Siyaset Forum - Siyasetin Kalbi


Konu Kapatılmıştır
Seçenekler
 
Alt 02-03-2009, 18:35   #1
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Öfkeye Yol Açan Sebepler

Anlaşıldı ki her illetin ilâcı, onun maddesini ve sebeplerini ortadan kaldırmaktır. Bu bakımdan öfkenin sebeplerini tanımak gerekir.
Hz. Yahya, Hz. İsa´ya şöyle dedi:

- Hangi şey daha şiddetlidir?
-ALLAH´ın öfkesi ve gazabı...
-İnsanı ALLAH´ın öfkesine yaklaştıran nedir?
-Senin öfkelenmendir.
-Öfkeyi açığa çıkaran ve bitiren nedir?
-Kibir, böbürlenmek, kendini büyük görmek ve körü körüne taassub!

Öfkeyi kabartan sebepler, büyüklük taslamak, ucub, mizah yapmak, müstehcen konuşmak, başkasıyla alay etmek, başkasını ayıplamak, mücadele etmek, düşmanlık gütmek, hainlik, fazla mal ve mertebeye şiddetle harislik göstererek düşkün olmaktır. Bunların tümü, düşük ve dinen kötü sıfatlardır. Bu sebepler insanoğlunda kaldıkça öfkeden kurtulması mümkün değildir. Bu bakımdan herşeyden önce bu sebepleri, zıtları ile bertaraf etmelidir. O halde, tevazu göstermek suretiyle gururu öldürmelisin, nefsini tanımak suretiyle ucubu öldürmelisin. Nitekim bunun bahsi Kibir ve Ucub bölümünde gelecektir. Mağrur olmayı, senin de kölenin cinsinden olduğunu bilmekle silebilirsin. Çünkü insanlar bir babadan gelmişlerdir. Ancak fazilette değişik mertebelere ayrılmışlardır. Bu bakımdan Ademoğulları bir cinstir. Ancak faziletlerle iftihar edilir. İftihar etmek, ucub gütmek ve kibre kapılmak rezaletlerin en büyüklerindendir. Bunlar, rezaletlerin aslı ve başıdırlar. Sen bunlardan boşalmadıkça başkasından hiçbir üstünlüğün olmayacaktır. Kölenin cinsinden olduğun halde böbürlenmeye hakkın yoktur! Çünkü bünye, neseb, dış ve iç organlar bakımından kölenle aynı cinstensin.

Mizaha gelince, mizahı ancak insan ömrünün tamamını kapsayan dinî vazifelerle meşgul olmak suretiyle sökebilir. Bunu bildiğin zaman artık mizahtan uzaklaşırsın.
Müstehcen konuşmaya gelince, faziletlerin araştırılmasında, güzel ahlâkın ve seni ahiret saadetine ulaştıracak dinî ilimlerin araştırılmasında ciddiyet göstermek suretiyle onu bertaraf edebilirsin.

Başkasıyla istihza etmeye gelince, bunu insanları üzmekten kaçınmak ve nefsini istihza edilmekten korumak suretiyle silebilirsin.

Ayıplamaya gelince, çirkin sözlerden kaçınmak ve acı cevabı vermekten nefsini korumak suretiyle bu illetten kurtulabilirsin. Maişetin fazlalıklarına karşı gösterilen şiddetli kanaatsizlik olan harisliğe gelince, o da zaruret miktarıyla kanaat etmek suretiyle bertaraf edilebilir. Onu da muhtaç olmamanın azizliğini istemek ve ihtiyaç zilletinden kaçınmak için yapmalısın. Bu ahlâkların ve bu sıfatların tedavisinde insanoğlu riyazet yapmaya ve meşakkatleri yüklenmeye muhtaçtır. Bu riyazetin sonucu; tehlikelerini tanımaya dönüşür. Nefsin kendisinden uzaklaşması ve çirkinliğinden nefret etmesi için tehlikelerini tanımak gerekir. Bundan sonra uzun bir müddet, bilfiil bu çirkin ahlâkların zıdlarına devam edip nefse kolay ve alışkanlık hâline gelinceye kadar bu işe devam ettiğin takdirde nefisten onlar silinir. Nefisten silindiği takdirde de nefis gelişir ve bu rezaletlerden ayrılır. Bu rezaletlerden doğan öfkeden de kurtulmuş olursun. Cahillerin çoğunu öfkeye sevkeden sebeplerin en şiddetlilerinden biri öfkeye kahramanlık, erkeklik, izzet-i nefis ve himmetin büyüklüğü ismini vermeleridir. Öfkeyi cehalet ve hamakatlarından dolayı övülen sıfatlarla sıfatlandırmalarıdır ki nefisleri öfkeye meyletsin, öfkeyi güzel görsün ve iyi kabul etsin. Büyük insanlardan öfkenin şiddetini erkekliğin simgesi gibi hikâye etmekle bu durum kalpte daha da yerleşir. Nefisler de kendilerini büyüklere benzetmeye meyyaldirler. Dolayısıyla kalpte öfke kabarır. Bu şekilde öfkeye izzet-i nefis ve erkeklik ismini vermek katıksız bir cehalettir. Aksine bu, manevî kalp hastalığı ve akıl eksikliğidir. Bu nefsin zayıflığından ve eksikliğinden doğar. Bunun, nefsin zayıflığından doğduğunun belirtisi şudur: Hasta bir kimse sağlam bir kimseden, kadın erkekten, çocuk büyük insandan, zayıf ve yaşlı zayıf olmayan bir yaşlıdan, kötü ahlâk sahibi faziletler sahibinden daha çabuk öfkelenir. Bu bakımdan rezil bir kimse, lokması elinden kaçtığı zaman şehvetinden dolayı, parası elinden düştüğü zaman cimriliğinden dolayı öfkelenir. Hatta bu durumda aile efradına, çocuğuna ve arkadaşlarına bile öfkelenir. Kuvvetli o kimsedir ki öfkelendiği anda nefsine hâkim olur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Şiddetli ve kahraman, başkasının sırtını güreşte yere getiren kimse değildir. Pehlivan ancak o kimsedir ki, öfkelendiği anda nefsine hâkim olur.19

Bu cahil kimseleri, hâlim ve affedici kimselerin hikâyelerini okumak ve onların öfkelerini nasıl yuttuklarını anlatmak suretiyle tedavi etmek daha uygundur. Çünkü böyle yapmak, peygamberler, velîler, hükemâ ve âlimlerden nakledilmiştir. Faziletli padişahların büyüklerinden de nakledilmiştir. Bunun zıddı ise, Kürt ve Türk´ün zâlimlerinden, câhil,fazilet ve akıldan yoksun olan ahmaklardan nakledilmiştir.

 

 
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 02-03-2009, 18:36   #2
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Öfkeyi Yenmenin Çâresi

Bizim bu söylediklerimiz, öfkenin sebeplerini yok etmek ve kabarmasını önlemek içindir. Bu bakımdan öfke kabardığı zaman teenni ile hareket etmek farz olur ki öfkenin sahibi, kötü bir şekilde onu icra etmeye mecbur olmasın. Öfke kabardığı anda, ancak ilim ve amel macunu ile tedavi edilir. İlim ise altı kısımdır.

1. Bizim bundan sonra, öfkeyi yutmak, affetmek, hilm göstermek, eziyet ve meşakkatlere göğüs germek hakkında zikredeceğimiz sözleri düşünmektir. Dolayısıyla onun sevabını elde etmeye teşvik edilmiş olur. Bu bakımdan öfkeyi yutmaktan elde edilen sevaba karşı isteği olan kendisini intikam almak suretiyle gönlünü rahat ettirmekten meneder ve dolayısıyla kabaran öfkesini söndürür.

Mâlik b. Evse b. Hadsan20 şöyle anlatıyor: "Hz. Ömer (r.a) bir kişiye kızdı ve onun dövülmesini emretti. Bu kişi Hz. Ömer´den ´Affet! İyiyi emret ve cahillerden yüzçevir!´ (A´raf/199) ayetini okumasını istedi. Bu isteğine karşılık Hz. Ömer (r.a) ayeti okudu, ayet hakkında derin derin düşündü. Çünkü Hz. Ömer, kendisine ALLAH´ın Kitabı okunduğu zaman kıpırdamadan dururdu. ALLAH´ın Kitabı hakkında çok düşünürdü. Bu bakımdan Hz. Ömer, bu ayet hakkında da düşündü ve adamı serbest bıraktı".

Ömer b. Abdüiaziz bir adamın dövülmesini emretti. Sonra o adam ´Öfkelerini yutarlar´ (Alu İmran/134) ayetini okudu. Bunun üzerine Ömer, hizmetkârına ´onu serbest bırak´ diye emretti.

2.Nefsini ALLAH´ın azabıyla korkutmaktır. Şöyle ki: ´ALLAH´ın bana karşı olan kuvvet ve kudreti benim bu insana karşı olan kuvvet ve gücümden daha büyüktür. Eğer ben bu insana öfkemin icabını tatbik edersem, ALLAH Teâlâ´nın da kıyamet günü affedilmeye en muhtaç olduğum bir anda, öfkesini benim hakkımda tatbik etmeyeceğinden emin değilim´ demelidir.

ALLAH Teâlâ, kadîmkitaplarından birinde şöyle buyurmuştur:
Ey Âdemoğlu! Öfkelendiğin zaman beni hatırla ki ben de öfkelendiğim zaman seni hatırlayayım ve yok edilecekler arasında seni yok etmeyeyim.
Hz. Peygamber (s.a) Vâsı´ı bir iş için gönderdi. Vâsı´ gecikti, geldiğinde Hz. Peygamber kendisine şöyle dedi:

Eğer kısas olmasaydı, kesinlikle senin canını yakardım. Burada ´Kıyamet´teki kısas olmasaydı´ denilmek istenmiştir.

Denildi ki, "İsrailoğulları´nda yanında bir hakîm bulunmayan hiçbir padişah yoktu. Padişah öfkelendiği zaman o hakîm, padişahın eline bir sahife tutuştururdu. O sahifede şunlar yazılıydı: Fakire acı! Ölümden kork! Âhireti an! Padişah, öfkesi dininceye kadar o sahifeyi okurdu".

3.Nefsini, düşmanlık ve intikamın akibetinden, düşmanın,mukabele etmek için çalışmasından ve hedeflerini yıkmak için gayret göstermesinden, musibetleriyle sevinmesinden korkutmaktır. Oysa kendisi hiçbir zaman musibetlerden kurtulmaz. Bu
bakımdan nefsini öfkenin dünyadaki kötü neticelerinden -eğer nefis ahiretteki neticelerinden korkmasa bile- korkutmalıdır. Bu ise şehveti öfkeye saldırtmaya ve musallat kılmaya dönüşür. Bu, ahiret amellerinden değildir ve bundan dolayı sevabı da yoktur.
Çünkü kişi, geçici zevk ve safâlarının bir kısmını diğer bir kısmına tercih etmek suretiyle zevk ve safâsına koşmaktadır. Ancak kaçındığı hususlar ilim ve ameline engel olacak şeyler olup aradıkları ameline yardım edecek şeyler ise, bu takdirde sevabdar olur.

Şöyle ki, öfke anında başkasının yüzünü hatırlamak ve kendi öfkesinin çirkinliğini düşünmek ve öfke sahibinin saldırgan bir köpeğe ve adi bir yırtıcı hayvana benzerliğini düşünmek; halîm, sakin, öfkeyi terkeden bir kimsenin de peygamberlere, velî kullara, âlimler
ve hükemâya benzediğini düşünmekdir. Bunları düşündükten sonra nefsini serbest bırakmalıdır. İsterse nefis kendisini köpeklere, yırtıcı hayvanlara ve insanların düşüklerine benzetsin, isterse âlimler ve peygamberlere benzetsin. Eğer zerre kadar aklı
varsa, nefsi bunlara uymanın sevgisine meyleder.

5.Kendisini intikam almaya çağıran sebep hakkında düşünmektir. Öfkesini yutmasına mâni olan illeti süzmektir; zira her öfkenin mutlaka bir sebebi vardır ve olmalıdır. Mesela şeytan kendisine ´Sen öfkeni yutarsan senin âcizliğine, nefsinin küçüklüğüne, zilletine ve hakirliğine yorumlanır. Halkın gözünde hakir düşersin´ der. Bu bakımdan şeytanın bu sözüne karşı, öfkelenen kişi nefsine şöyle söylemeli: ´Sen ne acaip mahluksun! Şimdi eziyetten kaçmıyorsun da kıyamet gününün rezalet ve sefaletinden kaçınmıyorsun! O gün karşındaki adam senin elinden tutar ve senden intikam alır. İnsanların gözünde küçük düşmekten sakınıyorsun da ALLAH nezdinde, melek ve peygamberler katında
küçük düşmekten kaçınmıyorsun!´ Bu bakımdan kişi, ne zaman öfkesini yutarsa, öfkesini sadece ALLAH rızası için yutması uygundur. Bu niyetle öfkesini yutarsa ALLAH nezdinde alabildiğine kıymetli olur. Bu durumda insanların yanında kıymetli olmanın ne önemi kalır! Dünyada kendisine kötülük edenin kıyamet günü uğrayacağı zillet, daha şiddetli olur. Acaba kişi kıyamet gününde ´ALLAH katında ecri olan ayağa kalksın!´ diye çağırıldığı zaman
ayağa kalkanın kendisi olmasını istemez mi! Zira bu çağrıya ancak, dünyada affedenler icabet ederek ayağa kalkar. Bu ve bunun benzerleri imanın mârifetlerindendir. Bunları kalpte yerleştirmek gerekir.

