Hüdaverdi
04-29-2008, 18:25
Unutulmuş bir savaş ve artık rafa kaldırılmış bir sorun. Çeçenistan gitgide daha da önemsiz bir konu halini alıyor. Onun akıbeti ne G-8'i, ne de onun Davos, New York ve Porto Alegre'deki muhaliflerini hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Çeçenistan'da olup bitenler için herhalde "tarih boyunca insanlığın tanık olduğu binlerce insanlık dışı hikayeden sadece biri" deyip geçiyorlar. Oysa binalara baskın düzenlercesine akın eden bugünün barış savaşçıları birçok insanlık dramıyla yakından ilgililer ve bu içten mücadeleleri de onlara, bakanlık dairelerini sarsacak derecede güçlenmelerini sağlamış bulunuyor. Peki nüfusu bir milyonu dahi bulmayan bu halka gelince, ne değişiyor? Halbuki onlar da evlerinden zorlu götürülüp bir daha kendilerinden haber alınamıyor ve yine onlar da sayısız faili meçhul cinayete kurban gidiyor. Bu kurbanların sayıları katlanarak artıyor ve her geçen gün yenileri eklenerek yüzler, üçyüzler veya binler birbirini takip ediyor. Kimin umurunda!
Gerçekten, bu soruna karşı tüm dünyanın sanki ittifak etmişçesine ilgisiz kalışı ve buz kesen bu sessizliği size de bir şeyi hatırlatmıyor mu? Yaklaşık on yıl önce, 20.yüzyılın üçüncü jenosidi olarak bilinen Ruanda'daki Tutsi katliamına karşı dünya çok bilinçli ve kasıtlı bir şekilde duyarsız kalmıştı. Bugün, uluslararası toplum Rus ordusunun elini rahatlatacak her türlü desteği vermekten geri durmuyor. Bir Çeçen'in yaşamının bir toplu iğne kadar bile değeri yok. Bunu doğrularcasına diplomatlar sessizliklerini özenle koruyorlar. Sessizliklerini bozmayanlar arasında, emperyalizme karşı (e tabii ki Amerikan emperyalizmine) olan tepki ve nefretlerini açıkça ifade etmekten zevk alan ve gösteriler düzenleyerek tepkilerini ortaya koymakta genellikle hiçbir fırsatı kaçırmayan aktivistler de yer alıyor.
Ne yazık ki tarihi geri çevirmenin imkanı yok. Savaş öncesi nüfusu 400 bin olan Çeçenistan'ın başkenti Grozni, 21.yüzyılın başladığı ilk yıl içerisinde yıkımların en fecisine maruz kaldı ve yerle bir oldu. Hitler'in, itaatsizliği sebebiyle Varşova'yı cezalandırmasından bu yana buna benzer bir askeri taarruzu başka hiçbir Avrupa ülkesi gerçekleştirme cüretini gösterememişti. Adına terörle mücadele operasyonu denen bu savaşta ise, uzak mesafeden topçu birlikler öncülüğünde uçaklar, helikopterler ve bir çok ağır silah kullanılarak şehre tam bir saldırı gerçekleştirildi. Kremlin her ne kadar 300 ile 700 arasında isyancıyı hedef alarak bu saldırıların düzenlendiğini söylese de (kesin rakamı bilmek nedense basına açıklama yapanlarının en zayıf olduğu konudur), işin aslına bakılacak olursa, bu kadar uzaktan yapılan saldırılarda tabii ki hedefte tüm Çeçen halkı vardı. Tarihe geçmek için sayın Blair ve Aznar'ın hala öğrenecekleri çok şey var. Ne gibi mi? Tabii ki 'Belfast nasıl bombalanır' ve 'Basklıların toprakları ellerinden nasıl alınır' sorularına pratik çözümler gibi.
Duydukları bazı endişeler nedeniyle Amerikalılar, Belgrad ve Kabul üzerine düzenlediği hava saldırılarında kendilerini kısıtlama gereği duymuşlardı. Hal böyleyken Rusya ise harekatlarında çok daha pervasız davranabiliyor. Bunun nedenini anlamak tabii ki çok zor değil; 11 Eylül'ün çok öncesinde Doğu'da terörle mücadele güneşi zaten doğmuştu bile!
Ne askeri ve politik abluka bölgeden herhangi bir bilgi ve haber akışına müsaade ediyor ve ne de gecenin içine gizlenmiş ölümcül riskleri göze alabilecek hiçbir gazeteci bulunmuyor olsa da şurası çok açıktır ki; Grozni Gernikay'dan** yüz misli daha büyük bir insanlık dramını yaşamaktadır. Bizzat kendi "özel birimleri"nce veya İslamcılar tarafından maniple edilmesi muhtemel bu fazlaca hırslı savaşan Çeçen grupların sayılarının ne derece az olduğunu bile bile Rus ordusu bunu hiç görmezlikten geldi ve barış içinde yaşayan bir halkın üzerine amansızca çullandı. Sanki onu yeryüzünden tamamen silmek istiyormuşçasına sonu gelmeyen bir savaşın da başlamasını sağladı. Görünen o ki; bağımsızlık yanlılarıyla tüm diyalog kapılarını açmamak üzere kapatmakla Rusya, yanlış kartı oynadığının farkında değil.
Moskova'da tiyatro merkezinde rehin alınan insanların kurtarılması olayı üzerine Bush, operasyonun insanlık dışı metotlarla yapılmış olmasını yarım ağızla geçiştirerek Putin'i zaferinden dolayı tebrik etti. Bunun yanında Beyaz Saray, savunmasız tiyatro izleyicilerini rehin alması olayında Barayev grubunun sivillere yönelik bu eylemden dolayı terörist sıfatını hakettiği gerçeğini ilan etmekte hiç gecikmedi. Ne var ki, kimsenin tartışmaya niyeti varmış gibi görünmeyen bir başka konu var. Amerika'nın dostu Vladimir'in ve onun 100.000 kişilik güçlü askerinin topluca rehin aldıkları bir halk üzerinde vahşi yeteneklerini uygulamalarından dolayı kesin ifadelerle kınamada bulunulmaması. Üzülerek söylemeliyim ki demokratik Amerika işte tam burada mantıksal düşünme yetisini kaybetmiştir.
Çeçenistan'daki federal askeri birliklerin artık son taktiği, ölü ya da diri ayırdetmeksizin herkesi havaya uçurarak yoketmeye kadar vardı. Buna en çarpıcı örnek olarak 14 Ekim 2002'de Newsweek'de geçen şu haber verilebilir: "3 Temmuz günü Mesker-Yurt sakinlerinden erkekler, kadınlar ve hatta çocukların da arasında yer aldığı toplam 21 kişi bir yere toplandı ve el bombası ile havaya uçuruldu."
Çeçen dul kadınların Moskova tiyatrosunda gerçekleştiremediğini, uluslararası toplumun göz yummasının da verdiği cesaretle Rus birlikleri Çeçenistan'da sistematik bir biçimde her gün yapıyor.
Çeçenistan'daki olaylar şiddetli tartışmaları da beraberinde getirdi. 11 Eylül sonrasında büyük tehlike adı verilen terörün iki ayrı anlamda algılanması (yani iki farklı strateji) bu iki ayrı konsepti birbiriyle karşı karşıya gelmiş oldu:
Demokratik ülkelerin benimsediği terör tanımı: "Terörist, silahsız bir kişiye karşı bile bile saldıran (hangi sıfatla yapılırsa yapılsın) silahlı kişiye denir."
İkinci terör tanımı ise Rusya ve Çin devletlerince kabul göreni: "Terörist kurulu düzene karşı (bu düzenin niteliği ve ne yaptığı önemli değil) çıkan kişiye denir".
Demokratların nazarında masum insanlara karşı kasıtlı şiddet uyguladığını ikrar eden herhangi bir devlet veya devlet birimi de teröristtir. Oysa I.Nikolas, Stalin ve Putin'e göre (üçyüz yıllık despotik geleneğin şaşmaz bir şekilde zaten gösterdiği üzere) devletle en ufak bir tartışmaya girilmesi durumunda otomatikman terörist suçlamaları da gündeme gelmekte ve en ufak bir itaatsizliğin sonucu ise çok geniş çaplı cezalandırma operasyonlarına kadar varabilmektedir. Despotik devleti benimseyenlerin nazarında, terörist avının anlamı devlete itaat etmeyen veya bu konudaki zanlı durumundaki herkes için geçerlidir. "İyi bir Çeçen, ölü olan Çeçen'dir" Rus atasözüyle ne denmek istendiği ancak bu mantığın bilinmesiyle anlaşılabilir.
Devlete en ufak itirazı olan herkesi terörist muamelesine tabi tutma formülü, Amerika'da Kızılderililer'e General Sheridan tarafından uygulanmaya başlamasından tam 50 yıl önce Rusya'da çoktan keşfedilmişti. Bu nedenledir ki, Çeçenistan'daki halkın son durumu ve akıbetinin ne olacağı ile ilgili sorular karşısında Putin'in üzülmüş gibi haline kimse tanık olmamıştır. Bu ikinci terör tanımından hareket etmiş olmalı ki Putin, meraklı gazetecilere sorularında çok ateşli olmaları konusunda onları uyarma gereği duymuş ve onlara söz ve davranışlarında dikkatli olmaları tavsiyesinde bulunmuştur.
Peki o zaman biz kime terörist demeliyiz? Bir devlet düşmanına mı, yoksa bir toplumun düşmanına mı? Her ne kadar bu ikisi kavramsal olarak birbiriyle çakışmıyor olsa da, bu iki ayrı yorumun sahipleri arasında bir rekabetin var olması bir realite. Onların arasındaki bu uyuşmazlık terörle mücadele ittifaklarını içten sarsıcı etkiye sahip olduğu da söylenebilir. İşte tam bu noktada, Avrupalılar önümüze iki önemli sonucu çıkarıp koyuyorlar:
1. Çeçen sorunu, aslında Çeçenler'in sorunu olmanın ötesinde bir Rus sorunudur. Üçyüz yıl süren bir savaşı, göreve gelir gelmez hiç gecikmeden yeniden başlatmakla Putin, aslında yapmak istediğinin "güç gösterisi"nden başka bir karaktere sahip olmadığını da vurgulamak ve ayrıca Rusya'nın her tarafında ülke içi düzenin yeniden sağlanacağı vaadinin gerçekleştiğini sembolize edecek bir tutum içinde olmayı istemiştir.
Özgürlüğü içki alemleriyle eşdeğer görmesi Yeltsin'in sonunu da beraberinde getirmiş oldu. Bu düşüşün hemen peşinden "gücün dikey büyümesi"ni yeniden ihya hareketi geldi. İnsanlara getireceği felaketleri hesaba katmayan despot yönetici sert yumruğunu göstererek vatandaşların her birinin sahip olması gerektiğini düşündüğü manevi terbiyeyi onlara vermekle yanıp tutuşuyordu. Bu mantığa göre, devlete itirazı olanlar ona boyun eğmemenin sonuçlarını da göze almaları gerekiyordu. Bu büyük çaplı herkesi adam etme projesi ne pahasına olursa olsun Tostoy'un yücelttiği bu Çeçen halkının çıban başı oluşunu tamamen ortadan kaldırarak bütün Rus halkının aklında özgürlük düşüncesini silip süpürmeyi hedefledi. Medya üzerinde tam tekmil devlet kontrolü kurulması; sansür ve buna bağlı olarak oto sansürün yeniden kusursuz işlemesi ve ayrıca önceden var olan Sovyet esaret sisteminin farklı toplum grupları arasında yeniden hortlatılması gibi gelişmeler hızlı bir şekilde hayatın bir gerçeği halini aldı. Ordu ve istihbarat birimleri bu savaşı bölücü akımların Rusya'da olası yayılma endişesi ve petrol nedeniyle başlatmadılar, bilakis onlar Rus kültürüne ve terbiyesine karşı çıkanlara karşı mücadele için bu savaşı sürdürüyorlar. Ruslar bu savaşa (Puşkin'den Elena Bonner'a kadar tüm aydınların da kabul ettiği gibi), ancak ve ancak Çeçenler'in üstün Rus medeniyetinin cazibe merkezine kapılmalarıyla son verecekler. Çünkü Çeçenler'in teslimiyet psikolojisiyle dize getirilemeyecek bir millet olduğu reddedilemez bir realitedir. (Solzhenitsyn).
2. Rus sorunu tek başına Rusya'nın bir sorunu olmaktan öte hiç kuşkusuz tüm dünyanın bir sorunudur. BM Güvenlik Konseyinin daimi bir üyesi şu örneği veriyor: Eğer sizin bir atom bombanız var ise, her şeyi yapmaya izniniz var demektir. Toplu imha silahlarının başkalarının eline geçmesi tehdidinden daha güçlü bir tehdidin var olabileceğini düşünebilir miyiz? Dünyadaki herhangi bir gözü dönmüş bir lider yokedici bir silah icadını rahatlıkla geliştirebilir ve keyfi nasıl istiyorsa öyle de davranabilir: bir bakarsın Kafkasya'nın haritalarını yeniden değiştirir, bir bakarsın insanları öldürür ya da onları açlıktan ölmeye terkedebilir.
Çeçenistan'ın kaderini paylaşan başka yerler de ortaya çıkarsa kimse şaşırmasın; bir, iki hatta üç Çeçenistan birden yaşanabilir... Ya da bir, iki veya üç tane Kim Jong Il*** örneği liderler dünyamızda söz sahibi olabilir. Şu bilinmelidir ki; zavallı Çeçenler'in hiç utanıp sıkılmadan tümüyle Rus askerlerinin kucağına terk edilmesinde ve hepten unutulmuş olmasında dünyadaki herkesin payına bir günah düşmektedir.
Büyük Peter zamanından bu güne değin Kafkasya'ya yönelik gerçekleştirilen askeri seferlerde tek ortak yön bunların hepsinin çok çabuk bir şekilde çok büyük yıkımlara dönüşebilmesidir. Rus fetihleri, Clausewitz'in Rus savaş doktrinine hediye ettiği "topyekün imha şekli"ne savaşın kızıştırılması sağlanarak çarpıcı biçimde yaklaşmakta ve sınırı olmayan bir şiddet arenasına dönüşebilmektedir. Çeçenleri topluca 1944 yılında Goulag'a süren Stalin ve dönemin istihbarat şefi Beria da aynı noktadan hareketle bunu yapmışlardı.
Moskova'nın yeni yeni savaş stratejileri geliştirmek için gece gündüz en ince ayrıntısına kadar hesaplamalar yapmalarına karşılık Çeçen direnişçilerin yaptığı tek şey sadece hayatta kalma mücadelesidir. Büyük Rusya bu ufacık Çeçenistan'dan kayıtsız şartsız teslim olmasını istiyor. Bununla birlikte bir halkın tümden yokedilmesi tehlikesi ise hala geçerliliğini koruyor. Kesin olan şey şu ki bu durum terörizm görüntüsünün daha da kuvvetlenmesine yarayacak ve hiç akla gelmeyecek şeyler için mümkündür denilebilecek.
Anna Politkovskaya "Çeçenistan Cehennemi" hakkında yazdığı 40 ayrı rapor sonrasında geldiği noktada büyük bir esefle "Vladimir Putin'i, terörizme karşı ittifakın tertemiz bir şövalyesi olarak kabul etmekle ve onun boğazına kadar içine battığı kan dökme ve yalanlarına kefil olmakla Avrupa kendi kendine ihanet etmiştir" diyebilmektedir.
Evet Batı Avrupa toplumu "üç sacayaklı reddediş" üzerine inşa edilmiştir:
Bunların birincisi (ölümden sonraki) Hitler ve ırkçı milliyetçilik.
İkincisi, (bu çağa ait olan) Stalin ve onun demir perdesi.
Ve üçüncüsü ise, (telaffuz edilmeyen) sömürge maceraları'dır.
Avrupa, Stalin'in bastırma ve etnik temizlik metotlarının karışımıyla gerçekleştirilen bu soykırım uygulamasını kınamamak ve durdurma yönünde bir girişimde bulunmamakla kendisini inkar etmekte ve kendi doğum belgesini yutmaktadır.
Hermann Broch, tam yarım önce yüzyıl Naziler'in iktidara gelmesine izin veren Eski Dünya'nın sorumluluğunu sorgularken, tüm Avrupa'nın ortak olduğu çok büyük bir hatayı dillendirmekteydi: "Kayıtsız kalma suçu".
Bu aslında ezilene karşı nefret duyma olasılığının bir göstergesi sayılabilir. Artık Hitler ve Stalin sahneden çekildiler ve ortada onların ölçeğinde tek bir varisleri de bulunmuyor. Ancak bizim kayıtsızlığımızın devam ettiği gün gibi aşikar!, İslamcılık akımına sempatiyle yaklaşıldığı kuşkusu uyandırsa da, Washington'daki "Yahudi Soykırımı Müzesi"nin "yeryüzündeki soykırımlar" bölümünde Çeçenistan'daki savaşı en üst düzeye ulaşmış birinci sınıf bir soykırım olarak tanımlanmakta. Daha iktidara gelir gelmez ayağın tozuyla Putin, eşi ve bir yığın kamera eşliğinde üstün başarı ödülü alan askerleri kutlamak üzere 1 Ocak 2000 tarihinde Çeçenistan'a gelmişti. O da yeni yıl geleneğine uyarak askerlere bazı hediyeler dağıtmıştı: Kol saatleri, av tüfekleri ve bıçaklar. 20.yüzyıl işte böyle sona erdi. Diğer yanda yeni bir milenyum başlarken, Paris'ten Rio-de-Janerio'ya, Times Meydanı'ndan Kızıl Meydan'a kadar patlayan şampanyalar bu yeni bin yılın açılışına damgasını vurdu.
Ionesco'ya göre kayıtsız kalma suçu toplumları gergedanlaştırıyor. Ne realizme ve ne de duygusallığa yer vermeyerek kendisini iç ve dış dünyanın her ikisinden de çift kabukla koruma altına alan Avrupalı gergedanlar, her ne kadar sempatik olmasalar da uysal olduklarında şüphe yok. Avcılar ve sair düşmanlar içinse aslında onların bol etli olmaları, onları çok tercih edilen bir av yapmakta. Bu gergedanlar o derece risk altındaki, yabani hayat içindeki hiçbir canlı grubu (Birleşmiş Milletler bile) bu türden egoist ve yanı başında olup bitenlere karşı dilsiz numarası yapan miyop canlı türlerinin soyunun devam edeceğini garanti etmeye gücü yetmez.
Andre Glucksmann
/
www.kafkas.org.tr
Gerçekten, bu soruna karşı tüm dünyanın sanki ittifak etmişçesine ilgisiz kalışı ve buz kesen bu sessizliği size de bir şeyi hatırlatmıyor mu? Yaklaşık on yıl önce, 20.yüzyılın üçüncü jenosidi olarak bilinen Ruanda'daki Tutsi katliamına karşı dünya çok bilinçli ve kasıtlı bir şekilde duyarsız kalmıştı. Bugün, uluslararası toplum Rus ordusunun elini rahatlatacak her türlü desteği vermekten geri durmuyor. Bir Çeçen'in yaşamının bir toplu iğne kadar bile değeri yok. Bunu doğrularcasına diplomatlar sessizliklerini özenle koruyorlar. Sessizliklerini bozmayanlar arasında, emperyalizme karşı (e tabii ki Amerikan emperyalizmine) olan tepki ve nefretlerini açıkça ifade etmekten zevk alan ve gösteriler düzenleyerek tepkilerini ortaya koymakta genellikle hiçbir fırsatı kaçırmayan aktivistler de yer alıyor.
Ne yazık ki tarihi geri çevirmenin imkanı yok. Savaş öncesi nüfusu 400 bin olan Çeçenistan'ın başkenti Grozni, 21.yüzyılın başladığı ilk yıl içerisinde yıkımların en fecisine maruz kaldı ve yerle bir oldu. Hitler'in, itaatsizliği sebebiyle Varşova'yı cezalandırmasından bu yana buna benzer bir askeri taarruzu başka hiçbir Avrupa ülkesi gerçekleştirme cüretini gösterememişti. Adına terörle mücadele operasyonu denen bu savaşta ise, uzak mesafeden topçu birlikler öncülüğünde uçaklar, helikopterler ve bir çok ağır silah kullanılarak şehre tam bir saldırı gerçekleştirildi. Kremlin her ne kadar 300 ile 700 arasında isyancıyı hedef alarak bu saldırıların düzenlendiğini söylese de (kesin rakamı bilmek nedense basına açıklama yapanlarının en zayıf olduğu konudur), işin aslına bakılacak olursa, bu kadar uzaktan yapılan saldırılarda tabii ki hedefte tüm Çeçen halkı vardı. Tarihe geçmek için sayın Blair ve Aznar'ın hala öğrenecekleri çok şey var. Ne gibi mi? Tabii ki 'Belfast nasıl bombalanır' ve 'Basklıların toprakları ellerinden nasıl alınır' sorularına pratik çözümler gibi.
Duydukları bazı endişeler nedeniyle Amerikalılar, Belgrad ve Kabul üzerine düzenlediği hava saldırılarında kendilerini kısıtlama gereği duymuşlardı. Hal böyleyken Rusya ise harekatlarında çok daha pervasız davranabiliyor. Bunun nedenini anlamak tabii ki çok zor değil; 11 Eylül'ün çok öncesinde Doğu'da terörle mücadele güneşi zaten doğmuştu bile!
Ne askeri ve politik abluka bölgeden herhangi bir bilgi ve haber akışına müsaade ediyor ve ne de gecenin içine gizlenmiş ölümcül riskleri göze alabilecek hiçbir gazeteci bulunmuyor olsa da şurası çok açıktır ki; Grozni Gernikay'dan** yüz misli daha büyük bir insanlık dramını yaşamaktadır. Bizzat kendi "özel birimleri"nce veya İslamcılar tarafından maniple edilmesi muhtemel bu fazlaca hırslı savaşan Çeçen grupların sayılarının ne derece az olduğunu bile bile Rus ordusu bunu hiç görmezlikten geldi ve barış içinde yaşayan bir halkın üzerine amansızca çullandı. Sanki onu yeryüzünden tamamen silmek istiyormuşçasına sonu gelmeyen bir savaşın da başlamasını sağladı. Görünen o ki; bağımsızlık yanlılarıyla tüm diyalog kapılarını açmamak üzere kapatmakla Rusya, yanlış kartı oynadığının farkında değil.
Moskova'da tiyatro merkezinde rehin alınan insanların kurtarılması olayı üzerine Bush, operasyonun insanlık dışı metotlarla yapılmış olmasını yarım ağızla geçiştirerek Putin'i zaferinden dolayı tebrik etti. Bunun yanında Beyaz Saray, savunmasız tiyatro izleyicilerini rehin alması olayında Barayev grubunun sivillere yönelik bu eylemden dolayı terörist sıfatını hakettiği gerçeğini ilan etmekte hiç gecikmedi. Ne var ki, kimsenin tartışmaya niyeti varmış gibi görünmeyen bir başka konu var. Amerika'nın dostu Vladimir'in ve onun 100.000 kişilik güçlü askerinin topluca rehin aldıkları bir halk üzerinde vahşi yeteneklerini uygulamalarından dolayı kesin ifadelerle kınamada bulunulmaması. Üzülerek söylemeliyim ki demokratik Amerika işte tam burada mantıksal düşünme yetisini kaybetmiştir.
Çeçenistan'daki federal askeri birliklerin artık son taktiği, ölü ya da diri ayırdetmeksizin herkesi havaya uçurarak yoketmeye kadar vardı. Buna en çarpıcı örnek olarak 14 Ekim 2002'de Newsweek'de geçen şu haber verilebilir: "3 Temmuz günü Mesker-Yurt sakinlerinden erkekler, kadınlar ve hatta çocukların da arasında yer aldığı toplam 21 kişi bir yere toplandı ve el bombası ile havaya uçuruldu."
Çeçen dul kadınların Moskova tiyatrosunda gerçekleştiremediğini, uluslararası toplumun göz yummasının da verdiği cesaretle Rus birlikleri Çeçenistan'da sistematik bir biçimde her gün yapıyor.
Çeçenistan'daki olaylar şiddetli tartışmaları da beraberinde getirdi. 11 Eylül sonrasında büyük tehlike adı verilen terörün iki ayrı anlamda algılanması (yani iki farklı strateji) bu iki ayrı konsepti birbiriyle karşı karşıya gelmiş oldu:
Demokratik ülkelerin benimsediği terör tanımı: "Terörist, silahsız bir kişiye karşı bile bile saldıran (hangi sıfatla yapılırsa yapılsın) silahlı kişiye denir."
İkinci terör tanımı ise Rusya ve Çin devletlerince kabul göreni: "Terörist kurulu düzene karşı (bu düzenin niteliği ve ne yaptığı önemli değil) çıkan kişiye denir".
Demokratların nazarında masum insanlara karşı kasıtlı şiddet uyguladığını ikrar eden herhangi bir devlet veya devlet birimi de teröristtir. Oysa I.Nikolas, Stalin ve Putin'e göre (üçyüz yıllık despotik geleneğin şaşmaz bir şekilde zaten gösterdiği üzere) devletle en ufak bir tartışmaya girilmesi durumunda otomatikman terörist suçlamaları da gündeme gelmekte ve en ufak bir itaatsizliğin sonucu ise çok geniş çaplı cezalandırma operasyonlarına kadar varabilmektedir. Despotik devleti benimseyenlerin nazarında, terörist avının anlamı devlete itaat etmeyen veya bu konudaki zanlı durumundaki herkes için geçerlidir. "İyi bir Çeçen, ölü olan Çeçen'dir" Rus atasözüyle ne denmek istendiği ancak bu mantığın bilinmesiyle anlaşılabilir.
Devlete en ufak itirazı olan herkesi terörist muamelesine tabi tutma formülü, Amerika'da Kızılderililer'e General Sheridan tarafından uygulanmaya başlamasından tam 50 yıl önce Rusya'da çoktan keşfedilmişti. Bu nedenledir ki, Çeçenistan'daki halkın son durumu ve akıbetinin ne olacağı ile ilgili sorular karşısında Putin'in üzülmüş gibi haline kimse tanık olmamıştır. Bu ikinci terör tanımından hareket etmiş olmalı ki Putin, meraklı gazetecilere sorularında çok ateşli olmaları konusunda onları uyarma gereği duymuş ve onlara söz ve davranışlarında dikkatli olmaları tavsiyesinde bulunmuştur.
Peki o zaman biz kime terörist demeliyiz? Bir devlet düşmanına mı, yoksa bir toplumun düşmanına mı? Her ne kadar bu ikisi kavramsal olarak birbiriyle çakışmıyor olsa da, bu iki ayrı yorumun sahipleri arasında bir rekabetin var olması bir realite. Onların arasındaki bu uyuşmazlık terörle mücadele ittifaklarını içten sarsıcı etkiye sahip olduğu da söylenebilir. İşte tam bu noktada, Avrupalılar önümüze iki önemli sonucu çıkarıp koyuyorlar:
1. Çeçen sorunu, aslında Çeçenler'in sorunu olmanın ötesinde bir Rus sorunudur. Üçyüz yıl süren bir savaşı, göreve gelir gelmez hiç gecikmeden yeniden başlatmakla Putin, aslında yapmak istediğinin "güç gösterisi"nden başka bir karaktere sahip olmadığını da vurgulamak ve ayrıca Rusya'nın her tarafında ülke içi düzenin yeniden sağlanacağı vaadinin gerçekleştiğini sembolize edecek bir tutum içinde olmayı istemiştir.
Özgürlüğü içki alemleriyle eşdeğer görmesi Yeltsin'in sonunu da beraberinde getirmiş oldu. Bu düşüşün hemen peşinden "gücün dikey büyümesi"ni yeniden ihya hareketi geldi. İnsanlara getireceği felaketleri hesaba katmayan despot yönetici sert yumruğunu göstererek vatandaşların her birinin sahip olması gerektiğini düşündüğü manevi terbiyeyi onlara vermekle yanıp tutuşuyordu. Bu mantığa göre, devlete itirazı olanlar ona boyun eğmemenin sonuçlarını da göze almaları gerekiyordu. Bu büyük çaplı herkesi adam etme projesi ne pahasına olursa olsun Tostoy'un yücelttiği bu Çeçen halkının çıban başı oluşunu tamamen ortadan kaldırarak bütün Rus halkının aklında özgürlük düşüncesini silip süpürmeyi hedefledi. Medya üzerinde tam tekmil devlet kontrolü kurulması; sansür ve buna bağlı olarak oto sansürün yeniden kusursuz işlemesi ve ayrıca önceden var olan Sovyet esaret sisteminin farklı toplum grupları arasında yeniden hortlatılması gibi gelişmeler hızlı bir şekilde hayatın bir gerçeği halini aldı. Ordu ve istihbarat birimleri bu savaşı bölücü akımların Rusya'da olası yayılma endişesi ve petrol nedeniyle başlatmadılar, bilakis onlar Rus kültürüne ve terbiyesine karşı çıkanlara karşı mücadele için bu savaşı sürdürüyorlar. Ruslar bu savaşa (Puşkin'den Elena Bonner'a kadar tüm aydınların da kabul ettiği gibi), ancak ve ancak Çeçenler'in üstün Rus medeniyetinin cazibe merkezine kapılmalarıyla son verecekler. Çünkü Çeçenler'in teslimiyet psikolojisiyle dize getirilemeyecek bir millet olduğu reddedilemez bir realitedir. (Solzhenitsyn).
2. Rus sorunu tek başına Rusya'nın bir sorunu olmaktan öte hiç kuşkusuz tüm dünyanın bir sorunudur. BM Güvenlik Konseyinin daimi bir üyesi şu örneği veriyor: Eğer sizin bir atom bombanız var ise, her şeyi yapmaya izniniz var demektir. Toplu imha silahlarının başkalarının eline geçmesi tehdidinden daha güçlü bir tehdidin var olabileceğini düşünebilir miyiz? Dünyadaki herhangi bir gözü dönmüş bir lider yokedici bir silah icadını rahatlıkla geliştirebilir ve keyfi nasıl istiyorsa öyle de davranabilir: bir bakarsın Kafkasya'nın haritalarını yeniden değiştirir, bir bakarsın insanları öldürür ya da onları açlıktan ölmeye terkedebilir.
Çeçenistan'ın kaderini paylaşan başka yerler de ortaya çıkarsa kimse şaşırmasın; bir, iki hatta üç Çeçenistan birden yaşanabilir... Ya da bir, iki veya üç tane Kim Jong Il*** örneği liderler dünyamızda söz sahibi olabilir. Şu bilinmelidir ki; zavallı Çeçenler'in hiç utanıp sıkılmadan tümüyle Rus askerlerinin kucağına terk edilmesinde ve hepten unutulmuş olmasında dünyadaki herkesin payına bir günah düşmektedir.
Büyük Peter zamanından bu güne değin Kafkasya'ya yönelik gerçekleştirilen askeri seferlerde tek ortak yön bunların hepsinin çok çabuk bir şekilde çok büyük yıkımlara dönüşebilmesidir. Rus fetihleri, Clausewitz'in Rus savaş doktrinine hediye ettiği "topyekün imha şekli"ne savaşın kızıştırılması sağlanarak çarpıcı biçimde yaklaşmakta ve sınırı olmayan bir şiddet arenasına dönüşebilmektedir. Çeçenleri topluca 1944 yılında Goulag'a süren Stalin ve dönemin istihbarat şefi Beria da aynı noktadan hareketle bunu yapmışlardı.
Moskova'nın yeni yeni savaş stratejileri geliştirmek için gece gündüz en ince ayrıntısına kadar hesaplamalar yapmalarına karşılık Çeçen direnişçilerin yaptığı tek şey sadece hayatta kalma mücadelesidir. Büyük Rusya bu ufacık Çeçenistan'dan kayıtsız şartsız teslim olmasını istiyor. Bununla birlikte bir halkın tümden yokedilmesi tehlikesi ise hala geçerliliğini koruyor. Kesin olan şey şu ki bu durum terörizm görüntüsünün daha da kuvvetlenmesine yarayacak ve hiç akla gelmeyecek şeyler için mümkündür denilebilecek.
Anna Politkovskaya "Çeçenistan Cehennemi" hakkında yazdığı 40 ayrı rapor sonrasında geldiği noktada büyük bir esefle "Vladimir Putin'i, terörizme karşı ittifakın tertemiz bir şövalyesi olarak kabul etmekle ve onun boğazına kadar içine battığı kan dökme ve yalanlarına kefil olmakla Avrupa kendi kendine ihanet etmiştir" diyebilmektedir.
Evet Batı Avrupa toplumu "üç sacayaklı reddediş" üzerine inşa edilmiştir:
Bunların birincisi (ölümden sonraki) Hitler ve ırkçı milliyetçilik.
İkincisi, (bu çağa ait olan) Stalin ve onun demir perdesi.
Ve üçüncüsü ise, (telaffuz edilmeyen) sömürge maceraları'dır.
Avrupa, Stalin'in bastırma ve etnik temizlik metotlarının karışımıyla gerçekleştirilen bu soykırım uygulamasını kınamamak ve durdurma yönünde bir girişimde bulunmamakla kendisini inkar etmekte ve kendi doğum belgesini yutmaktadır.
Hermann Broch, tam yarım önce yüzyıl Naziler'in iktidara gelmesine izin veren Eski Dünya'nın sorumluluğunu sorgularken, tüm Avrupa'nın ortak olduğu çok büyük bir hatayı dillendirmekteydi: "Kayıtsız kalma suçu".
Bu aslında ezilene karşı nefret duyma olasılığının bir göstergesi sayılabilir. Artık Hitler ve Stalin sahneden çekildiler ve ortada onların ölçeğinde tek bir varisleri de bulunmuyor. Ancak bizim kayıtsızlığımızın devam ettiği gün gibi aşikar!, İslamcılık akımına sempatiyle yaklaşıldığı kuşkusu uyandırsa da, Washington'daki "Yahudi Soykırımı Müzesi"nin "yeryüzündeki soykırımlar" bölümünde Çeçenistan'daki savaşı en üst düzeye ulaşmış birinci sınıf bir soykırım olarak tanımlanmakta. Daha iktidara gelir gelmez ayağın tozuyla Putin, eşi ve bir yığın kamera eşliğinde üstün başarı ödülü alan askerleri kutlamak üzere 1 Ocak 2000 tarihinde Çeçenistan'a gelmişti. O da yeni yıl geleneğine uyarak askerlere bazı hediyeler dağıtmıştı: Kol saatleri, av tüfekleri ve bıçaklar. 20.yüzyıl işte böyle sona erdi. Diğer yanda yeni bir milenyum başlarken, Paris'ten Rio-de-Janerio'ya, Times Meydanı'ndan Kızıl Meydan'a kadar patlayan şampanyalar bu yeni bin yılın açılışına damgasını vurdu.
Ionesco'ya göre kayıtsız kalma suçu toplumları gergedanlaştırıyor. Ne realizme ve ne de duygusallığa yer vermeyerek kendisini iç ve dış dünyanın her ikisinden de çift kabukla koruma altına alan Avrupalı gergedanlar, her ne kadar sempatik olmasalar da uysal olduklarında şüphe yok. Avcılar ve sair düşmanlar içinse aslında onların bol etli olmaları, onları çok tercih edilen bir av yapmakta. Bu gergedanlar o derece risk altındaki, yabani hayat içindeki hiçbir canlı grubu (Birleşmiş Milletler bile) bu türden egoist ve yanı başında olup bitenlere karşı dilsiz numarası yapan miyop canlı türlerinin soyunun devam edeceğini garanti etmeye gücü yetmez.
Andre Glucksmann
/
www.kafkas.org.tr