Siyaset Forum - Siyasetin Kalbi


Konu Kapatılmıştır
Seçenekler
 
Alt 02-03-2009, 18:22   #1
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Nemime´nin Tarifi ve Reddedilmesi Gereken Kısmı

Nemime ismi, en çok başkasının sözünü, aleyhinde konuşulan kişiye haber veren kimse için kullanılır. Nitekim ´Filân adam senin hakkında şöyle dedi´ dersin. Oysa nemime´nin tarifi şudur: Açıklanması hoş görülmeyen şeyi açıklamak. Bu açıklama ister söyleyenin hoşuna gitmesin, ister hakkında söylenenin hoşuna gitmesin, isterse üçüncü bir şahsın hoşuna gitmesin farketmez. Bu açıklama ister sözle, ister yazıyla, isterse işaret veya îma ile olsun, nakledilen ister amellerden, ister sözlerden, ister kendisinde olan bir eksiklik veya bir ayıp olsun veya olmasın. (Bütün bunlar nemime´nin tarifine dahildirler).

Nemime´nin hakikati, sırrı ifşa etmek, açıklanmasından hoşlanılmayan birşeyin yüzünden perdeyi yırtıp kaldırmaktır. İnsanoğlunun görüp hoşuna gitmediği durumlarda susması uygundur. Ancak söylemesinde bir müslümanın faydası veya bir günahın ortadan kaldırılması sözkonusu olan bir hâl bu söylediğimizin dışındadır. Meselâ başkasının malını aşıran bir kimseyi görmek gibi... Bu takdirde bu hususta şahidlik yapması, müslümanın hakkını gözetmek bakımından kendisine gereklidir. Fakat kişinin kendi nefsine ait olan bir malı gizlediğini gördüğü zaman, bunu söylerse nemime ve sırrı ifşa etmek olur. Eğer başkasına söylediği şey, kendisinden hikâye ettiği insanda o bir ayıp ve eksiklik ise, bu takdirde gıybet ile nemimeyi bir araya getirmiş olur. Yani hem gıybetçi, hem de kovucu olur. Bu bakımdan, insanoğlunu kovuculuğa teşvik eden, ya kovuculuğu yapılan insana karşı bir kötülüktür veya kendisine haber götürülenin sevgisini açıklamak veya bâtıl ve fuzulî konuşmalara dalmaktır. Kime kovucu tarafından bir söz getirilirse ´filan adam senin hakkında şöyle dedi´ veya ´şöyle yaptı´ veya ´filân adam senin işini bozmak için şu tedbiri aldı´ veya ´düşmanına şu yardımda bulundu´ veya ´halini şu şekilde çirkin gösterdi´ veya benzeri bir tabir söylendiği zaman kendisine altı vazife düşer:

Bir

Birincisi, kovuculuğu doğrulamamasıdır. Çünkü kovucu fâsıktır. Fâsığın ise şahidliği kabul edilmez. Nitekim ALLAH Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.
(Hucurât/6)

İki

İkincisi, kovucuyu kovuculuktan menetmesi, nasihat yapması ve fiilinin çirkin olduğunu kendisine söylemesidir. Nitekim ALLAH Teâlâ şöyle buyurmuştur:

İyiliği emret! Kötülükten vazgeçir! (Lokman/17)

Üç

Üçüncüsü, ALLAH için kovucudan nefret etmesidir. Çünkü kovucu, ALLAH nezdinde nefret edilen bir kimsedir. Bu bakımdan ALLAH´ın buğzettiği bir kimseye buğzetmesi lâzımdır.

Dört

Dördüncüsü, ortada olmayan kardeşi hakkında su-i zarı etmemesidir. Çünkü ALLAH Teâlâ şöyle buyurmaktadır;

Ey inananlar, zandan çok sakının! Zira zarının bir kısmı günahtır!
(Hucurât/12)
Beş

Beşincisi, kovucunun sana söylediği sözler seni bir müslüman hakkında casusluk yapmaya, onun gizli taraflarını -kovucu acaba doğru mu söylüyor, yalan mı söylüyor diye- araştırmaya sevketmemelidir. Çünkü ALLAH Teâlâ ´Birbirinizin gizli şeylerini araştırmayın!´ (Hucurât/12) buyurmaktadır.

Altı

Altıncısı, kovucuya yasakladığın şeye kendi nefsin için de razı olmamalısın. Onun kovuculuğunu hikaye etmemeli, ´filân adam bana şöyle dedi´ deyip kovucu ve gıybetçi olmamalısın. Oysa sen kovucuyu böyle yapmaktan daha önce menetmiştin.

Rivayet ediliyor ki, bir adam Ömer b. Abdülaziz´in huzuruna girdi ve başka bir kişiden Ömer´e birşeyler nakletti. Bunun üzerine Ömer kendisine "Eğer dilersen senin durumunu tedkik ederiz. Tedkik neticesinde yalancı çıkarsan şu âyetin mefhumuna dahil olmuş olursun: ´Eğer bir fâsık size bir haber getirirse tedkik ediniz´. (Hucurât/6) Eğer doğru isen, o zaman şu ayetin kapsamına girmiş olursun: ´Kınayan, söz götürüp getiren´. (Kalem/İl) Eğer dilersen tedkik etmezden önce seni affedelim!´ dedi. Kişi ´Ey mü´minlerin emiri! Beni affet! ´Bir daha böyle bir hata işlemeyeceğime söz veriyorum´ dedi.

Bir hakimi, arkadaşlarından biri ziyaret etti ve hakime, bazı dostlarından nâhoş haberler verdi. Bunun üzerine hakîm, ziyaretçiye dedi ki: Sen ziyareti geciktirdin ve üç suçu birden getirdin:

1.Kardeşimi bana hor ve mebğuz gösterdin.

2.Böyle şeylerden boş olan kalbimi meşgul ettin.

3.Emin olan nefsini, benim yanımda şüpheli kıldın!

Süleyman b. Abdulmelik oturuyordu. Zeherî de yanındaydı. Bu esnada bir kişi geldi. Süleyman ona ´Kulağıma geldiğine göre sen benim aleyhimde şöyle demişsin´ dedi. Kişi ´Ben ne aleyhinde konuştum, ne de birşey söyledim´ dedi. Süleyman ´Ama bana bu haberi söyleyen kimse sâdık ve doğru bir kimsedir´ dedi. Zeherî ´Kovucu, doğru ve sadık olamaz!´ dedi. Süleyman ´Doğru söyledin!´ dedi ve adama ´Haydi selâmetle git´ dedi.

Hasan Basrî şöyle demiştir: ´Sana başkasının sözünü nakletmek sûretiyle kovuculuk yapan, mutlaka seni de başkasına ihbar eder´.

Hasan Basrî´nin bu sözü işaret eder ki kovucudan nefret etmek, onun sözüne güvenmemek, doğruluğuna bel bağlamamak uygundur. Kovucuya nasıl buğzedilmesin! Halbuki kovuculuk, yalan ve gıybetten, hile ve hıyânetten, dalâvere, hased, münâfıklık, halkın arasını açmak ve kaypaklık göstermekten hiçbir zaman geri kalmamaktadır. Kovucu, ALLAH´ın devam etmesini istediğini kesmek isteyenlerden ve yeryüzünde fesad çıkaranlardandır.

Ancak şunlar aleyhine yol vardır ki insanlara zulmederler ve yeryüzünde haksız yere saldırırlar. Böylelerine acıklı bir azap vardır.(Şura/42)
Kovucu da bunlardandır. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Muhakkak ki şerrinden dolayı halkın kendisinden sakındığı bir insan, insanların şerirlerindendir.262
Kovucu da bunlardandır. Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kesici cennete giremez!
´Kesici kimdir ya Rasûlullah?´ denildiğinde ´Halkın arasını kesendir´ diye buyurdu.

