çanağına dönmüştü. "Benim için bir oda ayırınız!" dedi. tefekküre, başladı. ikindi namazı için dışarı çıktı. Talebesi; "Bir mikdâr yemek yeseniz münâsib olurdu deyince; "Yok Yahyâ Efendi. Ben Ertesi gün neşelice dışarı çıkıp; "Elhamdülillah! Allahü teâlâ duâlarımı kabûl buyurdu. Mahmûd Han zafere ulaştı. Sultan Mahmûd'dan çok ikrâm gördüm. ona duâ ederek zaferine vesîle olduk. hakkını ödedik. Bu günü bu saati bir yere yazınız." buyurdu.Sultan Mahmûd'un zafer haberi geldi. Tam Mehmed Tokâdî hazretlerinin zaferi müjdelediği gün ve saate rastlıyordu.
ŞEHİD SULTAN GENÇ OSMAN
26 Şubat 1618 de babasının yerine tahta geçen amcası birinci Mustafa’nın rahatsızlıktan tahtı bırakmaya mecbur olunca genç Osman sultân oldu.İkinci Osman’ın tahta çıkışıyla İran ile barış antlaşması imzâlanarak harbe son verildi. 1620 de Halil Paşa kumandasındaki Osmanlı donanması İyonya Denizini geçerek Otrantodan Adriyatik’e geldi. Dırazda iki İtalya gemisini ele geçirdi. Adriyatik Denizine geçerek Manfredonia Körfezine girdi İtalya’ya asker çıkardı. Manfredonia liman ve şehrini fethetti. Halil Paşa zaferini Pâdişâha ve şeyhi Üsküdarlı Azîz Hüdâi hazretlerine bildirdi hayır duâ aldı.Boğdan Voyvodası Gratiani Osmanlıya cephe almıştı. İhânetiyle azledilen Gratiani Lehistan’a sığındı ve büyük destek gördü. Bu devletten aldığı 60 bin kişilik bir kuvvetle Osmanlıya saldırdı. Özi Beylerbeyi İskender Paşa, harekete geçip bu kuvvetleri Turlada imhâ etti. Düşman ordusundan 120 top ile arabalar dolusu zahîre ganîmet alındı.
Boğdan Voyvodası Gratiani Osmanlıya cephe almıştı. İhâneti üzerine azledilen Gratiani Lehistan’a sığındı ve büyük destek gördü. Bu devletten aldığı 50-60 bin kişilik bir kuvvetle Osmanlı topraklarına saldırdı. Ancak Özi Beylerbeyi İskender Paşa, harekete geçip kuvvetleri Turla Nehrinde imhâ etti. Düşman ordusundan 120 top ile arabalar dolusu zahîre ganîmet alındı. Sultan Osman, Lehistan’ı ele geçirip, Baltık Denizine çıkmak, için bir donanma kurrak, Atlas Okyanusuna geçip Avrupa Hıristiyanlığını, Akdeniz ve okyanus donanmalarıyla çembere almak gâyesiyle 21 Mayıs 1621’de Cumâ namazınıdan sonra sefere çıktı. 1 Eylül 1621’de Hotine varıldı ve kale kuşatıldı 35 gün devâm eden muhârebede kale düşmek durumuna geldiyse de yeniçerilerin itâatsizliği ve devletteki geçimsizlikler, kesin netîcenin elde edilmesine mâni oldu Nogay tatar beyi Kantemir Mirzâ Kırım Hânının oğlu Nûreddîn, Lehistana akınlarda bulunarak ganîmetle döndüler. kış gelmesi üzerine Lehistan’la barış yapılarak geri dönüldü.
Lehistan Seferinde muvaffak olamadığına Sultan, asker lerin gayretsizliği olduğuna inanıyor ve ıslâhâtlar istiyordu. Kapıkulu ocakları nı kaldırarak, yerine Anadolu, Sûriye ve Mısır Türklerinden müteşekkil, sâdece askerlikle uğraşan, pâdişâh emirlerine itâat eden bir ordu istiyordu. saray, harem ve ilmiye teşkilâtlarında
esaslı değişiklik düşünüyordu. Ancak onun ıslâhât fikirlerine kapıkulu ocakları karşı çıkıyor, ilmiye sınıfı çok çekimser davranıyordu. Osmannın hacc arzusunu bahâne eden yeniçerilerle sipâhiler ayaklandı lar. Osman Hanın haçtan vazgeçmesi isteğiyle başlatılan isyân, devlet adamlarının kellesinin istenmesiyle büyüdü. isyan Sultan Osman Hanın hal’i ve Sultan Mustafa’nın ikinci defâ tahta geçirilmesiyle son buldu.İsyan sırasında Sultan Osman’ı ele geçiren câniler, ağır ve kötü sözlerle Orta Câmiye Genç pâdişâhın mâruz kaldığı hakâretin haddi hesâbı yoktu. Yaptıkları ezâ ve cefâ onu boynu bükük ve perişan koymuştu.
İkinci Osman, kendisine eziyet eden ocak ağalarına“Dün sabah pâdişâh-ı cihân idim, şimdi uryân kaldım; merhamet edip hâlimden ibret alın; dünyâ size kalmaz; hangi pâdişâhın kulları pâdişâhlarına ihânet ettiler.” diyerek yalvardı ise de, sözlerin cânilerde tesiri olmadı.Orta Câmide Genç Osman’ın muhâfazasına Haseki Sarı Mehmed Ağa tâyin edildi. Yeniçeriler, Sultan Osman’ın hayâtına dokunulmayarak kafes hayâtı yaşamasını istiyorlardı., çok hâin bir kimse olan yeni Sadrâzam Dâvûd Paşa onu öldürtmek için cebeci başına emir verince, yeniçeri ağaları mâni oldu Osman Hana kasd eden Dâvûd Paşaya; “Behey zâlim, sana neyledim? İki defâ mûcib-i katl cürmünü affedip öldürmedim, bana gadrin nedir?” diye bağırdı.Dâvûd Paşa, cumâdan sonra en güvendiği adamları cebecibaşı ile kalender uğrusu denen zâbite, Sultan Osman’ı Yedikulede boğmalarını emretti. sultanın Yedikule’ye götürülüşünü seyreden halk, o târihte kadar görülmemiş bir kalabalıktı
Yedikule’ye vakit akşama yaklaşıyordu. Dâvûd Paşanın emriyle cebecibaşına ve kalender uğrusuna dönerek; “Yanınıza sekiz cellâd alıp, Osman’ın işini bitirin. Yarına kalmasın.” dedi.Sultan Osman, perişân, aç ve uykusuz olduğu hâlde kendisini son nefesine kadar müdâfaaya karar vermişti. On cellâdın ilk hücûmu netîce vermedi. Bire on olmasına rağmen, cellâtlar, silâhsız pâdişâhla mücâdele edemedi Kementten başka silâh kullanmak istemiyorlardı. Çünkü hânedânın kanı akıtılamazdı. Buna rağmen, balta alan cellatlara genç sultan, büyük bir ustalıkla karşı koydu. arkasından gelen bir cellat, baltası ile omuzuna vurarak yaraladı. cebecibaşı kemendi Osman Hanın boynuna geçirdi ve yere düşürdü. câniler üzerine yüklenerek genç pâdişâhı şehit ettiler (20 Mayıs 1622). Şehit Sultanın cenâzesi Topkapı Sarayına götürüldü. cenâze törenine hazırlandı. Sultanahmed Camiinde babasının türbesine defnedildi.
Genç Osman’ın şehit edilmesi târihimizin en acıklı olayıdır. Anadolu’da bâzı isyânlara sebep oldu. Millet, pâdişâhın öldürülmesini hazmedemedi kâtillerini nefretle andı.Sultan İkinci Osman Han güneş yüzlü, heybetli, yüksek himmet sâhibi, bahadır bir pâdişâhtı iyi bir binici, silâh ve harp âletlerinde mâhirdi. binicilikte akranı pek azdı, şirin çehreli ve güzel tavırlıydı. Gençliğinin en parlak günlerinde tahta çıkıp, tecrübeli, akıllı ve sâdık bir yardımcıya mâlik olmayışı, kendisine hâzin sonu hazırlamıştı. Niyyeti hidmet idi saltanat ü devletine Çalışırdı hâsid ü bedhâh onun eceline nekbetti Sultan Genç Osman dînî ve fennî ilimlerde âlimdi. Fârisi mahlasıyla dîvân’ı vardır.
BU DEVLETİN AYAKTA KALMASI İÇİN
Sultan II. Mahmud Han zamanında Harput’ta yetişen büyün alimlerden Abdurrahmân-ı Harpûtî, İstanbulda bir vazîfe verilmemesi üzerine memleketine döndü. dersler verdi . Bir müddet sonra memleketini terk ederek İstanbul'a gitti. vakit namazı için girdiği Ayasofyada bir levhaya gözü takıldı. Bu levhadaki ibâreyi,kim doğru hâllederse, mükâfatlandırılacaktır." yazıyordu. ibâreyi çözen Abdurrahmân-ı Harpûtînin kâğıdları sultânın huzûrunda tetkik edildi Abdurrahmân Efendinin yüksek bilgilerle donatıldığı anlaşıldı ve saraya dâvet edildi. sultânın huzûruna çıkarıldı. İkinci Mahmûd Han; "Siz hocamsınız." diyerek onu yanına oturttu büyük iltifâtlarda bulundu. Üsküdar'da ev verildi ve evlendirildi.
Osmanlı Devletinde yeniçeri isyânları önlenemez olmuştu Tâlim ve eğitim istemiyorlar, savaşı reddediyorlardı. harp öğretilmesini isteyen din ve devlet adamlarına karşı harekete geçtiler. İkinci Mahmûd Han vezir ve ulemâyı topladı. Abdurrahmân-ı Harpûtî hazretleri de bunlar arasında idi. Yeniçeri zorbaları isyân ederek devletten kelle istemeye başlamışlardı. bid'at yuvası hâline gelen bektâşî tekkeleri yenicerileri tahrik ediyordu. ulemâ bunların öldürülmeleri câizdir diye fetvâ verdi. Savaşın başlangıcı sancak-ı şerîfin çıkarılması kararlaştırıldı.
Osmanlıda sancağı şerîfin açılması önemliydi. dönüşü yoktu. Yeniçeriler ile yapılacak mücâdelede son kestirilemiyordu. herkeste tereddüd vardı. devlet adamlarının çekingen ve kararsızlığı sırasında Abdurrahmân Harpûtî hazretleri Bu din ve devletin ayakta kalması Allahü teâlânın istediği şeyse yeniçerileri yok ederiz. Değilse biz de bu din ile berâber batıp gideriz, diyerek kalplerdeki şüpheleri giderdi. Herkes tek bilek tek yürek oldu. inanç ve îmânla harekete geçilerek yeniçeri ocağı ortadan kaldırıldı bozuk bektaşî yuvaları kapatıldı Kürd Hoca ünvânı ile de meşhûr olan Abdurrahmân-ı Harpûtî hz leri sonradan Şam'a giderek Emevîyye Câmii İmâmı Saîd Efendinin derslerinde bulundu. Nakşibendiyye yolunu Muhammed Sâdık Erzincânî'den öğrenerek icâzet ve diploma aldı.Abdurrahmân Efendi 1851 de Üsküdar'daki evinde vefât etti. Karacaahmet mezarlığındaki türbesine defnedildi.
HEDİYE BASTON
1897 Osmanlı-Yunan harbi zaferle neticelenmişti. Sultan II. Abdülhamid sevinç içndeydi. Harpte yaralananların hepsini İstanbul’a getirtmiş, Gümüşsuyu hastanesi ile yeni yaptırdığı Şişli Etfal hastanesine yerleştirmişti. Hergün yaralıların vaziyetini öğreniyordu. Sultan Abdülhamid’in marangozluğa merakı vardı. Yıldız Sarayında marangoz atelyesi vardı ve yorulduğu zaman dinlenmek için buraya gelir, her biri sanat şaheseri olan ahşap eşyalar yapardı. atelyede marangoz Mehmed Usta ile karşılaştı. ustaya Haydi Mehmed Usta! 150 tane baston ağacı kes...-Ferman efendimizin. Lakin bu kadar baston ağacı ne olacak? -Araştırdım, gazilerimizden 150 kadarı ayaklarından yaralandı iyi olsalar da yürümek için bastona muhtaç kalacaklar. Bunlara baston yapacağım ve hastaneden memleketlerine giderken kendilerine hediye* edeceğim.
çok güzel paylaşımlar. Emeğinize sağlık.
murataltug1985
11-21-2018, 22:46
Kaynak vehbi tülek.com
SALTANAT TAHTINA OTURACAKTIR
Sultan İkinci Selîm’ın oğlu Şehzâde Murâd, Manisa'da vâlisi idi. Şehzâde Murâd, Hüsâmeddîn-i Uşâkî hz lerine sultân olup olmayacağını anlamak üzere, bir elçi gönderdi. haberci mektubu Hüsâmeddîn-i Uşâkî hazretlerine vermeden Uşâkî hazretleri Git! Şehzâdeye söyle İstanbul'a hareket etsin. Filan gün saltanata oturacaktır." dedi.
Sultan İkinci Selîm’ın oğlu Şehzâde 3.
Murâd Hüsâmeddîn-i Uşâkî hz lerinin tahtı müjdelemesiyle tahta çıkmıştı Hüsâmeddîn-i Uşâkî hazretlerine hürmeti çoğaldı onu İstanbul'a dâvet etti. Hüsâmeddîn-i Uşâkî, Uşak'tan İstanbul'a geldiğin de; Pâdişâh, erkânı ve halk onu hürmetle karşıladı. Aksarayda bir ev tahsis edildi. Uşâkî hazretleri, Pâdişâha yakınlığından istifâde isteyenlerin verdiği sıkıntıyla Uşak'a dönmeye karar verdi Pâdişâh, büyük zâtın İstanbul'da kalması için ricâda bulundu. Uşâkî hazretleri, Sultan Üçüncü Murâd ın ricâsını kabûl edince Kasımpaşada Hüsâmeddîn-i Uşâkî'nin adına bir dergâh inşâ edildi. çok talebe yetiştirdi talebelerini Anadoluya , halka doğruyu göstermesi için gönderdi.
SELİM DAHİ EVLİYANIN DIŞINDA DEĞİLDİR
Yavuz Sultan pâdişâh olmadan Trabzon'da vâliyken Halîmî Çelebinin talebesi oldu Gece-gündüz huzûrundan ayrılmadı ve devamlı sohbetde bulundu. Abdülhalîm Efendiye pekçok ihsânlarda bulundu. Allahü teâlânın ihsâniyle Osmanlıya pâdişâh olunca, onu yanından ayırmadı. Devamlı ilmî sohbetlerde bulundu. Halîmî Çelebi, Yavuz Han ile birlikte Mısır Seferine katılmışdır
Sultan Selîm Han zamânında, Molla Şemseddîn diye bir saray hocası vardı. Teheccüd namazı kılan, iyi huylu bir zâttı. Yazması süratliydi ki, on günde bir mushaf-ı şerîf yazıp bitirirdi. Yavuz Han, Mısır feth olununca, hocası, Halîmî Efendiye buyurdu ki: "Şemseddîn bize Tarih-i Vassâf yazsın." emriyle Şemseddîn Efendi yirmi beş gün mühlet aldı, Halîmî Çelebi'yi ziyârete gelenler Molla Şemseddîn'le tanıştı ona sık sık uğrar ve çalışmasına mâni olurdu. O da odasını kilitleyip hızla yazmayı sürdürürdü
Sultan Selîm zamanında Molla Şemseddîn diye bir saray hocası vardı. Sultan selim tarafından tarih yazmak ile görevlendirilmişti yine bir gün tarih yazarken âniden bir kimseyi yanında oturur gördü. Korkup heyecanlandı. Bunun üzerine "Korkma, biz de senin gibi insanız. Seni ziyârete geldik." dediler. Molla Şemseddîn, kapıları kilitli görüp, bu kimsenin gâipten olduğunu anladı. sohbete başladılar. Ve sordu: "Arap diyârı fethedilip Osmanlıya katılacak mı? Yoksa tekrar başka milletlere mi geçecek?" O zât dedi ki: Yavuz Hân bu vazife ile vazifelendirildi. Mübârek beldelerin, Mekke ve Medîne'nin hizmeti ona ve nesline verildi İslâm pâdişâhları arasında makbûl olan Âl-i Osman'dır. Selîm Hân evliyânın dışında değildir." dedi.
SAVAŞIN ZORLUKLARINA KATLANMADAN ZAFERE ULAŞILAMAZ
Şehzâde 3. Murâd tahta çıkmak üzere Manisa'dan İstanbul'a gelirken, Sâdeddîn Efendi de berâberinde idi. O zaman Sultan Murâd'ın özengi ağası olan Tiryâkî Gâzi Hasan Paşanın naklettiğine göre, şehzâde yolculuk sırasında yanında göremediği Hoca Efendiyi sordu. Yanındakiler onun bindiği atın ham olması dolayısıyla biraz geride kaldığını söylediler. Bunun üzerine Sultan Murâd derhal kendi yedek atlarından birini altın işlemeli eğer ve süslü takımlarla donatarak ona gönderdi ve yetişinceye kadar bekledi."
Şehzâde 3. Murâd hocası Sâdeddîn Efendiye Hâce-i sultânî (sultan hocası) ve Reîs-ül-ulemâ ünvânları verildi. Devletin iç ve dış siyâsetine yardımcı oldu. Üçüncü Mehmed Han tahta çıktığı zaman (1595) hocası Nevâlî Efendi, vefât etmişti. pâdişâh hocalığı makâmı Sâdeddîn Efendide kaldı. İki sultâna hocalık yaptı kendisine Câmiü'r riyâseteyn denildi. Aynı ünvânı şeyhülislâmlardan Erzurumlu Seyyid Hacı Feyzullah Efendide almıştır
Osmanlı ile Avusturya 1595 de savaşlarda ağır kayıplar vermiştir Estergon, İbrail ve Kili düşmana geçmiş Sultan 3. Mehmed, hocası Sâdeddîn Efendinin tavsiyesi ile Avusturya seferine çıkmıştır Sultan Süleymânın vefâtından 30 yıl geçtiği hâlde, hiçbir pâdişâh başkomutanlık etmemiştir. 21 Haziran 1596 da Hoca Sâdeddîn ve, 100.000 kişilik bir ordu İstanbul'dan hareket edip Dîvân kurmuşlar vezirlerin Viyana'yı kuşatma teklifine karşılık Hoca Sâdeddîn; Viyana merhum Kânûnî zamânında kuşatıldı. Fakat alınamadı Viyanada düşman bizimle karşılaşmayacak biz Viyana'yı kuşatırken, onlar arkamızdan çekilme yolunu kapatacaklardır. Müşküle düşebiliriz Viyana'yı değil, Eğri kalesini teklif ederim. Eğri kalesini alırsak Avusturya ile Romanya yollarını ele geçirip, düşmanı, dize getirmek mümkün olacaktır." deyince Hoca Sâdeddîn Efendiye güvenen Sultan 3.mehmet Eğri kalesini, 20 günde fethetmiştir
Sultan 3.mehmet Eğri kalesini, fethedince Haçovada Alman ve Macar ordusu ile karşılaşmış Hoca sadettin efendinin isteğiyle savaşa çıkmıştır Sultan rahatsız olunca. İstanbul'a dönmek istemiş Hoca Sâdeddîn sultânım rahatsızlığınızı biliriz. Unutmamalılıki, meşakkatsiz zafer olmaz küffârı ezmeden dönmek, yılanın kuyruğuna basıp kaçmaktır. Kur'ân Düşmanlarınız aman dileyip silah terkedinceye kadar savaşınız Düşmana sırt çevirmeyiniz." buyrur. Düşman aman dilememiştir etmemiştir. Düşmana sırt çevirirsek Allahü teâlâya ne yüzle varırız. Osmanlı düşmanı imhâ etmeden, gazâyı terketmez Ecdâdımız ayıplar. Dîn ve devletin şerefini göklerden düşürmemek için Din düşmanları ile savaş farzdır. can verinceye kadar savaşmak Allahü teâlânın emridir. biz düşmanı yok etmezsek, onlar bizi yok edecekler." diyerek Sultânın dönmesine mâni olur.
Sultan 3.mehmet ile macar alman ve diğer devletlerden kurulu iki ordu haçovada harp vaziyeti alır Osmanlı sancağı savaş meydanında dalgalanır Sultânın sağında vezirler, solunda kadıaskerler ile Hoca Sâdeddîn Efendi bulunmaktadır. Muhârebenin başlamasıyla düşman Pâdişâha saldırır. Pâdişâh, otağında sırtına efendimizin hırka-i şerîfini giyip, eline mızrağını alır düşman ise ordumuzun içine girince Vaziyet tehlikeli bir hâl alır Sultan 3. Mehmed Hoca Sâdeddîn Efendiye; ne yapmamız gerek?" diye sorunca, Hoca Efendi; "Sultânım lâzım olan,sebat ve karar etmektir. Ecdâdın muhârebelerinde Resûlullah efendimizin mûcizeleri ile inşâallahü teâlâ zafer ve nusret ehl-i İslâmın olmuştur der
Haçovada macar ve almanların düşman ordusu osmanlı ordugahına girince panik başlamış Düşmanın çadıra girdiğini gören seyis, aşçı, deveci, katırcı, ve hizmetçi grubu, düşmana kazma, kürek, balta ve odunla hücum etmiş, Düşman kaçıyor." diye bağırınca osmanlı, askeri geri dönmüştür ön kol kumandanımız Çağalazâde dgizlendiği pusu dan çıkarak süvârileriyle yirmi bin düşmanı, imhâ etmiştir, Sultan 3. Mehmed atının üzerinde Kırım atlılarıyla düşmana korkunç bir darbe indirmiştir. elli bin düdman öldürülmüş Haçova savaşı büyük bir zaferle netîcelenmiştir. On bin duka altın ile Alman topları ele geçirilmiştir
Târihçi Hammer haçova savaşı için; "Hoca Sâdeddîn'in cesâret ve tesiriyle kazanılan Haçova savaşı, Mohaç ve Çaldıran savaşı ile mukâyese edilen parlak zaferdir." demektedir Hoca Sâdeddîn Efendi, Eğri seferinden sonra kendisini ilme ve eğitime verdi. ulemânın Kutbu" hâline geldi talebeleri meşhûr oldular. talebeleri onun irfân halkasından olmakla övünüyorlardı. Mevlânâ Ali Nakîb, Molla Ali, Seyyid Kâsım Gubârî ve Azmizâde, Hoca Sâdeddînin yetiştirdiği talebelerdendir Sultan 3. Mehmed Şeyhülislâm Bostanzâde Mehmed Efendinin vefâtı üzerine 1598 de, Sâdeddîn Efendiyi şeyhülislâmlığa getirdi. Hoca Efendi bir yıl sekiz ay şeyhül islâmlık yaptı. müslüman halkı ihmâl etmedi fetvâ hazırlamakta mahâret gösterdi. Her Cumâ müslümanların dertlerini dinledi. Türkçe, Farsça ve Arabça cevaplarla halkı memnûn eddi. halk arasında, hocası Ebüssü'ûd Efendiyi hatırlatırdı
Şeyhül islam Hoca Sâdeddîn Efendinin kardeşleri de kendisi gibi âlim idi. Hoca Efendinin vâlidesine; "Senin çocukların bu şerefe ne ile kavuştu?" diye sorulduğunda vâlide Ben hiç birisini abdestsiz emzirmedim. Hepsinin akîkasını kestim. her Cumâ her birine bir koç kesip fakirlere sadaka dağıtırdım." demiştir.1599 da merhum 3. Murâd Hanın vefâtının dördüncü yılı Ayasofya Câmii şerîfinde hatim ve mevlid duâsı okunacaktı. Hoca Sâdeddîn Efendi evinde abdest tazelerken fenâlaştı. Öylece câmiye gitti. Duâsı biterken vefat etti. Tâbutu şeyhülislâm ve kazaskerliğe yükselen dört âlim oğlu taşıdı. Fâtih Câmiindeki cenâze namazından sonra Eyyûb Sultan'da yaptırdığı Dârü'l-kurrâ bahçesine defnedildi. 1599 da vefât ettiğinde 63 yaşında idi. Sevgili Peygamberimizde o yaşda, Hakk'ın rahmetine kavuşmuştu
FATİH VE HOCAZADE
Sultan Fâtih âlimlere muhabbeti ve lütf-uyla ün salmıştı meşhur âlimlerden Hocazâde onun yanında şeref kazanmak istedi. talebesinden borç aldı pâdişâhın otağına vardı Molla Seyyid Ali, ve Molla Zeyrekte Pâdişâhın yanındaydı Hocazâde ilimdeki üstünlüğünü ortaya koydu. Pâdişâh ona ihsânda bulunmamıştı Hocazâdenin talebeleri ileri geri konuşmaya ve hizmet görmemeye başladı. bir gün Hocazâdeye dergâh-ı âlî kapıcılarından üç kapıcı geldi Hocazâde şu ağaç altındaki eski giysili kişidir diyince kapıcılar onun herkes gibi çadır ve çardağı olacağını düşünerek îtibâr etmediler. Onu âlemlere gölge olan Pâdişâh istiyor, diyerek azarladılar. mecburen Mollaya selâm verdiler. hürmetle eğilip elini öptüler ve Devletlü Pâdişâha hoca oldunuz deyip tebrik ettiler.
Fatih Han zamanında saraya hoca olarak istenen Hocazâde buna inanmadı. Pâdişâh konakçılarının gelip çadır at ve on bin akçesini görünce şüphesi kalmadı. Onlar buyurun yüce Pâdişâh bekler dediler. Hocazâde ona saygısızca davranan talebelerinin yanına vardı sözünü sakınmayıp; bağırdı. Talebeleri büyük bir devlete erişen Molla'nın hemen ayaklarına kapanıp özür dilediler Hocazâde Pâdişâh ihsân borcunu fazlasıyla ödedi diyerek gönül rahatlığı ile pâdişâhının elini öptü. Hocazâde'nin Pâdişah katındaki değeri arttı. bâzıları hasedlendi Fâtih Han Edirne'deyken Vezir Mahmûd Paşa, Hocazâde'nin kazaskerlik istediğini Sultana bildirdi. Sultan "Bizi sohbetden mahrûm etmek mi istiyor?" diyerek üzüldü. onu Edirne'ye kazasker tâyin etti.
Fatih Hanın hocalarından Hocazâde'nin babasına, oğlunun kazaskerlik haberi ulaşınca inanmadı. oğullarıyla oğlunu ziyâret için, Bursa' dan Edirne'ye yola çıktı. Babasının geldiğini duyan Hocazâde, babasını âlimlerle karşıladı. Baba-oğul kucaklaştı Babası Hocazâde'den özür dileyip kusurlarının affını isteyince; hocazade Olsun, siz öyle yapmasaydınız, biz böyle olmazdık." diyerek, babasına güzel muâmele etti. Babasına ziyâfet hazırladı ileri gelenler ve âlimler rütbeye göre oturunca, kardeşlerine yer kalmayıp, hizmetçilerle birlikte ayakta kaldılar. ilim ehline verilen önem ortaya çıktı. Molla Velî Şemseddîn'in sözlerini hatırladı.Cenâb-ı Hakk'a şükretti.
Hocazâde Sultan Mehmed tarafından Bursa Sultaniye Medrese sine, ve İstanbul'daki Sahn-ı Semân Medresesine müderris tâyin edildi. İstanbul' da Sultan Mehmed'in emriyle Tehâfüt-ül-Felâsife adlı eseri yazdı. Edirne kâdılığı ve İstanbul müftîliği yaptı.
Fatih Hanın hocalarından Hocazâde
İznik müftîliğine ve müderrisliğine tâyin edildi. Sultan Mehmed vefât edinceye kadar İznik'te kaldı. Sultan İkinci Bâyezîd tahta geçince, İstanbul'a geldi. Bursa Sultâniye Medresesine müderris tâyin edildi iki ayağı ve sağ eli felç oldu. Sol eliyle yazıyordu Sultan İkinci Bâyezîd'in emriyle Şerh-i Mevâkıf adlı eserini yazdı. 1488 de vefât eden Hocazâde, Bursa'da Emir Sultan medreseleri karşısına defnedildi.
YAVUZ SULTAN VE İBRAHİM GÜLŞENİ
Memlûkler Safevîleri destekleyince Osmanlılarla arası açıldı. Sultan Gavri, İbrâhim Gülşenî hz lerinin karşı çıkmasına rağmen, devlet adamlarının ısrarıyla Sultan Selîmin üzerine yürüdü. savaşta hayâtını kaybetti. Onun yerine tahta çıkan Tomanbay, İbrâhim Gülşenîden duâ istedi. Şeyh dedi ki: "Siz duâya kâbiliyet ve istidâd hâsıl eyleyin ki duâ size ulaşsın. Sultanların duâya istidâdı adâlettir. Allahü teâlânın kitâbı ile hüküm vermektir. Her kim Allahü teâlânın emri üzere hüküm etmez ise zâlim dir. Sultanım Eğer makâm-ı selâmette istersen, Selîm'e tâbi olasın." Bu nasîhate rağmen Tomanbay Ridâniye'de Yavuz'un karşısına çıktı. Bozguna uğradı yakalanarak îdâm edildi.
Sultan Selîm Mısır'ı fethettiğinde, İbrâhim Gülşenî hz leri onu Azîzim ömrümün vârı gönlümün sultânı safâ geldin. diyerek karşıladı. Yavuz Han büyük âlime hürmet gösterdi yeniçeri ve sipâhiyle onun, duâsı feyz ve bereketinden istifâdeye çalıştı Mısır'da Gülşenî hazretlerinin talebeleri çoğaldı. Nâmı Kânûnî Sultana erişti. Sultan onu İstanbul'a dâvet etdi. ikrâmda bulun du. Gülşenî yüz dört yaşındaydı. Gözleri zayıflamıştı. Sultanın emri ve Allahü teâlânın izniyle gözleri açıldı Gülşenî sıhhate kavuşunca, Atik İbrâhim Paşa Câmiinde vâaz verdi İstanbulun gönlünde taht kurdu devlet erkânı ve halk ona talebe olmakla şereflendi. Pâdişâh, şeyhülislâm, âlimler onun ilimdeki üstünlüğünü takdir etti Bir müddet İstanbul'da kalan Gülşenî hz leri, Pâdişâhın iziniyle Mısır'a döndü.
FETİH VAKTİDİR
Sultan 3. Mehmed Hanla Eğri Seferine çıkan Şemseddin Sivasi hz leri bir gün talebesi Receb Efendiyi çağırıp; "Din düşmanlarının müslümana baskı ve zulümü haddi aşmıştır İçimde sefer arzusu belirdi." buyurdu. Recep efendi
ihtiyâr olduklarını zayıf bünyenin sefere çıkmaya engel olacağını ve pâdişâhtan haber gelmediğini söyledi . Şemseddin Sivasi hz leri işâret ve tenbih olundu ki: "Sefer hazırlıklarını tamamla! Fetih ve zafer mukarrerdir." buyuruldu. Recep efendi "Şüphesiz ben hak dîne boyun eğip, yüzümü, gökleri ve yeri yaratmış Allah'a çevirdim ve ben ortak koşan müşriklerden değilim." meâlindeki En'âm sûresi 79. âyetini okudu sivasi hz leri Bize müjde verildi güçlü bir pâdişâh gazâ edip, fetihlerde bulunacak ve müminlerin kalpleri sevinçle dolacaktır." buyurdu. Çok geçmeden 3. Mehmed Han, Osmanlı pâdişâhı oldu.
3. Mehmed zamanında şeyh
Şemseddîn Sivasî hazretleri, bir at satın alıp, sefer hazırlığını tamamladı. mübârek bir günde şehir ahâlisi Şeyh Sivâsî'yi uğurlamaya toplandı bir kapıcıbaşı pâdişâhtan Eğri Seferi için ferman getirdi Şeyh Şemseddîn hazretleri: İşittik ve itâat ettik. iki senedir hazırlıklıydık. Bismillah, hemen gidelim." diye el kaldırıp duâ buyurdu. Oradakiler onu duâ âmin ve, gözyaşıyla uğurladı Üsküdarda onu genç Azîz Hüdâyî onu karşılayıp, elini öptü. Şeyh Sivâsî, Hüdâyî'ye; "Oğlum siz yegâne ve bir tânesiniz diye duâ edip, çok büyük bir velî olacağını müjdeledi. Azîz Hüdâyî; "Yaşınız seksen vücûdunuz zayıftır. Kendinize eziyet etmeseniz, nefsiniz ile cihaddasınız." diyerek, seferden alıkoymak istedi. şeyh sivasi "Peygamberimiz aleyhisselâmın bütün emirlerine uymak lâzımdır. Büyük cihâdı yaptık.küçük cihâd kalmıştı. Bu emire ihtiyâr olarak uymak isteriz." buyurdu
Şemseddin Sivasi hz leri pâdişâh 3. Mehmed tarafından gönderilen bir kadırga ile Ayasofyaya yerleşdi. Sultan onu Sinan Paşa köşküne dâvet eddi. pâdişâh, Şemseddîn Sivâsî'ye; sizi sefere dâvet eden kapıcıbaşımız sizi sefere hazır bulmuş. bu işin sonunu bilirsiniz. bizi müjde ile sevindirmenizi isteriz." dedi. Şemseddîn Sivasî; "Hadîs-i şerîfte; "Amellerin en fazîletlisi, müminleri sevindirmektir." buyurdu. Eğri Zaferi kazanılacak Düşman yenik ve perişân olacaktır. müjdesini verdi.
Şemseddîn Sivâsî hz leri eğri zaferini pâdişâh, 3. Mehmed e müjdeleyince ona samur kürkünü giydirildi. iki yüz altın sikke, ihsân edildi Şeyh hazretleri; "Allahü teâlânın emriyle her geleni Allahü teâlâdan bilip, hediyeleri ve ihsânları kabûl etti pâdişâh ve orduyla Eğri Kalesine ulaşıldı Kale fethedilip, harab yerler tâmir edildi düşman kale yakınındaydı Küffârın sayısı çoktu yedi yüz bin kişiydi İslâm ordusu küffâr ordusuyla karşılaştı. İslâm ordusunda bozgun başgösterdi. Pâdişâh 3. Mehmed Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır dök. Ayaklarımıza kuvvet ver, bizi kâfire muzaffer kıl." meâlinde Bakara sûresini okudu. Ancak Hazîne ve cephâne düşmana geçmişdi. her şeyin bittiğini zanneden pâdişâh, Sivâsî hazretlerine Söylediklerinin tersi oldu." deyince, Sivâsî; söylediklerim doğrudur. Kafirin hezîmetine yarım saat kalmıştır. kuvvet sâhibi ortaya çıkmak üzeredir. Bu fethin başlangıcıdır. diye cevap verdi.
3. Mehmet döneminde eğri kalesinin fethini Şemseddîn Sivâsî hazretleri müjdelemişti savaş kaybedilmek üzere
İken Sivâsî hazretlerinin târif ettiği bir zât ortaya çıktı. şeyh,pâdişâha çıkarak; "Fetih vaktini müjdeledi. Ortaya çıkan zât, dağılan orduya "Ey müminler! Nerede İslâm ve Peygamberimizin gayreti? Nerede cömertler cömerdi sultan gayreti?" diye nida edip; "Şehid olmak, dîni yüceltmek isteyen yanıma gelsin!" buyurdu. birkaç bin kişi düşmana hücûm ettiler düşman neye uğradığını şaşırdı osnanlı düşmanı bozguna uğratıp, zafer kazandı o zâtın kim olduğu Şemseddîn Sivâsî'ye sorulunca, Hızır aleyhisselâm olduğunu haber verdi.
Şeyh Şemseddîn-i Sivâsî hazretleri eğri zaferini müjdelemek için pâdişâh 3. Mehmete gelir Pâdişâh "Buyur ey gönül sultânı." der Şemseddîn Sivâsî hz leri "Vâdini yerine getiren, kuluna yardım eden ve kâfiri hezîmete uğratan Allah'a hamd olsun diyerek dua eder ve sultana şu nasîhati eder pâdişâhım üstâdım. Hakk sözü söylerim Allah halîfesinin niyeti rızâ kazanmaktır dayanıp güvendiği, Allah olmalıdır asker çokluğuna değil kudret sâhibi Allaha tevekkül gerekir. Âyet-i kerîme düşmana güç yettiği kadar, kuvvet ve cihâd için atlar hazırlayın." (Enfâl sûresi: 60) ve îmân edenler! Düşmana karşı cihâda hazır olun birlik hâlinde savaşa çıkın toptan seferber olun." (Nisâ sûresi: 71) savaşta Allahü teâlâya tevekkül gerekir. Allahü teâlâya güvenmeyip asker ve cephâneye güvenilir ise sonu hezîmet ve yenilgidir Hakk'a tevekkülle zafer mukadder olur. hüznü gideren Allah'a hamd olsun
Şeyh Şemseddîn-i Sivâsî hazretleri eğri zaferi kazanılınca sultan 3. Mehmede
pâdişâhım! Bilesin ki, deden Fâtih Han, İstanbul'un fethinde Akşemseddîn'in duâsının bereketiyle müyesser oldu. Akşemseddîn hazretleri; pâdişâhım! fethin şükrü olarak nice câmi, mescid, medrese ve hamamlar inşâsı gerekir." buyurmuştu. Sultan Mehmed nice hayır ve hasenât yapmıştı sizin de isminiz Sultan Mehmed, duâcınızın ismi Şemseddîn'dir. Bu güzel fethin şükrü olarak halk ve fukarâ üzerinden sıkıntıyı kaldırıp, İslâm askerine ihsânda bulunup, her makâma dindar, adil kimseler tâyin etmeniz gerekir." buyurdu. nasîhatları can kulağıyla dinleyen pâdişâh Üçüncü Mehmed şu cevâbı verdi: "Bin can ile kabûl ettim ve nasîhatinize riâyet edeceğim."
Pâdişâh 3. Mehmet hocası Şemseddîn-i Sivâsîden İstanbul'da kalmasını ricâ ettiyse de kabûl ettiremedi. Sivasî ihtiyârlığınıda, seferlerinden zayıf düşmüştü son anlarını yaşadığını anladığından, rûhunu âilesi ve sevenlerinin yanında teslim etmek istedi Sivas'a döndü. amcazâdesi ve dâmâdı olan Receb Efendiye vazifesini bıraktı Sivâsî hz leri vefâtında talebelerini çağırdı. Allahü teâlânın zikri ile meşgûl oldu ve son duâsını edip, rûhunu teslim etti.
HAMDOLSUN İSLAM ASKERİ
Sultan 1. Mahmûd un vezîr-i âzamı
Yeğen Mehmed Paşa, 1737 de Nemçe Avusturya seferiyle görevlendirildi. Aksaray da kızının evini Mehmed Emîn Tokâdî hz lerine tahsis eddi Emîn Tokâdî teşrif etti. Burada ikâmetinde Yeğen Mehmed Paşa sık sık onun , sohbetinde bulunurdu. pâdişâhın huzûrunda gibi hürmet gösterirdi. Mehmed Efendi, ona latîfe
Ederdi o dâimâ edeble huzûrunda dururdu. Yeğen Paşa, çıkacağı Avusturya seferi için duâ istedi. Mehmed Emîn Efendi, gözyaşıyla zafer için duâ etti. Yeğen Paşa, Mehmed Emîn Efendinin, tahsis ettiği evde ikâmetini arzuluyordu. Sefer için tekrar ziyâretine geldi. Emîn Efendi, evine döneceğini söyledi. Yeğen Paşa üzülüp, tahsis ettiği bu evde kalmasını ve duâ etmesini, böylece zafere kavuşacağını ümid ettiğini söyledi.
Sultan 1. Mahmûd un vezîr-i âzamı yeğen mehmet paşa amca ve hocası Mehmed Emîn Tokâdî hz lerine kızının evini tahsis etmişti avusturya seferine çıktığında dua istiyor tahsis ettiği evden ayrılmamasını arzuluyor aksi halde vazifesinden istifâ edip, seferden vazgeçeceğini söylüyordu Mehmed Efendi, Vezîr-i âzam Yeğen Paşayı bağrına bastı. ağlayarak zafer için duâ etti. Fâtiha-i şerîfe okudu. Mehmed Paşaya; "Bizi eve dâvet edmeni kim tavsiye etti?" dedi. O da; "İş çokluğundan hatırıma böyle bir şey gelmemişti. Fakat İstanbul vâlis Beşîr Ağa birâderiniz hatırlattı." dedi. Yeğen Paşa, çok sevdiği hocası Emîn Efendinin duâsını alarak, Avusturya seferine çıktı
Osmanlı Vezîr-i âzam Yeğen Mehmed Paşa komutasında Avusturya seferine çıktı, Mehmed Emîn Efendi, orduya ve zafere duâlar etti. Allahına yalvardı. Bu hâl yirmi gün sürdü. rahatsızlandı. Talebesi Seyyid Yahyâdan ilâçlat istedi, talebelerinden Kafesdâr Abdülbâkî Efendiye gittiğinde talebesi, Mehmed Emîn Efendiyi neşeli görünce bana; "Hamdolsun İslâm askeri mansur ve muzaffer olmuştur. İnşâallah birkaç güne fütûhât haberi gelir!" dedi.
dostlara ziyâfet ve sadakalar verdi. Dört gün sonra Tatarlar, Ada kalesinin İslâm ordusu tarafından fethedildiği haberini getirdiler. İslâm askeri İstanbul'a geldi. gazâ tebrik edildi.
Sultan 1. Mahmûd un vezîr-i âzamı
Yeğen Mehmed Paşa, hocası Mehmed Emîn Efendiyi ziyârete geldi, ağlayarak mübârek ayaklarına kapandı. Paşa, Efendisine seferi anlattı. iki atlas kese altını, seferde fakir lere adamıştı fakirlere dağıtmalarını ricâ etti. Emîn Efendi adağını övdü kendisinin dağıtmasının daha kolay olacağını söyledi. "Haftada iki gün tebdîl-i kıyâfetle çık. cebini doldur. Yedikuleden başla. Orada çok fakir evi vardır. Kim çıkarsa elindekini ver. Ve İnşâallah iki haftada dağıtırsın. Şimdi biz versek,Geç verilir. Çok versek halk alışır. Hep umar. Bu bize yakışmaz" buyurarak, keseleri zorla Paşaya vermişdir
SULTAN AHMED VE MEHMED TOKADİ
Cennetmekân Üçüncü Ahmedin vefâtında ulemadan biri şöyle bir rüyâ görür Geniş sahrada orduyu hümâyûn kurulmuştur Bir tepede sultan çadırı çadırda ise büyük bir kalabalık vardır Kalabalıktan biri kumandan kimdir?" diye sordu Âhir zaman Peygamberi Muhammed aleyhisselâmdır." dedi. Cehennem'e götürülecekler büyük çadıra götürülüyor, şefâat edilirse Cehennem'den kurtuluyordu. Peygamber efendimiz nerede bulunuyor?" diye sorulduğunda; "Tepedeki büyük çadırda" dediler
kapıya varıldığında, Emîn Tokâdî hazretleri çadırın kapısında Şefâat istiyenleri çadıra götürüp, getiriyor du. Biz bu zâtı anlayamamışız diye çok üzüldüm. elleri bağlı birini çadıra getirdiler "Bu Sultan 3. Ahmed'dir deyip Tokâdî hazretlerine teslim ettiler. O da çadıra girdu Peygamber efendimiz ona iltifât buyurdu. Çadırdan çıktıklarında Emîn Tokâdî hazretleri; "Şefâat buyurulup affolundun, müjde olsun!" diye bağırdı.
Cennetmekân Üçüncü Ahmedin vefâtında ulemadan biri şöyle bir rüyâ görür kıyamet günü peygamberimizin çadırı önünde sultanlara layık bir at duruyordu. Mehmed Emîn Tokâdî hazret leri ise bu çadıra geleni cennete yolcu ediyordu sultân 3. Ahmetide hürmetle çadırdan çıkarıp, süslü ata bindirip tebriklerle cennete uğurlamıştı. rüyâyı gören Emîn Efendinin talebesi
hocası Emîn Efendinin elini öptü Hocayı buyur etti rüyâsını anlatdı Emîn Efendi ağladı. şükredip bana; "Ben hayatta iken ilâhî sırları yayıp hâlimizi teşhire rızâ göstermem. Vefâtımdan sonra anlatmanda mahzûr yoktur." buyurdu.
TAYİNİM DERHAL YAPILDI
Seyyid Yahyâ Efendi anlatır: "Sultan Bâyezîd Hân Câmi-i şerîfiinde ilim-irfân sâhibleri sohbet eder çok kıymetli sohbetler olurdu hoş bir sohbette iyi bir kâdı dükkana geldi. Kâdıasker, kâdıya, Ben kâdıasker olduğum müddetçe, sana kadılık vermem!" diyerek yemin etti Dükkandakiler çok üzüldü Emîn Efendi, hakîkati gören gözleriyle, yardım için gelen kâdıya vermek üzere, oyma ustası İbrâhim Halebîden bir duâ istedi. Ve mağdur olan kâdıya verdi. kadı, Emîn Efendiye büyük hürmetle memnûniyeti arzetti. Kâdı Beni görünce değişdi. Feryâdla "Kâtibi çağırın." dedi. Bu kâdı için münâsib bir yer varsa hemen tâyin edelim, çektiğim sıkıntı ve ağırlığı bilmezsin!" dedi.ve tâyini derhal yapıldı."
Mehmed Emîn Efendinin yazdırdığı duâlar onun en büyük kerametiydi ondan başkası yazamazdı her ay on beş kuruş geliri vardı. Koynundaki Keseyi çıkarmadan açardı içine para koyulmadığı her ay o keseden üç yüz kuruş sarfeder, fakirlere sadaka dağıtırdı. aslâ kendisine soramaz ve ifşâ etmezdik.. Emîn Efendi, hâl ve şânlarını halktan gizler, talebelerini bu tarz yetiştirirdi. Ömrünün sonlarında arkadaşı merhum Tatar Ahmed Efendi, 1743 de vefât eddi, fetvâ makâmındaki eski şeyhülislâm Seyyid Mustafa Efendi, Tatar Ahmedin dergâhına, Mehmed Emîn Efendiyi tâyin ettirdiler.
akpartilidmr
11-23-2018, 11:04
Temel bir gün Fadimeye Bu gece evinde kimse olmayacağını söylemiş..Fadime Gece gitmiş zili çalmış çalmış kimse kapıyı açmamış..
Temel birgün yolda gidiyormuş. Ayağı bir şişeya takılmış ve şişeden bir cin çıkmış. Cin ” Dile benden ne dilersen! ” demiş. Temel’ de : -Özür dileyrum daa demuş :)
Temel’ e içinde Bukalemun kelimesi geçen bir cümle kurmasını söylemişler. Temel’ in cevabı :
– “Ula ha bukalemun purada ne işi vardur” olmuş :)
murataltug1985
11-25-2018, 08:23
Kaynak vehbi tülek.com
Osmanlı alimi Mehmed Emîn Efendi, büyük bir kırgınlık ile şeyhülislâma Sultânım ben erbâb değilim dyerek şeyhlik nişânlarını vermek ve bir medreseye müderris olmak istedi özür dileyip dergâhta görev istedi şeyhülislâm kardeşim pîrdaşımızsınız. Ömür sona yaklaştı Mızrak çuvala sığmaz, tevcih pâdişâhındır görevi Kabûl etmemek, ülu'l-emre itâatsizlik deyince; Mehmed Emîn Efendi görevi
evde oturmak şartıyla kabûl eddi ağlayarak şeyhülislâmla vedâlaştı tekkeye taşınmayıp evde kaldı Resûlullah efendimizin mihmândârı Eyyûb el-Ensârî hz lerinin türbesinde türbedârlık vazife aldı. Fakat ziyâretçilerin hallerini beğenmeyip, ayrıldı.Bir defâ Kâbe'de bir kerre Mısır'da ve bir kerre de İstanbul'da Fâtih Câmiinde Hızır as ile görüştü
Yüzüğünde "Emîn-i sırr-ı Hak ârif Muhammed" yazılıydı.
ASIL KAHRAMAN BUNLARDIR
Gazi Osman Paşa ve ordusunun yenilmez olduğuna inanan Ruslar, orduyu kuşatarak, açlık ile teslime karar verdiler. Plevne’de Süleyman Paşa ve Mehmed Ali Paşanın irtibatını kesip osmanlıyı yeneceklerine şeref ve namuslarını Osman Paşa’yı esir almakla kurtarabileceklerine inandılar Plevnede kanlı çarpışmalar oldu Hafız Ahmed Paşa ile 53 zabit ve 2235 askerimiz Ruslara esir düştü. 2000 askerimiz şehid oldu Rusların zayiatı da 118 zabit ve 3203 askerdi. Rus generali Gorko, esir alınan Hafız Paşa’yı getirterek elini uzattı sizi bir kahraman tanırım, dedi. Hafız Paşa yerde kanlar içindeki şehidlerimizi göstererek, Asıl kahraman bunlardır, dedi.
GAZİ OSMAN PAŞA VE ROMAN PRENS
Gazi Osman Paşa esir edilince karargahına götürülüyordu. Romanya Prensi Karol kendisini tebrik etmek istedi Osman Paşa, Karol’e sert sert baktı. Prens elini uzatırken Paşa şiddetle reddetti. Çünkü Romanya asırlarca Osmanlı hakimiyetinde kalan isyan edmişti osman paşa şahin bakışlarını Karol’e dikti Rus başkumandanı Grandük Nikola, Gazi Osman Paşaya yaklaştı. Osman Paşa’nın elini sıkı sıkı tuttuktan sonra:-Plevne’yi müdafaada gösterdiğiniz iktidardan dolayı sizi tebrik ederim. Bu müdafaa, tarihin en parlak vak’alarındandır, dedi.
NE DEDİLER
Rusya ile Osmanlı arasında anlaşmak için Avrupa elçileri İstanbul’a gelmişdi. 23 Aralık 1876 da konferansa, Osmanlı hariciyesi Saffet Paşa başkanlık ediyordu.yüzlerce top gümbürdedi Saffet Paşa Atılan toplar, Osmanlıda meşruti idare ve anayasayı müjdeliyor, dedi. Yabancı elçiler, hiçbir ilgi göstermediler.Meşrutiyetin öncüsü Midhat Paşa, heyecanla yabancı elçiler meşrutiyet için ne düşündüklerini sormak istiyordu. Saffet Paşa’ya Ne dediler, Deyince, Saffet Paşa:-Ne diyecekler, çocuk oyuncağı dediler, cevabını verdi.
SENİN GİBİ BİR KUMANDANIN KILICI ALINMAZ
Plevne kahramanı Osman Paşa, kaleyi büyük kuvvetlerle kuşatan Ruslara esir düşmüştü. Topallayarak merdivenden çıkarken Rus Çarı II. Alexandr onu odada bekliyordu Çar ve Osman Paşa bakıştılar. Herkes çarın huzurunda heyecanlıydı çar. Alexandr Kumandan! Plevne’den nereye gidiyordunuz? Rus askeri sizi muhasara etmişti, dedi.* Osman Paşa:-Biliyorum. Fakat askerinizi yarıp çıkacaktım.-Niçin silahlarınızı teslim etmediniz?Devletim , düşmanı gördüğün zaman silahını terket demedi. Buraya beni kavgaya gönderdi. düşman çok olduğu halde yine harp kazanılır. sizinle olan muharebelerimiz gibi.Bu sözler Rus Çarı’nın hoşuna gitti siz Osmanlı ordusuna şeref veren Hakikatli ve cesur bir adamsınız. üniformanızı, kılıcınızı ve nişanlarınızı taşımak hakkına sahipsiniz. Sizin gibi bir kumandanın kılıcı alınmaz. Rusya’da kılıcınızı taşıyın bir Mareşal gibi kabul olnacaksınız
BİZİM SİLAH FABRİKAMIZ YOK
İstanbul’daki Ermeni isyanından sonra Sultan II. Abdülhamid’i ziyaret eden Avrup elçileri Sultanı sorguya çekmeye kalkışmışlardı. Elçilerle görüşmeye kalkan Abdülhamid Han, Ermeni meselesinin konuşulmak istendiğini görünce elçileri salona götürdü. Ermeni komitacılarından toplanmış silahları gösterdi efendiler Rus tebeası Ermeniler, tebea-yı şahanem olan Müslüman lara bu silahlarla tecavüz etmişdir. Sonra sefirleri ikinci bir odaya götüren padişah, bir yığın sopayı gösterip ve: tebeam da bu sopalarla kendilerini müdafaa etmişdir. Bu değnekler ormanlarımızdan tedarik edilmiştir.*
AVRUPA'DAKI OSMANLI KORKUSU
Fransa Kralı I. Fransuva, 1525 te Almanlara esir düşünce, annesi Osmanlıdan yardim ister Kânûnî'nin krala gönderdiği mektup Avrupa devletlerine bakışını çok güzel ifade eder Ocak 1526 tarihli mektup şöyledir: Sen Françe kralı Françesko'sun. Hükümdarların sığındığı kapıma uzattığın tezkereden mâlûmum oldu memleketin düşmanlarca zaptolunup, sen dahi onlara esir bulunmaktasın Kurtulmak için bizden yardım dilemektesin dünyanın sığındığı, padişahlığıma yakışan her halinden haberdar oldum. Yüce selefleri miz, Allah kabirlerini nur içinde tutsun, düşmanı kahretmek ve fetihlere ermek maksadıyla her vakit cihat için kılıç çekme fırsatını kaçırmayıp, ben onların açtığı çığırda harekete geçip, zorlu kaleler ve şehirler feth etmiş bulunmaktayım. gece ve gündüz atımız eğerlenmiş ve kılıcımız kuşanmıştır.
"Fransa'da dans icat edildiğinde Padişaha bildirilir. Padişah der ki: "Ben 48 krallığın Imparatoru Sultan Süleyman'ım. memleketinizde, dans namıyla, kadın erkek sarılmak suretiyle, halk önünde seviştiği haber olmuştur. hududumuzda bu rezalete son verilmediği takdirde ordumla bizzat gelip bu rezaleti men ederim Hammer bu mektupla, Fransa da dansın yüz yıl yasak edildiğini belirtir Kanuni Bir mektupla bir bir kralı kurtarır ve bir ülkede ki ahlaksızlığı önlerdi tüm dünya ile savaştı ve galip geldi Selimiye'yi inşa eddi onunki Fas'tan Hindistan'a, Avusturya'dan Yemen'e , ayrı ırktan, ayrı kavimden, ayrı dilden, ayrı dinden milyonlarca insanı kardeşce yaşatan bir ruhtu
Çarlık Rusyası Balkanlar'ı Osmanlı'dan koparmak için Balkan milletlerine gizli silah dağıtıp, fitne tohumlarıyla halkı ayaklandırmıştır Rus generali Çirmayev'in 1877 de Bulgaristan'dan Çar'a gönderdiği raporda:" Buraya ordular meydana getirdim. askerlerimi ölüme gönderiyorum. Fakat insanları sendeleten bir engel var; Türklerin yaşayan hatıraları! Ölümden korkmuyor hâtıralardan korkuyorlar Türklerin tarihlerini yenmek lazım. Onlarda sihirbaz zekası var. Bir değil, bir kaç istila, onları yıkmaya kâfi gelmeyecektir." diye itirafta bulunur.
okullarımızda Kızıl Sultan diye gençlere öğretilen Cennet mekan II. Abdülhamit Han Hz lerinin, dinimize ve kitabımıza küfredenlere amansız mücadelesi Dışişleri bakanlığı arşivinde şu şekilde ifade ediliyor:"Hz Muhammed'in nam-ı kudsiyetlerine tertip olunan oyuna Fransız yazarlardan Marki de Bornier "Muhammet" isimli manzum bir dram yazmıştır Komediyi kabul ettirmiş ve sahnelettirmiş (1890). Piyes, Hz Muhammed ve islamı aşağılamaktadır. Sultan Abdulhamid derhal mudahale eder bütün Fransa da oyunun sahnelenmesini yasaklattırır islam ve Müslüman düşmanı yazar, emeline Fransa'da ulaşamayınca, ingiltere'de ulaşmak ister. Oyunun Londrada hazırlanınca Abdülhamid, devreye girer oyunu bozar
1900'de Paris'te "Muhammed'in Cenneti" isimli piyesin ismi değiştirilmiş, islam karşıtlığı piyesten çıkarılmıştır. 1893'te Roma'da "II. Mehmet isimli piyesle ilgili italyadan Fatih’i, ve islam’ı küçültücü hususların yasaklanacağı garantisi alınmıştır. Markide Bornier,, 1893'te Fransız akademisi'nde hain emelinden vazgeçmemiş Londra'da islamı küçültücü bir oyun sahneye koymaya çalışmış Sultan Abdülhamit ve hariciyemiz bu hain oyuna engel olmuştur ve fransız yazar Bornier hain emeline ulaşamamıştır
İKİNCİ BAYEZİD HÂN’IN TUĞLASI
Sultan II. Bayezid her sefer dönüşü elbisesine bulaşan tozları toplar bir kavanozda biriktirirdi Hanımı Gülbahar Hâtun, sordu:— Pâdişâhım, hoş görün, tozları niçin biriktirdiğinizi sorabilir miyim? Pâdişah:— Elbette Hâtun, diye karşılık verdi senden gizlim yoktur. Bu tozlardan bir tuğla döktürüp mezarıma koyulmasını vasiyet edeceğim. Çünkü Allah, ayakları Hak yolunda tozlananları cehennemden koruyacağını buyurmaktadır. Hak yolunda küffarla savaşırken üstümüze bulaşan tozları topluyoruz. Vasiyetimdir öldüğümde tozları kabrime koysunlar.Sultan II. Bayezid, biriktirdiği tozlardan tuğla yaptırdı. Ve, vasiyetinde, öldüğünde kabrine konuldu.
EY CESUR YENİÇERİ BU TARAFA YETİŞ
Fatih'in torunu Sultan Selim zamanında* Bizans soyluları Bisans’ı ihya sevdasına düşmüştü Yavuz öfkelenmiş Bizans halkının müslüman olmalarını veya Istanbul'u terkini emretmişti. Bu emirle sıkıntıya düşen devlet ricali Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi'ye müracat etmişdi. Zembilli Yavuz'a dedesi Fatih'in bunlara eman verdiğini bu uygulamanın uygun olmayacağını fetva verdi.Bu hadise Yavuz adalet timsaliydi hukuku üstün tutar ve korurdu ve rum halkına sonuna kadar inanç özgürlüğü tanıdı
Sultan Süleyman Devleti ihtişamın zirvesine çıkaran cihangir bir Padişahtır son seferi zigetvarda şehit düşmüştür şehadetten önce Şeyhülislâm Ebussud Efendi'yi çağırmış bir çekmece vererek bu çekmece ile defnedilmek istemiştir Kanûninin vefatında alimler islâm'da eşya ile gömülmek caiz değildir demişlerdir çekmece açıldığımda Kanunî'nin idareyi devraldığı andan vefatına kadar verdiği kararlar ve Şeyhülislâm fetvaları bu çekmecede durmaktadır Ebussud Efendi gözyaşlarını tutamaz ve " Ah Süleyman, kendini kurtardın, ya biz ne yapacağız?"demiştir.
adâlet ve mülkün temelsilcisi osmanlıda ahâli mes'ud ve bahtiyar olmuştur Tarih şahittir…Osmanlı gerileme döneminde dahi adaletin koruyucusudur 1758 de Rus ve Avusturya baskısındaki Prusyalılar, müslümanları adaletin koruyucusu olarak görüyorlardı müslümanları imdada çağıran ibret dolu şu şiiri 1761 de Imparator II. Frederic yazmıştır ve Osmanlı medeniyetini göz önüne sermektedir:"
Baskı altında olanların dostu, mazlumun kırbacı,
Şark'ın zafere aşina çocuklarına
Ey cesur yeniçeri yetiş
zaferinle yakala düşmanı
Kazan harp meydanında zaferi
zaferlerin düşmana korku sarıyor Çekiyor kötülüklerinin cezasını Zaferinle zilletimiz sona eriyor
Talihin cesaretini mukafatlandırsın
Hilal, Tuna'yı hakimiyet altına alsın Yetiş, yetiş korkusuz elinle
Avrupa'nın günahları Asyanın faziletine kurban
OSMANLI'NIN AHLAKI VE HOLLANDA
Osmanlı medeniyetini, tekke-medrese kışla üzerine kurup doğruluk ve adaleti cihana ışık saçmıştır, Hollandada oylar eşit çıkınca, oda reisi "Içinizde Türklerle alış veriş eden var mı?" diye sormuş ve onun oyunu, imtiyazlı olarak iki oy kabul edilip karara varılmıştır. Türklerle alışveriş eden Avrupa'da itibar ve güven kazandırırdı imtiyazlı konuma gelirdi Osmanlı ticaret ve her alanda dürüst ve ahlaklıydı Yabancı bir tacir Osmanlıdan kumaş almak istedi mal sahibinin bir top kumaş ayırdığını görüp sebebini sormasıyla Osmanlı esnafı " Onu veremem, kusurludur" cevabını verir. Yabancı tacirin önemli değil" demesine rağmen Osmanlı o kumaşı vermemekte direterek: " Ben malımın kusurunu söyledim, Fakat siz onu memleketinizde satarken, alıcı bilmeyecekdir. müşterilerinize kusurlu mal satmış olacağım Osmanlı'nın gurur ve şerefi rencide olacak, bizi hilekâr sanacaklardır. Onun için bu kumaşı asla veremem…" diyerek kumaşı satmaz
XVIII. asrın sonlarında Türklerle çeyrek asır yaşayan d.'Ohsson, şöyle der: "Osmanlılar, kur'âna doğruluk, ahlâk ve namusa çok bağlıdır münasebetleri , iyi niyet ve şefkate dayanır. Başka ülkeler gibi yazılı anlaşmaya luzum görmezler. İyi niyet ve söz, herşeyi halleder. Osmanlaılar, sözünün esiridir tutumları, yalnız dindaşlarına değil Hangi dinden olursa olsun, yabancılara karşı böyle hareket ederler. Söz tutmada, müslim ve gayri müslimin hiç bir farkı yoktur. Gayri meşru her kazancı, ahlaksız ve dine aykırı görürler. Gayri meşru servetin, dünyada ve öteki dünyada da insanı bedbaht edeceğine inanırlar."
Osmanlı'nın son dönenmi 1850 de Istanbul'da uzun yllar kalan batılı bir tarihçi Ubicini'nin şehirdeki değişik milletlerin karakterini hatıralarında: Ermeniye istediği paranın yarısını, Ruma üçte bir, Yahudiye dörtte birini veriniz. Fakat bir Müslümanın istediği fiattan emin olunuz ve istediğini veriniz" diye yazar.1717- 1718 de Istanbul'da Ingiliz elçiliği yapan Montagu'nun hanımı Lady Montagu'nun, Osmanlı ticaret ahlâkını şöyle anlatır "İngiltere'de yalancılar yaptıklarıyla övünürler. Osmanlı'da ise yalancının alnına kızgın demir basılırdı. Bu kanun bizde uygulanırsa güzel yüzlüler bozulur, kibar kişiler kaşlarına inen perukla dolaşmaya mecbur kalır ibret olur diye yazar. Türkiye'deki ticaret ahlakını esnaf diyoloğunu düşünürsek Osmanlı torunu olmakla ve 600 yıllık Osmanlı tarihiyle övünebiliriz Osmanlı'da ki ticaret ile günümüzde ki ticareti karşılaştırırsak kutsal değerlerimizin kaybolduğunu
Görebiliriz
KANUNİ'NİN BÜYÜKLÜĞÜ
Halk içinde mûteber bir nesme yok devlet gibi, Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi.Saltanat dediklari bir cihan kavgasıdır.Olmaya baht ü saadet dünyada vahdet gibi.Batılıların üzengisini öpmek için yarıştıkları, 30 Eylül 1520 de 27 yaşında Osmanlı tahtına çıkan Muhteşem Süleyman vefat tarihi 9 Eylül 1566'ya kadar 45 yıl 3 ay 7 günlük saltanatında tam 10 yıl 3 ay 5 gününü 2745 gün at sırtında i'la-yı kelimetullah adına ömrünü seferlerde geçirmiştir. Sultan Süleyman hükümdarlığında, devlet 15 milyon kilometre kareye yayılmış 21 eyalet ve 250 sancaktan oluşan Osmanlı Devleti'ni dünyanın en büyük gücü olmuştur Kanûnî devrinde Osmanlı zenginleşmiş Kırk altı yıl İslamiyet diyardan diyara yayılmıştır
Kanuni Han 'ın islamdan başka düşüncesi olmamış bunu halazadesi, Gâzi Bâli Beye yazdığı mektupta çok güzel ifade etmişdir. Yâdiğarım ve muhterem Berhudar olasın, yüzün ak olsun. Bizden tuğ arzu eylemişsin. zamanı değildir. Sana Hazret-i Muhammed (s.a.v.)'in fetih tuğunu verdik. Bu ihsân üzerine iyilik olmaz. şükrünü bilip, yerine getir bey olmak iki kefeli terâzidir. Bir kefesi Cennet bir kefesi Cehennem'dir. Bir an adaletle hükmetmek, yetmiş yıllık ibâdetten efdaldir. Âhireti hatırdan çıkarma Serasker olduğun yerde zulüm ve düşmanlıktan sakınasın. Âhirette yakana yapışırım. "vilayetleri kılıcımla fetheyledim." Demiyesin. Memleket, Allahü teâlâ hz lerinindir. Sakın nefsine gurur getirmeyesin mal ve erzâkını islam askerlerine dağıtasın. İslâm askerini ihtiyar baba, kardeş ve gençleri bilesin. Babalara hürmet oğullara şevkat gösteresin.
1526 da kazandığı Mohaç zaferinde Macarları yokeden Semendire Sancak Beyi Gazi bali Bey, Mohaçtan yıllar sonra sancak alametinin yükseltmek ister bunu sultan süleymandan rica eder Terfi nin yaş, ve hizmetle olduğunu bilen Kânûnî, Gâzi Bâli Beye şu ibretlik cevabı verir Yâdiğarım ve muhterem Berhudar ol yüzün ak olsun. Nimeti bol ver. hazinen tükenirse sana göndermekten aczim yoktur. Halkı rencideden kaçın halkımıza küffar imrensin muhabbeti bize olsun kimsenin evvelki haline itimat etme Çok kimseler elinde fırsat olmadığı zaman zâhidlik ve iyilik gösterip, eline fırsat geçtiğinde Firavun ve Nemrut olur. O kimseleri göre evvelki hâli son hâle uygunsa hizmetinde kullan Gâzi Bâli Bey atın yürüğünü, kılıcın keskinini ve bahadırı sakla Allahü teâlâ yolunu açık ve kılıcını keskin eyleye seni küffâra muzaffer eyleye Sultan Süleyman'ın ibretli cevabını bütün Devlet Başkanları ibretle okumalıdır
büyük bir karekter ve kişilik sahibi Sultan Süleymana dönemine büyüklüğünden dolayı " Türk Asrı" Süleyman Asrı" denir ."Capitol" Amerika meclis binasıdır. ilk Cumhurbaşkanı Washington tarafından inşa ettirilmiştir Binayı yenilemek amacıyla 1945 te Temsilciler Meclisine, ünlü kanun yapıcıların portrelerinin koyulması kararlaştırmıştır. tarihin büyük kanun yapıcılarından 23'ü tesbit edilmiştir mermer plakalar üzerine işlenen kabartma portrelerde biri de, Kanunî Sultan Süleyman'a aittir. Osmanlı padişahı, dünyanın en büyük kanun yapıcılarındandır Portre, heykeltraş Joseph Kiselewski tarfından yapılmıştır.
YUNAN SUBAYININ İNTİKAMI
Yunan askerleri Bursa’ya girince başlarında Venizelos’un oğlu Sofokles vardır tarih 600 sene öncesinin intikamını alır gibi bursa şehrini Tutsak alırlar Sofokles bir manga askerle Osman Gazi’nin türbesine gider kapıya saldırıp kırarlar venizelosun oğlu sofokles türbeye girerler.askerler tüfeklerini mübarek türbeye doğrultur Osman Gazi nin sandukası öylesine haşmetlidir ki irkilirler. Hain Sofokles sandukayı tekmeler Koca Osman Kurduğun devleti yıktık. Seni öldürmeye geldim...diyerek kılıcıyla dolaşır sanki zafer kazanmış gibi bir ayağını sandukaya koyarak utanmadan Fotoğrafcısına seslenir:“ Çek bakalım bir Bursa hatırası...Sofokles fotoğrafa şu satırları yazar Ordularımız Bursa’ya hakimdir Osmanlı kurucusu Osman ayağımın altındadır. Bizans’ın intikamını aldım.sıra Osman Gazi’dedir., o mezarından kalkamasada Bizansa soktuğu kılıç sandukasının tekmelenmesiyle, yeni bir dirilişin kıvılcımını oluşturur
ŞEYH EDEBALİ’NİN NASİHATLERİ
Ey Oğul Yükün ağır, işin çetin. Allah yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın.
Hakk yolunu yararlı etsin, Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin, Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin.
“Ey Oğul!Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen savulur gidersin.
Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!..
Sabır çok önemlidir. Bir bey Sabretmesini bilmelidir.
Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır.
Bilgisizlik ve kılıç tıpkı ham armut gibidir. Millete sırt çevirme. Her zaman duy varlığını.
Toplumu yöneten ve, diri tutan irfandır.
Oğul Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmiş gizlilikler senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır.
Ananı ve atanı say! Bilki bereket, büyüklerle beraberdir.
inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin.
Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme bildir, deme
Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir...
Şu üç kişiye yani cahiller arasındaki âlime, zenginken fakir düşene ve hatırlı iken itibarını kaybedene acı!..
Unutma yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli korkusuz, kahraman derler.
En büyük zafer nefsini tanımaktır.
Düşman, insanın kendisidir.
Dost nefsi tanıyanın kendisidir.
Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir.
Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur.
atalarımız devletlerini oğul ve kardeşleri arasında bölüştürdüler. Bunun için yaşayamadılar, yaşatamadılar.
İnsan bir kere oturdu mu, kalkamaz. kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar, laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca gayri iflah etmez.
Dost, düşman olur, düşman, canavar kesilir...
Kişinin gücü günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar.
Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur.
Savaşı sevmem. Fakat bu yaşatmak için olmalıdır.
kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir.
Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz.
Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!
Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz, Yalnız başına kalsa da... Yeter ki, toprağı bilebilsin
Sevgi davanın esası olmalıdır.
Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez, Osman!
Geçmişini iyi bil ki, nereye gideceğini unutmayasın...Osman
Osman Gazi nin oğlu Orhan Gazi’ye nasihatleri
Her işin başında emirlere dikkat ve riayet et, ihtimam göster.
Devlet’in kuvvet ve kudreti dinle mümkündür.
İslâma ihtimam ve riâyet olmayanı bozuk fikir ve mezheplere meyledeni büyük günahdan kaçınmayanı devlette çalıştırma.
Zira Allah’tan korkmayan kulundan da korkmaz.
Büyük günah sahiplerinin sadâkati olsaydı, ümmeti ve peygamberine olur islâma uyar ve din dışına çıkmazdı.
Bütün işlerinde Hakkı ve adaleti gözet
başka pâdişahların idaresinde bulunanlar, senin idarene saâdet ve mutluluğuna gıptayla senin idarene girmenin yollarını arasınlar.
Zulümden ve istibdattan çekin, zulm ve istibdada teşvik edenleri yanından uzaklaştır. bunlar devletin zevalini istiyenlerdir
Daima cihatla ülkeyi genişlet.
Uzun müddet harp etmeyen askerin şecaâti yiğitlik ve cesareti kaybolur, idareci ve kumandanların görüş ve tedbirleri zayıflar.
muharebe tecrübesi olmayanların tedbirleri noksan olacağından mağlubiyete sebep olurlar.
Devlete sadâkatle ömür geçirenleri gözet. Vefatlarından sonra çoluk cocuklarını himaye et, mallarını koru.
Askere ve askerde olanların ailelerine yardımı eksik etme. Böyle yaparsan gönüllerini kazanmış olursun
Alimlere ve faziletlilere iyilik ve ikrâmı ziyâde eyle.
Bir yerde âlim, sanatkar veya kemâl ehli birini işitirsen davet et, iyiliklerde bulun.
saltanatında âlimler çoğalırsa islâm hakiki temsilcileri vasıtasıyla nizam bulursun.
Sakın mal ve asker çokluğuna mağrur olma. Islâm âlimlerine uzak kalma.
Benden ibret al bu diyâra zayıf gelmişken, haddimiz olmayarak, Allah’ın sayısız nimetlerine nâil oldum.
benim yolumda gidip islâma ve idarendekilere mürüvvet eyle
ÇEŞME FACİASI
1768’de ki Osmanlı-Rus Savaşında Rus donanması İngiliz Amirali ile Ege Denizinde harekâta girişmişti. 18 parçalık Rus Donanması Otuz parçalık Osmanlı Donanmasına Çeşmede hücûm etti. Ruslar, Osmanlı gemisini ateşe verdi kendi gemileri ateş aldı ve Rus kalyonu havaya uçtu Cafer Beyin filosu Çeşmeye girdi Cezâyirli Hasan Bey tehliketi Kapdân-ı deryâya söylemiş, fakat iknâ edememiştir. 6 Temmuz 1770 de Ruslar Çeşmede Osmanlı gemilerini topa tuttu, İngiliz ateş gemileri limana girdi. Osmanlı donanması mahv oldu. ateşten kurtulan gemiler, Rusların eline geçti. Kaptân-ı Deryâ Hüsâmeddîn Paşa, görevinden azledildi. Cezâyirli Hasan Paşanın gemisi havaya uçtu kendisi kurtuldu. Çeşme Savaşında Limniyi kuşatan Orlov, Cezâyirli Hasan Paşaya yenilerek çekilmek zorunda kaldı
DÜNYANIN EN DÜRÜST MİLLETİ
Ecdâdımız Osmanlı bütün milletlerden medenîydi. Avrupalı bir yazar içinde para dolu bur torba ile beyoğluna gidiyordu paraları rıhtıma dağıldı onun yardımına koştular paralarını torbasına doldurdular. Paranın sahibi endişeliydi. Paranın çalınacağından korkmaktaydı. Ancak denize düşen paralar dahi kendisine teslim edildi adam büyük bir iyilikte bulundunuz. soğukta denize dalıp paralarımı çıkardınız. zahmetiniz karşılıksız kalmamalı. borcumu ödemem lâzım, dedi Ancak Bize borcun yoktur, vazifemizi yaptık. kim olsa, yapardı.Adam iyilik karşılıksız yapılır mı diyince Neden olmasın? İnsanlık yardımı gerektirir. ne yaptık ki?.. dediler Adam defalarca teşekkür eddi ve şunları düşündü Acaba halkın en fakir tabakasındaki incelik ve zarafet yalnız Türkler’e mi mahsustu? bu ulvî karakterler onlara şeref verirdi. ahlâk bakımından Türk siyâseti ve medenîyeti bütün cihana örnek olacaktı
HACI BAYRAM-I VELİ’NİN SULTAN MURAD’A NASİHATİ
Tebean içinde herkesin yerini tanı, ileri gelenlere ikrâmda bulun.
İlim sâhiplerine hürmet et. Yaşlılara saygı, gençlere sevgi göster.
Halka yaklaş fâsıklardan uzaklaş,
iyilerle düşüp kalk. Hiç kimseyi küçümseme ve hafife alma.
İnsanlığında kusûr etme, sırrını hiç kimseye açma,
iyice yakınlık peydâ etmedikçe, kimsenin arkadaşlığına güvenme.
Cimri ve alçak insanlarla ahbablık kurma. Kötü olduğunu bildiğin hiçbir şeye ülfet etme.
bir toplantı akdedilir veya insanlarla aranızda bâzı meseleler görüşülürse, onlara hemen muhâlefet etme.
Sana bir şey sorulursa, herkesin bildiği şekilde cevap ver. Sonra görüş ve delillerini söyle.
Seni dinleyen halk, hem senin değerini, hem de başka türlü düşünenlerin değerini tanımış olur
Sana bu görüş kimindir diye sorarlarsa, fakîhlerin de. Onlar, cevâbı benimserler ve sürekli yaparlarsa, kadrini daha iyi bilir ve mevkiine hürmet ederler
Seni ziyârete gelenlere ilim öğret, faydalansınlar. Herkes, öğrettiğini belleyip tatbik etsin.
umûmî şeyleri öğret, ince meseleleri açma. güven ver, ahbablık kur. Zîrâ dostluk, ilme devâmı sağlar.
Bâzan yemek ikrâm et. İhtiyaçları temin et. değer ve îtibârları iyi tanı ve kusur görme.
Halka yumuşak muâmele et, müsâmaha göster. bıkkınlık gösterme, onlardan biri imişsin gibi davran."
Kaynak islam ansiklopedisi android programı
RESULULLAH'TAN HİKAYELER
ATEŞTEN BİR ÇUKUR
İbni Abbas ra anlatıyor:*
Ebu Cehil Peygamber aleyhisselamın "namazını kastederek Muhammed, sizin karşınızda yüzünü toprağa sürüyor mu? diye sordu. Kendisine «Evet» denince Lat ile Uzza'ya yeminle onun boynunu ayaklarım altında ezeceğim, dedi. Peygamber as namaz kılarken onun yanına geldi. Ebu Cehil önündeki bir şeyden korkunca ne oluyor, ey Ebu Cehil? diye soruldu. Cehil:*— Benimle Muhammed arasında ateşten bir çukur, korku ve kanatlar var, dedi. Allah'ın Resulü şöyle buyurdu:* o bana yaklaşsaydı, melekler onu paramparça edeceklerdi.. .*Allahü Teala «Muhakkak ki, insan taşkınlık gösterir Asla boyun eğme!» (Alak Suresi) ayetine kadar olan ayetleri inzal buyurdu.*
Ibni Abbas ra anlatıyor :*Allah'ın Rasulü namaz kılmaktaydı. Ebu Cehil — Ben sana bunu yasaklamamış mıydım? dedi. Peygamber as kendisine ağır söyledi Ebu Cehil:*—'burada ailemden kalabalık bir aile yoktur, dedi. Allahü Teala «O, ailesini çağırsın, biz de zebanileri çağırırız...» (Alak Suresi) ayetlerini buyurdu.*Allah'a yeminle Cehil ailesini çağırsaydı, Allah'ın zebanileri onu helak edecekdi.*
CEHENNEMDE BİRAZ SU
Ebu Leheb ölünce kendisini çok kötü bir vaziyette gördü kendisine:*
— Ne ile karşılaştın? diye soruldu. Ebu Leheb:*— Sizden ayrıldıktan sonra iyilik ile karşılaşmadım. Ancak Suveybe Peygamber as ı emziren kadın ı azad ettiğimden cehennemde biraz su içirdiler, dedi.*
EBÜ LEHEB'İN ATEŞİ
İbni Abbas ra anlatıyor:*En yakınına onlardan ihlas sahibi topluluğu dine davet et akibeti bildir.» (Şura Suresi) nazil olunca, Peygamber as Safa'ya çıktı ve:*Allah'ın Resulü şu dağın dibinden bir at çıkacak desem tasdik eder misiniz? diye sordu, insanlar
Senin yalan söylediğine rastlamış değiliz, diye karşılıkta bulundular.*
Peygamber as şiddetli bir azabı size haber veriyorum, dedi Ebu Leheb:*
— Kuruyup helak olaydın, yuh sana!.. Bunun için mi bizi topladın? dedi Peygamber as kalkınca Ebu Leheb'in iki eli kurusun. Ve yuh olsun, kuruyup helak olsun. malı ve kazandığı bir şeyi kendisinden defedemeyecek O, alevi şiddetli ateşte yanacak Odun taşıyan karısı da boynunda bükülmüş ip olduğu halde mealli Tebbet Suresi nazil oldu.*
DENİZDE BİR ŞEHİD
Ümmü Haram ra anlatıyor:* Peygamber as bir gün kuşluk uykusuna yattı. Uyandığında, gülüyordu.— Babam, anam sana feda olsun, ey Allah'ın Resulü, niçin gülüyorsun, diye sordum.*
Peygamber as Rüyamda ümmetimden cihad eden bir kavmin, melikler tahtında rahat oturdukları gibi, denizde vasıtaya bindiklerini gördüm, diye cevap verdi.*— Allah'a dua et de, beni o kimselerden kılsın! dedim.*Resulullah sen onlardansın, buyurdu. Sonra yine uyudu. Ümmü Haram ra ile Ubade bin Samit ra evlendi denizde harbettiler. Ümmü Haram a bir katır getirildi ve katır onu düşürdü ve Ummü Haram ra şehide oldu. Şehide olduğu yer Kıbrıs'tır ve Peygamber as halası olduğundan «Hala Sultan» diye anılmaktadır.
AMEL NİYETE GÖREDİR
Ümmü Kays ra Mekke'nin güzel ve varlıklı kadınlarındandı. Bir adam evlenmek teklif etti. Ummü Kays Medine'ye hicret etmek şartı ile kabul etti. Ummü Kays ra Muhacirlerle, Allah ve Resulünün rızası için Medine'ye hicret eddi evlendiği adam hicretini Allah ve Resul rızası için yapmış gibi gösteriyordu. Peygamber as buyurdu:*
Ameller niyetlere göredir. Kişiye niyetinin karşılığı verilir. Kimin hicreti Allah ve Resulü için ise, hicreti Allah ve Resulünedir. Kimin hicreti de bir dünyalık, veya evleneceği bir kadın için ise hicreti o kadınadır.*
DEVENİN AĞLAMASI
Allah'ın Resulü, Ensarın bahçesine girmişti. bir deveye rastladı. Deve Peygamber as mı görünce, inledi ve gözlerinden yaşlar aktı Resulullah devenin ensesini, yahut okşadı, deve sustu.*Allah'ın Resulü:* devenin sahibi Allah'ın sana mülk olarak verdiği bu hayvan için Allah'tan korkmuyor musun bu hayvan, senin kendisini aç bıraktığını çok yorduğunu söyleyerek şikayetçi oldu, buyurdu.*
KALBİNİ YARDIN MI?
Üsame bin Zeyd ra anlatıyor::*
Resulullah aleyhisselam bir seriyye bazı kabileler gönderdi. Onlar bizden kaçtılar. birisini yakalayınca, «La ilahe illallah = Allah'tan başka ilah yoktur» deyiverdi. kendisini öldüresiye dövdük. Allah'ın Resulü:*Kıyamet de,bu tevhid karşılığında sana kim yardımcı olacak? dedi. Ey Allah'ın Resulü, adam bunu silahtan korktuğu için söyledi, dedim.*
Peygamber as Kalbini mi yardın ki, bilesin?! Kıyamet de «La ilahe illallah»'ın karşısında kim senin yardımcın olacak? buyurdu. o kadar tekrar etti ki, müslümanlığa o günden evvel girmemiş olmayı arzu ettim.*
GANİMET BU ÜMMET İÇİNDİR
Peygamber as savaşa giderken kavmine dedi ki; Bir kadınla nikahlanıp zifafa girmeyen Bir bina inşa edip tavanlarını tamamlamayan gebe develer alıp, doğumlarını bekleyen harbe gelmesin...» buyurmuştur Peygamber as fethetdiği şehre yaklaştı.*Güneşe hitabederek:* Sen memursun, ben de dedi ve Allah'ım, güneşin durdurt, diye niyazda bulundu. Allahü Teala fethi müyesser kılıncaya kadar güneşi tuttu. ganimetler toplandı Ganimeti yemek için ateş kaçındı.* Peygamber as hıyanet var, her kabile biat etsin! dedi. üç el Peygamberin eline yapıştı.*Peygamber:*Hıyanet sizde, dedi. bunlar Peygambere inek başı kadar bir parça altın çıkardılar, Ateş bunu yedi.»*peygamber as bizden önce kimseye ganimet helal değildi. Allahü Teala za'fımızı ve aczimizi gördüğü için ganimeti helal kıldı.*
Ebu Hureyre ra anlatıyor:*Hayberde Peygamber as ile beraber harbe çıktık. ganimet elde etmedik. Allah'ın Resulü, Kura Vadisine yöneldi. Kendisine Mid'am isminde bir zenci köle hediye edilmişti. köle, Peygamber as ın hayvanını hazırlarken ok isa-betiyle öldü. «Cenneti mübarek olsun!» dediler.*Allah'ın Resulü Asla, dedi. Hayatımı kudreti ile tutan zata yemin ederim ki, Hayberde ganimetler paylaştırılmadan önce, gizlice aldığı örtü, ateş olarak üstünde yanıp parlayacaktır, buyurdu.*Müslümanlar bunu işitince, Peygamber as a
iki nalın kayısı getirdi ateşten ibarettir, bende kaldığı takdirde kıyamette beni yakan ateş olurlar, dediler
Peygamber as Kabe'de namazdayken Ebu Cehil ve arkadaşları devenin rahim zarını secdede iken Hz Muhammed'in omuzlarına koydular*müşrikler güldüler. Peygamber as secdeden kalkmıyordu. küçük bir kızcağız olan Hz Fatıma pisliği Resulullahın üzerinden attı. eşkiyalara sövüp saydı. Peygamber as namazını tamamlayınca yüksek sesle müşriklere beddua etti. Allah'ın Resulü beddua ettiği ve, dua ettiği vakit üç kez tekrar ederdi.*Peygamber as üç defa:*Allah'ım, Kureyş'in hakkından gel! diye beddua etti. Ebu Cehil ile arkadaşları gülmeyi bırakı sus - pus oldular.*Peygamber as Allah'ım, Ebu Cehil Utbe Şeybe Umeyye Ebi Muayt'ın hakkından gel diye beddua etti. Resulün beddua ederken isimlerini saydığı şahıslar Bedirde öldürüldü Kalib-i Bedir kuyusuna atıldılar
İŞKENCE ETSELER BİLE
Hazreti Aişe ra Allah'ın Resulü, Uhud gününden şiddetli bir gün geçirdin mi? diye sordu. Peygamber as Kavmimin işkencelerine uğradım. en şiddetlisi Akabe günüydü idi. o gün Abd-i Yalil'in oğluna islamı tebliğde bulundum. cevap vermedi. Üzgün bir çehre ile döndüm. Karn-i Sealib'e geldiğimde beni gölgelendiren bir bulut ile karşılaştım. Cibril as bana nida ederek Allahü Teala, kavminin, seni nasıl reddettiklerini işitti ve sana dağlara hükmeden meleği gönderdi; ne emredersin, diye.*sordu dağlara hükmeden melek Ey Muhammed, muhakkak Allah kavminin söylediklerini işitti. Ben dağlara hükmeden meleğim.. Rabbin beni emretmen için gönderdi.. emret; iste Ebu Kubeys dağı ve dağları yıkıvereyim, dedi.*Peygamber as aleyhisselam Hayır, istemiyorum; aksine, onların neslinden bir olan Allah'a şirk koşmayan iman ve ibadet edecekleri çıkarmasını istiyorum, buyurdu.*
murataltug1985
11-27-2018, 19:08
Kaynak islam ansiklopedisi android programı
RESULULLAH'TAN HİKAYELER
BEDİR'DE MELEKLERİN YARDIMI
Hz Ömer ra anlatıyor:*Bedirde Allah'ın Resulü ve sahabileri üç yüz on dokuz
Müşrikler ise bin, kişiydiler Peygamber as kıbleye döndü ellerini kaldırıp şu duayı etti Allah'ım vaadini yerine getir;
Allah'ım, müslüman halkdan küçük bir topluluk helak olsa, yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmaz Allah'ın Resulü Rabbine yalvarırken. Cübbesi düşmüştü. Hz Ebu Bekir cübbesini kaldırdı ve Ey Allah'ın Peygamberi, Rabbin sana olan vaadini yerine getirecektir! dedi.*Allahü Teala: «Hani Rabbinizden yardım istiyordunuz da o size meleklerin binlercesi ile yardımda bulunmuş duanızı kabul buyurmuştu. mealli Enfal Suresi indirdi. Ve Allahü Teala meleklerle Resulüne yetişti.*
(Buhari, Müslim, Tirmizi)
İbni Abbas ra anlatıyor:* müslüman biri müşrikler karşısında güç vaziyette kalmıştı, birden bire müşriğin üzerinde bir kamçı darbesi duydu müşrik sırt üstü yıkıldı. adamın burnu kırılmış, yüzü yarılmıştı Allah'ın Resulü:*bu' üçüncü kat semadan gelen yardımdır! buyurdu.*(Müslim)
Bera ra anlatıyor:*Uhudda müşriklerle savaştık. Resulullah bir okçu bölüğünü geçitte bıraktı. Başlarına Abdullah bin Cübeyr ra ı kumandan tayin etti Mevkiiden ayrılmayın. Bizim galib görseniz de ayrılmayın; onların galebe ettiklerini görseniz de bize yardıma çıkmayın mevkide kalın! diye emir verdi.*taarruzumuz karşısında müşrikler bozulup kaçdı.müslüman askerleri
Ganimeti konuşdular okçu kumandanı Abdullah bin Cübeyr ra Peygamber as mevkii terk etmeyi tenbih etti, dedi. okçular dinlemediler ganimet için yerlerini terk ettiler. düşman saldırıp galib geldiler. Bu saldırıda müslümanlar yetmiş şehid verdi
Uhud savaşında müşriklerin lideri Ebu Süfyan bağırdı:*— Muhammed aranızda mı? Peygamber as Cevap vermeyin, dedi.*Ebu Süfyan Ebu Kuhafe içinizde mi? diye sordu. Peygamber Cevap vermeyin, dedi.*Ebu Süfyan Hattab'ın oğlu aranızda mı? diye sordu.*
cevap alamayınca, bunlar muhakkak öldürülmüş, yoksa cevap verirlerdi, dedi. Hz Ömer, kendini tutamadı Yalan söylüyorsun, ey Allah'ın düşmanı, Allah sana perişanlık verecekleri yaşatacak dedi. Süfyan Yüksel Hübel! diye bağırdı. Peygamber as Allah yücedir, o en yücedir buyurunca Süfyan Bizim Uzza'mız var, dedi. Peygamber as
Allah bizim mevlamızdır, sizin mevlanız yok, buyurdu (Buhari)
Enes ra anlatır:*Enes ra nın amcası Bedir savaşına katılmamıştı.* Peygamber as ın ilk harbinde bulunamadım, Allah Resulü ile beraber bir savaşta bulunmak nasib ederse, müşriklere nasıl muharebe edeceğimi göstereceğim dedi.*Uhud harbinde müslümanlar yenilince Rabbim, müslümanların hareketi yüzünden sana özür beyan eder, müşriklerden uzaklaşıp sana yönelirim, dedi ve kılıcı ile Sa'd bin Muaz ra ile karşılaşınca Nereye ey Sa'd? Ben Cennet kokusunu Uhuddan duyuyorum! diye bağırdı.*
Düşmana taarruz eddi ve şehid düştü. O kadar yara almıştı ki, Kızkardeşi, kendisini beninden tanıyabildi. Vücudunda seksenden fazla mızrak, kılıç ve ok yarası vardı.*(Buhari)
Ebu Zer ra, Peygamber as ın şöyle buyurduğunu anlatıyor Allahü Teala üç kişiyi sever, üç kişiye buğz eder. Allah'ın sevdiği üç kişi şunlardır bir adam Allah rızası için bir şey istemiş, fakat kavimi vermemiştir. kavimden bir adam gizli olarak vermiştir.*Bir topluluk yolculuğa gece vakti devam etmiş uyku her şeyden sevgili olunca, hepsi uyudukları halde birisi sevgisini hissederek Allah'ın ayetlerini okumuş, ibadet etmiştir.* O kimse müfrezede Düşmanla karşılaşmıştır ve şehid veya gazi oluncaya kadar düşmana taarruz etmiştir.*Allahü Teala'nın buğz ettiği üç kişi şunlardır:*1 — Zina eden ihtiyar.*
2 — Kibir sahibi fakir.*3 — Zulüm yapan zengin.*(Tirmizi, Hakim)
Ebu Hureyre ra anlatıyor:*Adamın biri:*
— Ey Allah'ın Resulü, insanlardan iyi muameleye en layık olan kimdir? diye sordu. Peygamber as— Anan, sonra anan, sonra yine anan sonra da babandır. Bunlardan sonra akraba ve en yakınındır buyurdu.*(Müslim)
Ebu Hureyre ra anlatıyor:*Peygamber as, torunu Hazreti Hasan'ı öptü. Yanındaki sahabi Akra' on tane evladım var hiç birini öpmedim, dedi. Peygamber as kendisine Şefkat ve merhamet göstermeyene, Allah da rahmetini ihsan etmez, buyurdu.*
(Buhari, Ebu Davud, Tirmizi)
*
Eyyub Ensari ra nın bir bodrumu Hurmalarını koyardı. Gül cinlerinden biri hurmaları kaçırdı. Ebu Eyyub ra Peygambere şikayet etti.*Allah'ın Resulü Git ve cinni gördüğün vakit; «Allah'ın adı ile Resulullah as git» diye söyleyi buyurdu.*Ebu Eyyub ra cinni yakaladı cin tekrar gelmeyeceğine yemin ettiği için bıratı Resulullah as
esiri ne yaptın? diye sordu. Ebu Eyyub gelmeyeceğine yemin etti, dedi. Peygamber as yalan söylemiş, buyurdu. Ebu Eyyub ra cinni 2. Defa yakaladı. yine bıraktı Ebu Eyyub ra cinni 3. Kez yakaladı ve Seni Resule götürünceye kadar salıvermem, dedi.*
cin Evinde Ayetü'l Kürsi'yi oku, ne cin, ne şeytan yaklaşabilir, dedi. Allah'ın Resulü şöyle buyurdu o cin Yalancı olduğu halde, bu defa sana doğru konuşmuş.*(Buhari, Tirmizi)
Kaynak islam ansiklopedisi android programı
RESULULLAH'TAN HİKAYELER
*
Ibni Abbas radıyallahu anh anlatıyor:*
Resulüllah as ın sahabilerinden biri bilmeyerek, çadırını bir mezar üzerinde kurdu. mezardaki Tebarekellezi biyedihi'l mülk Suresini okuyordu sahabi — Ey Allah'ın Resulü! Farkına varmadan bir kabire çadır kurdum mezardaki Tebareke suresini sonuna kadar okudu diyince Peygamber as şöyle buyurdu O sure koruyucu ve kurtarıcıdır; kabir azabından kurtarır.*
(Tirmizi)
Enes ra anlatıyor Abdullah bin Selam ra bir arazide meyvelerini toplayıp Allah'ın Resulüne gelir ve Ben Peygamberden başkasının bilemeyeceği üç şey soracağım der ve 1 — Kıyametin ilk alametlerini 2 — Cennet ehlinin ilk yemeğini 3 — Çocuğun erkek ve kız olmasını sağlayan nedir diye sora
Peygamber as — Onları şu anda Cibril haber verdi, buyurdu. O, melekler içinde yahudilerin düşmanıdır, dedi.*
Allah'ın Resulü«Kim Cibril'in düşmanı olursa kahrından helak olsun çünkü o, Kur'an'ı senin kalbine indirdi Ayet-i ni okudu.*ve buyurdu:*Kıyamet alametlerinin birincisi, insanları doğudan batıya toplayan ateştir.*
Cennet ehlinin ilk yemeği Hut ismindeki balığın ciğerine bitişik parçadır. Çocuğun erkek veya kız olması ise, münasebette erkeğin menisi kadınınkinden önce gelirse erkek aksi olursa kız doğar, buyurdu.*
Abdullah bin Selam, «Allah'tan başka ilah olmadığına, ve peygamberimizin Allah'ın Resulü clduğuna şehadet edip Kelime-i Şehadet getirip müslüman oldu dedi ki:*— Ey Allah'ın Resulü, yahudiler kavgacı ve iftiracıdır onlara sormadan müslüman olduğumu öğrenirlerse bana iftirada bulunurlar, dedi.*Yahudiler geldiklerinde Peygamber as Abdullah nasıldır diye sordu. Yahudiler O, en hayırlımız ve en hayırlımız efendimizin oğludur, dediler. Peygamber as Abdullah'ın müslüman olduğunu düşünebilir misiniz? dedi. Yahudiler:*— Allah, korusun, dediler. Abdullah ra Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehadet eddi yahudiler en kötümüz, en kötümüzün oğlu! diye bağırıp etmedikleri kötülük bırakmadılar.*Abdullah ra korktuğum bu idi, ey Allah'ın Resulü, dedi.*(Buhari)
Ebü Said ra Peygamber as ın şöyle buyurduğunu anlatır Kıyamette Nuh as çağırılacak Allahü Teala emirlerimi tebliğ ettin mi?? diye soracak. Nuh as
Evet, ey Rabbim, diye cevap verecektir.*
Allahü Teala, Nuh as ümmetine:*
size tebliğde bulundu mu? diye soracak. Nuh as ümmeti Hayır, akıbeti gösterecek kimse gelmedi, diye cevap verecek Allahü Teala Ey Nuh, sana şahidlik edecek kimse var mı? diye soracak.*Nuh as Muhammed as ile ümmetini gösterecek ve ona şehadet edecekler ve Böylece sizi, insanlara şahid olasınız ve Resul de size şahid olsun diye, adaletli ve hayırlı bir ümmet yaptık» (Bakara Suresi) mealindeki Ayet-i Kerimedeki şahidlik budur.*
(Buhari, Tirmizi)
Ebu Ümeyye Şabani ra Ebu Sa'lebe ra a «Ey iman edenler, kendinize bakın, siz doğruyu bulunca, sapmış olanlar size zarar vermez.» (Maide Suresi) Ayetini sordu Ebu Sa'lebe ra — Allah'a yemin ederim ki, Peygamber as a bunu sormuştum şöyle demişti— «Muhakkak iyiyi emredecek, kötüyü menedeceksiniz cimri ve zalimi, insanlar arasında nefse uymanın yaygın hale geldiğini, dünyanın ahirete tercih edildiğini, herkesin yalnız kendine hayran kaldığını görünceye kadar böyle yapın Bunları gördüğünde insanları bırak, dünya ve ahirette sana faydalı şeylerle meşgul ol ve haramdan uzak dur. sizden sonra öyle bir zaman gelecektir ki, o zaman dine sarılan ateşi eline almış kimse gibidir iyi amel işleyene salih amel işleyen elli adamın sevabı vardır.»*(Tirmizi, Ebu Davud)
Bir Rum şehrinde büyük bir asker safına karşı Müslümanlardan biri Rumlara hücum etti insanlar Subhanallah kendisini tehlikeye atıyor diyince Eyyub Ensarri ra dedi ki insanlar, siz «...elinizle kendinizi tehlikeye atmayın...» ayeti Ensar hakkındadır Allahü Teala islamı zafere erdirince yardımcılar çoğalmıştı mallarımız zarara uğradı dediniz Halbuki islam muzaffer kılınmış yardımcılarımız çoğalmıştı mallarımızın yanında kalıp ziyan olmasın demiştiniz Allah bizi reddetti ve «Allah yolunda mallarınızı harcayın, cimrilik ve israfla kendinizi tehlikeye atmayın; mücahidlere maddi ve manevi yardımda bulunun. Allah iyilik ve ihsanı sever Bakara Suresini inzal etti. Ve malların yanında kalıp savaşa katılmamak tehlike oldu.*Eyyub ensari ra a şehidliğe erip Allah yolunda kendisini savaşın ön saflarına attı.*
(Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace)
Enes ra Peygamber as ın şöyle buyurduğunu anlatır Allahü Teala yeri yarattığı zaman yer hareket ediyordu ve dağları yarattı. Dağları yer yüzüne oturtunca, yer karar buldu. Melekler dağın şiddetine hayret ettiler— Ey Rabbimiz, yarattıkların arasında dağdan kuvvetlisi var mı? diye sordular. Allahü Teala demir, diye cevap verdi. Melekler demirden kuvvetlisi var mı? dediler.*
Allahü Teala: "*ateş, buyurdu. Melekler:*
ateşten kuvvetlisini sordular Allahü Teala rüzgar var, buyurdu.*Melekler rüzgardan kuvvetlisini sorunca
Allahü Teala sağ eli ile sadaka verirken sol elinden gizleyerek veren Ademoğlu daha kuvvetlidir.* buyudu(Tirmizi)
Cabir ra anlatıyor:*Peygamber as
üzüntümü sordu Ey Allah'ın Resulü, babam Uhudda şehid oldu. Bir çok kız evlad ile büyük de bir borç bıraktı, diye cevap verdi Peygamber as Sana Allah'ın babanı nasıl karşıladığını müjdeleyeyim mi? dedi müjdele, ey Allah'ın Resulü! dedim. Peygamber as
Allahü Teala hiç bir zaman perdesiz konuş-mamıştır. Ancak babanı diriltip, kendisi ile perdesiz konuştu ve: __ Ey kulum, dilediğini dile vereyim, buyurdu. Baban:*Rabbim, beni bir defa daha dirilt de senin yolunda ikinci olarak öldürüleyim, dedi. Allahü Teala
insanların' öldükten sonra ikinci defa dünyaya tekrar dönmeyeceklerine hükmettim, buyurdu, ve Allah yolunda öldürülenleri öldüler zannetmeyin, onlar Rablerinin nezdinde diridirler, cennet nimetleri ile rızıklanırlar» Al-i Imran Suresi Ayet-i Kerimesi nazil oldu
«Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetmeyin. onlar diridirler, cennet nimetleri ile rızıklanırlar.» (Al-i Imran Suresi) Onların ruhları cennette yeşil kuşlar içerisinde dilediği yere uçarlar, Arşa asılı kandillere konarlar, ortadan perde kalkar ve bizzat Allahü Teala kendilerine hitab eder— Nimetinizi artırmamı istiyor musunuz fazlalaştırayım ? diye sorar. Onlar:*
Ey Rabbimiz, ne isteyeceğiz? Cennette bulunup dilediğimiz yere uçuyoruz, diye cevap verirler.*Allahü Teala ikinci defa Bir şey istiyor musunuz diye sordu.*
Onlar, Ey Allahım, ruhlarımızı bedenlerimize iade et dünyaya dönelim ve bir defa daha senin yolunda öldürülelim, dediler.*(Tirmizi)
Ebu Hureyre ra, Peygamber as ın şöyle buyurduğunu anlatır:* İbrahim as kıyametde babası Azer'le yüzü tozlu ve karanlık bir halde karşılaşıp bana isyan etme! dememiş miydim? diye soracak Babası bugün sana isyan etmiyorum, diyecektir ibrahim as Rabbim, sen kıyamette beni mahzun etmeyeceğini vaadetmiştin babamın perişanlığından büyük bir sıkıntı var mı diyecek
Allahü Teala:*Ben, kafirlere cenneti haram kıldım, buyuracaktır. İbrahim as denilecek ki Ey İbrahim, ayaklarının altına bak, ne var?*İbrahim as ayaklarının altında ayaklarından tutulup cehenneme atılan kanlar içinde boğazlanmış bir hayvan (ki, bu Azer'dir) görecektir.*(Buhari)
Kaynak islam ansiklopedisi android programı
RESULULLAH'TAN HİKAYELER
*
Ebu Said ra Peygamber as ın şöyle buyurduğunu bildiriyor:*Kıyamette ölüm, ak ve kara renkli bir koç şeklinde getirilir ve cennet ile cehennem arasında bırakılır.*Ey cennet ehli diye nida edilir.*Cennettekiler başlarını kaldırınca aynı ses Şunu tanır mısınız? diye sorar. Cennet ehli, Bu ölümdür, diye cevap verir aynı ses Ey cehennem ehli! diye nida eder Onlar da Bu ölümdür, diye cevap verir.*koç yatırılarak boğazlanır aynı ses sahibi:*
burada ebedilik var, asla ölüm olmayacak diyecektir.*Peygamber as a «Sen onları hasret gününde ilahi emrin yerini bulacağı ile korkut. dünya ehli gaflet içindedirler. «Ve iman etmiyorlar» (Meryem Suresi)
(Buhari, Müslim, Tirmizi)
Yennar bin Eslemi ra anlatıyor:*
Elif, Lam, Mim, Rum Arap topraklarına çok yakın bir yerde mağlub oldu. Rum mağlub olduktan sonra, bir Kaç senede galib gelecekdir.» (Rum Suresi) Ayet-i Kerimeleri nazil olduğunda Fars iranlılar üstündü Müslümanlar Rumların irana galib gelmesini istiyordu. Çünkü onlar da kitap ehli idiler.* Rum'un Fars'a galib geldiği günde müminler sevindi Allah dilediğine yardım eder. Allah düşmanlarına galib, dostlarına rahmet edicidir.» (Rum Suresi) Ayet-i kerimesi de bunu ifade eder
Kureyşliler ise İranlıların ruma galib gelmesini istiyordu. Kureyş gibi iran da kitap ehli değildi ve öldükten sonra dirilişe inanmıyorlardı. Rum suresi nazil olunca Hazreti Ebu Bekir Rum mağlub oldu...» diye sevindi Kureyşliler Ebu Bekir ra bu, sizinle bizim aramızda bir meseledir. —Peygamber Sahibiniz, Rum'un Fars'a galib geleceğini zannetti. Seninle bahse girelim mi? dedi.*ve
Girdiler bahse girmenin haram kılınmasından evvel idi. Ortaya yüzer deve koyuldu.* Ayetteki bir kaç sene tayin edildi. Rumlar iranlılara galib gelmeden altı sene doluverdi müşrikler Ebu Bekir ra ın yüz devesini aldılar, yedinci sene geldiği zaman, Rumlar galib geldiler. Hz Ebu Bekir onlardan, verdiği yüz deve ile birlikte yüz deve daha aldı.*Bu hadise sebebiyle birçok kişi müslüman oldu (Tirmizi)
Cabir ra anlatıyor:*Resulullah ile beraber muharebedeydik öğle vakti bol dikenli ağaçlı bir vadiye indik, insanlar, gölgeye dağıldılar. Allah'ın Resulü bir ağaç altına oturdu ve uyudu. yanındaki kılıcını sıyırdı «Seni benden kim kurtarır?» dedi.*Resulullah Allah dedi
adam kılıcı kınına sokuverdi ve Peygamber as adamı afvedip ceza vermedi.*(Buhari)
Enes ra anlatıyor:* Yahudi biri Peygamber as ile sahabilerin yanına geldi Es - Samu aleykum, dedi.*
insanlar yahudinin selamını aldılar.*
Peygamber as, yahudinin ne dediğini biliyor musunuz? diyince Allah ve Resulü daha iyi bilir. O, selam vermişti ya Resulallah! dediler.*Peygamber as
Hayır, selam vermedi onu bana çağırınız! diye emretti. Yahudiyi çağırdılar. Peygamber as — Es-Samu aleykum (ölüm size!) mi dedin! diye sordu. Yahudi — Evet, diyince Peygamber as Size ehl-i kitab selam verdiğinde «aleyke ma külte - sana da dediğin gibi olsun!» deyin, buyurdu ve «Yahudiler geldikleri zaman, Allah'ın selamlamadığı bir şekilde selam verirler.» (Mücadele Suresi) ayetini okudu.*(Tirmizi)
Ebu Hureyre ra anlatıyor:*Bir adam
Ey Allah'ın Resulü, bana açlık isabet etti, dedi. Peygamber as bu adamı hanımlarına gönderdi, ancak adam yiyecek bulamadı Peygamber as
Bu adamı, misafir edecek yok mu? Allah rahmet ve ihsan buyursun! diye dua etti. Ensardan biri— Ben varım, ey Allah'ın Resulü! dedi Zevcesi— Allah'a yeminle çocukların azığından başka yok, diye cevap verdi*Ensar Çocuklar yemek istediği zaman, uyut bu gece kemerimizi sıkarız, dedi ve misafiri ağırladılar. ertesi gün Allah'ın Resulü Allahü Teala filan adam ile filan kadına hayran kaldı,, buyurdu. Bunun üzerine Allahü Teala onlar başkasını kendi nefislerine- tercih ederler, ihtiyaçları olsa dahi.» (Haşr Suresi) Ayet-i Kerimesi inzal buyuruldu.*
Peygamber as Hz Aliyi Hah Bahçesine bir kadında bir mektup almaya gönderdi mektubta eshabdan Beltea Allah'ın Resulünü Mekkeli müşriklere ihbar ediyordu.*beltea Ey Resul hükmde acele etme, Ben Kureyştenim nesebim onlardan değildir Muhacirler malımı onlara iyilik yapıp yakınlarımı himaye etmek. İstedim diyince Peygamber as eshaba Hatib doğrudur buyurdu. Hz Ömer onun boynunu vurmak isteyince Allah'ın Resulü
Olmaz, O, Bedir harbine katılmıştır, Allah Bedir'e iştirak edenleri afvetmiştir buyurdu ve Ey iman edenler düşmanlarımı dost kabul etmeyiniz (Mümtehine Suresi) nazil oldu.*
Enes ra anlatıyor:*Bir adam Resulullaha Kıyamet ne zamandır? diye sordu. Peygamber as ne hazırlık yaptın? dedi. Adam:*Kıyamet için namazdan, oruçtan ve sadakadan çok fazla hazırlamadım, fakat Allah'ı ve Resulünü severim, dedi. Allah'ın Resulü:*sevdiklerinle berabersin, buyurdu.*Buhari, Müslim,
vBulletin v3.8.4, Copyright ©2000-2025, Jelsoft Enterprises Ltd.