fatih kısaparmak balon baskılı balon ^^ Köşe Yazılarından Paragraflar.. ^^ - Siyaset Forum

PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : ^^ Köşe Yazılarından Paragraflar.. ^^


yolcu44
09-07-2009, 17:40
"Köşe Yazılarında Paragraf Seçme" konulu yarışmamıza katılan arkadaşlarımız bu başlık altına paragrafları ekleyebilirler.

Yarışma Bağlantısı: Ödüllü Yarışma | Köşe Yazılarılarından Paragraflar.. (http://www.akpartiforum.com/odullu-yarisma-kose-yazilarilarindan-paragraflar-t115537.html)


Bu başlık altında karşılıklı konuşmak yasaktır ! Teşekkürlerinizi 'Beğeni Ver' butonuna tıklatarak ifade edebilirsiniz.

BlueMoon
09-08-2009, 13:08
Zaman Gazetesi 8 Eylül 2009 Mümtazer Türköne'nin "Üniter Devlet in, Laiklik Out" başlıklı köşe yazısından beğendiğim bir paragraf,

"Her sene Yüksek Yargı temsilcileri kurumsal vesilelerle birer "yıllık" konuşma yaparlar ve bu konuşmaların merkezinde de laiklik prensibi olurdu. Yine genel olarak otoriter bir laiklik tanımı ve yorumu üzerine "laiklik düşmanları"na meydan okunur ve yargı adına laik cumhuriyete sahip çıkılırdı. Yargıtay Başkanı'nın konuşmasında, alıştığımız türden bir laiklik vurgusu yok. Muhtemelen diğerlerinde de olmayacak. Dikkat çekici bir durum: Yaklaşık bir yıldır, hemen hemen mahallî seçim kampanyası başladığı tarihten bu yana, Türk Silahlı Kuvvetleri bile dişe dokunur bir laiklik uyarısı yapmadı."

Ak_Kelebek
09-08-2009, 13:22
Zaman Gazetesi 07.09.2009 A.Turan ALKAN'ın Köşe Yazısı ''Hayır, bölünmeyeceğiz''adlı yazıdan bir paragraf...

Şu dar günde milliyetçi fikriyatın krize katkısı sadece üst perdeden tehdit ve bir adım sonra "bölünmeye gidiyoruz" feryadı mı olmalıydı? Nerede şu beğenmediğiniz içi boş açılım planına çöp tenekesini boylatacak çok daha iyi bir açılım projeleri? Milliyetçilik, çok daha iyi bir plân ortaya koyan bir siyasetin dili olmalıydı. Militan milliyetçiliği herkes yapabilir, fikrî ve teorik manada milliyetçiliğe katkı yapmak ise herkesin kârı değil...
Ve bir şey daha biliyorum: Bir ülkeyi, milliyetçilerinden başka kimse bölemez!

menes
09-08-2009, 13:31
26 Ocak 2008 tarihli Engin Ardıç'ın ''Bu kafayla işiniz zor'' adlı yazısından bir bölüm;

İnsanlar, “simgelere” aşırı önem verdikleri gibi, bu tür “gösterilere” de çok titizlikle yaklaşıyorlar.
İnsanlar “ritüel” severler. Ritüel, ayrıntıları kalıplaştırılmış, değiştirilmesi çok zor, hatta imkânsız bir gösteriler bütünüdür.
Anıtkabir ziyareti de böyledir, mason locası töreni de, merasim kıtası denetimi de... Huu çekmek de, bölükiçtimaı da... Katoliklerin pazar ayini de, satanistlerin kedi kesmeleri de...
Ritüelin ayrıntılı eylemleri, zamanla içeriklerinden boşalırlar, kendi başlarına varolmaya koyulurlar, biçim özün önüne geçer, onun yerini alır.
Ve artık hiçkimse ritüeli sorgulayamaz. Yenilik ve değişikliğin sözkonusu olmaması da, ritüeli uygulayanları rahatlatır, kalıba girmenin edilgin güvenini duyurur onlara. Bu yanıltıcı bir duygudur ama küçük insanların yanılmamaya ihtiyaçları yoktur ki!

menes
09-08-2009, 13:42
06.09.2009 tarihli Sabah Gazetesi'nden Engin Ardıç'ın ''Yaşa Varol İnönü!'' adlı yazısından bir bölüm;

Ama bir zamanlar, cumhuriyetin şu anlı şanlı "ilk döneminde" mahyalara neler yazılmış neler...
En çarpıcı olanı "VAR OL İNÖNÜ"...
Yarın bir imam aşka gelip "yaşa Recep Tayyip" yazdırsa, tozunu atarlar tozunu, kemiklerini sıyırırlar...
Ama bakın "şanlı ordu" yazarsanız kimse ağzını açmayacaktır.
Daha başka sloganlar da atılmış otuzlu ve kırklı yılların mahyalarında: "Para biriktir", "yerli malı kullan" gibi şeyler.
"Tayyare" bile çizilmiş ayyıldız içine... Türk Hava Kurumu, ya da "Türkkuşu" reklamı...
Hiçkimse ağzını açamamış, çünkü ağzını açmak yasakmış.

ishakyilmaz
09-08-2009, 14:39
TARAF-Mehmet ALTAN-Ölü Yargı!

Dün Yargıtay Başkanı’nın konuşmasını dinlerken doğrusu çok zorlandım.

Bu konuşmayı, gelişmiş bir ülkenin yüksek yargıçları önünde ya da Oxford, Sorbonne ya da Harvard gibi bir üniversitenin hukuk fakültesinde yapsaydı, onu dinleyenler ne düşünür, ne hissederlerdi diye aklımdan geçirdiğimde yüzüm hafiften bir kızardı.

Bir ülkenin Yargıtay Başkanlığı gibi “en onurlu, en saygıdeğer” olması gereken makamına yükselmiş birinin hiç hukuk ve demokrasi bilinci olmaması, ne hukuk felsefesini, ne demokrasinin özünü kavramış olması beni utandırdı.

Yargıtay Başkanı öyle laflar etti ki bu ülkede hukuk diye bir şey olmadığını, yargının çoktan öldüğünü sanki bütün dünyaya ilan etti.

Konuşmasını nasıl bir ruh haliyle hazırladıysa, konuşmayı okurken bazı yerleri “atlaması” gerektiğini kendisi de fark etti.

Ama “atladığı” o satırlar basına dağıtılan yazılı metinde yer alıyordu.

Başkan’ın okumadığı ama yazdığı şu satıra bakın:

“Yandaş yargıyı değil, tam bağımsız ve tarafsız yargıyı oluşturmak için uğraş vermeliyiz.”

Türk hukukunun düzeyi bu mu?

Orta boy bir politikacı konuşması bu.

ishakyilmaz
09-08-2009, 14:41
Hasan KARAKAYA-VAKİT-İki Merkez hikâyesi... Pisuvar mı, “pis su var” mı?

Son günlerde en çok konuşulan olaylardan birisi de Ordu Valisi Ali Kaban’ın Merkez’e alınması... Malûm, Vali Bey, camilerdeki “pisuvar”ları söktürdüğü için “hedef tahtası”na oturtulmuş, “Merkez Valiliği”ne de bu sebeple alındığı iddia edilmişti... “Hedef tahtası”na oturtulmuştu ya, vur abalıya... “Laik Devlet”in valisi, “cami”lerle ve “pisuvar”larla niye bu kadar uğraşıyordu?.. “Resepsiyon”lara katılsın, “içki”sini yudumlasın, “protokol”lerde ve “karşılama törenleri”nde hazır bulunsun, yeterdi!.. “Cami”ymiş, “temizlik”miş, Vali’nin işi miydi bunlarla uğraşmak?..
Ama Vali Ali Kaban, standart dışı bir valiydi... “Dindar” bir kişiliğe sahipti... “Pisuvar” olayından önce de “cami denetlemeleri” ile gündeme gelmiş ve “ulusal-cı basın”dan önce, “yerel basın”ın saldırılarına maruz kalmıştı!..
Onlar da, “Camileri denetlemek Vali’nin işi mi?” diye saldırmışlardı Ali Kaban’a...
Oysa, “hayırlı bir iş” yapıyordu Vali Bey...
Meselâ, bir defasında “namaz” kılmak için bir “cami”ye gitmişti... Ama, minaresinden ezan okunan cami “kapalı”ydı... Evet, ezan “merkezi sistem”le okunmuştu ama cami kapalı, imam da ortalarda yoktu!..
Vali Bey; “imam”ı çağırtmış ve sormuştu;
“Ezan okundu ama siz ortalarda yoksunuz... Bu ne iş?.. Gelip, niye açmadınız camiyi?”
İmam efendi ıkınmış, sıkınmış sonra da gerekçesini şöyle açıklamıştı:
“Ezan merkezi sistemle okunduğu için, bize lüzum kalmıyor... Cemaat de gelmediği için, camiyi açmaya gerek duymuyorum!”
“Olur mu öyle saçmalık” demişti Vali Bey; “İşte ben geldim, namaz kılacağım ama cami kapalı!”

Fasl-ı Gül
09-08-2009, 17:25
08.09.09

Yenişafak- Akif Emre- Cumhuriyet'in Osmanlı'yla barışı?

"Sorun şu ki: laiklik projesinden çağdaşlaşmaya kadar Osmanlıdan tarihsel köken bulma iddiasındaki aydınlar, tarihçiler, siyaset ve sosyal bilimciler Kürt açılımı konusunda Osmanlı dene-yimini neden görmezden gelirler?
Yoksa dış dinamiklerin devreye girmesiyle oluşacak bir çözüm adına çözümsüzlüğe de tarihsel arkaplan aramaya mı koyulacağız? Dış dinamiklerin hiç de kenardan seyretmediği bu süreç ancak tarihsel tecrübeyle aşılabilir. Aksi takdirde dış faktörlerin ortaya çıkaracağı pek çok karanlık noktaların tuzağına çekilmemek mümkün değil.
Tarih yapıp ettiklerimizi meşrulaştırmak için gerekçelendirdiğimiz bir deneyim olmaktan çok geleceği okuyacağımız bir ders kitabı ise anlamı vardır."

Evet, pek çok aydınımız, tarihçimiz Osmanlıyı referansla günümüzü doğruluyor değil miydi?
Köklere ulaşarak dalların sağlam zamin üzerinde büyümesini sağlamak için..

Bugün yeni bir çiçek büyütmeye çalışılıyor bu dallarda.. Demokratik açılım adıyla, huzur çiçeğinin boy vermesi isteniyor devletin "vatan" olarak görüldüğü her toprağında..

Biz "kendi kimliğiyle, bir arada yaşama" kültüründen gelenler insanlar değil miyiz ki.. Türk'ü, Kürt'ü, Laz'ı.. Türkiye topraklarında iken; köklerimize gittiğimizde kıtaları aşan bir imparatorlukta Arap'ı, Yunan'ı, Bulgar'ı..nın bir arada yaşadığını görmüyor muyuz?

Birleşmeye çalışıldıkça büyür gücümüz, ayrılıklardan fasıl açtıkça erir bütünlüğümüz.. Biz "kendi kimliğimizle" bir olabiliriz.. Vatan içinde..

Özgür Çağrı
09-09-2009, 01:53
Hasan Cemal 08.09.2009 tarihli Milliyetteki '' Hiç Unutmayın barış ve demokrasinin yolu diyarbakırdan geçer '' başlıklı yazısından bir bölüm

--
Çok acı çekti bu şehir.
Çok gözyaşı akıttı.
Ama yalnız Diyarbakır değil, onunla birlikte bütün Türkiye acı çekti, gözyaşı akıttı.
Yazın bir kenara:
Geçmişin acılarıyla bu denli yoğrulmuş insanlar gelecekten korkmaz. Ve geçmişin tutsağı olmadan, bu topraklarda güzel bir geleceğin temellerini hep birlikte, elbirliğiyle atarlar.
Umut etmeden yaşanmaz.
Bugün barış umudu doğmuş durumda. Diyarbakır ve Türkiye’de bunun heyecanı ilk kez böylesine yaşanıyor.
Anaların artık gözyaşı dökmeyecekleri tarihi bir dönemin eşiğinde sayılırız. Diyarbakır’da ve bütün Türkiye’de insan onuruna yakışan gerçek bir barış yapılabilir.
Klasik deyiştir:
Barış yapmak, savaş yapmaktan zordur!
Öyledir ama artık yeterince acı çekildi. Tüm tarafların bunca yıllık meşru acıları barışın kapısını araladı diye düşünüyorum.
Diyarbakır’da da hissettim.
Bugüne kadar yaşanan acılar artık bu ülkede silahla, şiddetle, zorla bir yere varılamayacağını tüm taraflara göstermiş durumda...
Yaşamak için ille de acı çekmek gerekmiyor.
Anaların ağlamadığı, şehit cenazelerinin gelmediği, taziye çadırlarının kurulmadığı bir Türkiye bugün artık hayal değildir.
--

Yıldırım
09-09-2009, 02:34
Şamil Tayyar
Maşallah, al gülüm ver gülüm(08.09.2009)

Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, her ne kadar okumasa da kayda geçti. Dedi ki, “Yandaş yargı yaratılmasın.”
Böyle bir kaygıya gerek yok, zaten var. Ama kime yandaş? Bugün Ergenekon’un, CHP’nin ve Ulusalcıların yargıdaki istilasını kim inkar edebilir? Ergenekon sıralarında ve sanık telefonlarında dilden düşmeyen CHP Manisa Milletvekili Şahin Mengü’nün yüksek yargıdaki gücünü nereden aldığını düşünüyorsunuz?
Ergenekon sanığı Engin Aydın’ın örümcek ağı gibi sarmış yargıdaki kollarını, HSYK Üyesi Ali Suat Ertosun ve Sincan Hakimi Osman Kaçmaz’ın şanlı direnişini nasıl izah etmek gerekir? Ya YARSAV Başkanına ne demeli?

Hala birileri gerçekleri görmezden gelip hiç bir şey olmamış gibi davranabiliyor.Bu Yargıtay Başkanı Hasan Gerçek'er olsa bile.Ergenekon davası başladığı günden belli acaba bir müdahale olacakmı acaba acaba acaba... diye paranoyak olduk resmen.Yargı üstüne vazife olmayan yere bir muhalefet partisiymiş gibi müdahale ettiği zaman ona güzel bir ayar çekmek gerekir.Şener Eruygur'un eşi '12. ve 14. mahkemeler bizden' derken neden yandaş yargı dan korkan Yargıtay başkanı ortalıkta yoktu..
Engin Aydın'ın yediği naneleri bilmeyen yoktur...
7 Haziran 2008. Aydın, Işık Kansu isimli kişiyle görüşüyor. Ve 2000 yılında Necmettin Erbakan hakkında verdiği gözaltı kararı ile tanınan İbrahim Can Demircioğlu adlı savcının ataması için devreye giriyor.
Ergenekon sanığı "tamam oldu" diyerek kapatıyor. Bir hafta sonra bu defa Engin Aydın, şahsı arıyor.Adam şuan istanbul Beyoğlu hakimi...bak bak bak.
Yaptığı kritik müdahaleyide "iyi niyet" diye savunmaya çalışsa da, belgelerde yer alan, 'Danıştay'ı ayağa kaldırırım' gibi sözleri bunun aksini söylüyor nedense bu kadar pislik bu kadar gatakulli varken gelde değiştirme bu adamları...
Yargı kendi içinde siyasallaşsın bizde oluruna mı bırakalım?

menes
09-09-2009, 15:30
09.09.2009 tarihli Sabah Gazetesi'nden Mehmet Barlas'ın ''Çakma İslamcılar, çakma demokratlar,çakma trafsızlar...'' adlı yazısından bir bölüm ;

Yazının başında da söylediğim gibi "Çakma" gerçekten bu dönemin yükselen kavramıdır.
Kendileri gibi düşünmeyen meslektaşlarını karalayan, susturan ve hatta hedef gösteren gazeteciler, bu dönemde "Çakma özgürlükçü" olmuşlardır.
Bugüne kadar her iktidarla iş çevirip kamu pastasından çeşitli paylar alanlar, bu iktidarla anlaşamayınca "Çakma tarafsız" kesilmişlerdir.
Asker siyasete müdahale etsin diye her fırsatta darbeye çanak tutanlar şimdi "Çakma demokrat" tır.
Yargının partileri kapatmasını, farklı düşünceleri susturmasını alkışlayanlar, aynı yargı kendilerini de dava kapsamına alınca "Yargı bağımsız değil" sloganları atarak "Çakma hukukçu" oluvermişlerdir.
Atatürk'ün her cümlesini doktriner bir ideolojinin kutsal mesajları olarak sunan "Çakma Atatürkçüler" önce Kürtlere sonra da Ermenilere dönük "Açılımlar" başlatılınca "Yurtta sulh cihanda sulh" ilkesini yok saymaya başlamışlardır.
Kısacası bu "Çakma" kavramı önce Çin'den gelen "Çakma marka"lı ürünler için kullanılmaya başlandı.
"Adidas"ın adibas, "Nike"ın noke, "Puma" nın puna olmasını "çakma" kavramı ile ifade ettik.
Sonunda sosyo-politik yaşamımızın çakmaları için de kullanılır oldu bu kavram.
Kim bilir sizin karşılaştığınız ne kadar çok "çakma" olgu vardır. http://www.sabah.com.tr/c/i/sp.gif

menes
09-09-2009, 15:46
09.09.2009 tarihli Star Gazetesi'nden Mustafa Akyol'un ''Türk milliyetçiliğinde açılım ihtiyacı'' adlı yazısından bir bölüm ;


Gelgelelim, Osmanlı’ya ve İslam’a ait olan herşeyden kopmak azmiyle yola çıkan sevgili Cumhuriyet’imiz, Türklüğün bu geniş çerçevesini epey daraltmış, yok Güneş Dil Teorisi, yok Türk Tarih Kongresi diye zorlayarak, kökeni Orta Asya’ya uzanan epey etnik temelli yeni bir “ Türklük” inşa etmiş durumda. Okullarda “Milli Tarih” diye bunu öğretiyoruz. Bu zihniyetin vardığı en son noktayı da, Mümtaz Soysal’ın “etnik mübadele” teklifinde açıkça görebiliyoruz.
“Türklüğün” vaziyeti bu iken, bunun çatısı altına girmek pek çok Kürt için “asimilasyon”dan başka bir şey ifade etmiyor.
Dolayısıyla, “Türklüğün” Kürtleri de gerçekten kucaklaması için biraz “açılması” gerekiyor.
Özellikle de Osmanlı’ya doğru...

BlueMoon
09-09-2009, 16:18
radikal gazetesi yazarı hasan celal güzelin 11 nisan 2008 tarihli güneydoğu ve oligarşik despotizm yazısından bir paragraf

İçinden kıs kıs gülerek 'Canım, hukuk var; hukukun sonucunu bekleyelim' diyenlerin dışında, Türkiye'de, hattâ dünyanın her yerinde, AK Parti'nin kapatılma dâvası, bir hukuk meselesi olarak değil, iktidar mücadelesi olarak görülüyor. Ağzınızla kuş tutsanız, yedi ay önce oyların yarısını alarak parlamentonun beşte üçlük (yüzde 62'lik) çoğunluğunu elde etmiş ve tek başına iktidara gelmiş bir siyasî partinin kapatılmak istenmesini, birazcık demokrasi terbiyesi olan kimseciklere anlatamazsınız. Azınlığın çoğunluğa tahakkümünü, 'çoğunlukçuluk' gibi yeni terimler icat ederek meşrulaştırmaya çalışmak, dünyanın yuvarlak olmadığını, iki kere ikinin dört olmadığını iddia etmek gibi bir şeydir.
Ortada, oligarşik despotizmin lâikliği bahane ederek yargı üzerinden yürüttüğü bir 'iktidar kavgası' vardır. Milletimiz bu kavgayı, 27 Mayıs'tan beri yaşıyor ve mahiyetini de çok iyi biliyor.

Yıldırım
09-09-2009, 16:55
Nazlı ILICAK
CHP,12 Eylül ve Demokratlık(09.09.2009)

CHP İl Başkanı Gürsel Tekin ve arkadaşları, başta Kenan Evren olmak üzere, 12 Eylül'de rol alanların isminin okul ve caddelerden silinmesi için İl Genel Meclisi'ne bir önerge vermiş. CHP, darbe karşıtı olduğunu bu şekilde göstermeye çalışıyor ama, yetersiz ve eksik bir pozisyon. Birkaç ay önce de, Baykal, "Kenan Evren yargılansın" diyerek, demokrat bir tavır sergilemiş, fakat hemen akabinde, askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını düzenleyen yasaya karşı sert eleştiriler getirmişti. Darbecileri yargılayan Ergenekon davası karşısındaki tavrı da malum.
Elbette CHP'nin bu duruşunu izah eden gerekçeleri var: Askerin, sivil mahkemelerde yargılanmasına ilişkin madde, komisyonlarda müzakere edilmeden, gece yarısı verilen bir önergeyle tasarıya girdi. Ergenekon davasında da bazı usul hataları göze çarpıyor. Ama "Evren yargılanmalıdır" derken Baykal'ın sergilediği net tavrı, Şener Eruygur ve arkadaşları söz konusu olduğunda göremiyoruz. Ya da "Darbecileri sivil mahkemeler yargılasın; gelin elbirliğiyle anayasayı değiştirelim, varsa engelleri kaldıralım" diyeceklerine, yasanın iptâli için Anayasa Mahkemesi'ne başvuruyorlar.

Üç günlük demokratın,üç günlük demokratik açılımı...Önce gelin 12 Eylül darbecilerini yargılayalım diyor sonrada sıra Eldivene,Yakomoz'a gelince "durun diyor" ben onların avukatıyım.İşte CHP ve yönetiminin demokrasi anlayışı bu...sadece üç günlük...
Ondan sonrada çıkar demokrasi dersi vermeye kalkarlar.
Öyle bir darbeye karşı çıktın diye demokratmı zannettin kendini?

Fasl-ı Gül
09-09-2009, 17:56
09.09.09 İbrahim Karagül- Yenişafak

""Tezleri şöyle: Bizim dediğimiz Türkiye'nin düzen kurucu rolü. Gerek Ortadoğu gerek Kafkaslar'da yeni düzen kurulması gerekir. Bunu kurarken biz aktif rol almak istiyoruz. Bu bir emperyal dürtü değil, bir gereklilik. 'Yeni bir düzen kurulması lazım, başkaları kursun, biz sonra intibak ederiz' deyip geri çekilebilirsiniz. Ama bu Türkiye'nin büyüklüğüne, ulusal çıkar anlayışına yakışmaz. Ya bir kaos yaşayacağız ve bu bizim işimize geliyor diyeceğiz ya da biz bir düzen fikrinin öncülüğünü yapacağız. Türkiyesiz bir düzen kurulamaz. Dış aktörler bile Türkiye'nin düzen kurucu rolünü benimsiyor. İsveç'teki AB toplantısında 27 bakana konuştum. İki saatlik oturumun bir saat on beş dakikasında ben konuştum. Ben emperyal dürtüyle, 'Osmanlı'nın çocuğuyum, dinleyeceksiniz beni ha yoksa falan' demedim.'
.....
Biz bu yüzden; Demokratik Acılım Projesi'ni, Kürt Açılımı'nı, Ermenistan'la sınırların açılmasını ve soykırım konusunu da içeren anlaşma kapılarının açılmasını, bundan sonra gündemimize gelecek başka sürpriz gelişmeleri bu yeni durumun sonucu olarak görüyoruz. Türkiye, bu sorunlarla yüzleşiyor, çözüm arıyor. Ama aslında Türkiye kendisi hakkında karar veriyor. Bundan sonra Türkiye'nin iç sorunlarına, dünya ile ilişkilerine, tarihsel sorunlarına 20. yüzyılın Türkiye'sinden bakanlar durumu algılamakta çok zorlanacak. ""

Ülkemiz son zamanlarda öenmli adımlarla bir yol çiziyor.. Gelecek nesillerin üzerini asfaltlayacağı, etrafını ışıklarla aydınlatacağı bir yol..

Bunun için de önce zeminde ki taşların temizlenmesinin bilincinde.. Yolda taşlar varken ileriye gitmek ne kadar mümkündür ki..

Sayın Ahmet Davutoğlu'nun aktarımlarından yola çıkılarak kaleme alınmış bu yazıda da Türkiye'nin gelecekte ki misyonunun önemi vurgulanıyor. Evet, Türkiye OrtaDoğu ve Kafkaslarda kurucu rol almalıdır. Bu güçte olmalıdır. Yeni nesilleri bu şekilde yetirştirmelidir.. Emperyalist bir anlayışla değil.. Elinden tutmak, beraber daha uzun yol alıp güçlenmek için.. Kopan bağları yeniden onarmak için..

Fakat bunu yapmadan önce önce kendi içimizdeki problemleri çözmemiz gerekiyor. Ve son zamanlarda atılan adımların pekçoğu bu amaca hizmet ediyor.. Uzun soluklu adımlar bunlar..

Kendi gücümüzü kendi içimizdeki birliği keşfederek hissedeceğiz.. Sonra da mamur bir Türkiye'den sonra kollarımızı kardeşlerimize uzatacağız. . Onların da kendi içlerinde, kendi kimlikleriyle kuvvetlenmelerini arzulayarak...

reyAKbay
09-10-2009, 00:04
21.09.2007 BAŞÖRTME ÖZGÜRLÜĞÜ YOK MU?-A.Abdulkadiroğlu


Bu ülkede hiçbir genç kızın zorla başı örtülmedi. Ama hepimiz çok iyi biliyoruz ki üniversite kapılarında çok genç kızın zorla başı açıldı. Kimi yasağa lanet ederek çıkarıp başındaki örtüyü sessizce koydu çantasına, kimi herkesin içinde gözyaşlarıyla zorla açıp başını girdi okuluna.
Bu ülkede genç kızların zorla başları açıldı ama zorla örtülmedi. İşte şimdi mahalle baskısı diye korkuları bundan. “Biz zorla açtık, onlar da zorla kapatır” diye telaşları.
Ama bu ülkenin insanlarının böyle bir korkusu yok. Çünkü başı açığı da kapalısı da birbirini çok seviyor. Ne onun gözü öbürünün başörtüsünde, ne de öbürünün gözü onun saçında.
“Mahalle baskısı” diye ortalığa korku salmaya çalışanlar aslında kadınlara en büyük hakareti ediyor. Bir ülkenin genç kızlarına aptal, kafası çalışmayan, aklı ermeyen muamelesi yapılıyor

Yıldırım
09-10-2009, 13:09
Nazlı ILICAK
Hükümetin Kararlılığı(10.09.2009)
Demokratik açılım paketi konuşulmaya başlandığı günden beri, ikinci kez şehit veriyoruz. İlk olay Hakkâri'de gerçekleşti, 4 gencimiz hayatını kaybetti. Önce üzerlerine bomba atıldığı söylendi; sonra çatışmada öldükleri belirtildi. Bu defa da, Siirt'in Eruh ilçesinde ve Hakkâri'nin Çukurca ilçesinde çıkan çatışmalarda 8 gencimiz şehit oldu. 30 Ağustos'ta kaybettiğimiz canların cenazesini 1 Eylül Barış Günü'nde kaldırdık. O gün, gergin saatler yaşandı, çünkü vatanın bir bölgesinde şehit cenazelerine yakılan ağıtlar, bir diğer bölgesinde, DTP mitinginde, Apo'yu öven ağızlar...
Tayyip Erdoğan, Eruh ve Çukurca'daki kayıplardan sonra gene kararlı konuştu: "Güvenlik güçlerimize, askerimize sıkılan bu kurşunlar hiçbir zaman, 72 milyon vatan evlâdının birliğine, beraberliğine yönelik başlattığımız ve sürdürmekte olduğumuz bu süreci engellemeyecektir."

ishakyilmaz
09-10-2009, 13:32
Akif BEKİ-KIYAMET PROVASI DEĞİL BU!-RADİKAL

Trakya’dan sonra İstanbul’u da vuran sel hadiseleri, hemen hemen aynı sözlerle yansıdı başlıklara.
‘Görülmemiş felaket’, ‘Tsunami gibi’, ‘Nuh tufanı gibi’ diyenler oldu.
TV ekranlarında izlediğim görüntüler korkunçtu, korkunç olmasına...
Ve fakat, mitolojik tufanlar kadar değil.
Oysa tanıkların anlatımları da, gördüklerimden çok daha şiddetli bir felakete işaret ediyordu.
Mesela Yenibosna’da işyeri selden etkilenen Abdurrahim Albayrak, bir TV’ye konuşuyordu.
Diyordu ki;
“Korkunç bir şey, anlatamam sana.
Bu, başka bir şeydi, dehşetti...Kimsenin yapabileceği bir şey yok...
Korkunçtu, sanki dünyanın sonu gelmişti...’’
Kuran’daki ilahi buyruğa uyup, yer suyunu yuttuğunda...
Ve gökte, geri çektiğinde...
O gerçekle başbaşa kalırsınız.
Demek ki; en büyük trajedi, ölümdür.

ishakyilmaz
09-10-2009, 13:34
Şahin Alpay
İYİ Kİ VARSIN TARAF-ZAMAN

Geçen ay Elazığ Karakoçan'da el bombasının patlaması sonucu şehit olan 4 erin kaza değil ceza sonucu öldüğünü Taraf yazmasaydı, kimse bilmeyecekti... Bunlar kamuoyunun Taraf sayesinde öğrendiği, Taraf olmasaydı kimsenin ruhunun duymayacağı, Türkiye'de demokrasiyi, hukuk devletini ve şeffaf yönetimi yerleştirme mücadelesini yakından ilgilendiren haberlerin sadece bazıları.
Taraf'ın haberciliği yanında Ahmet Altan'ın insan haklarını ve hukuk devletini cesaretle savunan ve her biri Türkiye'deki demokrasi mücadelesine altın harflerle yazılacak olan yorumları, Türk gazeteciliği için bir iftihar ve onur vesilesidir. Meslektaşlarının büyük çoğunluğunun Altan'ın ve Taraf'ın aldığı prestijli uluslararası ödülü görmezden gelmeleri, söz konusu ödülle ilgili haberin Türk medyasında pek az yer bulabilmiş olması ise, muhakkak ki Türkiye'de medyanın acıklı yüzünün yeni bir yansıması.
Türkiye'de medya adam olmadan, demokrasi de adam olamaz... Medyanın adam olmasının en önemli koşullarından biri de medyanın demokrasideki dördüncü kuvvet işlevini yerine getirmesi, yani siyasi, idari ve iktisadi güç sahiplerinin kanunlara, ahlaka, insan haklarına, demokrasiye aykırı davranışlarını ifşa etmesi, bu davranışlarından dolayı onlardan hesap sormasıdır. Ahmet Altan yönetiminde Taraf, basın mensuplarına sorumluluklarını hatırlatmakla kalmıyor, genç gazetecilere mesleğin standartları konusunda örnek oluyor. Bütün baskılara ve engellemelere rağmen demokratik işlevini cesaretle yerine getirdiği için Taraf, şimdiden sadece Türkiye değil, dünya basın tarihine de geçti

menes
09-10-2009, 13:57
10.09.2009 tarihli Sabah Gazetesi'nden Engin Ardıç'ın ''367 Lisesi'' başlıklı yazısından bir bölüm :

Biz hükümet yandaşı, iktidar yalakası, şerefsiz ve namussuz, aynı zamanda psikopat olduğumuz için, aklımıza bazı sorular geldi...

12 Eylül'e bu kadar karşı olan, Kenan Evren isminin tabelalardan silinmesini bu kadar yürekten destekleyen CHP yöneticileri, aynı "hassasiyeti" niçin 12 Eylül'ün anayasası için de göstermiyorlar? Niçin hem o anayasaya sahip çıkıyorlar, hem de aynı anayasanın yüksek yargı tarafından hiçe sayılmasına da çanak tutuyorlar?

Niçin kazı, yanmaması için hep kendilerine doğru çeviriyorlar? Niçin 12 Eylül'ün seçim kanununa, siyasi partiler kanununa karşı çıkmak hiç akıllarına gelmemiştir?

Niçin Sayın Deniz Baykal o kanuna göre parti diktatörü olunca büyük adamdır da, "Tayyip" öyle değildir?

CHP üyelerinin deyimiyle "demokrasi ayıbı" Evren adı silinince giderilecek midir, yoksa ortada daha başka ayıplar da var mıdır?
Ne yapalım Sayın Tekin, "Kenan Evren Lisesi"ni "367 Lisesi" yapsak size uyar mı mesela?
Bir "Çevik Bir Caddesi" düşünür müsünüz?
Yok yok, en iyisi bir "Cemal Gürsel Sokağı"... Onun darbesi iyidir.

Karşıdevrimcilerin isimlerini de silip, örneğin Adnan Menderes Havaalanı'na eski genel sekreterinizin adını versek, "Recep Peker Havaalanı" desek?

menes
09-10-2009, 14:12
10.09.2009 tarihli Zaman Gazetesi'nden Hüseyin Gülerce'nin ''Yanaşık düzende yargı...'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

27 Nisan e-muhtırasından beri, yargıda, bazı isimler pop yıldızları gibi parlatılarak öne çıkartılıyor. Hukuk adına konuştuğunu söyleyerek, şecaat arz ederken durmadan sirkatini söyleyen yargı mensubu olur mu? Cumhurbaşkanlığı seçim sürecindeki 367 hamlesini hangi hukukçu savunabilir? Daha gerilere gidildiğinde, 28 Şubat sürecinde, servis otobüsleriyle Genelkurmay'da brifing alan yargı mensupları, acaba o ayakta paşa alkışlama fotoğraflarını, torunlarına gösterebilirler mi? Ve en acısı, Şemdinli davasında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun, savcı Ferhat Sarıkaya hakkında aldığı kararın utancı, unutulabilir mi? Şemdinli'deki olayı soruşturan ve Ergenekon davasında haklılığı giderek anlaşılan Van savcısını, yani bir meslektaşlarını, meslekten atan, ona avukatlık yapma yasağı bile getirenler, gözlerini kaçırmadan, başlarını öne eğmeden o kararlarını savunabilirler mi? Aynı kurulun, Ergenekon davasının hakim ve savcılarıyla, Güneydoğu'daki JİTEM cinayetlerini soruşturan savcıları tayin ettirmeye kalkması acaba nereye yandaşlıktır?

BlueMoon
09-10-2009, 15:23
27 Temmuz 2008 Abdullah Abdülkadiroğlu "Derdinizi Anlıyorum" Başlıklı Köşe Yazısından Bir Pargraf,

"Derdinizi anlıyorum.

Şimdi siz gidiyorsunuz, millet geliyor.

Bu toprakların asıl sahipleri geliyor.

Eskiden siz ne isterseniz o olurdu.

Artık milletin dediği olacak.

Eskiden gazeteci de, avukat da, hakim de, doktor da, mühendis de sizdiniz.

Şimdi Tayyare Fabrikasından emekli tornacı Hamdi Bey’in oğlu Cumhurbaşkanı oldu, Denizcilik işletmelerinden Rizeli Ahmet reisin oğlu başbakan.

Köylü Mehmet efendinin kızı doktor, Fehmi bey’in torunu hakim, kaportacı Ali ustanın gelini avukat.

Yargıç da çıktı, rektör de, pilot da, mimar da Anadolu çocuklarından.
Bu millet bir değil birçok devleti yönetebilecek evladı yetiştirdi.

Hem de öz be öz kendi toprağından çıkmış, kendi suyunu içmiş, kendi ekmeğini yemiş, kendi köyünün tozunda büyümüş.

Hem de öz be öz Anadolulu olan.

Hem de öz be öz kendi kanından olan.

Öz be öz kendi İstiklal Marşıyla yetişmiş, okurken iliklerine kadar Mehmet Akif’i hissetmiş.

İnancını yaşayan, namaz da kılan, oruç da tutan…

Şimdi siz bunu bir türlü kabullenemiyorsunuz.

Derdinizi anlıyorum."

BlueMoon
09-10-2009, 15:29
26 Temmuz 2008 Abdullah Abdülkadiroğlu "Derdinizi Anlıyorum" başlıklı köşe yazısından bir paragraf,

"Devrinizin hiç bitmeyeceğini düşünerek bir milleti budamaya kalktınız.

Bir milletin geleceğini, inancını, değerlerini, kutsallarını budamaya kalktınız.

Bir milletin hayat damarlarını kurutup, posasını çıkarmaya kalktınız.

Darbeler yaptınız, darbeler yapacaktınız, başbakan astınız, komutan öldürttünüz.

Siz bir milletin Peygamberine bile dil uzattınız.

Yanlış yaptınız."

Fasl-ı Gül
09-10-2009, 17:20
10.09.09
Zaman- Hüseyin Gülerce-Yanaşık Düzende Yargı

"Ergenekon davası sürecinde bir tablo giderek netleşiyor. "Resmî ideoloji terk edilemez, bu memleket bizden sorulur- git bakayım biraz öte, tekere çomak sokulamaz, devletin çıkarları ferdin hak ve hürriyetlerine, özgürlüklere feda edilemez, güçlü devlet-sindirilmiş vatandaş, fazla demokrasi bizi bozar arkadaş" diyenlerin durumu gittikçe zorlaşıyor. Demokratikleşme hamleleri, onları giderek üzerlerine çevrilmiş sahne ışıkları altında mahcup, sıkıntılı, kaygılı, endişeli, telaşlı gösteriyor. Hani nasıl denir, mızrak artık çuvala sığmıyor. Bahsettiklerimiz, minderde künde üstüne künde yiyip, boş bakışlarla, yine de bir şey olmuyormuş gibi davranan pehlivan gibiler. "

Zaman- Mümtaz'er Türköne- Yargı İktidarı Reformdan geçiyor

"İstediğimiz tarafsız bir yargı. Gözleri kapalı bir şekilde adalet dağıtan ve terazisi eksiksiz tartan bir yargı düzeni içinde hayatımızdan, özgürlüklerimizden ve haklarımızdan emin yaşamak istiyoruz. Bize bu hayatı verecek yargının tarafsız olabilmesi için öncelikle bağımsız olması sonra hızlı, verimli ve etkili çalışması; suç işlemeye niyetlenenleri caydırması, işleyenleri terbiye etmesi lâzım. Türk yargı sisteminin temel sorunu tarafsızlık. Tarafsızlığın lâzım-ı gayr-ı mufarıkı olan bağımsızlık Avrupa standartlarına uygun düzeyde var. Bağımsızlık yargı erkini yürütme ve yasama erki karşısında dokunulmaz kılıyor. Bizde ise bağımsızlık bir yargı iktidarı alanı yaratmış durumda. Kendisinden beklenenin tam tersine yargının tarafgirliğine koruma zırhı sağlıyor. Yargımız bağımsız ama tarafsız değil."

Taşlar yerine otururken, zemin kontrolünden geçiyor kuvvet erkleri..
İki yazarda yargı reformunun üzerinde duruyor.
Neden ihtiyaç var ki böyle reforma?

Deforma olan şeylerin aşikar olduğu ortada da onun için.. Ergenokon davası sürecinde hakimlerin hükümlerinin nasıl mağduriyetlere yol açtığını gördük.. Verilen kararlarla nahak yere hapislere saklanan insanları duyduk.. Ve kaç gözyaşına eşitlendi verilen kararlar..

Ve Ergenokon davasıyla beraber yargıdaki çatlakları onarma niyetinde olan hakimlerin alaşağı etmek için meslektaşlarının (!) nasıl davranışlar sergilediklerine de şahit olduk..

Şimdi devlet farklı bir zeminde yeni bir adım atıyor.. Yargı Reformu..

Adaletin, mülkün temeline oyuk açmak için değil, mülkün zeminini sağlamlaştırmak için olduğunu göstermek adına.. İsabetli kararlarla "adalet"in bizim topraklarımızda da neşv-ü neva bulmasına vesile olsun inşaallah.. Ve her sine adalete teşne..

Taşlar yerine otururken..

Gönülden
09-10-2009, 18:15
27 Nisan e-muhtırasından beri, yargıda, bazı isimler pop yıldızları gibi parlatılarak öne çıkartılıyor. Hukuk adına konuştuğunu söyleyerek, şecaat arz ederken durmadan sirkatini söyleyen yargı mensubu olur mu? Cumhurbaşkanlığı seçim sürecindeki 367 hamlesini hangi hukukçu savunabilir? Daha gerilere gidildiğinde, 28 Şubat sürecinde, servis otobüsleriyle Genelkurmay'da brifing alan yargı mensupları, acaba o ayakta paşa alkışlama fotoğraflarını, torunlarına gösterebilirler mi? Ve en acısı, Şemdinli davasında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun, savcı Ferhat Sarıkaya hakkında aldığı kararın utancı, unutulabilir mi? Şemdinli'deki olayı soruşturan ve Ergenekon davasında haklılığı giderek anlaşılan Van savcısını, yani bir meslektaşlarını, meslekten atan, ona avukatlık yapma yasağı bile getirenler, gözlerini kaçırmadan, başlarını öne eğmeden o kararlarını savunabilirler mi? Aynı kurulun, Ergenekon davasının hakim ve savcılarıyla, Güneydoğu'daki JİTEM cinayetlerini soruşturan savcıları tayin ettirmeye kalkması acaba nereye yandaşlıktır?

Türkiye'nin en büyük derdi, anayasal kurumların güven erozyonudur. Vesayet düzeni adına cepheye sürülmüş bir yargı görüntüsü, her ülkede yargıyı yaralar, yargının tarafsızlığını şaibe altına sokar. Eğer yargı, askerî bürokrasinin yanaşık düzeninde, sürekli dirsek temasıyla görev yapar hale gelirse, bu, devletin ortak aklını yitirmesi demektir. Yargı, halkı sindirmek isteyen yönetici elitlerin, tahakküm vasıtası değildir. Milli iradeyi sürekli baskı altında tutmak isteyenlerin, tek kelimeyle statükonun; bekçisi, zırhı, tamponu, emniyet supabı hiç değildir...

Hüseyin Gülerce -Zaman

tikky_men
09-11-2009, 15:02
"İtirazım; milleti salak yerine koymasınadır, un ve patates çuvalı yüzünden AK Parti’ye oy verdiklerini iddia ettiği kesime “göbeğini kaşıyan adam” sıfatını takarken kabarık banka hesabı üzerinden siyaset yapmasınadır. "
STAR GAZETESİNİN, ŞAMİL TAYYAR'IN " CEBİNİ KAŞIYAN ADAM " ADLI KÖŞE YAZISINDAN BİR PARAGRAF. BİRAZ ANLAMLI BİRAZ SİTEMLİ...

ishakyilmaz
09-11-2009, 15:42
Abdurrahman Dilipak - Vakit
a.dilipak@vakit.com.tr 2009-09-11
ETME BULMA DÜNYASI!



Fethullah Gülen Hocaefendiye karşı yürütülen kampanyayı hatırlayın. Gülen’in yurtdışına çıkmasıyla sonuçlanan süreci. Nasıl bir terör estirdiler. Ardından sıra bana geldi.. Tam bir hafta, gazeteleri, televizyonları ile neler yazdılar, neler söylediler.. Ama ben gitmedim. Yoksa hedefleri beni de göndermekti..
İnsanları intihara mı sürüklemediler.. “Topyekun savaş” manşeti atan kimdi?
Darbe kışkırtıcılığı yapanlar kimlerdi? Soğuk savaşın, psikolojik harbin Truva atı gibi idi adeta bir kısım media.
“Media tetikçiliği”, “Media terörü” diye bir kavram üretilmişti, yaşananları anlatmak için.
Doğan’ın kavga etmediği kimse var mı? Dinç Bilgin, Karamehmetler, Aksoy..

ishakyilmaz
09-11-2009, 15:47
sami ÖZEY-Vakit

BİTTİ GİBİ

Başaramadık!..
Bu elbette dünyanın sonu değil..
Bosna’nın da bizim de 2’şer maçımız daha var..
Ekim’in 10’un da dananın kuyruğu kopacak..
Bosna-Hersek deplasmanda Estonya’yla karşılacak.. Aynı gün biz Belçika’yla deplasmanda kapışacağız.. 0 maçlardan 4 gün sonra, yani 14 Ekim’de Milli Takımımız Bursa’da Ermenistan’la oynarken Bosna evinde İspanya’yı ağırlayacak..
Tabloya bakıldığında Bosna Hersek’in büyük avantajı olduğu kesin!..
Ancak, çıkmayan candan ümidin kesilmeyeceği vakası da kesin!..
Netice-i kelam; hedefe varabilmek için evinde hovardaca puan dağıtmayacaksın.. Bu bir!..
Televizyonlarda “biz büyüğüz, biz ezeriz, biz parçalarız” ara gazlarıyla da maç kazanılmıyor.. Bu da iki!.

menes
09-11-2009, 16:30
11.09.2009 tarihli Sabah Gazetesi'nden Engin Ardıç'ın ''Hükümet İstifa'' adlı yazısından;

Dere yatağını sel bastı, hükümet istifa...
Milli takım iki eliyle bir maçı kazanamadı, hükümet istifa...
Amerikan bankacıları ekonomik kriz çıkardılar, hükümet istifa...
PKK askerlerimizi şehit etti, hükümet istifa...
Benim maaşa zam gelmedi, hükümet istifa...
Sokakta yürürken ayağım taşa takıldı, hükümet istifa...
Bizim hanım son zamanlarda çok kilo aldı, hükümet istifa...
Komşunun kızı bana pas vermiyor, hükümet istifa...
Fizik yazılısından kırık not aldım, hükümet istifa...
Dar geliyor düğmeler, terzi elin kırılmasın, hükümet istifa...
Berber yanlardan aldı, üstte bıraktı, hükümet istifa...
Defter kalem el yakıyor, hükümet istifa...
Pastırma sucuk da el yakıyor, hükümet istifa...
Ramazan yaza denk geldi, hükümet istifa...
Amma çok yağmur yağdı, hükümet istifa...
Darbeciler enselendi, hükümet istifa...
Ergenekon'a selam olsun, hükümet istifa...
Anayasayı biz çiğnedik, ama hükümet istifa!
Kaçak inşaatımız yıkıldı, hükümet istifa...
Batan gemiyi ilk terkeden fare rakip dükkâna gitti, hükümet istifa...
Bizim patron vergi kaçırırken yakalandı, hükümet istifa...
Ne yani, bir de para mı vereceğiz, hükümet istifa...
Biz ne utanmaz, ne yüzsüz herifleriz, zarar yok, ille de hükümet istifa! http://www.sabah.com.tr/c/i/sp.gif

menes
09-11-2009, 17:14
Prof.Nevzat Tarhan'ın 11.09.2009 tarihli ''Sel değil, ahlak erozyonu asıl felaket'' adlı Haber7'de yayımlanan yazısından bir bölüm ;


Mekteplerde yetişen genç Türkler “Bizim değerlerimiz bizi geriletiyor” kanısına vardılar. Tanzimat ile başlayan batı hayranlığı bizim özgüven eksikliğimizle birleşince, ne tam batılı olduk ne de aslımızı koruyabildik.-
Özgüven eksikliği olan ama beklentileri de yüksek olan herkes gibi amaca ulaşmak için yalan teşvik edildi. Yalanın yaygınlaşması sosyal güveni zayıflattı. Bugünkü Türkiye ortaya çıktı.

Fasl-ı Gül
09-11-2009, 17:32
11.09.09
Zaman-İhsan Dağı- CHP Çok Yaşa!

"CHP, elli yıldır kendini demokrasiye, demokrasinin kurallarına uyarlayacağına demokrasiyi kendine uydurmaya çalışıyor. O yüzden darbelere destek veriyor, darbe anayasasını savunuyor, o yüzden Ergenekon sanıklarının avukatlığına soyunuyor.
.....
Vesayet rejimini ne tehdit ediyor? Yeni anayasa. CHP ne yaptı? Taslak anayasayı 'rejimi değiştirme' projesi olarak niteleyip, vesayet düzeninin medya uzantılarının da desteğini alarak bu girişimi boğdu. Başardı da bunu.
Vesayet rejimini başka ne tehdit ediyor? AK Parti. Yeni anayasa fikrinin arkasında da o var, rejimi sulandıran AB sürecinin arkasında da. Kıbrıs'ta çözüm diyen de o, Kürt açılımı yapan da. 'O halde AK Parti'yi kapatalım gitsin' lobisini ayakta alkışlar CHP. Yine vesayet rejiminin ortağı medya kuruluşlarıyla birlikte rakip siyasi partinin kapatılma ihtimaline dört köşe destek verir. Vesayet rejimini tehdit eden başka ne var? Ergenekon soruşturması. 'Derin devleti çökerten, darbecileri yargı önüne çıkaran, darbe teşebbüsçülerini caydıran bu soruşturma durdurulmalıdır' mantığı yürüten CHP, halkın temsilcisi olma misyonunu bir yana bırakıp darbe sanıklarını, elinde suikastların kanı, LAW silahlarında parmak izi bulunanların 'avukat'lığına soyunur. Yine, soruşturmayı, ya görmezden gelme veya sulandırma siyaseti izleyen medya ortağıyla birlikteCHP'nin misyonu seçim kazanmak değil, vesayet rejimini ve onun bürokratik uzantılarını savunmak.

Kısaca bu partinin demokrasiyle bir işi yok, çünkü demokrasiyle hiç kazanamadılar, kazanamayacaklar. Kazanmak için demokrasiye değil 'vesayet rejimi'nin devamına muhtaçlar. Yani CHP 'demokratik muhalefet' yapmıyor, varoluş mücadelesi veriyor, anlayın. "


Üretmeden, elini taşın altına koymadan yaşamak ne kadar mümkünse..
Eli taşın altına koymak yerine , taşı kaldırmak yerine, taşın insanları incitmesine katkıda bulunarak! nasıl ülke menfaatine(belki de onlar için menfaat çıkar manasınadır) katkıda bulunuluyorsa.. İşte böylece yaşamalı (mı) CHP..

Yıldırım
09-11-2009, 19:02
Yavuz Donat
11 Eylül, 12 Eylül
29 yıl önce "bugün" ortalık kan gölüydü...
11 Eylül 1980. "Ertesi gün" ise sütliman... 12 Eylül 1980.
Sıkıyönetim, aynı sıkıyönetim idi.
Güvenlik güçleri, aynı güvenlik güçleri.
Ne oldu da:
11 Eylül'de akan kan, "12 Eylül'de duruverdi."
Acaba neden; "Kan" 11 Eylül'de neden durdurulmadı?..
Durdurulmak istenmedi?

29 yıl önce demokrasi bir bir darbe daha yedi.Olağan üstü hal ilan edildiği halde asker iç karşıklığa müdahale etmeyip direk olarak demokrasiye darbe vurdu ve ne hikmetse birden bire bütün çatışmalar tartışmalar sona erdi.Türkiye bu çatışmalar yüzünden okuyan insanlarını,değerli bilim adamlarını ve böylece geleceğini kaybetti.Bu darbe olmasaydı belkide bugün Türkiye'nin konumu yeni dünya düzeninde çok farklı olabilirdi.Aslerin her defasında Atatürk'ü öne sürerek yediği naneleri meşrulaştırmaya çalışmıştır.Dünya'da eşi benzeri görülmemiş muğlak ifadelerle dolu bir anayasa dayatılmıştır.Yürüllüğe girdiği günden belli değiştirilmek istenen bu dayatma günümüzdede hala devam etmektedir.Soruyorum size yankıları hala süren o darbeyi yaparken hiçmi utanmadınız.Bu ülkeye demokrasiyi getiren Atatürk'ün kurduğu düzeni bozarken hiçmi yüzünüz kızarmıyor yada söyle diyeyim hala biz Atatürkçüyüz demeye utanmıyormusunuz.

Mu-Alim
09-12-2009, 02:11
Bazı CHP üyeleri, İstanbul İl Genel Meclisi'ne önerge vermişler, Kenan Evren adının okullardan, cadde ve sokaklardan silinmesini istemişler... "Bu ayıba bir son verilsin" diyorlar. CHP İstanbul İl Başkanı Sayın Gürsel Tekin de önergeyi destekliyor. Tekin, AKP'li il meclisi üyelerinin "bütün darbecilerin adları silinsin, 27 Mayısçılar, 12 Martçılar, 28 Şubatçılar da kalmasın" şeklindeki karşı tekliflerine, "biz bütün darbelere karşıyız" diye beylik bir yanıt verdikten sonra "ama 12 Eylül bambaşka" demiş... Dilimize tercüme edersek "bizim darbelere dokunmayın" anlamı çıkar.

Engin Ardıç-Sabah (10.09.09)

menes
09-12-2009, 10:30
12.09.2009 tarihli Star gazetesinden Ahmet Kekeç'in ''Hepiniz Yılmaz Özdil'siniz'' başlıklı yazısından bir bölüm ;


Bu grubun bir gazetesi var. Adı Hürriyet...
Bu gazetenin başında da, son zamanlarda “Yaşasın Ayşe Arman gazeteciliği, yaşasın sit-kom medyası” gibilerden laflar eden Ertuğrul Özkök isimli bir şahıs var. Bu şahıs, bir zamanlar “biat medyası” diye bir kavram atmıştı ortaya.
Kendi mahallesine ait saymadığı (ait saymadığı ve ötekileştirdiği) yayın organlarını
“biat medyası” olarak tanımlıyordu. Kendi mahallesine ait saydığı yayın organlarını da “eleştiri kültürüyle büyümüş hür medya” olarak değerlendiriyordu.

Eleştiri kültürüyle büyümüşler ama darbecilere biat edebiliyorlar.
Eleştiri kültürüyle büyümüşler ama ellerine tutuşturulan her metni, her karargâh çıktısını, her andıçı sormadan, soruşturmadan, doğruluğunu test etmeden yayınlayabiliyorlar...
Eleştiri kültürüyle büyümüşler ama “Ergenekon” örgütüne mazeret üretmekten geri durmuyorlar.
Eleştiri kültürüyle büyümüşler ama grup çıkarları için her türlü asparagasa yeltenebiliyorlar.
Eleştiri kültürüyle büyümüşler ama gazetelerinde bir tek farklı ses, bir tek aykırı görüş barındırmıyorlar.

BlueMoon
09-12-2009, 10:32
rauf tamer 11 eylül 2009 hürriyet gazetesi "dev adamlar" yazısından bir paragraf

Doğal âfet üzerinden muhalefet yapmak, ayrı bir sanat.
Baykal'ın bunu çok iyi becerdiğini gördük.
Hava muhalefeti ile siyasi muhalefet bir araya gelince, şehirde büyük sinerji doğdu.
Yaşasın yağmur.
Demek ki yarın, şiddetli bir deprem olsa meşruiyetini kaybetmiş bir iktidar'la karşı karşıya kalacağız.
Hah şöyle.
Nihayet çıkardım baklayı ağzımdan.

menes
09-12-2009, 11:02
12.09.2009 tarihli Star Gazetesi'nden Mustafa Erdoğan'ın ''Hangi kurucu felsefe?'' başlıklı yazısında bir paragraf ;

Kısaca, bugün resmi mahfillerde “kurucu felsefe” muamelesi yapılan şey, gerçekte kuruluş felsefesinden bariz bir sapmayı temsil etmektedir. Bu, yeni Türkiye’nin kurucu felsefesi değil, tek-parti dönemi CHP’sinin felsefesidir. Aslında, Türkiye’nin bugün halâ devam eden büyük sorunlarını yaratmış olan da işte bu çoğulculuk karşıtı ve otoriteryen felsefedir.

Hakan Özkan
09-12-2009, 11:10
Bu işleyişi doğuran yapı, yargıçların tamamen kapalı bir sistem içinde, birbirlerini seçmelerini esas alan, yargı yönetimini bütünüyle yalıtılmış hale getiren anayasadaki düzenlemelerden kaynaklanmaktadır. HSYK tartışmalarında çokça değinildi; HSYK üyeleri Yargıtay ve Danıştay üyelerinin kendi aralarında seçtiği kişilerden oluşmaktadır, Yargıtay ve Danıştay üyelerini ise HSYK seçmektedir. Böylece tamamen kapalı devre bir sistemle muhkem ideolojik yapılar oluşturulmaktadır. Sorumluluk mekanizmalarının işletilmesi de bu yapı içinde gerçekleşeceğinden çoğu noktada tıkanmakta, kapatılmaktadır. Bu sebeple Türkiye'de yargının sorumsuzluğa varacak derecede bağımsız olduğunu söyleyebiliriz. Adalet bakanı ve müsteşarının HSYK üyesi olması ise, bu mekanizma içinde sadece keyfe keder bir durumdur, esasa müessir hiçbir yönü yoktur.

ishakyilmaz
09-12-2009, 13:29
Ergun Babahan-12 Eylül ve Ergenekon

Darbeciler, büyüklerinin izinden gidiyordu.

Önce halkın güven duygusunu zedele, iktidara Batılı ülkelerin kuşkulu bakmasını sağla, kışladaki askeri darbeye hazırla.

Tek amaç iktidarı devirmek ve ipleri ele almak olunca bir gazetecinin de, laik bir yargıcın da hayatının ne önemi olabilirdi ki.

O yüzden bugünkü kuşaklar şanslı.

Darbeciler ve işbirlikçileri silahları, planlarıyla suçüstü yakalandı.

Bakın ne Ermenistan’la açılım sürecini baltalamak amacıyla halkı sokaklara dökmeye çalışan, ne ikide birde gazetecileri yazarları dava edip gündem oluşturmaya çalışan var.

Çünkü hepsi içeride.

İçeriden dışarıyı karıştıramıyorlar, dışarıda olanlar raporlu olduğu için pek ortaya çıkamıyor.

İyi ki de öyle.

Türkiye sorunlarını, sıkıntılarını tartışarak, konuşarak aşmaya çalışıyor.

İsteyen muhalefetini yapıyor, isteyen desteğini veriyor.

Demokrasi güçlenerek yoluna devam ediyor ve artık bir sabah tank sesiyle uyanma tehlikesi kalmadı.

Şimdi iş darbenin anayasası ve hukukundan kurtulmak.

ishakyilmaz
09-12-2009, 13:31
Mehmet Kamış -ZAMAN
Anlaşıldığı gibi bugün de krizi tırmandırabildikleri kadar tırmandıracaklar. Ortalığı karıştıracaklar, göz gözü görmeyecek. Doğal olarak bütün planlar, düşünceler rafa kaldırılacak ve her şey eskisi gibi yürü(tül)meye devam edecek.

Hem Siirt ve Hakkari'deki saldırılarda, hem de Van'daki mayın patlamasında şehit olan askerlerimizle ilgili Başbakan'ın yaptığı açıklamalar dikkat çekici. Erdoğan'ın bu olayların provokatif eylemler olduğunu ve süreci etkilemeyeceğini söylemesi hükümetin olayın farkında olduğunu gösteriyor. Ancak derin güçlerin krizi tırmandıracağını, toplumun sinirlerine dokunacak eylemlerle işe devam edeceğini, söylemek kehanet olmaz. Bundan sonraki fotoğraf o kadar belli ki, derin güçler-PKK işbirliği krizi olabildiğince artıracak. Ergenekon gibi yapıların ellerindeki PKK kozunu kaybetmek istemeyeceklerini daha önce de yazmaya çalışmıştık. PKK terörü bırakırsa yaslanacakları hiçbir argüman kalmayacak. Ergenekon'un avukatlığını gururla yapan CHP ve Genel Başkanı Deniz Baykal'ın bu sürece ısrarla karşı çıkması ve şehit haberlerinden hemen sonra "Bu süreci bitirin." demesini başka bir şeyle açıklamak mümkün değil.

Fasl-ı Gül
09-12-2009, 14:52
ZAMAN-Mehmet KAMIŞ- Terörün bildik oyunu

"Bu savaş oyununu oynayanların nasıl olsa çocukları ölmüyor, ölenler bizim çocuklarımız. Bizim canımız acıyor ve bizim can acımızdan onlar kazanç sağlıyor. Nasıl olsa hiçbir savaş baronunun evine acı düşmüyor, evlat acısı yaşamıyor.
Son terör eylemleri Ergenekon gibi statükonun değişmesinden rahatsız olanların ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramıyor. Bu eylemleri PKK yapıyor ve Türkiye'yi bir şeye zorlamaya çalışıyorsa, böyle bir şeyin asla gerçekleşmeyeceğini biliyor olması lazım. Çocuklarını şehit verenler dahil Türkiye'deki hiçbir kimsenin bunu istemeyeceğini, birazcık aklı olan herkes bilir. O nedenle bu terör eylemleri mevcut yapının devam etmesini istemekten başka bir anlam taşımıyor. Eylem yapıp süreci provoke ediyorlarsa, bu onların Ergenekon gibi derin yapılarla işbirliği içinde olduklarının en büyük ispatıdır. Mevcut statükonun değişmesinden en az Ergenekon kadar rahatsız olduklarını gösterir.
Yok eğer bu da değilse, yani eylemler kendi kontrollerinde değilse çıkıp bunu da açıklasınlar."

12 Eylül.. Önce ülkeyi karıştırıp, sonra bir gecede hiçbir şey olmamış gibi, yeni bir sabaha, darbe sabahına uyanmanın yıldönümü..

Bir oyunda yüzlerce cana kıyılmış, sonra sahne kapanmış, başka bir oyuna başlanmıştı. Senaryoyu yazanlar mutlu!, oyuncular perişan..

Bugün darbe değil demokrasinin sesini duymaya çalışıyoruz.. İnsanları, senaryolarla birbirine kırdırmak değil, kırıkları onarmak niyetinde devlet.. Öyle görmek istiyoruz.. Böyle umuyoruz..

Çünkü eylemler bizim bakışımız bu yöne sevk ediyor.. İnsanlar ölerek değil, yaşayarak devletin bekasına hizmet etsinler diye bunca emek.. Demokratik açılım.. Bunun için.

Artık gözyaşıyla değil, sevincle, sürur ile yıkansın topraklar isteniyor.. Biz böyle istiyoruz.. PKKnın son zamanlarda artarak devam eden eylemleri ise onların niyetlerinin ne olduğunu aşikar ediyor.. Kavga devam etsin!!! bir de kavganın etmesini isteyen başka zihniyetler var ki... Onlar hala kendi senaryolarının oynanmasını isteyenlerden başkası değil..

Gözyaşı dinecek inşaallah.. Bizim umutlarımız yeşerecek.. Devlete çok iş düşüyor, millete olduğu gibi..

Hakan Özkan
09-12-2009, 15:04
Toparlıyorum; holding basını boşu boşuna kendini paralamasın. Demokrasi ve özgürlükler hakkında en son laf söyleyecek olanların kendileri olduğunu çok iyi biliyorlar. Şimdi buraya tek tek yazarak vaktinizi almayayım, lakin bu ülkedeki karanlığın koyulaşıp uzaması, özgürlüklerin kısıtlanması için en şahane desteği onlar verdiler. Bir sefer özgürlük ve muhaliflikten onların anladığı şey ile bu kavramların gerçek anlamı farklı. Kimse ticarî entrikasını özgürlük kılıfına sokmaya kalkışmasın, bu milletin karnı tok

Yıldırım
09-12-2009, 17:28
Ergun BABAHAN
12 Eylül ve Ergenekon(12.09.2009)

Eylül belalı bir ay. Dünyayı yıkıma sürükleyen 11 Eylül saldırısı da, ekonomik felakete götüren kriz bu ay içinde oldu, Türkiye’yi kaosa sürükleyen 12 Eylül darbesi de.
“Şartların oluşmasını bekleyen” darbeci generaller, bir gece ansızın geliverdiler.
O gelişleriyle birlikte Türkiye bugün içinde boğuştuğu hukuk batağına savruldu.
O gelişleriyle işkencehaneler, idam sehpaları kuruldu, hukuk dışı infazlar başladı.
Memleket üç-beş generalin eline kalıverdi.
Önce insanları, sonra hukuku katlettiler.
29 yıldır orasından burasından tamir edilip ayakta tutulmaya çalışılan bir darbe hukuku sistemi ile yaşıyoruz.
En başta da anayasa.
Darbe günü birçok insan “Kurtulduk” diye sevinmişti ama bunun Ergenekon tipi bir örgütlenmiş, çalışmış bir yapının ürünü olduğunu elbette bilmiyordu.

BlueMoon
09-13-2009, 10:20
Rauf Tamer Hürriyet 29 Eylül 2007 "Ah Bu Türkçe" yazısından bir paragraf,

"
Bir kısmını elbet tenzih ederim.
Öyle siyasetçiler var ki, sabahtan akşama kadar cep telefonuyla konuşur ama 200 kelimeyle konuşur. Telefon terbiyesi desen, zaten sıfır.
Sadece siyasette değil, günlük hayatta da öyle.
Etrafa bir kulak verin.
Gramer yok.
Diksiyon rezalet.
Türkçe sizlere ömür.
Hele gençler, bir dilekçe bile yazamıyor.
Hele bazı kızlar? Ne söyledikleri anlaşılmıyor: Ham hum şaralop...
Zaten hitap şekillerine bakın, notunuzu verin"

Hakan Özkan
09-13-2009, 10:57
Çağdaş dünyada neredeyse darbelerle yüzleşemeyen tek ülke Türkiye kaldı. Demokratik rejimin kalıcı olabilmesi için çok kişiselleştirmeden darbeyle hesaplaşmak zorundayız. Mevcut Anayasa'nın altında darbecilerin imzası var. Anayasa'nın adı bile 12 Eylül Anayasası... Bu, darbeyle hesaplaşmanın nereden başlanacağını gösteriyor: 12 Eylül ruhunun sindiği Anayasa'dan. Komşumuz, Yunanistan hesaplaştı, İspanya yüzleşti, Türkiye niye hesaplaşmasın?..


Yağmur şiddetlenip, afete dönüşmesinden korkulduğu zaman: Allah'ım! Etrafımızdaki dağlara, tepelere, bayırlara, vadilere ve ağaçlıklara yağsın; üzerimize değil Yağmursuzluk nasıl dua gerektiriyorsa, yağmur da dua zamanının geldiğini haber veriyor. Efendimiz, insanın varlık içindeki yerini, gözbebeği oluşunu kendi hayatında kare kare göstererek, ellerini açıp, Âlemlerin Rabb'ine ihtiyacını arz ettiği zaman neler olabileceğini bizzat göstermiş. İnanmayanlar için değil, inananlar için dua önemli. Ve inananların duasına çok ihtiyaç var

menes
09-13-2009, 11:59
13.09.2009 tarihli Sabah Gazetesi'nden Engin Ardıç'ın ''Değişikliğe uğradım!'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Ertuğrul, durduk yerde "Umre Show"unu okuyucunun Ramazan duygularını sömürmek için yapmadı da, birtakım duyumlar aldı, birilerine "gazete el değiştirirse bana dokunmayın, yerimde kalayım" mesajını iletmek mi istedi acaba? Çünkü kendi deyimiyle "dönme hızına hiç kimse yetişemez"...

Hastalık işte, kafam pek yerinde değil, aklıma olmadık şeyler geliyor...

Bedrettin Dalan zamanında beleşe kapattıkları dere yataklarına gökdelen dikip şimdi de "sonraki" belediyeleri suçlayanları görüp iğreniyorum... Seller garibanları sürükleyip götürüyor da "plazalara" bir şey olmuyor... O zaman da ona buna laf yetiştirmek kolaylaşıyor galiba...

Belki de hastalıktandır, "hallüsinasyon" görüyor olabilirim...

Yalan söyleme özgürlüğünü, adam karalama özgürlüğünü, vahşice saldırı özgürlüğünü koruyabilmek için feryat ediyorlar. Hem salya sümük ağlıyorlar, hem de "başımızı dik tutarız" ayağı koşuyorlar.

Türkiye'yi gerdiler. Okuyucunun ruh sağlığıyla oynadılar. Herkesin tadını kaçırdılar. Hem hükümete, hem kendileri gibi düşünmeyenlere gaddarca saldırdılar. Patronun kıçı kırık çıkarları için verdikleri şerefsiz kavgayı "laiklik mücadelesi" kılıfına soktular.

menes
09-13-2009, 12:16
13.09.2009 tarihli Zaman Gazetesi'nden Hilmi Yavuz'unn ''Demokratik Açılım'ı Nasıl Anlamalıyız?'' başlıklı yazısından bir paragraf ;

Demokrasiye, Laikliğin düşmanı gözüyle bakanlara şunları söylemek istiyorum: Mümkünse, Anayasa'dan 'Demokrasi'yi kaldırıp, yerine, 'Türkiye Cumhuriyeti, Jakoben, Tepeden İnmeci, Laik ve Sosyal bir Hukuk Devletidir' diye yazdırınız. İstediğiniz bu çünkü! Niçin böyle bir teklifte bulunmuyorsunuz? İndiriniz yüzünüzdeki maskeyi, hakiki yüzünüzü görelim! Siz de rahat ediniz, biz de!

S€SSİZ_CıGLıK
09-13-2009, 12:59
Açılım sürecinde en rahatsız olduğum söylem yaptıklarımızın terörü sona erdireceği idi. Bu konuda o kadar ileri gidildi ki neredeyse açılımın tek amacının bu olduğu düşünülmeye başlandı. Yetkililer açılıma itiraz edenlere “Şehit cenazelerinin sürmesini mi istiyorsunuz” diyordu. Sorun terörün sona erdirilmesine indirgenince çatışmalar azalmak yerine artmaya başladı. Açılımı baltalamak isteyenler şiddetin artmasından yanaydı ve bu onlar açısından rasyoneldi. Bu söylem terörün bölgede uygulanan politikaların ve Kürtlere yapılan haksızlıkların bir sonucu olduğu biçimindeki iddiaları güçlendirdi. Biz bu yanlışlıkları düzelterek terörü sona erdirecektik.

MAHİR KAYNAK STAR GAZETESİ (EKTİĞİMİZİ BİÇİYORUZ)

S€SSİZ_CıGLıK
09-13-2009, 13:10
<H1>' SON TERÖRİST ÖLDÜRÜLÜNCEYE KADAR' SÖYLEMİ BARIŞA YATIRIM DEĞİLDİR (HASAN CEMAL 'MİLLİYET')

</H1>
5 günde 1500 kilometre yaptık.
Her durakta aynı şeyi gördüm.
Hava Kuvvetleri (http://milarsiv.milliyet.com.tr/Hava%20Kuvvetleri/1/1138649/) Komutanlığının 30 Ağustos’taki devir teslim törenindeki o söz, “Son terörist (http://milarsiv.milliyet.com.tr/terorist/1/1138649/) ölünceye kadar mücadele sürecek!” sözü bölgede umutsuzluk ve güvensizliği körüklemiş durumda.
Cuma günü Genelkurmay (http://milarsiv.milliyet.com.tr/Genelkurmay/1/1138649/) Başkanlığı tarafından da tekrarlanan bu söylemin barışa yatırım olduğunu sanmıyorum. Güneydoğu (http://milarsiv.milliyet.com.tr/Guneydogu/1/1138649/)’da nereye gittiysek, bu söze büyük tepki vardı.
Biliyorum şimdi denecek ki:
“Ne var yani, devlet kendine silah çekenle mücadele etmeyecek mi?”
Edecek tabii.
Ama iş bununla bitmiyor ya da bu kadar kolay değil. Bu mesele öyle ezberci yaklaşımlarla bitmez.
Nitekim bitmedi de.
Çeyrek yüzyıldır bu ezberci yaklaşımlardır, devletin ve siyasal iktidarların Kürt sorunu (http://milarsiv.milliyet.com.tr/Kurt%20sorunu/1/1138649/) ve PKK (http://milarsiv.milliyet.com.tr/PKK/1/1138649/) politikalarına damgasını vuran...
....

ishakyilmaz
09-13-2009, 13:42
M.Şevket Eygi-Milli Gazete

İslâm'da terörist militanlık yoktur.

Resulullah efendimiz sabır ve hilm timsaliydi. Mekke'yi feth ettiğinde birkaç çok azılı, çok zalim, çok eziyet etmiş müşrik dışında kimseyi idam ettirmemiştir, Hazret-i Hamza'nın katili Vahşi'yi bile affetmiştir.

İslâm af dinidir, bağışlama dinidir.

Kur'ân "Kötülüğü iyilikle uzaklaştırmayı" emir ve tavsiye buyurmaktadır. Böyle yapılırsa, en azılı düşmanın dost olacağı haber verilmektedir.

İslâm kırma dökme, yakma, tahrip etme, asma kesme, havaya uçurma dini değildir. İslâm ölüm dini değil, hayat dinidir.

Bu yüce dini anlamak, algılamak, hikmetlerini ve meziyetlerini öğrenmek için Ashab-ı Kirama, Tâbiîne, Tebe-i Tâbiîne ve ondan sonra her asırda gelip geçmiş hakikî ulemâya, hakikî fukahaya, hakikî meşayihe tâbi olmak gerekir.

ishakyilmaz
09-13-2009, 13:45
Ahmet ALTAN -TARAF

Dünyanın “niye” var olduğunu, bizim “niye” yaratıldığımızı bilseydik gene aynı insanlar mı olurduk, gene aynı şekilde mi davranırdık?

Pek sanmıyorum.

Bu “nedensizlik” bizi mahvediyor bence.

Bu “nedensizlik” bizi bu kadar vahşi yapıyor.

Niye yaratıldığını bile bilmeyen, ayrıca bunu bilmediğini bilecek kadar da gelişmiş bir canlı türü, zavallılığını kendi gözünden gizlemek için debelenip duruyor.

Ama neye yarar o debelenme?

Bir bebek gelir, “niye” der.

Ve, altı milyar insan sessizlikten taş kesilir.

Fasl-ı Gül
09-13-2009, 15:30
13,09,09

YeniŞafak- Fehmi KORU

"Kim sorumlu? Cevabı en kolay soru bu oysa: Siz, ben, hepimiz, gelmiş geçmiş bütün yerel yönetimler, hükümetler... Hepimiz sorumluyuz, herkes sorumlu... Her beş-on yılda bir kabından taşarak gazabını kusan bir derenin ıslahını beceremediğimiz, zaptedilemez olduğunu bildiğimiz halde yoluna içlerinde yüzlerce insanın çalıştığı koca koca binalar inşa ettiğimiz ya da inşasına izin verdiğimiz için sorumluyuz...
O taraklarda bezi olmayanları da, derenin etrafından dolaşmayanlarımızı da sorumluluk halkası dışında tutmak mümkün değil. Örgütlenip sivil topluma dönüşerek yanlış yapanlara engel olmamak gibi bir yükümlülüğü var çağdaş insanın; bunu yapmamışsak görevimizi ihmal ettiğimiz için suçluyuz.
Suçlu aramaya devam etmek isteyenlere bir uyarı: Hiç günahı olmayan ilk taşı atsın!"

Başımıza bir felaket geldikten sonra "günah keçisi" aramyışına düşmek sanki acıları hafifletecekmiş gibi.. Hayır.. Suçlu kim olursa olsun, acılar bitmiyor tükenmiyor..

Suçlu aramak, belki "neden"leri irdelememiz için, suçun nasıl oluştuğunu sorgulamak için gereklidi.. Ve ders çıkarmak için.. Başka canların yanmaması için..


Siyasiler suçlu arayışında.. Yani mesuliyetten kaçma yarışında! Her sine suçlu arayarak "kendinden kaçışını" onaylıyor.. Kendimize gelmemiz gerekirken..


Hatalı olanda bellidir, hata da.. Ve herkes yüreğine danışmalı önce..


Ve yineleyelim:

Hiç günahı olmayan ilk taşı atsın!

Yıldırım
09-13-2009, 15:43
Mümtaz'er TÜKÖNE
'Son terörist' ve 'son 12 Eylül mağduru'(13.09.2009)

12 Eylül askerî yönetimi, bilinçsizce, akılsızca, ahmakça bir şiddet uygulamadı. Tam tersine kendi geleceğini inşa etti. Gelecekte var olabilmek için düşmana ihtiyacı vardı. Askerî dikta ele geçirdiği dizginleri kendisine düşman üretmek üzere kullandı. Son derece basit bir mantık: Yönetmek isteyen askerî gücün düşmana ihtiyacı vardır.
29 yıl aradan sonra sormamız gereken soru, "son terörist" ile "son 12 Eylül mağduru" arasında bir yakınlık olup olmadığı. Bir türlü bulamadığımız "son terörist" 12 Eylül döneminde Diyarbakır'da 5 No'lu Askerî Cezaevi'ndeki "devlet terörü"nün "son mağdur"lardan biri olmasın?
Bugün karşımıza çıkan manzara, kendisine düşman yaratarak gelecekteki iktidarını garantiye almaya çalışan 12 Eylül diktasının maksadını aştığını, yarattığı düşmanla baş edemediğini gösteriyor. Çare, "son terörist" yerine "son mağdur"un peşine düşmek. "Son terörist"i bulamayabilirsiniz, ama "son mağdur" sizi kendi köşesinde bekliyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin "son terörist"in değil, "son mağdur"un peşine düşmesi lâzım. "Son mağdur"un gönlü alınmadıkça "son teröristi" bulamayacağız. "Demokratikleşme açılımı" da tam bunun için gerekli.

Birileri koltuk sevdası için bir milletin bir devletin geleceğini mahvetti ve siyasetin içinde olmak için kendine yapay bir düşman oluşturdu.Soruyorum size bugün ölen şehitlerimiz olmasa PKK diye bir terör örgütü olmasa kim umursar Genelkurmayı...

menes
09-14-2009, 09:33
14.09.2009 tarihli Sabah Gazetesi'nden Engin Ardıç'ın ''Solunuza soğan asın!'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

...O dönemde sol, Türkiye'nin örtülü hiçbir gerçek meselesinin üstünü açamadı. Türkiye'yi "ucundan tanımaya" bile zahmet etmedi. Türkiye'nin tarihini öğrenmeye de tenezzül etmedi. Kendisine sokuşturulmuş olan "Kemalist dogmayı" aşmak şöyle dursun, üzerinde durup düşünme yeteneği bile sergileyemedi. "Düşünme ve tartışma" kavramına, hele hele "aykırı görüşlere" özü gereği yabancıydı. Şimdi yapabiliyor mu bunu?
Hayır. Şimdi de en küçük bir eleştiri kabul etmiyor. AKP iktidarını bir "arıza" sanıyor. AKP'yi iktidara getiren ve uzun süre de orada tutacak gibi görünen "dip gücüne" ya dağdaki çoban diye, ya ampul kafalı diye, ya da göbeğini kaşıyan ayı diye küfür ediyor (halkçıdır ya bu solcular!), "önce halkı eğitmek" gibi İnönü safsatalarından kendini bir türlü kurtaramıyor (sola en büyük kazıkları atmış olan solcu lider İnönü!) ve ne hikmetse, "yangında ilk kurtarılacak evrak" misali, işler sarpa sarınca tası tarağı toplayıp ilk tüyenler de gene onların arasından çıkıyor!
"Bugün yarın devrim tamam" diyenler de Kenan Efendi'nin sopasını görünce kaçacak delik aramışlardı. http://www.sabah.com.tr/c/i/sp.gif

menes
09-14-2009, 10:34
14.09.2009 tarihli Zaman Gazetesi'nden M.Nedim Hazar'ın ''Üçüncü yol''başlıklı yazısından bir bölüm ;


En az '80 öncesi kadar zulüm ve insan hayatına mal oldu darbe ve darbeciler. Akıl-mantık rafa kalktı, daha berbatı inanılmaz vurdumduymaz ve salaklaştırılmış bir jenerasyon yetiştirilmeye çalışıldı. Tuhaf bir kahramanlık ve milliyetçilik kılıfında sıradan faşizm geliştirildi. Bu dönem ortalığa sıçrayıp demokrasi ve özgürlüklerin aleyhine sallayanların tamamı bu kuşağın üretimidir. (Sen de dâhil çakma hukuk doçenti ağabey!)
Darbe oldu olmasına ve kan durdu durmasına ama sonrasında oluşan cunta rejimi de bir tuhaftı.

...
Hangi filmde hatırlamıyorum, birisi "bir sorunun üç çözüm şekli vardır" diyordu; "mantıklı çözüm, mantıksız çözüm ve askerî çözüm!" Bu üçüncü yol uzun yıllar bu ülkede hüküm sürdü.

BlueMoon
09-14-2009, 11:56
Hasan Celal Güzel 29 Haziran 2006 "Bit pazarına Nur Yağmayacak" adlı köşe yazısından bir paragraf:

"Demirel'in, hiç şüphesiz bu millete hizmetleri olmuştur; barajlar, köprüler yaptırmıştır. Ancak, özellikle 28 Şubat Dönemi'ndeki darbecilerle işbirliği, onu milletin gözünden düşürmüştür. 80 yaşından sonra çizdiği 'laikçi' imaj, başörtülü kızları Arabistan'a göndermeye yetmeyecektir ama Demirel'i, birtakım şakşakçılar dışında Kutup yalnızlığına itmeye yeterlidir. Demirel'e bundan sonra yakışan, benmerkezçi hesaplardan vazgeçip eski Amerikan cumhurbaşkanları gibi, ülkesine milletlerarası platformda hizmet etmektir. Bu şekilde devam ederse, Allah gecinden versin ama tabutunun arkasından erkân-ı devlet haricinde yürüyen kimseyi bulamayacaktır."

BlueMoon
09-14-2009, 12:00
Abdullah Abdülkadiroğlu 4 Nisan 2009 "bükemediğin bileği öldürürsün" adlı köşe yazısından bir paragraf:

"İrade zayıflığının en basit yolu olan sigara bile içmiyorsa.

İşin hepten zordur.

Varlığını korumak ve deşifre olmamak için tek yolun kalmıştır.

Kanunsuzluklarını affetmeyecek bu adamı ortadan kaldırmak zorundasın.

Yani; bükemediğin bileği öldürürsün.

Şimdi soruyorum ?

Sizce Muhsin Yazıcıoğlu’nu ortadan kaldırmaktan başka çareleri var mıydı ?
Abdullah ABDULKADİROĞLU"

ishakyilmaz
09-14-2009, 12:05
Şamil Tayyar - Star-
Büyüyünce yine eşek olacaksın

Gelen üstadım, giden üstadım...

Üstat devri kapandı

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’le daha bu vergi cezası ortada yokken konuşmuştum, bu sakıncalı durumdan söz ettiğimde, “Kesin haklısın. Onun için göreve gelir gelmez yayınladığım bir genelgeyle üstat diye seslenmeyi kaldırdım. Maliye’de artık üstat devri kapandı” dedi.

İşte, Doğan Grubu’nun anlayamadığı budur. Eskiden “üstat” yoluyla çözülen işler, artık hesaba çekiliyor.

Enis Berberoğlu’nun dünkü yazısının son bölümünde, üstatların acz içinde kaldıkları veya cehaletle baş edemedikleri kaygısına yer vermesi de bu değişimin iyi okunmadığını gösteriyor.

Yanında çalıştırdığı onlarca üstadı ne yapar bilemem, Aydın Doğan şunu iyi bilmeli, artık üstat devri bitti.

Bu süreç nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Başta medya patronları olmak üzere, iş dünyası, üstat geleneğine dayalı vergi cambazlığını terk edecektir.

Ama değişimin iyi okunması gerekir. Mesele, sadece isim değişikliği değildir. Zihniyetin evrim geçirmesi gerekir.

Hani, lakabı “eşek” olan adamın, eşinin şikayeti üzerine lakabını değiştirmek için köy heyetine başvurup “sıpa” ismini kaptıktan sonra heyecanla evin yolunu tuttuğunda, karısının verdiği cevabı hatırlıyor olmalısınız: “Ne fark etti, ha eşek ha sıpa. Büyüyünce yine eşek olacaksın...”

Söz meclisten dışarı...

ishakyilmaz
09-14-2009, 12:07
Ahmet Kekeç - Star
Sen de nerden çıktın?

Lakın ne buyurmuş? “Çok partili siyasi hayata girdiğimiz günden bu yana Türkiye’de görev yapmış tüm belediye başkanları, Türkiye’deki çarpık kentleşmeden sorumludurlar. Bunun cezasını çekmelidirler. Hak etikleri ceza idamdır. Anayasamızda idam yoktur ama mutlaka cezaya çarptırılmalıdırlar. Hatta şu bile düşünülebilir: İdam cezasının kaldırılmasıyla ilgili maddeye bir parantez açılarak ‘belediye başkanları hariç’ yazılabilir.”

Nasıl?

Harika, değil mi?

Bizi çarpık kentleşmeden, yanlış yapılaşmadan koruyacak bu “büyük politik buluş”un sahibi kim?

Kim olabilir?

Elbette dostumuz Abdullatif Şener.

Kendisi Türkiye Partisi genel başkanıdır.

Mevcutları yetersiz, hatta ülke için zararlı bulduğu için, kurucu genel başkan yardımcılığını yaptığı partiden istifa edip yepyeni, sıfır kilometre, hiç yıpranmamış, iktidara gelme şansı bulunmadığı için hiç yıpranmayacak bir oluşuma gitmiştir.

Fasl-ı Gül
09-14-2009, 18:53
Yenişafak- Gökhan Özcan-Vicdanların 12 Eylül Günü


"Son birkaç yıl içinde öyle çok kanıt gördük ki artık biliyoruz; bu ülkenin ahengini bozanlar hep, sonradan nizam vermeye gelenlerin arasından çıkıyor. Bu trajik gelgitin farkındayız artık. En aymazlarımız bile ayıldı, uyandı, görüyor bu acıklı gerçeği. Bu ülkenin binlerce genç insanının hayatlarını, umutlarını, heyecanlarını, ideallerini ve eyvah ki geleceklerini kaybettikleri bütün bu süreçler, artık aşikâr ki toplumsal bir çatışmadan, insanî bir anlaşmazlıktan, bur ruh ve kan uyuşmazlığından başlamıyor. İlk kıvılcım asla masum bir kibritten çakmıyor. Ve o kıvılcımdan tutuşan o kahredici ateş, yazık ki o yanılmış, o kanmış, o aldanmış masumlardan başkasını asla yakmıyor.
Kalbinde bu ülkeye karşı bir fenalık taşımayanların, kim olurlarsa olsunlar, geçmişte hangi yanlışa inanmış, hangi hataya düşmüş olurlarsa olsunlar bu “muhasebe”ye katılması şarttır. Tarih defalarca gösterdi ki bütün yanlış hesaplar; bu toplumun aşırı denebilecek sabrı, metaneti, ama doğruyu şaşırtıcı ölçüde isabetle bulan sinesine çarpıp dönüyor. Ama yıllar geçiyor, nesiller kırılıyor, umutlar sönüyor. Akılları başa almanın ve orada tutmanın yolunu artık bulmamız gerekiyor. Toplumsal takvimin bütün karanlık yapraklarında bu akıl duraklamasını yaşamaya devam edebilirsek; her sayfası aydınlık yepyeni bir gelecek takvimi kazandıracaktır bu muhasebe bize."


Ekram Dumanlı-Zaman-Felaketten Ders alınacaksa

"Türkiye'nin dengesini, siyasetin yüksek ateşi bozuyor. Mesele siyasî zemine kayar kaymaz meselenin zatî gerçekliği ikinci plana atılıyor ve kutuplaşmalar yaşanıyor. Ortada büyük bir felaket var; birilerinin umurunda olan tek şey siyasî rant elde etmek."

Alıntıladığım iki yazı konu olarak birbirinden farklı gibi.. Biri 29 yıl öncesinden bahsediyor, diğeri üç gün..

Biri 12 Eylül darbesinin, yaşanılanların, bıraktığı izlerin tekrar gözden geçirilmesini, tekrar gözden geçirilerek aynı oyunun piyonu haline gelinmemesini vurgularken; diğeri sel felaketinden kendi payımıza nemalanmak, rant ile siyasi çıkar elde etmek yerine ders çıkarmamız gerektiğinden dem vuruyor..

İnsan bazen yaşadığı anı, içindeki bulunduğu zamanı net olarak göremez, algılayamaz.. Dışarıdan kendini izlemesi lazım, kendiyle yüzleşmesi.. Toplumlarda öyle;İnsan çoğu zaman ortaya atılan tohumun "fitne tohumu" olduğunu farkedemeden galeyana geliyor ve sonuç: gözyaşı..

Gerçeği görmenin tek yolu var: Duygularla değil akıl ile feraset ile vicdan ile hareket etmek..

İki yazının ortak paydası: Muhasebe..

İnsanın kendini hesaba çekmesi.. Toplumun aynı gaflete tekrar düşmemesi.. Her muhasebe de sonuçlarıyla kıymetli.. Aldığımız derslerle..

12 Eylül darbesinden oyunların "piyonu" olmamak düşer payımıza.. Sel felaketinden "tedbirli olmak" bugünü, yarını düşünerek "ayakları yere sağlam basmak".. Ve illa ki muhasebe yapmak.. Başkasını suçlamak için değil, kendimize gelmek için..

Ayağımıza çukura basmadan, dereyi ev yutmadan adımımızı nereye attığımızı bilmek gerekmez mi?.

menes
09-15-2009, 10:08
15.09.2009 tarihli Zaman Gazetesi'nden Ekrem Dumanlı'nın ''Yargıya güven'' başlıklı yazısından bir paragraf ;

Başa dönerek şu soruyu tazelemek isterim: Güvenilir bir yargı sistemine ihtiyaç var mı? Evet! Ancak yargıya güvenmek için yargının hem bağımsız olması gerekiyor hem tarafsız. Yargı reformu buna katkı sağlayabilir; ancak sorunun çözümü şu zihniyet değişikliğinden geçiyor. Yargı mensupları cübbeyi giydiği an siyaset elbisesini çıkarıp atmış olacak. Bizde yargı bağımsız olmasına bağımsız da tarafsız mı o konuda çok büyük bir tereddüt var. Yargı bu tereddütü ortadan kaldırmaya mecbur.

menes
09-15-2009, 10:17
15.09.2009 tarihli Zaman Gazetesi'nden İhsan Dağı'nın ''Sandığın içini boşaltan adam'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Türkiye'nin nasıl bir kabuk değiştirdiğini Demirel gibi siyasetçilerin düştükleri entelektüel seviye ve toplumsal yalnızlığa bakarak anlamak mümkün. Bir, dün demokrasiyi emanet ettiklerimize bakınız, bir de bugünün demokratlarına ve demokrat siyasetçilerine.

Tank sesini duyduğunda her daim şapkasını alıp giden zat, 'herkes, meselesini sandıkta halledecek' diyerek millete akıl veriyor. Siz merak etmeyiniz, millet zaten halletti meselesini sandıkta... Siz bu akılları keşke etrafınızda dolaşan Ergenekon sanıklarına verseydiniz.

LeyaL
09-15-2009, 12:03
Ahmet Turan Alkan

Siyasi hayatımızda bu kadar " kötü ve hain " figür bulunmasının anlamı ne olabilir ?

Şu günlerin siyasi ikliminde sıkca rastladığımız,
" biz sütten çıkmış ak kaşık gibi iyiyiz; rakiplerimiz ise hep kötü, hain ve tehlikeli "
değelendirmesini düşünürken sizinde tereddüde kapıldığınızı tahmin edebilirim.
Siyasi hayatımız ne yazık ki bir celtinmenler anlaşmasına dayabnıyor;
siyasette şovalyelik, civanmertlik, iyi niyet kuralları işlemiyor.
Türkiye'de siyaset, rakibin hep kötü olduğu varsayımı üzerine bina edilmiş.

Siyasette faziletin üstün tutulduğu bir zihni iklim Eflatun'dan beri hayal..

Bu olguyu değiştirmeye gücümüz yetmeyebilir ama en azından anlamayı deneyebiliriz;
böylece olup - biteni daha doğru ve gerçekci değerlendirme şansına kavuşmuş olacağız..



AKSİYON dergisi 14-20 eylül (haftalık dergi)

LeyaL
09-15-2009, 13:28
Ahmet Taşgetiren

Sistem nasıl yürüyecek ?

Türkiye bugün de,28 Şubat'ın açdığı yaraları sarmaya çalışmakdadır.
Aynı şeklilde Türkiye'nin, aradan geçen 29 yıl sonra 12 Eylül Anayasasını değiştirmeye çalışması gibi..

1950'den bu yana, sistem bünyesinde pek çok rotasyon yapıldı.
Toplum talepleri en azından fiilî planda, sisteme enjekte edildi.
Buna rağmen, Türkiye, toplum - sistem ilişkisinde hâlâ ciddi sancılar yaşıyor.

Denir ki;
- bu sistem bilinç derinliğinde Türk - Sunni - Hanefi üçlüsünün buluşduğu bir sistemdir.

Böyle olsa, söz konusu toplum kesiminin sistemle ilişkisinin aliyyülâlâ olması gerekir.

Peki öyle mi ?
Tabii değil..

" Ülke çoğunluğunun sistemle problemli olduğu "nu şu anda ülkeyi yönetme sorumluluğu bulunan,
yani seçimlerde ülke insanının 50 ye yakınının oyunu alan kadroların sözcüleri seslendiriyor.
Hâkim sistem nasıl bir denge (!) kurdu ki, ülke çoğunluğu ile problemli hâle geldi?

"Kürt meselesi", ta Cumhuriyet'in kuruluş günlerinden bu yana, ülke gündeminden düşmüş değil.
Hep güç kullanılarak çözülmüş bir mesele. Son 25 yıllık dönemde, gücün gücü meşrulaştırdığı gibi
bir telafi mekanizması işlese bile, bu gün, ifade özgürlüğünün bir ölçüde de olsa sağlanması sonucu,
Kürtlerin sistemle çok hayati sorunlarının bulunduğu ortaya konuyor.

...

Türkiye, yıllardır " Askerin sistem üzerindeki etkisini azaltmak " için yasal ve psikolojik adımlar atmaya uğraşıyor.
Yargının sistem içindeki misyonu, demokratik talepleri kontrol ve ve yaptırım uygulama yönünde gündeme geliyor.
...

AKSİYON dergisi 14-20 Eylül (haftalık dergi)

ishakyilmaz
09-15-2009, 14:40
Serdar ARSEVEN-VAKİT Melih Gökçek’in “içki” referandumu

Bu Ramazan günü, “içki”li bir makale yazmak istemezdim; lâkin tartışmalar beni âdeta mecbur etti.
CHP’nin ağır toplarından Yılmaz Ateş; “Melih Gökçek, içki referandumuyla bölücülük yapıyor. Almış eline bıçağı, kıyım kıyım kıyıyor, bunların başka problemleri var ” filan deyince tepem attı.
Ne bölücülüğü kardeşim; ne lâiklik karşıtlığı?!
Ankara’nın ağırlıklı olarak CHP’lilerin yaşadığı Bahçelievler Yedinci Cadde denilen bölgesi, “Trafiğe kapatılsın mı kapatılmasın mı?” sorusu gündeme gelmiş…
Bahçelievler’in bağlı bulunduğu CHP’li Çankaya Belediye Başkanlığı, bu konu üzerinde hassas…
Onlara da bir sürü şikâyet ulaşmış vatandaştan, “Yollarda yürüyemez olduk. Bu dar cadde, baba vergisi dört çarpı dörtleriyle, lüks otomobilleriyle ortalığı savaş alanına çeviren zıpçıktıların yükünü taşıyamıyor!..”

Şişede durduğu gibi durmuyor ya içki; o alkol duvarını aşmış gençler filan, gecenin 1’inde 2’sinde her türlü icraatı eylemekte vatandaşın gözleri önünde.
CHP seçmeni olunca, ille de rezillikten yana olacak değil ya…
O da tepki gösteriyor olan bitene;
O lüks evinin içinde, “Bir babayiğit çıksa da kurtarsa” diye bekliyor.

O babayiğit, AK Partili Melih Gökçek oluyor, CHP’lilerdeki kadere bak!..
Ve daha ilginci;
Büyükşehir Belediye Meclisi’ndeki, “Yedinci Cadde trafiğe kapatılsın mı?”, “Daha fazla içkili yer açılması engellensin mi?” gibilerinin de yer aldığı bir dizi Referandum Belgesi’nin çıkışına, CHP’liler de destek veriyorlar.
Oybirliği ile alınıyor referandum kararı…
AK Partili Melih Gökçek ile CHP’li Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık, “İçkiye sınırlama”nın da yer aldığı referandum kararını elbirliği ile geçiriyorlar.

ishakyilmaz
09-15-2009, 14:49
Ahmet ŞAHİN-ZAMAN

Kadir Gecesi'ni kendimiz hakkında, nasıl bin aydan hayırlı hale getirebiliriz?


İşte Kadir Gecesi'nde aldığımız bu, daha günahsız bir İslami hayat yaşama kararıyla gecemizi kendimiz hakkında bin aydan hayırlı hale getirmiş oluruz. Çünkü bu kararla bin ay da yaşasak daha günahsız bir hayat yaşayacaktık. Hadis-i şerifte, müminin niyeti amelinden hayırlıdır, buyrularak, niyetini düzelten mümin, böyle bir ikrama layık görülüyor. Yeter ki, daha temiz bir İslami hayat yaşama niyetine girme kararı alalım Kadir Gecesi'nde..

-Var mısınız günahları terk edip sevapları devam ettirme kararı alarak Kadir Gecesi'ni kendi hakkımızda bin aydan hayırlı hale getirme azim ve niyetine? Unutmayın, böyle bir niyetten sonra tek ay dahi yaşasak, bin ay yaşamış gibi ikram görebiliriz Rabb'imizin yanında. Çünkü bin ayda yaşasak tertemiz bir İslami hayat yaşayacaktık Kadir Gecesi'nde aldığımız bu karar sebebiyle.

İşte bu niyet ve karara biz, 'zatında bin aydan hayırlı olan Kadir Gecesi'ni, kendi hakkımızda da bin aydan hayırlı hale getirme niyet ve kararı' diyor, böyle bilinçli bir niyetle ihya edeceğimiz Kadir Gecesi diliyoruz size, bize, hepimize!.

BlueMoon
09-15-2009, 15:05
Güneri Civaoğlu 15 eylül 2009 salı "çanak tutmasın" konulu köşe yazısından bir paragraf

"ÖTE yandan... Gene bu “silahlar sussun, parmaklar tetikten çekilsin” genel söylemini artniyetsiz ve akılcı olarak kullananlar da var. Onlar “aklını peynir ekmekle yememiş olanlardır.”
Birincilerin oyunlarına gelmeyen bu ikincilerin, fizibilitesi de olan akılcı yol haritası eskizi şöyle:
“PKK eylem koymamalı ve güvenlik güçlerinin operasyon yapabileceği coğrafyadan da uzaklara çekilmeli, böylece çatışmanın olmadığı, kan dökülmediği bir süreçte çözüm daha kolaylaşır.”
Ayrıntıları tartışılabilir ama genel yaklaşım doğru.
Zaten PKK da “tek taraflı ateşkes (http://milarsiv.milliyet.com.tr/ateskes/1/1139368/)” ilan etmiş değil midir?
O halde bu tavrını sürdürmeli, güvenlik güçlerinin operasyon yapmasına gerek olmayacak coğrafyalara çekilmelidir.
Kısacası “ateşkes ilan ettim” diye açıklama yapıp sonra da güvenlik güçlerinin burnunun dibinde namlu göstermek ve operasyona çanak tutmak, kanın durmasını istiyor demek değildir"

BlueMoon
09-15-2009, 15:08
Abdullah Abdülkadiroğlu 28.08.2009 tarihli "Paşam yeter artık" başlıklı köşe yazısından bir paragraf,

"Pimini çekip askerin eline bomba vermek ve ‘parmağını çekersen patlar çekmezsen patlamaz’ demek !

Bunun anlaşılabilir bir tarafı yok.

Anlaşılamayan belki bundan daha önemli bir başka şey de; bu cinayetin üzerinin kapatılmak istenmesi.

Ortaya çıkmasa; bir askerin kazara elindeki bombayı patlattığını ve kendisiyle birlikte 3 arkadaşının da hayatını kaybetmesine sebep olduğunu sanacak herkes.

Bu olay vahim ama üzerinin örtülmesi daha da vahim.

Şimdi duyduğumuz her şehit haberine biz kuşkuyla mı yaklaşacağız ?"

idris2525
09-15-2009, 15:43
Türkiye'nin en büyük derdi, anayasal kurumların güven erozyonudur. Vesayet düzeni adına cepheye sürülmüş bir yargı görüntüsü, her ülkede yargıyı yaralar, yargının tarafsızlığını şaibe altına sokar. Eğer yargı, askerî bürokrasinin yanaşık düzeninde, sürekli dirsek temasıyla görev yapar hale gelirse, bu, devletin ortak aklını yitirmesi demektir. Yargı, halkı sindirmek isteyen yönetici elitlerin, tahakküm vasıtası değildir. Milli iradeyi sürekli baskı altında tutmak isteyenlerin, tek kelimeyle statükonun; bekçisi, zırhı, tamponu, emniyet supabı hiç değildir...

Hüseyin Gülerce -Zaman

AÇILIMA KAYGILI, İHTİYATLI BAKIYORLAR
Esad'la görüşmeden önce bazı Suriyeli yetkililerle konuşma imkanı bulmuştuk. Şam'da herkesin gözü kulağı şu an itibarıyla Türkiye'nin Kürt açılımında. Kafaları karışık. Çerçeveyi görmek istiyorlar. Biraz da endişeli bir hava sezdik. Kendi içinde Kürt nüfus barındırdığı için bu konuda atılacak her adımın Suriye'yi etkileyeceği düşüncesindeler. Esad'la mülakatımızın çok önemli bölümü de bu konudaydı, ancak çok kritik bölümlerde 'buraları yazmayın' diye rica etti. Türkiye'nin içişlerine karışıyor görüntüsü vermemeye özen gösteriyordu. Fakat, 'Erdoğan'la buluştuğumda bu konuyu görüşeceğiz' sözü Esad'ın gündemine ilişkin en can alıcı işareti veriyordu. Kısa süre önce Şam'ı ziyaret eden Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile de Kürt açılımını konuşmuşlar ama henüz çerçeve belli olmadığı için soru işaretlerine yanıt alınamamış. Esad, iyimserliğini ise 'Türkiye'nin rahatlaması bizim rahatlamamızdır. Bölgenin daha fazla çözüme ve açılıma ihtiyacı var' sözleriyle ortaya koyuyor.

idris2525
09-15-2009, 16:17
15.09.2009 tarihli sabah gazetesinden erdal safağın ``Mutluluğu ölçmek (http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/safak/2009/09/15/mutlulugu_olcmek) ``adlı yazısından bir bölüm Büyüme hızı, gayrısafi milli hasıla, kişi başına düşen milli gelir, bir ülke ekonomisinin durumuna ve o ülke halkının yaşam düzeyine ilişkin yeterli fikir verebilir mi?
Aynı şekilde, BM uzmanlarının düzenli olarak yeniledikleri "İnsani gelişme endeksi" bir ülkedeki yaşamın kalitesini yeterince yansıtabiliyor mu?
"Hayır" dedi Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve 2008 Şubat'ında "Ulusal zenginliği ve bireylerin refahını" daha gerçekçi olarak ölçebilecek ve bu sayede siyasilerin daha tutarlı politikalar geliştirmelerine yardım edecek yeni veriler bulunması için özel bir komisyon görevlendirdi.
Nobel ödüllü iki iktisatçı, Amerikalı Joseph Stiglitz ve Hintli Amartya Sen ile Paris Siyasal Etüdler Enstitüsü öğretim üyelerinden Prof. Jean-Paul Fitoussi'den oluşan komisyon dün raporunu Sarkozy'ye sundu.

Yeni çağın verileri
Raporda 12 öneri yapılıyor, daha doğrusu 12 yeni istatistik alanı sayılıyor. İşte birkaçı:
Maddi refahı ölçmek için gelirin yanı sıra tüketim de hesaplanmalı. Zira gayrısafi milli hasıla genellikle ticarete konu olan üretimi esas alıyor ama aynı zamanda ekonomik refahın da ölçüsü kabul ediliyor. Bu çifte kullanım "Halkın memnuniyet düzeyi" konusunda yanıltıcı sonuçlara götürüyor

Fasl-ı Gül
09-15-2009, 17:56
15.09.09

Zaman- M.Türköne- 'Son terörist' kim?

"Devleti var eden hukuktur. Devlet kendisini var eden hukuku çiğnediği zaman meşruiyeti kalmaz. Devletin sahip olduğu şiddet kullanma ayrıcalığını yerine getiren güvenlik birimleri, ellerindeki silahı hukuk dışında kullandıkları zaman bunun adı "devlet terörü"dür. Terörün en acımasız, en yıkıcı ve en zalim biçimi budur. Hiçbir terör biçimi, devlet terörü kadar insan onuruna ve merdaneliğe aykırı olamaz.
Yıllar boyu, özellikle genç nesiller devlet terörüne maruz kaldı. Kimliğimizde, kişiliğimizde, düşüncelerimizde, ilişkilerimizde, gece gördüğümüz rüyalarda bu terörün izleri var. Devlet terörünün şekillendirdiği bir ülkede yaşarken, bizi hâlâ esir tutan bu zincirlerin hesabını görmeden, önümüzde duran sorunlarla baş edemeyiz. Hiç olmazsa bu sebep-sonuç ilişkisini fark etmeliyiz.
12 Eylül'ün 29. yıldönümünde yazılanlar ve konuşulanlar toplumun geçmişiyle hesaplaşarak geleceğini kurtarmaya azmettiğini gösterdi. Bu azimle "son terörist"i de bulur ve etkisiz hale getiririz. Acı tecrübelerimizle, devlet terörünü başını kaldıramayacak şekilde yerin dibine gömdüğümüz gün "son terörist"in de hakkından geleceğimizi biliyoruz.
Kim oldukları önemli değil; "son terörist"ler bizim sabrımızla, yüreğimizle, aklımızla buharlaştırıp yok edeceğimiz kişiler. "

Ergenokon Davası, yargıda reform çalışmaları, demokratik açılım ve ardından gelecek yeni çalışmalar.. Hepsi de farklı dağlarda, farklı "biz"leri "öldüren" teröristleri yok etmek için yapılan eylemler..

Son terörist tüm kulvardaki zalimlerin düşünce sistemlerinin yıkılmasıyla ölecek.. Son terörist hakkımızda "başkalarının" yazdığı oyunların figüranı olmadığımız zaman ölecek.. Son terörist devletin kendi içindeki fikri ve fiili teröristleri "yok ettiğinde" ölecek..

menes
09-16-2009, 10:45
16.09.2009 tarihli Sabah Gazetesi'nden Engin Ardıç'ın ''Siyasi terbiyesizlik'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Bahçeli, ucuz ve basit bir "kasaba politikası" izliyor.
Bu politikanın ana hatları, laf yetiştirmek, dayılanmak, slogan atmaktan ibarettir.
Bahçeli'nin (ne de Baykal'ın tabii) ola ki iktidara gelirse ne yapacağını, ne uygulayacağını, neyi nasıl yöneteceğini, neyi değiştireceğini bilen yok!
Onun için de, ancak "kendi kitlesine" şirin görünebiliyor ve aldığı oy da yüzde 10 ile yüzde 15 arasında dolanıp duruyor.
En büyük umudu olsa olsa bir "CHP-MHP koalisyonu" olabilir ki, o bile çok zor. Kaldı ki, Sayın Bahçeli'nin bir koalisyonda neler yapabildiği, daha doğrusu neler yapamadığı daha önce denendi ve halk tarafından görüldü.
Bir CHP-MHP koalisyonu... Aslında birbirlerine yakışırlar da ha!
Çünkü biri İttihat ve Terakki Fırkası'nın A takımının mirasçısıdır, öteki İttihat ve Terakki Fırkası'nın B takımının mirasçısı.

menes
09-16-2009, 11:28
16.09.2009 tarihli Zaman Gazetesi'nden Mehmet Kamış'ın ''Darbelere sessiz kalmak mı, demokrasiye sahip çıkmak mı?'' başlıklı yazısındab bir paragraf ;

Unutulmamalıdır ki, darbelere sessiz kalmak yerine demokrasiye sahip çıkanlar, eninde sonunda kazanan tarafta yer alacak; büyük çığlıklara ihtiyaç duyduklarında yanlarında hep büyük halk kitlelerini bulacak. Aksini yapanlar ise yalnızlıktan kurtulamayacak.

ishakyilmaz
09-16-2009, 14:32
Hüseyin Öztürk - Vakit
Kimileri Laf Kimileri İş Üretir

Dünyanın her yerinde iki kesim insan tipi vardır. Bir kesim ki, bu kesimin tuzu kuru, bir elleri yağda bir elleri baldadır. Tuzlarının kuruluğu ise alın terlerinden değil, başka yollardandır. İşte bu kesim sadece laf üretir.
Yalnız laf üretirken iyilik üzerine değildir sözleri. Keşke adam gibi laf üretseler, yüreğimiz yanmaz ama hep fitne ve fesat üzerine tohum eker sonra da ektikleri tohumları ortalıkta bırakıp, keyiflerine bakarlar.
İkinci kesim ise devleti ve milleti sahiplenmenin şuuru ile sadece iş üretir ve faydalı hizmetlerde bulunurlar. Toplumun iyi zamanında da kötü zamanında da her ferdin yanında olmayı bilir ve yüreklere, gönüllere, kalplere, dayanışmalara, paylaşmalara hizmet eder; toplumun sosyal ve ekonomik dengesinde birer unsur olmaya çalışırlar.

ishakyilmaz
09-16-2009, 15:01
ERTUĞRUL ÖZKÖK
HÜRRİYET
Provokatör veya yoldaş

Başbakan Erdoğan ve AK Parti kurmaylarını yakından izliyorum.

Türkiye, Kürt sorununun çözümünde çok kritik, ama tarihi önemde bir kavşağa geldi.

Bu noktadan itibaren, bildiğimiz klasik “teenni” siyasetleri ile bir yere gitmemiz mümkün değil.

Bazı siyasetçiler ya risk alıp, bu sorunu düzeltmek için radikal adımlar atacak.

Veya 25 yıldır sürdürdüğümüz klasik “teenni” ile hareket edeceğiz.

Teenni, bazıları için, hayattaki en güvenli siyasettir.

Benim için ise sıradanlığın öteki adıdır.

Korkaklık, beceriksizlik, siyasetsizlik çoğunlukla “teenni” örtüsünün altında gizlenir.

Teenni bazı siyasetçilerin karakteridir. O yolla uzun yıllar “idare ederler”.

Ama Kürt sorunu, artık bu tür siyasetçilerin mantığı ile “idare edilme” noktasını geçti.

Artık hepimiz almamız gereken riskleri yüklenmeliyiz.

Şimdi bir siyasetçi için “tarihe geçmenin” tam zamanıdır.

Bu sorunu çözüp, Türkiye Cumhuriyeti’nin iki yakasını bir araya getirecek siyasetçi, bu ülkeye en büyük hizmeti yapmış olacaktır.

Bu sözleri, oturduğu yerden maval okuyan, sınırlı sorumlu, bir gazetecinin “dolduruşları” olarak okuyabilirsiniz.

Ama risk alıp, ülkenin kaderini değiştirecek siyasetçinin sağlam bir yol arkadaşının teşvikleri olarak da.

Fasl-ı Gül
09-16-2009, 17:24
16.09.09
Mehmet Kamış- Zaman-Hukukun Güçle imtahını

"Unutulmamalıdır ki, darbelere sessiz kalmak yerine demokrasiye sahip çıkanlar, eninde sonunda kazanan tarafta yer alacak; büyük çığlıklara ihtiyaç duyduklarında yanlarında hep büyük halk kitlelerini bulacak. Aksini yapanlar ise yalnızlıktan kurtulamayacak.
Bugün Türkiye'nin en büyük medya grubuna verilen cezadan dolayı hiçbir sivil toplum örgütü eylem yapmıyor. Protesto yürüyüşleri olmuyor. Ülkenin entelektüellerinden neredeyse hiç ses çıkmıyor. İşin doğrusu onların da bir beklentileri yok. Bugüne kadar hakkın ve hukukun savunuculuğunu yapsalardı, demokrasinin öğretmenliğine soyunsalardı, statükoyu canhıraş bir şekilde savunmak yerine topluma yaslansalardı kimse bu kadar suskun kalmayacaktı.
İnsan elinde güç olduğu zaman cennete düştüğünü ve onu bir daha asla kaybetmeyeceğini zannediyor."

15.09.09

Yıldıray Oğur-Taraf- Şimdi sizin için geldiler işte
Ahmet Kaya için geldiklerinde, sesinizi çıkarmadınız. Hatta “Vay Şerefsiz” diye manşetler attınız. Merve Kavakçı’yı Meclis’ten atarlarken, sesinizi çıkarmadınız. Hatta çocuklarının ilkokulda yuhalanmasına kadar varan linçi siz yönettiniz. Hrant Dink için gelenler sizin attığınız manşetlerle döşenmiş yollardan yürüdü. Onun ölümüne neden olan yanlış anlaşılan yazısının doğrusunu yazmaya bile tenezzül etmediniz. Başörtülü kızlar için gelsinler diye kampanya yaptınız. Hatta gelmeyenleri rejim düşmanı ilan ettiniz. ‘Türkiye Türklerindir’ demekte ısrar ettiniz. Kürtler için gelenleri omuzlarınıza aldınız. Albay Temizözleri kurtarmak için seferber oldunuz.
Diğer gazeteler kapatılırken, gazeteciler, yazarlar tutuklanırken, baskı altına alınırken ne yaptığınızı ise hiç hatırlatmayacağım.
Ve işte sonunda bugün sizin için de geldiler.
Ortada kimse olmamasına neden şaşırıyorsunuz ki?"

Biri düne ait bir köşe, diğeri bugün yayınlandı.. İki farklı gazete..

Haksızlık karşısında susmamaktan bahsediliyor yazıda.. Canının yanacağını bilsende adaletsizliğe, zulme rıza göstermemek. "Var olduğunu" hissettirmek yani.. Hareket edebilmek..

İlk yazı genel, ikincisi özel.. Ama ikiside eleştirinin ötesinde hayatımıza etki etmesi gereken satırlar..

"Haksızlık karşısında susarsan, birgün yanında kimsenin kalmadığını görebilirsin" fikrinde..

İki yazının da tamamını okuyup karşılaştırsın merak edenler..
Merak edenleri de etkiler mi bu satırlar?..

Yıldırım
09-17-2009, 01:11
Yaşar ÖZAY
Eğitimde Hedef Tumtmuyor(17.09.2009)
Milli Eğitim Bakanlığı öğretmen açığının 80 bin olduğunu açıklıyor. Sendikalar bu rakamın 150 bin olduğunu ifade ediyor. Öğretmenler öğretmen alımlarında meslek dışı soruların yöneltilmesinden yakınıyor. Okul yöneticileri, yetkililerin okulun temizliğinden, yakıtına kadar her tür sorunun giderilmesini kendilerinden istediğini belirtiyor, ama bununla birlikte bu işlerin yapılması için velilerden bağış alınmasını yasaklamalarına akıl erdiremiyor. Vakıf üniversiteleri YÖK'ten kontenjan artışı istiyor, boş kontenjanları için kara kara düşünüyorlar. Devlet üniversiteleri kontenjan artışı istemezken YÖK kontenjanlarını artırıyor. Bu olumsuzluklar sistemli bir eğitim politikası olmaması ve öğrencilere gerekli becerileri kazandırmayan bir eğitim sistemine sahip olmaktan kaynaklanıyor... Bireysel başarılarıyla hep övündük. Nedense sistemli bir başarı yakalayamadık. Uluslararası arenada hep geride kaldık.

menes
09-17-2009, 11:34
17.09.2009 tarihli Zaman Gazetesi'nden Hüseyin Gülerce'nin ''Kürt sorununu, Türklerin vicdanı çözer...'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Kürt sorununun çözümü; Türklerin, Kürtlerin çektiği acıları, Kürtlerin de Türklerin hassasiyetlerini anlamalarından geçiyor. Biz bu problemin üstesinden Allah'ın izniyle geliriz. Değil mi ki, bunca tahrike, provokasyona, tertibe rağmen birbirimize düşmedik, değil mi ki, makul çoğunluk sağduyusunu korudu, asil duruşunu bozmadı, umutlarımızı yeşertebiliriz.

Yeter ki, karşılıklı anlayış ve hassasiyetlerimizi koruyalım. Yeter ki, kışkırtıcı ve sert bir üsluptan uzak duralım...

BlueMoon
09-17-2009, 11:37
Abdullah Abdülkadiroğlu 25 haziran 2009 "siz neyi seviyorsunuz ki" konulu köşe yazısından bir paragraf

"Asker niçin töhmet altında kalmak istesin ?

Kesin bir yargıya varsaydı ‘bu iş bitmiştir, böyle bir plan falan yoktur, bu bir saçmalıktır’ der kapatırdı konuyu.

Kaldı ki yakın geçmişimiz askeri yargının verdiği bir sürü bu minvalde kararla dolu.

Bilakis askeri savcılık; ETÖ iddiasıyla devam eden soruşturmadan dolayı elindeki bilgi ve belgelerin varlığı sebebiyle sivil yargının bu işi daha iyi aydınlatabileceğini düşündüğünden konuyu İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına havale etti.

Millete ihanet belgesi zaten Ergenekon soruşturmasının bir parçası olarak oltaya takılmadı mı ?"

Şimdi işin sivil yargıda devam etmesinden daha doğal ne olabilir ki ?

menes
09-17-2009, 12:01
17.09.2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinden İbrahim Karagül'ün ''Kürt açılımı, Türkiye'nin Bölgesel Barış Projesi'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Önceleri Türkiye, başkalarının belirlediği, küresel eğilimlerin yönlendirdiği bir ülke profili izlerken, son yıllardan ulus ötesi performansı belki de dünyada en hızlı artan ülkelerden biri oldu. Bu durum, Türkiye'nin ani ekonomik büyümesi veya başka bir “sürpriz”e bağlı bir şey değil. Durum; Türkiye'nin kendini keşfetmesinin, tanımasının, kendisiyle barışma uğraşısının, çevresiyle yeniden tanışma cesaretinin sonucu. Türkiye kendi içine, derinliklerine, geçmişine yüzünü çevirdikçe, kendini yeniden keşfettikçe, kendine döndükçe bölgesinde ve dünyada etkisini artırıyor.

ishakyilmaz
09-17-2009, 13:43
Ahmet Kekeç
PAMUKOĞLU'NUN TEŞKİLAT BENİMLE DE İLGİLENMİŞTİ!

Konuyu biliyorsunuz:
Rasim Ozan Kütahyalı geçenlerde bir yazı yazdı ve elinde harita stüdyo stüdyo dolaşarak kurtuluş savaşımıza ilişkin “ek bilgiler” sunan emekli general Osman Pamukoğlu’nun “bölücülük” yaptığını söyledi.
Pamukoğlu’na göre, kurtuluş savaşımızı tek başımıza vermişiz.
Genelkurmay belgeleri bunu söylüyormuş.
Benzeri bir iddiayı, “entelektüel” kontenjanından
Hürriyet gazetesine sokulan Özdemir İnce’nin köşesinde de okumuştum: Kurtuluş Savaşı’nda Kürt şehit oranı yüzde 2 imiş...
Herhalde, “Kürtler bu ülkede hak iddia edemez” görüşünün özet ifadesi sayılıyor bu bilgiler...
Pamukoğlu’nun, Habertürk’ten Balçiçek Pamir’e yaptığı açıklamaları okuyunca ürperdim.
Kendisini eleştiren Kütahyalı’ya kızmamış... Onunla örgütü ilgileniyormuş.
Nasıl bir örgüt bu?
Ne tür insanlardan oluşuyor?
Bu “ilgilenme”nin mahiyeti nedir?
Şu sözler de kendisine ait: “Herkes haddini bilecek. Çerkezler Abhazlar, Lazlar, Pomaklar, Gürcüler niye bir şey demiyor da bunlar sürekli konuşuyor...”
Düşünebiliyor musunuz açıklamanın dehşet boyutlarını!
Kafası sadece “imha politikalarına” çalışan bir emekli generalin ağzından çıkan sözler bunlar.
Şimdi Kütahyalı haksız mı?
Bölücülüğe hizmet eden düşünceler değil mi bunlar?
Pamukoğlu’nun, Emine Ayna’dan farkı nedir? Şahin DTP’lilerden farkı nedir?

ishakyilmaz
09-17-2009, 13:49
Hasan Celal GÜZEL-RADİKAL-FÜZELER


Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ büyük bir devlettir. Siz paçamıza dolananlara aldırmayınız; bunlar bizim için sivrisinek vızıltısından ibarettir.
Türkiye, 250 milyonluk Türk Dünyası’nın ve 1,5 milyarlık İslâm Dünyası’nın tartışılmaz lideridir. Türk Milleti, 6 bin yıllık tarihinde kurduğu 200 civarındaki devletle geçmişte birçok defa ‘cihân hâkimi’ olmuştur.
Son yıllarda artık büyüklüğünün farkına varmaya başlayan Türkiye, bir ‘Merkez Ülke’ ve ‘Küresel Güç’ olduğunu bilerek hareket edebilmektedir. Türkiye’yi idare edenlerin bu başarılarının ardında dünyanın en güçlü ve disiplinli ordularından biri yatmaktadır.
Gündemdeki ABD’den füze alınması tartışmasında, gene Millî Eğitim Bütçesi mukayeseleri başladı. Ben de Millî Eğitim Bakanlığı yaptım ve bakanlığım döneminde hem Millî Eğitim Bütçesi’nin arttırılmasını, hem de ayrı bir ‘Eğitim Fonu’ kurulmasını sağladım. Lâkin, hiçbir zaman Millî Savunma Bütçesi’nin azaltılması görüşünde olmadım.
Aslında Türkiye gibi bir ülkenin ‘nükleer silâh’ sahibi olması da elzemdir. Burnumuzun dibindeki İsrail’de, Pakistan’da bile nükleer silâh varken ve İran’da konu tartışılırken Türkiye’nin merkezî ve küresel bir güç olarak nükleer silâhının bulunmayışı ciddî bir eksikliktir.
Başbakanlık Müsteşarlığım sırasında rahmetli Özal ile bu meseleyi çok tartışmış ve Atom Enerjisi Komisyonu’nu güçlendirmek istemiştik. Ne yazık ki, uygun idarecilere ve uzman personele ulaşamayışımız, bizi bu
hedeften alıkoydu.

BlueMoon
09-17-2009, 22:27
Abdullah Abdülkadiroğlu 15 Haziran 2009 tarihli "şimdi samimiyet zamanı" başlıklı yazısından güzel bir paragraf

"
Ülkeye pusu kuranlar ne bulundukları kurumlarda ne de milletin vicdanında barınamamalı.

Şimdi herkes samimi olmalı.

Şimdi hükümeti, iktidarı, ordusu ve sivil toplumuyla herkes görevini yapmalı.

Şimdi samimiyet zamanı,

Şimdi elbirliği zamanı,

Şimdi çürükleri ayıklama zamanı,

Ve şimdi hain planlara karşı dik durma zamanı."

menes
09-18-2009, 11:04
18.09.2009 tarihli Zaman Gazetesinden Bülent Korucu'nun ''Demokrasinin boynundaki ilmek; 17 Eylül'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

İdamlık ve bayramlık gömlek ifadelerini merhum Özal da kullanırdı. Ne yazık ki o da, şimdi aynı sözleri tekrarlayan Tayyip Erdoğan da boşuna söylemiyor. Türkiye, darbe özlemcilerinden yakasını bir türlü kurtaramıyor. 21. yüzyılda televizyon ekranlarında darbenin meşru olduğunu savunan aydınlar(!) görüyoruz. Bir yüksek mahkemede başsavcı sıfatıyla görev yapan bir hukukçu(!) 27 Mayıs'ın halkta bayram havasıyla karşılandığını ileri sürebiliyor. Demokrasi taraftarları, bu kadar pervasız ve yüksek sesle görüşlerini savunamıyor.

Bütün darbelerin anası konumundaki 27 Mayıs'la hesaplaşmadan ve onu hak ettiği şekilde mahkûm etmeden demokrasinin oturacağına inanmıyorum. Menderes'in akıbeti, darbeseverlerin Türk halkının ve siyasetçisinin şuuraltına diktikleri bir korkuluk. Onu söküp atmadan bu tarladan verim almak mümkün olmayacak. Bu ilmeği boynumuzdan çıkarmak zorundayız. 17 Eylül'e bu gözle bakmalıyız.

menes
09-18-2009, 11:08
18.09.2009 tarihli Zaman Gazetesinden Hüseyin Gülerce'nin ''Ergenekoncular neden kaybetti?'' başlıklı yazısından bir bölüm ;


Evet, şimdi ne değişti de geri dönülmez yolda kararlılıkla yürüyoruz?

Çünkü artık vesayetçilerin tehditlerinden yılmayan, tırsmayan bir sivil irade var.

Milletin emanetine layık olma sözü veren, "hayat bir risktir" diyen bir Başbakan var. Şuurlanan bir toplum var. Gönül birliğini devreye sokan derin Türkiye var.

Bu Türkiye çatışma istemiyor. İki saygı insanımıza yeter: Demokrasiye ve değerlerimize saygı istiyoruz. Bu ülkede demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, refahı ve özgürlükleri isteyenler, asla bir rövanş peşinde değiller. Sadece olması gerekenin olmasını istiyoruz. Gelin, bu toplumu zorla istediğiniz kalıba sokmaktan vazgeçiniz.

Çünkü bu topraklar artık buna müsait değil. Çünkü dünya buna müsait değil...

ishakyilmaz
09-18-2009, 13:51
Mehmet ALTAN-C.G Kim Yakalattı-STAR

Neredeyse yedi aydır... Tüm Türkiye’yi meşgul eden, detaylarını hatırlamak ya da hatırlatmaktan ürktüğüm, dehşet verici bir vahşetin zanlısı, nihayetinde önceki gece yarısının hemen sonrasında polise teslim edildi.
Ve o saatten sonra, dün de bu gelişme kamuoyunun tek konusu haline geldi.
Dün sağda solda dolaşırken, sokaklara, gizli bir pazarlığın olduğu ve adaletin pek de yerini bulamayacağı kanaatinin hâkim olduğunu gördüm.
Daha on sekizini doldurmamış bir çocuğu böylesine insanın kanını donduran akıl almaz bir cinayetin zanlısı haline getiren sürecin kendisi de bir cinayettir ama...
Kamuoyu olayın vahameti nedeniyle böyle bir anlayışın uzağındaydı.

ishakyilmaz
09-18-2009, 13:55
Akif BEKİ-BU İKİLİYE DİKKAT-RADİKAL

Ortak Bakanlar Kurulu toplantısı, sınır kapılarından vizesiz geçiş, terörle mücadelede eşgüdüm...
Suriye’yle stratejik ortaklığımızın yeni semereleri bunlar.
Benzersiz bir ‘ikili’ olmaya doğru gidiyoruz.
10 yıl önce Suriye’yle ilişkilerimizin bu seviyeye geleceğini söyleseler, inanır mıydınız?
Karşılıklı imtiyazlar, bütün beklentilerin fevkinde.
Bu nasıl mümkün oldu?
Tek başına, Tayyip Erdoğan’la Beşar Esad’ın geliştirdiği kişisel dostluğa mı dayanıyor?...
Yoksa, ondan fazlası mı?

menes
09-19-2009, 11:39
19.09.2009 tarihli Sabah Gazetesinden Mehmet Barlas'ın ''Özal reformlarını yaparken herkes ona destek mi vermişti?'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Mesela ekonomimize "Konvertibilite" kavramını getiren "32 Sayılı Karar" açıklandığında, Vehbi Koç aramıştı beni...
- Senin Özal'ın bu kararı ile ülkeyi iflasa götürecek. Halk dövize saldıracak, kriz patlayacak, demişti.
Böyle durumları hatırlayınca, Tayyip Erdoğan'ın açılımlarında en büyük desteği sahip olması gereken "Siyasi kararlılık"ta ve "Risk alabilme yeteneği"nde bulacağını görmeliyiz.
Nitekim kendisinin de bunu sık sık vurguladığını görüyoruz.
Cumhurbaşkanı'nın da, TBMM Başkanı'nın da, TBMM çoğunluğunun da arkasında bulunması gibi bir durumu var ki, herhalde bu da hafife alınamayacak bir desteği ifade eder.
Neticede "Yumurtayı kırmadan omlet yapılamayacağı" söylemi, statüko ile mücadele eden tüm dünya siyasetçilerine yol göstermiştir.

menes
09-19-2009, 11:50
19.09.2009 tarihli Star Gazetesinden Ahmet Kekeç'in ''Bir sen eksiktin'' başlıklı yazısındanbir paragraf ;

Statükoyu ve “cunta anayasasını” sahiplenmek dışında dişe dokunur bir icraatı olmamış CHP niçin sol bir partidir? AB gazıyla da olsa özgürlük alanını genişleten, reform niteliğinde yasa değişikliklerine imza atan, demokratik açılımlar yapan AK Parti niçin “gerici ve muhafazakâr” bir partidir? Bunu aklı başında birilerinin açıklaması lazım...

ishakyilmaz
09-19-2009, 14:09
D.Mehmet Doğan - Vakit
Bayram İnsanı Bütünler!



Yarın bayram, Ramazan bayramı... Türkiye’nin en yaygın ve geniş katılımla kutlanan bayramı. Öyle ilânlar vermekle, afişler asmakla, propaganda yapmakla, kanun koymakla katılım sağlanan bir bayram değil...
Kendiliğinden, tabiî bir bayram. Ezan gibi, selâm gibi. Su gibi, hava gibi.
Tanklar, toplar geçmiyor, jetler uçmuyor, askerler raprap yürümüyor. Hançereleri yırtarcasına hamasî nutuklar atılmıyor. Bu bayramın kutlandığı bir alan, bir merkez, şaşalı bir sahne de yok. Katılım şarta bağlı değil. Katılımcıları farklılaştıran tribünler, teşrifat vesaire sözkonusu değil. Bütün yurt, hatta yeryüzü bayram yeri. Bayram herkesin evinde, yuvasında! Herkes bayramın muhatabı. Fakirler, düşkünler, güçsüzler, hele de çocuklar...

ishakyilmaz
09-19-2009, 14:10
Hasan Karakaya - Vakit
İftarda 40 gazeteci... Bu da, Dolmabahçe açılımı!

Başbakan Tayyip Erdoğan, gazete ve televizyonların “üst düzey yöneticileri” ile, böyle “geniş katılımlı bir toplantı”yı, bundan 5 yıl önce “KKTC’deki referandum öncesi”nde yapmıştı... O zaman da, tarihe “Annan Plânı” olarak geçen plânın hayata geçirilmesi için, “medyadan destek” istemişti... “Devlet Konukevi” olarak kullanılan Ankara Palas’ta bir “sabah kahvaltısı” vermişti... Takvim yaprakları 25 Şubat 2004’ü gösteriyordu... Beş yıl sonra bugün, Erdoğan, “geniş katılımlı bir toplantı”yı bu defa Dolmabahçe Sarayı’ndaki Başbakanlık Çalışma Ofisi’nde gerçekleştirdi... Bu defa “kahvaltı” değil, “iftar yemeği” verdi... Saat 19.20’de başlayan ve yaklaşık “2.5 saat” süren yemekte, “Türkiye’nin konuştuğu” hemen her mesele gündeme geldi, hemen her konuda “soru”lar yöneltildi...
“40 civarında üst düzey yönetici”nin katıldığı yemekte, Başbakan Erdoğan, hemen herkesten “elini, taşın altına koymasını” istedi... Tabii, en başta “medya”dan!.. Özellikle “demokratik açılım” girişimlerinin sürdüğü şu günlerde, “medyanın da kendilerine destek olmasını” istedi.
Yemekte, benim en çok dikkatimi çeken husus şu oldu: Başbakan Erdoğan, özellikle “Aydın Doğan medyasına ayrımcılık uyguladığı” iddialarını boşa çıkarırcasına; yemeğe “Aydın Doğan medyası yöneticileri”ni de davet etmişti!..
Yani, “ayrımcılık” yoktu!..
Hiç kimseye “iltimas” da yoktu.
Hemen herkes oradaydı... Bunu da, “Dolmabahçe açılımı” olarak not etmek gerek.
Erdoğan, bu tavrıyla; “Benim, gazetecilerle bir problemim yok” mesajı veriyordu. O halde, problem neydi?.. Problem, “Aydın Doğan’ın ticarî ve finansal işlemleri”ydi... Onun muhatabı da Maliye idi... “Ceza”yı, Maliye keserdi... Erdoğan, önceki akşam zımnen bu mesajı verdi.

menes
09-21-2009, 20:27
21.09.2009 tarihli Star Gazetesinden Aziz Üstel'in ''Biz Cumhuriyet çocuğuyuz ama Osmanlı'dır aslımız'' başlıklı yazısından bir paragraf ;

... Biz Cumhuriyet çocuğuyuz. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olmakla da gurur duyarız... Ama geçmişimizle, Osmanlı’yla da övünürüz, ona ne mazeret ararız ne de dil uzatanları yanıtsız bırakırız. Bu böyle biline!

ishakyilmaz
09-22-2009, 14:13
Mehmet ALTAN,TARAF,BELİRSİZ DUYGU

Hükümetin çok cesurca başlattığı “Kürt açılımı” karşısında muhalefetin tepkilerinin saçmalık sınırına varması galiba insanlara korkularının “anlamsızlığını” göstermekte çok yararlı oldu.

Bahçeli’nin “dağa çıkarız” zırvası kırılma noktasını oluşturdu.

En ateşli AKP karşıtlarının ve Atatürkçülerin bile içlerinden “daha neler” dediklerini tahmin edebiliyorum.

Kürt açılımından sonra Bahçeli-Baykal ikilisinin Ermeni açılımına, Kıbrıs sorununun çözümüne ve en sonunda Suriye ile “vizesiz” geçişlere aynı katılıkla karşı çıkmaları, Türkiye’nin her sorununun çözümünün önüne dikilerek “vatana ihanet” diye bağırmaları, birdenbire onları gülünçleştirdi.

Aslında muhalefet olarak bütün bunlara “gülünç olmadan” karşı çıkabilirlerdi...

Eğer, AKP’nin çözüm önerilerine “başka çözüm önerileriyle” cevap verebilselerdi.

Ama bir çözüm önerileri yok.

ishakyilmaz
09-22-2009, 14:15
ENGİN KAŞDAŞ,Baykal Fatiha’ya "amin" dedi mi?
Bütün bunları yapıp, uygulamaya gelince aksini savunmak, bu emir ve yasaklar uygulanmasın diye çabalamak, Allah’ın emirlerine karşı gelmek bir yana, bu emir ve yasaklara göre hareket etmek isteyen, bunun için gayret sarfeden insanlara engel olmak, bunun için her türlü hileye başvurmak ne tür bir aldatmacadır?

Kur’an öğrenme yaşına karışmak, bunun için kanunlar çıkarmak, İmam Hatip liselerinin önünü kesmek için yıllarda “katsayı zulmü” yapmak, Allah’ın apaçık bir emri olmasına rağmen "başörtüsünü" yasaklamak ve neredeyse sokakta bile giyilmesini engellemek için çırpınmak, Kurban derilerine laik kurumlar aracılığıyla ipotek koymak ve daha bir çok yanlış uygulama ne tür bir aldatmacadır?

Şimdi merak ediyorum. Mesela en çok CHP lideri Deniz Baykal’ı merak ediyorum. Bayram namazında İmam Fatiha suresini okurken sonunda “Amin” dedi mi?

Dediyse, nasıl bir sorumluluk altına girdiğini düşündü mü? Siyasi yaşamında İslam’ın hangi kurallarına karşı çıktığını düşündü mü?

Okuduğu ayetlerin-tabi okuduysa-Allah’a bir tür “söz vermek” anlamına geldiğini bilse yaptıklarından pişman olup, geri adım atar mı?

menes
09-22-2009, 19:16
22.09.2009 tarihli Zaman Gazetesinden İhsan Dağı'nın ''Kürtlerle bayram yapmak'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

...Devletin tek bir ulustan oluşması, yurttaşların tek bir anadilde konuşması, halkın tek bir dine ve mezhebe iman etmesi hem mümkün hem de şart değildir. Aksine modern ve güçlü bir siyasal toplum olmanın şartı, etnik, dinî ve ideolojik çeşitlilikleri barış içinde bir arada barındıracak siyasal ve sosyal mekanizmalar geliştirmek.
Bu da demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti rejimi demek. Kim korkuyor bu değerlerden ve kurumlardan? Egemenliklerini ve avantajlarını halkla paylaşmaya yanaşmayan 'otoriter devletin bürokratik seçkinleri' ve onların sivil uzantıları... 'Demokratik açılım Türkiye'yi bölecek, ulus devleti ortadan kaldıracak' iddiaları da 'korku siyaseti' yoluyla toplumu, özellikle de muhafazakâr ve milliyetçi kesimleri 'denetleme' stratejisinin yeni bir uygulaması. Özgüven, çoğulcu kültürel geleneğin hatırası ve sağlam ortak değerler korkunun panzehiri. Kuşkusuz, Ramazan ve bayram 'ortak değerler'in önemli bir zemini. İslam, ortak yaşamın, entegrasyonun, sosyalleşmenin vazgeçilmez bir 'kolaylaştırıcısı'. Din, önemli bir 'ortak payda', vatandaşlık bir başkası...

menes
09-22-2009, 19:43
22.09.2009 tarihli Taraf Gazetesinden Ahmet ALTAN'ın ''Belirsiz duygu'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Hükümetin çok cesurca başlattığı “Kürt açılımı” karşısında muhalefetin tepkilerinin saçmalık sınırına varması galiba insanlara korkularının “anlamsızlığını” göstermekte çok yararlı oldu.

Bahçeli’nin “dağa çıkarız” zırvası kırılma noktasını oluşturdu.

En ateşli AKP karşıtlarının ve Atatürkçülerin bile içlerinden “daha neler” dediklerini tahmin edebiliyorum.

Kürt açılımından sonra Bahçeli-Baykal ikilisinin Ermeni açılımına, Kıbrıs sorununun çözümüne ve en sonunda Suriye ile “vizesiz” geçişlere aynı katılıkla karşı çıkmaları, Türkiye’nin her sorununun çözümünün önüne dikilerek “vatana ihanet” diye bağırmaları, birdenbire onları gülünçleştirdi.

menes
09-23-2009, 10:19
23.09.2009 tarihli Sabah Gazetesinden Mehmet Barlas'ın ''Dünde kalarak bugünle başa çıkamazsınız...'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Her şeyde "yabancı parmağı" arayanlar globalleşmenin ekonomi kadar siyaseti de etkisi altına aldığını ıskalamış durumdalar.
Bunlar Amerikalı olsalardı herhalde "Obama'yı yabancılar Başkan yaptı" derlerdi.
Bunların Türk olanları da global ekonomik krizin sorumlularını Türkiye'de aramıyorlar mı?
Bunlar telefonların sadece konuşmaya yaradığını sananlardır.
Artık telgrafın tellerine kuşlar konamıyor.
Ayrıca kuşlar internetin tellerine de asla konamayacaklar.
Yıldırım Gürses bugün yaşasaydı "Son Mektup" yerine ya "Son email"i ya da "Son SMS"i şarkılaştırmaz mıydı?
Evet... Takvimlerde bugünün tarihi olarak "23 Eylül 2009" görülüyor.
Ama bazıları için bu tarih, çok uzak bir geleceği ifade etmekte... http://www.sabah.com.tr/c/i/sp.gif

menes
09-23-2009, 10:28
23.09.2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinden Ali Bayramoğlu'nun ''Siyasi serencam'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Bugün tıkanıklıklar konusundaki tek umut toplumdan, toplumsal değişimden ve toplumsal meşruiyetten gelen girdilerdir, toplum olma yolunda atılan adımlardır…
Kürt sorununda, azınlıklar meselesinde, orduya bakışta gelen yeni zihniyet girdileridir sözünü ettiğimiz…

ishakyilmaz
09-23-2009, 13:37
Abdurrahman Dilipak - Vakit
Münevver’i kim öldürdü? Gözümüze kibriti çok yaklaştırınca arkasında kocaman bir ormanı kaybediyoruz.. Cem ve Münevver’in sırrını araştırırken, aynı ölüm vadisine yeni yeni gençler yuvarlanıyor, ama buna bir tedbir almıyoruz.. Bununla ilgilenmiyoruz.. Zaten bu Ergenekon düzeninde çare de bulamazsınız. Çünkü, önünüze laiklik çıkar. “Çağdaş Yaşam” çıkar.. Fuhuş ve alkolü, mevcut düzenin korunması açısından kendileri için emniyet süpabı olarak görenler var.. Bunlar olmazsa gençlerin / toplumun daha hızlı bir şekilde dindarlaşmasından endişe ediyorlar..
Gerçek şu ki, Cem ve Münevver’in gerçek katilleri bu düzendir..
Aslında Münevver’in bedeni ile birlikte Cem’in ruhu ve geleceği katledilmiştir. O da bir kurbandır.. Ve bu sonuçtan her iki tarafın ailesi ile birlikte bütün bir toplum sorumludur.. Bu işten, bu cinayetten tiraj ve reyting damıtmaya çalışan media da sorumludur.
Aslında hepimiz bu sonuçtan sorumluyuz ve biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmedikçe Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir..
Biz iki kurbana ağlarken, aslında yeni yeni gençler aynı bataklığa yuvarlanıp boğulmaya devam ediliyorlar.
Selam ve dua ile..

ishakyilmaz
09-23-2009, 13:39
Hüseyin Öztürk - Vakit

Bediüzzaman, Birleşmiş Milletler’in gündeminde


Kısaca bugün gelinen noktada, Risale-i Nurlar, bildiğim kadarıyla dünyanın 60 ülkesinde, 57 dilde okunuyor ve yazılıyor. Bu da gösteriyor ki, istikbalde en gür sada, İslam’ın sadası olacaktır. Şimdi buyurun bu girişi yazdıran haberi okuyalım:
“Birleşmiş Milletler’in Filipinler’deki Barış Elçisi Muhammed Rıza Dalkılıç, BM’nin 2015 yılını ‘Dünya Bediüzzaman Yılı’ ilan edebileceğini söyledi. Risale Haber’e konuşan Birleşmiş Milletler Barış Elçisi ve Filipinler Risale-i Nur Enstitüsü Başkanı Muhammed Rıza Dalkılıç; Filipinler’de yapılan ‘Adalet’ konulu sempozyumdan sonra kendisine barış elçiliği vazifesi verildiğini belirterek, ‘Risale-i Nur Enstitüsü başkanıyım, dolayısıyla barış elçisi görevini de yürütüyorum. Zaten bu unvanla bizi kabul ettiler’ dedi.
Birleşmiş Milletler nezdinde yapılan çalışmalarda Bediüzzaman’ın gündeme geldiğini ifade eden Dalkılıç; BM’nin dünya çapında tanınan ve bilinen bir İslam âlimini yakından tanımak ve tanıtmak istediğini ve bu konuda çalışmalar yaptığını, Bediüzzaman’ın, insanlığa seslenişinde çok önemli bir model olarak görüldüğünü belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:
‘Bu model insanlar seçilirken, şu kriterlere dikkat ediliyor: Kitleler üzerinde tesiri olmuş; barış, sevgi ve dayanışmadan yana büyük emek ve eser vermiş, insanların inançları başta olmak üzere kişisel hak ve özgürlüklerine dair çaba harcamış ve bu çabasını gerçekleştirmiş; bilgin, âlim ve önderler olması isteniyor.
İşte bu çerçevede Birleşmiş Milletler 2015 yılını, ‘Bediüzzaman Said Nursi Yılı’ olarak ilan etmeyi planlıyor. BM’nin sponsorluğunda 195 ülkede Bediüzzaman ve İslam’ı anlayışı, Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) ve insanlığı anlama ve anlatma tarzı, barış için yaptıkları tek tek anlatılıp duyurulacak.
Birleşmiş Milletler’in ‘Yeni Bin Yılın Hedefleri’ başlığı altında; Bediüzzaman Said Nursi’nin; ‘Sulh-u Umumi’ dünya barışı konusundaki görüşleri oldukça dikkat çekici bulunduğundan, 2000 yılından beri üzerinde çalışmalar zaten sürüyormuş. Şimdilerde ise hazırlıklar hızla devam ediyor, bizim de bu konudaki çalışmalarımız aralıksız devam edecek.’ ”

halilky
09-23-2009, 15:37
Bir ülkede sadece bir tane “ulusal” parti olunca sorunları çözmek çok zorlaşıyor.

Çünkü diğer “yerel” partiler sadece kendi tabanlarını memnun edecek sözler söylüyorlar.

Bazı DTP’liler yalnızca Kürtleri memnun edecek açıklamalar yaparken, MHP ve CHP de yalnızca Türklerin hoşuna gidecek nutuklar atıyorlar.

Kendi tabanlarının geleceğini güvence altına almak, onlara zenginlik, barış, mutluluk sağlayacak projeler ve öneriler geliştirmek yerine, en uç noktalara giden, aslında pek geçerliliği olmayan çıkışlar yapıyorlar.(*)

(*)Taraf Gazetesi-4 Eylül 2009-Ahmet Altan-Şavaşın Delileri

halilky
09-23-2009, 15:40
İşsizlik sorunu çözülemez

Yakın dünya tarihinde yalnızca bir tek ülkede ve bir tek yılda işsizlik sıfırlanmıştır: 1943 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde.
En işe yaramaz eleman bile silah fabrikasında ya da yan sanayide tıkır tıkır çalışıyordu çünkü...
Amerikan ekonomisinin gücüne sahipseniz ve de "savaş ekonomisi" uygulayabiliyorsanız, hele hele iki cephede birden dövüşebiliyorsanız, belki siz de bunu yakalarsınız, ama boyunuz da uzamaz.
Yani, "sıfır işsizlik" bir ütopyadır. İşsizlik sorununu çözmek demek, "işsiz sayısını mümkün olduğunca azaltabilmek" demektir, o kadar.
Bizim hükümetin üç yıllık "yol haritası" açıklanmış, kriz nedeniyle elbette ekonomi daralıyor, gelir düşüyor, işsizlik artıyor. Bir kısım basın elbette "Tayyip yaptı" diye yaygara ediyor ama halk da bunun böyle olmadığını biliyor. (Bilmese, anketlerde iktidar partisinin oyu gene de yüzde 42 çıkmazdı.)
Hükümet, önümüzdeki üç yılda bir milyondan fazla kişiye iş bulunacağını, ama gene de işsizlik oranının yüzde 13'ün altına inmeyeceğini açıklamış...
İnmez. İnemez. İnebilemez.
Çünkü Türkiye'nin işsizlik sorunu "konjonktürel" değil, "strüktürel"...
Açıklayalım: İnsanlar geçici dalgalanmalar, arıza iflaslar, patron kaprisleri, borsa cilveleri sonucu falan işsiz kalmıyorlar, bu ülkenin bu çapıyla ve bu yapısıyla her zaman bir miktar kişi işsiz dolaşmaya mahkûm.
"Gizli çalışanlar", yani çalışmıyor gibi görünüp aslında para kazananlar, yani onca tu kaka edilen "kayıt dışı ekonomi", bir de "kalabalık aile", yani kaynayan tencereden sebeplenen "ek kaşık düşmanları" sorunun bir ölçüde göze batmamasını, patlamaya yol açmamasını sağlıyor neyse ki...
Ülkelerin nüfus yapısını göstermek için temsili bir "demografik piramid" yapılır, bilirsiniz. En altta genç, ortada orta yaşlı, en üstte de yaşlı nüfus... Bu piramidin tabanı elbette daha geniş, tepesi daha dar olacaktır.
İsterseniz üçgen diyelim. "Sağlıklı" ülkelerde bu üçgen "eşkenar" ya da ona yakındır.
Bizde üçgenin tepesi sipsivri, tabanı yerlere yapışmış! Üçgen yassılmış, yamulmuş. Sanki üstüne fil basmış.
Sosyoloji profesörlerine sordum da oradan biliyorum.
Toplam nüfus kabaca yetmiş milyon, seçmen sayısı kabaca kırk milyon. Toplumun yarısı çocuk!
Benim de dahil olduğum "elli yaş üstü" moruklar grubunun toplumdaki oranı nedir, biliyor musunuz? Yüzde 4... Hepi topu yüzde 4...
Dipten korkunç bir sel dalgası gibi gelen bu kadar genç ve bu kadar kalabalık bir kitleye, "misli görülmemiş bir yatırım hamlesi" başlatılmadığı sürece, büyüme hızı yüzde 30 falan gibi duyulmamış bir orana fırlatılamadığı sürece, iş miş bulunamaz.
Bulunsaydı, Hindistan bulurdu.
O hamle de, Konya Ovası'ndan Kuveyt rezervlerini bile geçecek bir petrol fışkırmadan, finanse edilemez.
Hiçbir rejim, isterse en koyu komünizm ya da en sert faşizm olsun, bunu başaramaz.
Bu amansız kitleye, dağı taşı gecekondu üniversitelerle bile donatsanız dişe dokunur bir eğitim veremeyeceğiniz gibi...
Ama bazı ekonomi gazetecileri "kâğıt üzerinde" atıp tutarlar: Efendim, üretimi arttırmak lazım!
Derler, bir yandan da, "eski solcu" olduklarından, yabancı sermayeye karşı çıkmayı da hiç ihmal etmezler. Olmayan sermayeyle yatırımı herhalde uzaylılar yapacaklardır.
Hükümet değişirse, aynı teraneyi bu sefer de yeni iktidara karşı sürdüreceklerdir.
Çünkü Aydın Doğan Bey'in ekonomi sayfalarından memleket kurtarmak, leblebi çekirdek yemek kadar kolaydır. http://www.sabah.com.tr/c/i/sp.gif

Sabah Gazetesi-Engin Ardıç

ishakyilmaz
09-24-2009, 13:24
Hasan KARAKAYA-VAKİT

Meselâ, 16 Ağustos 1997...
Bu tarih, “tarih”e geçmiştir!..
Bu tarih, “hafıza”lara kazınmıştır!..
Bu tarih, “milat” olmuştur!..
Asla unutulmaz!..
Unutulması, mümkün değildir!..
Çünkü, bu gün;
“İmamın yellendiği” değil ama Mesut Yılmaz’ın “eğitimin içine ettiği gün”dür!..
Bu gün, “8 Yıllık Kesintisiz Eğitim Yasası”nın çıkarıldığı ve “İmam Hatip Liseleri’nin köküne kibrit suyu döküldüğü” gündür!..
Bu gün, “katsayı zulmü”nün başladığı ve “Anadolu çocuklarının önlerinin kesildiği” gündür!..
Bu gün, bütün “yasadışı zorbalık”ların başladığı, “minnacık çocuklar”ın incecik bileklerine “kelepçe”ler geçirildiği, “örtülerinin başlarından çekilip alındığı” sürecin başladığı gündür!..
Aradan “12 yıl” değil, “12 asır” da geçse, bu “zulüm” unutulmaz!..
“Gaz” değil ki, uçup gitsin!..
Bu gün, “eğitimin içine edildiği” gündür ki; bu pisliği ne “sabun” temizler, ne de “deterjan”lar!..
“12 yıl önce”sinin 16 Ağustos’unda doğan çocuklar, bugün 12 yaşında... O gün “12 yaşında” olan “çocuk”lar ise, bugün “24 yaşında” bir delikanlı!..
O gün “16 yaşında” olanlar ise bugün “28 yaşında” birer iş ve eş sahibi!..

ishakyilmaz
09-24-2009, 13:28
Ergun BABAHAN-STAR

Bu iki davayı birbiriyle kıyaslamak için Ertuğrul Özkök’ün bizi ve Hürriyet okurlarını çok saf buluyor olması gerekir.

Çünkü böyle bir kıyaslama ortalama zekaya hakarettir.

Çünkü, Türkiye’deki davanın özü tam da budur.

Türkiye’yi kaosa sürükleyerek askeri müdahaleye uygun bir ortam hazırlama çabası.

Bunun için gerekirse Kemalist gazetenin bombalanması da, Danıştay’a baskın düzenlenmesi de mübah görülüyor.

Bunu ben söylemiyorum, savcılar söylüyor.

Bu iddaları ciddiye alan hakimler de yürürlükteki hukuka göre tutulama kararı veriyor.

Belki de Özkök’ün bu yazıyı yazmasında Pazar eki yazarı, Adli Tıp Kurumu eski Bakanı Sevil Atasoy’un ricalarının etkisi olmuştur.

Taraf Gazetesi dün Atasoy’un İstanbul Üniversitesi öğretim görevlileri hakkında 1. Ordu Komutanlığı’na ihbar niteliğinde mektuplar yazdığını haber yaptı.

Atasoy, Hürriyet’te yazı yazmaya başladığında da, dönemin 1. Ordu Komutanı’nın ricalarının etkili olduğu iddia edilmişti.

Dönemin 1. Ordu Komutanı kimdi hatırlıyor musunuz?

Ergenekon sanığı Hurşit Tolon...

Asi_isyankar
09-24-2009, 13:58
Ahmet Altan - 16.04.2009 - Taraf

***

Önce en basit kuralları sıralayalım.

Dürüstlük iyidir.

Açıklık iyidir.

Netlik iyidir.

İkiyüzlülüğe tenezzül etmemek iyidir.

Kaypaklığa, kayganlığa kaçmamak iyidir.

Bunlarda anlaşıyor muyuz?

Anlaşıyorsak devam edelim.

Askerî darbelerin her türü alçaklıktır.

Kendi halkına silah doğrultmak ihanettir.

Bunda anlaşıyor muyuz?

İşte burada bir sessizlik oluyor.

Kendine “sol” diyen, kendine “aydın” diyen, kendine “yazar” diyen insanların bir kısmında bir kayganlık ve kaypaklık beliriyor bu noktada.

Asi_isyankar
09-24-2009, 14:00
KÜRTÇE KONUŞMAK... Ahmet Altan - 25.02.2009 - Taraf

***

Dün gazetelerin internet sitelerini okuyup da televizyonların
haber programlarına bakınca sandım ki korkunç bir şey oldu.
Konuşmalar, demeçler, sansürler...
Ne olmuş?
Ahmet Türk Meclis’teki grup toplantısında Kürtçe konuşmuş.
Bizim ülkemizi şaşırtan gerçeğin özeti şu:
Kürt, Kürtçe konuşmuş.
Bir Kürdün Kürtçe konuşmasını büyük bir olay olarak gören bir ülkede yaşıyorum ben.
Bakın size büyük sırrı açıklıyorum.
Kürtler Kürtçe konuşur.
Türkler Türkçe konuşur.
İngilizler İngilizce konuşur.
Fransızlar Fransızca konuşur.
Beni kızdırırsanız böyle sayar giderim.
Neden bir Kürdün Kürtçe konuşması bize bu kadar garip geliyor?
Bill Clinton gelince, herkes onun bizim Meclis’teki İngilizce konuşmasını alkışlıyor.
Ama Ahmet Türk’ün Kürtçe konuşmasına şaşıyor...

menes
09-24-2009, 15:23
24.09.2009 tarihli Sabah Gazetesinden Engin Ardıç'ın ''Müdafiler haaazır'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Şimdi Menderes asıldı diye timsah gözyaşları dökenlere, "bütün darbelere karşıyız" ayağı yapanlara bakıyorum da...
Bir darbe olsa da Tayyip Erdoğan'ı assalar, zil takıp oynamayacaklarına beni ikna edemezler.
Onları tanırız. Çünkü yaşamış olmak başka şeydir...
Seçim kazanıp iktidara gelmenin de çok çok başka bir şey olduğunu döne döne öğreneceklerdir.

menes
09-24-2009, 15:41
24.09.2009 tarihli Zaman Gazetesinden Hüseyin Gülerce'nin ''Ergenekon davası, statükonun testisini çatlattı...'' başlıklı yazısından nir paragraf ;

Statükonun direnmesi, tabii ki beklenen bir şey. Demokrasiyi varmış gibi gösteren vesayetçi sistem, elit azınlığını, elindeki bütün güçleri tabii ki ayaklandıracak ve cepheye sürecektir. Kolay değil, millet iradesine ipotek koyan perdeli irade, yıllardır sahip olduğu imkânları kaybediyor. Bütün köyün ağası iken, "demokrasi olsun, herkes yerini bilsin, kimse hukuk dışına çıkamasın ve herkes hesap verebilsin" diye yükselen seslere tahammül edebilir mi?

menes
09-25-2009, 09:12
25.09.2009 tarihli Zaman Gazetesinden İhsan Dağı'nın ''Pasif laiklik, aktif demokrasi'' başlıklı yazısından bir bölüm ;


Bence 'Türk militan laikliği'nin temel özelliği işte budur: 'İnsanları laikleştirmek misyonu'. Dikkat edin, 'devletin' laikleştirilmesi değil. Laiklik hilafına devletin Diyanet Teşkilatı'na sahip olmasına, zorunlu din dersi eğitimine vs. bir itirazları yok; çünkü bunlar aslında devletin toplumu denetleme mekanizmaları... Militan laiklerin derdi insanları laikleştirmek; çünkü onları da 'denetim' altına almak istiyorlar.

Beyaz insanın 'medenileştirme' misyonundan farklı değil bu 'laikleştirme misyonu'. İkisi de muhataplarını 'eşit insanlar' olarak görmez ve bu eşitsizlikten, yani üstünlükten bir 'yönetim hakkı' çıkarırlar. Bizim 'Beyaz laik Türkler'in anlamadığı, bu anlayışın 19. yüzyılın Afrika toplumlarında bile işlememiş olması... Bizde neredeyse daha başarılı, ama nereye kadar?

menes
09-25-2009, 09:52
25.09.2009 tarihli Zaman Gazetesinden Mehmet Yılmaz'ın ''Savaş ağaları'' başlıklı yazısından bir bölüm ;


Bundan böyle insanların ne düşündüğünü, ne hissettiğini anlama ihtiyacı duymayan bir çözüm önerisinin günümüz dünyasında başarıya ulaşma şansı bulunmuyor artık.
Problemleri çözmeye çalışanları yaftalamanın da...
Sanırım bu hakikati hepimizin idrak etmesi gerekiyor.

ishakyilmaz
09-25-2009, 15:41
Merve KAVAKÇI-VAKİT


Son olarak Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Kürt açılımıyla ilgili açıklamasını eleştirdi CHP lideri. Başbuğ malum, Güneydoğu halkının terör ve siyaset ağalarından çektiğini söylemiş, halkın bu ağalardan temizlenmesi gerektiğine işaret etmişti. Baykal da şimdi bunu eleştiriyor, Genel Kurmay Başkanı’nın siyaset yaptığını, askerin siyasetten elini çekmesi gerektiğini söylüyor. Bu sözler karşısında bize de şaşkınlık içerisinde Allah Allah demekten başka birşey kalmıyor. Allah Allah. İnsan ancak bu kadar pişkin olabilir herhalde. Veya halkı zeka özürlü yerine koyabilir... Baykal’ın bu sözleri karşısında gözlerim yaşardı desem çok mu sarkastik kaçmış olur bilmem ki. Ayol insan vatandaşının gözünün içine baka baka bunu nasıl söyler. Demezler mi afedersiniz Sayın Baykal size bir sorumuz olacaktı. Madem bu kadar demokrasi aşığıydınız, askerin siyasete girmesine karşı idiniz peki o zaman Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi partinizin ordu göreve pankartlarının dalgalandırıldığı o meşhur Cumhuriyet mitinglerini yapmasına nasıl razı oldunuz?

ishakyilmaz
09-25-2009, 15:44
Nihat NASIR-BURSA,OLAY


Ramazan ayının 27. günü akşamı Ak Parti İstanbul il başkanlığının iftarına davetliydik. Daveti ve Bursa’dan kalkıp İstanbul’a gitmemizi anlamlı kılan en önemli unsur, kuşkusuz ki, iftara, Başbakanla birlikte Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad’ın da katılıyor olmasıydı…
Aradan on gün geçmiş olsa bile, o iftarda tanık olduğum tarihi gelişmelere değinmem gerektiğine inanıyorum. Daha doğrusu böyle bir hadiseyi ıskalamak bir eksiklik olurdu…

Öncelikle, ‘böylesine kozmopolit bir topluluğu ilk kez bir arada gördüm’ dersem, inanın abartmış olmam…
Yaklaşık 3 bin 500 kişinin katıldığı davette, müzik, sinema ve televizyon dünyasının ünlü isimleri, spor camiasının en tanıdık simaları, siyasetin önde gelen şahsiyetleri, medyanın en tanınmış kalemleri ve sunucuları ile azınlık cemaatlerinin liderleri aynı salonda toplanmışlardı.
Normal şartlarda bir arada görmenin neredeyse imkânsız olduğu bu topluluğu yan yana getiren hususun bir iftar daveti olması, işin en ilginç ve hatta en ironik tarafı olsa gerek…
Bu durumu, ‘Ak partinin gücüyle’ izah eden kimi meslektaşlarımızın bu yaklaşımına mukabil ‘Ak partinin artık bir kitle partisi olduğunun resmi’ şeklinde değerlendiren yorumlar da az değildi…
Her iki tarafı da haklı kılan argümanlar vardı elbette ama doğrusunu isterseniz bendeniz, toplantının içeriğiyle ilgilenmenin daha önemli olduğu kanaatindeyim.
Nasıl olmasın ki?
Düşünsenize, çok değil daha on yıl önce, Türkiye ile Suriye savaşın eşiğine gelmiş, en üst düzeyde restleşmeler gerçekleşmişti. Bir adım ötesinin savaş olduğu o günlerden, vizenin kaldırıldığının açıklandığı bu günlere ulaşmak, açıkçası, ‘baş döndürücü bir hız’ ifadesiyle ancak anlamını bulabilir.
Üstelik taraflar, en yetkili ağızlardan, ‘bunun henüz küçük bir başlangıç’ olduğunu deklare ediyordu.

BlueMoon
09-25-2009, 16:24
Abdullah Abdülkadiroğlu 24.09.2009 "Şimdi bunun adı ne" başlıklı yazısından bir paragraf

"Demokratik açılım sürecinde hükümet aleyhinde olabilecek bütün açıklamaları canlı yayınlayan muhalefet temsilcilerini fire vermeden yayınlarda ağırlayan bu kanalların, toplumdaki tedirginliği tetikleyen tavırları Genelkurmay Başkanının da dikkatindeydi.

Askerin ‘son terörist öldürülünceye kadar’ söyleminden ‘seyretmeyin şu televizyonları’ noktasına gelmesi enteresan.

CHP ve MHP’nin Başbuğ’dan yedikleri şokun etkisi geçer geçmez açıklama yapıp Genelkurmay Başkanının ‘siyasete bulaşmaması’ gerektiğini söylemeleri açıkçası daha da enteresan.

Muhalefetin bu açıklamalarının bir ileri aşaması; acaba ‘yandaş basın-yandaş yargı’dan sonra ‘yandaş asker’ mi olacak ?"

Ertuğrul ÖZGÜL
09-25-2009, 16:41
Aziz ÜSTEL - 25/09/2009

Dur durak bilmeden Yugoslavya örneğini veren cahiller... Yani Tito’dan ve İkinci Dünya Savaşı sonrası koşullardan habersizler mangası.

Açılımın Türkiye’yi çeşitli devletçiklere böleceğini savunan cahiller...

Derebeyliğin sürmesinden yana olan kurnaz geçinen, kuzu postuna bürünmüş kurtlar...

Kendilerini bütün Kürtleri temsil ettiğini sanan zavallılar... Ana avrat sövmekten başka, ortaya tek laf koyamayan terbiyesizler.

“İstemezük” kelimesini siyaset sananlar...


Yazının DEVAMI İçin (http://www.akpartiforum.com/aziz-ustel-ey-mankafalar-acilim-bolme-t116749.html?p=671049)

Ertuğrul ÖZGÜL
09-25-2009, 16:58
Eser KARAKAŞ - 25/09/2009

Bu yargıyla Türkiye’nin çağdaş dünyada mesafe almasının mümkün olmadığını yaklaşık on senedir söylüyorum.

Yargı sadece AK Parti’ye değil, her türlü dönüşüme karşı.

Yargının bu kadar tutucu olduğu başka ülkeler de var ama bu ülkeler de küresel ekonomi içinde bir mesafe alamıyorlar.

ABD Federal Mahkemesi gibi yüksek yargı organları olan ülkeler de ABD gibi oluyorlar.

Ne kadar çağdaş, put kıran yargı, o kadar ekmek yani büyüme ve zenginlik; bu basit denklemi herkes kafasına sokmalı.

Türkiye, o kara, kayıp, bizi 2001 krizine götüren 90’lı senelerden hemen sonra biraz başka çaresi kalmadığı için, biraz küresel dengeler öyle istediği için, biraz yeni Anadolu burjuvazisi kıpırdanmaya başladığı için 2000’li yıllarda yavaş yavaş eski yapıyı dağiştirmeye soyundu ve hemen tüm yüksek yargı bu değişime cephe almaya başladı.

Yüksek yargı organları başkanları bu dönüşümü köstekleme işine sadece kararlarıyla değil demeçleri, eylemleriyle de katılmaya başladılar.

Danıştay cinayeti sonrası taziye sunmaya Danıştay’a gelen Başbakan’ı kapıda karşılamayan bir bayan Danıştay başkanı vardı; acaba Ergenekon davası gelişmeleri sonrası o günü hatırladığında yüzü erguvan gibi kızarıyor mu?




Yazının DEVAMI İçin (http://www.akpartiforum.com/eser-karakas-bu-yargiyla-acilim-olur-mu-t116750.html?p=671061)

ishakyilmaz
09-26-2009, 13:15
Hasan Karakaya - Vakit
hasankarakaya@vakit.com.tr 2009-09-26
Kurtlar Vadisi... Dün darağacı, bugün baştacı! Her zaman söylerim, yine söylüyorum... Bir insan bir yerlere gelmişse, o insanı diğerlerinden ayıran bir özellik, bir farklılık vardır... Yani, hiçbir insan, hiçbir özelliği olmadan bir yere gelemez, iz bırakamaz...
Meselâ, “Yunus Emre” olmak kolay değildir... Ya da, kolay kolay “Yunus Emre” olunmaz... Malûm; Yunus Emre’nin bağlı bulunduğu “dergâh”ta, şüphesiz çok değerli “derviş”ler vardı... Ama, çoğu, bir “iz” ve “ad” bırakamadan göçüp gitti...
“Yunus” adı ise, hâlâ dillerde, hâlâ gönüllerde...
Peki, Yunus’u diğerlerinden ayıran özellik neydi?..
Belki çok basit olacak, ama “odunları” desem, acaba abartmış mı olurum?.. Evet, “odun”ları!..
Derler ki; Yunus’un, dağlardan kesip dergâha getirdiği odunlar bile “pürüzsüz” ve “dümdüz”dü!..
Bir gün, merak edip sormuş şeyhi;
“Görürüm ki, getirdiğin odunların hiçbirinde eğrilik yok, hepsi düzgün... Bunun hikmeti ne ola?”
Cevap vermiş Yunus;
“Bu dergâhtan içeri giren odunların bile yamuk olmasına gönlüm razı değil!”
İşte Yunus’u, “Bizim Yunus” yapan özellik!..
İşte Yunus’u, bugünlere taşıyan farklılık!..
“Doğruluğa” ve “düzgünlüğe” o kadar önem veriyor ki, “odun”ların bile yamuk ve eğri olmasına razı değil!..
Özü-sözü doğru!..
İşte bu yüzden;
Yunus hâlâ gönüllerde!..
Yunus hâlâ dillerde!..

ishakyilmaz
09-26-2009, 13:21
Fehmi KORU Yeni-Şafak-Yine,Yeni,Yeniden...

Her ülkede yeni bir şey söylemek, farklı olmayı göze almak risklidir de, Türkiye'de bu risk başka yerlerden daha fazladır.
Başka ülkelerde mucitler teşvik edilip mükâfatlandırılır, bizde alışılmadık bir çıkış yapan “Yeni icat mı çıkarıyorsun?” diye ayıplanır. Hiçbir düşünce üretmeden emekli olan profesörlerle, kör değneği beller gibi hep aynı şeyleri tekrarlayıp duran danışmanlar ülkesidir burası...
Herhangi bir konuda en son 'açılım' ne zaman yapılmıştı, 'Kürt açılımı' ve 'Ermeni açılımı' öncesinde, hatırlıyor musunuz? Evet, iktidara geldiğinde ilk iş olarak Diyarbakır'a giden ve oradan “Kürt realitesini tanıdık” açıklaması yapan politikacılar (Süleyman Demirel- Erdal İnönü) çıktı. Ya da en son gittiği ülke olan İspanya'dan dönerken orada işittiklerinden etkilenip “Bask modelini uygulayacağız” diyen (Tansu Çiller) de... Bir başka politikacı (Mesut Yılmaz) kimbilir kimin etkisiyle “Avrupa Birliği'nin yolu Diyarbakır'dan geçer” de diyebilmişti.
Lâf üretmede üstümüze yok zaten; ancak lâfı projeye veya açılıma dönüştürme becerisi gösteren pek çıkmıyor bizim ülkemizde.

menes
09-26-2009, 16:31
26.09.2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinden Ali Bayramoğlu'nun ''Türkiye'nin sorunları ve çözümler'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Çokkültürlü toplumsal düzen karşılıklı kabule dayandığı oranda bireyi yeniden tanımlar ve ait olduğu dünya içinde ve o dünyaya karşı özgürleştirir, çünkü. Doğru orantı içe kapanma ile çokkültürlülük arasında değil; içe kapanma ile dışlanma arasındadır.
Kimlikler karşılıklı oluşur.
Hiçbir birey kendi kimliğine tarih dışı, toplum dışı bir hattan ve kendisi üzerine düşünerek ulaşmaz. Onu tanımlayan, tasnif eden başkalarının tavırları ve davranışlarıyla ulaşır.
Kısacası, aşırı cemaatleşme eğilimi, kimliklerin birbirini karşılıklı olarak reddettikleri bir düzenin adıdır. Çokkültürlü toplum ise bu kimliklerin birbirlerinin karşılıklı olarak kabul ettikleri toplumun adı.

menes
09-26-2009, 16:37
26.09.2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinden Fehmi Koru'nun ''Yine, yeni, yeniden...'' başlıklı yazısından bir paragraf ;

Yeni şeyler söylemek, yapmak risklidir; ama tarihi risk almasını bilenler yazıyor...

Ertuğrul ÖZGÜL
09-26-2009, 21:02
D. Mehmet DOĞAN - 26/09/2009 - "Laiklik neden gündemden düştü?"


“Bizim ideolojimiz iyidir”, “bizim laikliğimiz tanımlanamaz” diyenler bu soruya cevap vermekte zorlanıyorlar. Haklılar!
Türkiye’nin 20. Yüzyılını belirleyen “mağlubiyet ideolojisi”nin sonunun geldiğini onlara kabul ettirmek zor. Böyleleri için en acı ilâç bu. Onlar mağlubiyetimizle gurur duyan nesil çünkü.
Türkiye’nin 20. Yüzyıldaki ideolojisi, adı ne olursa olsun bir “mağlubiyet ideolojisi” idi.
Lozan’da galiplerin safında oturtulmayarak Türkiye heyetine mağlubiyet ikrar ettirildi. “Lozan Kahramanı İsmet Paşa”nın Konferansın adını değiştirmeye bile gücü yetmemişti! “Yakın Şark İşleri Konferansı”nda galip Batı’nın önünde diz çöktü; anlaşmayı şapka devriminden önce şapka giyerek, yani itaatini peşinen arz ederek imzaladı. Sınırları şöyle böyle tanıttı, fakat onların istediği gibi küçük, ulusal, dünyada hükmü olmayan bir devlet olmayı kabul etti.
Türkiye anlaşmadan sonra mağlupların yaptığını yaptı, galibin taklidine yöneldi. Millî Mücadele’nin anti-batı, anti-emperyalist tezlerini gömdü. Yeni tezler, galibin dünyasında var olabilmek için gerekenleri yapmak üzerineydi. Bunlara “devrim” denildi. Mağlubiyetimiz devrimlerle kutsandı. Müslüman olmamamız, İslâm dünyasının atıf merkezi olmamamız isteniyordu. Elbette Hıristiyan olamazdık, “laik” olduk! Türkiye Cumhuriyeti’nin Hilafeti taşıyacak, İslâm dünyasına hitab edecek gücü yoktu. Hilafetin kaldırılması, batıyla anlaşmanın mecburiyetlerindendi. Mağlubiyetimizi zafer olarak sunabileceğimiz bir ideoloji imal edildi.
Mustafa Kemal Paşa, fakir, açlık derecesinde fakir Anadolu’nun bağrında yeni başkent Ankara’da Onuncu Yıl Nutku’nda, “az zamanda çok büyük işler başardık!” diyordu. Türkiye’nin Onuncu yılda kişi başına millî geliri 1918 seviyesine, yani Birinci Dünya Savaşı’nın sonundaki seviyeye düşmüştü!
Mağlubiyet ideolojisi 20. yüzyıl Türkiyesini belirledi. Fakat 21. Yüzyılda bu ideoloji ile Türkiye’yi yönetmek imkânsız. Bu imkânsız darbelerle mümkün hâle getirilmeye çalışıldı. Olmadı. En son 28 Şubatla bir hamle yapıldı, o da yürümedi. Ergenekon hamlesiyle mağlubiyet ideolojisi yönetebilir hale getirilmeye çalışıldı, bunun da imkânsızlığı ortaya çıktı.
Türkiye ideolojik takıntılarından kurtuldukça dünyada kabul görmeye başladı. Komşularıyla, çevresiyle, bölgesiyle ilişkilerini müstakillen sürdürecek konuma geldi. ABD’nin Türkiye’nin siyasetini belirleme gücü nisbetinde, Türkiye’nin ABD’nin bölge siyasetini belirleme gücü oluştu.
Türkiyesiz bir Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar siyaseti belirlemek imkânsız. Türkiye kendi ideolojik prangalarını kırdıkça güçleniyor, bunu görmeyen bazı oligarşik kesimler, “hükümet laikliği gündemden düşürüyor” diye yaygarayı basıyorlar. Anayasa Mahkemesi iktidar partisini “laikliğe karşı eylemlerin odağı” olarak mahkûm etmiş miş! Etsin bakalım! Anayasa Mahkemesi neyin odağı peki? Türkiye’nin geleceğini mahkeme mi belirleyecek? Hükümeti mahkeme üyelerinden oluşturalım öyleyse!
Beyler! Türkiye’nin 1920’lerdeki, 30’lardaki laikliği büyük düşmana karşı bir kamuflajdı!
Bunu nereden çıkarıyoruz?
Türkiye’yi yöneten altı okunda “laiklik” bulunan partinin değişmez genel başkanı, Ebedî Şefi Atatürk 1930 yılında tuttu Diyanet İşleri Reisi’ni partisinin Ankara il başkanı yaptı! Böylece ne yapmış oldu?
Laikçiler hadi Anıtkabir’e koşun! Orada Atatürk’ün size nanik yaptığını göreceksiniz!
Kitap hattı:
Ergenekon’un Şifreleri. Ali Erkan Kavaklı Ergenekon’u romanlaştırmış. Polisiye tadında bir roman. Olaylar, kişiler gerçek. Büyük bir dâvanın iddianamesinde yer alan bilgiler romanın konusunu teşkil ediyor. Bütün dünyada, edebiyatçılar aktüel olayları konu edinen eserler kaleme alırlar. Türkiye’de geniş bir 12 Eylül edebiyatı meydana getirilmiştir. Fakat, Türkiye’nin yakın geçmişinde önemli kırılmalara yol açan, sistemin kendini temyiz gücünü gösteremediği başörtüsü gibi konular yaygın bir edebiyat mevzuu haline getirilememiştir. Kavaklı’nın Ergenekon romanı bu bakımdan da dikkat çekici.

Ertuğrul ÖZGÜL
09-26-2009, 21:09
Çok mu zor Allah aşkına?
Benim güzel ve “uzatmalı” Basın Konseyi Başkanım Oktay Ekşi yine kırmış geçirmiş... Yazısına seçtiği başlık tek kelimeyle şahane: “Yine o bahis.”

Evet, yine o bahis.

Bu bahis nedir?

Bu bahis laikliktir efendiler...

Bilmeyen, görmeyen, kıraat etmemiş olanlar da sanacak ki, Oktay Ekşi başkanım bu “netameli” bahsi konuşmuş, halletmiş de, tekrar konuşmaktan gına getiriyor.

Diyor ki, “Bu memlekette laiklik konusunda söylenmedik söz kalmadı.


Zaten biz de bu konuda yazmaktan usandık.”

Biz de, laikliğe kutsallık izafe eden kafanın belli bir anlayış düzeyine gelmesini beklemekten usandık.

Umudumuzu kaybetmiş değiliz.

Hâlâ bekliyoruz.

Devam ediyor başkanım: “Usandık... Çünkü bazı kafalara bu kavramı anlatmanın imkânsız olduğunu gördük. Ama Ergun Özbudun gibi bir Anayasa hocası da laikliğe yeni bir tanım arayan Bülent Arınç’la aynı safa geçerse duramıyorsunuz.”

Duramamış işte...

Döktürmüş...

İyi de, Bülent Arınç’la aynı safta olmak nasıl bir şeydir?

Laiklik tılsımını bozacak lanetli bir duruş mudur bu?

Ne var bu safta?

Ezkaza bu safta bulunanların söz söyleme hakları sakıt mı olacaktır? Meşruiyetleri mi tartışılacaktır? Vatandaşlık hakları mı ellerinden alınacaktır?

Ne olacaktır?

Oktay Ekşi’yle aynı safta olunuyor da, Bülent Arınç’la neden olunamıyor, yahut olunamasın?....



Yazının DEVAMI İçin (http://www.akpartiforum.com/ahmet-kekec-cok-mu-zor-allah-askina-t116823.html?p=671503)

Fasl-ı Gül
09-26-2009, 21:25
Zaman- Yorum-Etyen Mahçupyan

Laikliğin Cehaleti

"Bilimsellik kisvesi altında toplumun karşısına çıkarılan laiklik sayesinde, toplumun kendisi bir anda siyasetin dışına itildi. Çünkü toplum cahildi... Doğruları bilmiyordu... Doğruları bilmeyen bir toplumun siyasetinden bir hayır çıkmayacağı aşikârdı. Siyaset laik kesimin uhdesinde kalacak ve toplum da laikleştikçe siyasete dahil olacaktı. Bunun son derece teşvik edici bir politika olduğu su götürmez. Nitekim yoğun bir laikleşme arzusu yarattı. Laik olmanın yarattığı imtiyazları paylaşma, dar yönetim kadrosunun parçası olma herhalde bir çekiciliğe sahipti. Ama Türkiye'deki laikliği açıklamak için bunlar yetmez... Burada laiklik gerçekten de bir üstünlük, bir 'adam olma' önkoşulu olarak görüldü. Ne var ki benimsenen otoriter zihniyet içinde şekillenmiş bir laiklikti. Yani doğruları söyleyen, düşünmeyi değil, 'yanlışı' reddetmeyi ima eden bir laiklik. Mesele düşünme olmadan yanlışın nasıl tespit edileceğiydi, ama o noktada da devlet imdada yetişiyordu. Devlet 'şeriat' ve 'irtica' kavramlarını sıcak tutarak ve içlerini doldurarak, hem laik kesimin uzak durması gereken bir toplum zeminine işaret ediyor, hem de bu sayede laik kesimi yeniden üretiyordu. Çünkü laik olmak, modern olmak kadar cahil olmamayı da ifade etmekte; birincisi kendi cemaatini tanımlarken, ikincisi 'ötekine' mesafe almayı salık vermekteydi.

Sonuçta laik kesim gözünün önünde duran gerçekliği görmektense, kendisine uygun gelen hurafelerin peşinden gitmeyi tercih edebiliyor. Cehaleti yenmek üzere yola çıkmış olanların geldikleri cahilane nokta ibret verici... Cehaletin bilgisizlik olmayıp, bilmediğin halde kendini biliyor sanmak olduğunu laik kesim de öğrenecek. Ve belki de o zaman kendisini cahil 'bıraktıranın' ne olduğunu, cahil 'bırakanların' da kim olduğunu sorgulayacak. "

"Laiklik" vaveylasını koparanları, "şeriat" korkusu imajıyla gözleri boyayanları tekrar tekrar düşünerek bu yazı okunmalı.. Türkiye'de laiklik.. Türkiye'nin "laik" kalması bir de bu açıdan değerlendirilmeli..

Ertuğrul ÖZGÜL
09-26-2009, 21:31
Nuh GÖNÜLTAŞ - 26/09/2009

Türkiye'de askerlik süresi çok uzun. Hem çok uzun hem de profesyonel olmayan bir durum söz konusu. Genç erkekler hayatlarının en güzel çağında askere alınıyor, sonra bunlardan bazıları ot yoluyor, bazıları mıntıka temizliği yapıyor. Tuvaletleri temizleyenler de var. Kimileri de komutanlarına posta oluyor!
Buna askerlik, "vatan hizmeti" deniliyor!

Askerlik hem uzun hem de "Her Türk asker doğduğu için" olmalı, zaten askerlik okul hayatı ile birlikte başlıyor.

Önceki gün bir vesile ile bir okul açılışındaydım.

Öğrenciler önce asker gibi sıraya dizildiler.

Sonra rahat hazır ol komutları...

İstiklal Marşı, arkasından andımız!

Türk'üm, doğruyum, çalışkanım...

Okul açılışları bile "ideolojik devlet" tanımına uygun biçimde yapılıyor.

Okul açılışında değil de bir askeri törendeymiş gibi hissediyorsunuz.

Unutuyordum, saygı duruşu da söz konusu.

Okulların açıldığı perşembe günü aynı zamanda İlköğretim Haftası'ymış.

Çocuklar şiir okudular.

"Okullarımız açıldı

Göklerde bayrağımız

Dudaklarda marşımız

Dillerde andımız

Yaşasın okulumuz."

"Türk'üm doğruyum çalışkanım."

"Ne mutlu Türk'üm diyene."

Rahat, hazır ol...

"İlköğretim Haftası ulus olma bilincidir."

Küçücük bir çocuğun ağzından bu sözü duymak ne kadar da garip duygular oluşturuyor insanda.

Ulus olma bilincinin İlköğretim Haftası ile ilişkisini ben kuramadım doğrusu. Ama birileri kuruyor bu ilişkiyi ve küçücük çocuklara ilkokula başladıkları andan itibaren böyle şeyleri tekrarlatıp duruyorlar.





Yazının DEVAMI... (http://www.akpartiforum.com/nuh-gonultas-turkiyede-askerlik-ilkokulda-basliyor-t116826.html?p=671535&posted=1)

Ertuğrul ÖZGÜL
09-26-2009, 22:02
Tarık TAÇBAŞ - 26/09/2009 - "GECE 01.30'A RANDEVU VERDİ, ŞAŞIRDILAR"



Ramazan'da gece 03.00'e kadar çalıştığını anlatıyor. Geçen hafta 1142 tane randevu talebi olmuş. Gece 01.30'da bir gruba randevu verdiğinde şaşırıp kalmışlar.

"GELİRSENİZ BEKLİYORUM"

- Ciddi misiniz? Gelelim mi? diye şaşkınlıklarını gizlemeden ortaya koymuşlar.

- Evet. Gelirseniz bekliyorum, benim randevu ajandamda varsınız demiş.

Günlük ortalama 10-12 randevusu varmış Bakan Yıldız'ın. Günlük yaptığı telefon görüşmesi ise 80 dolayında imiş.

Taner Yıldız'dan hayatına ilişkin bu istatistikleri dinlerken ağzım açık kaldı. Kendim dahil, çevremde oturan gazeteci arkadaşlarıma baktım.

"Bu tempoya kaçımız dayanabilir" diye düşündüm. Dahası kendi adıma söylüyorum böyle bir tempoya girmeyi asla istemem.

menes
09-27-2009, 14:57
27.09.2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinden Fehmi Koru'nun ''İktidarları şangur şungur'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Ülkesi için taş üzerine taş koymamış, buna karşılık ülkenin sunduğu fırsatlardan en fazla nemalanan, kendi burnundan kıl aldırmazken başkalarında hep küçümsenecek bir şeyler arayıp bulanlar... Kendilerinin tavrını 'siyaseten doğru' gösterip siyaset ve siyasetçi harcayanlar...
Yumurtadan çıkmış, çıktığı yumurtayı beğenmeyen tipler...
Başlarda, “Ak Parti iktidarı bir dönemlik” diye etraflarını avuttular; ardından “Aman daha fazla uzamasın” diye sağa-sola davet çıkardılar ve siyaset-dışı iktidarlarını bugüne kadar sürdürdüler...
Duyulan şangırtılar, duvara toslayan onlardan çıkan seslerdir.

ishakyilmaz
09-27-2009, 14:59
Nuh Gönültaş
2120... KIYAMETİN TARİHİ

Evet... Adnan Oktar Allah'tan başka hiç kimsenin, peygamberinin dahi bilmediği bir bilgiyi Çırağan Sarayı'nda birlikte iftar eden gazetecilerle paylaştı.
"Kıyamet 2120 tarihinde kopacak."
Wowww... Desenize dünyamızın 110 yılı kaldı.
Demek ki biz göremeyeceğiz ama bizim çocuklarımızın torunları kıyameti yaşayacaklar!
Onlar için ne müthiş bir son!
Kıyametin tarihi önceden bilinebilir mi?
Sanmıyorum!
Kur'an açık biçimde bu bilginin Allah'a ait olduğunu, kimsenin önceden bu bilgiye sahip olmadığını bildiriyor.
"İnsanlar, sana kıyametin saatini sorarlar, De ki: 'O'nun bilgisi yalnızca Allah'ın katındadır.' Ne bilirsin, belki kıyamet saati pek yakında olabilir. (Ahzap, 63)
Şimdi...
Böyle olduğu halde nasıl olur da bir insan, insanlardan bir insan bu konuda bir tarih verebilir?
İslam alimleri bu konuda söz söylerken her defasında cümleden önce "Doğrusunu ancak Allah bilir" demişler ve ondan sonra kutsal kaynaklardan bu konuda verilen ipuçlarını değerlendirmişler ve bir tahminde bulunmuşlar.
Ama doğrusunu isterseniz bugüne kadar resmen bir tarih verenine rastlamamıştım.
Neyse...

ishakyilmaz
09-27-2009, 15:01
Zihni ÇAKIR
AK PARTİ İÇİN EN BÜYÜK TEHLİKE: BELEDİYE BAŞKANLARI

Son 3 yıldır AK Parti’ye yönelen eleştiri ve yolsuzluk iddialarına baktığınızda, yerel yönetimler üzerinde yoğunlaşıldığını göreceksiniz.

Bu yönde emniyet ve polisin savcılık talimatlarıyla operasyonlar düzenlediği, operasyonlar sonrası yaşanan gözaltı ve mahkeme sorgusuyla tutuklamaların yaşadığı kayıtlarda mevcut.
Hal böyle olunca, yerel yöneticilerin(Belediye Başkanlarının) belde, ilçe ve bazı il teşkilatları üzerinde kurduğu tahakküm, onların bulaştığı şaibeler konusunda parti teşkilatlarını da zan altında bırakıyor.

Somut bir ilişki kurulmasına neden oluyor.

Bu sadece AK Parti için değil; diğer tüm partler için de geçerli bir olgu.

AK Parti’ye yakın medya organlarının muhalefete ait belediyelerdeki hukuksuzluklarla ilgili yargı sürecini ön plana çıkarma nedeni de bu zaten.

Yerel yöneticiler üzerinden partiyi zan altında bırakmak.

Öyleyse bu yönde en dikkat etmesi gereken iktidar partisi ve onun mensupları değil mi?

Bundan şüphem bile yok.

menes
09-27-2009, 20:52
27.09.2009 tarihli Zaman Gazetesinden Mümtaz'er Türköne'nin ''Açılımın yelpazesi ve milliyetçilikler'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Ulus devletlerin abartarak tedavüle soktuğu devlet milliyetçiliği ile "ulusal kurtuluş" iddiasındaki seperatist milliyetçilikler birbirlerinin ikiz kardeşleri. Her ikisi de totaliter ideolojilerle ve otoriteryen kişiliklerle besleniyor. Birincisi demokrasiyi bir sapma hali olarak görüyor, devletin güvenliğinin topluma emanet edilemeyeceğine inanıyor. İkincisi peşinen her türlü çözümü "önderliğe" havale ederek demokrasiyi Kürt ulusalcılığının ziynet eşyasına dönüştürüyor.

ishakyilmaz
09-28-2009, 15:08
Arzu ERDOĞAL-VAKİT
Sarıgül, Başbakan olabilir mi?

Bir bakıma Sarıgül, halkın hem muhalefetten hem de iktidardan yana sıkıntılarını çok iyi tespit ederek halkın hoşuna gidebilecek iyi bir siyaset geliştirmiş gözüküyor.

Evet, az öncede belirttiğim gibi bu görüşüm 3. iddianameye kadar geçerliydi.

Çünkü iddianameye Sarıgül ile Ergenekon zanlısı Mehmet Haberal arasında geçen ilginç bir telefon konuşması yansıdı ve bu konuşma kafaları karıştırdı.

Konuşmada, Sarıgül başbakanlık hedefini Haberal'a açıyor ve 'Ben Türkiye'nin başbakanı olacağım belki ama benim başbakanım sizler olacaksınız. Yol haritamı aktaracağım izin verirseniz, başka bir şey olacak' ifadelerini kullanıyor. Haberal ise ondan CHP ile uğraşmamasını istiyor. Sarıgül’de talimatı aldığını ve konuşmasını tamamen değiştirdiğini söylüyor.

İşte bu gelişme Sarıgül’e olan bakış açısını değiştirecektir.

Sarıgül sevilen bir isim…

Medya ve iş dünyasından da destek görüyor. Ancak bu tek başına yeterli olmuyor.

Kuracağın ekip önemli, iç siyasetin yanı sıra dış siyasette de farklı açılımlar gerekli, en önemlisi de halk desteği…

3. iddianame ile gündeme yansıyan Sarıgül profili eskisini bir anda yıkabilir.

Şayet Sarıgül her şeye rağmen bu konuşmanın üstünü örtecek tarzda bir siyaset geliştirirse önümüzdeki genel seçimlerde rakiplerini zorlayabilir…

Belki şu aşamada Başbakan olması zor gözükse de “Baykal’dansa Sarıgül” mantığı ile meclise muhalefet partisi lideri olarak adım atabilir.

ishakyilmaz
09-28-2009, 15:09
Selçuk Özdağ-Vakit
Bursaspor - Diyarbakırspor maçı ve Federasyon



Bu ülkeyi hiçbir dış güç bölemez, bölerse içindeki ahmaklar, cahiller, hastalar, psikopatlar böler. Bursaspor, Diyarbakırspor maçında yapılan tezahüratları gazetelerden okumuşsunuzdur. "PKK dışarı" diye bağıran bazı Bursaspor taraftarlarının bu terbiyesizce tavrını nereye koymak lazım acaba?

Diyarbakır bu ülkenin bir parçası.Her şehirde olduğu gibi Diyarbakır’da da farklı düşünen, toplumun genel çizgilerinin dışına çıkanlar olabilir. Ancak bu kimseye bu ülke insanlarını aşağılama, ötekileştirme, bütünden koparma, dışlama hakkını vermez.

Aynı tezahüratın size yapıldığını düşünün, ne hissedersiniz.

Altı üstü bir futbol karşılaşması. Spor birazda dostlukları pekiştirmek, ilişkileri geliştirmek, ortak duygular oluşturmak için yapılır. Bir şov,gösteri sporudur yani. Hal böyleyken bir avuç edepsizin, ülkenin yüreğini hançerlemek anlamına gelen bu tavırlarına ne demeli?

Milliyetçilik ona buna yafta yapıştırıp, oraya buraya savurmak değildir. Gerçek milliyetçilik ülkeye zarar verecek söz ve davranışlardan kaçınmak, bütünleştiren, barıştıran, kucaklaştıran bir yol izlemektir. Bu tür tezahüratları yapanlar kendilerini milliyetçi sanıyorlarsa aldanıyorlar, PKK'nın ekmeğine yağ sürenler olsa, olsa bölücü olurlar.

Fasl-ı Gül
09-28-2009, 16:36
Doğrudan siyasi içerikli değil bu paragraflar ama "eğitim"de siyasilerin gözden geçirmesi gereken temel konulardan biri ise burada olmalı bu satırlar:

Yenişafak-Yusuf KAPLAN- Çocuklarımızı "öldürüyorlar" bayım

"Biz bize gelelim… Ve başımıza nasıl bir taş düştüğünü görelim… Davud-u Kayserî, Kadı Burhaneddin, Molla Gurani, Molla Fenarî, Gazâlî, Yunus, Mevlânâ, Merâğî, Itrî, Fuzûlî, Bâkî, Şeyh Galip, Levnî, Karahisârî, Taşköprülüzâde, Kâtip Çelebi kimdir acaba? Ne söyler bize bu kurucu figürler bugün? Ne anlam ifade eder yarınımız için? Çocuklarımızı geçtik; elitlerimiz, aydınlarımız, yazarlarımız için hangi rüyalara, ideallere, ufuklara, yaratıcı atılımlara kaynaklık eder, etmiştir, edebilmiştir acaba?
Kurucu figürlerini tanımayan, onlarla aynı rüyaları paylaşamayan, onların hayallerini, heyecanlarını, coşkularını, ideallerini, çilelerini yaşayamayan, hissedemeyen, soluyamayan, yeni hayallere, rüyalara, coşkulara, ideallere dönüştüremeyen kuşaklar, kendilerini tanıyabilirler mi, dünyayı, dünyanın başka kültürlerini tanıyabilirler mi?
Eğitim sistemimiz, sömürgecilerin yapamayacağı kadar tahribat yapıyor… Kültür hayatımız,medya dünyamız kendi kültürümüze, sanatımıza, düşünce dünyamıza o kadar yabancı, o kadar ilgisiz, o kadar kör ve duyarsız ki, insanın çıldırırcasına haykırası geliyor, "durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak" diye…
Bizim etik, estetik ve adalet ilkeleri üzerinden insanlığa sunduğumuz görkemli ama bir o kadar da mütevazı; gittiği her yere ruh götüren, hayat bahşeden; yüzyıllarca hem zamanı, hem mekânı fetheden kurucu figürlerimizin inşa ettikleri kendi gök kubbemizi tanımadan, yaşamadan ve yaşatmadan geleceğe ne söyleyebiliriz ki biz? Geleceğimizi nasıl teminat altına alabiliriz ki? Çocuklarımızın ideallerinin, ruhlarının, rüyalarının ve hayallerinin öldürülmesini nasıl önleyebiliriz ki? Kendi hayallerini kuramayanlar, başkalarının hayallerini yaşamaktan, dolayısıyla yok olmaktan kurtulamazlar… "

En önemli konu bu işte.. KEndi köklerinden beslenebilmek ve değerlerimizi bilmek.. Ve gerektiğinde değerler üretebilmek.. Bunun yolu ise değerlerimizin düşünce yapılarını, zihin örgülerini çözebilmekten geçiyor.

Kendimizi bulabilmemiz, kendimize gelebilmemizin elzem yolu bu.

Çocuklarımızın kendi ayakları üstünde durabilmelerinin yoluda buradan geçiyor. Geçmişlerini öğrenebilmeleri ve kendilerini köklü geçmişin bir dalına ait hissetmeleri.
Eğitim sistemiz bu hakikatleri öğrencilerin zihnine nakışlayabilecek nitelikte mi peki? Hangi ulvi değerleri tanıyor çocuklarımız, ya da bizler? Eğer sistemde eksiklik varsa bu eksiği yamalayacak güçte miyiz bizler?
Okumalı ve düşünmeliyiz..

Biz geçmişimizden koptukça rüzgarın hakimiyeti kaçınılmaz olacaktır..

menes
09-28-2009, 18:31
28.09.2009 tarihli Star Gazetesinden Mustafa Akyol ''Türk ırkçılarının inandığı yalanlar'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

“Binaenaleyh bir Kürt mensubu olmak sıfatiyle sizi temin ederim ki Kürtler hiç bir şey istemiyorlar. Biz Kürtler vaktiyle Avrupa’nın Sevr paçavrası ile verdiği bütün hakları, hukukları ayaklarımız altında çiğnedik ve bütün manasıyle bize hak vermek isteyenlere iade ettik. Nasıl ki El-cezire Cephesi’nde çarpıştık. Nasıl ki, Türklerle beraber kanımızı döktük, onlardan ayrılmadık ve ayrılmak istemedik ve istemeyiz .” (Türk Parlamento Tarihi, II. Cilt, TBMM Yayınları, s. 343) Uzun lafı kısası, Cumhuriyet kurulurken Kürtlerin ezici çoğunluğunun Türkiye’ye sadık olduğudur.
Bu tabloyu bozan ise, başka her şeyden çok, Türkler ve Kürtler arasındaki “kardeşlik” ilişkisini “asimilasyon”a çevirmeye kalkan Cumhuriyet, daha doğrusu Tek Parti ve varisleridir.
Şimdi, aradan geçen seksen yıldan sonra, bu yanlış hesaptan dönmeye çalışıyoruz. Mesele, bu.

menes
09-28-2009, 18:39
28.09.2009 tarihli Star Gazetesinden Nasuhi Güngör'ün ''Erdoğan dünyayı doğru okuyor mu?'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Hükümetin IMF’ye karşı getirdiği eleştirileri ve küresel krizde bizzat rolü olan finans ve değerlendirme kuruluşlarının rolünün gözden geçirilmesi talebini şöyle tercüme edebiliriz: Bugüne kadar olduğu gibi uluslararası kuruluşlar eliyle yapılan her değerlendirmeye ya da alınan her karara kayıtsız şartsız uymayacağız. Bizim de sözümüz var. Dolayısıyla bu tür uluslararası kuruluşlar yeniden yapılandırılırken, Türkiye de bu mekanizmaların içinde etkin biçimde yer almalı. ***
Bunların üzerine söylenecek çok söz var elbette. Ama şöyle tamamlayalım. Türkiye’nin içeriden dışarıya doğru etkinliğini ifade eden bu adımlar, aynı hızda kendi içinde siyaseti ve siyasi aktörleri de etkileyecek, değiştirecek ya da dönüştürecektir.
Mutlaka mevcut aktörler tasfiye olup yenisi gelir diye bakmak yanıltıcı olabilir. Çünkü gidişatı doğru okuyan siyasi aktör, ömrünü uzatmayı başarabilir.

Ertuğrul ÖZGÜL
09-28-2009, 20:51
Şamil TAYYAR - 28/09/2009 - "İNCELDİĞİ YERDEN KOPSUN"

Ergenekon harmanına dalınca sırtım dirgen izleriyle doldu. Yetmedi; ailem, çocuklarım tarifsiz acılar çektiler.

Tuncay Özkan, sahibi olduğu Kanaltürk’te günlerce aşağılık yayınlar yaptı. Bana etmediği hakareti ve küfrü bırakmadı. Eşime dahi dil uzattı. Yanı başında oturan Cumhuriyet yazarı Hikmet Çetinkaya, “ayıptır” diyemedi.

Kanaltürk’ün internet sitesinde sinkaflı küfürler birbirini izledi. Ne şahsım kaldı, ne eşim, ne çocuklarım, ne yakınlarım...

Uğur Dündar’ın eşi için ayağa kalkanlar, aşağılık oyunu, kah gülerek, kah ellerini ovuşturarak izlediler.

Dava açtım. Mahkeme, küfürler için bin 250 lira takdir etti. Bu rakam, alt limitti. Küfürler bu kadar aleni olmasa, ceza bile vermeyeceklerdi.

O günleri zor atlattım. Bir ucu Gavurdağı’na diğer ucu Trabzon’a uzanan aile yakınlarım infiale kapıldı. Kanaltürk’ü kana bulamalarından korktum, günlerce uykusuz kaldım.

Bunca ağır hakaret ve küfre rağmen, Tuncay Özkan’ın eşi veya sevgilisiyle ilgili ima yollu bile olsa tek satır yazmadım. Kavgamı delikanlıca verdim, ama o, belden aşağı vurdu.

Sekreterle ceza verdiler

CHP Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt, Habertürk’teki bir yorumuma tepki göstermek için aradığında bana küfür edip telefonu kapattı, sonra sicil amiri olduğu sekreterini tanık gösterip hakkımda dava açtı. Hakim, iki tanığımı yalancı ilan etti, sekretere inandı, hiçbir maddi delil aramadı, 1 yıl ceza verdi.

Yargıtay, bu kararı onarsa, isteyen milletvekili sekreterini tanık göstererek, istediği gazeteciyi hapse attırabilir.

Ergenekoncuların dostu CHP’li Şahin Mengü, Kanaltürk’te şahsım için ağzına geleni söyledi, dava açtım, yerel mahkemede kazandım, ama garabet gerekçeyle Yargıtay 4. Hukuk Dairesi kararı bozdu.

Can Ataklı, Ergenekonculara “Kaçırın Şamil Tayyar’ı, alın elindeki bilgileri” diyerek tüyo verdi. Suç duyurusunda bulundum. Savcı, dava açmak için zorunlu 60 günlük süreyi bekledikten sonra zaman aşımından takipsizlik verdi. Yapması gereken, 60 gün içinde Can Ataklı’nın ifadesini almaktı.

Hakkımdaki suç duyurularına adeta atlarcasına sahiplenen Savcı Ali Çakır, ifade almaya bile gerek duymadan patır patır dava açtı. Soruşturma safhasında savunma hakkı tanımadılar. Birinden de 1 yıl 3 ay hapis cezası aldım.

Bu karar hukuk tarihine “kara leke” olarak geçti. İlk kez bir iddianamenin haber yapılması, cezalandırıldı.

Yargı kuşatması

Tercüman gazetesi, sürmanşette fotoğrafımı yayınlayarak terör örgütüne hedef gösterdi. Yine suç duyurusunda bulundum. Savcı, terörle mücadelede kamu görevlisi olmadığım gerekçesiyle reddetti.

Oysa, Tuncay Özkan, aynı gerekçeyle hakkımda suç duyurusunda bulunduğu zaman savcı hemen dava açtı. Tuncay’ın kamu görevlisi olup olmadığını bakmadı.

Üstelik, iddianameyi kabul eden Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, kararı şahsıma resmi olarak tebliği etmediği için 7 gün içinde itiraz hakkımı kullanamadım. Mahkeme ayrıca, görevsizlik verip dosyayı İstanbul’a gönderdi. Madem işin değildi, neden iddianameyi kabul ettin?

İşçi Partisi, Operasyon Ergenekon kitabımla ilgili suç duyurusunda bulundu. Savcı, takipsizlik verdi. Bu kez karşıma Sincan Hakimi Osman Kaçmaz çıktı, takipsizlik kararını bozdu.

Kitapla ilgili yargılamam devam ediyor. Dava savcısı mütalaasında cezalandırılmamı istedi. Gerekçe olarak gösterdiği kitaptaki bölümlerin neredeyse tamamına yakını, davayla ilgili değildi.

Malatya misyonerler davasıyla ilgili belgeler, Vatansever Kuvvetler Güçbirliği Hareketi üyelerinin telefon konuşmaları, Muzaffer Tekin’in Danıştay sorgusundaki ifadeleri, Ergenekon soruşturması kapsamında değerlendirildi.

Maksat, ceza vermek...

Jandarma evimi bastı

Mahkeme tebligatları bile Kandil’e operasyon gibi yapıldı. Bir gece saat 21.00 sularında jandarma evimi bastı. Ellerinde ağır silahlar, binayı çevrelediler, bir kaçı bahçe demirlerinden atlayarak kapıya dayandılar.

Tesadüfen, o gece, Kadir Çelik’in Objektif programı için İstanbul’dayım. Çelik ve programın diğer konuğu emekli Astsubay Hüseyin Oğuz, olaya tanıktır.

Eşim, heyecanla arayınca haberdar oldum. Ertesi gün davam varmış, saat 09.00’da falanca mahkemede olmam gerekiyormuş. Hemen jandarma üsteğmeni aradım, özür dilemezlerse canlı yayında baskını anlatacağımı söyledim.

Özür dilediler, ertesi gün çaya davet ettiler. Gitmedim.

Çocuklarımı okullarında taciz ettiler. Ağlayarak geldikleri günleri hiç unutamam. Tehdit ve küfür dolu telefonlar, elektronik postalar...

Sadece şahsıma ve aileme küfür için internet siteleri kuruldu. Sözlük adı altında yalan, dolan, iftira ve küfürlerle sayfalar açıldı.

Yaşadıklarımızın bir kısmını yazdık, bir kısmını sineye gömdük. Aile efradının infiale kapılma riskini düşünerek, hukuka inanarak...

Olmadı.

30’u aşan davada 100 yıla yakın hapis cezası istendi, tazminat talepleri eski parayla 1 trilyonu buldu.

Adalet aradım

Yargı, hak arama çabalarımın önüne yüksek bariyerler dikti. Hukukun bittiği yerde, kendi adaletimi aradım.

“Namussuz ve şerefsiz” diyen ahlaksıza “lan” dedim. Küfre sütun açmaya yeltenen zata “dalaksız” diye seslendim. MHP’li vekilin hakaretleri karşısında “alın şu adamı başımdan” diye serzenişte bulundum. Beni düelloya davet ederken “onun bunun gazetecisi” diyen emekli paşaya, kendi lisanından “onun bunun generali” lafını çaktım.

Ne hikmetse; Metin Ataç Paşa gibi beyaz kıyafetler içinde helikopterden inmediğim halde, bana “evliya” muamelesi yaptılar. Hazreti Yusuf sabrı, İmamı Azam bilgeliği, Mevlana hoşgörüsü, Yunus Emre olgunluğu beklediler.

Oysa basit ve sıradan bir Anadolu insanıydım. Etten kemikten yaratılmış, zaafları, duyguları ve nefsi olan biri...

Bana taşıyamayacağım kadar ağırlık yüklediler. Küfür, hakaret ve iftiralara boynunu eğ, haksızlıklara direnme...

Evet...

Belki “Kamil” değildim, ama Şamil olduğumu unuttular.

Ne diyordu Mehmet Akif; Yumuşak başlıyım amma kim demiş uysal koyunum/ Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum/ Kanayan bir yara gördüm mü kanar ta ciğerim/ Onu dindirmek için kamçı yerim çifte yerim/ Adam aldırmada geç git diyemem aldırırım/ Çiğnerim çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım.

Hapis cezası vermişler, 5 yıl denetime almışlar, kimin umurunda? Hayatından vazgeçmiş adam için ne ifade eder?

Madem öyle, sözüm odur; inceldiği yerden kopsun...












star

:güzel::saygılar::saygılar::saygılar::saygılar:

ishakyilmaz
09-29-2009, 15:18
NUH GÖNÜLTAŞ
BUGÜN
Adın Muhammed ise GATA'ya giremezsin!


TSK'nın adam seçerken yasal ve yasadışı olmak üzere nasıl bir eleği var, nasıl kriterleri var bunları herkes biliyor.

Bakın... TSK'ya girmek isteyip de adları İslam Tarihi'nden alınan, İslam Peygamberi'nin adını taşıyanlar bile özellikle soruşturuluyor!

Şaşırmayın lütfen.

Bunlar oluyor.

Liseyi bitiren ve adı Muhammet, Erkam, Muaz ve benzeri olan gençler üniversite giriş sınavında başarılı oluyor...

GATA'yı tercih ediyor ve kazanıyor.

Buraya kadar her şey normal.

Asıl hikaye bundan sonra başlıyor.

GATA'da görevli komutanlar adı Muhammed, Erkam, Muaz ve benzeri olan isimlerin evlerine gidip, evlerini, analarını babalarını görüyorlar.

Evi görecekler, anaya babaya da not verecekler.

Evin kütüphanesinde hangi kitaplar var, duvarda hangi portreler asılı bunları kaydedecekler.

Duvarlarda asılı duran "Bismillah, Lailaheillallah" gibi çerçeveleri not edecekler.

Doğrusunu isterseniz çocuğunu bu okullara göndermek isteyen aileler bu uygulamadan çok rahatsız!

Çocuklarına bu ismi koyarken günün birinde bu isim sebebiyle başlarına böyle bir şey geleceğini asla düşünmemişlerdi.

ishakyilmaz
09-29-2009, 15:20
Sabahattin Önkibar-Yeni Çağ

TEBRİKLER...
TV dizileri ve Kavaf’a alkış!
AKP’nin Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ı kutluyor ve alkışlıyorum çünkü TV dizilerinde yayınlanan müstehcen sahnelere karartma getireceklerini söyledi. Bazı çevreler ama bu sansürdür diyebilir, öyle değil. Bunun adı aile kurumunu korumadır ve dahası bu adım yeterli de değildir.. Diyelim ki sevişme sahnelerine karartma uyguladınız, peki ya zihinlerin iğfal edilmesi olayı ne olacak? Daha önce de yazdım, Aşk-ı Memnu dizisinin teması amca karısı ve yeğenin yasak ilişkisi!. Ne yani çok izleniyor diye bu tür sapıklıkları onaylayacak mıyız? İzlenme eğer tek ölçü ise seks filmleri yayınlayın nasıl rekorlar kırılır göreceksiniz! Bu konuda Bakan Kavaf’ın çabası yetmez, RTÜK de devreye girmelidir.. Sahi bu RTÜK niçin var?... Aile, bizim en temel kurumumuz, ona yapılan taarruzlarla mücadele olmazsa olmazdır.

Fasl-ı Gül
09-29-2009, 16:21
TARAF- Ahmet ALTAN-Tebligatlar

“Devleti hukuktan daha önemli bulduğunu” söyleyen yargıçların sayısının azımsanmayacak sayılara ulaştığı bir ülkede, “devleti” savunan yargıçlara karşı “hukuku” kim savunacak?
Hele de devletin çeşitli suçlara bulaştığı bizzat “hukuk seven” yargıçlar tarafından söyleniyorsa."
Yargının içinde ciddi bir çekişme var.
Yargının bir kısmı “devleti korumak için hukuka boş vermek” gerektiğine inanıyor, bir kısmı da “devleti ancak hukukla koruyabileceğimizi” biliyor.
Türkiye için böylesine hayati bir konuda kenarda kalmak, sesini kesmek çok mümkün değil.
Sokaklarda vurulan insanlar, işkenceler, çeteler, darbe girişimleri, toprağa gömülen cephanelikler hep bu “hukuksuzluğun” ve “devleti hukuktan daha önemli bulmanın” sonuçları.
Devlet, hukuktan önemli olamaz.
Hangisi daha önemli diye bir kıyas bile olmaz.
Hukuk olmadığında devlet diye bir şey kalmaz çünkü.
Hukuk olmadığında, devlet çeteleşir.
Biz bunu Susurluk’ta da gördük, Ergenekon’da da.
Ama artık bunu fark eden hukukçular var ve onlar kendi meslektaşlarıyla da karşı karşıya kalıyorlar."

Hukukun "adalet"e denklendiği zamanların arayışındayız.. Devletin "hukuk ve adalet" için var olduğu günlerin müjdesi niteliğinde bugün çekilen sıkıntılar.. Gerçeğin peşinde koşan, adaleti ülkenin mihenk taşı haline getirmeye çalışan hukukçularımızın sayısı arttıkça "devlet" adaletin, huzurun teminatı olacaktır..

menes
09-29-2009, 18:02
29.09.2009 tarihli Zaman Gazetesinden Mümtaz'er Türköne'nin ''Demos'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

..."Demokratikleşme açılımı"na gelince:...
Sorunu halk çözecek. Umutla umutsuzluk arasında gidip gelenlerin de geleceği görebilmek için gözlerini halka dikmesi lâzım. Kararı halk verecek ve çözüm halkın eseri olacak. AK Parti iktidarı da, muhalefet partileri de bu karara teslim olacak. Devlet katında üretilen ve şiddet sarmalı ile içinden çıkılmaz hale gelen bir sorunu çözeceğiz. Dünyanın her yerinde etnik sorunlar halkların düşmanlığı şeklinde ortaya çıktı. Bizde ise halk bu ayırıma prim vermedi. Sorunu çözmek ve hüküm vermek sırası "demos"a(millete) geldiğine göre gönlümüz ve aklımız ferah olmalı.

menes
09-29-2009, 18:32
29.09.2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinden Ali Bayramoğlu ''Başbuğ ve aydın dilekçesi'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Siyasetçi, siyaseti her ne olursa olsun, siyaset yapmaktan alıkonulmamalı ve siyasi alanı keyfe göre daraltılmamalı; askerler devlet alanını kendi tekellerinde tutmamalıdırlar.
Kimse toplumsal sorunları, o sorunlar ne tür sorun olursa olsun (tesettür, üniversite, Kürt meselesi), devletleştirme ve siyasi tartışma gücüne sahip olamamalıdır.

Ertuğrul ÖZGÜL
09-30-2009, 07:31
Hasan KARAKAYA - 30/09/2009 - Başörtüsü fetvası vermek, Genelkurmay’ın işi mi?


13 Kasım 2007 tarihli Ayna’da, “bazı kuruluşlar”ın “tarihçe”lerinden söz etmiş ve demişim ki; Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın kuruluş tarihi 1081... Türk Zabıta Teşkilâtı’nın kuruluş tarihi 1826...
Türk Polis Teşkilâtı’nın kuruluş tarihi 1845...
Jandarma Genel Komutanlığı’nın kuruluş tarihi 1839...
Yargıtay’ın kuruluş tarihi 1868...
Kararlarıyla tartışma gündeminde olan Danıştay’ın kuruluş tarihi ise 1869...
Bunları, şunun için hatırlattım...
Bugün;
“Hamasi nutuklar” atmaya hevesli hemen herkes, her ağzını açtığında; “köklü bir tarihimiz” ve “şanlı bir geçmişimiz” olduğundan söz etmeyi çok sever...
Gerçekten de; bizim şanlı bir tarihimiz, köklü bir geçmişimiz vardır...
Bırakın ötesini-berisini;
“Anadolu’nun Türkleşmesi”nin kökeni, 1071’deki Malazgirt Meydan Muharebesi’ne ve 1299’da kurulan Osmanlı Devleti’ne dayanır.
Peki, bu devletlerin hiç mi “gelenek”leri, “görenek”leri ve “inanç”ları yoktu?..
Elbette vardı ve her gelenek ve göreneğin temeli İslâm’a dayanıyordu...
Evet, “bizi biz yapan” değerlerin başında “din” geliyordu...
Din, yani İslâm!..
Şimdi;
Deniz Kuvvetleri’ni, Zabıta’yı Polis’i, Jandarma’yı, Yargıtay’ı ve Danıştay’ı kabul edip de, onları şekillendiren “İslâm’ın emir ve yasakları”nı, dolayısıyla “başörtüsü”nü reddetmek; ne “akıl”la bağdaşır, ne de “mantık”la!..
Bu, “bütün”ü kabul edip, “parça”larını reddetmek gibidir ki; bu tavır, tek kelimeyle “abesle iştigal”dir, “zırva”dır...
Malûm, “zırva”lar da “tevil” götürmez!..



Yazının DEVAMI için ;) (http://www.akpartiforum.com/hasan-karakaya-basortusu-fetvasi-vermek-genelkurmay-8217-in-isi-mi-t117086.html)

Ertuğrul ÖZGÜL
09-30-2009, 07:37
Ali KARAHASANOĞLU - 30/09/2009 - İşte savundukları askerî yargının hali!


AİHM hatırlattı da, Ergenekon için bugünlerde viyaklayanların, bir ikiyüzlülüğünü daha gündeme getirme fırsatı bulmuş olduk.
Konu şu: AİHM dün 21 davada birden, Türkiye’yi haksız bulmuş.
Davaların ortak yönü, TSK’daki askerî öğrencilerin ihraç edilmeleri sonrasında açtıkları davalarda, mahkeme dosyasına konulan belgelerin, ihraç edilen öğrencilere gösterilmemesi..
Düşünebiliyor musunuz; sizi askerî okuldan ihraç ediyorlar. Siz bunun sebebini bilemiyorsunuz.
Dava açıyorsunuz.
Açtığınız davada, mahkemeye sizi niçin ihraç ettiklerini, gizli bir dosya içinde sunuyorlar. “Ama sakın ha, bu bilgileri davacıya göstermeyin” diyorlar.
Askerî Yüksek İdare Mahkemesi de, “Olur olur.Siz hiç merak etmeyin.Biz ihraç edilenlerin davalarını reddederiz.Ama aleyhlerinde ne suçlama var, onun belgesini kendilerine göstermeyiz!” demiş.
Demiş ve ihraçlara karşı açılan davaları reddetmiş. Yani öğrencilerin ihraç edilmelerini hukuka uygun bulmuş. Ama niye hukuka uygun bulmuş, onu da söylememiş!
Çünkü ihraç gerekçeleri “gizli” imiş!
Resmen tiyatro değil mi bu?
Tiyatro olmasına tiyatro da, işte bu tiyatro oyunu şeklindeki şaklabanlıkları savunan, bunların devam etmesini isteyen insanlar var bu ülkede...
“Askerî yargı, sivil yargıya göre daha titiz. Askerî yargının görev alanını daraltmayalım. Askerî mahkemelerin görevine giren bazı konuların sivil yargıya aktarılması yanlıştır” diye, üstün görüşlerini (!) halka empoze etmeye kalkışanlar var bu ülkede..
İşte askerî yargının verdiği kararlar ortada..


Yazının DEVAMI İÇİN (http://www.akpartiforum.com/ali-karahasanoglu-iste-savunduklari-asker-yarginin-hali-t117087.html?p=672974)

Ertuğrul ÖZGÜL
09-30-2009, 07:42
D. Mehmet DOĞAN - 30/09/2009 - “Osmanlı sizin bildiğiniz gibi değildi!”


Son şehzadenin cenazesinin 1920’lerdeki korku unsurlarının bugünkü Türkiye’nin büyük ölçüde meçhulü olduğunu ortaya koyduğunu belirtmiştik. Bu, eski korkulardan beslenen unsurların mevcudiyetini tamamen ortadan kaldırmıyor elbette. Bu unsurlar cenazeye Başbakan yardımcısının, bakanların, valinin, emniyet müdürünün, Cumhurbaşkanlığı genel sekreterinin katılmasını hoş karşılamamışlardır. Fakat bunu doğrudan söyleyecek bir ortam mevcut değildir. Katılımın çeşitliliğine bakarak korkularını dışa vurmakla yetinmek zorunda kalmışlardır.
En açık dışa vurdukları korku, bir hoca efendinin ve bağlılarının cenazeye katılmasıdır. Bazı gazeteler cübbeli sarıklı vatandaş resimleri çekerek gazetelerinde yayınladılar. Bazı köşe yazarları, sütunlarında bahsettiler. Şehzade on sene önce vefat etse ve bu haberler gazetelerde çıksa idi 28 Şubat havası ile kıyametler kopardı. Şimdi sadece yazılmış oldu! Meğer İsmailağa Cemaati’nin büyüğü Mahmut Ustaosmanoğlu da o yaşlı ve hasta haliyle cenazeye katılmış. Dolayısıyla, müntesipleri de oradaymış!
Hadi Hoca Efendi’nin cenazeye katılmasını soyadı benzerliğine verelim! Her kesimden vatandaşın katılmasını neye yoralım peki? Sırf son şehzadenin kişiliğine değil elbette! Bu ülkeye, millete büyük hizmetler etmiş bir hanedanın bu vesileyle yâd edilmesi, tarihle barışmak için bu cenazenin fırsat bilinmesi şaşırtıcı görülmemeli!
Biz böyle diyoruz ama, bazılarınca şaşırtıcı görüldüğü kesin! Çünkü, malûm basının kıdemli erken uyarıcıları, transfer kalemşörleri ve eş durumundan yazarları mevzuya dalmaktan geri kalmadılar. Osmanlı hanedanının aslında halkın bildiği gibi olmadığı, dine diyanete ilgisiz oldukları, Cumhuriyetin laik sosyetesi ile aralarından bir fark bulunmadığı, içkilerden viskiyi tercih ettikleri, bu arada Osmanlı padişahlarının da aslında içkici oldukları vs. yazılıp durdu.
En şiddetlisi, din karşıtı tutumları konusunda ortaya sürülen tezlerdi. Dincimiz, şeriatçımız, muhafazakârımız, sağcımız kendileri ile “Osmanlı hanedan mensupları” arasında fark olmadığını, Hanedan mensuplarının da şeriatçı olduğunu sanırlarmış...
Kimin neyi nasıl sandığı bahsi diğer; fakat burada bir “şecaat arzı” yok mu: “Cumhuriyet, toplumsal model olarak neyi getirmek istiyor idiyse... Hanedan çoktan o modele adapte olmuştu... Yani “Cumhuriyet” ile “Osmanlı Hanedanı” arasında kültürel açıdan bir çelişki yoktu... Osmanlı’nın son döneminde saray ve üst sınıf hayat tarzı ile cumhuriyetin benimsediği hayat tarzı aynı idi...”
Cumhuriyet’e geçişin temel gerekçesi “muasır medeniyet” değil mi? İrticai Osmanlı monarşisinden ileri cumhuriyet idaresine geçildiği her fırsatta ifade edilmiyor mu? İşte buna şecaat arzederken...denir!
Osmanlı hanedanı bavullarını toplayıp Türkiye’yi terke mecbur kaldı. Diğer ülkelerin hanedanı gibi yurt dışına hazine kaçırmadı. “Hain” Vahidetdin Türkiye’yi terk ederken törenlerde kullanılan ve hazineden senetle çıkarılan mücevherli saati iade etti ve senedi geri aldı. Bilmeyenler için bir daha hatırlatalım: Vefat ettiğinde tabutuna haciz konuldu! Hanedan mensupları yokluk ve sefaletle imtihan edildi. Yarım asırlık törpülenmeden sonra yurda dönenlerin, yanaşık düzen göstermekten başka seçenekleri yoktu. Zaten hanedanlık göstermeleri de beklenmiyordu. Onlar millete şanlı cedlerini hatırlatmaktan çok, Cumhuriyet oligarşisinin insanlara neler yapabileceğini hatırlatıyorlardı.
Öyle anlaşılıyor ki, Esad Hoca’nın Süleymaniye haziresine defnini engellemek için hanedanın hanım üyelerini birileri devreye sokmak istemiş. Ve o hanımefendi zamanın Başbakanına mektup yazmış. Cumhurbaşkanı Sezer’in vetosu üzerine bu mektubu göndermekten vazgeçmiş. Ama birilerine nasılsa gönderilmiş!
Orada o hanımefendi diyormuş ki, “Süleymaniye Mezarlığı tarikat mezarlığı oldu... Alâkasız kişiler buraya defnediliyor. Eğer Esat Coşan buraya gömülürse, büyük büyük dedemiz Kanuni Sultan Süleyman ile büyük büyük annemiz Hurrem Sultan’ın mezarlarını Süleymaniye’den çekeriz”...
Eğer o hanımefendi gerçekten böyle bir dil kullandıysa, söyleyeceğimiz şey şudur: Bütün soyların akıllıları da ahmakları da olur! Bu ifade, hiç şüphe yok ki hamakat arzının esaslı nümunelerindendir!
Sultan Süleyman’ın soyundan gelmek onun maddî, biyolojik varisi olmayı sağlayabilir, fakat manevî varisi yapmaz. Onu Kanunî ve dönemi hakkında cehaletten kurtarmaz.
Kanunî tarikat mensubu idi desem; şeyhlere, bu arada Beşiktaş sırtlarında yatan Yahya Efendi’ye çok saygı duyduğunu söylesem, bu hanımefendi ne diyecek? Kanunî’nin kendi adına yaptırdığı Süleymaniye camiinin temelini Şeylülislam Ebussuut Efendi’ye attırdığını, kendisine “halde haldaşım, sinde (yaşda) sindaşım, âhiret karındaşım, tarik-i hakda yoldaşım” diye hitab ettiğini, onun fetvalarıyla gömülmek istediğini hatırlatsam?
Eğer bu hanımefendi bu mektuptan sonra Kanunî türbesini ziyaret etmişse, kubbede yankılanan çok kuvvetli bir “defol!” nidası duymuş olmalıdır!





vakit

Ertuğrul ÖZGÜL
09-30-2009, 07:46
Yavuz BAHADIROĞLU - 30/09/2009 - Ektiğimizi biçiyoruz

Biz tarih yapma açısından oldukça şanslı, ama koruma ve ibret alma bahsinde bir hayli şanssız bir milletiz. Ve galiba, kendi tarihi kaynaklarını satan tek milletiz.
1931 yılının 4 Haziran’ında 200 balya tarihi belgeyi hurda kağıt fiyatına, yani okkası üç kuruştan Bulgaristan'a sattık. Bulgarlar o kaynakları kullanarak kurdukları “Araştırma Enstitüsü” vasıtasıyla “Bulgar Tarihinin Türkçe Kaynakları” ismi altında ciltler dolusu kitap yayınladılar. İşlerine yaramayan belgeleri ise ilgili ülkelere sattılar.
Bu bir tarafa, eldeki tarihi belgelerin yüzde 90’ına yakınını henüz tasnif edebilmiş değiliz. Tabiatiyle tarihimize karşı ne kadar duyarlı isek, tarihi eserlere de ancak o kadar duyarlıyız. Önüne gelen, tarihi eserlerimizi dışarıya kaçırıyor.
Gelelim “tarih neden önemli” sorusunun cevabına. Ama isterseniz bu cevabı biz vermeyelim de müşterek noktaları tarihe eğilmek olan düşünürlerden derleyelim.
Jan Jak Ruso'ya göre, “Tarih, okuyana kendi görme derecesine göre yol gösteren bir kılavuzdur...”
Ömer Hayyam'a göre ise, “Tarih kâinatın vicdanıdır...”
Voltaire der ki: “Tarih generallerin, kralların çiftliği değil, milletlerin tarlasıdır. Her millet geçmişte bu tarlaya ne ekmişse, gelecekte onu biçer.”
Şimdi de gelin ne biçtiğimize bakalım: Terör biçiyoruz, siyasi ve ekonomik kargaşa biçiyoruz; Ergenekon, adaletsizlik, pornografi, ahlâksızlık, öfke ve kavga biçiyoruz.
Demek oluyor ki; yakın tarihimize bazı yanlışlıklar, inançsızlıklar, uygunsuzluklar, tereddütler, taklitler, bunalımlar, sloganlar, şablonlar ekmişiz.
İsterseniz yakın tarih tarlasına ektiğimiz yanlışlardan birkaç kesit vereyim:
Tarih 18 Temmuz 1923... Yer Türkiye Büyük Millet Meclisi... İstiklal Savaşımızın gerçek kahramanlarından Kâzım Karabekir Paşa kürsüsüye geliyor. “Türkiye Devleti'nin dini, din-i İslâm’dır” hükmünün Anayasa’dan çıkarılmamasını istiyor. Bu hükmün kalmasının zaruret olduğunu söylüyor. Sebep ve gerekçelerini sıralıyor.
Karabekir Paşa, konuşmasını bitirir bitirmez, Mahmut Esat (Bozkurt) kara bir öfkeyle yerinden fırlayıp bas bas bağırmaya başlıyor:
“İslâmlık terakkiye (gelişmeye-ilerlemeye) manidir. Bu dinle yürünmez. Mahvoluruz. Ve bize kimse de ehemmiyet vermez.”
Ardından Ali Fethi (Okyar = Sonradan kendisine “Serbest Cumhuriyet Fırkası” isimli bir siyasi parti kurdurulacak; ancak kısa süre içinde “irticaa taviz” verdiği gerekçesiyle partisi temelli kapatılacaktır) Meclis kürsüsüne çıkıyor:
“Evet Karabekir... Türkler İslâmlığı kabul ettiklerinden böyle (geri) kaldılar. Ve İslâm kaldıkça da bu halde kalmaya mahkûmdurlar. Bunun için İslâm kalmayacağız.”
Sonuçta “Bizi İslâmiyet geri bıraktı” diyenlerin istediği oluyor. Derken zamanla iş o noktaya geliyor ki; nesilleri dinsizleştirme emeli, din düşmanlığına dönüşüyor.
Bu çerçevede ezan ve Kur'an susturulup camiler satılmaya, başka maksatlar için kiralanmaya başlanıyor.
Size, 30 Kânun-u Evvel 1928 tarihli Vakit gazetesinden ibret levhası bir haber sunmak istiyorum. Vakit diyor ki; mezkür haberinde:
“Müessesatı diniyye müdürlüğünce İstanbul'da cemaatsiz camilerden 90 tanesi seddedilecektir” (kapatılacaktır).
“Ekserisi İstanbul cihetinde bulunup seddedileceği ilân olunan cemilerin kayyumları (imam ve müezzinler) başka camilerde vukû bulan münhallere (açık kadrolara) tayin edilecek, böylece kayyumsuz kalacak camiler seddedilerek satılığa çıkarılacaktır.”
Önce “ihtiyaç fazlası” deyip kapatılıyor, ardından da satışa çıkarılıyor.
Maksat lâiklik kurtulsun!
Melül Meriç Hoca’nın tespitlerine göre, yalnız Edirne'de tarihî ve mimarî değeri yüksek olup satılan camilerin bir kısmı şunlardır:
Balaban Paşa Camii: 1926'da 30 liraya satılmış...
Esmahan Sultan Camii: 1928'de 70 liraya satılmış...
İbrahim Paşa Camii: 1938'de 450 liraya keresteci Mişon'a satılmış...
Eskici Hamza Mescidi: 1939'da metrekaresi 25 kuruştan Bohor Efendi’ye satılmış.
Nişancı Paşa Camii: 1940'da 260 liraya satılmış.
Ne demişti Voltair'e? Demişti ki: “Tarih generallerin, kralların çiftliği değil, milletlerin tarlasıdır. Her millet geçmişte bu tarlaya ne ekmişse, gelecekte onu biçer.”
Yani bugün, dün ekilen yanlışların, Ergenekon benzeri ürünlerini biçiyoruz. Bugün tarih tarlasına doğrular ekersek, yarınlarda semeresini alırız.





vakit

Gönülden
09-30-2009, 16:38
Nusret Çiçek-Vakit 2009-09-30



“Cumhuriyet elden gidiyor” nakaratları boşuna değil.
Hadi Baykal’ın Ergenekon avukatlığına popülist politika damarı çizgisiyle soyunduğunu anladık, Yargıtay’ın en üst kademesinde bulunanların soruşturması yürütülmekte olan olaylar için tavır koymaları hangi yasanın gereğidir? Sancı mı tuttu, yoksa korkunun ecele faydası mı?
Hem “Yargıyı yargıya bırakın” diyeceksin, hem de yargının yakasını bırakmayacaksın.
Gerçekten YARSAV kaç kişidir?
Kaydolanları demiyorum, onlar her nasılsa kaydolmuş olabilirler, asıl şimdiden sonrasında bir yoklama yapılsa kaç kişi kaldıklarını görebilsek.
Tamam mı, devam mı?..
Pişman olanlar, “yanlış yaptım” diyenler...
Hakimin mesleki kuruluşu olur ama, derneği olmaz...
Dernekçilik siyasetçilik demektir. Siyaset hakime yakışmaz...
Tarafsızlık öyle bir tavırdır ki hakimin fanatik olarak tuttuğu takım bile olmayacak.
Yargı günlüklerindeki dernek davalarına baktığınızda, vatandaşı en fazla kavga ettiren yasanın Dernekler Yasası olduğunu göreceksiniz.
Hakimler derneklere girerse durmadan kavga ederler. Nitekim YARSAV derneği hem mesleği ile hem de iktidar taraftarları ile durmadan kavga ediyor...
O bakımdan YARSAV tarafsız bir kuruluş değildir, dernektir...
Hakim adayları imtihanlarında gördük ki, kendileri de dahil geçtikleri köprülerin yıkılması için davalar açtılar. Hem davacı hem yargılayıcı...
Bir ipte iki cambaz oynayamazken yargılayıcı nasıl oynasın?
Ne imiş?
AK Parti kadrolaşmasın...
Ama sen geçmişte bozuk düzen sayesinde kadrolaştın ya...
Senin kadroların kafadan cumhuriyetçi, AK Parti’nin kadroları cumhuriyet karşıtı, vatan haini(!), öyle mi?..
Tarafsız, bağlantısız mesleki kuruluş derken sorunlar demek istiyorum.
Taraflılığın ideolojisinde rol alan yargıçlar sorundur.

Özgür Çağrı
09-30-2009, 17:35
30.09.2009 Milliyet gazetesi yazarı Hasan Cemalin yazısından bir bölüm

Genelkurmay Başkanı muhtıra yazacak.
Soruşturmayacaksın!
Genelkurmay Başkanı parti lideri gibi siyaset yapacak.
Soruşturmayacaksın!
Genelkurmay, andıçlarla gazeteci milletinin, aydınların hayatını karartacak.
Soruşturmayacaksın!
Ama darbelere, muhtıralara, devletin içindeki çetelere karşı çıkıp hukukun üstünlüğünü savunan yazarları, aydınları ya da barış çağrısı yapan sanatçıları veya dokunulmazlığa sahip milletvekillerini soruşturacaksın!
Elinde silah olana dokunmayacaksın.
Kalem olana dokunacaksın!
Söyler misin, adalet bunun neresinde?..

menes
09-30-2009, 19:30
30.09.2009 tarihli Zaman Gazetesinden Sami Uslu '' Zenginliğin sınırı olmalı mı?'' başlıklı yazısından bir bölüm :

Kapitalizmi benimsemiş ülkelerin toplum vicdanında haklılık bulmayan aşırı zenginlikleri kabul edilir düzeye indirmek için kafa yormak yerine, zekat ve sadaka yöntemini layıkıyla uygulamaları uygun olmaz mı?

menes
09-30-2009, 19:37
30.09.2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinden Resul Tosun'un ''Hükümet ve partinin gücü''başlıklı yazısından bir bölüm ;



Diplomatik lisanı bir tarafa bırakıp aynen halkın lisanıyla gerçekleri dile getirmek tahmin ederim başbakanın kimi muhaliflerini bile içten içe memnun etmektedir.


Herkesin sustuğu ve unuttuğu bir zaman diliminde bütün dünya liderlerinin hazır olduğu BM gibi bir platformda lafı eğip bükmeden Gazze'yi konuşan başbakan kendisine güvenenleri mahcup etmedi.

ishakyilmaz
09-30-2009, 19:48
Abdurrahman Dilipak
GÜNAYDIN... SAĞOL!

Esas duruş, rahat!
Gülme, konuşma..
Bayan öğretmen, cırtlak bir sesle sabahın 07.30’unda bağırıyor:
Ben “günaydın” dediğimde, hep birlikte gür bir sesle “sağol” diyeceksiniz!
Anadolu’da insanlar, esnaf, sabah sabah birbirini “Selamünaleyküm”, “Hayırlı sabahlar” diye selamlar, ama devlet “Günaydın” dememizi istiyor..
“Günaydın” dememizi istiyor da, “Günaydın” diyene, “Günaydın” denir.. “Sağol” denmez ki!
Tabiî okul dediğin “kışla”ya benzemeli değil mi? Kışla düzeni!
“Tevhid-i Tedrisat”ın, “Milli Eğitim”in gayesi bu değil mi: Tek tipleştirmek!
Birazdan “Türküm, doğruyum” denecek..
Burası askerî bir kamp değil..
Bu gelenek, eski Rusya, Hitler ya da Musolini rejiminden kalma.. Partizanlar, kara gömlekliler filan..

Fasl-ı Gül
09-30-2009, 20:09
Zaman- M.Kamış- Mızrak Çuvala sığmıyor

"Şamil Tayyar'a verilen ceza, şüphesiz sadece ona verilen bir ceza değil. Türkiye'deki karanlık çetelerin üzerine gidenlerin hepsine verilen simgesel bir gözdağı. Böylesine ikili çalışan bir yargı olamaz. Yargı, bir ülkenin hak ve adalet dağıtım yeridir. Yoksa hukuk dışılığın zırha büründüğü bir yer değildir. Türkiye'de faili meçhul işler bir şekilde kamufle ediliyordu, ancak bugün bunu yargının bile örtbas etmesi mümkün değil"

diyor sayın Kamış.. Geçen gün Ahmet ALtan, daha önce de Şamil Tayyar yazdıkları yüzünden uğradıkları akibeti kaleme almışlardı. Haklarında açılan davaları, uğradıkları hakaretleri.. Okuyanlar bilir.. Fakat görüldüğü gibi güneş balçıkla sıvanmıyor. Belli kesimler korkutma politikası uygulama çalışıyor ama nafilr.. Başarılı olma ihtimalleri çok düşük.. Çünkü halk gerçeğin ne olduğunun farkında. Halk hakkın yanında.

Yargı reformu da şunun için önemli ki, hakkın yanında olanlar "zulme" uğramasın artık. Devlet, hukuk güvencesi versin halkına."Adalet" mülkün temeli olsun.. O günler yakın.. Ümitvarız..

Özgür Çağrı
09-30-2009, 21:31
30.09.2009 Ahmet Altan Küçük Kız adlı yazısından bir bölüm


Ölen bir köylü kızı.

İşi “büyütmeye” ne gerek var?

Oradaki insanların ölmesi kimin umurunda?

Bizim gazete yazmasa Ceylan’la kim ilgilenir?

Bizim gazete yazsa Ceylan’la kim ilgilenir, onu da bilmiyorum ya.

Küçük bir köylü kızını askerî birlikten atılan bir mermiyle vurup ortadan kayboluyor devlet.

Bunun hesabını kim soracak?

Bizim muhalefet partileri, “Kürt açılımı gerçekleşirse, demokrasi ve eşitlik gelirse Türkiye bölünür” diyorlar.

Kürt açılımı olmadığında Kürt çocuklarını, kuş avlar gibi rahatça vurup öldürürsün ve “Türkiye yekpare kalır” öyle mi?

Böyle mi sanıyorsunuz?

Ceylan vurulalı 48 saat oldu, kimseden ses çıkmadı.

Bu ülke çoktan bölünmüş.

Siyasetçileri, gazetecileri, televizyoncuları çoktan bölmüşler ülkeyi.

Ceylan, zengin bir şehrin, zengin bir semtinde yaşayan zengin bir Türk ailesinin kızı olsaydı ve “havan topu ya da roketle vurulsaydı” bu ülke bu kadar sessiz mi kalırdı?

Vicdan dediğiniz o tuhaf şey böyle durumlarda ortaya çıkıyor işte.

Vicdanın varsa, öldürülenin kim olduğuna, ne olduğuna bakmıyorsun.

O vicdan, o ölüm karşısında sızlıyor ve sen ayağa kalkıyorsun.

Siz, siyasi kararlar ülkeyi bölecek diye korkmayın, ülke “vicdanından” bölünüyor önce.

ishakyilmaz
10-01-2009, 15:10
Hasan KARAKAYA -VAKİT

Şener Eruygur... “1 Numara” dedik, “100 Numara” çıktı!
Çeşitli ortamlarda zaman zaman sohbet ettiğimiz dostlar, “Ne olacak bu Ergenekon işi?” diye soruyorlar...
“Operasyonların ucunun nereye uzanacağını, sonunun nereye varacağını” merak ediyorlar... Onlara; “Sonuç ne olur, nerelere uzanır bilemem ama...” deyip, ekliyorum: “Bu kadar pisliğin ortaya dökülmesi bile bir kazançtır... Ergenekon Terör Örgütü iddianamelerinde görüyoruz işte; vatanseverlik adı altında resmen ve alenen millet düşmanlığı yapılmış!.. Bunların ortaya çıkarılmış olması bile, başlıbaşına bir başarı!.. Ya bu operasyonlar olmasaydı?.. Ya bu dokümanlar ele geçirilmeseydi?.. Ya bu bağlantılar ortaya konulmasaydı?.. Türkiye’yi gerçekten Allah korumuş... Bunlar planladıkları darbeleri yapıp, yönetimi ele geçirselerdi var ya; Türkiye uçuruma sürüklenir, onyıllar boyu belini doğrultamazdı!”
ERGENEKON HER YERDE!
İnsanımız, “Hatice”lerden ziyade “netice”ye baktığından, istiyor ki; “ne olacaksa bir an önce olsun!”
Ama, işler öyle yürümüyor!..
Çünkü, Ergenekon Terör Örgütü mensupları her yerde... Her tarafa “kök” salmışlar... Bir “ahtapot” gibi, her tarafta “kol”ları var, “dal”ları var!..
“Devletin hücreleri”ne o kadar sızmışlar, o kadar nüfuz etmişler ki; şahsen ben, “Akyuvar”lar temiz ise, “Alyuvarlar”ın Ergenekoncu olabileceğini düşünüyorum!..
O kadar kadrolaşmışlar yani!..
O kadar içimizdeler!..
Dolayısıyla, bunlara karşı verilen mücadele, bir günün veya birkaç ayın işi değil!..
Bu, uzun soluklu bir mücadele!..

ishakyilmaz
10-01-2009, 15:11
Abdurrahman Dilipak - Vakit

İnternet cemaati ve Ergenekon

Ergenekoncular yine kaybettiler.. Ekim geldi, hâlâ tık yok..
Toplumu mobilize edemiyorlar.. Üniversiteler açılıyor, birkaç cılız protestodan başka bir şey yok. Mediadaki uzantıları zaten büyük ölçüde deşifre olmuş durumda. Bürokrasi ve siyasetteki uzantıları sessiz kalmayı tercih ediyor. Askerler de öyle. Yargıdaki uzantıları biraz hareketli. STK’lardaki ve sermayedeki uzantıları da sessiz.
Dinlenme ve izlenme korkusuna tetikçilerle buluşamıyor ve konuşamıyorlar.. Para ve silah desteği sağlanamıyor..
En etkili olduğu alan internet. Orada, din, ırk, milliyetçilik, kehanet ne istersen hepsi var..
Anlaşılan internete fazla umut bağlamışlar. Gerçekten güçlü ve önemli bir ağ, ama şunu hesaplamamışlar: İnternete yönlendirdikleri kitleler, kendi informasyonları kadar, karşı informasyona da muhatap oluyorlar..
İnternet cemaati agnostiktir. Aklı karışık bir topluluk. En fazla tepki verdiği zamanda bile tepkisi sanaldır.. Bu yalanlara bazı saflar bugün için inanıyor gibi olsa da, yarın ne yapacağı belli olmaz. Yeni bir bilgi, yeni bir iddia evdeki hesabı altüst edebilir.. En azından kararsız kalabilir.. Bu çocukların çoğu tartışma yorgunu..
Fanatik bir Ergenekoncu, 10 kişiye bir mesaj gönderiyor, “Allah, kitap, vatan, millet için bunu en az 10 kişiye gönder, yoksa hakkımı helal etmem” diye mesaj gönderiyor.. Mesaj gönderdiği kaynaktan 100 tepki alıyor..
Birtakım çevreleri provoke edelim derken, karşıt grupları kendi üzerine çekiyor. Bir bakıma paratoner görevi üstleniyor..
Bana göre kaybedecekleri muhakkak olan bir yarışa giriyorlar..
Bir de söylemleri öylesine yapmacık, öfke dolu, birbirine benziyor ki, bu işlerin profesyonel çevrelerce üretilen komplolar olduğu hemen anlaşılıyor..

menes
10-01-2009, 18:16
01.10.2009 tarihli Sabah Gazetesinden Mehmet Barlas'ın ''Erdoğan icraatı bırakıp devlet adamı olmayı denemelidir'' başlıklı yazısından bir bölüm ,

Başbakan Erdoğan "İlle 3'üncü köprüyü yapacağım" diye neden tutturuyor acaba?
Ne yol yapsaydı, ne köprü, ne baraj yapsaydı...
O zaman "Büyük devlet adamı" oluverirdi.
Hatırlayın 1980 tablosunu.
Türkiye'deki gidişli gelişli tek otoyol benzeri güzergâh, 40 kilometre uzunluğundaydı ve İstanbul-
Gebze arasındaydı.
Turgut Özal döneminde şimdi kullandığımız otoyollar ve 2'nci Boğaz Köprüsü yapıldı.
1983 seçimlerine dayanan günlerdeki bir açık oturumda Özal "Birinci Köprü'yü satıp ikincisini onun parasıyla yapacağım" dediği zaman, Halkçı Parti lideri Calp masaya vurup "Köprüyü sattırmam" dememiş miydi?
Ege ve Akdeniz kıyılarını turizme açtığında "Kamu arazisini ona buna peşkeş çekiyor" diye suçlanmamış mıydı? "İhracat hamlesi"ni başlattığında da ünlü bir iktisat profesörü "Özal her şeyi dışarıya satınca içeride millet aç kalacak" diye yazmıştı bir gazetede.
Bu böyle gelmiş böyle gider.

Fasl-ı Gül
10-01-2009, 18:16
Zaman-Bülent Korucu- 'Hesap vermeyen yargı felakettir'

"Zaten örgütlü, güçlü ve hatta silahlı olan devlet cihazına karşı ferdin yanında yer alması ve kişi haklarının güvencesi olması gereken yargı tam tersi konumlama içinde. Tek önceliği her an ihanet edebileceğini düşündüğü bireye karşı devleti korumak. Kurucu ideolojinin ona biçtiği rol bu. Asıl üzücü olan, camianın rolünü fazlasıyla benimsemiş ve hatta daha ilerisine gitmiş olması. Adliye, hukukun ve dünyanın geldiği noktada inisiyatifini kişi hak ve özgürlükleri tarafında kullanmıyor. Tam tersine devlet cihazını yasama ve yürütme organlarından bile soyutlamaya çalışan ve bürokrasiyle özdeşleştiren bir yapıya bürünüyor. Demokrasilerde yeri olmayan 'devlet ayrı, hükümet ayrı' formülünü dayatan bir bürokratik oligarşi ile yüz yüzeyiz. Sadece bireyi değil, onun oylarıyla oluşturduğu yapıları, hükümet ve parlamentoyu potansiyel devlet düşmanı olarak tanımlıyor. İktidarı hükümete teslim etmemek üzere direnişe geçiyor. Emekli Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun "Yüzde 47 değil, 97 de alsalar fark etmez" türünden sözleri bu zihniyetin en çıplak hali. Netice, anayasa ihlali yaparak yasama organı gibi davranan Anayasa Mahkemesi, kendini yürütme organının yerine mevzilendiren idari yargı. Ve tabii kendine güvenmeyen, adliyeye güvenmeyen bir halk."

menes
10-01-2009, 18:19
01.10.2009 tarihli Zaman Gazetesinden Mümtaz'er Türköne'nin ''Taş atan çocuk'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

O zaman hepimize "taş atan çocuk"lar olduğumuz çocukluk yıllarımızı hatırlamak düşüyor. Bu çocukları kulağından çekip hapse atmak yerine, taşı alıp ellerine yerleştireceğimiz o kadar çok alternatif var ki. Bu çocukları hapse atmak yerine ailelerine teslim etmek devlete düşüyor. Bize ise o taşın yerine konulacak şeyleri bulmak. Aslında yaş önemli değil, taş atarak kendini ifade eden büyük çocuklara da şefkat lâzım. En başta çözüm için atılan adımları çocukça bir siyasî rekabetin malzemesi olmaktan kurtarmalıyız. Günah keçileri bulup taşlamaktan vazgeçmeliyiz.

Fasl-ı Gül
10-01-2009, 19:09
Zaman- Mümtaz'er Türköne- Taş atan çocuk

"Türkiye "demokratikleşme açılımı" ile yeni bir başlangıç yapmaya çalışıyor. Bugüne kadar hep te'dip eden ve ceza kesen "Devlet Baba"yı tanımış olanların, demokratikleşen devletin şefkatini de hissetmesi lâzım. Bir çocuğu terbiye etmek için ceza vermek mi, yoksa şefkat göstermek mi daha çok motive edicidir. Birçok alışkanlığımızın ve beklentimizin değişmesi, doğru bilip de bugüne kadar benimseyip uyguladıklarımızın gözden geçirilmesi gerekiyor. En başta da devlete biçtiğimiz rol kalıplarını gözden geçirmeliyiz.
"Demokratikleşme açılımı"nın bir "devlet projesi" olarak geliştirilmesi bir anda devleti toplumun çok ilerisine taşıdı. Devlet kangren hale gelmiş etnik sorunu çözmek için demokratikleşmeye, kendisini kayıt altına alan temel hak ve özgürlük standartlarını yükseltmeye karar verdi. Doğrudan temsil gücü olan siyasî partiler arasında süren tartışmalar, toplumun devletin gerisine düştüğünü gösteriyor. Toplum kapanmak, devlet ise açılmak istiyor. Belki bu evrede tepkisel nitelikli kapanma eğilimleri öne çıkıyor."

Ertuğrul ÖZGÜL
10-01-2009, 20:30
İbrahim Karagül - 01/10/2009 - Size İhtiyacımız YOK


Başbakan Tayyip Erdoğan'ın BM Genel Kurulu ve G-20 toplantısı sonrası İran ve İsrail konusunda yaptığı açıklamaların, özellikle ABD ve Avrupa ülkelerinin G-20'de İran'ı dünyanın önüne tek hedef olarak atması sonrasına denk gelmesine, Türkiye'de bile "İran tehdidi" için kamuoyu çalışmalarının başlatıldığı bir döneme denk gelmesine dikkat edelim. Bazıları, Türkiye'nin İran'dan yana tavır koyarak başka müttefiklerinden uzaklaştığı tezini işliyor. Bu tutumun İsrail ve AB ülkelerini rahatsız edeceğini söylemeye çalışıyor. Oysa Türkiye, "rol tayini" söylemlerine rağmen bölgesel bir hesap yapıyor. Irak'tan sonra ikinci ve çok daha büyük bir felaket yaşamak istemiyor. Olası İran krizinin, Türkiye'nin bugüne kadar mücadele verdiği çalışmaları bir anda sıfırlayacağını çok iyi biliyor.

Merkel'in "muhalefet"ine karşı şunlar da söylenebilir. Size ihtiyacımız yok. Avrupa artık merkez değil. Dünyanın ekseni değişiyor, tek merkezlilik dönemi kapanıyor. Türkiye, işte bu büyük değişime paralel politikalar uyguluyor. AB bundan sonra hiçbir şekilde Türkiye için tek seçenek olmayacak. Üyelik bir süre sonra Türkiye için ek bir yük haline bile gelebilecek. Siz önce ekonomik sorunlarınızla, siyasal tükenmişliğinizle yüzleşin.

Yazını TAMAMI İçin (http://www.akpartiforum.com/ibrahim-karagul-turkiyenin-artik-size-ihtiyaci-yok-t117217.html?p=673653)

Fasl-ı Gül
10-02-2009, 16:13
ZAMAN- M. ÜNAL- "Derin devlet olmaz"

" ....Bu çok önemli bir çıkış. Açıkça Cumhurbaşkanı sıfatıyla 'derin devlet' kavramını kabul etmediğini ilan etti. Şu cümle de çok önemli: 'Hiç kimse devleti ve rejimi korumak bahanesiyle hukuk dışına çıkamaz'. Bu mesajın adresi belli... Kime veya kimlere söylediği de malum...
Özellikle rejimi koruma bahanesiyle çeteleşmenin en yoğun yaşandığı ülke burası. Darbe senaryolarının sık sık gündeme taşındığını da unutmamak lazım. Bu mesaj Ergenekon türü örgütlerin yanı sıra darbe oluşumlarına da yönelik... Rejimi koruma bahanesiyle hukuk dışına çıkan her kişi ve kurum bu sözlerin muhatabı."

TARAF- Ahmet ALTAN- Göbeğini kaşıyan gazeteci

"Biz, “kimse devlet ve rejimi korumak için hukuk dışına çıkamaz” diyen bir cumhurbaşkanına cevaben “konuşması yüreğimi kararttı” diyen bir ana muhalefet lideriyle, “konuşmasında hiç Türk kelimesi geçmedi” diyen bir başka muhalefet partisinin bulunduğu bir ülkede yaşıyoruz.
Bu düzeydeki bir muhalefet bir toplum için utanç vericidir bence.
Bazıları, muhalefetin eleştirilmesine, “muhalefete muhalefet edilir mi” diyerek karşı çıkıyor
Eğer, hükümetin “demokrasi ve hukuk” dediği bir yerde muhalefet “ne demokrasisi, ne hukuku” diyorsa, evet, muhalefete muhalefet edilir. "

Cumhurbaşkanımızın dünkü konuşması böyle yankı buldu..
Ülkemizin görünür gündeminde "yargı reformu" ve "Ergenokon davası" gibi konular var.. Pek çok köşede gündeme geldi bu konular. "Hukuk için devlet" olmalıdır denildi.. Geminin nereden su aldığı bulundu yani.. Artık onarım zamanındayız.. İşlerin kolay olmayacağı belli. Çünkü bir yandan gemiyi onarmaya diğer yandan geminin aldığı suyu boşaltmaya ihtiyaç var.. Ve bir yandan da geminin batmasını isteyenler!!..
Demokrasi ve hukuk zihinlere ve davranışlara işlediği zaman rahatlayacağız.. "Adalet" anlamını bulacak.. Masum bir çocuk için de, zengin bir iş adamı içinde "hukuk" söz söyleyecek.. "Adalet" göz aydınlığı olacak.. Bekliyoruz o günleri..

ishakyilmaz
10-02-2009, 16:23
Merve KAVAKÇI-VAKİT
Geç kalmışsınız!

Din görevlileri haftasında da bir açılım gerçekleşecekmiş. Ne açılımı demeyin. Kadın açılımı bu. Hani ülke nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan, ailenin varlığında olmazsa olmaz varlıklar. Diyanet’imiz de açılım modasına kaptırmış olmalı ki kendini kadınlar için açılım yapacak bu hafta. Ekim’in ilk haftasını Camiler ve Din Görevlileri Haftası olarak kutlayacak olan Diyanet, ilk defa kadın din görevlilerini de kapsamı içine almış olacak. Kadınlar arasında hafızlık ve güzel Kur’an-ı Kerim okuma yarışmaları düzenleniyormuş ilk defa. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısının yaptığı açıklamaya göre kadın din görevlileri birçok sosyal konuda o kadar güzel faaliyetler yapıyorlarmış ve göz yaşartıcı öyle olumlu gelişmelere imza atıyorlarmış ki bu seneki kutlamalara dahil edilmişler. Kanımca hak etmişler (!) Bizim de gözlerimiz yaşardı değerli Diyanet mensupları. Sevinçten değil ama. Üzüntüden. Ne garipliktir bu böyle... İnsan gülsün mü ağlasın mı... Diyanet’e mi kızasın, onu Diyanet yapan çok kıymetli rejimimize mi... Bir ülke ki kadınları karanlıklardan aydınlığa çıkarttığını avaz avaz bağıracak, bir ülke ki kadınları gerikalmışlığın acımasız pençesinden kurtardık, onlara eşitlik verdik deyip göğsünü gererek böbürlenecek, sonra da bir değil, on değil, elli değil, altmış değil, yetmiş değil, seksen değil, seksen altı sene sonra, nihayet, evet nihayet kadınlarımızın başardıklarından gözlerimiz yaşardı, e’ onları da içimize katalım diyecek. Ne diyelim: Lutfedersiniz beyefendiler!

menes
10-02-2009, 16:25
02.10.2009 tarihli Zaman Gazetesinden İhsan Dağı'nın ''Böyle olur ulus-devletin ulusu'' başlıklı yazısıdan bir bölüm ;

Şahin Alpay'ın dünkü tespiti doğru; 'Sorun, Cumhuriyet'in kuruluş döneminde, imparatorluktan ulus devlete geçiş sürecinde ve tek parti iktidarı altında benimsenen "hepimiz Türk'üz, hepimiz devletin uygun gördüğü Sünni İslam yorumuna inanırız" şeklinde özetlenebilecek kimlik politikalarından kaynaklanıyor'.
Bu politikalarla, bırakın gayrimüslimleri, Müslüman Kürtlerle bile birlikte yaşamakta, onları 'kendi' bilmekte, anadillerine saygı duymakta zorlanan bir millet yaratıldı.

Ömer Bekir
10-02-2009, 16:29
Merve KAVAKÇI-VAKİT
Geç kalmışsınız!

Din görevlileri haftasında da bir açılım gerçekleşecekmiş. Ne açılımı demeyin. Kadın açılımı bu. Hani ülke nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan, ailenin varlığında olmazsa olmaz varlıklar. Diyanet’imiz de açılım modasına kaptırmış olmalı ki kendini kadınlar için açılım yapacak bu hafta. Ekim’in ilk haftasını Camiler ve Din Görevlileri Haftası olarak kutlayacak olan Diyanet, ilk defa kadın din görevlilerini de kapsamı içine almış olacak. Kadınlar arasında hafızlık ve güzel Kur’an-ı Kerim okuma yarışmaları düzenleniyormuş ilk defa. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısının yaptığı açıklamaya göre kadın din görevlileri birçok sosyal konuda o kadar güzel faaliyetler yapıyorlarmış ve göz yaşartıcı öyle olumlu gelişmelere imza atıyorlarmış ki bu seneki kutlamalara dahil edilmişler. Kanımca hak etmişler (!) Bizim de gözlerimiz yaşardı değerli Diyanet mensupları. Sevinçten değil ama. Üzüntüden. Ne garipliktir bu böyle... İnsan gülsün mü ağlasın mı... Diyanet’e mi kızasın, onu Diyanet yapan çok kıymetli rejimimize mi... Bir ülke ki kadınları karanlıklardan aydınlığa çıkarttığını avaz avaz bağıracak, bir ülke ki kadınları gerikalmışlığın acımasız pençesinden kurtardık, onlara eşitlik verdik deyip göğsünü gererek böbürlenecek, sonra da bir değil, on değil, elli değil, altmış değil, yetmiş değil, seksen değil, seksen altı sene sonra, nihayet, evet nihayet kadınlarımızın başardıklarından gözlerimiz yaşardı, e’ onları da içimize katalım diyecek. Ne diyelim: Lutfedersiniz beyefendiler!

Merva Kavakçı Hanımefendi,Diyanet'in burada belirttiği şey,kız Kur'an Kurslarında ki kız çocuklarının okumasında ki bayan Hocalarımızın gayretidir..Bunu neden başka yönlere çekmek istiyorsunuz ki..Ewet,göz yaşartıcı olaylar..Bir zamanlar değil kur'an kursuna,meclis'e bile giremiyordunuz,HATIRLATIRIM.....Ne oldu da Kur'an Kursunda ki bu güzel olaylara üzülüyorsunuz..!

ishakyilmaz
10-02-2009, 16:29
Ertuğrul ÖZKÖK-Hürriyet

Uğur Diyarbakırspor forması giyecek


DÜN Star TV Haber Grup Başkanı Uğur Dündar’la sohbet ediyordum.

Kendince çok önemsediği bir karar almış.

Ben de önemsedim.

Cumartesi günü Adana’da yapılacak Diyarbakırspor-İstanbul Büyükşehir maçında “Diyarbakırspor” forması giyecekmiş.

Bu düşüncesini Diyarbakırspor Kulübü Başkanı Çetin’e söylemiş.

Formayı kulüp başkanı gönderiyormuş.

Uğur formayı giyip maçı seyircinin arasında izleyecekmiş.

“Niye böyle bir şey yapıyorsun” diye sordum.

“Çünkü sahalardaki fanatikler Diyarbakırspor’a haksızlık ediyor. Diyarbakırlılara haksızlık ediyor. Kürtlere haksızlık ediyor.”

Bir de şu var:

“Bu fanatikler Bursaspor’a da Bursalılara da Türklere de haksızlık ediyor.”

Bu sözlerin altına ben de imzamı atıyorum.

menes
10-02-2009, 16:33
02.10.2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinden Ali Bayramoğlu'nun ''Değişime uyum sağlayan yol alır, diğerleri düşer…'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Farkında olmak gerek, Türkiye büyük bir değişimden geçiyor ve büyük bir değişimin eşiğinde bulunuyor.
Ülke içeride Kürt sorununda, Doğu'da Ermeni meselesinde demokrasinin ve çağın koşullarına uyum sağlamaya çalışırken, enerji ve istikrar politikalarını merkeze alarak, 2010'ların siyasi haritası ve gündemini şimdiden oluşturuyor.
İş adamı, siyasetçi, parti başkanı, gazeteci…
Bu sürece uyum sağlayan yol alır, diğerleri düşer…

Ertuğrul ÖZGÜL
10-03-2009, 09:14
Hasan Karakaya - 03/10/2009 - Şimon Peres “CHP’nin Cumhurbaşkanı” mı?



O “fotoğraf”ı görünce, Bülent Ecevit geldi gözlerimin önüne... Bülent Ecevit de öyle yapmıştı ya!.. ABD Başkanı Bill Clinton karşısında; “emirleriniz başüstüne” dercesine “elpençe divan durmuş” ama “halkın oyu”yla seçilip Meclis’e gelen Merve Kavakçı’nın yemin etmemesi için “Bu hanıma haddini bildirin” diye höykürmüştü!.. Demek oluyordu ki, Ecevit’in saygısı, sadece “yabancı”yadır!.. “Yerli”ye gelince, hakaretin bini bi para!.. Karşısındaki Bill Clinton olunca süt dökmüş kedi, Merve Kavakçı olunca kükreyen bir arslan!.. Bill Clinton karşısında, “tahtaya kalkan öğrenci” ezikliği, Merve Kavakçı karşısında “öğrencisini azarlayan öğretmen” edası!.. “Yabancı” karşısında süklüm-püklüm, “yerli” karşısında kükreyen aslan!..
CHP ZİHNİYETİNİN GÖSTERGESİ
Dedim ya;
O fotoğrafı görünce, o günleri hatırladım... Gerçi, o fotoğraftan birkaç yıl sonra Bülent Ecevit, “hiç ayağa kalkamaz” hale geldi ve “yerinden kalkamayan Başbakan” olarak anılmaya başlandı ama, olsun... Benim hafızama, o “2 fotoğraf” kazındı!..
Bir: ABD Başkanı Bill Clinton karşısında süt dökmüş kedi ezikliği ile duran Ecevit!..
İki: Halkın oylarıyla seçilip Meclis’e gelen Merve Kavakçı karşısında avazının çıktığı kadar bağıran ve içinin karalığı olduğu gibi yüzüne akseden Ecevit!..
O zaman da demiştim;
Bu fotoğrafı kesin, saklayın ama, kesinlikle “çocuk”ların ve “hamile kadın”ların göremeyeceği yerlere koyun!..
Çünkü;
“İçinin karalığı yüzüne vuran” Ecevit’in bu fotoğrafını gören çocuklar, geceleyin “kâbus” görebilir!.. Hamile kadınlar ise “bebek”lerini düşürebilirler!..
Özetlemem gerekirse;
“Ecevit’e dair” iki fotoğraf kazınmıştır hafızama!.. Biri Bill Clinton karşısındaki fotoğrafı, diğeri de Merve Kavakçı karşısındaki fotoğrafı!..
CHP’DEN GÜL’E SAYGISIZLIK!
Yazının TAMAMI İçin....;) (http://www.akpartiforum.com/hasan-karakaya-simon-peres-8220-chp-8217-nin-cumhurbaskani-8221-mi-t117323.html?p=674180#post674180)

Ertuğrul ÖZGÜL
10-03-2009, 10:16
Ahmet KEKEÇ - 03/10/2009 -Avrupa’dan solcu ithal edelim!


Madem siyasetimizin sol ayağı aksamaktadır (ve Sayın Mustafa Sarıgül’ün de vukufiyetle saptadığı gibi “demokrasimiz tek kanatlı bir kuş gibi”dir), o halde Avrupa’dan solcu ithal edelim ve bu işi kökünden halledelim.


Yazının TAMAMI İçin... (http://www.akpartiforum.com/ahmet-kekec-avrupa-8217-dan-solcu-ithal-edelim-t117333.html?p=674199)

Ertuğrul ÖZGÜL
10-03-2009, 10:51
Yavuz BAHADIROĞLU - 03/10/2009 - Yürek pusulamız da bozulursa yandık!


Yavuz Padişah’ın duruşu böyle bir duruştur işte. Yürek pusulasını Peygamber-i Alişan Efendimiz’in yüreğine ayarlamış, bu aşk sayesinde, sekiz yıllık saltanata seksen yıllık icraat sığdırmıştı. Yavuz’un kendi duruşu, kendi anlayışı, hayata kendi bakışı vardı. Bu haliyle, kıble yürekli Osmanlı insanının özü ve özeti gibiydi. Sonra ne olduysa oldu, ya kıyamet öncesinde eseceği söylenen o müthiş rüzgâr esti, ya da yürek depremine uğradık, yürek pusulamız şaştı! Yönümüz kıbleden saptı.
Duruşumuz bozuldu, ihlâsımız çözüldü, direncimiz ezildi, irademiz yamuldu!.. Batı’yı taklide, Batı’ya özenmeye başladık. Önce kıyafetimizi, sonra siyasetimizi uydurduk onlara…
Derken sıra, onlar gibi yaşamaya geldi. Gerçi hâlâ “mazbut”, hâlâ “tesettür”lüydük, ama onların öngördüğü “moda”ya göre giyiniyorduk. Onlar soydukça biz örtüyorduk, ama aynı podyumda aynı mankenlerle “defile”ye çıkıyorduk…
“Bikini mayo”ya itirazımız hâlâ sürüyordu. Ne var ki, “özenti”miz devam ediyordu: Bu kez, “çıplaklık”tan beslenen “mayo” ile “örtünme” anlamına gelen “tesettür”ü birleştirmiş, “tesettür mayo” icad etmiştik! Sanki denize girmek “farz”dı!
Artık bizim de, tıpkı “ötekiler” gibi tatil köylerimiz, tesettür plajlarımız, gösterişli ciplerimiz, ikişer bin dolarlık ayakkabılarımızla çantalarımız, yatımız-katımız var… Bizim de “Cafe”lerimiz, “Restaurant”larımız, “boutique”lerimiz, beş yıldızlı “Hotel”lerimiz, “Palace”larımız, “Brunch”larımız var… Biz de tıpkı “onlar” gibi, gecekondulardan yüksek duvarlarla ayrılmış Avrupai “City”lerde, yahut “Rezidance”larda oturuyoruz…

...

“Batı” dediğimiz bilmem kaç kollu ahtapotun nemli, yapışkan, vıcık vıcık dokunuşlarını kendimi bildim bileli üzerimde hissederdim, ancak hayatımın hiçbir safhasında bu denli irkiltici olmamıştı...
Ne zamandır ahtapotun yüreğime bile dokunduğunu hissediyor. Yüreğimdeki imanın bu dokunuşlardan zarar görmesi ihtimali bendenizi fena halde ürkütüyor!
“Bilinçli dindar sanatçı”larımız bile inanç manzumemize ait müziği terk etmiş, Batı’nın melodilerine söz yazmakla, ya da İspanya’nın “pembe dizi”lerini filme çekmekle meşgul…
Bir tarihimiz, sanatımız, mimarimiz, peyzajımız yokmuş gibi yaşıyoruz.

...

Oysa “Kendimize has”, “Müslüman” ve “özel” olanı terk edip başkalarını taklit ederek kendi çürümemizi hazırlıyoruz.

Allah Rızası İçiN Bu Yazının Tamamını OKUYUN.... (http://www.akpartiforum.com/yavuz-bahadiroglu-yurek-pusulamiz-da-bozulursa-yandik-t117338.html?p=674215)

menes
10-03-2009, 15:00
03.10.2009 tarihli Zaman Gazetesinden Şahin Alpay'ın ''Irkçılıkla mücadelesiz demokrasi olmaz'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Bugüne kadar bu suçlar kovuşturulmadığı için ırkçılık neredeyse mubah hale geldi; birçok değerli insanın canına kıyıldı. TCK 216. ırkçılık yapanları cezalandırmak için değil, son Hülya Avşar olayında görüldüğü üzere, ırkçılığa karşı tavır alanları kovuşturmak için kullanılır oldu. Son olarak Diyarbakırspor'un maruz kaldığı tezahüratta görüldüğü üzere, ırkçılık ceza görmedikçe giderek daha saldırgan bir hal almakta. Bu ülkede Youtube'a giriş yasak, ama ırkçı örgütün "Kürtsüz Türkiye" çağrısı yapılan internet sayfası serbest!
Türkiye bir hukuk devleti ise, ırkçılığa bütün imkânlarla dur denmelidir. Sorumluluk öncelikle hükümete aittir. Irkçılıkla mücadele edilmeden "demokratik açılım" başarılamaz.

menes
10-03-2009, 15:24
03.10.2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinden Fehmi Koru'nun ''Türkiye'nin yol haritası'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
Sözün kısası, 'çağdaş devlet' kavramının içini doldurma konusunda muhalefet partileri de zihinsel bir çaba göstermek ve bunun için de Cumhurbaşkanı Gül'ün yeni yasama yılı konuşmasını hareket noktası olarak değerlendirmek istemez mi?
...
İyi bir kadroyu biraraya getirmeli ve kendi tablolarını ortaya çıkarmalıdır muhalefet partileri... Türkiye'ye bu kadarcık olsun bir borçları var.
Dünya ve ülke gündeminin dışında kalan, genelgeçer itirazlar dışında ele alınmaya değer fikir üretemeyen bir muhalefetle fazla uzağa gidemeyiz.

Fasl-ı Gül
10-03-2009, 17:01
Taraf- Ahmet ALTAN- Namaz

"Kürtlerin varlığını reddet, Müslümanların varlığını reddet, sonunda bu devlet “gerçeklerden” kopuk yaşayan bir şizofrene dönecek.
Kürtler de var, Müslümanlar da var, bu insanları “bir şeyler “olmaya “mecbur” etmeyin, şu “mecburiyetleri” çıkartın halkın hayatından.
Devlet, insanların “kim” olacağına, “nasıl yaşayacağına” karar veremez, devlet birilerinin başkalarına baskı yapmasına, “sen şu olacaksın” demesine ya da “sen böyle yaşayacaksın” demesine engel olur.
Devletin varlık nedeni budur.
Bizim devlet ise tam tersini yapıp kendi “varlık” nedenini ortadan kaldırıyor.
Bırakın insanlar istedikleri gibi yaşasınlar.
Bırakın bir öğretmen istiyorsa öğrencisinin namazını kıldırsın.
Bu, “dinî” olmaktan da öte “insani” bir davranış, insanca bir sıcaklık var bu davranışta.
Öğrencisini “yolcu” etmiş öğretmeni.
Etmesin mi?
Bu insanca davranıştan, bu sıcaklıktan neden korkuyorsunuz?"

Ertuğrul ÖZGÜL
10-04-2009, 08:57
Ali Karahasanoğlu - 04/10/2009 - İki başkan arasındaki dağlar kadar fark!



Bir AKParti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarına bakın. Bir de Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Deniz Baykal’ın konuşmalarına.. Bir; sorumluluk üstlenen Başbakan TayyipErdoğan’ın tesbitlerine bakın..
Bir de; Anamuhalefet Partisi’nin Genel Başkanı DenizBaykal’ın sorunlara yaklaşım şekline bakın..
İkisini kıyasladığınızda, şaşıp kalmamak elde değil.
Birisi ne kadar isabetli tesbitlerde bulunuyorsa, diğeri de adeta ona inat; o kadar boş, o kadar anlamsız, o kadar gerçeklere zıt iddialarla ortaya çıkıyor!
Kimseye yağcılık, şirinlik için söylemiyorum bunları.
Sadece iki siyasetçiyi, birbiri ile kıyaslıyorum.

Yazının TAMAMI İçin (http://www.akpartiforum.com/ali-karahasanoglu-iki-baskan-arasindaki-daglar-kadar-fark-t117450.html)

Ertuğrul ÖZGÜL
10-04-2009, 09:24
Aziz ÜSTEL - 04/10/2009 - Gül’ün ‘dikeni’ Deniz’in yüreğini niye kanattı?



......

Ortak paydanız TC Vatandaşı kimliği olduğu zaman, neden çekiniliyor ya da korkuluyor anlamak mümkün değil. Bugün herkesin demokrasinin kalesi” diye örnek verdiği ABD’de, 300 milyon kişi ABD vatandaşıdır. Ama siyahi Amerikalı “ Ben Afrika kökenli Amerikan vatandaşıyım” diyor örneğin. Kızılderili de, “Ben Amerikan yerlisi olan bir ABD vatandaşıyım!” diyor. İtalyan’ı, İrlandalı’sı, Güney Amerika’lısı etnik kimliğini, dilini, geleneklerini, dinini, hatta yöresel kılık kıyafetini bile (özellikle Afrika kökenli Amerikalılar) koruyor. Her yıl Türk kökenli Amerikan vatandaşları, New York’ta 5. Cadde’de ellerinde Türk bayraklarıyla yürümüyor mu?

Ama bir tek kişi kalkıp da ne vatan bölünüyor diyor, ne de Amerkalı üst kimliği elden gidiyor diye gözyaşı döküyor.

Ayrıca Gül, Baykal’ın sık sık yinelediği etnik ve din ayrıştırmalarının toplumları nereye götürebileceğini de söyledi. Adını vermedi ama Irak’a işaret etti.

Yani yürek kanatacak saç baş yolduracak hiçbir şey söylemediği gibi, tam aksi demokrasi eksikliği giderildiğinde Türkiye’nin çok daha güçleneceğini vurguladı... Bu da yürek kanatıyorsa, o yüreğin ne istediğini açıklaması gerek!




Yazının TAMAMI İçin... (http://www.akpartiforum.com/aziz-ustel-gul-8217-un-8216-dikeni-8217-deniz-8217-in-yuregini-niye-kanatti-t117456.html?p=674671)

menes
10-04-2009, 14:31
04.10.2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinden Nazif Gürdoğan'ın ''Demokrasi açılımı hukuk açılımıdır'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Demokrasiye açılım, hukukun üstünlüğüne açılımdır.
Özgürlüğün kısıtlandığı ülkelerde, hukuka dayanan yönetimler gelişemez.
Demokrasi açılımı, özgürlük açılımıdır.
Özgürlüğün olmadığı yerde, demokrasi olmaz.
Demokratik devlet, hukuk devletidir.

menes
10-04-2009, 14:51
04.10.2009 tarihli Zaman Gazetesinden Hamdullah Öztürk'ün '' Rövanşistlik, dokunulmazlık ve ceza'' başlıklı yazısından bir bölüm;


Evvela AK Parti hükümeti kurulduğunda herkes hükümetlerin gücünün izafi olduğunu bildiğinden bir meşruiyet tartışması çıkartmayı seçti. Bu tartışmalar bekleneni vermeyince bu sefer de yüzde otuz beşle gelmek "azınlığın çoğunluğa tahakkümüdür" gibi bir atak başlatıldı. Ama her şeye rağmen hükümet icraatlarını sürdürüyor ve yıpranmıyordu. Ergenekon örgütlenmeleri, "Tehlikenin farkında mısınız?" kampanyasıyla başlayıp "Cumhuriyet mitingleri" ve "Danıştay cinayeti" ile devam eden inanılmaz kampanyalara rağmen hükümet yine yerini korudu ve hatta oylarını artırmak ve cumhurbaşkanını seçmek gibi başarılar ekledi yürüyüşüne. Bu durumda ortaya şöyle bir sonuç çıktı:

Türkiye'de milli irade bir hayli gelişmişti. Halk problemlerin demokrasi içinde çözülmesini istiyordu. Hükümetleri yıpratmak, hele Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nı pijamayla karşılamak gibi hükümete güç gösterisi yapma dönemleri geride kalmıştı. Bu sefer "rövanşist davranmak" gibi garip bir suçlama girdi devreye. Rövanşist davranmakla suçlamak demek "ben sana çok kötülük yaptım ama sen yaparsan ayıp olur" demek gibi bir şey.

Fasl-ı Gül
10-04-2009, 17:22
Zaman- Mümtaz'er Türköne -Cumhurbaşkanı'nın tarif ettiği 'tek millet'

"Hiçbir şey elinizde hazır değil. Demokrasi size uygun araçları sağlıyor. Bu araçları ihtiyaçlarınıza göre akıllıca kullanarak amacınıza ulaşıyorsunuz. Cumhurbaşkanı'nın işaret ettiği gibi "birlik fikrini koruyarak farklılıkları yönetme, modern demokrasilerin en ciddi sınavı". "Birbirinden farklı düşünen ve yaşayan bireyleri kucaklayan, çoğunluktan farklı düşünenlerin de hak ve özgürlüklerini teminat altına alan bir siyasî, kültürel ve hukukî düzen"e ihtiyacımız var. Bunun için de farklılıklara tek millet içinde her farklı olanın rızasının alınacağı bir hayat sunmak; "birlik ile çeşitliliği birbirinin alternatifi değil destekleyicisi olarak konumlandırmak ve korumak modern demokrasilerin omurgasıdır". Bir anayasa hükmü gibi kabul edilmesi gereken bu sentez için şu iki cümlenin ezberlenmesi gerekir: "Demokratik devlet, millet olmanın esası olan 'birlik' fikrini ve düzenini güçlü bir biçimde geleceğe taşırken, sosyal ve kültürel farklılıkları ortadan kaldıran değil, onları zenginlik olarak kabul edip geliştirilmesine imkan sağlayan devlettir. Demokratik devlet, farklı olanı tek bir kalıp içerisinde eritmez ve ötekileştirmez; her bir bireyi var olan değerleriyle birlikte koruması altına alır."
Bu evrensel düstura hayat kazandırmak için Cumhurbaşkanı "yerli" bir bakış öneriyor. Bütün bir tarihi tecrübeye "bizden" bir gözle bakınca var olan farklılıklar birer "zenginlik", "yabancılaşmış" bir gözle bakınca tehdit olarak algılanıyor. Öyleyse sorunu çözmek için en çok ihtiyacımız olan şey bu bakış açısını yakalamak. "Demokratik açılım"ın çözmeye çalıştığı sorunların tamamına "bizden" bir gözle bakmak. Yabancılaşmadan kurtulmak."


Taraf- Ahmet ALTAN- Dönüşü olmayan nokta



“Biz yaratılanı severiz yaratandan dolayı” diyen o müthiş ve ilahi cümlenin oluşturduğu geniş şemsiyenin altında bütün ülkeyi, bütün ezilenleri topladı, onlara sahip çıktı.
Türkleri, Kürtleri, Sünnileri, Alevileri, Ermenileri, Rumları, Yahudileri, Çerkesleri, Lazları, Abhazları, sağcıları, solcuları, gadre uğrayanları, haksızlığa kurban gidenleri tek tek saydı, hepsini “insanı merkez alan” bir siyasetin koruyuculuğuyla sardı.
....
Said Nursi ile Nâzım Hikmet’i, Pir Sultan’la Mehmet Akif’i, Yunus’la Tatyos Efendi’yi, Yesevi’yle Ahmedi Xani’yi, Hacı Bektaş-ı Veli’yle Ahmet Kaya’yı aynı konuşmada, aynı insani sıcaklıkla anacak, hepsinin değerini, hakkını verecek, hepsini saygıyla selamlayacak ne yazık ki tek bir politikacı var bu ülkede.
Bütün insanları, ırklarına, dinlerine, mezheplerine, fikirlerine bakmadan kucaklayacağını söyleyen ve kitleleri etkileyen bir başka siyasi lider çıkmıyor."


İlk alıntı Cumhurbaşkanımızn, ikincisi ise Başbakanımızın konuşmasının yorumu.. "Birlik" ortak mesaj.. Halkı kucaklayan, demokrasinin sesinin duyulduğu cümleler ümit çiçeklerinin solmasına izin vermiyor. Ayrılığa değil kardeşliğe hizmet ediyor kelimeler, halkımız ve liderlerimiz.. "Biz" işte böyle "birliğimizi" kuvvetlendiriyoruz..

ÖZlediğimiz, beklediğimiz günlerin ışığını artıyor bu "atılım" ve "açılım"lar..

Güneş daha canlı doğuyor Türkiye'nin dört bir etrafına..

LeyaL
10-05-2009, 12:17
CHP’NİN CUMHURBAŞKANI ŞİMON PERES!


Dediğimiz gibi;
Sayın Abdullah Gül’ün bu “tesbit” ve “uyarı”sı, “CHP’nin saygısızlığı”nın gölgesinde kaldığı için, gündemde yeterince yer almadı, yeterince tartışılmadı!..
O saygısızlığı biliyorsunuz...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, “Cumhur’un başı” olduğunu reddedip, “AK Parti’nin Cumhurbaşkanı” olduğunu iddia eden CHP’li milletvekilleri, Abdullah Gül’ün Meclis Genel Kurulu’na girişi esnasında ayağa kalkmadılar!..
Oysa, aynı CHP’liler;
13 Kasım 2007’de Meclis’e gelen İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres için hem ayağa kalkmışlar, hem de konuşmasını ayakta alkışlamışlardı.
CHP’lilerin; Gül için ayağa kalkmayıp, Peres için ayağa kalkması, ister istemez şu soruların sorulmasına yol açmıştı:
CHP, “kimin partisi”dir?..
“Türkiye”nin değil de, “İsrail”in partisi mi?..
Şimon Peres İsrail’in Cumhurbaşkanı mıdır, yoksa Türkiye’nin Cumhurbaşkanı mı?..
Şimon Peres, “İsrail’in CHP ile uzlaşması” sonucunda mı seçilmiştir ki; CHP’liler ona “saygı” gösterirlerken, Gül’e “saygısızlık” etmişlerdir!..
Şimon Peres, “tüm Türkiye’yi kucaklayan bir tutum” içinde mi olmuştur ki, CHP’liler tarafından ayakta alkışlanırken, aynı tavır Sayın Abdullah Gül’den esirgenmiştir!..
Abdullah Gül, “AKP’nin Cumhurbaşkanı”(!)dır da, Şimon Peres “CHP’nin Cumhurbaşkanı” mıdır?!?..
Biliyorsunuz;
CHP’lilerin “yerli”ye saygısızca davranan, “yabancı”yı baş tacı yapan bu tavrı, Cumartesi günkü Vakit’in manşetinden şu başlıkla verilmişti:
“CHP’nin saygısı Peres’e”
CHP’nin saygısızlığı; sadece Vakit’te değil, diğer medya organlarında da tartışıldı.
Meselâ, “CHP’liler ne zaman ayağa kalkar?” diye sorup, şu cevabı veren yazarlar oldu:

“Asker gelince!!!”
Ve de “hazırol” deyince!..

05.10.2009


Hasan KARAKAYA.../ VAKİT

Fasl-ı Gül
10-05-2009, 17:50
YeniŞafak- Yusuf KAPLAN- “Tarihin kayıp çocukları”, şifreleri kırıp, sistem kurabilecek mi?


"Medeniyetlerin tekevvününde birincil şart, hem dâhilî, hem de hâricî temastır: Dâhilî temas, bir medeniyetin yaratıcı ruhla mücehhez olmasını, dünyaya söyleyeceği sözü, önce kendisine söyleyebilecek, özü hâline getirebilecek bir vasat kurmasını; hâricî temas ise, fiil ve hâl hâline getirdiği, kurucu iradeye dönüşen, mekân'ını ve imkânlarını tekevvün ettiren bu vasatın yaydığı ruhu, titreşimi, canlılığı başka vasatlara da taşıyabilmesini icbar eden, birbirini tamamlayan, biri olmadan öteki de olamayan, var olamayan iki zorunlu ve yaratıcı süreçtir.
......
Şu ân İslâm medeniyeti, birincisinden daha derin bir buhranla boğuşuyor. Bu buhranın aşılmasında da, bu topraklarda hayata nakşedilen yaratıcı ruhla ve kurucu iradeyle teçhiz olduğu zaman, bu “millet”, yeniden belirleyici rol oynayacak."

Bu süreçte "birlik" düşüncesi, "biz" olmanın elzem şartı gökkubbede avaz buluyor. "Diriliş" mimarlarının düşüncesini nakışlıyor Cumhurbaşbanımız ve Başbakanımızın aziz cümleleri.. Önce kendi içimizdeki "birlik" düşüncesiyle dünyaya yeniden doğuş ve ardından "diri" beden ve yüreklerle Dünyaya şahlanış. Bu bir ütopya değil.. Azimli ruhların başaracağı bir hedef.. Şifreleri kırmak bizlerin elinde işte..
Tüm yollar bir adımla aşılmaya başlanıyor.. İşte yolların çiçekleneceği de atılan bu adımların izlerinden belli..

menes
10-05-2009, 18:38
05.10.2009 tarihli Yeni Şafaktan Mehmet Şeker'in ''Başbakan konuştu, iki yazar yorumladı'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Bu ülkede gerçek bir “sosyal demokrat” lider olsaydı dün Erdoğan'ın yaptığı konuşmayı o yapardı.
Ama o “ilerici” konuşmayı, devletin resmî tarihinin inkâr ettiği, suçladığı, mahkûm ettiği isimlere sahip çıkan o tarihî konuşmayı “muhafazakâr” Erdoğan yaptı.
Türkleri, Kürtleri, Sünnileri, Alevileri, Ermenileri, Rumları, Yahudileri, Çerkesleri, Lazları, Abhazları, sağcıları, solcuları, gadre uğrayanları, haksızlığa kurban gidenleri tek tek saydı, hepsini “insanı merkez alan” bir siyasetin koruyuculuğuyla sardı.
Yaptığı konuşmayı çok sevdim. Çok cesurdu.
*
Said Nursi ile Nâzım Hikmet'i, Pir Sultan'la Mehmet Akif'i, Yunus'la Tatyos Efendi'yi, Yesevi'yle Ahmedi Hani'yi, Hacı Bektaş-ı Veli'yle Ahmet Kaya'yı aynı konuşmada, aynı insanî sıcaklıkla anacak, hepsinin değerini, hakkını verecek, hepsini saygıyla selâmlayacak ne yazık ki tek bir politikacı var bu ülkede.

Ertuğrul ÖZGÜL
10-05-2009, 18:46
Nuh GÖNÜLTAŞ - 11/8/2009 - "Birileri Bahçeli'ye de 'one minute' demeli..."


Geçtiğimiz hafta sonunun en dikkate değer haberi oğulları öldürülen biri Türk biri Kürt iki ananın birbirine sarılıp ağlaştıkları hikâyeydi. Oğlu askerde PKK'lılar tarafından vurulan anne ile oğlu dağda askerler tarafından vurulan PKK'lının annesi bir araya gelmişler, birbirlerinin boynuna sarılıp dakikalarca oğulları için gözyaşı döküp ağıt yakmışlar.
İkisinin de başları beyaz namaz örtüsü ile örtülü.

Belli ki Müslüman ikisi de.

İkisi de ana.

İkisinin acısı da aynı şiddette depreme yol açar ana yüreklerinde.

İkisi de birbirlerinin oğullarının ayağına taş değsin, bir diken batsın istemezler.

Hiçbir şekilde birbirlerine düşmanlık etmek geçmez akıllarından.

Peki, nasıl oluyor da çocukları karşı karşıya gelip çatışıyorlar ve birbirlerini öldürmeye yemin ediyorlar?

Ulusalcı gazetelerimizden birisi oğulları öldürülmüş bu iki ananın birbirine sarılmasına "Çıldırtan tiyatro" başlığını atmış.

Tam da bu konudaki gerçek duygularını manşete çekmişler.

İşte bunlar insanların kucaklaşmasından, birbirine dostane sarılıp, birbirlerinin acısını paylaşmasından rahatsız oluyorlar, çıldırıyorlar!

Kendi düşünce dünyalarını ortaya koymuşlar.

Gerçekten çıldırıyorlar!


..........


MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin çözüme yönelik çalışmalar hakkında konuşurken yüzünün aldığı şekle bakın.

Nasıl da geriliyor, nasıl da çıldırıyor.

Nasıl da çözüme bütün hücreleri ile karşı çıkıyor.

One minute yani...

Dur bakalım, daha ne oldu, ne söylendi, ortaya ne çıktı?

Çözümün sadece adı bile çıldırtıyor sizi.

İşte bunun için...

İnadına çözüm.

İnadına barış!


Yazının TAMAMI... (http://www.akpartiforum.com/nuh-gonultas-birileri-bahceliye-de-one-minute-demeli-t113195.html)

Ertuğrul ÖZGÜL
10-05-2009, 18:56
Ahmet KEKEÇ - 05-08-2009 - "Türkiye’nin zencileri, bu sözlerin hesabını sorun! "



..........


Şu sözler, adına “hukuk ödülü” ihdas edilen Mahmut Esat Bozkurt’a aittir: “Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler.”

Görüyorsunuz değil mi?

Savunma makamı olan İstanbul Barosu’nun kimler adına ödül ihdas ettiğini görüyorsunuz...

Sözü, İstanbul Barosu Başkanı Avukat Muammer Aydın’ın “yeni katsayı uygulamasını” eleştiren açıklamasına getirmek istiyorum.

Buyurmuş ki muhterem, “Eşitlik, eşit insanlar arasında olur.”

Bir savunma adamı olan, üstelik avukatlık ti(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)i taşıyan Aydın, bazı vatandaşların “eşit olmadığını” savunuyor.

Bu sözlere yorum yapılmaz.

Sabrım ve sükûnetim yok... Ayrıca, yerim de yok.

Eşit sayılmayan vatandaşlar, “Türkiye’nin zencileri”, tüm meslek liseliler...

Siz benim gibi yapmayın... Yürüyüşler düzenleyin... Nümayişler yapın... Dilekçeler yağdırın... Toplu davalar açın...

Bu sözlerin hesabını mutlaka mahkemede sorun.




Yazının TAMAMI Bu LİNKte... (http://www.akpartiforum.com/ahmet-kekec-turkiye-8217-nin-zencileri-bu-sozlerin-hesabini-sorun-t112495.html)

menes
10-05-2009, 19:36
05.10.2009 tarihli Sabah Gazetesinden Mehmet Barlas'ın ''Mahalle'nin ayıbı mahalle baskısından daha ağırlıklı'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

"Mahallenin ayıbı" kavramı hemen her düzeyde "Mahalle baskısı" ile örtülür.
Ayıplar giderilmek yerine gizlenirler.
Bunları toplum önünde seslendirdiğiniz zaman "Vatan haini" olmanız işten değildir.
Bir "Suç duyurusu" ile adliyelik olmanız artık an meselesidir.
Aslında bireyler olarak böyle değiliz.
Aramızda konuştuğumuzda, kendimiz dahil herkesi ve her şeyi hem alaya alır, hem de gördüğümüz yanlışları masaya getiririz.
Hepimizin derinlerimizde biraz Nasrettin Hocalık vardır.
Olayları "Aziz Nesin'lik" diye sık sık kategorize etmez miyiz?

ishakyilmaz
10-05-2009, 19:44
Zihni ÇAKIR-Cafe Siyaset

BELEDİYELERDE 'HORTUM' YÖNTEMLERİ (ALLAHSIZ MÜSLÜMANLAR)

Belediye bütçelerini hortumlamanın çeşitli yolları vardır. Yeter ki kişi yoldan çıkmaya görsün. Başta belediye başkanı olmak üzere kişiler yoldan çıktığında, ne kanun baş edebilir ne de vicdan.
Hele hortumcular, ağızlarına “dini-imanı” dolamışlarsa toplum vicdanında da mahkum etirmeniz imkansızlaşır onları.
Hortumun ucundan birkaç damla alan goygoycuların savunması da hep aynıdır:
- Efendim adamın odasında bile mescit var.
- Başkan cebinde namaz takkesi ve 99’luk tesbih olmadan gezmez.
- Olur ya kazaya uğrar diye odasına duş bile yaptırmış
- Seccadesi duvarında hep asılı durur…
Daha birçok aklanma cümlesiyle karşılaşırsınız hırsızlara hırsız dediğinizde.
Oysa odadaki mescit bölmelerinde sıkı ihale pazarlıkları yapıldığı bilinmez bir türlü.
Cepeki takke ve tesbihle vicdanlara seslenip hırsızlığın örtüldüğü görülmek istenmez.
Odada asılı secaddenin bir nevi gözleri köreltmek için asılmış bez parçası olarak kullanıldığı gerçeği en ağır gerçektir.

Odadaki duşa gelince…
Belki de inanca uygun yapılan tek doğru iş de budur.
O da, dinin yasakladığı bir ahlaksızlık (zina) sonrası kendince ihtiyaç, dince farz olan bir vecibeyi yerine getirmek için.
Öyle ya sadece bir makam odasını 3-5 yüz milyar gibi bir bedelle döşeyen zihniyetten Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s)’in sünnetini, Hz. Ömer’in (r.a) adaletini bekleyecek değiliz ya…

ishakyilmaz
10-05-2009, 19:49
Adem Yavuz Arslan
ERDOĞAN AK PARTİ'Yİ BIRAKIYOR MU?


Eğer Erdoğan bırakırsa ne olur? 2011'e daha çok var. Konjonktür değişir, 24 saatin bile çok uzun olduğu siyasette dengeler değişir... Her şey mümkün. Fakat mevcut tabloya göre şunu söylemek lazım: Erdoğan'sız bir AK Parti'nin işi çok zor. "Eğer Erdoğan Çankaya'ya çıkar ve yerine kendisi kadar karizmatik bir isim bırakamazsa ikinci bir ANAP vakası yaşanır" yorumu yapılıyor. Hem siyasetçilerin hem de siyaseti takip edenlerin kafasının bir yerinde 'Acaba veda kongresi miydi' sorusu var ve olmaya da devam edecek.
DTP kongresine gelince. Baştan söylemek lazım; DTP'ye de bir Erol Olçak şart. AK Parti'nin kongreleri ne kadar düzenli, karmaşadan, kaostan uzaksa DTP kongresi de o kadar problemli. Bir gün önceki kongreyi izledikten sonra DTP kongresine gidince kendinizi Diyarbakır-Bağlar'da bir gösteride hissetmeniz mümkün. Belki parti yönetimi iktidar partisinin kongresiyle kıyaslanmaktan hoşnut olmayacak ama iki kongre arasındaki fark sadece ekonomik değil.

Fasl-ı Gül
10-06-2009, 16:20
Zaman-Bülent Korurcu- "Rutin dışına çıkan devletten hukuk devletine "

"Cumhurbaşkanı Gül'ün sözleri 'devlet kurtarıcıları ve rejim simsarları' için tehlike çanı demek. Mevcudiyet ve iktidarlarını, suni tehlikeler üretip sonra kurtarıcı olarak arzı endam etmeye borçlu bulunanların homurtularını duyuyor gibiyim. Kerametleri kendinden menkul bu kurtarıcıların en mümeyyiz vasıfları kendilerini hukukla bağlı hissetmemeleriydi. Şimdi en üst düzeyden cumhurun başı tarafından 'hukuka göre hizaya gelinecek' diskuruna muhatap oluyorlar. Cumhurbaşkanı söyledi diye herkes hiza mesafe alıp sıraya girecek beklentisinde değilim. Bu, gerçekçilikten uzak, hayalperest bir yaklaşım olurdu. Hukuk devleti taraftarlarıyla, bürokratik vesayetin sürmesini arzulayanların mücadelesi öyle bir konuşmayla filan bitmez. Ancak devletin başının ağzından dökülen cümleleri kimse yok farz edemez.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın partisinin kongresinde yaptığı konuşma da sanki Cumhurbaşkanı'nı tamamlar mahiyetteydi. 'Devleti ve rejimi korumak bahanesiyle' mağdur edilen, sürgünlerde hapishanelerde çürütülen değerlere sahip çıktı, Erdoğan. Anadolu'nun harcında alın teri ve gözyaşı bulunan Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş, Mevlânâ ve Yunus Emre gibi isimlere yakın tarihin mağdurlarının çilelerini ekledi: "Cem Karaca bu ülkenin hasretini çektiği kadar, bu ülke de Cem Karaca'nın hasretini çekti. 'Hoşçakalın İki Gözüm' diyen Ahmet Kaya'ya vefa göstermeyen bir Türkiye'nin şarkıları eksik kalır. Nasıl Mehmet Akif'siz bir Türkiye tahayyül edilemezse, Nazım Hikmet'siz bir Türkiye eksik sayılır. Seversiniz, sevmezsiniz, beğenirsiniz, beğenmezsiniz, görüşlerini kabul edersiniz, etmezsiniz ama Ahmedi Hani'siz, Bitlisli Said-i Nursi'siz bir Türkiye'nin maneviyatı noksan kalır. Biz bu ülkenin tüm renkleriyle, bütün çiçekleriyle, bütün kokularıyla, dağları, taşları, ırmaklarıyla Türkiye'yiz."

menes
10-06-2009, 18:30
06.10.2009 tarihli Zaman Gazetesinden Bülent Korucu'nun ''Rutin dışına çıkan devletten hukuk devletine'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Erdoğan, menşei itibarıyla toplumun kılcallarına en yakın siyasetçilerden ve bunun faydasını fazlasıyla görüyor. Kongrede çizdiği Türkiye fotoğrafını bir arada tutabildiği ölçüde başarılı olacak. Fotoğrafı kafasında parçalamış olanlar istedikleri kadar 'üniterci' olsun, bu ülkede ikbal ve istikbal bulmakta zorlanacaklar..

menes
10-06-2009, 18:34
06.10.2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinden Fehmi Koru'nun ''Kongre değil, muhalefete tuzak'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın konuşmasının söylemi daha da önemli. Ülkenin bütününü muhatap alan bir 'kuşatıcılık' hâkimdi o söyleme. Ülke ve insanları üzerinde iz bırakmış hemen her dini ve etnik kökenden, değişik görüşlerden kişileri çok samimi hislerle sahiplendi Başbakan Erdoğan. Etnisite farklılığı, değişik görüşlerin varlığı 'ayırıcı' birer özellik olmaktan çıktı o söylemle, 'birleştirici' birer vasıf değeri kazandı.

Ertuğrul ÖZGÜL
10-06-2009, 18:48
Ahmet ALTAN - Dönüşü olmayan nokta - 04.10.2009


Bir uçak yola çıktıktan sonra herhangi bir nedenle sorun yaşarsa, kalktığı havaalanına döner.

Ama bir nokta vardır, eğer o noktayı geçtiyse artık “gideceği” yere, “kalktığı” yerden daha yakın olduğu için geri dönemez.

Havacılıkta “geri dönüşü olmayan nokta” denilen o noktayı geçen uçaklar, başlarına ne gelirse gelsin artık bir “başka” yere ineceklerdir.

Geri dönüş ihtimalleri kalmamıştır.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dün yaptığı muhteşem konuşmayla, bence “dönüşü olmayan noktayı” geçti.

Artık bundan sonra herhangi bir nedenden dolayı yoluna devam edemez de “inmek” isterse, ineceği yer “başladığı” yer olmayacak.

Başka bir yere inecek.

Başladığı yerden çok daha “ilerde” bir yere.

Erdoğan, zikzakları olan bir politikacı, vaatlerinden cayabilen bir politikacı, bütün cesaretine rağmen ani ürkekliklere kapılabilen bir politikacı ama bütün bunlardan çok daha önemli bir özelliği var.

Onu diğer bütün liderlerden ayıran bir özellik bu, sürekli kendini geliştiriyor.

Sanıyorum Erdoğan’ın muhaliflerinin en büyük çıkmazı da burada.

Muhalifleri hâlâ “on yıl önceki”, “yedi yıl önceki” Erdoğan’ı eleştiriyorlar, durdukları yerden milim kımıldamıyorlar ama onlar durdukları yerde dururken Erdoğan ilerliyor.

Bu ülkede gerçek bir “sosyal demokrat” lider olsaydı dün Erdoğan’ın yaptığı konuşmayı o yapardı.

Ama o “ilerici” konuşmayı, devletin resmî tarihinin inkâr ettiği, suçladığı, mahkûm ettiği isimlere sahip çıkan o tarihî konuşmayı “muhafazakâr” Erdoğan yaptı.

“Biz yaratılanı severiz yaratandan dolayı” diyen o müthiş ve ilahi cümlenin oluşturduğu geniş şemsiyenin altında bütün ülkeyi, bütün ezilenleri topladı, onlara sahip çıktı.

Türkleri, Kürtleri, Sünnileri, Alevileri, Ermenileri, Rumları, Yahudileri, Çerkesleri, Lazları, Abhazları, sağcıları, solcuları, gadre uğrayanları, haksızlığa kurban gidenleri tek tek saydı, hepsini “insanı merkez alan” bir siyasetin koruyuculuğuyla sardı.

ishakyilmaz
10-06-2009, 18:52
http://www.habervaktim.com/y/resim72_1.jpgHasan Karakaya - Vakit
hasankarakaya@vakit.com.tr 2009-10-06
Başını kuma gömen kim?.. Devekuşu mu, resmî tarihçiler mi?Öncelikle, “devekuşu” ile ilgili bir “yanlış bilgi”yi, daha doğrusu bir “iftira”yı düzeltelim... Hani, devekuşlarının, bir “kaçış yöntemi” olarak “başlarını kuma gömdüğünü” söyler dururuz ya; bu, doğru değil!.. Devekuşları; tehlikeden kaçmak veya tehlikeyi görmemek için değil, tam aksine “tehlikenin nerede ve ne şiddette olduğunu” öğrenmek için kuma gömerler başlarını... Aslında, burada “kuma gömmek” de yoktur... Boyunlarını yere yapıştırırlar ki, “yaklaşan tehlikenin sesi”ni duyabilsinler!.. Sizin anlayacağınız; “tehlikeyi görmezden gelmek” için değil, tam aksine “ses”lerini duymak için başlarını yere dayarlar!..
Merak ediyorum; devekuşlarına bu “iftira”yı atan insanoğlu, acaba kendi “korkak”lığını örtbas etmek mi istemiştir!..
Çünkü; “gerçek”ler karşısında “gizlenmek” isteyen, görmezden gelip rahatlamak isteyen “devekuşu” değil, bizzat “insanoğlu”dur!..

ishakyilmaz
10-07-2009, 13:37
Şamil Tayyar-STAR

Pusu oldu Para

Maalesef, Kurtlar Vadisi, aradan geçen 6 yılda, paraya göre rotasını belirleyen, girdiği kaba göre şekillenen “Kurtlar Vadisi-Para” formatına bürünmüştür. Hiçbir inandırıcılığı kalmamıştır.

Karşı çıksak da eskiden kendi içinde anlam bütünlüğü ve idealize edilen değerler sistematiği vardı. Hiç olmazsa Ergenekon’a inanıyordu. Şimdi, ABD Doları’nın yeşil rengine göre yalpalayan bir dizi var.

Şiddeti teşvik eden, kan akıtıcıları meşrulaştıran ve hukuksuzluğu devlet nizamının üzerinde gösteren bir anlayışın hortlatılmaya çalışılması ise cabası...

MHP kontenjanından seçilen RTÜK üyesi Esat Çıplak’ın, diziye ceza verilmesini isterken ortaya koyduğu şu tarihi gerekçeyi dip not olarak düşmek istiyorum: “Toplumda ki adalet duygusunun zedelenmesi, devlet algısının bozulması ve şiddetin bir yöntem olarak meşrulaşmasının sonuç olarak hukuk devleti idealini baltalayacağına inanıyorum.”

Yerden göğe kadar haklıdır.

Fasl-ı Gül
10-07-2009, 17:05
Zaman- A.Turan Alkan- Ancak problemlerimizi çözerek büyürüz

"... anladım ki güçlü olmak, problem çözme kabiliyetine, problem çözme özgüvenine sahip olmaktır. Zannediyorum Arnold J. Toynbee, şimdilerde pek hatırlanmayan ünlü varsayımında bu kabiliyete işaret etmekteydi; buna göre anlamlı bir medenî bütünlük meydana getirebilmek için dışardan gelen meydan okumalara, tehditlere (challenge) karşı uzviyetin anlamlı bir cevap (response) -ama sadece tepki değil dikkat!- verebilmesi gerekir. Eğer toplum üretken ve olumlu karşılık verilebilecek tarzda meydan okumalarla yüz yüze gelir ve buna boyun eğmezse, verdiği karşılık, yaratacağı medeniyetin zeminini oluşturacaktır. Cevap üretemeyenlerin akıbeti ise yıkılıp yokolmak!
...Türkiye'yi "büyük" devlet yapmak, onun problem çözme kabiliyetini geliştirmekle mümkün. Statükoyu muhafaza yaklaşımı ise bizi tüketiyor; çözümün parçası olmayı reddedenler ise problemi ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramıyorlar. Türkiye, tam da olması gerektiği gibi "siyaseten" büyüyor; süreci farketmiyor musunuz? "

Fasl-ı Gül
10-07-2009, 17:20
Yenişafak- İbrahim Karagül- Doların çöküşü, Taksim'in öfkesi!

"G-20 ile Batı'ya küresel iktidarı bahşeden sistemi korumaya devam edenlerin ne derece başarılı olacağı bilinmiyor. Eğer siyasi alanda olduğu gibi, ekonomik alanda da küresel iktidar adil biçimde paylaşılamazsa, üzerinde uzlaşma sağlanamazsa, ekonomik savaş daha da yayılacak, başka alanlara genişleyecek. İstanbul'daki toplantıda IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn'ın, "krizin bazı ülkelerde savaşa neden olabileceği" uyarısı, Dünya Bankası Başkanı'nın açlığa dikkat çekmesi boş uyarılar değil. İstanbul'daki toplantılar devam ederken Taksim'deki tepkiler küresel adaletsizliğin göstergelerinden biri. Ancak karşı çıkışlar kriz öncesinde olduğu kadar değil artık. Sistemin içindeki ülkeler, merkez güçler arasındaki anlaşmazlık çok daha şiddetli. Bu yüzden Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, olaylar devam ederken; "Dünyanın bir bölümü sınırsız bir şekilde tüketirken diğer bir bölümü de açlık nedeniyle hayatta kalma mücadelesi veriyor. Dünyadan yükselen çığlığa, taleplere ve şu salonun dışında devam eden protestolara da kulak vermemiz gerekir" diyor.
Artık varolan ekonomik düzene, dolayısıyla siyasal düzene karşı çıkanlar, ilk kez bu düzeni değiştirecek güce ulaştı. Bu dünya için bir devrimdir ve değişim gerçekleşecektir. Orada ne dolar hegemonyası kalacak ne tek yanlı ABD hegemonyası!"

menes
10-07-2009, 17:45
07.10.2009 tarihli Zaman Gazetesinden Mehmet Kamış'ın ''Camdan duvarlar'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Said Nursi, Sabahat Akkiraz için ötekiydi; Mehmet Akif, Ahmet Kaya için... Pir Sultan bizim için ötekiydi, Ahmet Yesevi onlar için.
Hacı Bektaş-ı Veli, Tatyos Efendi, Yunus Emre, Mevlânâ, Sabahat Akkiraz, Cem Karaca, Ahmet Kaya, Mehmet Akif, Nazım Hikmet, Ahmet Hani, Said Nursi ve bunlar gibi milyonlarca aykırı düşünen, devlet için ötekiydi. Ancak bu hal, derin Anadolu için öylesine yabancı, öylesine ithal bir düşünce ki, bu toprakların fıtratına aykırı.
Belki de ilk defa hükümette olan bir partinin genel başkanı, Başbakan Tayyip Erdoğan bunların öteki değil, bu toprakların çok önemli değerleri olduğunu söyledi. Bu sözler; Anadolu'ya zorla ithal edilmiş hoşgörüsüzlüğü, yabancılaştırmayı üstümüzden atmak için çok önemli bir adımdı.
Artık camdan duvarları kırma vakti gelmedi mi? Bu hoşgörüsüzlüğe yeterince diyet ödemedik mi? Zorbalar iktidar olacak diye verdiğimiz kurban yetmedi mi?

menes
10-07-2009, 17:50
07.10.2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinden Ali Bayramoğlu'nun ''Yeni dengeler, yeni Türkiye…'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Farklı ve çelişkili çıkarları rasyonellikle bezenmiş tek ayaklı bir değer sistemiyle yöneten birey yerine, farklı değer sistemlerini aynı anda tüketen, çok ayaklı, dolayısıyla çoğulcu bir yeniden bireyleşme süreci...
Türkiye bu yolda ilerliyor…
Modernleşme, çevrenin merkezle bütünleşmesi hemen hepsi bu şemsiye altında gerçekleşiyor…

Ertuğrul ÖZGÜL
10-07-2009, 20:07
Yavuz BAHADIROĞLU - 07/10/2009


Cindoruk’tan haber:
Merakımı mucip oldu, Demirel’in eski “emanetçi”si Hüsamettin Cindoruk nerelerde acaba?
DYP’ye Genel Başkan olmadan önce kanal kanal gezer, yüksek fikirlerinden müstefid olmamızı sağlardı.
Onun sayesinde demokrasi ile jakobenizmin uzlaşabileceğini öğrenmeye başlamıştık...
Nihayet essahtan bir partisi oldu diye sevinirken, ortadan yok oldu!
Galiba sonunda kendine bir parti buldu, lakin bu kez de kendisi kayboldu!

Mustafa Sarıgül Olayı:
“Mustafa Sarıgül’den lider olur mu?” diye soranlara söylüyorum...
Bal gibi olur!
Baksanıza: Bu ülkede Deniz Baykal’dan ana muhalefet lideri bile oluyor.

Ertuğrul ÖZGÜL
10-07-2009, 20:39
Aziz ÜSTEL - 07/10/2009 - "Meğer Ahmet Hakan’ı Hürriyet’e Başbakan yerleştirmiş"

O gün Tayyip Bey çok düşünceliydi Başbakanlık’a geldiğinde. Masasına oturdu. Önündeki kağıda baktı. Sonra odasından herkesi dışarı çıkardı ve özel hattından bi numara çevirdi.
“Aydın Bey nasılsınız?”

“Saygılar sunarım Sayın Başbakanım... Buyrun efendim?”

“Sizden bir ricam olacak...”

“Emredin...”

“Estağfurullah... Emir değil
rica.”

“Buyrun...”

“Şu bizim Ahmet Hakan
var ya...”

“Var...”

“Ona Hürriyet’te bi köşe vermenizi rica edecektim.”

“Aa çok iyi düşünmüşünüz.
Ben Ertuğrul’a gerekli talimatı

veririm.”

“Teşekkür ederim... Aydın Bey, bi de bizim Taha Akyol var...
Ona da, “Milliyet’te bi köşe mümkün mü?”

“Ne demek efendim. Elbette!”

“Az daha unutuyordum Akif Beki de görevinden ayrılıyor. Ona da bir köşe açabilir misiniz?

“Elbette... Radikal’de olur mu?”

“Olur tabii!.. Niye olmasın!”

Bu konuşma tümüyle palavra tabi! Ancak, bu milletin oylarıyla seçilmiş, bu milletin ödediği vergilerden maaş alan bir milletvekili, TBMM’ye dün bir soru önergesi veriyor. Ahmet Hakan’ı, Taha Bey’i, Akif Beki’yi “Erdoğan Kalemşörleri” olarak ilan ediyor; bu üç yazarın Doğan Grubu’nda yazı yazmaları için aracı olup olmadığını soruyor, Başbakan’dan.

Aslında bu soru önergesi değil Temel fıkrası!

ishakyilmaz
10-08-2009, 13:21
Ekrem DUMANLI-ZAMAN

AKÇELİ İŞLER

DİSK Başkanı Süleyman Çelebi, ayaklarından vuruldu. Kurşunu sıkan, eski bir dostu. Anlattığına göre DİSK Başkanı, yıllar önce 175 bin mark almış, geri ödemiyormuş, aralarında bu yüzden tartışma çıkmış falan filan. Olay haber ajanslarından duyulur duyulmaz herkesin içine bir sızı düşmüş, kurşunlama endişeye sebebiyet vermişti.
Çünkü DİSK gibi önemli bir işçi kuruluşunun başındaki insanın vurulması yakın tarihte yaşanan bazı acı olayları (hatta provokasyonları) akla getirdi. Neyse ki hadise korkulduğu gibi çıkmadı. "Yakın arkadaş" Başkan'dan hıncını alamamış olsa gerek ki; "Borcunu ödemezse yine vuracağım." diye feryat ediyordu.

Fasl-ı Gül
10-08-2009, 17:40
Yenişafak- İbrahim Karagül- Çok sevindik çok

"Türkiye utanç verici, hepimizi yaralayan, vicdanlarımızı sızlatan bir uygulamaya son verdi. Her yıl yapılan Anadolu Kartalı tatbikatlarının uluslararası bölümünü iptal etti. Artık İsrail savaş uçakları tatbikat çerçevesinde Türk hava sahasını kullanamayacak. İptal edilen sadece İsrail uçaklarının katılımı değil, NATO ülkelerinin katılımı da olmayacak artık. Ancak iptal en fazla, yıllardır savaş pilotlarını Türk hava sahasında eğiten ardından da aynı uçaklarla Cenin'i, Gazze'yi, Lübnan'ı bombalayan İsrail'i rahatsız etti. İsrail, Türkiye kapıları daha kapanmadan Yunanistan'la hava sahası pazarlıklarına başlamıştı bile.
.....
Ama rüzgar tersine döndü. Türkiye kendi eliyle kazdığı kuyunun kendisini tuzağa düşürmek için hazırlandığını, kendi yok oluşuna imza attığını fark etti. Tabii talimatla darbe yapanların dönemi sona erince. O zamandan bu yana Türk-İsrail Stratejik Ortaklığı kan kaybediyor. Çünkü iki ülkenin çıkarları örtüşmüyor tam aksine çatışıyor. Türkiye İsrail'den uzak durdukça güçleniyor, İsrail'in alanı daralıyor.
Uygulamayı hep sorguladık, tepkilerimizi ortaya koyduk. Bu tepkiler, yürekleri yanan Anadolu insanlarının tepkileriydi. Birilerinin düşman tanımı yaptığı bu ülkenin gerçek sahiplerinin tepkileri. Medeniyetler Barışı projesinin sembolü Mevlana'nın şehrinde, katliamlara imza atanlar eğitim yapıyordu. Konya'da eğitilen İsrail pilotları bir yıl önce Gazze katliamına imza attı. Yasak silahlar kullanmak dahil her türlü insanlık suçunu işleyerek bir toplumu dünyanın gözleri önünde imha etmeye girişti. Türkiye ve dünya ayağa kalktı. "

menes
10-08-2009, 18:54
08.10.2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinden Ali Bayramoğlu'nun ''Kürt sorununu rehin almak…'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Haklı kimlik yoktur, haklı talep vardır. Bunu sık söyleriz. Bir kimliğin ezilmesi, mağdur olması, tarihsel örselenmeye uğraması onu tek başına haklı kılmaz. Mağduriyet siyasi bir zemin oluşturur, ama tek başına siyasi bir proje üretmez.

menes
10-08-2009, 19:02
08.10.2009 tarihli Star Gazetesinden Nasuhi Güngör'ün ''Yeni dünya düzeni ve açılım'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

‘Başbakan açılım başlatmakla yanlış yapmış, geri adım atmalıymış, terör yeniden tırmanırsa siyasi bedeli ağır olurmuş’ gibi sözlerin hiçbir ciddiyeti yok.
‘Yeni düzen’in kodlarını çözme açısından Tayyip Erdoğan hayli mesafe almış görünüyor ve galiba son iki konuşmasında bunun ciddi işaretlerini verdi. Sürece uyum sağlamada Erdoğan’ın AK Partisi’nin avantajları hayli fazla.

Ertuğrul ÖZGÜL
10-08-2009, 19:28
Serdar Arseven - 08/10/2009 - “Tamam da… Kur’an başka!..”

Yok yok;
Bizim Başbakan muhakkak Kadir gecesi doğmuş!..
Hiçbir Lider’e böylesine “kek”;
Aynı anlama gelen bir başka ifadeyle “keklik” muhalefet nasip olmaz!..
Hele Anamuhalefet hiç olmaz!..

Adamlar, AK Parti’ye habire seçim kazandırmakla görevlendirilmiş sanki…
Vatandaşı, AK Parti’ye itmeye çalışıyorlar adeta; halleri, tavırları öyle gıcık, öyle itici ki…

Ertuğrul ÖZGÜL
10-09-2009, 07:39
D.Mehmet Doğan - 09/10/2009 - "Kalıplar kırılıyor..."

Bu yüzden itirazlar, yok şunlar olsaydı veya şu isimler de zikredilseydi yollu eleştiriler aldı yürüdü.
Burada dikkati çeken, tarihe mal olmuş ilim, fikir, sanat ve edebiyat adamlarının sayılmış olması. İçinde bir tane bile devlet adamı veya yönetici yok.
Bunun farkında olmayan magazinleştirmeci gazetecilerden biri, listede Atatürk neden yok diye itiraz ediyor!
Bu kafa Türkiye’nin düşünen kafası değil.
Yıllar önce, 1970’lerde, Tarih Kurumunda bir konferansa şahit olmuştum.
Konu, Yavuz Sultan Selim’in İran ve Mısır siyaseti ile ilgili idi. İstanbul Üniversitesi’nin ünlü bir tarih profesörü, yanlış hatırlamıyorsam Şehabeddin Tekindağ konferans veriyor. Önde kelli felli zevat, elbette içlerinde emekli subaylar da var.
Konuşmacı, döneminin dünyasını doğru kavrayan, strateji bilen bir Osmanlı padişahından bahsediyor. Oradaki dinleyiciler, Yavuz şu kadar alevi kesti, şöyle hilafeti getirdi, bizi mahvetti gibi ön fikirlerle dinliyor. Fakat, konuşmacının söyledikleri, çok farklı bir Yavuz Selim resmi ortaya koyuyor. Osmanlının dünya ekonomisinde söz sahibi olması için, İran ve bilhassa Mısır seferi zorunlu. Yavuz bunu biliyor ve siyasetini ona göre çiziyor.
Konferans bitince ilk soru, konuşmacıda bir sarsıntı meydana getiriyor.
Neden konferansta Atatürk’ün dehasından, Türkiye’yi kurtardığından bahsedilmemiş!
Siz olsanız ne cevap verirdiniz?
Neden devlet adamları yok? Bu, öncelikle seçilen alanla ilgili olmalı.
Sonra da daha belalı bir seçme gerektirmesinden.
Resmi listeyi bu seçmede delmek hayli zordur. Atatürk’le Abdülhamid’i birlikte zikredebilir misiniz?
Türkiye’de modern devleti oluşturan 2. Abdülhamid mi, Atatürk mü?
Bu sorunun resmiyet nezdinde cevabı değişmeyecek, değiştirilemiyecek şekilde verilmiştir! Elbette ve kesinlikle Atatürk!
Atatürk’ten önce Osmanlının modern olmadığını söylemek tarihi gerçeklikle asla bağdaşmıyor.
Abdülhamid, 19. yüzyılın sonunda Osmanlı Devletini her bakımdan modernleştirdi. Modernliğin alt yapısını Abdülhamid kurdu. İttihatçılar bu alt yapı üzerinde iktidara geldiler ve Abdülhamid’in çatışmasız modernleşmesini çatışmacı ve taklitçi modernleştirmeye dönüştürdüler. Cumhuriyetçiler bu bakımdan İttihatçıların varisi oldular...
Abdülhamid’in yaptıkları olmadan Atatürk ne yapabilirdi? Veya Abdülhamid olmadan Atatürk olabilir miydi?
İşte sorulmaması gereken bir soru!

menes
10-09-2009, 18:34
09.10.2009 tarihli Sabah Gazetesinden Mahmut Övür'ün ''Baykal tek parti döneminimi özlüyor?'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Baykal, kendi geçmişindeki demokrat, insan haklarına saygılı, Türkiye'nin zenginliğini ortaya çıkaran raporu unutuyor, Baas diktatörlerinden medet umuyor...
Dahası demokrasi içinde her kimliğin özgürce birlikte yaşamasını "bir kez olsun deneyelim" önerisi getiren "demokratik açılım" sürecine dudak büküyor, görmezlikten geliyor, ama halkına zulüm yapan çağdışı bir yönetimin önerilerini "niye not etmedim" diye hayıflanıyor...
İnanılır gibi değil. Anlaşılan CHP lideri "tek parti dönemi"ni özlüyor...

menes
10-09-2009, 18:53
09.10.2009 tarihli Sabah Gazetesinden Engin Ardıç'ın ''Muhalefet ahmaklık olmamalıdır'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

AKP'de parti içi demokrasi yokmuş... Şuradan belliymiş: Bülent Arınç, kendisini MKYK listesine aldığı için başbakana teşekkür etmiş. (Ne yapsaydı? Elini mi ısırsaydı?)
Niçin partinin genel başkanlığına başbakandan başka aday çıkmamış?
Niçin çıksın?
Daha kurulur kurulmaz iktidara gelmiş ve bu işi, yani ülke yönetimini de yedi yıldan fazladır kesintisiz götüren, üstelik son seçimde yüzde 47 gibi okkalı bir oy toplamış partide aksayan, yürümeyen nedir ki genel başkanı devirmek için farklı bir aday çıkacaktır?
Bu parti, CHP gibi, tam elli dokuz yıldır tek başına seçim kazanamayan, üstelik bir dönem de meclis dışı kalarak "tarih yazmış" bir parti midir ki yeni ve değişik bir başkan arayışı içine girmelidir?
Beğenmeyen de gidiyor ayrıca, işte Mustafa Sarıgül'ün gittiği gibi buradan da Abdüllatif Şener gitmedi mi? Kuruver başka bir particik, geliver iktidara... Elini tutan mı var?
Bir de çemkiriyorlar bize, "yazamazsın yaa, yazamazsın yaa"... AKP'de parti içi demokrasi yok, yazamazsın yaa...
Niçin yazamayacakmışım? AKP benim babamın partisi mi? Aha yazdım:
AKP'de parti içi demokrasi yoktur.
Hemen de sorarım ama: Hangi partide vardır?
Aynı gün DTP kongresi de vardı, Ahmet Türk'ün yeniden başkan seçilmesi sizi neden şaşırtmadı? İki satırınızı okuyamadık bunu eleştiren.
CHP bir "tek adam diktası" yaşamıyor mu? Hep yaşamadı mı?
Yoksa Atatürk döneminde, İnönü döneminde CHP bir demokrasi bahçesi miydi?
Haaa, demek ki, "sistemi" sorgulayacaksın, kendi tuttuğun partiyi kayırıp ötekine vurmak yerine.
Sistem dediğim şimdilerde Kenan Efendi'nin anayasasıdır, seçim kanunudur, siyasi partiler kanunudur.
Hani şu, memleketi kurtardığı için toz kondurmadığınız kişinin "dizayn ettiği" sistem... Taşeronu da, Profesör Orhan Aldıkaçtı.

ishakyilmaz
10-10-2009, 13:37
M.Şevket Eygi-Milli Gazete

"Kişinin namazı ve orucu sizi zarara uğratmasın. (Yani onun sadece namazına ve orucuna bakıp da aldanmayın...) Siz onun parayla malla olan muamelâtına bakınız."
Bu devirde ellerine bazı imkanlar, fırsatlar geçirmiş birtakım kişiler var. Namaz kılıyor, oruç tutuyor, umreye gidiyor, hanımları tesettürlü... Din, iman, Kur'ân, kutsal kavram ve değerler ağızlarından düşmüyor... Buraya kadar güzel. Bundan sonrası felaket ve rezalet.
Bu adamlar halkın, fakirlerin, yetimlerin, biçarelerin hakkı olan birtakım "havuzları" hortumluyor.
Bu adamlar haram yiyor.
Bu adamlar kısa zamanda kaynağı belli olmayan şüpheli ve şâibeli servetler ediniyor.
Bu adamlar emanetleri ehline vermiyor.
Bu adamlar dehşetli boyutta yandaşlık yapıyor.
Bu adamlar nepotizm yapıyor.
Bu adamlar deveyi hamuduyla yutuyor.
Bu adamlar rant için her b... yiyor.
Kimdir bu adamlar? İsim verecek halim yok.
Bu adamlara hukuk bir şey yapamıyor.
Bu adamlar ahlak diyor, ahlaksızlığın her türlüsünü sergiliyor.
Bu adamlar din diyor, dinin yasakladığı her fenalığı yapıyor.
Biliyorum bazıları bana şöyle diyecek: "Efendi!.. Sen şaşırdın mı, niçin böyle yazıyorsun, bu kadar ağır şekilde kötülüyorsun?.. Bu memlekette hiç temiz adam yok mu?"
Cevap: Dikkat buyurdu iseniz yazımın başında bazı adamlar dedim. Herkesi istisnâsız suçlamak aklımın köşesinden geçmez.

CeVHeR
01-26-2010, 17:49
Referansımız vahiy mi olacak, yoksa bilim mi?
Hayat “bilim”i dayatıyor.
“Bilim tek çözümdür” diyor, ancak binlerce yıldır, sorunlar çözümlenemiyor.
Biz ise Allah’ın “Âlim” ismini kavrayamamış, inançla ilmi buluşturup çözümsüzlüğü aşamamışız.



Yavuz BAHADIROĞLU