Siyaset Forum - Siyasetin Kalbi
Kültür-Sanat Köklü Kültür Ve Sanatımız ile ilgili tüm paylaşımlar burada yapılıyor



Cevapla
Seçenekler
 
Alt 06-08-2018, 07:00   #1
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak şırnakkültürturizm.gov.tr

Mem u Zin

*Cizre hükümdarlarından Emir Abdal oğlu Emir Zeynuddin zamanında 1451 yılında meydana gelmiştir.Mem u Zin hayat hikayesini Hakkarili Şeyh Ahmed-i Hani manzum şekilde kaleme almıştır.Ölümlerinden 240 yıl sonra Cizre’ye gelmiş ve eseri 1690 yılında yazmıştır. Kötülük ikiyüzlülük, fitne ve fesatçılık dalkavukluk Bekir’de Doğruluk iyilik suçsuzluk zayıflık ve çaresizlik Memo ve Zinde toplanmıştır. Zamanın yaşantısını,büyük bir ustalıkla işlenmiştir. Eser, Türkçe,Farsça,Arapça, Fransızca ve Rusça’ya tercüme edilmiştir hikaye Anadoluda özellikle Doğu ve Güneydoğuda çok tanınmıştır. Okumamış kimseler dahi,bazı bölümlerini ezbere kaside şeklinde okurlar.turistler tarafından türbeleri devamlı ziyaret edilir.*bu güne kadar türbeleri restore edilmemiş ve bakılmamıştır. Kültür Bakanlığınca korunmaya alınmışdır.Cizre Beyi,Ebdal oğlu Mir Zeynuddin’in ZİN ve SİTİ adlarında çok güzel iki bacısı vardı.Zin beyaz tenli ve beyin canciğeriydi,Siti ise,esmerimsi ve bir selviydi.Tacdin,Beyin Divan Vezirinin oğluydu. Tacdin’in babası İskender’in iki oğlu vardı.Bunlara Arif ve Çeko denirdi.Tacdin’in kardeşleri Çeko ve Arif,şahinler gibi kuşları kapıp kaçıracak şekilde kurnazdılar. kahraman Memo ise,Memıalan lakabıyla şöhret bulmuş Divan katibinin oğlu ve Tacdin’in kardeşi ve ahiret dostuydu.baharın müjdesi olan Mart ayında eğlence ve bayram tertip edilirdi.Cizre halkı çoluk-çocuk kıra çıkar, gençler birbirlerini İslama uygun şekilde görür,beğenir ve eş bulurlardı.

*İhtiyarlar ve çocuklar uzun kış günlerini unutmak için bayram eğlencelerine katılırlardı. Memo ile Tacdin kendilerine kızlar süsü verip çarşıya çıktılar.Çarşıda iki erkek kıyafetli insan görünce bayıldılar.Siti ile Zin bu bayan kıyafetli iki erkeği süzerek,kendi yüzüklerini onların parmaklarına geçirdiler Memo ile Tacdin ayrıldıklarında herkes bezgin ve sersemdi başlarına geleni anlatırken;
Tacdin,Kardeşim,elinde mücevher var üzerinde ZİN adı kazılmış” dedi.Memo’nun parmağındaki yüzüğü görmek için Tacdin elini uzatınca,Memo da onun parmağında SİTİ yazılmış bir elmas yüzük gördü Siti ve Zin olayı gizlice dadıya anlattılar.dadı her iki erkeğin adlarını ortaya çıkarttı.hekim kılığına girerek,hastalara şifa amacıyla Cizre’nin sokaklarına daldı.*komşuları onu Tacdin ve Memo’ya götürdüler. doktor kadın kılığında olan Heyzebun Bizi yalnız bırakın Tacdin ve Memi’ye iki kızın aşık olduklarını söyledi yüzükleri istedi.Memo yüzüğünü vermeyerek: Bununla yaşıyorum ben” dedi.Memo ve Tacdine aşık olan iki kız,dadıları Heyzebun’un anlatıklarıyla aşkları alevlendi Aşkları had safhasına ulaşan Memo ile Tacdin,Cizre alimleri,adliyecileri Cizre Bey’i Mir Zeynuddin’in huzuruna dönür çıktılar. Siti’yi Tacdin’e istiyorlardı.Bey Layık gördüğünüz üstün vekil kimse gelip otursun” dedi.Tacdin’in vekil kardeşi Çeko Bey’in eteğini öptü. davullar,rubablar, çalgılar çalındı düğün şerbeti içildi Bey,geniş ve zengin bir sofra çekti. Davul,zurna,ud,keman, tanbur,çeng, santur ile neyler çalındı.

*Tacdin ve Siti için yedi gün yedi gece düğün yapıldı.Gerdeğe girdiklerinde,gerçek dost ve arkadaşı Memo, kapıda onları silahıyla bekledi.
Soyca Botanlı olmayıp,aslen iranlı Merguverli Bekir adında fitneci,dedikoducu, ikiyüzlü olan bir adam vardı.Bu Bekir kahveci idi.Halk Beko olarak çağırırdı.Bu adamın kötülüklerini bilen Tacdin,Bey’e bu adamın bu kapıya layık olmadığını söylerdi. Ancak Bey :Değirmenimiz onunla dönüyor.Köpekler de kapıcıdır”,derdi.şeytan Bekir,Bey’i sinire getirmek için söyle dedi:Beyim,Siti’yi çok telef verdiniz.Kayser,Kisra, isteseydi böyle çabuk vermezdiniz”dedi.Bey cevap verdi:“Ey bedbaht, Tacdin ve Memo’yu onlara değişirmiyim.Savaş olduğunda bize ikiyüz esir getiriyorlar”
*Bey’e tesir edemeyen dedikoducu Bekir, başka şeyler tasarladı“Efendim,Tacdin Zin’i Memo’ya vermiş”Bey:”Neden bana sormadı acaba.kalmamış korkusu? Bekir:”Bilmiyormusunuz Beyim,orası öyledir.Yiğittir,,beyzadedir” Bey:”Gönlümde Zin’i Memo ile şereflendirip vermek vardı.Artık atalarım Hz.Halid-in ruhlarına and içerim ki;Zin’i karı olarak Memo’ya vermiyeceğim.Başından bezmiş ise Zin,istesin bakalım”dedi. Cizre Kalesi ile Dicle Nehri arasındaki büyük bahçede türlü türlü ağaçlar,evcil ve yabani hayvanlar bulunurdu Beybahçesi denilirdi.ağaçlar,güller bitkiler sıktı insanlar birbirlerini görmezlerdi.

 

murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 06-08-2018, 07:00   #2
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak şırnakkültürturizm.gov.tr

Mem u Zin

*Bey ve Cizre halkı ava giderler.Mem bir yere ayrılmaz,Zin hükümdar ağabeyi Mir Zeynuddin’in bahçesine gider.Zin’i takip eden Memo,Zin’in bahçeye girdiğini görünce, bahçeye Zin,Memo’yu görünce yıkılıverir Memo gül ve reyhanlara şöyle der:“Ey gül sen nazeninsin, Sen nerde,Zin’in yüzü nerde?Ey gül senin güzel kokun var,Reyhan senin için kara yüzlü olmuş.Fakat siz yarimin zülfüne benzemezsiniz.İkiniz de arsız ve hazversiniz.
Ey bülbül sen aşk adamısın,Kırmızı gül mumunun pervanesisin.Benim Zin’im senin kırmız gülanden şendir.Benim bahtım senin talihinden daha karadır.
Ey sonucu iyi olan büybül Asıl bülbül benim.
Boşuna kendini niçin kötü yapıyorsun.İlkbaharda gül bahçeleri Bir değil,yüzbinlerce gül verirler.
Benzerleri çok olan yerler Huri ve melek bile olsalar Sebep olmaz onlar hiçbir yerde
Çünkü bulunurlar her yerde Bir tane olsa,eşsiz ve emsalsiz olsa O da Zin gibi ve Ankara gibi perde arkasında olsa Aşık o zaman neyle teselli bulur?
Sabretmeden,ölmeden,çaresi nedir onun?”

*Memo Zin’i görür ve dayanamayıp yere yuvarlanır.Memo’nun ayakları Zin’e değdiğinden Zin ayılır.Zin,Memo-nun ellerini avucuna alır ,Memo onun zülüflerinin kokusundan ayılır. dilleri çözülünce konuşurlar.Bey,avdan döndüğünde, davul-zurnalarla karşılanır.Yakaladıkları ceylanları, kurtları,tilkileri bahçeye salar Bahçeye giren Bey,şüphelenir Memo’yu görür.Memo şöyle der:
Beyim,biliyorsunuz hastayım.ava gittiğinizi duyunca canım sıkıldı.kendimi burda buldum” der.
Bey der ki bahçede birşeyler avladın mı Memo : bahçede bir ceylan buldum.Zülüfleri siyah kokusu güzel,sen geldiğin için Gizlendi. *Tacdin Zin’in gizlendiğini anladı.Bey’e Memo’nun hasta ve saralı olduğunu söyleyip,Tacdin Bey’i aldatıp Memo’ya gelip Kardeşim ne haldir” diye sorar.Zin’ saç örgülerini gösterir.Tacdin evini ateşe verdi.Feryadını yükseltti.Memo ile Zin’in kurtuluşu ve dostluk için evini feda etti.Emsali görülmemiş bir dostluk örneği gösterdi Zin ve Memo’nun aşkını Bekir hemen Bey’e anlattı .Bey çare emreder.Bekir der ki: “Beyim kendisiyle satranç oynayın diyerek Memo’yu bahçeye çağırtır.meyveler hazırlanır, yiyilir,içilir. bey Memo’ya:“Bu gün seninle savaşımız vardır: Kalk da karşıma geç Şüphesiz seninle savaşacak olan benim Ey alnı açık seninle şartımız: Sen ne istersen,bizim için de gönül dileği” der. sınavın kötü olacağını düşünen Bey’in yiğit oğlu GIRGİN Tacdin’e haber verir.Tacdin Çeko ve Arifle gelir. Memo çok müthiş bir satranç oyuncusudur Emir Zeynuddin’i üç el yener. şeytan Bekir, Beye yerlerini değiştirmelerini söyler.Yerlerini değiştirdiklerinde Memo’nun yüzü Zin’in aşkıyla satrancı unutur.Memo,yenilir.
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-10-2018, 03:16   #3
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak yumurtalıekmek.com

Türkülerin bilinmeyen hikayeleri!

Türküleri oluşturan hikayeler genellikle bilinmez.
Her yaştan, her insanın severek dinlediği sözleri oluşturulurken neler yaşanmıştır? ne hikayesi vardır Türkü,*hece*ölçüsüyle yazılmış, ezgi ile söylenen Türk halk şiiridir. Kelime anlamı, Türki yani Türk’e ait olandır. Türk halk edebiyatındandır anonimdir.
halka mal olmuş ve anonimleşmiştir.

Ordu’nun Dereleri

Yıllar önce Ordu köylerinden iki genç yaşarmış.
Maddi durumu iyi Mehmet maddi durumu iyi olmayan genç kız Hacer’e aşık olmuş.Genç kız güzelliği ile Mehmet’in aklını başından almış.
zerdali ağacında buluşurlarmış. Göz göze, saatlerin farkına varmazlarmış. Haset dolu kızlar
Dedikodularla Mehmet’in, sevdiğini ve köyünü terk etmesine neden olmuşlar Büyük bir acı ile yüreği yanık Hacer kız derenin yakınında çamaşır asarken dudaklarından eksik etmediği türküyle bütün köyü inletirmiş O günden bu güne bu türkü içli içli söylenir

Kara Tren

Yıl 1915, Osmanlı birçok cephede savaşıyordu. levazım ve savaşacak asker lazımdı.gidenlerin geri dönmediği, akıbetin bilinemediği günlerdi
kara trenler kara haber getiriyordu her kara tren bir ölüm haberiydi Yorgun, bitkin, kara tren acı çığlıklarla uzaklaşıyor. bekleyişler*ağıta dönüşüyordu

Gesi Bağları

Kayseri’de annesi ile yaşayan genç kız Kayseri Gesi kasabasına gelin gider.ulaşım zordur genç kız Kayseri’ye gidip gelemez ve annesine olan özlemi onu üzer. Kocası gamsızdır Genç kızla ilgilenmez. Kaynana kötü birisidir. Geline eziyet eder zaman geçer ve bir çocukları olur. Çocuğu ile avunmaya çalışır ama anne özlemi dinmemiştir. Annesinden
yıllar geçer ve kötü haber gelir annesinin ölür gelin üzüntüsünden Gesi bağları türküsünü söyleye söyleye dolaşır

Sarı Gelin

Eski dönemlerden birinde Çoruh Nehrinde Kıpçak Beyi’nin sarı saçlı kızı vardır. Erzurumlu genç Kıpçak Beyi’nin kızına aşık olur. Erzurumlu gencin ailesi ve Kıpçak Beyi karşı çıkar. sevdaya engel olurlar. Erzurumlu genç sevdasının peşinden gider. kızı kaçırır.iki sevdalı gencin peşine Kıpçak Beyi’nin adamları düşer. Erzurumlu genç, beyin adamlarınca öldürülür. sevda tarihin acılı sayfaları arasında kalır.

Hastane Önünde İncir Ağacı

Komşu kızı ile beşik kertmesi olan genç askerde vereme yakalanır. Hava değişimine Yozgat Akdağmadenine gelir.Sözlüsünün ailesi gence kızlarını göstermez.Genç İstanbul’da hastaneye yatar, incir ağacından aldığı ilhamla türkü söyler.
amansız hastalıktan kurtarılamayarak hastanede ölür. Ailesi cenazesini Yozgat’a getiremez. İstanbul’da kalır.

Hey On Beşli

Türkü Tokata aittir. Çanakkale Savaşında geçer.
On Beşli”, askere giden gencin takma ismidir.
Evindeki en küçük çocuk olan Tokatlı Halil o zamanlardaki kanuna göre evde en az bir erkeğin güvenlik için kalması gerektiğinden askerliği zorunlu olmayan biriydi o gönüllü olarak Çanakkale’ye gitti.Geride kalan annesini Rum çeteler katleder. sözlüsü kaçırılır. Sözlüsü çok zor zamanlardan sonra Halil ile tekrar karşılaşır Halil onu yanlış anlar ve kavuşamazlar.

Fırat

Fırat Nehrinde yaşayan Hamo Dayı Urfa’da asker oğlunu ziyaret için atıyla yola çıkar.Fırat Nehri’nden atı huysuzlanır ve devrilir. Atıyla suya düşen adam boğulur. Ailesi günlerce Hamo Dayı’dan haber alamaz. nehirde boğulduğunu öğrenirler. eşi ve yakınları ağıtlar yakar acıyı dile getirirler.Yakılan ağıtlar Fırat Türküsü’nün hikayesidir
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-10-2018, 03:16   #4
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak on5yirmi5.com

Hekimoğlu Türküsünün hikayesi

*Ordu dolaylarında yaşayan Hekimoğlu, yoksul bir ailenin çocuğudur. anneden başka hiç kimsesi yoktur dürüst akıllı ve yiğittir Yörede egemen Gürcü Beyi vardır. Ağsa adında güzel ve narin bir kızla sözlüdür. kız Gürcü Beyini sevmemekte, Hekimoğlu'na bağlanmıştır. Bu, dostlukla, arkadaşlıkla karışık bir sevgidir. Gürcü*Bey, iki gencin ilişkisini duyar duymaz Hekimoğlu'na savaş açar. Hekimoğlu merttir. Aynalı mavzeriyle tek başına buluşma; yerine gider. Gürcü Beyi sözünde durmamış adamlarıyla gelmiştir. adamları Hekimoğlu'nu yaylım ateşine tutar. yaman bir çatışma olur. Hekimoğlu, kurtulur. Bolu da tek başına yaşayan anasına şehirde duramayacağını bildirir. Anasıyla helalleşir dağa çıkar. *ölünceye kadar Hekimoğlu dağdadır.köylüleri kendisine kucak açar mertliği, yiğitliği ve doğruluğu köyü etkiler ve ona yardım ederler. Özellikle zenginlerden aldıklarıyla köye yardım eder.Hekimoğlu, artık Gürcü Beyinin korkulu düşüdür Bey, jandarmaya şikâyet eder Fakat halk koruduğu için, Hekimoğlu'nu ele geçiremezler.*
Hekimoğlu kaçarken Beyin, iki amcaoğlunu öldürttüğünü haber alıyor Çiftlikte dost görünen Muhtarın evine gidiyor, muhtar ihbarda bulunur Hekimoğlu, kıstırılmıştır. namlular kurşun kusmaktadır.Olayın sonucuna ilişkin iki söylenti var Hekimoğlu, çatışmada. ölüyor. Atına atlıyor, ordu'ya
kadar geliyor ve burada ölüyor.*

*Hekimoğlu, erdemli başkaldırı örneğidir. Haklı nedenle dağa çıkıyor. Mertliği, yiğitliği ve iyilikseverliğiyle halkda büyük ün yapıyor. Yoksulların dostu, ezenlerin düşmanıdır
Hekimoğlu denince, akla aynalı martini geliyor özelliği şudur. Hekimoğlu, özel yaptırdığı mavzerinin üstüne ayna taktırıyor. Çatışmada aynayı: düşmanının gözüne tutarak, gözünün kamaşmasına, hedefini şaşırmasına yol açıyor. *Bu yüzden Hekimoğlu'nun, adı, aynalı martin le özdeşleşmiştir
*Hekimoğlu derler benim aslıma
Aynalı martin yaptırdım kendi nefsime
Konaklar yaptırdım mermer direkli
Hekimoğlu geliyor aslan yürekli
Konaklar yaptırdım döşetemedim
Ünye Fatsa bir oldu başedemedim
Pencereden baktım kırat geliyor
Kıratın üstünde paşa geliyor
İster vali gelsin isterse paşa
Gelme paşa gelme ben atmam boşa
Çok canları yakıyor martin demiri
Ünye Fatsa arası ordu kuruldu
Hekimoğlu dediğin o da vuruldu

*kaynak thewhitetree.org

Kiziroğlu Mustafa Bey hikayesi ve Türküsü

*Efendim çok sevdiğim bir hikaye ve türkü Kiziroğlu Mustafa Bey'i anlatayım. Kizir, Kars'ın Susuz ilçesine bağlı ufak bir köydür köyde yiğit biri kötülere karşı savaşmış namı Anadoluda Azerbaycanda dört bir yanda duyulmaya başlanmış. bu yiğit kizirlinin kendisinden yiğit bir oğlu olur ve adını Mustafa koyar. Küçük yaşta kılıç kuşanıp at binen Mustafa'nın şanı babasını geçer.
Aynı zamanlarda yaşayan Köroğlu ise Bolu'da zalimleri alt edip kötülüğe son verince diyar diyar gezer ve Karsa gelir. Kizir Dağları’nı yaran Ferro deresini mekan tutar. Köyün en hakim yerine kale kurar ve adaletsizlik benden sorulur." der.Kiziroğlu Mustafa kızar “Biz Osmanlıya sadık bir tebayız, yöremizde haydut, barındırmayız”. Ve iki yiğit savaşçı birbirlerini zalim bellerler. *Köroğlu Ben koskoca Bolu Beyini hizaya getirdim, adsız bir kizirden mi çekineceğim” der. Ve Mustafa Bey atı Ala Paça'nın sırtına bindiği gibi dikilir Köroğlunun karşısına. "Sen kimsin topraklarımda hüküm sürersin?" der. Er meydanına dövüş için sözleşirler. Köroğlu onbeşlik delikanlıya, Kırat ise Alapaça’ya bakar. rakiplerini ciddiye almaz, acır ve can yakmak istemezler ama ders vermeli, enselerine bir şaplak atmalıdırlar.*Köroğlu kolla kendini” diye haykırıp atını topuklar. Alapaça yay gibi fırlar. Kırat kenara sıçrar yenilmekten kurtulur Alapaça tekrar üzerlerine varır, yeniyetme gürzünü patlatır. Köroğlu kurtulur ama kargısı düşer, kalkanı yırtılır. Kiziroğlu kargısını yere atar, kalkanı taşa çalar. Köroğlu ilk kez ürperdiğini hisseder, ki yiğidin böylesi ile oyun oynaş olmaz.*

*Alapaça kartal hızıyla Kıratın böğrüne dalar. Köroğlu atıyla yuvarlanır Kiziroğluda atından iner,
Köroğlu ve Kiziroğlu günlerce yenişemezler. Mustafa Bey Alapaça'yı Kırat'ı alt etmiş vaziyette görünce “Ula benim atım, Köroğlu’nun atını alt etmiş duruyor. Ben Köroğlu’nu alt etmezsem halim nice olur” diyip Köroğlu'nu yere çalar. Tam kamasını çıkarmışken Köroğlu aman diler “Dur yiğit... karımla helalleşecek süre tanı” der. Köroğlu eve gidip olanları sazıyla sözüyle anlatır
*Bir hışmınan geldi geçti, peh peh peh peh,
Kiziroğlu Mustafa Bey, hey hey hey,
Bu dağları deldi geçti.Kiziroğlu kapı aralığından türküyü duyunca utanır. içeri girer. Mustafa Bey sarılıp köroğlunu öper. "Sen benden daha yiğitsin Köroğlu" der. Köroğlu da "Ben artık buradan gideyim burada senin gibi mert ve yiğit biri varken kalmak olmaz" der ve köyü terk edip batıya gider.
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-10-2018, 03:17   #5
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak türküdostlari.net

HALİL IBRAHİM TÜRKÜSÜ
*

*Halil İbrahim, Fatsa'da 1931 yılında doğmuştur gramofon atölyesi olan Halil İbrahim, çok aydın, temiz ve titizdir. Takım elbisesi, kravatı ve boyalı ayakkabıları bakımlıdır. Akşam evine, giden Halil İbrahim Çolak Ahmet'in kızı ile evlenir bir kız çocuğu olur Evlendikten sonra 1951de askere gidince art niyetli kişiler Halil İbrahim'e mektup yazmışlar. babasının karısını başkasına sattığını ve Ağa da tarlanı alıyor demişler. Halil İbrahim askerden firar etmiş Fatsada ağaya kurşun atmış, ve yakalanmış. Yakalandıktan sonra askerler direğe bağlayarak dövmüşler. asker kaçağı büyük suçmuş.Halil kafasına darbe aldığı için o delirmiş.
askerliğini bitirince memlekette atölyesini kapatmış. *hayatı evi ile orman arasında geçen Halil silahsız gezmiyormuş. askeri görmemek için gündüz çıkmaz ve kimseye görünmemek için Sadece dostu üç kişinin yanına gidermiş. hanımını, babası, para kazanamıyor evine bakamıyor diye çocukları ile beraber satmış. Halil İbrahim yalnız kalmış. Gelincik sigarası içer, boş paketlerini Yıllar, 1954-55 yıllarıymış. Toplumdan kopan Halil İbrahim 1980 e kadar kendi halinde yaşamış.
12 Eylül'den önce köye operasyonu yapılmış. Can güvenliği yokmuş. Operasyonda Halil İbrahim'in evini yakmışlar Evi yanınca ormanda yaşamış yangından kurtardığı masasından başka bir şeyi kalmamış. Bir gece yağmur yağmış gök yarılmış orman onun mekanı olmuş.*Yağmur yağdığı gecede anlayınca, ahbabının evine evine gelmiş. Onu rahatsız etmemek için samanlıkta yatmış. Tabancası belinde imiş.teröristler bir öğretmeni öldürünce askerler Halil'i samanlıkta yakalamışlar. Evin sahibi Dursun amcanın zararsız birisi olduğunu anlatmış Ama Halil İbrahim 30 sene önce yediği dayaktan korkuyormuş. kendini tepeden, aşağı atmış, dereye inmiş. Askerler havaya ateş etmişler. Ormana girse kurtulacak ama askerler diğerleri vuramadı kaçırdı sanarak Halil İbrahim'i vurmuşlar ve kayanın üstüne cesedi düşmüş.Kumandan çok üzülmüş eşyalarını Terme'deki oğluna vermiş. Karısı önceden ölmüş, oğlu eşyalarını almak istememiş, çünkü babasını sevmiyormuş. Cenazeyi üç dört kişi kaldırmış ve defnetmişler.Dursun Ali Akınet, türkünün şiirini yazdıktan sonra ailesi onu kabullenmiş ama ne fayda.Dağda Kızıl Ot Biter.

Kaynak türkiyegazetesi.com vehbi tülek yazıları

Estergon Kalesi

Sultan Süleyman 1543 te Estergon Kalesini fetheder Sancakbeyliği haline getirip Budin Beylerbeyliği'ne bağlar kale, yaklaşık elli yıl sonra
80 bin kişilik Alman, Leh, Çek ve İtalyan Haçlı ordusu tarafından kuşatılır. Estergon Kalesi'nde yalnızca beş bin Türk askeri vardır. "Kelle verir kale vermeyiz!" Derler teslim olma teklifini kabul etmezler . Kara Ali Bey ve yanındakiler, "Biz Rumeli gazileriyiz; kelle verir, kale vermeyiz!" diyorlardı. Bu erlerin savunduğu kaleyi düşürmek kolay olamazdı. kuşatma düşmanı çılgına çevirdi kendi askerlerini kırbaçladılar. Kara Ali yüksek bir sesle bağırdı: - Şu mel'un kumandan düşürülürse, düşman geri dönecektir. Kim onu vurursa, dilediği verilecektir! Bunun üzerine Osman adlı bir yiğit "Ya Allah" diyerek tetiği çekti ve düşmanı yere serdi.

kale kumandanı Kara Ali Bey de şehid oldu. kumandayı, Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmed Paşa aldı. kalede kıtlık ve susuzluk başladı Durum vahimdi!.. Kaledeki tarihçi Peçevi İbrahim durumu şöyle özetliyordu: 'Sarnıçda hararetinden ıslak mermerleri yalayan ve bir damla su için çırpınan elsiz ayaksız yaralıların inlemeleri yürekleri sızlatıyordu...' Yeniçeri ayaklanması her şeyi alt üst etti.teslimden başka çare yoktu. Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmed Paşa'nın da bulunduğu esirler Tunada gemilere bindirilerek Vişegrad'a götürüldü Estergon Kalesi'nin elden çıkması ve verilen şehidler bütün milleti yürekten yaraladı nesilden nesile söylenegelen
Estergon Kalesi subaşı durak
Kemirir içimi bir sinsi firak
Gönül yâr peşinde yâr ondan ırak
Akma Tuna akma ben bir dertliyim
Yâr peşinde koşar kara bahtlıyım...diye başlayan "Estergon Türküsü" o günleri canlı tutuyor...
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-10-2018, 03:18   #6
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak avşarelleri.com

ALA GÖMLEK KANLI YAKAN

*Ali Kemal Yiğit Kozan’ın Bucak Köyü’nden sazı ve sözü güçlü bir âşıktır. İçe kapanık, zarif nükteli bir âşıktır. Birçok eserinden biri de “Kanlı Göynek” tir. Ali Kemal bir gün hanımını ilçeye gönderir, hanımı geç döner Ali Kemal ile hanımı arasında kırgınlık yaşanır. Ali Kemal oğluna gider. Oğlu hanımı ile münakaşaya başlar münakaşada Ali Kemal’in oğlu, gelini ve oğlunun kayınbabası Ali Kemal’in üzerine yürürler ve onu döverler. Hanımı ayırmaya çalışsa da oğlu, gelini ve oğlunun kayınbabası Ali Kemal’in dişini kırarlar, kaşını yararlar ve onu kanlar içerisinde bırakırlar. Ali Kemal elinde paketlenmiş bir çerçeve ile Adana’ya Âşık İmami’nin evine gelir. Paketin içindeki Âşık İmami Ali Kemal’i oğlu, gelini ve oğlunun kayınbabası ile barıştırmayı teklif eder ancak olay Ali Kemal’in çok ağırına gitmiştir,

*gurur yapar kabul etmez. Âşık İmami’nin evinde kalır kimseye haber vermeden şiirli bir not yazarak evden ayrılır. Ali Kemal’in not şöyledir:
Dostlar vasiyetim ihmal etmeyin
Ölürsem gurbette varın getirin
Mateme bürünüp yasım dutmayın
Davula zurnaya vurun getirin
Beni muhannete boyun eydirmen
Evlat kazancından kefen giydirmen
Yırtıp ceketime sarın getirin
Der Kemal’im beni kuldan seçmeyin
Kabrim derin olsun yufka açmayın
Ağu ağacından kırın getirin
Ali Kemal şiirle evlatlarına olan kırgınlığını dile getirirken vasiyetini de yazmıştır. Ali Kemal şiiri yazar ve gider.*paketlenmiş çerçevenin içerisinde ne olduğu merak edilir ve paket açılır, çerçeveden Ali Kemal’in kavgada üzerinde al kanlara bulunan gömleği vardır. Ali Kemal ibret-i âlem için üzerinde bulunan gömleği çerçeveletmiş ve şiir yazmıştır şiir dostlarına, arkadaşlarına ve akrabalarına vasiyetdir ve şöyledir:

Ala gömlek kanlı yakan
Giymem gayri taman seni
Kefene bulaşır leken
Tabutuma komam seni
Gel danışalım obaya
Evlat kıyar mı babaya
Şikâyet ettim Mevla’ya
Karakola demem seni
Buda yazılmış alnıma
Bu günüme yarınıma oy
Miras kalsın torunuma
Telkin etsin imam seni
Ağlayarak sırtın soydun
Besledim gözümü oydun
Davayı mahşere koydum
Mahkemeye demem seni
Ali Kemal çeker yasın
Camlatın duvara asın oy
Öz oğlundan hatırasın
Ömür boyu yumam seni
Gel danışalım obaya
Evlat kıyar mı babaya
Şikâyet ettim Allaha
Karakola demem seni

*kaynak on5yirmi5.com

'Ah Bir Ataş Ver Türküsü'nün hikayesi

Her türkünün hikayesi var. Kimi kara sevdayı, kimi gurbeti, kimi de özlemi anlatır. "Ah Bir Ataş Ver Cigaramı Yakayım" türküsü için şöyle bir hikaye anlatılır: Tarih 4 Nisan 1953, Saat 02:15; yer Çanakkale Boğazı Nağra Burnu uzun ve yorucu seferinden dönen Dumlupınar Denizaltısı,*Nağra Burnunda isveçli Nabuland şilebi ile çarpışır hava soğuk ve kapalıdır. Göz gözü görmez Dumlupınar Denizaltısı sulara gömülmüştür. Gemide 81 kişilik mürettebattan 59 mürettebat hayatını kaybetmiş yalnızca 22 kişi sağ kalmıştır 22 kişi geminin torpido bölümünde mahsurdur. kurtarılmak için yol düşünmektedir. telefon şamandırasını suya fırlatırlar. gemi ile irtibat da sağlanır Gemidekiler 22 kişiyi kurtarmak için seferber olurlar. Ve onları şöyle uyarırlar Oksijeni idareli kullanın şarkı-türkü söylemeyin ve sigara kullanmayın saatler geçmiştir ve kurtarma çalışmaları devam etmekte Mahsur 22 kişinin ise umutları tükenmektedir. anons gelir: "Türkü söyleyebilir ve sigara içebilirsiniz." O 22 kişi hep bir ağızdan şu*türküyü söyler:

Ah bir ataş ver cigaramı yakayım
Sen sallan gel ben boyuna bakayım
Uzun olur gemilerin direği
çatal olur efelerin yüreği
Yanık olur anaların yüreği
Vur ataşı gavur sinem yansın
Arkadaşlar uykulardan uyansın
Uzun olur gemilerin direği
Ah çatal olur efelerin yüreği
Yanık olur anaların yüreği
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-10-2018, 03:18   #7
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak listelist.com

Öykülerinin Hüznüyle Tanınan 11 Türkümüz

Bülbülüm Altın Kafeste


Bülbülüm altın kafeste
Öter aheste aheste
Ötme bülbül yarim haste
Ah neyleyim şu gönlüme
Hasret kaldım sevdiğime
Ben sana dayanamam yarim
Ben sana aldanamam
Ben sana dayanamam yarim
Ben sana katlanamam
Bülbülleri har ağlatır
Aşıkları yar ağlatır
Ben feleğe neylemişim
Beni her bahar ağlatır

Melike, teyzesi ile köy çeşmesinden geçerken su ister. çiçeklerden yapılmış bir tacı görür. Tacı taktığında Yusuf’la karşı karşıya kalır ve utanır. Yusuf ondan etkilenmiştir tacı Melike’ye vermek ister. bakışmalarda Melike’nin sözlüsü Hüseyin geçmektedir Yusuf’a yumruk atar Hüseyin vakitsizce evlenmek ister Melike’nin gözü çiçek tacından başkasını görmez Melike Yusuf’la derede konuşurken Hüseyin’in arkadaşları Hüseyin’e söyler. Hüseyin çılgınca Şevket Bey’den hesap sorar. Melike yıllardır gördüğü rüyadaki delikanlının Hüseyin değil Yusuf olduğunu anlamıştır. Hüseyin ise Melike’nin kalbini kazanmak için onu hediyelere boğar. altın kafeste bir bülbül getirir Melike’nin yine de umurunda olmaz. Kendini bülbül gibi kafese kapatacaklarını bilir. Hüseyin Melike’yi kendi evlerine götürür. Melike hastalanır. eriyen genç kızın haline Hüseyin’in babası dur demek ister ama oğluyla başa çıkamaz.

Yüksek Yüksek Tepelere

Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler
Uçan da kuşlara malum olsun
Ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı
Ben köyümü özledim
Babamın bir atı olsa binse de gelse
Annemin yelkeni olsa uçsa da gelse
Kardeşlerim yollarımı bilse de gelse

Malkara köylerinde Zeynep adında çok güzel bir kız vardr. Onun dillere destandır. Zeynep’in köyünde büyük bir düğün olur. oyunlar eğlenceler yapılır.Gösterilerin en önemlisi at yarışlarıdır. düğüne gelen Ali adında bir genç iyi bir at yarışçısıdır. gözü bir Zeynep’e ilişir. Yüreğinde sıcak nehirler dolaşır Ali durumu babasına açar, aile büyükleri ile Zeynep’i ister. Kızın anası kızlarını uzağa vermek istemeseler de düğün olur… Zeynep gelin olunca yedi sene ailesini kardeşlerini göremez. yalvarmaları boşa gider Zeynep’in hasreti günden güne büyür teselliyi türkülerde bulur. Ezgiler yakar. Kına ve düğün türküleriyle gelinleri büyüler. Zeynep’in evi köyün en yüksek tepesidir, türkü söyler. Kocası Zeynep’in hasretine aldırış etmez sevgisi bitmiş, itip kakmalar başlamıştır. *Zeynep kocasının tutumundan yatağa düşer. köy Zeynep’in anne ve babasının gelmesine karar verir, kocasının çaresi kalmamıştır. Zeynep’in anne ve babası köye gelir ama Zeynep son nefesindedir “yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar” türküsünü ana babasına mırıldanırken tüm insanlar göz yaşı döker Hasretini gideren Zeynep için çok geçtir O bir daha yataktan kalkamaz, türküsü günden güne söylenir

Selanik Türküsü

Çalın davulları çaydan aşağıya
Mezarımı kazın bre dostlar belden aşağıya
Suyumu kaynatın kazan doluncaya…
Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver
Al başımdan bu sevdayı götür yâre ver
Rüstem Ağa Selanikte kumaş satan sevilen bir esnaftır. Bir gün dükkanına Mehmet adında bir genç gelir Mehmet Selanik’e iş için gelmiştir Rüstem Ağa’nın dükkanında çalışır güvenini kazanır. Mehmet Rüstem Ağa’nın kızı Fitnat’a gönlünü kaptırır, düğün hazırlıkları başlar. Selanik’te kolera başlar ve hastalık halkı kırıp geçirir. Düğünde Fitnat yataklara düşer, sararıp solar Fitnat öleceğini bildiğinden içindeki acıyı türküye döker ve düğününe üç gün kala ölür… Mehmet Fitnat’ın mezarını kendi kazar türküyü haykırarak tamamlar.

Selanik içinde salâ okunur,
Salânın sedâsı cana dokunur.
Gelin olan kıza kına yakılır.
Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver.
Al başımdan bu sevdayı, götür yare ver.
Selanik Selanik… Issız kalasın.
Taşına toprağına bre dostlar, diken dolasın
Sen de benim gibi yarsız kalasın.
Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver.
Al başımdan bu sevdayı, götür yare ver


Aman Bre Deryalar


Kırcaliyle Ardanın Arası
Saat sekiz sırası Yusufum
Ardalılar ağlıyor Yusufum
Yoktur çaresi
Aman bre deryalar
Kanlıca deryalar
Biz nışanlıyız
İkimiz de bir boydayız
Biz delikanlıyız
Çıkar abe poturunu
Dalgalar artacak
Demedim mi ben sana
Kayığımız batacak
Kırcaliyle Arda boylarında
Kimler gidecek
Garip Yusuf’un annesine
Kim haber verecek

Yusuf ile Feride birbirlerini çok sever ancak aileleri razı gelmez. Yusuf kafasında bir plan yapar Arda Nehri’ni sevdiğiyle geçerek izlerini kaybettirip yeni bir hayat kurmayı düşler. Feride, bizim kayıklar dayanmaz gitmeyelim, der ama nafiledir. Arda’yı aşmayı kabul eder. şans gülmez dalgalar kayığı devirir. Yusuf boğularak ölür. Feride kurtulur Yusuf’un ölümü O’nu çok yaralar ve ağıt yakar…

Bitlis’te Beş Minare


Rus işgalinde Bitlis, harabeye döner Düşman zulmüyle Bitlis’ten kaçan bir baba ve oğul, Bitlis’e dönmek üzere Dideban Dağına varırlar. Baba, şehirde canlı kalıp kalmadığını öğrenmek için oğlunu gönderir. oğul geri döner ve şöyle seslenir: “Şehirde yaşama dair hiz yok; sadece beş minare ayakta kalmış.” Bunu duyan baba yıkılır, diz çöker ve şöyle bir ağıt yakar

Bitlis’te beş minare
Beri gel oğlan beri gel
Yüreğim dolu yâre
İsterem yanen gelem
Cebimde yok on pare
Beri gel oğlan beri gel
Tüfengim dolu saçma
Vururum benden kaçma
Beri gel oğlan beri gel
Doksan dokuz yârem var
Beri gel oğlan beri gel
Bir yare de sen açma
Beri gel oğlan beri gel


Yârim istanbul’u Mesken mi Tuttun

Yârim İstanbul’u mesken mi tuttun,
Gördün güzelleri beni unuttun,
Sılaya dönmeye yemin mi ettin;
Gâyrı dayanacak özüm kalmadı,
Mektuba yazacak sözüm kalmadı…
Yârim sen gideli yedi yıl oldu,
Diktiğin fidanlar meyveyle doldu,
Seninle gidenler sılaya döndü;
Gâyrı dayanacak özüm kalmadı,
Mektuba yazacak sözüm kalmadı…
Yârimin giydiği ketenden gömlek,
Yoğumuş dünyada öksüze gülmek,
Gurbet ellerinde kimsesiz ölmek;
Gâyrı dayanacak özüm kalmadı,
Mektuba yazacak sözüm kalmadı…

Kayseriden İstanbul’a giden yeni evli bir gencin, tek başına köyde bıraktığı karısı ondan hiçbir haber alamaz yaşadığı acı feryada dönüşür türkü. Kayseri ve köylerinden büyük şehirlere çalışmak için giden erkekler, köylerine dönerler. Kayserili güzel gelinin, yakışıklı kocası çalışmak üzere İstanbul’a gitmiş ama bir türlü geri dönmemiştir. Güzel gelin bir başına kalmıştır hasretlik içini kavurmaktadır. yedi yıl geçmiş, gidenler dönmüş ama bizim gelinin eşi dönmemiştir köyde kocan İstanbul’da başkasını buldu” diye dedikodular başlamıştır. güzel gelinin içine ateş daha düşmüştür rüyada kocasının güzeller arasında keyifli olduğunu görür ve kan ter içinde uyanır, gözünde yaşlarla ve feryad ederek türkü söylemeye başlar…

Urfa’nın Etrafı


Urfa’nın etrafı dumanlı dağlar
Ciğerim yanıyor aney gözlerim ağlar
Benim zalim derdim cihanı yakar
Gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar
Anandan babandan yardan ayrı koyarlar
Urfa dağlarında gezer bir ceylan
Yavrusunu kaybetmiş ağlıyor yaman
Yarimin derdine bulmadım derman
Gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar
Anandan babandan yardan ayrı koyarlar
Ceylan senin gibi yüreğim yara
Cihanda derdime aney bulmadım çare
Bir yavru kaybettim gözleri kara
Gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar
Anandan babandan yardan ayrı koyarlar

Avcıların, ceylanları, bulmak için köpekleri ile dağda ceylan peşine düşmelerini anlatır ama türkünün asıl anlattığı Çocuğunu kaybeden bir annenin, çocuğunu ceylana benzetip duygularını dile getirmesidir. türküde anne, Urfa’nın vahşi ve güzel dağlarının tehlikesini Çocuğunu kaybetmeden yaptığı uyarıların işe yaramadığını belirtir. Anne çocuğunu kaybetmenin korku ve acısını, ona her baktığında daha iyi anlar.

Fırat Türküsü


Şu Fırat’ın suyu akar serindir
Yârimi götürdü kanlı zâlimdir
Daha gün görmemiş taze gelindir
Söyletmeyin beni yaram derindir
Kömürhan köprüsü Harput’a bakar
Körolası fırat ocaklar yıkar
Ahbaplarım gelmiş ağıtlar yakar
Söyletmeyin beni yaram derindir

Hamo Dayı, Fırat Nehri’ni geçerek Urfa’da askerliğini yapan oğlunu ziyaret etmek ister. Fırat, insan ve hayvanların bindirileceği ilkel bir sal ile geçilecektir. Sala binilir nehrin tam ortasında gelindiğinde, sal devrilir ve içindekilerle birlikte Hamo Dayı boğulur. Ailesi, olaydan habersiz, günlerce yol gözler. kara haber köye ulaşır. ağıtlar başlar. Fırat, Hamo Dayı gibi çok canlar yakmıştır.

İki Keklik Bir Kayada Ötüyor


İki keklik bir kayada ötüyor
Ötme de keklik derdim bana yetiyor
Aman aman yetiyor
Annesine kara da haber gidiyor
Yazması oyalı kundurası boyalı
Yar benim aman aman yar benim
Uzunda geceler yar boynuma
Sar benim aman aman sar benim
İki keklik bir dereden su içer
Dertli de keklik dertsizlere dert açar
Aman aman dert açar
Buna yanık sevda derler tez geçer

Balıkesir Edremit eşrafından kahveci Mehmet Şevket Efendi’nin karısı Şöhret Hanım tarafından oğluna yakılmıştır Şöhret hanım zengindir zeytine giderken çok süslü giyinirmiş, elbiseleri köylülerden farklı yazmaları oyalı, kunduraları boyalı olurmuş. Oğulları Zekeriya Sarıkamış’a Enver Paşa komutasında askerliğe gitmiştir. her yer karlı olduğu için yol almak amaçlı karları teperlermiş. Zekeriya kar teperken kar kuyusuna düşüp şehit olmuş, Şöhret Hanım yıkılmıştır, kekliklerle söyleşirken acısını haykırır dağlara taşlara…

Hey Onbeşli Onbeşli

Hey onbeşli onbeşli
Tokat yolları taşlı
Onbeşliler gidiyor
Kızların gözü yaşlı
Aslan yârim kız senin adın Hediye
Ben dolandım sen de dolan gel beriye
Fistan aldım endazesi on yediye
Gidiyom gidemiyom
Az doldur içemiyom
Sevdiğim pek gönüllü
Koyup da gidemiyom

Üzerinde düşünülmediği için oyun havası muamelesi gören bu türkünün acı öyküsü vardır. 20. yüzyılda arka arkaya verdiği kayıplarla askere alacak yetişkin bulamayan Osmanlı Çanakkaleye 13 15 yaş erkek ‘çocuk’ların alınmasına karar verir. bey oğlu Hüseyin de onbeşli’ler arasındadır ardında sözlüsü güzeller güzeli Hediyeyi bırakmıştır. Savaş tüm hızıyla sürmekte gidenler geri gelmemektedir. Boynunu büküp asker bekleyen bir sürü genç kızdan birdir Hediye Salavatlarla uğurlanan delikanlıların toprağa düştüğü haberini alan kara bahtlı analar, yavuklular, maşrapalarla su döküp ıslattıkları kapı önlerini gözyaşlarıyla ıslattılar… Bu ağıtla acılarını dile döktüler…
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı




2007-2026 © Siyaset Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.


Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı