Bilal Baştan
04-15-2011, 15:55
BAŞBAKAN Erdoğan'ın Avrupalı arkadaşlara yaptığı "kendinize gelin" çağrısını bir Türk vatandaşı olarak "yıllardır görmeyi özlediklerimize" kavuşan bir ruh hali içinde izledim... Özellikle "size değil halkıma sorarım" vurgusu ve arkasından gelen "Türkiye'yi bilmeden konuşmayın" uyarısı "Türkleri istedikleri gibi oynattıklarını düşünen" Avrupalı milletvekillerine tam bir soğuk duş etkisi yaptı...
Sevgili dostlar, Erdoğan'ın tavrı sonrası aklıma birçok soru geldi, bunları sizlerle paylaşmak istiyorum:
1- "Avrupa'yı aşırı ciddiye alır bir hava yaratan Başmüzakereci makamına" neden ihtiyaç duyuyoruz! Olmayan müzakerenin "Baş'ı" olur mu!
2- 2007 sonrası müzakereler "fiilen biterken" Türkiye'nin Avrupa'ya "ne pahasına olursa olsun yapışalım" politikası da düştü ve "normal" bir dış politika ortaya çıktı.
3- Davutoğlu, AB ile ilişkiler dahil "dış politikayı" tam olarak ele aldı ve "müzakere" etmeyen Türkiye "kendini ezdirmeden" Davutoğlu tarafından tek kelimeyle "mükemmel" temsil edildi.
4- 1960'tan itibaren kazandığı hakları Avrupa tarafından gasp edilen Türkiye ve Türk halkı, Avrupa harici bir "politika" ile ekonomiden siyasete atağa kalkarken, Türkiye açık ve net bir şekilde "müzakere etmediğini" hatta artık AB ye üye olmak gibi bir politikasının fiilen olmadığını ortaya koymadı-koyamadı. Bu noktada aynı detaya temas etmem gerekli; Başmüzakereci makamının varlığı Türkiye açısından "yanlış bir sinyal" üretmeye ve Davutoğlu'nun da elini zayıflatmaya devam etti...
Sonuç: Başbakan Türk halkının özlediği, istediği ve aklından-kalbinden bildiği "AB'ye üye olmak gibi bir politikamız" olmadığını "birkaç cümle ile" hem onlara hem bizlere anlattı ve Türkiye tam destek oldu. Şimdi atılması gereken net bir adım var; olmayan müzakerenin "Baş'ı" olmamasını sağlamak ve bu makamı "boş bırakarak" mesajın dozunu artırmak... Hemen arkasından da tam seçim öncesi Türkiye'nin "yeni politikasının" artık Avrupa ya "yama olmak" üzerine kurulmadığını bizlerle açıkça paylaşmak... AB ye rest çekip "yeter" diyecek ve gereğini yapacak bir hükümet, oylarını en az 5 puan artıracaktır...
Son söz: Başladığımız cümle ile bitirelim: Olmayan müzakerenin "Başmüzakerecisi" makamı orada durmaya devam ettiği sürece, Başbakan'ın çıkışları dahil hiçbir adım sonuca ulaşamaz... İlk adım "Avrupa bize olması gerektiği gibi davranana kadar" bu "koltuğu" kaldırmak!
Doğan ve 'beslemeleri' oldukça Türkiye'de 'özgür ve objektif' bir basın beklemeyin!
HÜRRİYET'in "cübbesiz Ahmet'i" hakkımda kaç gündür atıp tutuyor. Uyduruyor, çarpıtıyor, yalan yanlış çıkarımlar yapıyor. Ankara da gözaltına alındığında "hüngür hüngür" 9 saat ağlayan, iç çamaşırıyla polislere yalvarırken cep telefonları ile kısa metrajlı film konusu olan bu arkadaş, herkesi kendi gibi sanıyor, küçük dünyasında yaptığı çıkarımları "genelleyerek" gazetede yazıyor...
Sevgili dostlar, Başbakan'ın konuşmalarında "o malum medya" diyerek defalarca işaret ettiği bu arkadaşları, Türk medyasında görünce bir vatandaş ve meslek mensubu olarak inanın midem bulanıyor. Hiçbir konuda uzmanlığı olmayan, "Erbakan'ın evinde beyaz çorapla röportaj yapıp, evlenme hayalleri kurarken" ellerine tutturulan "şarap kadehiyle" sınıf atlayan bu "beslemeler" ve "Mao'culuktan kapitalizme" yatay geçiş yapan diğerleri, şimdi cehaletlerini, "arkasına sığındıkları" vergi borcu dağları aşan patronları sayesinde Türkiye ile doya doya paylaşıyorlar... Daha doğrusu ödenmeyen "vergilerimiz" ile lale devri yaşamaya devam ediyorlar...
Devam etsinler, ellerinden geleni yapsınlar, her türlü iftira ve karalamayı son mürekkep damlalarına kadar yazsınlar...
