fatih kısaparmak balon baskılı balon Ömer Anayurt - Oldu Olacak Anayasayı Yüksek Mahkeme Yapsın - Siyaset Forum

PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Ömer Anayurt - Oldu Olacak Anayasayı Yüksek Mahkeme Yapsın


Cihannur
07-19-2010, 21:20
Doç. Dr. Ömer Anayurt - Oldu olacak Anayasayı Yüksek Mahkeme Yapsın

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun (7.5.2010 tarih ve 5982 sayılı) Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 07.07.2010 günlü kararıyla kısmen delindi. Mahkeme kararı, siyasal-pratik sonuçları bakımından tipik bir “ince ayar” niteliği taşımaktadır. İptal beklentisi içerisinde olanların da, iptaline sıcak bakmayanların da siyaseten kendi tezlerini haklılaştırabilecek sonuçları çıkarsayabilmeleri mümkün. Oysa hukuk açısından kararın “eh fena değil”, “ne olmuş canım bir iki cümlelik bir iptal” tarzında değerlendirilebilmesi son derece anlamsızdır. Çünkü eğer bir hukuk yanlışı söz konusu ise bunun azı ve çoğu olmaz. Henüz ortada gerekçeli karar olmamakla birlikte sonucun ne olduğu ve hangi nedenlere dayanıldığı özet olarak mahkeme başkanı tarafından kamuya duyuruldu. Bize göre kısmi iptal kararı birçok açıdan anayasa hükümlerine açıkça aykırılık oluşturmaktadır. Burada kararların gerekçelerinin yazılmadan açıklanamaması ve iptal kararının kanun koyucu gibi hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak tarzda verilemeyeceğine ilişkin 153/1 ve 2 hükümlerine yönelik ihlaller üzerinde durmaksızın sonuçları bakımından iki önemli ihlal üzerinde bazı tespitlerde bulunacağız.

AYM’ye göre Anayasa

AYM bu kararıyla anayasa değişikliğinin hangi maddelerde ve hangi içerikte olabileceğini belirleme konusunda tekel yetkiye sahip olduğunu bir kez daha tescillemiştir. Bundan böyle Anayasanın hangi maddeleri değiştirilebilir sorusunun cevabını net olarak sadece AYM bilebilir. Çünkü Mahkeme çoğunluğu tarafından istenmeyen bir anayasa değişikliği 4’ncü maddeye atfıyla 1, 2 ve 3’ncü maddelere aykırılık olarak değerlendirilip kolayca iptal edilebilecektir. Her anayasa maddesini de bunlardan birisiyle irtibatlandırmak mümkün olacağına göre kendi anlayışına, siyasal ideolojik referanslarına ve tercihlerine uygun düşmeyen bir anayasa değişikliğini cumhuriyetin, laik devletin sosyal devletin hukuk devletinin, Atatürk milliyetçiliğine bağlı devletin, insan haklarına saygılı devletin, toplumun huzuru ve milli dayanışma ve adalet anlayışına bağlılığın, başlangıçta yer verilen onlarca muğlâk ifadelerin değiştirilmesi veya onun teklif edilmesi olarak görmek suretiyle iptal edebilecektir. Bunun tek bir anlamı vardır: Anayasanın AYM tarafından yazılması. Bu yaklaşımla AYM kendini kendisinin meşruiyet kaynağı olan kurucu güç yerine ikame etmiş olmaktadır. Anayasal devlet Anayasa Mahkemesi devleti halini almıştır. Anayasanın 6’ncı maddesi son derece açıktır. Kimse kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz. Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı açıkça çiğnenmiş ve bu kural anayasa yargıcının üstünlüğüne dönüşmüştür.

Mahkeme burada şu şekilde düşünmektedir: Eğer ben esas denetimine girmezsem 4’ncü maddedeki değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez hükmü ne anlam ifade eder? Bu hüküm anayasanın süsü müdür? Mademki bu hüküm vardır o halde bunun anlamı yasağın çiğnenmiş olup olmadığını denetleyebilmektir. Nitekim bu argümanı süsleyici absürt örneklere de başvurulur: Örneğin TBMM dört kadınla evlenmek serbesttir, yasama organı seçimlerinin süresi elli yıldır; okullarda şeriat eğitiminden başka eğitim verilemez, işkence serbesttir gibi anayasa değişiklikleri getirirse ne olacaktır? Mahkeme sadece sayısal çoğunluklara bakmak suretiyle bu değişikliğe geçit mi verecektir?

Anayasaya karşı hile

Bu argüman ilk bakışta dikkate değer gibi görünebilir. Nitekim anayasa tartışmaları sırasında Danışma Meclisi’nde de ortaya atılmış Mahkeme’nin anayasa değişikliklerinde esastan inceleme yetkisine yer verilmesinin zorunluluğuna işaret edilmiştir. Ancak geçmişte yaşananlar da dikkate alınarak öneri kabul görmemiştir. Durum bu kadar açıkken bu gerekçenin hukuk argümantasyonu olarak kullanılması kendisine vücut veren kaynağı yetersizlikle itham etmesi olur ve olan hukuku atıp yerine kendi arzu ettiği hukuk anlayışını referans alması anlamını taşır. Oysa anayasayı yazan eğer yargı organına açıkça bir yetki kullanmayı yasaklamışsa o yetkiyi kullanmak zorunluluğu ortaya çıkmış olsa bile ona düşen anayasa koyucunun iradesine saygı göstermektir. Bir yargı mensubu veya kurum olarak o da kendisine böyle bir yetkinin verilmesi gereğini ortaya koyup anayasa değişikliği ile anayasal bir yetki ile donanmayı dile getirmekten başka bir seçeneği yoktur. Aksi takdirde pozitif hukuk bir kenara bırakılıp kendi dünyamızın şekillendirmiş olduğu “olması istenilen hukuk” alanına girilmiş olur. Anayasa’nın ne sözel ne tarihsel ne amaçsal yorum bakımından Mahkemeye böyle bir yetki vermemesine rağmen Mahkemenin anayasa değişikliğini ikinci kez şekilden dolanarak esastan iptal yoluna gitmesi, kendisini kurucu gücün de ötesine çıkartmaktan başka bir anlam taşımaz. Kaldı ki, bir anayasal organın kendisine yasaklanmış olan bir yetkiyi, yasaklanmayan kuralları ve yolları devreye koyarak kullanmasına “anayasaya karşı hile” yolu adı verilmektedir. Mahkeme, bu kararla anayasanın ardına dolanma yoluyla yeniden fonksiyon gaspında bulunmuş ve anayasa değiştirmede son sözün sadece kendisinde olduğunu perçinlemiştir.

Değiştirilemeyen yasa!

Hukukçunun her şeyden önce, anayasalarda değiştirilemeyeceği belirtilen normların hukuksal açıdan bir yaptırım değeri taşımayıp, siyasal temennilerden ibaret ahlaki-manevî yaptırımlı hükümler olduğu gerçeğini görebilmesi gerekir. Biz de hep yapıla geldiği üzere anlamsız bir örnekten yola çıkarak; “Türkiye devleti sosyalist bir devlettir” tarzında bir anayasa değişikliğinin teklif edildiğini, TBMM’nin bunu kabul ettiğini ve cumhurbaşkanının da onayladığını varsayalım. Acaba ne olacaktır? Bunun en yalın cevabını Teziç’in çeşitli Fransız kamu hukukçularına atfen şu ifadelerinde bulabiliriz: “Anayasalarda değiştirilmesi önlenmek istenen kuralların yalnızca tarihi ve siyasi değeri oldukları, toplumda ve giderek tali (türev) kurucu iktidarda bu kurallara ilişkin değişiklik eğilim ve cesaretinin yaygınlaşması, güçlenmesi, aslında hukuku kat kat aşan toplumdaki siyasi değer yargılarının değişmesinin bir sonucu olarak değerlendirilmeleri gerekir” (Teziç, E. Anayasa Hukuku, 1998). Böyle bir değişiklik eğer gerçekleşebilmişse bunu zaten on bir üyenin engelleyebilmesi mümkün değildir. Anayasa hukuku duayenlerinden rahmetli Tunaya’nın çarpıcı ifadesiyle “Anayasaları maddeler değil, ona inanmış insanlar koruyabilir” (Tunaya, T. Z. Siyasal Kurumlar ve Anayasa Hukuku, 1982)

Anayasa yargısında 'önleyici denetim'

Anayasa Mahkemesi'nin bu kararıyla birlikte artık anayasa yargımıza önleyici denetim yolu (contrôle préventif) de facto olarak tamamen yerleşmiştir. Anayasa Mahkemesi, onay aşamasından geçmemiş; dolayısıyla ortada henüz kesinleşmemiş ve böylece normatif süreci tekemmül etmediğinden olsa olsa “anayasa değişikliği projesi” denilebilecek bir işlem hakkında denetim ameliyesi gerçekleştirmiştir. Oysa Mahkeme ancak onaylanmış ve böylece normlaşma sürecini tamamlamış anayasa değişiklikleri hakkında denetimde bulunabilir. Her ne kadar bir kanun biçiminde TBMM’den çıkmış olsa da cumhurbaşkanının onaylama yetkisi olmadığından bu sayısal çoğunluktaki bir anayasa değişikliği henüz normlaşma sürecini tamamlamamıştır. Bu haliyle denetime tabi olabilecek bir hukuk kuralı kimliğinden yoksundur. Mahkemenin denetim zamanı başlamamıştır. Elbette cumhurbaşkanınca onaylanmış kanunlar ve anayasa değişiklikleri artık normlaşma aşamasını tamamlamışlardır. Resmi Gazete’de yayımlanırlar ve onlar hakkında da Anayasanın 148’nci maddesinde belirtilen “…kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on günlük süre içerisinde ..” hükmü uyarınca denetim süreci başlamış olur. Oysa anayasa değişikliklerine ilişkin bir teklifin cumhurbaşkanı tarafından onaylama yetkisinin olmadığı bir çoğunlukla TBMM tarafından kabul edilmiş olması durumunda zorunlu olarak halkın onayına sunulmuş bir anayasa değişiklik projesi bulunmaktadır. Proje olarak nitelendirmekteyiz çünkü bunu normlaştıracak olan halkın onayıdır. Halkoyuna sunulan metnin de elbette Resmi Gazete’de yayımına gidilir. Hal böyle olunca onaylanmamış bir anayasa değişikliği projesi nasıl olur da onaylanmış bir kanun ve anayasa değişikliği ile aynı kategoride düşünülerek “…kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün içerisinde” ibaresinin gerekçesi altında aynı kategoride değerlendirilebilir?

Anayasa değişikliklerinin denetim zamanının başlaması bakımından “referanduma sunulan-sunulmayan” ayırımının (Mahkeme ilk kez bu ayırımı 2007/99 sayılı 27.11.2007 tarihli kararıyla ortaya koymuştur) hiçbir önemi olmadığı ve anayasanın da bu yönde bir ayırımda bulunmadığının anlam ifade edebilmesi için Anayasa Mahkemesi'ne anayasa ile önleyici denetimde bulunma yetkisinin tanınmış olması gerekir. Anayasa yargısı sistemimizde böyle bir yol ve denetim mekanizması olmadığına göre ve anayasa koyucunun da bir varsayım olarak abesle iştigal etmeyeceğini düşünürsek yorumun bu bağlamda yapılması gerekir. Bu nedenle de referanduma sunulan anayasa değişikliği ile cumhurbaşkanı tarafından onay yetkisi kullanılmış bir anayasa değişikliğinin denetim zamanlaması ve diğer bakımlardan aynı sonuca tabi tutulduğunu yorum yoluyla çıkartamayız. Aksi bir yorum bizi Anayasa’nın 175’nci maddesinin vatandaşa tanımış olduğu anayasa değişikliklerini onaylamaya ilişkin yetkiyi kullanıp kullanamayacağını Anayasa Mahkemesi belirleyecektir gibi anlamsız bir sonucu götürür. Dolayısıyla başvurunun zaman bakımından incelenme kabiliyeti bulunmadığından reddedilmesi yerine incelenmiş olması dahi, Türk anayasa yargısına tamamen yabancı önleyici denetim yolunu sokmaktan başka anlam ifade etmez. Muhtemeldir ki, Mahkeme, kararında siyasal mülahazaların etkisinden soyutlanamamış ve şöyle düşünmüştür: “Eğer referandum sonrası aşamada denetime gidersem ve referandum sonucunda da değişiklik onaylanmış olursa bunu artık denetleyebilmem ve dahası iptal edebilmem demokratik meşruiyet açısından hayli güç olacaktır. Tartışmalar çok daha alevlenebilecektir”. Dolayısıyla Mahkeme, bu aşamada denetime giderek tarafları da fazla üzmeyecek bir “ince ayar çekme” yaklaşımı içerisine girmiştir ki bu yaklaşım kamuoyunda zaten mahkemenin siyasal karar mercii oluşuna ilişkin mevcut algılamayı daha da pekiştirici hale getirecektir. Bunun özel anlamda Anayasa Mahkemesi'ne genel anlamda da (özellikle siyasal yansımaları olan davalar açısından) yargıya olan güven krizini derinleştireceği kanaatindeyiz.

Star 14.07.2010