tunc.erkanca
05-12-2008, 00:38
MARKA TESCİLİNİN İPTAL EDİLEREK NÜFUS KAYDININ SİLİNMESİNE!
“Dini siyasete alet etmek” suçlaması, laik elitlerin alaşağı etmek istedikleri birileri için sık sık dillendirdikleri bir ifadedir. Uzun yıllardır Türk siyasal hayatına egemen olan bir suçlama biçimi olarak değişik sürümlerini de kullanırlar bu ifadenin: “din bezirgânlığı” gibi. Gerçekten de şöyle dönüp geçmişe baktığınız zaman kim Müslümanlarla ilgili bir laf söylemiş olsa ya da kim bir Müslüman’ın hakkını savunsa, kim başörtüsü serbest olmalı dese, kim ortalıkta iki rekât namaz kılsa dini siyasete alet etmekle suçlanmıştır ve suçlanmaktadır.
Aslında bir süredir gündemimizi fazlasıyla işgal eden AK Partinin kapatılmasına ilişkin davanın yanında işte tam da bu noktada ilginç bir dava açıldı. “Tekbir Giyim” markası ile faaliyet göstermekte olan bir firmaya “dini, ticarete alet etmek, kutsal ifadeleri ticari kazanç sağlamak amacıyla kullanmak” gibi gerekçelerle “marka tescilinin iptali davası” açıldı. Evet, yanlış değil, dini siyasete alet etmekten sonra dini ticarete alet etmek suçlamasını da artık sık sık duyacağız anlaşılan.
İşin garip olan yanı bu davayı açan kişilerin her ikisinin de İslami kesimin yakından tanıdığı bir akademisyen ile bir derginin genel yayın yönetmeni olmaları. Yani bu laik elitlerin başının altından çıkmış olsaydı, burada ahkâm kesmek yerine kesinlikle bir bildikleri vardır diyecektim. Çünkü biliyorsunuz onlar ellerinde bulundurdukları muasırlık ölçeği ile kim ne kadar laik, kim ne kadar dinci, kim ne kadar gerici anında ölçüm yapabiliyorlar. Oysaki bu davanın İslami kesim içerisinde görülen kişiler tarafından açılmış olması insanın aklına olmadık kuşkular getiriyor. Hele de kapatma davasının hemen ardından açılmış olması.
Nerden baksanız tutar bir tarafı yok, yanlışı çok bir dava.
Öncelikle anti parantez bir ifade ile belirtmek istediğim bir şey var. Herhangi bir şehrin işlek caddelerinden birine çıktığınız zaman İngilizceden, İtalyancadan, İspanyolcadan alınma abuk subuk o kadar çok firma ismiyle, tabelayla karşılaşırsınız ama nedense hiç kimse çıkıp ta bu firmaların isimlerine karşı davalar açmaz. Gül gibi yaşar gideriz, bu abuk subuk marka isimleri ile…
Ya da bu dava bir furya halini alırsa ne olacak? Sizce bir şeyleri çağrıştırmayan bir firma ismi olabilir mi? Kimi Müslümanlığı, kimi Hıristiyanlığı, kimi Aleviliği, kimi Şafiliği, kimi Türklüğü, kimi Araplığı, kimi Osmanlıyı… Her ismi bir din ile ırk ile devlet ile inanç ile ilişkilendirmek mümkün değil mi?
Şimdi aklınıza gelen firma isimlerini bir düşünün bakalım, birçoğu size mutlaka bir mezhep, bir din, bir görüş, bir ideoloji, bir devlet, bir ırk çağrıştıracaktır.
Diğer yandan aklıma takılan asıl soruysa: hadi diyelim ki böyle bir gerekçe ile markanın tescilini iptal ettirdiniz ve firma sahibi gidip Tekbir kelimesi yerine İtalyanca bir isim buldu geldi bu sizi ne kadar mutlu edecektir bilmiyorum ama beni mutlu etmeyeceği kesin… Zira o tabelalarda İtalyanca bir isim görmek yerine kutsal din duygularını çağrıştıran bir isim görmeyi her zaman yeğlerim.
Peki, çocuklarının isimlerini Muhammed, Ayşe, Hatice, Mevhibe, Ömer, Ali, Ebubekir, Mümin, Mümine, Osman, Abdullah, Rabia ve benzeri şekilde koyan insanlar için ne yapacaksınız? Öyle ya bir baba bütün çocuklarının isimlerini bu şekilde koymuş olabilir. O zaman bu ailenin de “kutsal din duygularını çocuklarına koydukları isimler aracılığı ile suistimal ettikleri” iddiası öne sürülebilir.
O zaman nüfus müdürlüğüne gidip “marka tescilinin iptal edilerek nüfustan silinmesi” diye bir dava mı açacaksınız?
Allah muhafaza…
Saygılarımla, Tunc ERKAN
“Dini siyasete alet etmek” suçlaması, laik elitlerin alaşağı etmek istedikleri birileri için sık sık dillendirdikleri bir ifadedir. Uzun yıllardır Türk siyasal hayatına egemen olan bir suçlama biçimi olarak değişik sürümlerini de kullanırlar bu ifadenin: “din bezirgânlığı” gibi. Gerçekten de şöyle dönüp geçmişe baktığınız zaman kim Müslümanlarla ilgili bir laf söylemiş olsa ya da kim bir Müslüman’ın hakkını savunsa, kim başörtüsü serbest olmalı dese, kim ortalıkta iki rekât namaz kılsa dini siyasete alet etmekle suçlanmıştır ve suçlanmaktadır.
Aslında bir süredir gündemimizi fazlasıyla işgal eden AK Partinin kapatılmasına ilişkin davanın yanında işte tam da bu noktada ilginç bir dava açıldı. “Tekbir Giyim” markası ile faaliyet göstermekte olan bir firmaya “dini, ticarete alet etmek, kutsal ifadeleri ticari kazanç sağlamak amacıyla kullanmak” gibi gerekçelerle “marka tescilinin iptali davası” açıldı. Evet, yanlış değil, dini siyasete alet etmekten sonra dini ticarete alet etmek suçlamasını da artık sık sık duyacağız anlaşılan.
İşin garip olan yanı bu davayı açan kişilerin her ikisinin de İslami kesimin yakından tanıdığı bir akademisyen ile bir derginin genel yayın yönetmeni olmaları. Yani bu laik elitlerin başının altından çıkmış olsaydı, burada ahkâm kesmek yerine kesinlikle bir bildikleri vardır diyecektim. Çünkü biliyorsunuz onlar ellerinde bulundurdukları muasırlık ölçeği ile kim ne kadar laik, kim ne kadar dinci, kim ne kadar gerici anında ölçüm yapabiliyorlar. Oysaki bu davanın İslami kesim içerisinde görülen kişiler tarafından açılmış olması insanın aklına olmadık kuşkular getiriyor. Hele de kapatma davasının hemen ardından açılmış olması.
Nerden baksanız tutar bir tarafı yok, yanlışı çok bir dava.
Öncelikle anti parantez bir ifade ile belirtmek istediğim bir şey var. Herhangi bir şehrin işlek caddelerinden birine çıktığınız zaman İngilizceden, İtalyancadan, İspanyolcadan alınma abuk subuk o kadar çok firma ismiyle, tabelayla karşılaşırsınız ama nedense hiç kimse çıkıp ta bu firmaların isimlerine karşı davalar açmaz. Gül gibi yaşar gideriz, bu abuk subuk marka isimleri ile…
Ya da bu dava bir furya halini alırsa ne olacak? Sizce bir şeyleri çağrıştırmayan bir firma ismi olabilir mi? Kimi Müslümanlığı, kimi Hıristiyanlığı, kimi Aleviliği, kimi Şafiliği, kimi Türklüğü, kimi Araplığı, kimi Osmanlıyı… Her ismi bir din ile ırk ile devlet ile inanç ile ilişkilendirmek mümkün değil mi?
Şimdi aklınıza gelen firma isimlerini bir düşünün bakalım, birçoğu size mutlaka bir mezhep, bir din, bir görüş, bir ideoloji, bir devlet, bir ırk çağrıştıracaktır.
Diğer yandan aklıma takılan asıl soruysa: hadi diyelim ki böyle bir gerekçe ile markanın tescilini iptal ettirdiniz ve firma sahibi gidip Tekbir kelimesi yerine İtalyanca bir isim buldu geldi bu sizi ne kadar mutlu edecektir bilmiyorum ama beni mutlu etmeyeceği kesin… Zira o tabelalarda İtalyanca bir isim görmek yerine kutsal din duygularını çağrıştıran bir isim görmeyi her zaman yeğlerim.
Peki, çocuklarının isimlerini Muhammed, Ayşe, Hatice, Mevhibe, Ömer, Ali, Ebubekir, Mümin, Mümine, Osman, Abdullah, Rabia ve benzeri şekilde koyan insanlar için ne yapacaksınız? Öyle ya bir baba bütün çocuklarının isimlerini bu şekilde koymuş olabilir. O zaman bu ailenin de “kutsal din duygularını çocuklarına koydukları isimler aracılığı ile suistimal ettikleri” iddiası öne sürülebilir.
O zaman nüfus müdürlüğüne gidip “marka tescilinin iptal edilerek nüfustan silinmesi” diye bir dava mı açacaksınız?
Allah muhafaza…
Saygılarımla, Tunc ERKAN