Yalnız şunu asla unutmasınlar: Türk basınına ve Türkiye'ye verdikleri zararı, bitirdikleri
hayatları, devirdikleri hükümetlerin altında kalan milyonların ahını ve borsalarda yok olan milyonların hesabını mutlaka ama mutlaka verecekler! Türk medyası "bu adamlardan" mutlaka kurtulacak ve "411 el kaosa kalktı" seviyesinden "özgür ve objektif" bir konuma mutlaka gelecek!
Sevgili dostlar, Erdoğan'ın tavrı sonrası aklıma birçok soru geldi, bunları sizlerle paylaşmak istiyorum:
1- "Avrupa'yı aşırı ciddiye alır bir hava yaratan Başmüzakereci makamına" neden ihtiyaç duyuyoruz! Olmayan müzakerenin "Baş'ı" olur mu!
2- 2007 sonrası müzakereler "fiilen biterken" Türkiye'nin Avrupa'ya "ne pahasına olursa olsun yapışalım" politikası da düştü ve "normal" bir dış politika ortaya çıktı.
3- Davutoğlu, AB ile ilişkiler dahil "dış politikayı" tam olarak ele aldı ve "müzakere" etmeyen Türkiye "kendini ezdirmeden" Davutoğlu tarafından tek kelimeyle "mükemmel" temsil edildi.
4- 1960'tan itibaren kazandığı hakları Avrupa tarafından gasp edilen Türkiye ve Türk halkı, Avrupa harici bir "politika" ile ekonomiden siyasete atağa kalkarken, Türkiye açık ve net bir şekilde "müzakere etmediğini" hatta artık AB ye üye olmak gibi bir politikasının fiilen olmadığını ortaya koymadı-koyamadı. Bu noktada aynı detaya temas etmem gerekli; Başmüzakereci makamının varlığı Türkiye açısından "yanlış bir sinyal" üretmeye ve Davutoğlu'nun da elini zayıflatmaya devam etti...
Sonuç: Başbakan Türk halkının özlediği, istediği ve aklından-kalbinden bildiği "AB'ye üye olmak gibi bir politikamız" olmadığını "birkaç cümle ile" hem onlara hem bizlere anlattı ve Türkiye tam destek oldu. Şimdi atılması gereken net bir adım var; olmayan müzakerenin "Baş'ı" olmamasını sağlamak ve bu makamı "boş bırakarak" mesajın dozunu artırmak... Hemen arkasından da tam seçim öncesi Türkiye'nin "yeni politikasının" artık Avrupa ya "yama olmak" üzerine kurulmadığını bizlerle açıkça paylaşmak... AB ye rest çekip "yeter" diyecek ve gereğini yapacak bir hükümet, oylarını en az 5 puan artıracaktır...
Son söz: Başladığımız cümle ile bitirelim: Olmayan müzakerenin "Başmüzakerecisi" makamı orada durmaya devam ettiği sürece, Başbakan'ın çıkışları dahil hiçbir adım sonuca ulaşamaz... İlk adım "Avrupa bize olması gerektiği gibi davranana kadar" bu "koltuğu" kaldırmak!
Doğan ve 'beslemeleri' oldukça Türkiye'de 'özgür ve objektif' bir basın beklemeyin!
HÜRRİYET'in "cübbesiz Ahmet'i" hakkımda kaç gündür atıp tutuyor. Uyduruyor, çarpıtıyor, yalan yanlış çıkarımlar yapıyor. Ankara da gözaltına alındığında "hüngür hüngür" 9 saat ağlayan, iç çamaşırıyla polislere yalvarırken cep telefonları ile kısa metrajlı film konusu olan bu arkadaş, herkesi kendi gibi sanıyor, küçük dünyasında yaptığı çıkarımları "genelleyerek" gazetede yazıyor...
Sevgili dostlar, Başbakan'ın konuşmalarında "o malum medya" diyerek defalarca işaret ettiği bu arkadaşları, Türk medyasında görünce bir vatandaş ve meslek mensubu olarak inanın midem bulanıyor. Hiçbir konuda uzmanlığı olmayan, "Erbakan'ın evinde beyaz çorapla röportaj yapıp, evlenme hayalleri kurarken" ellerine tutturulan "şarap kadehiyle" sınıf atlayan bu "beslemeler" ve "Mao'culuktan kapitalizme" yatay geçiş yapan diğerleri, şimdi cehaletlerini, "arkasına sığındıkları" vergi borcu dağları aşan patronları sayesinde Türkiye ile doya doya paylaşıyorlar... Daha doğrusu ödenmeyen "vergilerimiz" ile lale devri yaşamaya devam ediyorlar...
Devam etsinler, ellerinden geleni yapsınlar, her türlü iftira ve karalamayı son mürekkep damlalarına kadar yazsınlar...
Yalnız şunu asla unutmasınlar: Türk basınına ve Türkiye'ye verdikleri zararı, bitirdikleri
hayatları, devirdikleri hükümetlerin altında kalan milyonların ahını ve borsalarda yok olan milyonların hesabını mutlaka ama mutlaka verecekler! Türk medyası "bu adamlardan" mutlaka kurtulacak ve "411 el kaosa kalktı" seviyesinden "özgür ve objektif" bir konuma mutlaka gelecek!