Bu kimse kovucudur ve bu kimsenin sıla-,yı rahmi kesen bir kimse olduğu da söylenmiştir.263
Hz. Ali´den şöyle rivayet ediliyor: Bir kişi, diğer bir kişiyi Hz. Ali´ye ihbar etti. İmam Ali, jurnalcıya dedi ki:

-Biz senin dediklerini soracağız. Eğer haklı çıkarsan, senden nefret edeceğiz. Eğer yalancı çıkarsan, seni cezalandıracağız. Eğer dilersen, tedkik yapmaksızın seni affedeceğiz.

-Ya emîr´el-mü´minîn! Beni affedin!Muhammed b. Ka´b el-Kurazî´ye denildi ki: ´Mü´minin hangi hasleti mü´mini daha fazla düşürür?´ Cevap olarak şöyle dedi: ´Fazla konuşmak, sırrı ifşa etmek ve herkesin sözünü kabul etmek´.

Bir kişi Basra valisi ve emiri bulunan Abdullah b. Amr´a dedi ki: ´Benim kulağıma geldiğine göre, filan adam sana, benim senin aleyhinde konuştuğumu söylemiş´. Emir Abdullah ´Evet, öyle´ dedi. Kişi ´O halde onun söylediğini bana söyle ki ben onun yalancı olduğunu senin yanında ispat edeyim´ dedi. Abdullah ´Kendi dilimle kendime küfretmeyi istemiyorum. Onun söylediğini de tasdik etmemen bana kâfidir ve senden de dostluğumu kesmem´ dedi.
Kovuculuk, sâlihlerden birisinin yanında belirtildi. O zat şöyle dedi: ´Her grup hakkında doğruluk övüldüğü halde kendilerinin doğruluğu övülmeyen bir grup hakkında ne dersiniz!´
Mus´ab b. Zübeyr (r.a) şöyle demiştir: ´Biz kovuculuğu kabul etmenin kovuculuktan daha zararlı olduğunu görmekteyiz. Çünkü kovuculuk bir kötülükten haberdar etmektir. Onu kabul etmek ise onu geçerli saymaktır. Bu bakımdan bir şeye muttali olup da o şeyden haber veren bir kimse, hiçbir zaman o şeyi kabul edip caiz gören bir kimse gibi olmaz. O halde kovucudan korununuz. Eğer o sözünde doğru ise başkasının hürmetini korumadığı ve ayıbını örtmediği için doğruluğundan dolayı alçak ve kötülenmiş bir kimsedir. Jurnalcilik, kovuculuğun ta kendisidir. Ancak jurnalcilik, kendisinden korkulan bir kimseye yapıldığı zaman jurnalcilik denir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

İnsanları insanlara jurnal eden bir kimse, muhakkak reşid olmayan bir kimsedir yani gayr-i meşrû bir çocuktur.264

Bir kişi, Süleyman b. Abdulmelik´in huzuruna girdi ve kendisinden konuşmak için izin istedi ve dedi ki: ´Ey müzminlerin emiri! Seninle konuşmak istiyorum. Hoşuna gitmese dahi ona tahammül göstermeni istiyorum. Çünkü kabul ettiğin takdirde, o konuşmanın sonunda seni sevindirecek bir netice vardır´. Süleyman ona ´konuş!´ diye izin verdi. O ´Ey mü´minlerin emiri! Senin etrafını, dinlerini senin dünyana feda eden, rablerini kızdırmak sûretiyle senin rızanı satın alan, ALLAH yolunda senden korkan, senin yolunda ALLAH´tan korkmayan bir grup çevirmiştir. Bu bakımdan ALLAH´ın korumasını sana vermiş olduğu hususta onlardan emin olma! ALLAH Teâlâ´nın sana korumayı emrettiği hususlarda onlara kulak verme. Çünkü onlar, milletin gerilemesinde ellerinden geleni esirgememiş, emaneti zayi etmek hususunda var kuvvetleriyle çalışmış kişilerdir. Namusları param-parça etmekte de kusur etmemişlerdir. Onların en büyük amaçları zulüm ve kovuculuktur, vesilelerinin en yücesi gıybet ve başkasının aleyhinde konuşmaktır. Oysa sen onların işlemiş olduğu cinayetlerden sorumlusun. Ama onlar senin işlediğin ci-nayetlerden sorumlu değildirler. Bu bakımdan âhiretini fesada uğratarak onların dünyalarını ıslah etme! Zira zarar etmek bakımından en büyük insan, âhiretini başkasının dünyasına feda eden kimsedir´.

Bir kişi Ziyad el-A´cem265 adlı şahsı, Süleyman b. Abdulmelik´e jurnal etti. Bunun üzerine Süleyman, ikisini bir araya getirdi. Bu esnada Ziyad, kişiye dönerek şu şiiri okudu:
Sen öyle bir kişisin ki:ya tenha bir yerde seni bir sırrıma emin kılmışımdır ki sen hainlik yaptın veya bilgisiz bir söz söyledin. Sen aramızda olan işte de hainlik ile günah arasında bir derecede bulunuyorsun.

Bir kişi Amr b, Ubeyd´e ´Esvârî, durmadan hikâyelerinde seni şerirlikle yâd etmektedir´ dedi. Bunun üzerine Artır kendisine şöyle dedi: ´Sen onun arkadaşlık hakkını gözetmedin. Çünkü konuşmasını bize naklettin. Hoşuma gitmeyen bir haberi kardeşimden bana getirdiğin için do benini hakkımı gözetmedin. Fakat git ona söyle ki, ölüm hepimizi, kasıp kavuracaktır. Kabir hepimizi kucaklayacak, kıyamet hepimizi bir araya getirecektir. ALLAH aramızda hükmedecektir ve O hakimlerin en hayırlısıdır!´

Jurnalcilerden biri Sahib b. Ubbad´a266 bir mektup getirdi. O mektupta bir yetimin malını haber veriyor ve Sahib´i, o malın çokluğundan dolayı müsadere etmeye teşvik ediyordu. Bunun üzerine Sahib, mektubun arkasına şunları yazdı: ´Doğru da olsa jurnalcılık çirkindir! Eğer sen bu mektubunu nasihat maksadıyla yazmışsan burada zarar etmen, kar etmenden daha üstün ve faziletlidir. Örtülü bulunanın aleyhinde rezil olanı kabul etmekten ALLAH´a sığmıyorum-. Eğer sen, gençliğinin vermiş olduğu heyecan içerisinde bulunmasaydın senin gibiler hakkında bu yaptığının gerektirdiği ceza ile mukabele edecektim. Ey mel´un! Ayıptan tevakki et! Zira ALLAH gaybı herkesten daha iyi bilir. Ölü ise, ALLAH ona rahmet eylesin. Yetim ise ALLAH onun acısını hafifletsin. Mal ise ALLAH onu artırsın. Jurnal ise ALLAH ona lânet etsin!

Lokman Hakîm oğluna dedi ki: ´Sana birkaç haslet tavsiye edeceğim! Eğer onları tutarsan daima baş olacaksın: Yakın ve uzak kimselere ahlâkını yumuşat! İyi ve kötü insanlardan cehaletini tut. Arkadaşlarını koru! Akrabalarına sılayı rahim yap! Onları jurnalcinin sözünü kabul etmekten veya seni fesada uğratmak isteyen bir zâlimi dinlemekten emin kıl! Çünkü bu zâlim seni aldatmak istiyor. Senin arkadaşların o kimseler olsun sen onlardan, onlar da senden ayrıldıkları zaman ne sen onların aleyhinde, ne de onlar senin aleyhinde konuşsunlar´.

Biri şöyle demiştir: ´Kovuculuk; yalan, hased ve nifak üzerine kurulmuş bir binadır. Bunlar ise zulmün sacayaklarıdır.

Biri şöyle dedi: ´Eğer kovucunun sana getirmiş olduğu haber doğruysa, muhakkak sana küfretmeye cüret etmiştir. Kendisinden haber naklettiği kimsenin senin hilmine mazhar olması, kovucu-nun affedilmesinden daha evlâdır. Çünkü o senin yüzüne karşı sana sövmüş değildir´.

Kısacası kovuculuğun şerri çok büyüktür. Ondan korunmak gerekir. Nitekim Hammad b. Seleme şöyle anlatıyor: ´Bir kimse kölesini satılığa çıkardı. Alıcıya dedi ki: ´Kölemde kovuculuktan başka bir ayıp yoktur! Alıcı ´Ben bu ayıba razı oldum´ dedi ve köleyi satın aldı. Köle birkaç gün yeni efendisinin yanında kaldıktan sonra efendisinin hanımına dedi ki: ´Efendim seni sevmiyor ve senin üzerine câriye getirmek istiyor. Bu bakımdan usturayı al da uyuduğu zaman ensesinden birkaç kıl kes ki o kıllar üzerine sihir yapayım da sana bağlı kalıp seni sevsin´. Sonra gidip efendisine dedi ki: ´Senin hanımın dost tutmuştur ve seni öldürmek istiyor. Kendini uyumuş gibi göster ve bunu gözünle gör!´ Adam kendisini uyur gibi gösterdi. Kadın ustura ile kılları kesmek için geldi. Adam, karısı gerçekten kendisini öldürmek istiyor zannetti. Kalkıp kadını öldürdü. Sonra kadının ailesi geldi adamı öldürdüler. Böylece iki kabile arasına savaş girdi.
Biz ALLAH Teâlâ´dan hüsn-ü tevfikini dileriz!

262) Müslim, Buhârî
263) Müslim, Buhârî
264)Hâkim
265)Adı Ziyad b. Selim´dir. Ahdî kabilesine mensuptur. A´cem diye şöhret
bulmuştur.
266) Büveyh devletinde vezir idi. Dedesi Abbas b. Ubbad Talkanî´dir,

 

 
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 02-03-2009, 18:23   #2
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
İki Hasımın Arasına Girip, İki Yüzlülükle Herkesin Arzusuna Göre Konuşmak

Düşmanlık güdenleri gören bir kimse, bu felâketten az zaman kurtulabilir. Bu ise münafıklığın ta kendisidir. Nitekim Ammar b. Yasir267 Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Kimin dünyada iki yüzü varsa, kıyamet gününde o kimse için ateşten iki dil olur.268

Ebu Hüreyre (r.a), Hz. Peygamber´in şöyle dediğini rivayet eder:
Kıyamet gününde ALLAH´ın kullarından şerli olarak iki yüzlü bir kimse göreceksiniz ki şu gruba öbür grubun konuşmasını, öbür gruba da bunların konuşmasını getirip götürür!269

Başka bir lâfızda ´Bu gruba bir yüzle, öbür gruba başka bir yüzle gelir´ şeklinde vârid olmuştur.

Ebu Hüreyre şöyle demiştir: İki yüzlüye ALLAH nezdinde emin olmak uygun değildir´.
Mâlik b. Dinar şöyle demiştir: ´´Tevrat´ta okudum: ´Kişi arkadaşına karşı iki değişik dudak kullanırsa, emanet iptal olunmuştur demektir. ALLAH Teâlâ kıyamet gününde iki değişik dudak kullanan kimseyi helâk eder!´ yazılıydı".

Hz, Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Kıyamet günü ALLAH nezdinde en çok nefret edilenler, yalancılar ve mütekebbirlerdir. O kimseler ki göğüslerinde arkadaşlarına nefret vardır. Arkadaşlarıyla bir araya geldikleri zaman onlara yağcılık yaparlar. O kimseler ki ALLAH´a ve Hz. Peygambere itaate davet edildikleri zaman ağırlaşır, şeytana ve onun emirlerine davet edildikleri zaman duraksamadan icabet ederler!270

İbn Mes´ud şöyle demiştir: ´Sakın hiçbiriniz immea olmasın!´ Dediler ki: ´İmmea ne demektir?´ Cevap olarak şöyle dedi: ´Her esinti ile esen kimse demektir!´
Selef, iki ayrı kişi ile iki ayrı yüzle görüşmenin münafıklık olduğunda ittifak etmişlerdir. Münafıklığın birçok alâmetleri vardır. İşte bu da o alâmetlerden biridir.
Rivayet edildi ki, Hz. Peygamber´in ashâbından bir kişi vefat etti. Huzeyfe b. Yeman (r.a) onun cenaze namazını kılmadı. Bunun üzerine Hz. Ömer, Huzeyfe´ye ´Hz. Peygamberin ashâbından biri ölür de sen onun cenaze namazına katılmazsın ha!´ deyince, Huzeyfe ´Ey mü´minlerin emiri! O münafıklardandı´ dedi. Hz. Ömer ´Seni yemine davet ediyorum, ben onlardan mıyım, değil miyim?´ diye sordu. Huzeyfe ´Ey ALLAHım! Beni muâhaze etme! Hayır,
sen onlardan değilsin. Fakat senden sonra nifak hakkında hiç kimseden de emin değilim´ diye ilave etti.271

Eğer ´Kişi ne ile iki dilli olur ve bunun sınırı ve tarifi nedir?´ diyecek olursan derim ki iki düşmanın huzuruna girip her birinin isteğine göre hareket ettiği saman eğer yapmış olduğu hareket doğru ise münafıklık değildir, iki dilli sayılmaz. Çünkü herhangi bir kimse iki düşmanla da aynı zamanda dostluk yapabilir. Fakat arkadaşlık hududuna varmayacak kadar zayıf bir dostluk... Zira eğer kişinin onlarla dostlukları tahakkuk etseydi, bu dostluk, düşmanın düşmanın olmasını gerektirirdi. Nitekim biz Sohbet Adabı bölümünde bunu söylemiştik.

Eğer onların herbirinin konuşmasını diğerine naklederse, o vakit iki yüzlüdür. Bu ise, kovuculuktan daha şerli olur; zira insan bir tek tarafın konuşmasını nakletmek sûretiyle kovucu olur. Bu bakımdan iki tarafın konuşmasını da birbirine naklederse, o zaman kovuculuktan daha şerir olur. Eğer söz nakletmez, her birinin diğerine karşı güttüğü düşmanlığı güzel görüp tasvip ederse iki yüzlü sayılır. Yine ikisine de ´sana yardım edeceğim´ va´dinde bulunursa, hüküm böyle olur. Düşmanlardan birini övüp huzurundan çıktıktan sonra kötülerse bu hareketi de iki yüzlülük olur. En uygunu susmak ve düşmanların hak sahibi olanını övmektir ve onu gıyabında, huzurunda ve düşmanının karşısında da medhetmektir.

İbn Ömer´e şöyle denildi: ´Biz yöneticilerimizin huzuruna giriyoruz. Orada konuşuyoruz. Çıktığımız zaman konuştuklarımızın aksini konuşuyoruz´. İbn Ömer ´Biz Hz. Peygamber´in zamanında bunu münafıklık sayardık´ dedi.

Kişi, emîrin huzuruna girip, onu övmeye ihtiyacı olmadığı zaman böyle yaparsa münafıklık etmiş sayılır. Eğer emîrin huzu-runa girmekten müstağni ise, fakat girdiği takdirde de onu med-hetmediğinde başına geleceklerden korkuyorsa bu da mü-nafıklıktır. Çünkü nefsini, emîri övmeye mecbur eden kendisidir. Eğer aza kanaat edip mal ve rütbeyi terkederse, emîrin huzuruna girmekten müstağni olacaktır. Buna rağmen, mertebe ve zenginlik arzusundan dolayı emîrin huzuruna girip onu medhederse, böyle bir kimse münafıktır ve Hz. Peygamber´in şu hadîsinin mânâsı da budur: ´Mal ve rütbe sevgisi, suyun sebzeleri bitirdiği gibi kalpte ni-fak bitirir!´272 Çünkü mal ve mertebe sevgisi, insanları emirlere, onları gözetmeye, onlara karşı riyakarlık ve dalkavukluk yapmaya muhtaç eder! Ama kişi, bir zaruretten dolayı, böyle bir felâkete mâ-ruz kalırsa, medh u senâ yapmadığı takdirde de başına geleceklerden korkuyorsa mâzurdur. Çünkü şerden sakınmak caizdir. Nitekim Ebu Derdâ şöyle demiştir: ´Bizler birtakım kavimlerin yü-züne gülüyoruz. Oysa kalbimiz onlara lânet ediyor!´273

Hz. Âişe (r.a) şöyle anlatır: Bir kişi Hz. Peygamberden, içeri girmek için izin istedi. Hz. Peygamber şöyle dedi:

Ona izin verin! Aşiretin en kötü elçisidir o!
Adam içeri geldiği zaman, Hz, Peygamber kendisiyle yumuşak konuştu. Çıkıp gittiği zaman Hz. Peygamber´e ´Sen daha önce onun hakkında söylediğini söyledin. Sonra kendisiyle yumuşak konuştun. Bu nasıl olur?´ dedim. Cevap olarak şöyle buyurdu: ´Ey Aişe! İnsanların en şeriri o kimsedir ki şerrinden korunmak için kendisine ikram edilir!´274

Fakat bu hadîs-i şerîf, karşılamak, yüze gülmek ve tebessüm etmek hakkında vârid olmuştur. Zâlimi övmek ise açık bir yalandır. Bu yalanı söylemek ancak bir zaruretten dolayı caiz olur veya zorlanıldığı zaman yalan söylemek mübah olur. Nitekim biz bunu ´Yalanın Âfeti´ bahsinde belirttik. Emirleri övmek, onların dediklerini tasdik etmek, bâtıl konuşmalarını tasdik bakımından baş sallamak caiz değildir. Eğer kişi bunu yaparsa münafıklık yapmış olur. Aksine reddetmesi gerekir, eğer kuvveti yoksa, kalbiyle inkâr etmesi gerekir.

267)Adı Ammar b. Yâsir b. Âmir b. Mâlik el-Ansî´dir. Meşhur sahâbîler-
dendir. Bedir´e iştirak etmiştir. Hz. Ali´nin saflarında H. 37´de Sıffîn´de öl-
dürülmüştür.
268)Buhârî, Ebu Dâvud
269)İbn Ebî Dünya
270)Irâkî aslına rastlamadığını kaydetmektedir.
271) Bu nifak ile küfür nifakı kastedilmiş değildir. Aksine ameldeki nifak kastedilmiştir. Ameldeki nifak, zâhirde dini gözetmek, gizlide gözetilmesini terketmek demektir! (Bkz. İthaf´us-Saade,VII/569)
272)Deylemî
273)Ebu Nuaym, Hilye
274)Müslim, Buhârî
 
Alt 02-03-2009, 18:24   #3
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Övmek

Bazı yerlerde medh yasaklanmıştır. Zemm (kötüleme) ise gıybet ve başkasının aleyhinde bulunmaktır. Biz onun hükmünü daha önce belirtmiştik. Övmede altı âfet vardır. Dördü övende, ikisi övülendedir.

Öven Taraftaki Âfetler

Birincisi: Bazen ifrata kaçar ve ifrat onu yalana sürükler! Nitekim Hâlid b. Mikdad şöyle demiştir:275 ´Kim bir sultanı veya herhangi bir kimseyi, kendisinde bulunmayan sıfatlarla şahidler huzurunda medhederse, ALLAH Teâlâ kıyamet gününde bu kimseyi dehşetten sarkmış diline basıp düştüğü halde haşreder!´

İkincisi: Bazen medhediciye riya galip gelir. Çünkü meddah, medihle sevgi gösterisinde bulunur. Oysa kalbinde sevgi yoktur ve söylediklerine inanmamaktadır. Bu bakımdan söyledikleriyle hem riyakâr, hem münafık olur.

Üçüncüsü: Meddah, bazen olmayan şeyleri söyler. Hem de o şeylerden haberdar olma imkânı olmadığı halde söyler. Rivayet ediliyor ki, bir kişi Hz. Peygamber´in yanında başka bir kişiyi medh u senâ etti. Hz. Peygamber kendisine şöyle dedi:
Sana yazıklar olsun! Sen arkadaşının boynunu kopardın. Eğer arkadaşın bu dediklerini işitseydi hiçbir zaman felaha kavuşamazdı!
Eğer biriniz, arkadaşını medhetmek mecburiyetinde ise, bari ´ben filan adamı şöyle sanıyorum ve ALLAH nezdinde hiç kimseyi temize çıkarmıyorum, çünkü o kimsenin kontrol edeni ALLAH´tır. Eğer onun öyle olduğunu görüyorsa öyledir´ desin.276
Bu âfet, mutlak vasıflarla medhetmekten meydana gelir. O vasıflar ancak delillerle bilinir. Adamın ´O muttakîdir!´, ´Verâ sahibidir´, ´Zâhiddir´, ´Hayırlıdır´ ve benzeri vasıfları söylemesi gibi... Ama kişi ´Ben onu geceleyin namaz kılarken, sadaka verirken, haccederken gördüm´ dediği zaman, bunlar kesin şeyler olduğu için sakınca yoktur.

Kişinin ´o âdildir, rızâ (râzı)dır´ demesi de o kabildendir; zira adil ve rızâ gizlidirler. Bu bakımdan burada kesin konuşmak uygun değildir. Ancak gizli bir denemeden sonra konuşabilir.

Hz. Ömer, bir kişiyi öven birini dinledi ve ´Sen onunla yolculuğa çıktın mı?´ diye sordu. Öven ´Hayır!´ dedi. Ömer ´Sen onunla alışveriş ettin mi?´ dedi. Öven ´Hayır!´ dedi. Ömer ´Sen onun komşusu musun? Sabah ve akşamını biliyor musun?´ dedi. Öven ´Hayır!´ dedi. Ömer ´Kendisinden başka ilah olmayan ALLAH´a yemin ederim ki sen o adamı tanımıyorsun´ dedi.
Dördüncüsü: Övülen adam zâlim veya fâsık olduğu halde ba-zen övülmekten ötürü sevilir. Oysa böyle bir sevgiye meydan vermek caiz değildir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Fâsık bir kimse övüldüğü zaman ALLAH Teâlâ öfkelenir.277

Hasan Basrî şöyle demiştir: ´Kim uzun yaşaması için zâlime dua ederse, o kimse ALLAH´a, yaratmış olduğu arzda isyan etmeyi sevmiş olur!´
Fâsık bir zâlimin üzülmesi için aleyhinde bulunmak, sevinmesin diye kendisini övmemek en uygun harekettir.

Övülen Taraftaki Âfetler

Övgü kişiye iki yönden zarar verir:

Birincisi: Övgü onda kibir ve gurur meydana getirir, kibir ve gurur ise helâk edicidirler.
Hasan Basrî (r.a) şöyle anlatır: Hz. Ömer, etrafında ashâb-ı kirâm ve elinde kamçısı olduğu halde oturuyordu. O arada Cârut b. Münzir çıkageldi. Oturanlardan biri Hz. Ömer´e ´Bu Rabia kabilesinin başıdır´ dedi. Hz. Ömer de, etrafında oturanlar da, gelen Cârut da bu sözü işitti. Cârut, Hz. Ömer´e yaklaştığı zaman, Hz. Ömer onu kamçılamaya başladı. Bu manzara karşısında kalan Cârut, Hz. Ömer´e ´Ey mü´minlerin emîri! Benimle ne alıp veremediğin var?´ diye sordu. Hz. Ömer ´Seninle aramızda geçen birşey yok! Fakat sen söylenilen sözü işitmedin mi?´ dedi. Cârut ´Evet, işittim!´ dedi. Hz. Ömer ´İşte o söylenilen sözden senin kalbine kibir ve gurur gelmesinden korktum. Bundan dolayı seni alçaltacak bir harekette bulunmayı istedim´ dedi.

İkincisi: Övüleni hayırla övdüğü zaman, bu övmeden sevinir, hayır yönünden gevşer ve nefsinden razı olur. Oysa nefsinden razı olan bir kimsenin çalışması azalır; zira nefsini kusurlu gören bir kimse ciddiyetle çalışmaya koyulur. Ama diller, adamın lehinde övgüler düzdükleri zaman, adam da hedefe vardığını zanneder (dolayısıyla gevşer!) Bu sırra binaen Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Eğer arkadaşın senin yapmış olduğun övgüyü işitmiş olsaydı, sen onun boynunu kesmiş olurdun.
Arkadaşını yüzüne karşı övdüğün zaman sanki sen onun gırtlağının üzerinde pırıl pırıl parlayan keskin bir usturayı gezdirmiş olursun.278

Başka bir kişiyi öven bir zata da şöyle buyurmuştur: ´ALLAH seni kessin. Sen adamı kestin!´279

Mutarref280 diyor ki: ´Ben lehimde yapılan bir övgüyü işittiğim zaman, mutlaka nefsim bana zelil görünmüştür´.

Ziyad b. Ebî Müslim281 şöyle demiştir: ´Herhangi bir kimse lehinde bir övgü işitirse, muhakkak şeytan ona görünür. Fakat müslüman bir kimse derhal hatırlar, kendine gelir´.
İbn Mübarek şöyle demiştir: ´Bahsi geçen bu iki zat da doğru söylemişlerdir. Ziyad´ın sözüne gelince, onun bahsettiği kalp, halk tabakasının kalbidir. Mutarref in bahsettiğine gelince, onun söylediği kalp, havassın kalbidir´.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Bir kişinin başka bir kişiye bilenmiş bir bıçakla saldırması, onu yüzüne karşı övmesinden daha hayırlıdır.282

Hz. Ömer şöyle demiştir: ´Medhetmek, kesmek demektir´. Bunun hikmeti şudur. Çünkü kesilen bir kimse çalışmaktan gevşer ve çalışamaz hale gelir. Bir insan övüldüğü zaman da gevşer veya ucûb ve gurura meyleder.

Ucûb ve gurur da, kesmek gibi helâk edici sıfatlardır. İşte bunun için de Hz. Ömer, medhetmeyi kesmeye benzetmiştir. Eğer medh, medheden ile medhi yapılanın hakkında bu âfetlerden uzak olursa, o vakit medihte herhangi bir sakınca yoktur. Hatta böyle olduğundan övmek çoğu zaman iyi olur ve bunun için de Hz. Peygamber (s.a), ashâb-ı kirâmı överek şöyle buyurmuştur:
Eğer Ebubekir Sıddîk´ın imanı -peygamberler hariç- bütün insanların imanıyla tartılsa muhakkak Ebubekir´in imanı ağır basar.283

Hz. Ömer hakkında da şöyle demiştir:
Eğer ben peygamber olarak gönderilmeseydim, Ömer peygamber olarak gönderilirdi.284
Acaba bundan daha büyük bir övgü var mıdır? Fakat Hz. Peygamber, bu övgüyü sadakat ve basiret sebebiyle söylemiştir. Ashâb-ı kirâm da övgünün onlarda gurur, ucûb ve gevşeklik mey-dana getirmesinden uzak ve yücedirler. Hatta kişinin kendi nefsini medhetmesi, içinde kibir ve gurur olduğu için çirkindir; zira Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Ben âdemoğullarının efendisiyim ve bu sözde övünme yoktur!285

Yani ´Ben bu sözü söylemekle, halkın kendi nefsini övdüğü gibi bir övgüyü kasdetmiyorum´ demek istemiştir.

Bunun hikmeti şudur: Çünkü Hz. Peygamber ALLAH´a yakınlığıyla övünüyordu, Âdem´in evladı olmakla ve onların önderi bulunmakla değil! Nitekim padişahın yanında büyük bir sevgi ile kabul edilen bir kimsenin, padişahın birtakım hizmetçilerinden daha önde ve gözde olmasıyla değil, nimetle sevindiği gibi. Bütün bu anlattıklarımızdan, övmenin zenımi ile övmeye teşvik etmenin arasını telif edebilirsin. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) ashâb-ı kirâmın bir kimseyi övdüklerim işittiğinde şöyle demiştir:

Cennet vâcib oldu!286

Mücahid diyor ki: ´´Âdemoğulları için meleklerden arkadaşlar vardır. Onların meclislerinde otururlar. Müslüman kişi müslüman kardeşini hayırla andığı zaman, melekler ´sana da bunun benzeri olsun´ diye dua ederler. Onu kötülükle andığında, melekler ´Ey ayıbı örtülü olan Âdemoğlu! Nefsine kolaylık yap! Senin ayıbını örten ALLAH´a hamd ve senâda bulun!´ derler. İşte bunlar övmenin âfetleridir´´.

275)Kılâbî boyuna mensuptur, Humusludur. Künyesi Ebu Abdullah´tır.
Güvenilir, âbid ve zâhid bir kimse idi. H. 103 senesinde vefat etmiştir.
276)Müslim, Buhârî
277)İbn Ebî Dünya, Beyhakî
278)İbn Mübarek
279)Irâkî aslına rastlamadığını söylemektedir.
280)Adı Abdullah b. Şüheyr el-Âmiri el-Hareşi´dir. Künyesi Ebu Abdullah
olan bu zat, Basralı âbid ve güvenilir bir zattır.
281)Adı Ebu Ömer Ferrâ el-Basrî´dir.
282)Irâkî aslına rastlamadığını söylemektedir.
283)Kitab ´ul-İlim ´de geçmişti.
284)Deylemî
285)Tirmizî, İbn Mâce
286) Enes şöyle anlatır: Ashâbın yanından bir cenaze geçti. Onu övdüler. Hz. Peygamber de Vâcib oldu´ dedi. Biraz sonra başka bir cenaze geçti, onun hakkında da kötü konuştular. Hz. Peygamber ´Vâcib oldu´ buyurdu. Ashâb "Bu nasıl olur, ikisi için de Vâcib oldu´ dediniz´´ dediler. Hz. Peygamber ´Övdüğünüze cennet, kötülediğinize de cehennem vâcib oldu. Çünkü sizler yeryüzünde ALLAH´ın şahidlerisiniz´ diyerek, bu sözü üç defa tekrar etti. (Tayalîsî, İmam Ahmed, Buhârî, Müslim ve Nesâî)
 
Alt 02-03-2009, 18:25   #4
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Övülene Düşen Vazifeler

Övülen bir kimseye, kibir ve ucûbun âfetinden şiddetle sakınmak, övgüden dolayı ibadetlerde gevşeklik göstermekten şiddetle kaçınmak düşer. Övülen, ancak kendi nefsini tanıdığı takdirde bu vazifeyi yerine getirebilir. Sonucun tehlikesini düşündüğünde, riyanın inceliklerini, amellerin âfetlerini bildiğinde gerekeni yapabilir. Çünkü övülen zat, nefsi hakkında övenin bilmediklerini bilir. Eğer övene, övülenin bütün sırları belirseydi, onun kalbinden geçenler görünseydi, öven onu övmekten çekinecekti. Övülen bir kimseye, öveni tahkir etmek sûretiyle övgüden hoşlanmadığını belirtmek vazifesi düşer. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:287)

Enes şöyle anlatır: Ashâbın yanından bir cenaze geçti. Onu övdüler. Hz. Peygamber de Vâcib oldu´ dedi. Biraz sonra başka bir cenaze geçti, onun hakkında da kötü konuştular. Hz. Peygamber ´Vâcib oldu´ buyurdu. Ashâb "Bu nasıl olur, ikisi için de Vâcib oldu´ dediniz´´ dediler. Hz. Peygamber ´Övdüğünüze cennet, kötülediğinize de cehennem vâcib oldu. Çünkü sizler yeryüzünde ALLAH´ın şahidlerisiniz´ diyerek, bu sözü üç defa tekrar etti. (Tayalîsî, İmam Ahmed, Buhârî, Müslim ve Nesâî)

Süfyan b. Uyeyne288 şöyle demiştir: ´Övülen bir kimse, nefsini bildiği takdirde övgü kendisine zarar vermez´. Sâlih kullardan birisi övüldü ve bu sâlih kul dedi ki: ´Ey ALLAHım! Senin şu kulların beni tanımıyorlar. Oysa sen´beni tanıyorsun!´

Başka bir sâlih kul övüldüğü zaman şöyle dedi: ´Ey ALLAHım! Senin şu kulun seni kızdırmak sûretiyle bana yaklaştı ve ben seni ondan nefret ettiğime şahid tutuyorum´. (İbn Ebî Dünya)
Hz. Ali (r.a), övüldüğü zaman şöyle demiştir: ´Ey ALLAHım! Onların bilmediklerini benim için affet ve söylediklerinden dolayı beni sorumlu tutma! Beni onların zannettiğinden daha hayırlı kıl!´

Bir zat Hz. Ömer´i (r.a) övdü, karşılık olarak Hz. Ömer ona şöyle dedi: ´Sen hem beni, hem de kendi nefsini helâk etmek mi istiyorsun?!´

Bir kimse Hz. Ali´yi yüzüne karşı övdü ve aynı zamanda Hz. Ali´nin kulağına, bu adamın aleyhinde konuştuğu haberi gelmişti. Cevap olarak Hz. Ali ona şöyle dedi: ´Senin dediğinin altında, nefsindekinin de üstündeyim!´

287)Müslim
288)Ebu İmran´ın oğlu olan bu zat Hilâlî kabilesindendir. Güvenilir, hâfız,
fâkih, önder ve hüccetti. H. 198 senesinin Receb ayında vefat etmiştir
 
Alt 02-03-2009, 18:26   #5
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Konuşma Esnasındaki Hataların İnceliklerinden Gaflet Etmek

ALLAH ve onun sıfatlarıyla, dinî emirlerle ilgili olan hususlarda, lâfızları doğrultmaya, ancak fasih ve beliğ âlimler muktedir olurlar. O halde ilim ve fesahatta kusurlu olan bir kimsenin ke-lâmı hatalardan uzak değildir! Fakat ALLAH Teâlâ, onun cehaletinden dolayı kendisini affeder. Huzeyfe b. Yeman Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Sakın sizden bir kimse şöyle demesin: ´ALLAH´ın dilediği ve senin dilediğin,..´ Fakat şöyle desin: ´ALLAH´ın dilediği, sonra senin dilediğin..´289

Bunun yasaklanma hikmeti şudur: Mutlak bir şekilde atıf yapmakta, ortaklık ve eşitlik vardır. Bu ise nıbûhiyyet makamına gösterilmesi gereken hürmete zıt düşer.

İbn Abbas (r.a) şöyle anlatır: ´Bir kişi Hz. Peygamber´e (s.a) geldi. Bir iş için kendileriyle konuşarak dedi ki: ´ALLAH´ın ve senin dilediğin...´ Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), şöyle buyurmuştur:

Sen beni ALLAH ile eşit mi kılıyorsun? Yalnız ALLAH´ın dilediği de.290

Bir kişi Hz. Peygamber´in yanında hutbe okuyarak dedi ki: ´Kim ALLAH´a ve O´nun Peygamber´ine itaat ederse o hidayete ermiştir. Kim onlara isyan ederse o dalâlete düşmüştür´. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) o adama şöyle demesini emretti:
Kim ALLAH´a ve Peygamber´e isyan ederse o dalâlete düşmüştür. (Yani ´onlara´ tabiri yerine ´ALLAH´a ve Rasûlü´ne´ tabirini kullan ki akla eşitlik mânâsı gelmesin!)291
Görüldüğü gibi, Hz. Peygamber (s.a) kişinin ´onlara´ tabirini, eşitlik mânâsını ifade ettiği için çirkin görmüştür.
İbrahim Nehâî, ´ALLAH´a ve sana sığınıyorum´ sözünü çirkin görürdü.
´ALLAH´a ve sonra sana sığınıyorum´ demek ise caizdir. Şöyle demekte de mahzur yoktur: ´Eğer ALLAH, sonra filan olmasaydı... (şöyle olacaktı)´. Fakat ´Eğer ALLAH ve filan olmasaydı´ demek caiz değildir.

Seleften biri şöyle demeyi çirkin görmüştür: ´Ey ALLAHım! Bizi ateşten azad eyle!´ Bu sözü çirkin gören zat derdi ki: ´Azad etmek, ateşe girdikten sonra olur!´ Oysa selef, ateşten korunurlar, ´Bizi ateşten koru ve (ateşten senin) rahmetine sığınıyoruz´ derlerdi.

Bir zat şöyle dedi: ´Ey ALLAHım! Beni kendilerine Hz. Peygamber´in şefaati isabet edenlerden eyle!´ Bunun üzerine Huzeyfe b. Yeman şöyle demiştir: ´ALLAH Teâlâ, mü´min kullarını Hz. Peygamberin şefaatinden müstağni kılmıştır. Onun şefaati ancak müslümanların günahkârlarınadır´.

İbrahim Nehâî şöyle demiştir: Kişi, başka bir kişiye ´Ey eşek, ey domuz!´ dediği zaman, kıyamet gününde böyle diyene ´Benim bir eşeği veya bir domuzu yarattığımı gördün mü?´ denilir.

İbn Abbas´tan şöyle rivayet edilir: "Muhakkak içinizden biri şirk koşar, hatta köpeği ile dahi şirke girer ve ´Eğer köpek olma-saydı bu gece malımız çalınacaktı´ der".

Hz. Ömer Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
ALLAH Teâlâ, sizi baba ve dedelerinizle yemin etmekten meneder. Bu şekilde yemin etmeyi yasaklar, Kim yemin etmek istiyorsa, ALLAH ile yemin etsin veya sussun!292

Hz. Ömer (r.a) der ki: ´Hz. Peygamberin bu hadîs-i şerifini işittiğimden beri, ALLAH´a yemin ederim ki bir daha ecdadımla yemin etmedim´.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Sakın üzümlere kerm demeyiniz; zira kerm kelimesi, müslüman kişi demektir.293

Bu lâfız, isim olduğu şeyde hayır ve fayda olduğuna delâlet eder. Bu vasfa da üzüm değil, müslüman kişi müstehaktır.

Ebu Hüreyre, Hz. Peygamberin (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Sakın sizden bir kimse ´benim abdim (kölem), benim emetim (câriyem)´ demesin. Çünkü hepiniz ALLAH´ın köleleri ve kadınlarımızın hepsi de ALLAH´ın câriyeleridir. Aksine ´benim hizmetçim, benim oğlum, benim kızım´ desin. Köle de ´benim RABBİM (sahibim), benim rabbiyem (sahibem)´ demesin. ´Benim efendim, benim hizmet ettiğim hanımım!´desin. Çünkü hepiniz ALLAH´ın kölelerisiniz. Rab ancak ALLAH Teâlâ´dır.

Sakın fâsık bir kimseye efendimiz demeyiniz. Çünkü o fâsık sizin efendiniz olduğu takdirde siz rabbinizi kızdırmış olursunuz.294

Kim ´Ben İslâm´dan beriyim´ derse -eğer doğru söylüyorsa-söylediği gibidir. Eğer yalancı ise, İslâm´a sağlam olarak dönmemiş demektir.295

Bu söz ve benzeri sözler, konuşmaya dahil olanlardandır. Bunları saymakla bitirmek mümkün değildir. Kim bizim dil âletlerinden söylediklerimizin tamamını düşünürse anlar ki kişi dilini serbest bıraktığı takdirde hatadan selim kalmaz ve bunu böyle düşündüğü anda Hz. Peygamber´in (s.a) ´Susan kurtulmuştur´ hadîs-i şerifinin sırrını anlamış olur. Çünkü şu âfetlerin hepsi, tehlike ve felâketlerdir ve hepsi de konuşanın yolunda beklemektedirler. Eğer konuşan susarsa, selâmet bulur. Eğer konuşursa, nef-sini tehlikeye atmış olur. Ancak fasih bir dil, geniş bir ilim, koruyucu bir takvâ ve daimi bir murakabe kendisine refakat ederse ve kendisi de mümkün olduğu kadar konuşmayı azaltırsa selâmette kalması umulur. Kişi bütün bunlarla beraber yine de tehlikeden tamamen kurtulmuş sayılmaz. Eğer konuşmayı beceremeyen kimselerden isen bunu ganimet ve fırsat sayarak sükût edip selâmete kavuşanlardan olmaya çalış! Çünkü selâmet, bu ganimetlerden birisidir.

289; Ebu Davud, Nesâî
290)Nesâî, İbn Mâce
291)Müslim
292)Müslim, Buhârî
293)Müslim, Buhârî
294)Ebu Dâvud
295)Nesâî, İbn Mâce

 
Alt 02-03-2009, 18:30   #6
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Âvam Tabakasının ALLAH´ın Sıfatlarından, Kelâmından ve Harflerden Sormaları

Halk bunların kadîm mi, hâdis mi (sonradan varolmuş) olduğunu sorar. Oysa halk tabakasının vazifesi, Kur´an´da olan ibadet ve taatlarla meşgul olmaktır. Ancak bu ibadet ve taatlarla meşgul olmak nefislere ağır gelir. Fuzulî hareketler ise, kalbe hafif geldiğinden avâm tabakasından olan bir kimse ilme dalmaktan hoşlanır; zira şeytan kendisine ´sen âlimlerden ve fazilet ehlindensin´ hayalini verir ve bu hayali kalbinde yerleştirmek için var kuvvetiyle çalışır. Onu kaydırıp küfrünü gerektiren bir sözü ağzından çıkarıncaya kadar yakasını bırakmaz. Oysa kendisi küfrünü gerektiren bir söz söylediğinden habersizdir. Halk tabakasından birinin büyük bir günah işlemesi, o kimsenin ilim hakkında konuşmasından daha selâmetli ve tehlikesizdir. Hele ALLAH´ın zat ve sıfatlarıyla ilgili konularda konuşması daha da tehlikelidir. Halk tabakası ibadetlerle meşgul olup, Kur´an´da vârid olan hakikatlere tedkik etmeksizin iman etmek ve Hz. Peygamber´in getirdiğine teslim olmak durumundadır. Avâm tabakasının ibadetlerle ilgili olan hususların dışındaki meselelerden sormaları edebe aykırıdır. Bununla ALLAH´ın azabına müstehak olurlar ve böyle konulara girmekle küfür tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar.
,
Avam tabakasının bu tür soruları, tıpkı çobanların padişahların sırlarından sormalarına benzer. Bu ise cezayı gerektiren bir durumdur. Kim ilmî bir meseleden sorarsa ve o meseleyi kavrayacak idrakte değilse, o kimsenin durumu kötüdür. Çünkü böyle bir kimse, bu meseleye nisbeten halk tabakasından sayılır. Bu sırra binaen Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Ben sizi terkettiğim sürece, siz de benim yakamı bırak p soru sormayın; zira sizden önceki ümmetler, peygamberler´ine fazla sorduklarından dolayı ve peygamberleriyle bu sebeple ihtilâfa düştüklerinden ötürü helâk olmuşlardır. Ben sizi herhangi bir şeyden sakındırdığım zaman, siz de ondan sakının ve size emrettiğim bir şeyi ise, gücünüz yettiği kadar yapın.296

Enes (r.a) şöyle anlatır: Halk birgürı Hz. Peygamber´e (s.a) sorular sordu. Hem de Hz. Peygamber´i kızdıracak derecede faz´a sordular. Bunun üzerine Hz. Peygamber minbere çıkarak şöylededi:

Benden sorun! Fakat siz benden bir şeyi sorarsanız (aleyhinizde olsa bile) o şey hakkında size haber veririm!297

Bu esnada ashâb-ı kirâmdan bir zat ayağa kalkarak dedi ki: ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Benim babam kimdir?´ Hz. Peygamber cevap olarak ´Senin baban Huzafe´dir´ dedi.298

Bunun akabinde hemen kardeş olan iki genç ayağa kalktılar ve dediler ki: ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Bizim babamız kimdir?´ Hz. Peygamber ´Sizin babanız o kimsedir ki siz ona nisbet ediliyorsu-nuz!´ Sonra üçüncü şahıs ayağa kalkarak şöyle dedi: ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Ben cennetlik miyim cehennemlik mi?´ Hz. Peygamber ´Belki sen cehennemliksin´ dedi.

Halk, Hz. Peygamberin öfkelendiğini görünce, soru sormaktan vazgeçtiler. Bu esnada Hz. Ömer (r.a), ayağa kalkarak şöyle dedi: Biz rab olarak ALLAH´a, din olarak İslâm´a, peygamber olarak Muhammed´e razı olduk´. Hz. Peygamber (s.a) Hz. Ömer´e hitaben ´Ya Ömer! ALLAH senden razı olsun! Otur! Muhakkak senin söylediğin hakikatin ta kendisidir´ dedi.299

Hadîste ´Hz. Peygamber (s.a) dedikodu, malı zâyi etmek ve fazla sual sormaktan nehyetmiştir´ diye vârid olmuştur.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar sual sora sora şöyle demeye başlamışlardır: ´Muhakkak mahlukâtı ALLAH yarattı. O halde ALLAH´ı kim yarattı?´ İnsanlar bunu söyledikleri zaman, siz onlara cevap olarak deyin ki: ´O bir olan ALLAH´tır. Tektir. O herkesin ihtiyacını gören ve herkesin her ihtiyacı için başvurduğu ALLAH´tır. O, doğurmamıştır ve doğrulmamıştır ve O´na denk olacak hiç kimse yoktur. Bunu söyledikten sonra sizden bir kimse sol tarafına üç defa tükürüp kovulmuş şeytanın şerrinden ALLAH´a sığınsın".300

Cahir (r.a) şöyle demiştir: ´Lânetleşenlerin hükmünü belirten ayet, insanların fazla sual sormalarından dolayı nâzil olmuştur´,301

Musa ve Hızır kıssasında, yeri gelmeden önce soru sormanın çirkin olduğuna işaret vardır; zira Hızır Hz. Musa´ya ´O halde bana tâbi olacaksın. Ben bir söz açmadıkça bana hiçbir şeyden sorma´ (Kehf/70) demiştir. Hz. Musa (a.s) delinen gemiden dolayı Hızır´a sorduğu zaman Hızır, va´dine riayet etmediğinden dolayı Hz. Musa´nın sualini kınadı. Bu bakımdan Hz. Musa (a,s) özür dileyerek şöyle dedi: ´Onu unutmuşum! Unuttuğum şeyle beni muâhaze etme ve işimde bana güçlük teklif etme´ (Kehf/ 73). Hz. Musa sabredemeyerek Hızır´a üçüncü defa sual sordu. Hızır kendisine ´İşte bu itiraz, benimle senin ayrılmamıza sebep olmuştur´ (Kehf/78) deyip, ondan ayrıldı.

Bu bakımdan avam tabakasının dinin derin meselelerini sormaları, âfetlerin en büyüklerindendir ve böyle bir sual, fitnelerin kopmasına vesiledir. O halde, avam tabakasını böyle sual sormaktan menetmek ve şiddetle azarlamak gerekir, Avam tabakasının Kur´an´m harflerine dalmaları, tıpkı padişahın kendisine mektup yazdığı ve o mektubunda birtakım emirler verdiği ve buna rağmen padişahın mektubunda belirtilen emirlerle değil de mektubun kağıdıyla; eski bir kağıt mı, yoksa yeni mi diye uğraşan bir kimsenin haline benzer! Böyle bir kimse, elbette bu hareketiyle cezaya müstehak olur. İşte âvam tabakasından olan bir kimsenin Kur´an´ın tayin ettiği sınırları aşarak, Kur´an´ın harflerinin kadîm mi, hâdis mi olduğunu merak etmesi, tıpkı buna benzer. ALLAH Teâlâ´nın diğer sıfatları için de durum böyledir. ALLAH en doğrusunu bilir!

296)Müslim, Buhârî
297)Müslim, Buhârî
298)Huzafe Kays´ın oğlu, o da Âdî´nin, o da Said´in, o da Sehm´in oğludur.
Kureyş soyuna mensuptur. Sual soran Abdullah b. Huzafe´nin künyesi Ebu
Huzafe´dir. Annesi Abdimenafın oğlu Kars´ın soyundan Harsan´dır. Bu
zat, ashâbın ilk tabakasındanır. Hz. Osman zamanında Mısırda vefat
etmiştir.
299)Müslim, Buhârî
300)Müslim, Buhârî
301)Bezzar
 
Alt 02-03-2009, 18:30   #7
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Zemmil Gazab velhıkd vel Haşed Konusuna Giriş

Affına ve rahmetine ancak ümit sahiplerinin güvendiği ALLAH´a hamdolsun. O ALLAH ki O´nun öfkesinin ve savletinin neticesinden ancak muttakîler sakınırlar. O ALLAH ki, kullarını haberleri olmaksızın sevk ve idare edip, şehvetleri onlara musallat kılmıştır. İştahlarının çektiğini terketmeyi kendilerine emretmiştir. Onları öfkeye müptelâ kılmıştır.
Öfkelendikleri konularda öfkelerini yutmakla kendilerini zorunlu kılmıştır. Sonra onları şehvet ve lezzetlerle çepeçevre sarmış ve iradelerini yaptıklarını görmek için- ellerine vermiştir. Bu şekilde iddia ettikleri konuda doğruluklarını bilmek için sevgilerini denemiş ve kendilerine açık ve gizli yaptıkları hiçbir şeyin kendisine gizli olmadığını bildirmiştir. Habersizken, ansızın kendilerini yaka-paça, pençe-i kahrıyla yakalayacağını bildirerek şöyle buyurmuştur:

Onların işi sadece korkunç bir sese bakar. Çekişip dururlarken ansızın o kendilerini yakalar. Artık ne bir tavsiye yapabilirler, ne de ailelerine dönebilirler.
(Yâsin/49-50)

Salât ve selâm, peygamberlerin altında toplanacağı sancağın sahibi olan Hz. Peygamber´e, âline, hidayete erişip, hidayete götüren ashâbına ve ALLAH´ın rızasına mazhar olan islâm büyüklerine olsun! Öyle bir salât ki onun adedi, ALLAH´ın yaratmış olduğu ve yaratacağı şeylerin sayınca kadar olsun! O salâtın bereketinden geçmiş ve gelecek müslümanlar nasipdar olsun!

Bundan sonra bil ki öfke, bir ateş kıvılcımıdır. Göğüslerde yanan ALLAH´ın ateşinden alınmıştır. Muhakkak ki öfke ateşi, küllerin altına gizlenen ateş közleri gibi, kalplerin kıvrımlarında gizlidir. Taşın, demirin ateş çıkarması gibi, bu öfke ateşini de inatçı ve zâlim olan kişinin kalbinde gizlenen gurur ve azamet dışarıya çıkarır. Yakîn nûruyla bakanlar bilir ki, insanoğlundan, ALLAH´ın rahmetinden kovulmuş şeytana uzanan bir damar vardır. Bu bakımdan öfke ateşi kime galip gelirse, o kimsede şeytanın yakınlığı kuvvet bulur. Nitekim şeytan şöyle demiştir:

Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın!(A´raf/12)

Muhakkak ki çamurun durumu vâkar içinde sükûnettir. Ateşin durumu ise alevlenmek ve parlamak, hareket ve ızdıraptır. Kin ve hased, öfkenin doğurduğu kötü neticelerdir. Helâk olan kimseler bu iki kötü hasletten dolayı helâk olmuşlardır. Fesada uğrayanlar da onlardan dolayı fesada uğramışlardır. Kin ve hasedin kaynağı, bir çiğnem ettir. O et, doğru olduğu takdirde, onunla beraber bedenin tümü doğru olur. Madem kin, hased ve öfke, kulu felâkete sevkeden âmil ve sebeplerdendir, öyleyse insan, öfkenin tehlikeli durumlarını, çirkin taraflarını bilmeye muhtaçtır ki öfkeden sakınıp, korunsun! Eğer varsa, kalbinden silip söküp atsın. Eğer kalpte yerleşmiş ise, tedavi etmek sûretiyle sökülmesine çalışsın; zira şerri tanımayan bir kimse şerrin içine girebilir. Şerri tanıyana da, şerrin bertaraf edilmesinin ve uzaklaştırılmasının yolunu bilmedikçe sadece tanımak yeterli olmaz. Biz bu bölümde hased ve kinin âfetlerini, öfkenin kötülüğünü belirteceğiz. Bütün bunları, şu hususlarda toplayacağız: Öfkenin kötülüğünü ve hakikatini açıklamak, sonra öfkenin esasının riyazetle kalpten sökülmesinin mümkün olup olmadığını beyan etmek, sonra öfkeyi kabartan sebepleri beyan etmek, kabardıktan sonra ne yapmak gerektiğini belirtmek, sonra öfkeyi yutmanın faziletini izah etmek, sonra hilm´in faziletini, sonra konuşmanın ne kadarıyla insan davasına yardım edip içini rahat ettirebilir meselesini açıklamak, sonra kin ve doğurduğu kötü neticeler hakkında konuşmak, af ve şefkat göstermenin faziletini belirtmek, sonra hasedi kötülemek hususundaki sözü açıklamak, hasedin hakikatini, sebeplerini, tedavi yollarını, sökülmesi için en son gereken çarenin beyanını, sonra akran, arkadaş, amcazadeler ve akrabaların arasında neden hasedin çokça vâkî olduğunu belirtmek, bu saydıklarımızın dışında hasedin çoğalıp, azalmasını veya zayıflamasını izah etmek, hased hastalığını kalpten söken tedavi yolunu belirtmek, daha sonra kalpten hasedin sökülmesinin farz olan miktarını beyan etmektir. Tevfîk ALLAH´tandır!
 
Konu Kapatılmıştır


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı




2007-2026 © Siyaset Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.


Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı