|
|
|
|
#1 |
|
Tarihi bir bütünlük içerisinde değerlendirmeye çalışmıyoruz. Zaman, tarih, toplum hiç değişmiyormuş gibi, hiç değişmeyecekmiş gibi davranmaya devam edebiliyoruz. Karşı karşıya bulunduğumuz sarsıntılarla ilgili olarak yeni bir gündeme sahip olmamız gerekirken, saatleri hep geriye almaktan bir türlü vazgeçemiyoruz. Modern-seküler yapılar, toplumsal/tarihsel/kültürel sahih gelenekleri altüst ediyor. Tarihsel, geleneksel değer sistemlerinin çöküşü; kitlesel popüler kültür; tüketicinin egemenliği ve iktidarı; insanların, malların ve enformasyonun küresel hareketliliği; toplumsal hiyerarşinin para tarafından tanımlanması, toplumları bireycileştiriyor, özel ve bencil çıkarları öne çıkarıyor. Amerikan ideolojisinin yansıması olan liberter bireycilik bütün dünyada ahlaki kötülüklerin çoğalmasına yol açıyor. Bu tür bir liberter bireycilik, Türkiye'de, İslami başörtüsüne özgürlük girişimini desteklerken; İslam nazarında fuhşiyat ve münkerat olarak tanımlanan davranışların özgürlüğünü de destekliyor. Kadınların özgürlük mücadelesi, kadınları, kadın fıtratına aykırı kısıtlamalarla karşı karşıya getiriyor. Tüketim toplumlarının aşırılıkları ve tatminsizlikleri nedeniyle aileler tek gelir yerine, iki ya da daha çok gelire ihtiyaç duyuyor ve kadın-erkek bireyler insanlıklarını unuturcasına çalışmaya zorlanıyor. Çalışan kadınlar anneliğe yabancılaşıyor, anneliğin hakkını veremiyor, çocuklarına ihtimam gösteremiyor. Çalışan kadınların çocukları anne şefkatinden, ilgisinden gereği kadar yararlanamıyor. Modern-seküler toplumlarda çocuk sahibi olmama hakkını kullanan kadınlar, kadınlıklarından vazgeçiyor, erkekler gibi yaşamaya başlıyor. Bireysel özgürlük anlayışının yaygınlaşması sebebiyle kolektif özgürlük için mücadele ihtiyacı duyulmuyor. Kamuoyları her yerde istenildiği anda, televizyonlar aracılığıyla istenilen doğrultuda harekete geçirilebiliyor. Bilgi ve enformasyon akışı üzerinde, küresel anlamda ideolojik ve politik bir denetim var. Bugünün dünyasında İngilizce'nin çok yaygın olarak kullanılıyor olması nedeniyle, popüler kültür üzerinde Amerikan egemenliği sürüyor. Bu durum insanları yalnızca kişisel mutluluk ve maddi kazanç peşinde koşmaya, zengin ve ünlü birileri olarak yaşamaya sürüklüyor.
Modern-seküler kültür bütün toplumları çok tehlikeli bir noktaya, bir uçurumun kenarına getirip bıraktı. Günümüzde insanlar, insani çözümler, inşa'lar, ilişkiler için, artık ortak değerlere, ortak değer sistemlerine ve değer yapılarına sahip değiller. Anlamlı bir varoluş ve hayat, insani anlam/amaç/erdem için, sorumluluk alarak, sorumluluk üreterek, sorumluluk alışverişi yaparak gerçekleştireceğimiz ahlaki bir hayattır. Erdemli bir hayat, ebedi nimetlere, ebedi hayata istihkak kazanmak üzere çaba harcadığımız bir hayattır. İçerisinde yaşadığımız olağanüstülükler ve anormallikler çağında, her alanda eleştirel bir duruş sahibi olabilmeliyiz. İçerisinde bulunduğumuz çevrenin, ait olduğumuz kesimin yanlışları, bağnazlıkları, ufuksuzlukları, bencillikleri bizim entelektüel bağımsızlığımıza gölge düşürmemeli, bu tür sorunları tartışmalı ve bunlarla yüzleşebilmeliyiz. Gerektiğinde eleştiri oklarını kendimize de doğrultmalıyız. Atasoy Müftüoğlu
|
|
|
|
|
|
|
| Sayfayı E-Mail olarak gönder |
|
|
#2 |
|
Rica ederim efendim....sizsiz bu bölüm yürümüyor..
Nedir işin aslı? Baykal, beklemediği bir emr-i vaki ile karşılaştı ve bozuntuya vurmadan bir çarşaflıya rozet taktı. Hepsi bu kadar yahu! Ne bir açılım yaptı, ne farklı bir şey söyledi, ne de ileriye dönük yararlı bir söz verdi. Baykal, o bildik Baykal’dı. Her meseleyi konuşur konuşur, cılkını çıkarır, sonra da çürümüş bir sakız gibi atar ağzından ve unutur gider. Baykal hangi konuyu almış da sonuna kadar götürmüş ki! Bunlar bildik manzaralar. Onu ciddiye alıp da konuşmak, yazmak boş işlerle uğraşmaktır. Eskilerin ifadesiyle “abesle iştiğal.” Esad Erbilî’nin (ks) dediği gibi “mü’min-i kâmil, hak ile şâğil, batıldan gâfil” olmalı. Allah Teâlâ sevmez lağıv ve malayani ile meşgul olanları. Ne demek mi? Ne dinine, ne de dünyasına yaramayan boş sözler ve işler demektir lağıv ve malayani. Eskiler, “bir insanı Allah Teâlâ’nın sevmediğinin alameti, boş söz ve işlerle meşgul olmasıdır” derlerdi. Ne kadar doğru değil mi? Zaman en büyük sermayedir, kaybı telafisiz en büyük nimet. Siz bırakın Baykal’la uğraşmayı. Ne Baykal, ne de CHP iflah olmaz. Onlar evliya bedduası almışlardır. Mümkün değil iflah olmazlar. Zaten Baykal da bir söz vermiyor, bir va’d etmiyor ki başörtülülere. Biz niye kendi kendimize çalıp söylüyor, gelin güvey oluyoruz ki?! Ben bunları yazarken bile kendimi kınıyorum doğrusu. Estağfirullahel azîm… CEMAL NAR |
|
|
|
|
|
|
#3 |
|
Ben Baykalın icraatını görünce inanırım....ama size samimi gelmiş olabilir...sizin gibi düşünen çok kişi var mı Yalçın bey
Bizi Baykal değil ama sizin gibi olaya çok masumane bakanlar öldürecek ![]() |
|
|
|
|
|
|
#4 |
|
Efendim düşünce deryanıza hayranım ama...denildiği gibi muhalefette yaşanılan bir dönüşüm göremedim ben...normaldir herkesin bakış ve görüş aynası farklıdır....temennimiz hayellerin umutlarımızda var ettiğimiz eksene oturması..bu arada hayellerinize ilişmek ne kelime ancak hayellerinize ortak oluruz bu konuda
![]() |
|
|
|
|
|
|
#5 |
|
Yaşanmış hayatımıza “geçmiş” diyoruz malum... Yani tarih olmuş... Bir daha geri gelmeyecek, asla tekrar yaşanmayacak...
İstikbal (yani gelecek) ise meçhuller diyarı... Gelip gelmeyeceği bile belli değil (ondan önce ölüm gelebilir)... Gelse bile neler getireceğini bilemeyiz. O zaman geçmişin ve geleceğin matemini tutmak yanlış! Bugünden yarına üzülen, iki kez üzülür. (bugün ve yarın olarak). Unutmayın ki, önceki günün geleceği dündü, dünün geleceği ise bugündür... Bugününüz iyi ise, her şey yolunda demektir... En azından mutlu olmak için bugün bir sebebiniz var. Ama karamsarlığımız mutluluk odaklarını görmemizi engelliyor. • Çoğumuz yataktan kalktığımızda aksi ve olumsuz oluyoruz. Ağrılarımızdan, uykusuzluğumuzdan, hastalıklarımızdan, borçlarımızdan filan söz ediyoruz. (çevremizde kimse yoksa kendi kendimizi bu konuda iknaya çalışıp kendimizi mutsuz etmeyi başarıyoruz) Halbuki sabah kalktığınızda kendi kendinize şunu söyleyebilirsiniz: “Milyonlarca insanın öldüğü bir gecenin sabahında, çok şükür ben sağ olarak uyandım.” “Çok şükür, milyonlarca insanın hastanelere kaldırıldığı bir geceyi sapasağlam geçirdim.” Lavaboda abdest alırken, saçınızı tararken, başörtünüzü bağlarken, ya da makyaj yaparken, aynaya gülümseyip, “İnsan olarak yaratıldığım için şükürler olsun” diye düşünebilirsiniz: İnsansınız, sağsınız, sağlamsınız; o zaman sorunlardan korkmanız için bir sebep yok... Sorunlar sizden korksun! Ne yazık ki, bize önce olumsuzlukları görmeyi öğretmişler: Görmeyi ve korkmayı... Bu yüzden hayattan korka korka yaşıyoruz. Bu da hayattan lezzet almamızı engelliyor. Oysa şükretmek için hayattan lezzet almak gerekiyor. Biz ise sürekli yakınan, sakınan bir yapıdayız. Şarkılarımız, türkülerimiz bile karamsar iç dünyamızı ele veriyor. Şarkılar, türküler deyip geçmeyin. Toplumun karakteristik özelliklerinin bazıları şarkılarda yaşar. Şarkılar ve türküler toplumun bir bakıma ruh haritasıdır. Mesela bizim şarkılarımızda neşe yok, keyif yok, mutluluk yoktur. Şarkılarımız bol bol şikâyet, isyan, yakınma, korku, acı, ayrılık, hicran ve yıkımdan oluşuyor. İşte buyurun: “Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime, “Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime; “Perde-i zulmet (kara perde) çekilmiş korkarım ikbalime, “Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime.” Aslında şair, istikbaline “perde-i zulmet” çekilip çekilmediğini bilmiyor, ama öyle olduğunu düşünüyor. Yani geleceğin olumsuz olacağı hükmüne çoktan varmış, yıllar öncesinden üzülmeye başlıyor. Geleceğe bakarken “mücrim” gibi titriyor, buna rağmen kimseyle derdini paylaşmıyor, bir anlamda ondan kurtulmak istemiyor. Zaten hep “kara bahtlı”dır. “Kara bahtım, kem talihim taşa bassam iz olur...” Garibim o kadar talihsiz, öylesine mutsuz ve umutsuz ki, en olmadık olumsuzluklar onu buluyor, taşta bile iz bırakıyor! Tarih boyunca milyarlarca insanın trilyonlarca taşa bastığını, hiçbirinin taşlarda iz bırakmadığını bilmek işe yaramıyor; ayağınızın izi taşa çıkmasa da, karamsarlığın izi yüreğinize çıkıyor. Nihayetinde bir uzun hava: “Her yer karanlıııık...” Aradaki “ah”lar, “oflar”, “aman aman”lar ve “yandım anam”lar da acının derecesini maksimum noktaya çıkarıyor. Sonuçta şarkılar bile bunalıyorlar da, iki satır nefeslenmek için dağ başına çıkıyorlar: “Yüce dağ başını duman bürümüş...” Hayata olumsuz bakmanın bir sonucu olarak dağlarımız sürekli duman bürümüş durumdadır... Halbuki o dağlarda kardelenler de var... O dağlarda gelincikler açar... O dağlardan çam kokusu yayılır... Kısacası o dağlarda hayat vardır! Ama biz hayatın güzelliklerini görmezden gelir, umudumuzu kara bulutlara hapsederiz. Böylece hayatı zindana dönüştürürüz. Dedim ya, yanlış eğitimin kurbanlarıyız. Kafamız ve yüreğimiz güzelliklere değil, olumsuzluklara kilitli. Bu yüzden dünya bize güzel yüzünü pek göstermiyor. Çünkü insan beyni ve yüreğiyle bakar... Ve görmek istediğini görür. Gelin bugün hayatımızda köklü bir değişiklik yapalım: Allah’ın bizim için yarattığı güzellikleri de görmeye çalışalım. Güneş her sabah bizim için doğuyor... Güller, çiçekler bizim için açıyor... Kelebekler bizim için uçuyor. İnsan olarak biz evrenin en önemli varlıklarıyız. YAVUZ BAHADIROĞLU |
|
|
|
|
|
|
#6 |
|
Ormanda iki yol belirdi önümde,ve ben
Daha az yürünmüş olanı seçtim, Bütün fark buradaydı işte. Robert Frost'dan dizeler.. |
|
|
|
|
|
|
#7 | |
|
Alıntı:
![]() |
||
|
|
|
|
|
#8 |
|
İsrail’i kahret Ya Rabbi” dediğimiz için “marjinal” ilan edilen biz mi?..
Acıyorum Ertuğrul’a; Zira, “Nüfusunun yüzde 99’u Müslüman” olan bu ülkenin insanları, günlerdir el açıp, yalvarıyor Cenab-ı Allah’a; “İsrail’i kahret Ya Rabbi” Söyle be Ertuğrul; Beyazıt Meydanı’ndaki on bin kişilik gösteriye katılan Filistinli Mahmut Carur’un, beş yıl İsrail cezaevinde yattıktan sonra serbest kalan ağabeyine daha sarılamadan, şehit olduğunu öğrenmesi ve ayakta zor duran yürek yakan hali, bir “marjinal”lik göstergesi midir?.. Hayır Ertuğrul... Yapılan “protesto gösterileri”nin ve atılan “slogan”ların hiçbiri “marjinal” değil!.. Ama, korkarım ki; “Türkiye’nin gerçekleri”nden ve “Türk halkı”ndan kopan Ertuğrul, gittikçe “marjinal” ve gittikçe “uç” hâle geliyor!.. Hatırlatırım Ertuğrul; “Ters giden” bu millet değil, “Sen”sin, sen!.. Bir “dua”yı bile çok gören sen! “Yalnızlaşan” ve “marjinalleşen” sen!.. Bilmem farkında mısın; Büyük hızla nesli tükenmekte olan “Kelaynak Kuşları”na dönüyorsunuz!.. Hasan Karakaya |
|
|
|
|
|
|
#9 |
|
"İmkanım yoktu" deme.
Kendine doğruyu söyle. "Üşendim" de "Tembellik ettim" de "Canım istemedi" de "Yapmak içimden gelmedi" de Hi.ç değilse "yattım" de Ne dersen de ama "İMKANIM YOKTU" deme.. Mustafa islamoğlu-Yerliler ve Yersizler kitabından. Köşe yazısı değil ama. ![]() |
|
|
|
|
|
|
#10 |
|
Katliamın bir boyutu da manevidir. İsrail ilk günden itibaren camileri bombalamaya başlamıştır. Saldırıların ilk haftasında Dr. İbrahim Makadime Camii ile birlikte vurulan cami sayısı 12’ye yükselmiştir. Bunu yaparken de camilerin silah deposu olarak kullanıldığını ileri sürmüş ve Hamas mensuplarının ya camilere ya da hastanelere sığındıklarını ve bu şekilde ‘sıvıştıklarını’ iddia ederek bu mahallere saldırısını meşrulaştırmaya çalışmıştır. Zaten işgalcilerin ilk yaptığı şey Müslüman toplumların hafızalarına ve tarihi mekanlarına saldırmak olmuştur. Bosna savaşında Sırpların yaptığını ve yüzlerce camiye yönelik vahşi ve vandalist saldırılarını ABD de Irak’ta tekrarlamıştır. ABD de İsrail gibi camilerin silah deposu olarak kullanıldığını ileri sürmüştür. İşgalcilerin ve saldırganların bir amacı da, kültürel ve tarihi dokuyu tahrip üzerinden Müslüman nesillerin hafızasını sıfırlama ve köksüz hale getirmektir. Dolayısıyla katliamın manevi boyutunda manevi mekanlar olan camilere saldırı vardır. Sadece camiye değil İslâmi eğitim kurumlarına saldırı da vardır. Gazze’de İslâm Üniversitesine kasıtlı ve sistematik saldırı, ilgili çevrelerden gerekli tepkiyi görmemiştir. Amerikalılar da Irak’ı işgal ettiklerinde Moğollar gibi ilk yaptıkları iş Bağdat Kütüphanesi ve Müzesini talan ve tahrip etmek olmuştur. Yine yaptıkları vandallık örneklerinden birisi de tarihi ve arkaik yapılardan Ezher’in kardeşi Mustansiriyye Üniversitesine saldırı olmuştur. Maalesef Gazze’de de tarih tekerrür etmiş ve merhum Nizar Rayyan’ın hocaları arasında bulunduğu Gazze İslâm Üniversitesi açıkça ve alçakça bir saldırıya maruz kalmıştır. Bush gibi ‘Gazze saldırısı için İsrail’i Hamas kışkırttı’ diyen Amos Oz ve benzeri yanlı İsrailli aydınları bir kenara koyacak olursak genel olarak tarafsız aydınlar da bu manevi savaşta sınıfta kalmıştır.
Mustafa Özcan |
|
|
|
|
![]() |
| Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
| bugün, bölüm, bölümler, etkileyen, hayat, hayatınızı, okuduklarınızda |
| Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|