6.Öfkesinin ALLAH´ın isteğine göre cereyan eden birşeye şaşıp hayret ederek geldiğini bilmelidir. Evet, bu şey kendi isteğine göre cereyan etmediğinden dolayı öfkelenir! Acaba ´Benim isteğim ALLAH´ın isteğinden daha evlâdır´ demesi nasıl olur? Oysa ALLAH´ın
kendisine kızması, kendisinin kızmasından -tehlike bakımdan- daha büyüktür. Amele gelince, senin dilinle eûzübillâhi min´eşşeytan ir-racîm demendir; zira Hz. Peygamber, öfke anında böyle söylemeyi emretmiştir. Hz. Peygamber (s.a) zevcesi Âişe validemiz öfkelendiği zaman ağzını eliyle kapatır ve şöyle derdi:

Ey Ayşecik! De ki:.´Ey ALLAHım! Ey Muhammed´in Rabbi! Benim günahımı affet! Kalbimin öfkesini gider. Fitnelerin saptırmasından beni koru!´21

Bu bakımdan senin de bu duayı okuman müstehabdır. Eğer öfken bu duayı okumakla da gitmezse ayakta isen otur, oturuyorsan uzan. Kendisinden yaratılmış olduğun toprağa yaklaş ki nefsinin zilletini bilmiş olasın. Oturmak ve uzanmakla sükûnete kavuşmaya çalış! Çünkü öfkenin sebebi hararettir, harareti oluşturan harekettir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Muhakkak öfke, kalpte parlayan bir ateş közüdür. Siz öfkelenen kişinin avurtlarının şiştiğini, gözlerinin kızardığını görmez misiniz? Bu nedenle bazılarınız böyle bir şeyi hissettiği zaman eğer ayakta ise derhal otursun, eğer oturuyor ise derhal uzansın.22
Eğer bununla da öfke geçmezse o zaman soğuk su ile abdest alsın veya gusletsin. Çünkü ateşi ancak su söndürür. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Biriniz kızdığı zaman su ile abdest alsın; çünkü kızgınlık ateştendir.23

Başka bir rivayette ´Muhakkak öfke şeytandandır. Muhakkak şeytan da ateşten yaratılmıştır. Ateş ancak su ile söndürülür. O halde biriniz öfkelendiği zaman abdest alsın!´ demiştir.

İbn Abbas, Hz. Peygamber´in şöyle dediğini rivayet eder: Öfkelendiğin zaman sus!24

Ebu Hüreyre der ki: ´Hz. Peygamber öfkelendiği zaman, ayakta ise otururdu. Oturduğu halde öfkelendiği zaman uzanırdı ve öfkesi geçerdi´.25

Ebu Said el-Hudrî, Hz. Peygamber´in şöyle dediğini rivayet eder:
İyi bilin ki öfke, Ademoğlu´nun kalbinde bir parça ateştir. Siz onun gözlerinin kızardığına, boyun damarlarının gerildiğine bakmaz mısınız? Bu bakımdan kim böyle birşey hissederse, yanağını yere yapıştırsın.26

Hz. Peygamber ´Yanağını yere yapıştırsın´ sözü ile secdeye işaret etmiştir. Bu, azaların en azizini, yerlerin en zelili olan toprağa değdirmeye işarettir. Böylece nefsi zilletini hissetmiş olsun, nefsin gururu ve öfkenin sebebi olan bencilliği ortadan kalksın.

Rivayet ediliyor ki Hz. Ömer birgün öfkelendi. Derhal su isteyip burnuna su çekti ve şöyle dedi: ´Öfke şeytandandır. Su ise öfkeyi giderir!´

Urve b. Muhammed şöyle diyor: Yemen´e vali olarak tayin edildiğim zaman babam bana ´Vali mi oldun?´ diye sordu. Ben ´evet´ cevabını verince şöyle dedi: ´Öfkelendiğin zaman üstündeki göklere ve altındaki yere bak. Sonra onları yoktan varedeni yücelt (ve hatırla..)´
Rivayet ediliyor ki, Ebu Zer Gıfârî bir kişiye aralarında geçen bir olay nedeniyle ´Ey kızılcığın oğlu!´ diye hakaret etti. Bu söz Hz. Peygamber´in kulağına gitti. Hz. Peygamber Ebu Zer´e şöyle hitap etti:

Ey Ebu Zer! Kulağıma geldiğine göre, sen bugün (din) kardeşini annesinden dolayı ayıplamışsın!

Ebu Zer ´Evet! Doğru!´ dedikten sonra arkadaşını razı etmek için hemen faaliyete geçti. Fakat o kişi, Ebu Zer kendisini görmeden önce Hz. Peygamber´in huzuruna vardı ve Ebu Zer´in yaptığı hakaretleri Hz, Peygamber´e söyledi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Ebu Zer´e şöyle hitab etti.

Ebu Zer! Başını kaldır da bak! Sonra bil ki sen bu kainatta bulunan ne bir kırmızıdan ve ne de bir siyahtan üstünsün. Meğer ki amelinle kendisinden üstün olasın. Öfkelendiğin zaman ayakta isen otur! Oturuyorsan yaslan! Yaslanmış vaziyette isen uzan..27

Mu´temer b. Süleyman28 şöyle anlatıyor: Sizden önce geçmiş milletlerin arasında bir kişi vardı. Öfkelenir ve öfkesi şiddetli olurdu. Bu kişi üç kağıda birşey yazarak her sayfayı bir kişiye verdi. Birinci sayfayı verdiği kişiye dedi ki: ´Ben öfkelendiğim zaman bana bu sayfayı ver!´ ikincisine ´Öfkem biraz dindiği zaman benim elime bu sayfayı sıkıştır´ dedi. Üçüncüsüne de ´Öfkem tamamen geçtikten sonra bu sayfayı elime ver´ dedi. Bir müddet sonra öfkesi alabildiğine kabardı. Kendisine birinci sayfa verildi. Sayfayı açınca sayfada şöyle yazılı olduğunu gördü: ´Sen nerede bu öfke nerede! Sen ilah değilsin, beşersin. Senin bir kısmını diğer kısmının yeme ihtimali vardır´. Bu yazıları okuduktan sonra öfkesinin bir kısmı dindi. Bunun üzerine kendisine ikinci sayfa verildi. Baktı ki ikinci sayfada şunlar yazılıdır: ´Yeryüzünde olanlara şefkatli ve merhametli ol ki göklerde hükmü olan ALLAH da sana merhamet etsin!´ Bunun akabinde kendisine üçüncü sayfa verildi. Baktı ki üçüncü sayfada şunlar yazılıdır: ´İnsanları ancak

ALLAH´ın hakkını zayi ettiğinden dolayı muâhaze et. Çünkü onları ancak bu ıslah eder.´
Mehdî b. Muhammed b. Abdullah el-Abbâsî, bir kişiye kızdı (ve intikam almak istedi). Şebih ona dedi ki: "ALLAH Teâlâ için ALLAH Teâlâ´dan daha fazla kızma!´


_____________________________________
20)H. 93 senesinde vefat etmiştir.
21)Müslim, Buhârî
22)Tirmizî
23)Ebu Dâvud
24)İmam Ahmed, İbn Ebî Dünya, Taberânî
25)İbn Ebî Dünya
26)Tirmizî
27)İbn Ebî Dünya
28)Tarhan Teymî´nin torunu olan bu zatın künyesi Ebu Muhammed´dir,
Basralıdır. Güvenilir olan bu zat, H. 87 senesinde vefat etmiştir.
 
Alt 02-03-2009, 18:37   #3
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Öfkeyi Yenmenin Fazileti

ALLAH Teâlâ ´Öfkelerini yutarlar´ (Alu İmran/134) bu-yurmuştur ve bunu müslümanları medhetmek için söylemiştir.

Hadîsler

Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:

ALLAH öfkesini frenleyen bir kimseye azabını durdurur. Rabbine mazeretini arzeden bir kimsenin özrünü ALLAH Teâlâ kabul eder. Kim dilini korursa ALLAH onun çirkin taraflarını örter.29

Sizin en pehlivanınız ve en erkeğiniz o kimsedir ki öfkelendiği zaman nefsine hâkim olur! Sizin en haliminiz, düşmanından intikam alma imkânı olduğu halde onu affe-den kimsedir.30

Öfkesinin gereğini yerine getirme imkânı varken bundan vazgeçen kimsenin kalbini ALLAH Teâlâ kıyamet gününde rızasıyla doldurur.31

Bir rivayette ´O kimsenin kalbini ALLAH emniyet ve iman ile doldurur´ diye vârid olmuştur.
ibn Ömer Hz. Peygamberin şöyle dediğini rivayet eder:

ALLAH rızası için öfkesini yutmaktan, ecir bakımından daha büyük bir şey yoktur ki kul onu yapsın.32

İbn Abbas Hz. Peygamber´in şöyle dediğini rivayet eder:
Kesinlikle (bilinsin ki) cehennemin bir kapısı vardır. O kapıdan ancak ALLAH´a isyan etmek suretiyle öfkesine uyup gönlünü rahat ettiren bir kimse girer.33

ALLAH nezdinde kulun öfkesini yutmasından daha sevimli hiçbir şey yoktur. Kul öfkesini yuttuğu takdirde ALLAH onun kalbini iman ile doldurur.34

Kim yerine getirmeye kudreti olduğu halde öfkesini yutarsa, ALLAH Teâlâ mahlukatın gözleri önünde onu çağırır ve cennet hurilerinden ´hangisini istersen al´ diye onu serbest bırakır.35

Ashâb´ın ve Âlimlerin Sözleri

Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: ´ALLAH´tan korkan bir kimse, öfkesini yutar ve bu hususta nefsinin isteğini yapmaz. ALLAH´tan korkan bir kimse istediğini yapamaz. (Ancak ALLAH´ın isteğini yerine getirebilir). Eğer kıyamet günü olmasaydı siz bugün benden gördüğünüzün tam aksini görecektiniz!´

Lokman Hekim oğluna şöyle demiştir: ´Ey oğul! Dilencilik etmek suretiyle yüzünün suyunu dökme! Rezil olman pahasına öfkenin isteğini yapma! Kıymetini bil ki hayatın sana fayda versin!´

Eyyub b. Sehtiyanî şöyle der: ´Bir saat halîmlik insanoğlundan birçok şerri uzaklaştırır´.
Süfyan es-Sevrî, Ebu Huzeyme, Fudayl b. İyaz bir araya geldiler, Zühdün ne olduğunu müzakere ettiler. Sonunda şu karara vardılar: ´Amellerin en üstünü kızdığı anda halîmlik, musibetler anında da sabır göstermektir´.

Adamın biri Hz. Ömer´e şöyle haykırdı: ´Yemin olsun, sen adaletle hükmetmiyor ve çok mal vermiyorsun!´ Buna karşılık Hz. Ömer yüzünde öfkenin alâmetleri görülecek derecede kızdı. Bu esnada bir kişi kendisine şöyle hitap etti: "Ey mü´minlerin emiri! Sen ALLAH Teâlâ´nın ´ Affet! iyiliği emret ve câhillerden yüz çevir´ (A´raf/119) buyurduğunu işitmedin mi? İşte bu kişi de câhillerdendir. (Bu bakımdan sen de onu affet!)" Bu söz karşısında Hz. Ömer ´doğru söyledin´ dedi. Sanki o öfke bir ateşti, söndü.

Muhammed b. Ka´b şöyle demiştir: Üç haslet kimde varsa o kimse ALLAH´a olan imanını kemâl derecesine vardırmıştır:
1.Razı olduğunda bu durumu kendisini bâtıla sokmaz.
2.Öfkelendiğinde öfkesi kendisini haktan çıkarmaz.
3.Kuvvet ve kudreti yettiğinde hakkı olmayan bir şeye el uzatmaz!

Bir kişi Selman-ı Fârisî´nin yanına gelerek şöyle dedi: ´Ey ALLAH´ın kulu bana nasihatta bulun!´ Buna karşılık Selman şöyle dedi:
-Öfkelenme!

-Öfkelenmemek benim elimde değil!

-O halde, öfkelendiğin zaman diline ve eline hâkim ol!


___________________________
29)Taberânî, Beyhâkî
30)İbn Ebî Dünya, Beyhâkî
31)İbn Ebi Dünya, Ebu Dâvud
32)İbn Mâce
33)Lisanın Âfetleri bölümünde geçmişti.
34)İbn Ebi Dünya
35)Lisanın Âfetleri bölümünde geçmişti.
 
Alt 02-03-2009, 18:39   #4
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Hilm´in Fazileti

Hilm, öfkeyi yutmaktan daha üstündür. Çünkü öfkeyi yutmak, olmayan halîmlik sıfatını kazanmaya çalışmaktır. Oysa öfkeyi yutmaya ancak öfkesi kabaran bir kimse muhtaç olur ve bu hu-susta şiddetli bir mücahedeye muhtaçtır. Fakat bunu bir müddet âdet edindiği zaman kendisine alışkanlık olur ve artık bir daha öfkesi kabarmaz. Kabarsa da onu yutmakta herhangi bir zorluk sözkonusu değildir. Bu tabii halîmliktir. Bu, aklın kemâle ermesi ve bedeni kontrol altına almasının delâletidir. Öfke kuvvetinin kırılması ve akla teslim olmasıdır. Fakat bunun başlangıcı, kendini hilme zorlamak, zoraki bir şekilde öfkeyi yutmaktır.

Hadîsler

İlim ancak öğrenmekledir. Hilm de halîmliğe kendini zorlamakladır. Kim hayrı kasdederse ona hayır verilir. Şerden sakınan bir kimse ise şerden sakındırılır.36

Hz. Peygamber bu hadîs-i şerîfiyle hilm sıfatının yolunun önce kendini hilme zorlamak ve onun ağırlığına katlanmak olduğuna işaret etmiştir. Nitekim ilim öğrenmenin yolunun da öğrenmek ve bu husustaki zahmete katlanmak olduğu gibi.

Ebu Hüreyre Hz. Peygamber´in şöyle dediğini rivayet eder:

İlmi isteyiniz ilimle beraber sekineti (vâkarı) ve hilmi de isteyiniz. Öğrettiğiniz ve kendisinden ilim öğrendiğiniz kimselere yumuşak davranınız. Sakın âlimlerin katılarından olmayınız ki cehaletiniz hilminize galebe çalmasın.37

Görüldüğü gibi Hz. Peygamber bu hadîs-i şerîfiyle gururun, katılığın, öfkeyi tahrik edip kabartan biricik âmil olduğuna işaret buyurmuştur. Hilm ve yumuşaklığın engelinin bu sıfatlar olduğunu belirtmiştir. Şu dua, Hz. Peygamber´in duasındandır:

Ey ALLAHım! Beni ilimle zengin kıl! Hilimle süslendir. Takvâ ile şereflendir. Afiyet ile güzelleştir!38

Ebu Hüreyre Hz. Peygamber´in şöyle dediğini rivayet eder: ALLAH´ın katında yüksek derece arayın,

Ashab ´O yücelik nedir?´ diye sorunca Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Senden alâkayı kesene karşı ilgiyi devam ettirmelisin. Seni mahrum edene vermelisin. Sana karşı cehalet ile hareket ederek vaziyet alana hilm göstermelisin.39

Beş şey peygamberlerin sünnetlerindendir: 1. Hayâ, 2. Hilm, 3. Hacamat (kan aldırmak), 4. Misvak kullanmak, 5. Güzel koku sürünmek.40

Hz. Ali Hz. Peygamberin şöyle dediğini rivayet eder:

Müslüman kişi, hilim sıfatı sayesinde gündüz oruçlu, gece ibadet yapan bir kimsenin derecesine varır. Müslüman kişi himayesi altında ailesi olduğu halde cebbar zorbalardan yazılır.41

Ebu Hüreyre der ki: ´Bir zat Hz. Peygamber´e gelerek: ´Benim birtakım akrabalarım vardır. Ben onlara sılayı rahim yaptığım halde onlar benden alâkayı kesiyorlar. Ben onlara iyilik yapıyorum. Onlar ise, bana kötülük.. Onlar câhillikle bana karşı çıktıkları halde ben onları hilimle karşılıyorum´ dedi. Cevap olarak şöyle buyurdu:

Eğer dediğin gibi ise sen âdeta onların yüzüne kum serpiyorsun. Durmadan bu ahlâka devam edersen, seninle beraber ALLAH´tan gelen bir yardımcı olacaktır.42

Metinde geçen mel kelimesi kum demektir. Müslümanlardan bir kişi dedi ki:

Ey ALLAHım! Benim yanımda bir mal yok ki sadaka vereyim. Bu bakımdan bir kişi, benim hakkımdan herhangi bir şeyi ihlâl ederse, o hakkım onun için sadaka olsun.
Bunun üzerine ALLAH Teâlâ Hz. Peygamber´e (s.a) ´Ben onu affettim´ diye vahyetti.

Bazılarınız Ebu Damdan gibi olmaktan âciz midir?

Ashab-ı kîram ´Ebu Damdan kimmiş ya Rasûlullah!´ diye sorunca şöyle buyurmuştur:
Ebu Damdan sizden önce yaşamış biriydi. Sabahladığı zaman şöyle derdi: ´Ey ALLAHım! Muhakkak ben bugün bana zulmedene hakkımı sadaka olarak vermiş bulunuyorum´.43
Rabbâniyyûn (Alu İmran/79) kelimesinin tefsirinde şöyle denilmiştir: ´Bunlardan maksat hâlim olan âlimler´dir´.

Hasan Basrî´nin ´Câhiller onlara hitap ettikleri zaman, onlar selâm derler´ (Furkan/63) âyetinin tefsirinde ´Hâlim kimselerdir ki eğer cehaletle kendilerine karşı yapılan bir hakarete mâruz kalırlarsa, o şekilde karşılık vermezler´ dediği rivayet olunur.
Atâ b. Ebî Rebah der ki: "Hevnen (Furkan/63) tabiri hilm mânâsındadır".

İbn Ebî Habib; ve kehlen (Alu îmran/46) kelimesinin tefsirinde ´Kehl, hilmin son mertebesidir´ demiştir.

Mücahid ´Onlar lağvın yanından geçerken şerefli olarak geçerler´ (Furkan/72) âyetinin tefsirinde ´Onlara eziyet edildiği zaman affederler´ demiştir.

Rivayet ediliyor ki, İbn Mes´ud kendisine hakaret edenlerin yanından geçti. Fakat hiçbir karşılık vermedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu:

İbn Mes´ud şerefli olarak sabahladı ve akşamladı.44
Sonra bu hadîsin râvisi İbrahim b. Meysere ´Cahiller kendilerine lâf atarsa selâm derler´: (Furkan/63) ayetini okumuştur.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

ALLAH bana o günü göstermesin, öyle bir zaman gelecek ki âlimlere uyulmayacak, hilm sahibi insanlardan utanılmayacaktır. İşte o zaman dilleri Arab, fakat gönülleri Acem gönlüdür!45

İçinizden akıl sahipleri beni takip etsin! Onlardan sonra gelenler ve daha sonra gelenler, sakın ihtilaf etmeyin, yoksa gönülleriniz de ayrılır. Sokak fitnelerinden de korununuz!46

Rivayet ediliyor ki Eşeç 47 adlı zat Hz. Peygamber´e elçi olarak geldi. Devesini kapıda çöktürdü. Sonra deveyi bağladı. Sırtında bulunan iki elbiseyi çıkardı. Torbasından iki tane güzel elbise çıkarıp onları giydi. Bütün bunları Hz. Peygamberin gözü önünde yapıyordu. Hz. Peygamber onun yaptığını görüyordu. Sonra Hz. Peygamber´e doğru, yürümeye başladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber kendisine şöyle dedi:

-Ey Eşec! muhakkak sende iki´ahlâk vardır. ALLAH da,Peygamber de onları sever!

-Annem ve babam sana feda olsun! Onlar nelerdir?

-Onlar hilm ile sabırdır!

-Acaba bu iki ahlâkı ben çalışarak mı elde ettim, yoksa tabiî olarak mı bende vardı?

-Hayır! ALLAH seni o ahlâklar ile beraber yaratmıştır.

-Hamd o ALLAH´a mahsustur ki beni ALLAH ve Rasûlü tarafından sevilen iki ahlâk ile yaratmıştır!48

ALLAH, hâlim olan, ALLAH´tan utanan, zengin, namuslu, çoluk çocuk babası ve muttaki bir kimseyi sever ve muhakkak ki fâhiş konuşan, çenesi düşük olan, dilencilik yapan, ısrarcı olan bir ahmaktan da nefret eder.49
İbn Abbas (r.a) Hz. Peygamberin şöyle dediğini rivayet eder:

Kim de şu üç hasletten birisi bulunmazsa, o kimsenin amelinden hiçbir şeye güvenmeyiniz:

1. Kendisini ALLAH´a karşı olan günahlardan menedecek takvâ,

2. Sefih bir kimseyi durduracak hilm,

3. İnsanlar arasında idare etmesine vesile olacak bir ahlâk.50
ALLAH Teâlâ kıyamet gününde mahlukları bir araya getirdiği zaman bir dellâl şöyle çağırır: ´Fazilet ehli nerede?´ Bu çağrı üzerine, az oldukları halde, bir kısım insanlar kalkıp süratle cennete doğru yürürler. Melekler bunları karşılar ve kendilerine şöyle derler:

-Biz sizin süratle cennete doğru gittiğinizi müşahede ediyoruz!

-Biz fazilet ehliyiz!

-Sizin faziletiniz neydi?

-Biz zulme uğradığımız zaman sabrederdik. Bize kötülük yapıldığı zaman affederdik. Bize karşı cehaletle muamele edildiği zaman hilm gösterirdik.

-Cennete giriniz! Çalışanların ecri olmak bakımından cennet ne güzel evdir!51

Ashâb´ın ve Alimlerin Sözleri

Hz. Ömer şöyle demiştir: İlim öğreniniz! İlim için sekinet ve hilm öğreniniz!´

Hz. Ali şöyle der: ´Hayr, malının ve evladının çoğalması değildir. Hayr, ilminin çoğalması, hilminin büyümesi, ibadetinle halka karşı böbürlenmemen, iyilik yaptığın zaman ALLAH´a hamdetmen, kötülük yaptığın zaman ALLAH´tan af dilemendir.´

Hasan Basrî şöyle demiştir: İlmi arayınız! Fakat onu vâkar ve hilimle süslendiriniz!´
Eksem b. Sayf şöyle demiştir: ´Aklın direği ve dayanağı hilm´dir. İşin temeli de sabırdır´.

Ebu Derda şöyle demiştir: ´Ben halkın dikensiz yaprak oldukları bir zamanda onlara yetiştim. Sonra yapraksız dikenler oluverdiler. Onları tanıdığın takdirde seni tenkid ederler. Onları bıraktığın takdirde seni bırakmazlar´.
Dinleyenler, kendisine ´O halde ne yapmalıyız?´ diye sorunca cevap olarak şöyle demiştir: ´Kendi hakkından fakirlik günün için onlara borç vermelisin?

Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: ´Halîm bir kimsenin hilminden ötürü kendisine ilk verilen mükâfat şudur ki; bütün insanlar câhile karşı ona yardımcı olurlar´.

Muaviye şöyle demiştir: ´Kulun, hâlimliği câhilliğini, sabırlılığı da şehvetini mağlup etmedikçe ictihad derecesine varamaz ve buna da ancak ilim kuvvetiyle varabilir´.

Muaviye, Amr b. Ethem´e52 şöyle dedi: ´İnsanların hangisi daha cesur ve kahramandır?´ Cevap olarak Amr şunu söyledi: ´Hâlimliğiyle cahilliğini geri çeviren kimse´.

Muaviye devamla dedi ki: ´Erkeklerin hangisi daha fazla cömerttir?´ Amr cevap olarak ´Dünyasını dininin salâhı için feda eden kimse insanların en cömertidir´ dedi.
Enes b. Mâlik ´İyilikle kötülük, mücazat ve mükâfat hususunda eşit değildir. O halde sen kötülüğü en iyi şekilde defet´ (Fussilet/34-35) ayetinin tefsirinde şöyle demiştir: ´Gazabı (öfkeyi) sabırla, cehaleti ilimle, kötülüğü affetmekle defet!´

Aranızda düşmanlık olan bir kimseye böyle davranırsan o kimse sana dost gibi olur. Bu haslete ancak sabır ve nefislerini intikamdan men edenler ve iman ve kemâl-i nefis sahipleri sahip olur. Bu güzel ahlâk sayesinde cennet ehli olurlar!.

Bahsi geçen kişi öyle bir kişidir ki onun arkadaşı kendisine küfrettiği halde arkadaşına ´Eğer sen yalan söylüyorsan ALLAH seni affetsin, eğer doğru söylüyorsan ALLAH beni affetsin´ diyendir.

Seleften biri şöyle demiştir: ´Basra halkından birine küfrettim. O da bana karşı hilm gösterdi ve bu göstermiş olduğu hilimden dolayı beni uzun bir zaman kendisine kul ve köle gibi mutî kıldı´.

Muaviye, Arabe b. Evs´e53 şöyle sordu: ´Ey Arabe! Sen neyle milletinin efendisi oldun?´ Arabe cevap olarak şöyle dedi: ´Ey mü´minlerin emiri! Ben kavmimin cahillerine karşı hilm gösterirdim. İsteyenlere verirdim. Onların ihtiyaçlarına koşardım. Bu bakımdan benim yaptığımı yapan bir kimse benim gibidir. Bu hususta beni geçen bir kimse benden üstündür. Benden geri kalan kimseden ise, ben daha hayırlıyımdır´.

Bir kişi İbn Abbas´a (r.a) küfrederek, içindekini döktükten sonra İbn Abbas kölesine şöyle hitap etti: ´Ey İkrime! Acaba kişinin bizce görülecek bir ihtiyacı var mıdır ki görelim?´ Bunun üzerine adam başını eğerek utandı ve yaptığından pişman oldu.

Bir kişi Ömer b. Abdulaziz´e hitaben: ´Ben şahidlik ederim ki sen fâsıklardansın!´ dedi. Ömer ´Senin şahidliğin kabul olunmaz!´ diye karşılık verdi.

Bir kimse, Hüseyin´in oğlu Ali Zeynelâbidîn´e küfretti. Buna karşılık o, sırtında bulunan gömleği o kişiye verdi ve bir de kendisine bin dirhem de para verilmesini emretti. Bundan dolayıdır ki seleften biri şöyle demiştir: ´Zeynelâbidîn için övülen beş haslet bir araya gelmiş oldu:
1. Hilm,
2. Eziyeti kaldırmak,
3. Kişiyi ALLAH´tan uzaklaştıran hasletlerden kurtarmak,
4. Kişiyi pişman olmaya ve tevbe etmeye teşvik edip zorlamak,
5. Kişinin kendisini kötülemesine rağmen onu medhetmeye mecbur etmek. Bütün bunları az bir miktarla (bir abâ, bin dirhem) satın aldı!

Bir kişi Cafer b. Muhammed´e54 dedi ki: "Benimle bir kavmin arasında herhangi bir hususta münâzaa vâki oldu. Ben onu terketmek istiyorum. Fakat bana ´onu terketmen senin için zillettir´ denilmesinden korkuyorum". Bunun üzerine Câfer cevap olarak şöyle dedi: ´Zelil, zâlim kimsedir´.

Halil b. Ahmed55 şöyle demiştir: ´Önce deniliyordu ki: ´Kim kötülük yaptığı halde kendisine iyilik yapılırsa, bu iyilik onun kalbinde bir engel olur. Onu o kötülüğün benzerinden meneder´.

Ahnef b. Kays derdi ki: ´Ben hâlim bir kimse değilim. Fakat hâlim olmaya kendimi zorluyorum´.

Vehb b. Münebbih dedi ki: ´Acıyana acınır. Susan bir kimse selâmet bulur. Cahillik yapan bir kimse mağlup olur. Acelecilik yapan bir kimse yanılır. Şerre karşı halislik gösteren bir kimse selâmette kalmaz. Kim cedeli bırakmazsa kendisine küfredilir. Şerden nefret eden bir kimse korunur. ALLAH´ın emirlerine tâbi olan bir kimse korunur. ALLAH´ın kahrından çekinen bir kimse emin olur. Kim ALLAH´ı kendisine velî edinirse, her türlü tecavüzden menolunur. Kim ALLAH´tan istemezse fakir olur. Kim ALLAH´ın azabından emin olursa, mahrum olur. Kim ALLAH´tan yardım talep ederse muzaffer olur!´

Bir kişi Mâlik b. Dinar´a ´İşittiğime göre sen beni kötülükle yadetmişsin!´ deyince, Mâlik cevap olarak dedi ki: ´Böyle yaptığım takdirde, sen benden, nezdimde daha fazla şerefli olursun. Ben bunu yaptığım takdirde sevaplarımı sana hediye etmiş olurum´.

Alimlerden biri şöyle demiştir: ´Hilm akıldan daha yücedir. Çünkü ALLAH Teâlâ hilm ile isimlenmiştir´.
Bir kişi hükemadan birine ´ALLAH´a yemin ederim, ben sana öyle bir küfredeceğim ki seninle beraber kabrine girecek!´ Hakîm ona dedi ki: ´Benimle beraber değil, aksine seninle beraber kabre girecektir!´

Meryem´in oğlu İsa Mesih (a.s), yahudilerden bir grubun yanından geçti. Onlar Hz. İsa´ya çirkin laflar attılar. Hz. İsa da onlara güzel sözlerle karşılık verdi. Bunun üzerine Hz. İsa´ya şöyle sordular: ´Onlar çirkin, sen ise hayırlı konuşuyorsun!´ İsa (a.s), cevap olarak şöyle dedi: ´Herkes yanındaki sermayeden harcar!´
Lokman Hakîm şöyle demiştir: Üç haslet vardır, onlar ancak üç durumda bilinirler:

1.Hâlim bir kimse ancak öfkelendiği zaman bilinir.

2.Kahraman bir kimse ancak savaş halinde bilinir.

3.Kardeş de ancak kendisine ihtiyaç olduğu zaman bilinir.

Hakimlerden birisinin dostu evine misafir geldi. Hakîm kendisine yemek takdim etti. Bu arada hakîmin kötü ahlâklı hanımı çıkıp misafirin önünden sofrayı kaldırdı, kocasına küfürler savurdu. Bu manzara karşısında hakîmin dostu, öfkeli olarak hakîmin evinden çıktı. Hakîm onun arkasından çıkarak kendisine dedi ki: ´O günü hatırla ki senin evinde yemek yiyorduk. Yukardan bir tavuk sofranın üzerine düştü. Sofrada bulunan yemekleri dağıttı ve bu manzara karşısında hiçbirimiz de öfkelenmedik! (O halde neden öfkeleniyorsun?)´ (Hakîmin dostu) ´doğru söyledin´ dedi. Hakîm dedi ki: ´O halde bu kadını da o tavuk gibi kabul edip kızmamalısın!´ Böylece adamın öfkesi geçti ve yoluna devam ederek ´Hakîm doğru söyledi. Hilm her elemin şifa veren ilâcıdır´ dedi.

Adamın biri, bir hakîmin ayağına vurup acıttı. Hakîm buna rağmen öfkelenmedi, hakîme ´Neden öfkelenmedin?´ diye sorunca cevap olarak şöyle dedi: ´Ben o kişiyi ayağıma takılıp kaymama sebebiyet veren bir taş yerine koydum. Dolayısıyla öfkeyi boğazlamış oldum´.

Mahmud el-Verrak şöyle dedi: Her günahkarı, bana karşı işlediği cürümleri çok olsa dahi affetmeyi, nefsime gerekli bir va-zife kılacağım; zira insanlar ancak üç sınıftan biridir: 1. Şerefli olan, 2. Şeref bakımından mağlup olan ve 3. Mukavemette denk olan! Benden üstün olana gelince, onun kıymetini bilir ve bu yüzden ona karşılık vermem ve onun hakkında hakka uyarım. Hakka uymak da lâzımdır. Derece bakımından benden küçük olana gelince, o birşey söylerse kendisine cevap vermemekle namusumu korurum, cevap vermemekten dolayı bir kimsenin kınamasına uğramış olsam dahi. Benim gibi olana gelince, eğer o kayar veya düşerse, ben faziletli olurum. Çünkü hilimden dolayı olan fazilet, herşeye hâkimdir!´


_______________________________
36)Taberânî, Dârekutnî
37)İbn Sinnî
38)Irakî aslına raslamadığını kaydeder.
39)Hâkim, Beyhakî
40)Hakim-i Tirmizî, Nevadir´ul-Usûl
41)Taberânî
42)Müslim
43)Ebu Nuaym, Beyhâkî
44)İbn Mübarek
45)İmam Ahmed
46)Müslim
47)Eşec, Abdî kabilesindendir. Kendisine Abduhaysın Eşecî denirdi. Adı
Münzir b. Âbid b. Hars´tır. Vakidî´ye göre H. 10 senesinde gelmiştir. Bir rivayete göre de H. 8´de Mekke´nin fethinden önce gelmiştir. {İthaf´us-Saade)
48)Müslim, Buhârî
49)Taberânî
50)Ebu Nuaym, Taberânî
51)Beyhâkî
52)Temim soyundan olan bu zatın künyesi Ebu Nuaym´dır. Kendisine Ebu Ribî de denir. Sahabîdir.
53)Evs kabilesinin Haris koluna mensuptur. İbn Sa´d, cömertlikle meşhur olduğunu söyler.
54)Adı Câfer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Tâlib´dir.
55)Bu zat, Nahiv ilminin imamlarından kabul edilmiştir.
 
Alt 02-03-2009, 18:40   #5
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Haksızlığa Nasıl Karşı Konulmalıdır?

Bir şahıstan sâdır olan zulme, benzeriyle karşılık vermek caiz değildir. Mesela gıybete gıybetle, tecessüse tecessüsle, sövmeye sövmekle mukabele caiz değildir! Diğer günahlar da böyledir. Ancak kısas ve cezalandırma, ALLAH nizamının belirttiği oranda olur. Biz bunları yazmış olduğumuz fıkıh kitaplarında belirtmiş bulunuyoruz. Sövmeye gelince, ona benzer bir sövmekle karşılık verilmemesi hususu sabittir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Eğer bir kişi sende bulunan bir hasletten dolayı seni ayıplarsa, sakın onda bulunan bir hasletten dolayı onu ayıplama!56

Küfreden iki kişi birbirine ne söylerlerse, mazlum haddini aşmadıkça günah ilk başlayan zâlimin boynunadır.

Birbirlerine küfreden iki kişi birbirleriyle toslaşan iki şeytan gibidir.57

Bir kişi Ebubekir Sıddîk´a küfretti. Hz. Ebubekir de susarak dinliyordu. Hz. Ebubekir adama karşılık vermeye başlayınca Hz. Peygamber ayağa kalkıp yürüdü. Bunun üzerine Hz. Ebubekir Hz. Peygamber´e ´O bana küfrettiği zaman sen susmuş dinliyordun. Ben ona karşılık vermeye başlayınca kalkıp gidiyorsun!´ dedi. Hz. Peygamber (s.a) ona şöyle cevap verdi:

Çünkü sen sustuğun zaman, bir melek senin yerine ona cevap veriyordu. Sen konuştuğun zaman melek gitti, şeytan geldi. Ben, içinde şeytan bulunan bir mecliste oturmam.58

Bir grup dedi ki: ´Karşıdaki insana yalan olmayan bir sözle karşılık vermek caizdir´. Ancak Hz. Peygamber, ayıplamaya ayıplama ile karşılık vermeyi tenzihi olarak nehyetmiştir. En faziletlisi, karşılık vermeyi terketmektir. Fakat karşılık verirse günahkâr olmaz. Ruhsat verilen durum ´Sen kimsin? Sen ancak filan soydansın!´ demektedir.

Sa´d b. Ebî Vakkas, İbn Mes´ud´a şöyle demiştir: ´Sen ancak Benî Huzeyl soyundan bir kimsesin!´ İbn Mes´ud da cevap olarak şöyle demiştir: ´Sen de ancak bir cariyeciğin oğlusun!´

Kişinin ´Ey ahmak!´ demesi de bunun gibidir. Mutarrıf59 der ki: ´Herkes ALLAH ile arasındaki muamele hususunda ahmaktır. Ancak insanların bir kısmının bu husustaki ahmaklığı, diğer bir kısmının ahmaklığından daha azdır´.

İbn Ömer şöyle demiştir: ´Bütün insanları ALLAH´ın zatı hakkında ahmak olarak görürsün...´60
Kişinin ´ey cahil!´ demesi de böyledir; zira hiç kimse yoktur ki onda cehalet bulunmasın! Bu bakımdan böyle diyen bir kimse karşısındaki insanı yalan olmayan bir sözle üzmüş olur. Kişinin ´ey kötü ahlâklı!´ veya ´ey ince yüzlü!´ veya ´ey haysiyetlere saldıran köpek!´ demesi de -eğer bu sıfatlar muhatabında varsa- böyledir, kişinin ´Eğer sende haya olsaydı seninle konuşmazdım. Sen yaptığınla benim gözümde çok hâkir düştün. ALLAH sana müstehakını versin ve senden intikam alsın´ demesi de böyledir.

Nemime (kovuculuk), gıybet, yalan, anne ve babaya küfretmeye gelince, bütün ulemanın ittifakıyla haramdır. Çünkü rivayet ediliyor ki, Halid b. Velid ile Sa´d b. Ebî Vakkas arasında bir tartışma oldu. Bir kişi Sa´d´ın yanında Hz. Halid´in aleyhinde konuştu. Hz. Sa´d ona sert bir çıkış yaparak sus dedi: ´Bizim aramızdaki kırgınlık dinimize tesir edecek dereceye varmamıştır!´ Yani ´Birimizin diğeri hakkında günahkâr olacak raddeye varmamıştır´ deyip kötü konuşmayı dinlemedi. Bu bakımdan, böyle karşılık vermek hiç de caiz olmaz.

Zinaya nisbet etmek, fuhuş ve küfür gibi yalan ve haram olmayanla hasmına karşılık vermenin caiz olduğuna delil, Hz. Âişe´nin rivayet ettiği şu hadîs-i şeriftir: Hz. Peygamberin zevceleri Hz. Peygamber´e elçi olarak kızı Hz. Fâtıma´yı gönderdiler. Hz. Fâtıma Hz. Peygamber´e gelerek dedi ki: ´Zevcelerin beni elçi olarak sana gönderdiler. Ebu Kuhafe´nin kızı hakkında (Hz. Âişe kasdediliyor) adalet yapmayı senden talep ediyorlar!´ Hz. Fâtıma bu sözleri söylerken Hz. Peygamber uzanmış bulunuyordu. Ona cevap olarak şöyle dedi:

Ey kızım! Benim sevdiğimi sever misin?

-Evet

-O halde şunu (Aişe´yi) sev!

Bunun üzerine Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber´in zevcelerine dönüp onlara bu konuşmayı anlattı. Onlar dediler ki: ´Ey Fâtıma! Sen bizim için hiçbir şey yapamadın?´ Bunun üzerine Cahş´ın kızı Zeyneb´i Hz. Peygamber´e elçi olarak gönderdiler. O Zeyneb ki Hz. Peygamber´in sevgisi hususunda benimle yarışırdı. Zeyneb, Hz. Peygamber´e gelerek ´Ebubekir´in kızı, Ebubekir´in kızı!´ diye aleyhimde durmadan atıp tuttu. Ben de susarak dinliyordum. Hz. Peygamberin bana cevap vermek hususunda izin vermesini bekliyordum. Nihayet Hz. Peygamber bana cevap vermek hususunda izin verdi.. Ben de dilim kuruyuncaya kadar Zeyneb´e karşılık verdim. Bundan sonra Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Ey Zeyneb! Öyle söyleme! Muhakkak o, Ebubekir´in kızıdır. (Sen hiçbir zaman konuşmakta onu mağlup edemezsin!)61

Metindeki ona küfrettim ibaresinden fâhiş konuşma kastolunmaz. Yalan katılmaksızın onun konuşmasına cevap vermek kastediliyor. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Birbirine söven iki kişinin söylediklerinin mesuliyeti önce başlayanın boynunadır. Ta ki mazlum, kendisine söylenilenden daha fazlasını söyleyinceye kadar..62

Görüldüğü gibi Hz. Peygamber, mazlum bir kimseye haddi aşmamak şartıyla karşılık verme hakkını tanımıştır. İşte bahsi geçen grubun helâl gördükleri miktar bu kadardır. Bu, zâlimin eziyetine karşılık ona eziyet vermek hususunda bir ruhsattır. Ruhsat, bu söylenen miktardan öteye gitmez. Fakat en faziletlisi terketmektir. Çünkü zâlimin söylediği nisbetinde ona cevap vermek her ne kadar mübah ise de onun ötesine insanı sürüklediğinden dolayı ve hak olan miktarın sınırını geçmemenin mümkün olmamasından dolayı en faziletlisi terketmektir. Esasında cevap vermemek daha evlâdır. Çünkü böyle yapmak cevap vermekten daha kolay ve cevaptaki şeriatın çizmiş olduğu sınırı tesbit etmekten daha rahattır. Fakat buna rağmen insanlardan birtakım kimseler vardır ki öfkeleri kabardığı sırada kendilerini zaptetmeye güçleri yetmez. Ancak öfkeleri çabuk geçer. Bir kısım da vardır ki nefsini başlangıçta tutar. Fakat daimî bir şekilde karşısındaki adamdan nefret eder.
İnsanlar öfke hususunda dört sınıfa ayrılırlar:

1.Bazıları kındıra otu gibi erken yanar ve çabuk söner.

2.Bazıları seksek ağacı gibi geç tutuşur, çabuk söner.

3.Bazıları ise geç tutuşur, tez söner. Eğer bu durumu gayret hususunda gevşekliğe sürükleyici olmazsa bu en iyisidir.

4.Bazıları da çabuk tutuşur, geç söner. Bu ise en şerlileridir.

Mü´min bir kimse çabuk öfkelenir, çabuk razı olur.
Yani parlamasıyla sönmesi aynı andadır. Düşmanlık göstermez. Öyle ise onun parlayışına kefaret olarak çabuk razı olması kifayet eder.63 İmam Şâfiî (r.a) şöyle demiştir: ´Kim kızdırıldığı halde öfkelenmezse o eşektir. Kim razı olması istenildiği halde razı olmazsa şeytandır!´

Ebu Said el-Hudrî Hz. Peygamber´in şöyle buyurduğunu rivayet eder:

İyi bilin ki Âdemoğulları çeşitli derece ve tabakalarda yaratılmışlardır. Onlardan bazıları vardır ki geç öfkelenir, çabuk sakinleşir. Bir kısmı vardır ki çabuk öfkelenir, çabuk sakinleşir. Onun sakinleşmesi öfkelenmesinin kefareti olur. Bir kısmı da vardır ki çabuk öfkelenip, geç sakinleşir. Dikkat edilsin, insanların en hayırlısı geç öfkelenip çabuk sakinleşenlerdir. En şerlisi ise çabuk öfkelenip geç sakinleşenlerdir.64

Öfke, her insanda heyecana yol açar ve tesir eder, o halde sultana, öfkeli olduğu zaman, hiç kimseye ceza tatbik etmemesi farzdır. Çünkü sultan öfkeden dolayı gereken cezanın hududunu aşabilir veya kendisine ceza tatbik edilen adama kızgın olabilir. Dolayısıyla gönlünü rahat ettirmek için aşırı gidebilir. Bu bakımdan saltanat sahibinin intikam alması ve zâlime tatbik edilen cezayı kendi nefsi için değil sadece ALLAH için tatbik etmesi lâzımdır.

Hz. Ömer (r.a) bir sarhoş gördü. Onu tutup cezalandırmak istedi. Sarhoş Hz. Ömer´e küfretti. Bunun üzerine Hz. Ömer onu cezalandırmaktan vazgeçti. Bu durum karşısında kendisine ´Ey mü´minlerin emiri! Bu adam sana küfrettiği zaman onu bıraktın´ denildiğinde, cevap olarak şöyle demiştir: ´Çünkü o beni öfkelendirdi. Eğer ben tazir ederek cezalandırmış olsaydım, kendi nefsim için öfkelendiğimden dolayı bunu yapmış olurdum. Oysa ben kendi nefsimin himaye ve korunması için hiçbir müslümana vurmayı sevmem´.
Ömer b. Abdülaziz kendisini öfkelendiren bir kişiye şöyle dedi: ´Eğer sen beni öfkelendirmeseydin mutlaka seni cezalandırırdım´.


__________________________
56)İmam Ahmed
57) Daha önce geçmişti
58)Ebu Dâvud
59)Abdullah oğlu Mutarrıf tâbün-i kiramdandır. Güvenilir bir zattır.
60)İlim bahsinde geçmişti.
61)Müslim
62)Müslim ve İmam Ahmed
63)Daha önce geçmişti.
64)Daha önce geçmişti.
 
Alt 02-03-2009, 18:42   #6
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Hıkd´ın (Kin´in) Anlamı, Neticeleri, Affetmenin ve Şefkat Göstermenin Fazileti

Hâli hazırda intikam almak sûretiyle gönlünü rahat ettirmekten âciz olduğundan dolayı öfkesini yutmak lâzım geldiği zaman öfke içeride birikmeye başlar ve kin´e dönüşür. Hıkd´ın (kin´in) sonucu, kalbe ağırlığını yükleyip buğzetmek ve buğzettiği kimseden uzaklaşmak ve bu durumu devam ettirmektir. Oysa Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Mü´min bir kimse kindar bir kimse değildir.65

Bu bakımdan hıkd, öfkenin meyvesidir. Hıkd sekiz şeyi doğurur:

1.Hased etmeye yol açar. Hased kin´in seni buğzettiğin insanın nimetinin yok olmasını temenni etmeye zorlaması demektir. Bu bakımdan ona verilen bir nimetten dolayı sen üzülür, ona isabet eden bir musibetten dolayı da sevinirsin. Bu ise münafıkların hasletlerindendir. ALLAH Teâlâ´nın izniyle, böyle yapmanın aleyhinde vârid olan ayet ve hadîsler ilerdeki bahislerde gelecektir.

2.Bâtında (iç âleminde) fazlasıyla hasedi saklamayı artırmaktır. Böylece buğzettiğin kimseye isabet eden musibet ve belalardan ötürü sevinmiş olursun.

3.Buğzettiğin kimseyi terketmek, onunla gırtlak gırtlağa gelmek ve kendisinden uzaklaşmaktır. O seni arayıp istese bile yine bu duruma devam edersin!

4.Onu küçük gördüğünden dolayı ondan yüz çevirmendir. Bu dördüncü netice, üçüncü neticeden (ceza bakımından) daha hafiftir.

5.Helâl olmayan yalan, gıybet, sırrı açıklamak, örtüsünü yırtmak ve benzeri şeylerle onun hakkında konuşmaktır.

6.Onunla istihza etmek, onu alaya almak için onun taklidini yapmandır.

7.Vurmak ve bedenine elem verici bir şey ile ona eziyet etmektir.

8.Zulmen kendisinden alınan bir şeyin geri verilmesine veya sıla-yı rahmine veya hakkı olan bir alacağının verilmesi gibi haklarına mâni olmandır.

Bütün bunlar haramdır. Hıkd´ın en az derecesi, bu belirtilen sekiz kötü neticeden sakınmandır. Böylece hıkd´dan dolayı ALLAH Teâlâ´ya karşı isyan olacak durumlara düşmezsin. Fakat buna rağmen içinde onu ağır görürsün. Kalbini, ona buğzetmekten bir türlü vazgeçiremezsin! Öyle ki daha önceden ona gösterdiğin güler yüzlülük, şefkat, ona verdiğin ihtimam, onun ihtiyaçlarını yerine getirmek, ALLAH´ı anmak hususunda onunla oturmak, ona yardım etmek veya ona daha önceden yapmış olduğun duayı terketmek veya kendisine yapılacak iyilik ve insanlığı teşvik etmekten vazgeçersin.

İşte bütün bunlar din hususunda senin derecenin eksilmesine vesiledirler. Bunlar seninle büyük bir faziletin ve hudutsuz bir sevabın arasına girer. Her ne kadar bu şekildeki buğz seni ALLAH´ın azabına maruz bırakmazsa da yukardaki tehlikeler sözkonusudur.

Ebubekir Sıddîk (r.a), kızı Aişe´ye yapılan iftira meselesinde dedikodu yapan ve aynı zamanda akrabası olan Mıstah´a66 nafaka vermeyeceğine dair yemin ettiği zaman şu ayet nâzil oldu:

Sizden fazilet ve servet sahibi olan kimseler akrabasına, fakirlere ve ALLAH yolunda hicret edenlere infak ve ihsan et-memeye yemin etmesinler, affetsinler geçsinler. ALLAH´ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? ALLAH Teâlâ mağfiret ve rahmet edicidir.
(Nûr/22)

Bunun üzerine Ebubekir Sıddîk (r.a) ´Evet! Biz ALLAH´ın affetmesini sever ve isteriz´ deyip yeniden (eskisi gibi) Mıstah´a infak ve ihsanda bulundu,

Buğzettiği insana yeniden infak ve ihsanda bulunmalı, mümkünse nefsini gemlemek ve şeytanın burnunu yerlere sürmek için ihsanını daha da artırmalıdır. Bu ise sıddîkların makamıdır, mukarreb (ALLAH´a yakın) kimselerin amellerinin faziletlilerindendir. Bu bakımdan kendisine hased edilen ve kin duyulan bir kimsenin üç durumu vardır:

Birincisi: Hakkını eksik ve fazla olmamak şartıyla tam almaktır ki bu adalettir.

İkincisi: Hasedciyi affetmek, sıla-yı rahim yapmak suretiyle ona iyilikte bulunmaktır ki bu fazilettir.

Üçüncüsü: Hasedcinin müstehak olmadığı zulmü kendisine yapmasıdır ki bu da zulüm ve eziyet etmektir!

Bu üçüncü şıkkı ancak düşük insanlar seçerler. İkinci şık ise, sıddîklarm seçtiği bir şıktır. Birincisi ise sâlih kimselerin derecelerinin zirvesidir. Bu bakımdan biz şimdilik af ve ihsanın faziletini zikredelim.

_____________________________
65) İlim bahsinde geçmişti.
66) Mıstah b. Esase b. Ubbad b. Mutallib b. Abdimenaftır. Annesi Ebubekir in halasının kızı idi. İslâm´ın başında müslüman olmuştu. Hz. Ebubekir, yakınlığından dolayı ona nafaka verirdi.
 
Alt 02-03-2009, 18:43   #7
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Af ve İhsan´ın Fazileti

Affın mânâsı, kısas veya bir tazminattan dolayı meydana gelen bir hakka müstehak olduğun halde o hakkı almaman ve borçluyu ondan affetmendir. Af, hilim ve öfkeyi yutmadan ayrı birşeydir. Bunun için de biz onu müstakil bir konu olarak zikretmiştik.
Sen bağışlama yolunu tut! İyiliği emret ve cahillerden yüz çevir!(A´raf/199)

Sizin bağışlamanız takvâya daha yakındır!(Bakara/237)

Üç şey vardır, nefsimi kudret elinde tutan ALLAH´a yemin ederim ki, eğer ben yemin etmiş olsaydım onlar için yemin ederdim:
1. Hiçbir mal, sadaka vermekten eksilmez. Bu bakımdan siz sadaka veriniz!

2. Bir kişi ALLAH nzası için kendisine yapılan bir zulmü affederse ALLAH Teâlâ kıyamet gününde onu şeref yönünden, yükseltir.

3. Bir kişi nefsi için dilencilik kapısını açarsa ALLAH da onun için fakirlik kapısını açar.67

Tevâzu göstermek, kulun derecesini yüceltir. Bu bakımdan mütevazi olunuz ki ALLAH da derecelerinizi artırsın. Affetmek ise kulu şeref yönünden geliştirir. Bu bakımdan affediniz ki ALLAH sizi aziz kılsın. Sadaka ancak malı çokluk bakımından etkiler. Bu bakımdan sadaka veriniz ki ALLAH size rahmet ve şefkat versin.68

Hz. Âişe (r.a) şöyle diyor: ´Hiçbir zaman Hz. Peygamber´in şahsına yapılan bir zulümden dolayı intikam aldığını görmedim. Meğer ki ALLAH Teâlâ´nın haram kıldığı şeyler yapılmış olsun´.

Bu bakımdan ALLAH Teâlâ´nın yasaklarından biri işlendiği zaman Hz. Peygamber, herkesten daha şiddetli kızardı. Hz. Peygamber ne zaman iki şey arasında muhayyer bırakılsa, günah olmadığı takdirde kolayını seçerdi.

Ukbe (r.a) der ki: "Birgün Hz. Peygamber ile bir araya geldik. Ben acele ederek onun elini tuttum veya o acele ederek benim elimi sıktı ve şöyle dedi:

Ey Ukbe! Dünya ve âhiret ehlinin en üstün ahlâkından sana haber vereyim mi? Seni mahrum edene ihsanda bulunmak! Sılayı rahmini kesen akrabana sıla-yı rahim yapmak, sana zulmedeni affetmektir,69

Hz. Musa (a.s) şöyle münacâtta bulundu:
-Yarab! Senin nezdinde hangi kulun daha şereflidir?

-O kulum ki kudreti olduğu halde affeder.70

Ebu Derda´ya ´insanların en şereflisi´ sorulduğu zaman cevap olarak ´Gücü ve kuvveti yettiği zaman affeden kimsedir. Bu bakımdan siz affediniz ki ALLAH da sizi aziz kılsın´ demiştir.
Bir kişi Hz. Peygamber´in huzuruna gelerek şikayette bulundu. Hz. Peygamber onu oturttu. Adam kendisine reva görülen zulmün karşılığını almak istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber kendisine şöyle buyurdu:

Kıyamet gününde mazlum kimseler felâh bulan kimselerdir.71

Kişi, bu hadîsi dinlediğinde artık intikam almaktan vazgeçti. Hz. Âişe Hz. Peygamberin (s.a) şöyle söylediğini rivayet eder:
Kim, kendisine zulmedenin aleyhinde bedduada bulunursa, ondan intikamını almış sayılır.

Enes Hz. Peygamberin (s.a) şöyle söylediğini rivayet eder:
ALLAH Teâlâ kıyamet gününde, mahlukâtı haşrettiği zaman arşın altından bir dellâl üç defa şöyle bağırır: ´Ey ehl-i tevhid zümresi! Muhakkak ALLAH Teâlâ sizi affetmiştir. Bu bakımdan siz de birbirinizi affediniz.72

Ebu Hüreyre´den şöyle rivayet ediliyor: Hz. Peygamber (s.a) Mekke´yi fethettiği zaman, Kâbe´yi ziyaret edip iki rek´at namaz kıldı. Sonra Kâbe´ye geldi. Kapının iki eşiğine yapışarak şöyle dedi: ´Ey Mekkeliler! Ne diyorsunuz? Ne yapacağımı düşünüyorsunuz?´ Hepsi bir ağızdan dediler ki: ´Bize kardeşsin, amca oğlusun, rahim ve kerim bir kimsesin, deriz´. Bunu üç defa tekrar ettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Ben de Yusuf´un dediği gibi derim: ´Bugün size ayıplama yok! ALLAH sizi bağışlasın! O merhamet edenlerin en merhametlisidir´. (Yusuf/92)

Ravi der ki: ´Onlar sanki kabirlerinden çıkarcasına İslâm dinine girdiler´.

Süheyl b. Amr´dan şöyle rivayet edilir: Hz. Peygamber Mekke´ye geldiği zaman ellerini Kâbe kapısının yanlarına koydu. Etrafında da ashab-ı kîram bulunuyordu. Bu esnada şöyle buyurdu:
ALLAH´tan başka ilah yoktur. O birdir. O´nun ortağı ve şeriki yoktur. Va´dini doğruladı, kuluna yardım etti. Tek başına ahzab (Medine´yi basmak üzere toplanan Arab kabileleri) ordusunu püskürttü.

Sonra şöyle dedi:

Ey Kureyş topluluğu! Ne diyorsunuz ve size ne gibi bir muamele yapacağımı sanıyorsunuz?´ Süheyl der ki: "Ben ´Biz hayr deriz. Hayırlı şeyler söyleriz ve hayırlı olacağını sanıyoruz. Kerim bir kardeşsin. Merhametli ve şefkatli bir amca oğlusun! Şimdi gücün ve kuvvetin bize yetiyor (Elbette affedersin)´ dedim". Bu söz üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: ´Ben kardeşim Yusuf´un dediği gibi derim: ´Bugün size ayıplama yok! ALLAH sizi bağışlasın. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir´. (Yusuf/92)73

Enes Hz, Peygamber´in (s.a) şöyle söylediğini rivayet eder:

Kullar ALLAH´ın huzurunda (kıyamet gününde) durdukları zaman bir dellâl şöyle bağırır: ´ALLAH´ın katında ecir ve sevabı olan bir kimse ayağa kalksın ve cennete girsin!´
Bu söz üzerine biri Hz. Peygamber´e ´ALLAH katında ecir ve sevabı olan kimdir?´ diye sordu. Hz. Peygamber (s.a) ´Halkı affedenlerdir! Bu yüzden şu şu kadar bin kişi kalkar ve hesaba çekilmeden cennete girer´ dedi.74

İbn Mes´ud der ki: Hz. Peygamber (s.a) ´Herhangi bir konuda idareci olan bir kimseye bir suçlu getirildiği zaman mutlaka onu cezalandırmak gerekmez. Çünkü ALLAH affedicidir ve affı sever´ dedikten sonra şu ayeti okudu:

Kusurlarını bağışlasınlar! Aldırmasınlar! ALLAH´ın bağışlamasını sevmez misiniz?
(Nûr/22)75 Câbir, Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle söylediğini rivayet eder:

Üç haslet vardır. İmanla beraber o üç haslete sahip olan bir kimse cennetin hangi kapısından isterse girer, elâ gözlü hûrîlerden hangisiyle isterse evlenebilir:

1. Gizli (delilsiz ve şahidsiz) bir borcunu ödeyen kimse,

2. Her namazın akabinde İhlâs suresini okuyan kimse,

3. Kendisiyle savaşanı affeden kimse.76

Ebubekir ´Bu üç hasletten birine sahip olana da aynı mükafat var mı?´ deyince, Hz. Peygamber ´Veya onlardan birini yapana..´ diye cevap verdi.

Ashab´ın ve Âlimlerin Sözleri

İbrahim et-Teymî şöyle demiştir: ´Bana zulmeden kişiye ben merhamet ederim. Bu ise affetmenin ötesinde bir ihsandır. Çünkü o, zulmetmek suretiyle kalbini ALLAH´ın masiyetine maruz bırakır. Kıyamet gününde sorumlu tutulur. Oysa verilecek cevabı da olmaz´.

Biri şöyle demiştir: ALLAH Teâlâ bir kuluna ihsan etmeyi irade ettiği zaman, ona zulmeden birini kendisine musallat kılar´.

Bir kişi Ömer b. Abdülaziz´in huzuruna girip kendine zulmeden birinden şikayet ederek aleyhinde bulundu. Bunun üzerine Ömer ona: ´Senin sana yapılan zulümle ALLAH´ın huzuruna gitmen, o zulmün intikamını zâlimden alarak ALLAH´ın huzuruna gitmenden daha hayırlıdır.
Yezid b. Meysere der ki: ´Eğer sen sana zulmedene beddua edersen, ALLAH Teâlâ, ulûhiyet lisanıyla sana şöyle der:

Muhakkak başkası da, sen ona zulmettiğin için sana beddua eder. Eğer sen dilersen, hem senin bedduanı, hem de aleyhinde yapılan bedduayı kabul edelim. Eğer dilersen ikisini de kıyamet gününe tehir edelim ki benim affım ikinizi de kapsamış olsun.77

Müslim b. Yesar kendisine zulmedilen bir kişiye şöyle dedi: ´Zâlimi zulmüne havale et. Böyle yapman, onun aleyhinde yapacağın bedduadan daha süratle kabul olunur. Ancak zâlim onu sâlih bir amele telafi edip bir daha yapmamaya niyetlenirse o zaman başka´.

İbn Ömer, Hz. Ebubekir´den şöyle rivayet eder: ´Kulağımıza geldiğine göre ALLAH Teâlâ kıyamet gününde bir dellâla emreder. Dellâl şöyle çağırır: ´Kimin ALLAH nezdinde bir hakkı varsa ayağa kalksın´ Böylece dünyada affedenler ayağa kalkarlar. ALLAH Teâlâ dünyada insanlara göstermiş oldukları aflarına karşı onları mükafatlandırır´.

Hişam b. Muhammedi´den şöyle rivayet ediliyor. Numan b. Münzir´in78 huzuruna iki kişi getirildi. Bunlardan biri büyük bir suç işlemişti. Hükümdar onu affetti. Diğeri ise hafif bir suç işlemişti. Hükümdar onu cezalandırdı. Bunun üzerine bir şair şöyle dedi. Padişahlar büyük suçları, faziletli olduklarından dolayı affederler. Küçük suçu ise, karşılıksız bırakmaz! Böyle yapmaları da cahilliklerinden değildir. Ancak bunun hikmeti şudur: Padişahların hilmi bilinsin. Müdahalenin şiddetinden korkulsun!´

Mübarek b. Faddale der ki: Abdullah´ın oğlu Suvar79, Basralılardan bir heyetin başında beni Ebu Cafer´in huzuruna gönderdi. Ben halifenin huzurunda iken bir kişi huzura getirildi. Onun öldürülmesini emretti. Ben kalbimden ´müslümanlardan bir kişi benim hazır bulunduğum bir cemaatte öldürülür de ben nasıl durabilirim?!´ dedim ve halifeye hitaben şunları söyledim: ´Ey mü´minlerin emîri! Hasan Basrî´den dinlediğim bir hadîsi size nakledeyim mi?´ Halife ´Nedir o hadîs?´ dedi. Dedim ki: ´Hasan Basrî´den şöyle duydum: ´Kıyamet günü olduğu zaman ALLAH Teâlâ (c.c) insanları bir yerde toplar. Öyle ki çağıran onlara duyurur, göz onları görebilir. Bu sırada bir dellâl ayağa kalkıp şöyle seslenir: ´Kimin ALLAH katında bir hakkı ve iyiliği varsa ayağa kalksın!´ Dünyada insanları affedenlerden başka kimse ayağa kalkamaz". Halife ´ALLAH´a yemin ederim ben de bu hadîsi Hasan Basrî´den dinledim´ dedi. Ben ´Ben de ALLAH´a yemin ederim ki bu hadîsi Hasan Basrî´den dinledim´ dedim. Bunun üzerine halife ´O halde biz bu adamı affettik´ dedi.

Muaviye şöyle demiştir: ´Fırsat elinize düşünceye kadar hilm ve eziyetlere karşı göğüs germekten ayrılmayınız. Fırsatı elde ettiğiniz takdirde de affetmek ve faziletli olmaktan ayrılmayınız´.

Rivayet ediliyor ki, bir rahib, Hişam b. Abdulmelik´in huzuruna girdi. Hişam, rahibe ´Sen Zülkarneyn´i biliyor musun? Peygamber midir acaba?´ dedi. Rahib şöyle cevap verdi: Hayır! Peygamber değildir. Fakat ona verilen saltanat ve hüküm, kendi-sinde bulunan dört hasletten dolayı verilmiştir:

1.Gücü yettiği zaman affederdi.

2.Söz verdiği zaman sözünü yerine getirirdi.

3.Konuştuğu zaman doğru söylerdi.

4.Bugünün işini yarına bırakmazdı.

Biri şöyle demiştir: ´Kendisine zulmedilince hilm gösterip (sabredip) sonra gücü ve imkânı olduğunda intikam alan kimse halîm değildir. Aksine hâlim o kimsedir ki kendisine zulmedildiği zaman hilm gösterir, gücü yettiği zaman da intikam almaz, affeder´.

Ziyad şöyle demiştir: ´Kudret (gücün yetmesi), kin ve nefreti siler´.
Hişam´ın huzuruna bir kişi getirildi. O kişinin Hişam´ın aleyhinde dedikodu yaptığı halifenin kulağına gelmişti. Adam halifenin huzuruna getirildiği zaman kendisini müdafaa etmek sade dinde delillerini serdetmeye başladı. Bu durum karşısında Hişam kendisine ´Sen bir de konuşuyorsun ha!´ dedi. Kişi "Ey mü´minlerin emiri! ALLAH Teâlâ ´O gün herkes gelir, kendi canını kurtarmak için uğraşır ve herkese yaptığının karşılığı tamamıyla ödenir. Hiçbirine de zulüm yapılmaz´ (Nahl/111) buyurmuştur. Bu bakımdan biz ALLAH´ın huzurunda kendimizi müdafaa eder, nefsimizi kurtarmaya uğraşır da senin huzurunda bu haktan nasıl mahrum oluruz?" dedi. Hişam ´Evet haklısın! ALLAH sana merha-met etsin, konuş!´ diye karşılık verdi.

Rivayet ediliyor ki, bir hırsız Sıffîn´de Ammâr´ın çadırına girdi. Hz. Ammar´a denildi ki: ´Onun elini kes! Çünkü o bizim düşmanımızdır´. Ammar ´Hayır! Ben onu ALLAH kıyamet gününde beni teşhir etmesin diye gizlerim´ dedi.

İbn Mes´ud pazardan yiyecek satın alıyordu. İsteğini satın aldıktan sonra sarığın bir kenarına bağladığı paraları vermek istedi, fakat sarığın açılıp paraların düştüğünü gördü ve şöyle dedi: ´Ben oturduğumda da paralar yerinde duruyordu´. Bu söz üzerine etraftakiler parayı çalana beddua etmeye başlayıp şöyle dediler: ´Ey ALLAHım! O parayı alan hırsızın elini kestir. Ey ALLAHım! Onun başına şunu getir, bunu getir!´ Bunun üzerine İbn Mes´ud şöyle dedi: ´Ey ALLAHım! Onu parayı çalmaya zarurî bir ihtiyacı sevketmişse, o paraları onun için bereketli kıl! Eğer günaha dalmak cesareti ve cüreti onu böyle yapmaya sevketmişse bunu ona en son günah olarak kıl!´

Fudayl şöyle demiştir: "Ben Horasanlı olan bir kişiden daha zâhid bir kimseyi görmedim. Benimle beraber Mescid-i Haram´da oturdu. Sonra Kâbe´yi ziyaret etmek üzere kalktı. Beraberinde bulunan dinarları (paraları) çalındı. Başladı ağlamaya... Ben kendisine ´Sen para için mi ağlıyorsun?´ diye sorunca şu cevabı verdi: ´Hayır! Para için ağlamıyorum. Fakat kendimle o adamı ALLAH Teâlâ´nın huzurunda düşündüm. Baktım ki aklım onun delilini çürütmeye galebe çaldı. Ona merhamet ve şefkatimden dolayı ağladım´ dedi".

Mâlik b. Dinar şöyle anlatıyor: Geceleyin Hakem b. Eyyub´un evine geldik. O zaman Basra valisi idi. Hasan Basrî de korkmuş olarak oraya geldi. Hasan Basrî ile beraber valinin huzuruna girdik. Biz Hasan´a nisbetle ancak tavuklar mesabesinde idik. Bunun üzerine Hasan başlayıp Hz. Yusuf un kıssasını ve kardeşlerinin kendisini nasıl sattıklarını ve nasıl kuyuya attıklarını izah etti ve dedi ki: ´Onlar kardeşlerini sattılar, babalarını üzdüler´ ve devamla Yusuf (a.s) için kadınların hilelerini anlattıktan sonra şöyle dedi:
Ey emir! Acaba Yusuf (a.s) hakkında ALLAH ne yaptı?! Onun için kardeşlerinden intikam aldı. Onun şânını yüceltti. Onun sözünü geçerli kıldı. Onu yeryüzünün hazinelerine bekçi kıldı. Acaba onun işini kemâle erdirdiği ve aile efradını çölden Mısır´a getirdiği zaman o ne yaptı? O ancak şöyle dedi: ´Bugün size ayıplama yok! ALLAH sizi bağışlasın! O, merhamet edenlerin en merhametlisidir!´ (Yusuf/92)

Hasan Basrî bunu nakletmekle Hâkem´e ´arkadaşlarını affetmesini´ târiz yoluyla bildirmek istedi. Bunun üzerine vali Hâkem dedi ki: "Ben de ´Bugün size ayıplama yok´ diyorum. Eğer ben sırtımdaki bu elbiseden başka birşey edinmeseydim, muhakkak sizi bu elbisenin altında örterdim".

İbn Mukaffa bir dostuna mektup yazarak bir kısım arkadaşlarını affetmesini kendisinden talep etti ve ´Filan adam hatasından ötürü senin affına sığınıyor. Senden sana sığınıyor. Bil ki günah ne kadar büyürse af da fazilet bakımından o kadar büyür´ dedi.

Abdülmelik b, Mervan´ın huzuruna Eş´as´ın80 oğlunun adamları esir olarak getirildiğinde Abdülmelik, Reca b. Hayat´a şöyle sordu:

-Senin görüşün nedir?

-ALLAH Teâlâ senin sevdiğin zaferi sana ihsan etmiştir. Bu bakımdan sen de ALLAH´ın sevdiği affı ALLAH´a ver! Bunun üzerine Abdülmelik onları affetti.

Rivayet ediliyor ki Ziyad, Hâricîlerden bir kişiyi yakaladı. Bu kişi Ziyad´ın elinden kurtuldu. Bunun üzerine Ziyad onun kardeşini yakaladı ve ona dedi ki: ´Eğer sen kardeşini getirirsen ne âlâ! Aksi takdirde senin boynunu vururum!´ Bu söze karşılık olarak adam şöyle sordu: ;Acaba mü´minlerin emîrinden sana bir mektup getirirsem beni serbest bırakır mısın?´ Ziyad ´Evet!´ dedi. Kişi İşte ben sana Hakîm ve Azîz olan ALLAH´ın Kitabı´nı getireyim ve onun üzerine Musa ve İbrahim´i de şahid kılayım´ deyip sonra şu ayeti okudu: ´Yoksa kendisine haber mi verilmedi? Musa´nın sâhifelerinde bulunan ve çok vefakâr İbrahim´in sahifelerinde bulunan ki hiçbir günahkâr başkasının günahını çekmez!´ (Necm/36-38) Bunun üzerine Ziyad ´Onu serbest bırakın. Çünkü bu kişi, kendisine delili telkin edilen bir kişidir´ dedi.

İncil´de şöyle yazılıdır: ´Kim kendisine zulmeden bir kimse için af talebinde bulunursa muhakkak o kimse şeytanı mağlup etmiştir´.


_____________________
67)Tirmizî
68)İsfehanî
69)Tirmizî
70)Taberânî, Beyhâkî
71)İbn Ebî Dünya
72)Ebu Said Ahmed b. İbrahim el-Mukrî
73)Daha önce geçmişti.
74)Taberânî
75)İmam Ahmed, Hâkim
76)Taberânî
77)İbn Ebi Dünya
78)Münzir, Gassânî soyuna mensup asr-ı saadetten evvel yaşamış bir Arab
emîridir.
79)Teymî soyundan olan bu zat Basra kadısı idi.
80)Bu zat Abdurrahman b. Kays b. Muhammed b. Eşas´tır. Dedesi Eşas sahabîdir. Hz. Ali ile beraberdi. Hz. Ebubekir (r.a) kızkardeşi Ferve´yi kendisine nikâhlamıştır. Onlardan Muhammed doğup dünyaya geldi. Bu zat, Haccac-ı Zalim´e karşı kıyâm etmiş, sonra mağlup olarak kaçmış ve daha sonra ele geçirilmiştir. Sicistan valisi Ammara b. Temim´in yanına gönderilmiş, orada büyük bir köşkten atılmak suretiyle öldürülmüştür. Ammar diğer arkadaşlarını da öldürüp başlarını Haccac´a, o da Abdülmelik´e göndermiştir.
 
Alt 02-07-2009, 21:48   #8
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Hased´in Hakîkati, Hükmü, Kısımları ve Mertebeleri

Hased ancak nimete karşı yapılır. Bu bakımdan ALLAH Teâlâ, kardeşine bir nimet ile ikramda bulunursa, o nimet hakkında iki durumda olabilirsin:

Birincisi: O nimeti hoş görmemen ve onun yok olmasını istemendir. Bu durumun ismi haseddir. Bu bakımdan hasedin tarifi nimeti hoş görmemek ve kendisine nimet verilenden o nimetin yok olup gitmesini istemek demektir.

İkincisi: Nimetin yok olmasını sevmez, onun varlığını ve devamlılığını kerih görmez, fakat onun benzerini kendisi için de ister. Bu durumun adı gıbta´dır. Bazen de buna münafese denir. Bazen de münafeseye hased, hasede münafese denilir. İki lâfzın herbiri diğerinin yerinde kullanılır. Mânâlar anlaşıldıktan sonra isimlerin kullanılmasında herhangi bir sakınca yoktur. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Mü´min gıbta, münafık ise hased eder.

Birincisi, her durumda haramdır. Ancak bir fâcir veya kâfirin sahip olduğu ve fitne çıkarıp müslümanların arasını bozan, halka eziyet etmekte kullanılan bir malın veya rütbenin onunla bu adamın elinden alınmasını temenni etmek bir zarar vermez. Çünkü sen nimetin nimet olması hasebiyle yok olmasını istemiyor, fesada alet edildiği için yok olmasını istiyorsun. Eğer onun fesadından emin olsaydın onun nimeti seni üzmezdi. Hasedin haram olduğuna bizim naklettiğimiz haberler delâlet etmektedir. Bu tür hased ALLAH Teâlâ´nın bir kısım kullarını diğer bir kısmından üstün kılan kaza ve kaderine küsmektir. Bu ise ne özür ne de ruhsat kabul eder. Acaba bir müslümanın rahat etmesinden kıskançlık duyulmasından daha büyük bir günah mı olur? Oysa ondan sana hiçbir zarar da sözkonusu değildir. Kur´an, buna şöyle işaret etmektedir:

Size bir iyilik dokunsa (bu) onları tasalandırır, size bir kötülük dokunsa ona sevinirler.
(Alu İmran/120)

İşte ayetteki sevinmek, şamata diye tabir edilen durumdur. Hased ile şamata biri diğerinden ayrılmayan eş mânâlardır.

Kitab ehlinden çoğu, gerçek kendilerine besbelli olduktan sonra sırf içlerindeki kıskançlıklarından ötürü sizi imanınızdan sonra küfre çevirmek isterler.(Bakara/109)

Görüldüğü gibi ALLAH Teâlâ onların, iman nimetinin müslümanlardan yok olmasını istemelerinin hased olduğunu haber veriyor.

Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki onlarla bir olasınız.(Nisa/89)

ALLAH Teâlâ, Hz. Yusuf´un kadeşlerinin hasedini zikretmiş ve onların kalplerindekini şu şekilde tabir etmiştir:

(Kardeşleri) demişlerdi ki: ´Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir. Oysa biz bir topluluğuz. Babamız açık bir yanlışlık içindedir!´ İçlerinden bir sözcü ´Yusuf´u öldürün, yahut onu uzak bir yere atın ki babanızın sevgisi yalnız size kalsın ve ondan sonra (tevbe edip) sâlih bir topluluk olursunuz!´(Yusuf/8-9)

Yusuf un kardeşleri, babalarının Yusuf´u sevmesini hoş görmedikleri ve bu sevgi onlara nahoş geldiği ve bu sevginin Yusuf´a gösterilmemesini istediklerinden dolayı Yusuf´u babalarından uzaklaştırdılar.

Onlara verilen şeylerden dolayı nefislerinde bir kaygı duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa bile (onları nefislerine tercih ederler)..(Haşr/9)

Yani göğüsleri, kardeşlerine verilenden dolayı daralmaz ve ondan dolayı üzülmezler. ALLAH Teâlâ ensâr-ı kiramı hasedleri olmamakla övmektedir.
Yoksa ALLAH´ın fazlından insanlara verdiği nimetlere hased mi ediyorlar? Gerçekten biz İbrahim hanedanına kitap ve hikmet verdik. Hem de onlara büyük bir mülk ve saltanat ihsan ettik.(Nisâ/54)

İnsanlar tek bir ümmet idi. ALLAH peygamberleri müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi; onlarla beraber ayrılığa düştükleri konularda insanlar arasında hükmetmek üzere hak ile kitabı indirdi. Hüküm etmek için o peygamberlerle kitab gönderdi. Oysa kendilerine kitap verilenler, kendilerine açık deliller geldikten sonra sırf aralarındaki bağy´den (zulüm ve kıskançlıktan) ötürü o (Kitab hakkı)nda anlaşmazlığa düştü(ler).(Bakara/213)

Ayette geçen ve zulümle tefsir ettiğimiz bağyen kelimesi hased mânâsına yorumlanmıştır.
Onlar kendilerine ilim geldikten sonra sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler.(Şûrâ/14)

ALLAH Teâlâ, ilmi, onları bir araya getirsin, ALLAH´ın ibadet ve taatinde onları birleştirsin diye ihsan ederek ilimde birleşmelerini emretmiştir. Fakat onlar birbirlerine hased ettiler, ihtilâfa düştüler. Çünkü onların herbiri reis olmak ve sözünün kabul edilmesi sevdasında idi! Bu bakımdan birbirlerinin sözünü reddettiler.

İbn Abbas şöyle demiştir: ´Hz. Muhammed (s.a) peygamber olmadan önce yahudiler bir kavimle savaştıkları zaman, ALLAH Teâlâ´ya şöyle dua ederlerdi: ´Yarab! Göndereceğini bize va´dettiğin peygamberin hürmetine, indireceğin kitabın hürmetine bize yardım et´. ALLAH Teâlâ da onlara yardım ederdi. Ne zaman Hz. İsmail´in evladından Hz. Muhammed peygamber olarak gönderildi, onu tanımalarına rağmen inkâr ettiler.

Vakta ki onlara ALLAH Teâlâ tarafından yanlarında bulunanı tasdik edici bir Kitab geldi, daha önce Arap müşriklerine karşı yardım isteyip dururlarken o bildikleri kendilerine gelince onu inkâr ettiler. Artık ALLAH´ın laneti kâfirler üzerinedir. ALLAH´ın, kullarından dilediği kimseye lütfuyla (vahiy) indirmesini çekemeyerek ALLAH´ın indirdiği Kur´an´ı inkâr etmek için kendilerini ne alçak şeye sattılar da gazap üstüne gazaba uğradılar.(Bakara /89-90)

Ayette geçen bağy kelimesi hased mânâsınadır. Hz. Safiye şöyle anlatır: ´Birgün babam, amcama ´Sen bu zat (Hz. Muhammed) hakkında ne dersin?´ diye sordu. Amcam ´Bence Musa´nın müjdelediği peygamber budur!´ Babam ´O halde ne yapmalıyız?´ dedi. Amcam ´Hayatta oldukça ona düşmanlık edelim!´ diye cevap verdi.

İşte haramlık hususunda hased´in hükmü budur. Münafese ise haram değildir. Aksine münafese ya vâcib veya mendup veya mübahdır. Bazen münafese terimi yerine hased tabiri kullanılır. Hased´in yerine de münafese tabiri kullanılır

Kusem b. Abbas106 der ki: ´Kardeşim Fadl ile Hz. Peygamber´e gidip zekât toplama memuru olmak için ricada bulunmayı düşündük. Hz. Ali ´gitmeyiniz! O sizi zekât toplamaya memur etmez!´ dediği zaman onlar Hz. Ali´ye şöyle dediler: ´Senin bu sözün bize karşı ancak bir münafese´den ibarettir. ALLAH´a yemin ederiz ki Hz, Peygamber kızını sana verdiği zaman, biz bunun için sana karşı münafese etmedik´.
Münâfese lûgatta nefaset (imrenmek) kökünden gelir. Münâfese´nin helâl olduğuna delâlet eden ayet şudur:

Ki sonu misktir. İşte yarışanlar, bunun için yarışsınlar. (Mutaffifin/26)

Rabbinizden bir mağfirete ve genişliği göklerle yerin genişliği gibi olan bir cennet için yarışın ki o, ALLAH´a ve peygamberlerine iman edenler için hazırlanmıştır. O, ALLAH´ın ihsanıdır. Onu dilediği kimselere verir. ALLAH çok büyük ihsan sahibidir.(Hadîd/21)

Müsabaka ve yarışma elden çıkma korkusu olduğu zaman yapılır. Bu, mevlâlarınm hizmetine koşuşan iki köle gibidir; zira bu kölelerin herbiri, arkadaşı kendisinden önce mevlâsının hizmetine yetişip, mevlâsının nezdinde kendisine nasip olmayan bir mertebeyi elde eder diye korkar. Bu nasıl böyle olmasın? Zira Hz. Peygamber açıkça belirterek şöyle buyurmaktadır:

Hased ancak iki haslette vardır:

1. ALLAH bir kişiye mal vermiş ve onu o malı hak yola sarfetmeye muvaffak kılmıştır.

2. Bir kişi ki ALLAH kendisine ilim vermiş, o da kendisine verilen ilimle amel eder ve o ilmi halka öğretir.107
Sonra Hz. Peygamber, bu hadîs-i şerifini Ebu Kebşe el-Enmarî´nin108 rivayet ettiği hadiste (tefsir ederek) şöyle buyurmaktadır:

Şu ümmetin misâli, dört kişinin misâline benzer:

1. Bir kişidir ki, ALLAH ona mal ve ilim vermiştir, o da ilminin gereğiyle malından tasarruf eder.

2. Bir kişi ki ALLAH ona

ilim vermiş, mal vermemiştir. O da şöyle der: ´Yarab! Eğer filan adamın malı kadar benim malım olsaydı, ben onun yaptığı kadar malımdan tasarruf eder, senin yolunda harcardım´. Bu iki kişi ecirde eşittirler.
İkinci kişinin bu temennisi, yani başkasının malı kadar malının olmasını ve onunla o mal sahibi gibi infak etme temennisi, diğer kişinin nimetinin zâil olmasını istemek değildir.
Ve devamla şöyle buyurmuştur:

3. Bir kişi ki ALLAH ona mal vermiş, ilim vermemiştir. O da kendisine verilen o malı ALLAH´ın günah saydığı yerlerde sarfeder.

4. Bir kişi ki ALLAH kendisine ne ilim, ne de mal vermiştir. O da der ki: ´Eğer filan adamın malı kadar benim malım olsaydı ben de onun gibi günah yerlere sarfederdim!´ İşte bu iki sınıf günahta eşittirler!109
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber (s.a), (dördüncü kişiyi) mâsiyet için temennide bulunduğundan dolayı kötülemiştir. Yoksa başkasına verilen nimet kadar kendisine de nimet verilmesini istemesinden dolayı kötülemiş değildir.

Bu bakımdan başkasına bir nimetten ötürü imrenip onun nimeti gibi nimet isteyene herhangi bir zarar sözkonusu değildir. Şu şartla ki, başkasının nimetinin yok olmasını istemeyip o nimetin devamlılığından rahatsız olup kıskanmıyorsa... Evet! Eğer o nimet iman, namaz ve zekât gibi dinî ve farz olan nimet ise, burada münafese etmek de farzdır. Kişi imanlı, namazlı ve zekâtlı bir kimse gibi olmayı istemelidir. Çünkü böyle olmayı istemediği takdirde günaha razı olmuş olur. Bu ise haramın ta kendisidir. Malları şerefli yerlerde, sadakalarda sarfetmek gibi eğer nimet faziletlerdense burada münafese menduptur. Eğer nimet mübah bir şekilde kendisinden istifade edilen nimetlerden ise, burada münafese mübahtır. Bütün bunlar kişinin nimet sahibiyle eşit olmayı isteyeceği yerlerdir. Nimette ona yetişmeyi temenni etmeye ve nimetten rahatsız olmamak şartıyla bu nimetin altında iki şey vardır:

1.Kendisine nimet verilenin rahatlığı

2.Başkasının bu hususta eksikliği ve kendisinden geri kalması

Kişi bu iki şeyden birini kerih görür, O da nimet sahibinin geri kalması ve onunla eşit olmayı sevmesidir. Bu bakımdan nefsinin başkasından geri kalmasını hoş görmemekte ve mübahlar hususunda nefsinin eksik kalmasını kerih görmekte bir sakınca yoktur. Bu hareket faziletleri eksiltir. Zühd, tevekkül ve rızaya ters düşer. İnsanoğlunu yüce makamlardan mahrum eder. Fakat günahı gerektirmez. Burada ince ve çözümlenmesi zor bir nokta vardır. Şöyle ki: Kişi öyle bir nimete varmaktan ümitsiz olduğu zaman -oysa bu hususta geri ve eksik kalmayı kerih görür- şüphe yok ki bu takdirde kişi eksikliğin ortadan kalkmasını ister. Eksiğin ortadan kalkması ise ya nimet sahibi gibi bir nimete konmasıyla veya o nimetin sahibinden alınmasıyla mümkündür. O halde bu iki yoldan biri kapandı mı kalp ikinci yolu istemekten ayrılmaz. Hatta nimet sahibinin nimeti yok olduğu zaman, nimetin devamından göğüse daha şifâ verici ve serinletici olur; zira nimetin zevaliyle geri kalması ve başkasının önde olması ortadan kalkar. Bu ise kalbin onulmaz bir durumudur. Eğer böyle bir durumda iş kendisine ha-vale edilir, ihtiyarına bırakılırsa, mutlaka nimet sahibinin nimetini ortadan kaldırmaya çalışacaktır. Bu takdirde şer´an ve dînen ayıplanan bir hasedci olur. Eğer takvâ onu nimet sahibinin nimetini ortadan kaldırmaktan alıkoyarsa, o da nimet sahibinin nime-tinin ortadan kalkmasıyla meydana gelen rahatlıktan vazgeçebiliyorsa, aklı ve diniyle nefsinin bu hareketini hoş görmemesi gerekir. Hz. Peygamber´in, şu hadîs-i şerîfiyle böyle bir kimse kastedilmiş olabilir:

Üç haslet vardır ki hiçbir insan o hasletlerden ayrılamaz. Birisi hased, ikincisi zan, üçüncüsü tefe´üldür.

Mü´min için bunlardan çıkış yolu vardır: Birisine hased ettiğin zaman zulme kaçma!110
Yani kalbinde hasedden birşey hissettiğin zaman onun gereğini yapma!
İnsanoğlu nimet hususunda kardeşine yetişmek iradesinde olup bu hedefine varmaktan da aciz ise, bütün bunlara rağmen yarıştığı kimsenin nimetinin ortadan kalkmasına meyletmekten sakınması pek uzak bir ihtimaldir; zira nimet sahibinin nimeti devam ettikçe, şüphesiz onun ağırlığını hisseder. Bu derecedeki bir münafese haram olan hasedle boğuşmaktadır.
 
Alt 02-07-2009, 21:49   #9
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Hased ve Münafese´nin (İmrenmenin) Sebepleri

Münâfese´nin (İmrenmenin) Sebebi
Münâfese´nin sebebi, hakkında münâfese yapılan şeyin sevgisidir. Eğer o şey dinî birşey ise, onun sebebi ALLAH´ın ve Ona ibadetin sevgisidir. Eğer dünyevî birşey ise, onun sebebi, dünyanın mü-bah şeylerini sevmek ve onlarla nimetlenmektir. Bizim şu anda düşüncemiz kötü olan hased ve onun gerçekten çok olan giriş noktaları hakkındadır. Bütün bunlar yedi kısımdır.

Birincisi adavet (düşmanlık), ikincisi taazzuz, üçüncüsü kibir, dördüncüsü ucub, beşincisi sevilen hedeflerin elden gitmesinden korkmak, altıncısı riyaset sevdası, yedincisi nefsin habaseti ve cimriliği´dir. Çünkü kişinin başkasının nimetini hoş görmemesi onun kendisinin düşmanı olmasından kaynaklanır. Bu ise, sadece akran ve emsallere mahsus bir durum değildir. Hatta bazen hasis bir kimse padişaha da hased eder. Yani padişahın nimetinin yok olmasını ister. Çünkü hasis, ya padişah kendisine kötülük yaptığından dolayı veya bir sevdiğini üzdüğünden dolayı padişaha buğzeder veya hased eden bir kimse, hased ettiği kimsenin malıyla kendisine karşı kibir ve gurur tasladığını bildiği için hased eder.

Hased eden ise, onun kibrine tahammül etmemekte, nefsinin izzetli oluşundan dolayı onun gururuna dayanamamaktadır. İşte taazzuzdan gaye budur veya hased edenin tabiatında hased edilene karşı kibir vardır. Fakat hased edilenin nimeti ve serveti olduğundan dolayı bir türlü ona güç yetirip ona karşı kibirlenememektedir. İşte kendisini kibre zorlamaktan gayesi budur. Veya nimet ve mertebesinin büyüklüğüdür. İşte o nimetin benzerini emsalinin elde etmesinden hayrete düşer. Hayretten maksad da budur veya o nimetten dolayı maksatlarına ulaşamamaktan korkmasıdır. Şöyle ki, hased edilen adam o nimetten dolayı hased edenle hedeflerinde boy ölçüşür veya hased edilen adamın elinde bulunan ve o hususta o adamla eşit olmayan nimetin üzerine bina edilen riyaseti sevmez veya bu sebeplerden birisiyle değil de sadece nefsinin habaseti ve ALLAH´ın kullarına verdiği nimeti çok görmesinden olur. Bütün bu sebepleri açıklamak gerekir.

1. Düşmanlık ve Buğz

Bu sebep, hasedin en şiddetli sebeplerindendir; zira herhangi bir sebepten dolayı kendisine eziyet eden herhangi bir yönden ve hedeften kendisine muhalefette bulunan bir kimseden insanoğlunun kalbi nefret eder ve ona kızar. Nefsinde ona karşı kin besler, kin ise içinin rahat etmesini ve intikam almayı ister. Buğzeden kimse kendi nefsiyle içini rahat ettirmekten aciz kaldı mı, bu sefer zamanın o adamdan intikam alması ile içini rahat ettirmeyi ister ve çoğu zaman da bu şekilde hâdiseleri ALLAH nezdindeki büyük derecesine yorarak tefsir eder! Bu bakımdan düşmanına bir belâ isabet etti mi sevinir ve zanneder ki kendisi o düşmana buğzettiğinden dolayı ALLAH o belâyı vermek suretiyle kendisini mükafatlandırmıştır ve kendisinin hatırı için vermiştir! Ne zaman düşmanına bir nimet isabet ederse kızar. Çünkü bu onun muradının aksidir ve çoğu zaman da kalbine ALLAH nezdinde hiçbir dereceye sahip olmadığı zannı gelir! Çünkü kendisine eziyet veren düşmanından ALLAH intikam almamış aksine nimet vermiştir. Kısaca hased, buğz ve düşmanlığı gerektirir ve onlardan ayrılmaz. Takvânın gayesi, zulmetmemektir ve böyle bir şeyi nefsinde görmeyi çirkin saymaktır. İnsanoğlu başka bir insana buğzetsin, sonra o insanın nezdinde kendisini sevmesi ile sevmemesi eşit olsun, yani buğzunun icabına göre hareket etmesin, bu mümkün değildir. Bu durum yani düşmanlıktan dolayı hased öyle bir durumdur ki ALLAH kâfirleri onunla vasıflandırmıştır. Çünkü şöyle buyurmuştur:

(Siz) kitabın tamamına inanırsınız. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman ´inandık´ derler. Ama kendi başlarına kaldıklarında, size karşı öfkeden parmak uçlarını ısırırlar. Deki: ´Öfkenizden ölün! Şüphesiz ALLAH göğüslerin özünü bilir´. Size bir iyilik dokunsa (bu) onları tasalandırır; size bir kötülük dokunsa ona sevinirler. Eğer sabreder, ALLAH´tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. Şüphesiz ALLAH onların yaptıklarını kuşatmıştır.(Âli İmran/119-120)

Onlar size fenalık yapmakta, fesat çıkarmakta kusur etmezler ve sıkıntıya girmenizi arzu ederler. Onların size olan kin ve düşmanlıkları taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri düşmanlık ise daha büyüktür.(Alu İmran/118)

Buğzetmekten dolayı meydana gelen hased, bazen işi mücadeleye hatta savaşa kadar götürür. Hayatını, hilelerle ve ihbarcılıkla perdeyi yırtmaya ve benzer hareketlerle hased edilen adamın ni-metini ortadan kaldırmaya sarfedip heder eder durur.

2.Taazzuz

Taazzuz demek, başkasının kendisinden maddeten ve mânen yüksek olmasına tahammül etmemek ve bunu dayanılmaz görmektir. Bu bakımdan akran ve emsallerinden birisine büyük bir mevki, ilim veya servet verildiğinde onun bu mertebesinden dolayı kendisine karşı böbürlenmesinden korkarak, buna da tahammül edemeyeceğini tahmin ederek ve nefsinin o arkadaşının ahmakça bir hareketini kaldıramayacağından endişe ederek hased etmektir. Gayesi gurur ve kibir taslamak değildir. Aksine kibirlenmek suretiyle karşısındakinin kibrini bertaraf etmektir. Çünkü kendisi onun eşitliğine razı olmuştur, fakat onun büyüklük taslamasına razı değildir ve tahammül etmez.

3.Kibir

Kibir demek, kişinin tabiatında hased ettiği insana karşı böbürlenmenin bulunması demektir. Onu küçümsemesi, hizmetlerine koşturması, ondan elpençe divan durmayı beklemesi, onu gaye ve hedeflerinin arkasında sürüklemeyi istemesi demektir. Bu bakımdan kendisine hased edilen adam herhangi bir nimete konduğu zaman hasedçi, kendisinin nimetten gelen gururunu hazmedemeyeceğinden, tebaiyetinden yüz çevireceğinden veya kendisiyle eşit olmaya doğru adımlar atacağından ve nefsini kendisinden daha yüksek göreceğinden korkar. Bu bakımdan daha önce altta olduğu halde bu sefer üste çıkması sözkonusu olur! Kâfirlerin çoğunun Hz. Peygamber´e karşı hasedleri, tekebbür ve taazzuzdan ileri geliyordu; zira onlar dediler ki: ´Yetim bir genç bizi nasıl geçer, biz ona nasıl başeğeriz!´ İşte bu hakikati ilân eden ayet!

Yine şöyle dediler: ´Şu Kur´an iki kentten (Mekke ve Tâif ten) büyük bir adama (mal ve mevkii büyük bir kimseye) indirilmeli değil miydi?´(Zuhruf/31)

Yani ´Böyle bir kimseye Kur´an indirilseydi ona baş eğmek bize ağır gelmezdi. Malca büyük olan o kimseye biz tâbi olurduk!´

Böylece biz onların bir kısmını diğer bir kısmıyla imtihan ettik ki ´ALLAH aramızdan şunlara mı lütfu lâyık gördü?´ desinler!(En´âm/53)
Onların bu sözleri, fakir müslümanları tahrik etmek ve onlara karşı böbürlenmek içindir.

4. Taaccüb

Nitekim ALLAH Teâlâ, gelmiş ve geçmiş ümmetlerden haber vererek onların şöyle dediğini bize nakletmektedir:
Sizler ancak bizim gibi beşersiniz!(Yâsîn/15)

Bizim gibi olan iki beşere mi iman edelim?(Mü´minûn/47)

Eğer siz sizin gibi bir beşere itaât ederseniz o zaman siz, mutlaka zarar edenlersiniz demektir.(Mü´minûn/34)

Kâfirler peygamberlerin risalet mertebesinden, vahy almalarından ve ALLAH´a yakın olmalarından hayrete düştüler. Çünkü peygamberler de onlar gibi beşer idiler. Bu bakımdan peygamberlere hased ettiler. Peygamberliğin onlardan alınmasını istediler. Kendileri gibi beşer olan ve yaradılışta benzerleri olan kimselerin kendilerinden üstün olmasından sıkıldılar. Onların böyle yapması tekebbür kasdından veya riyaset talebinden veya eski bir düşmanlıktan veya diğer sebeplerin birisinden ileri gelmiyordu. Onlar hayret ederek şöyle dediler:

ALLAH bir beşeri mi rasûl olarak gönderdi?!(İsrâ/94)

Üzerimize melekler indirilse ya!(Furkan/21)

Korunup da merhamet edilmeniz için, aranızdan sizi uyaracak bir adam aracılığı ile bir zikir gelmesine şaştınız mı?(A´raf/63)

5.Maksatların Elden Kaçmasından Korkmak

Bu tür hased, bir tek maksadın etrafında birbirini kıskananlar arasında meydana gelir ve bunların herbiri maksadını elde etmekte yardımcı olacak her nimet hususunda arkadaşına hased eder. Kumaların kadınlık maksatlarından ötürü birinin diğerine hased etmesi bu türdendir. Anne ve babanın kalbindeki şefkate erişmek için kardeşler arasındaki hased de bu tür hasedtir. Bu hasedi mal ve şeref maksadlarına varmak için güderler. Aynı hocanın talebeleri arasında hocalarının kalbindeki şefkate nail olmak için yapılan hased de bu türdendir. Padişahın yakınları ve hizmetçileri de onun gözüne girmek için bu tür bir kıskanma içerisindedirler. Gayeleri gözde olup mal ve mertebeye ulaşmaktır. Belli fakîhlerin takdirini kazanmak için sürtüşen ve biri diğerine hased eden âlimlerin kıskanması da böyledir; zira birtakım gaye ve hedeflere varmak için onların herbiri insanların kalbinde taht kurmak isterler.

6.Riyaset Sevgisi

Bu sebep; riyaset sevgisi ve herhangi bir maksada ulaşmak için değil de sadece (kuru bir hevesle) kendi nefsine rütbe ve nüfuz istemesidir. Bu, herhangi bir sanatta emsali olmasın diye çırpınan bir kişi gibidir. Bu kişiye halkın methetme sevgisi galebe çaldığı ve ´filan adam ihtisas sahasında asrının biricik adamıdır´ diye övgüler yağması kişiyi bu bâdireye sürükler! Çünkü bu kişi kâinatın en ücra köşesinde bile bir benzerinin olduğunu işittiği zaman rahatsız olur ve onun ölümünü ister veya kendisine eşit olmasına vesile olan nimetinin ortadan kalkmasını ister. Mesela kahramanlık, ilim, ibadet, sanat, güzellik, servet veya özelliği olan herhangi bir hususta kendisine ortak ve eşit olan bir kimsenin bu nimetinin elinden gitmesini ister ve bu hususta tek başına kalmak kendisini sevindirir. Bu hasedin sebebi, daha önce vâki olan bir düşmanlık, taazzuz ve tekebbür değildir. Sadece tek başına ´filan sahada önder ve reistir´ denmesinden duyduğu övünçten ve başka gayesinin yok olma korkusu da değildir. Bu mânâ reislik haricinde bulunan birtakım maksadlarına varmak için halkın kalbinde taht kurmak isteğinden ibaret olan birtakım âlimlerin arasında cereyan eden mânânın ötesinde bir mânâdır. Yahudi âlimleri, Hz. Peygamberi (s.a) tanıdıklarını inkâr ediyorlar ve ona iman etmiyorlardı. Çünkü ilimleri Hz. Peygamberin gelmesi sebebiyle ortadan kalktığı zaman, baş olmaları ve reislikleri iptal olunmuş ve ortadan kalkmıştı!

7. Nefsin Habâseti

Yedinci sebep, nefsin habâseti ve ALLAH´ın kullarına isabet eden hayırdan ötürü onları kıskanmasıdır; zira riyaset ve gururla meşgul olmayan, mal istemeyen bir kimseyi görürsün ki onun yanında ALLAH´ın kullarından birinin iyi durumlarından bahsedildiği ve ALLAH´ın kullarına nimet olarak verdiklerinden bahsedildiği zaman kendisine ağır gelir! Kendisine insanların işlerinin bozukluğundan ve karışık durumlarından, amaçlarının suya düştüğünden, hayatlarının bulanık geçtiğinden bahsettiğin zaman sevinir! Bu kimse hiçbir zaman başkasının rahatlığını hoş görmez. Daima başkasının perişanlığı hoşuna gider. ALLAH´ın nimetlerini kullarına çok görür. Cimrilik yapar. Sanki o kullar o nimetleri onun mülkünden ve hazinelerinden almışlar gibi davranır. İki türlü bahil (cimri) vardır. Biri, öz malıyla halka karşı cimrilik yapar. Diğeri, başkasının malıyla halka karşı cimrilik yapar. İşte bu insan da ALLAH´ın nimetleriyle başkasına karşı cimrilik yapar. Kendisiyle aralarında herhangi bir bağ ve düşmanlık olmayan kullara ALLAH´ın vermiş olduğu nimetleri çok görür! Bunun zâhirî bir sebebi yoktur. Ancak nefiste bulunan bir habaset ve tabiatta bulunan bir rezaletten başka! Bu insanın yaratılışı böyle bir habâset üzerinedir, bunu tedavi etmek gayet güçtür. Çünkü diğer sebeplerle meydana gelen hasedin sebepleri ârızî olduğu için onun sö-külmesi ve tedavisi düşünülebilir ve insan tedavisine ümit bağlar. Hasedin şu son kısmı ise, insanın yaradılışında bulunan bir çirkinliktir. Herhangi bir ârızî sebepten doğmamıştır. Bu bakımdan onun sökülmesi güçtür; zira mucize kabilinden olmazsa normal yollardan sökülüp atılması imkânsızdır.

İşte bunlar hasedin sebepleridir. Bazen bu sebeplerin bir kısmı veya tümü veya çoğu bir şahısta toplanır, dolayısıyla o şahısta hased oldukça kabarık olur. Öyle bir duruma gelir ki kişi onu düzeltmek ve karşısındaki insana zâhirde olsun idare-i kelâm etmek kuvvetine bile sahip olamaz. Aksine idare-i kelâm etmek perdelerini yırtar, açıkça belirtmek suretiyle düşmanlığı su yüzüne çıkar. Hased edenlerin çoğunda bu sebeplerin bir veya birkaçı bulunur. Herhangi bir sebebin bunlardan ayrılması pek enderdir.
 
Konu Kapatılmıştır


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı




2007-2026 © Siyaset Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.


Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı