Siyaset Forum - Siyasetin Kalbi


Konu Kapatılmıştır
Seçenekler
 
Alt 02-08-2009, 03:38   #1
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Cömertlik Hakkında Hikâyeler

Muhammed b. Münkedir, Hz. Âişe´nin hizmetçisi Ümmü Durre84den rivayet ediyor: Muaviye, Hz. Âişe´ye miktarı 180.000 dirhem olan bir malı iki çuvala doldurarak gönderdi. Bunun üzerine Hz. Âişe bir tabak istedi, O tabak ile o malı, ihtiyaç sahipleri-nin arasında taksim etti. Akşamladığı zaman cariyesine ´Benim iftar yemeğimi getir!´ dedi. Cariye kendisine ekmek ile zeytinyağı getirdi. Ümmü Durre, Hz. Âişe´ye ´Bugün taksim ettiğin malın bir dirhemiyle bize iftar etmemiz için biraz et alamaz mıydın?´ dedi. Aişe validemiz ona cevap olarak şöyle dedi: ´Eğer daha önce hatırlatsaydın alırdım!´

Eban b. Osman´dan85 şöyle rivayet ediliyor: Bir kişi Hz. Ubeydullah b. Abbas´ı zarara sokmak istedi ve Kureyş´in eşrafına gelerek şöyle dedi: ´Ubeydullah sizi bugün öğle yemeğine davet ediyor´ Bunun üzerine Kureyş eşrafı Ubeydullah´a, evini dolduracak kadar akın ettiler. Ubeydullah ´Ne oldu! Bu akının sebebi nedir?´ diye sorunca olay kendisine anlatıldı. Bunun üzerine Ubeydullah bir taraftan meyve satın alınmasını emretti. Öbür taraftan da tirit yapılmasını ve ekmek pişirilmesini emretti. Meyveler misafirlere takdim edildi. Misafirler daha meyveleri bitirmeden sofralar kuruldu. Onlar doyasıya yediler. Ubeydullah vekillerine ´Bu sofralar hergün bizde var mı?´ dedi. Onlar ´Evet!´ deyince, Ubeydullah ´O halde bunlar hergün bizde öğle yemeği yesinler´ dedi.

Mus´ab b. Zübeyr şöyle anlatıyor: Muaviye hacca geldi. Hacdan dönerken Medine´den geçti. Bunun üzerine Hz. Hüseyin, Hz. Hasan´a ´Muaviye´yi karşılama ve ona selâm verme!´ diye tenbih etti. Muaviye Medine´den çıkınca Hz. Hasan dedi ki: ´Bizim bir borcumuz vardır. Mutlaka onun ödenmesi için Muaviye´ye gitmemiz gerekir´ dedi ve bir hayvana binerek Muaviye´ye yetişti. Ona selâm verdi. Borcunu haber verdi. Bu esnada Muaviye´nin yanından, yükü 80.000 dinar olan bir deveyi geçirdiler. Deve yorulmuş, diğer develerden geri kalmıştı. Bir grup insan deveyi sürüyordu. Muaviye ´Bu, ne devesidir?´ diye sordu. Kendisine hâdise anlatıldı. Bunun üzerine ´Deveyi yüküyle beraber Ebu Muhammed´e (Hz. Hasan´a) verin!´ dedi.

Vâkıd b. Muhammed el-Vâkıdî86 babasından şöyle rivayet ediyor: Babam, Halife Me´mun´a, bir dilekçe takdim etmiş, borcunun çokluğundan ve borçlu kalmak hususunda sabrının azaldığından bahsetmiş. Me´mun, arzuhalinin arkasına şunları yazmış: "Sen öyle bir kişisin ki sende iki haslet birden vardır: ´Senin elindeki serveti tüketen cömertliktir. Derdini bize anlatmaktan seni meneden hayâ´dır. Ben sana 100.000 dirhem yerilmesini emrettim. Eğer ihtiyacına cevap verecek miktarı tahsis etmişsem, elinin yaymasını fazlalaştır. Eğer verdiğim ihtiyacını karşılamazsa, suçun sana aittir. Çünkü sen babam Harun Reşid´in kadısı iken, bana Muhammed b. İshak´tan, o da Zührî´den, o da Enes´den, Hz. Peygamber´in Zübeyr b. Avvam´a şöyle dediğini rivayet etmiştin: ´Ey Zübeyr!87 Bil ki kulların rızık anahtarları arşın karşısındadır. ALLAH Teâlâ her kulun nafakası nisbetinde ona rızık gönderir. Bu bakımdan çok infak edene çok, az infak edene az gönderir´.88 Sen benden daha iyi bilirsin!"
Vakıdî der ki: ´ALLAH´a yemin olsun. Me´mun´un, benimle bu hadîs-i şerifi müzakere etmesi bana verilen 100.000 dirhemlik caizeden daha sevimli geldi bana!´

Bir kişi Hasan b. Ali´den bir ihtiyacının giderilmesini diledi. Hz. Hasan şu cevabı verdi: ´Ey kişi! Dilediğinin hakkı yanımda pek büyüktür. Sana gerekeni biliyor olmam, benim için daha ağır oldu. Elim sana lâyık olanı vermekten aciz... ALLAH için ne kadar verilirse azdır. Benim şu anda mülk ve tasarrufumda bulunan mal, senin şükrünü ifa etmek için senindir. Eğer sen bu mümkün olanı kabul eder, şu eziyetin yükünü benden kaldırır, gereken hakkından dolayı gösterdiğin ihtimamdan beni kurtarırsan, sana bütün malımı veririm´. Bunun üzerine kişi dedi ki: ´Ey Rasûlullah´ın torunu! Kabul eder ve atiyene karşı teşekkür ederim. Kabul etmemek bana ağır gelir!´

Bunun üzerine Hz. Hasan vekilini çağırdı. Zarurî nafakalar hakkında vekille hesaba girişti. Bütün zarurî nafakalarını ortaya koyduktan sonra vekile şu emri verdi: ´Üçyüz bin dirhemden artanı getir!´ Bunun üzerine vekil 50.000 dirhem getirdi. Hz. Hasan vekile ´Beşyüz dinarı ne yaptın?´ Vekil Yanımdadır!´ dedi. Hz. Hasan ´Onu da getir!´ diye emir verdi. Hz. Hasan, hamalların ücretini ödemek için abâsını da verdi. Bunun üzerine köleleri ve hizmetçileri Hz. Hasan´a ´ALLAH´a yemin olsun! Bizim yanımızda bir dirhem dahi kalmadı´ dediler. Hz, Hasan ´Ümit ederim ki ALLAH katında bu benim için büyük bir ecir olur!´ dedi.
Basra´nın kurraları Basra valisi İbn Abbas´ın huzurunda toplanıp şöyle dediler: ´Bizim bir komşumuz var. Gündüzleri oruçlu, geceleri âbiddir. Her birimiz onun gibi olmak istiyoruz. Bu kişi kızını kardeşinin oğluyla evlendirdi. Fakat yeğeni fakirdir. Kızının çeyizini yapacak gücü yoktur. Onun için yardım et!´
Bu söz üzerine İbn Abbas kalktı. Ellerinden tutarak onları evine götürdü. Bir sandık açtı. Sandıktan altı yığın (kese) para çıkardı. Onlara ´Bunları götürün!´ dedi. Onlar da parayı alıp götürdüler. Daha sonra İbn Abbas ´Biz o kişiye iyilik yapmadık. Onu oruç ve ibâdetinden alıkoyacak şeyler verdik. O malı geri getirin. Biz kızın çeyizini temin etmekle ona yardımcı olalım. Dünyanın, ALLAH´ın kullarından birini, ALLAH´a ibâdetinden meşgul edecek kadar değeri yoktur! ALLAH´ın velî kullarına hizmet etmekten bizi alıkoyan kibir ve gurur da bizde yoktur´ dedi. İbn Abbas da, kurralar da dediklerini yaptılar.

Hikâye olunuyor ki; Mısır´da halk kıtlığa yakalandı. Onların emiri Abdülhamid b. Sa´d idi. Abdülhamid dedi ki: ´ALLAH´a yemin ederim! Ben kendisine düşman olduğumu şeytana bildireceğim!´ Bu bakımdan gıda maddelerinin fiyatları normale dönünceye kadar Abdülhamid, Mısırlı fakirleri kesesinden besledi. Sonra emîrlikten ayrıldı. Borçlarının karşılığında hanımlarının ziynetlerini rehin bıraktı. O ziynetlerin kıymetleri beş milyon dirhemdi. Ziynetleri tüccarların elinden borçlarını ödemek suretiyle alması zorlaştığı zaman ziynetleri satmalarını, haklarından fazla kalan parayı daha önce ikramına mazhar olmayan fakirlere dağıtmalarını yazdı.
Şii olan Ebu Tahir b. Kuseyr´e bir kişi ´Ali b. Ebî Tâlib´in hakkı için, senin filan filan yerdeki hakkını bana hibe et!´ dedi. Bunun üzerine Ebu Tahir kişiye ´Onu sana verdim. Ali´nin hakkıyla yemin ederim, ondan sonra gelen yeri de sana veriyorum´ dedi. Oysa kendiliğinden verdiği yer, kişinin istemiş olduğu yerin birkaç misliydi.

Ebu Mes´ud kerîm birisiydi. Şairlerden bazıları onu medhetti. Kendisini öven şaire dedi ki: ´ALLAH´a yemin ederim, benim yanımda sana verecek bir şeyim yok! Fakat beni yakamdan tut! Kadı´nın huzuruna götür. Bende 10.000 dirhem alacağının olduğunu iddia et! Ben de ´Evet! Borçluyum´ diyeyim. Sonra bu borcun karışlığmda hapsedilmemi iste! Çünkü böyle yaptığın takdirde, aile efradım 10.000 dirhem için beni hapiste bırakmazlar´.
Şair, onun dediği gibi yaptı. Akşama kadar şaire 10.000 dirhem verildi ve Ebu Mes´ud hapisten çıkarıldı.

Muan b. Zaid89 Basra´da yukarı ve aşağı Irak´ın valisi idi. Bir şair kapısına geldi, bir müddet bekledi. Muan´ın huzuruna girmek istedi. Fakat bir türlü buna muvaffak olamadı. Birgün Muan´ın bazı hizmetçilerine dedi ki: ´Emîr bahçeye indiği zaman onu bana göster!´ Emîr bahçeye indiği zaman hizmetçi kendisine haber verdi. Bunun üzerine şair bir tahta parçasına bir şiir yazdı. Tahtayı bahçeye akan suya attı. Muan, suyun başında duruyordu. Tahtayı görünce aldı, okudu. Baktı ki içinde şunlar yazılıdır: ´Ey Muan´ın cömertliği! Benim ihtiyacımı Muan´a gizlice söyle! Çünkü senden başka Muan´ın yanında benim için şefaat edecek bir kimse yoktur!´
Muan ´Bu şiirin sahibi kimdir?´ dedi. Bunun üzerine kişi Muan´ın huzuruna çağrıldı. Muan adama ´Şiiri nasıl söyledin?´ dedi. Adam şiiri okudu. Bunun üzerine Muan, on kese verilmesini emretti, kişi bunları aldı. Vali o odun parçasını minderinin altına bıraktı. İkinci gün onu oradan çıkardı, okudu ve o kişiyi tekrar çağırdı. Ona 100.000 dirhem verdi, kişi bu 100.000 dirhemi aldığı zaman valinin bunu kendisinden geri alabileceğinden korkarak çıkıp gitti! Üçüncü gün şiiri tekrar okudu ve onu çağırdı, fakat şair arandı, bulunamadı. Bunun üzerine Muan dedi ki: ´Hazinemde bir dirhem ve dinar kalmayıncaya kadar ona vermek benim boyn-mun borcu olmuştur!´

Ebu Hasan el-Medainî90 şöyle demiştir: Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Câfer beraberce hacca gittiler. Ağırlıkları kendilerinden daha önce gittiği için acıktılar ve susadılar. Çadırında oturan bir kocakarının yanından geçtiler. Kadına ´su var mı?´ diye sorunca ´Evet, var!´ cevabını aldılar. Bunun üzerine develerini çöktürdüler. Çadırın bir tarafında kadının zayıf bir koyunu vardı. Kadın onlara ´Şu koyunu sağın, sütünü için!´ dedi. Onlar bunu yaptılar. Sonra kadına dediler ki: ´Yemek var mı?´ Kadın ´Hayır! Bu koyundan başka yiyecek bir madde yok! Fakat bu koyunu biriniz kessin ki size yiyecek hazırlayayım!´ dedi. Onlardan biri koyunu kesti, yüzdü. Kadın onlara yemek hazırladı. Hava serinleyinceye kadar orada durdular. Giderken kadına dediler ki: ´Biz Kureyşteniz. Bu tarafa (Ka´be´ye) gitmek istiyoruz. Sağ sâlim Medine´ye döndüğümüz zaman, yanımıza gel, sana iyilik yapacağız!´ Sonra gittiler. Hanımın kocası gelince, ona olanları anlattı. Bunun üzerine kocası öfkelendi ve kadına dedi ki: ´ALLAH senin belanı versin! Tanımadığın bir gruba benim koyunumu nasıl keser ve sonra da ´Kureyş´ten birkaç kişiydi´ dersin?´
Bir müddet sonra, zaruret o karı-kocayı Medine´ye gelmeye zorladı. Karı koca Medine´ye geldiler. Hayvan dışkılarını toplayıp, satıyorlar ve onun parasıyla yaşıyorlardı. Birgün kadın Medine´nin bir sokağından geçti. O anda Hz. Hasan kapısında duruyordu. Kadını tanıdı. Fakat kadın kendisini tanımadı. Hizmetçisini göndererek kadını çağırdı. Kadına dedi ki: ´Ey ALLAH´ın sevgili kulu! Beni tanıdın mı?´ Kadın ´Hayır! Seni tanımıyorum!´ deyince, Hz. Hasan ´Ben filan filan günde senin misafirin olmadım mı?´ dedi. Kadın ´Annem babam sana feda olsun! Sen o musun?´ dedi.
Hz. Hasan ´Evet! Ben oyum!´ dedi. Sonra Hz. Hasan zekât koyunlarından kadın için bin koyun satın alınmasını emretti. Bunlarla beraber kadına bin dinar verdi ve kadını hizmetçisiyle beraber kardeşi Hz. Hüseyin´e gönderdi. Hz. Hüseyin kadına ´Ağabeyim sana ne kadar verdi?´ diye sordu. Kadın ´Bin koyun, bin dinar!´ dedi. Bunun üzerine Hz. Hüseyin de kadına o kadar verilmesini emretti. Sonra kadını hizmetçisiyle beraber Abdullah b. Câfer´e gönderdi. Abdullah ´Hasan ile Hüseyin sana ne kadar ikramda bulundu?´ dedi. Kadın ´İki bin koyun, iki bin dinar!´ dedi. Bunun üzerine Abdullah (r.a) kadına iki bin koyun, iki bin dinar verilmesini emretti ve dedi ki: ´Eğer benden başlamış olsaydın onların ikisini de yorardım!´ Kadın kocasına dört bin koyun ve dört bin dinarla döndü!

Abdullah b. Amr b. Kureyz camiden çıkıp evine giderden Sakif kabilesinden bir çocuk ayağa kalktı. Onun yanına gitti. Abdullah çocuğa ´Senin bir ihtiyacın mı var?´ dedi. Çocuk ´Senin salâh (iyilik) ve felâhını (kurtuluşunu) istiyorum. Senin tek başına yürüdüğünü görünce seninle beraber yürüyüp, seni korumayı düşündüm. Sana bir kötülük dokunmasından ALLAH´a sığınırım!´ dedi. Bunun üzerine Abdullah çocuğun elinden tuttu. Onu evine götürdü. Sonra bin dinar istedi. Çocuğa verdi ve dedi ki: ´Ailen seni güzel terbiye etmiş. Bu parayı infak et!´

Hikâye ediliyor ki, Araplardan bir kavim, cömert birinin kabrini ziyaret etmeye geldiler. Kabrinin yanında konaklayıp geceledi-ler. Kendileri uzun bir mesafeden geliyorlardı. Onlardan biri, rüyasında kabir sahibini gördü. Kabir sahibi kendisine şu teklifte bulundu: ´Sen deveni benim devemle değiştirir misin?´ Cömert olan kabir sahibi arkasında bir deve bırakmıştı. Onunla mâruf ve meşhur idi. Rüya gören kişinin de semiz bir devesi vardı. Kişi, kabir sahibine ´Evet! Değiştiririm´ dedi ve rüyada deveyi onun devesiyle takas yaptı. Aralarında akid olunca kabir sahibi deveye doğru gitti ve deveyi kesti. Deve sahibi rüyasından uyanınca devesinin göğsünden kan aktığını gördü. Kalkıp deveyi kesti, etini taksim etti. Pişirdiler ve sonra göç edip, gittiler. İkinci gün yoldayken onları bir kervan karşıladı. Kervanın içinden biri bunlara ´Sizden filan oğlu filan kimdir?´ dedi. Deve sahibinin ismini söyledi. Bunun üzerine deve sahibi ´O sorduğun kimse benim!´ dedi. Soran adam deve sahibine ´Sen filan oğlu filana (kabir sahibini kastediyor) birşey sattın mı?´ dedi. Deve sahibi ´Evet! Ben devemi rüya âleminde onun devesiyle takas yaptım!´ dedi. Soran ´O halde bu onun devesidir, buyurun!´ diye deveyi takdim ettikten sonra şöyle devam etti: ´O ka-bir sahibi benim babamdır. Onu rüya âleminde gördüm. Bana dedi ki: "Eğer oğlum isen benim devemi filan oğlu filana götür diyerek senin ismini de zikretti" dedi.

Kureyşten bir kişi seferden geldi. Yol kenarında oturan bir bedevinin yanından geçti. O bedevi hastalıktan halsiz düşmüştü. Bedevi misafire şöyle seslendi: ´Ey kişi! Zamanın felâketlerine karşı bize yardım et!´ Bunun üzerine misafir, hizmetçisine dedi ki: ´Seninle beraber kalan nafakayı bu adamcağıza ver!´

Bu söz üzerine, hizmetçi, bedevinin kucağına dört bin dirhemi döküverdi. Bedevi gitmek istedi. Fakat zayıflıktan kalkamadı, ağladı. Misafir kendisine ´Seni ağlatan nedir? Acaba bizim verdiğimizi az mı gördün?´ dedi. Bedevi ´Hayır!´ dedi ve devamla ´Fakat ben toprağın senin kereminden (iskeletini kastediyor) yiyeceğini hatırladım da o beni ağlattı!´ dedi,
Abdullah b. Amr, Hâlid b. Ukbe b. Ebî Müeyyed´den çarşıdaki evini 90.000 dirheme satın aldı. Geceleyin Hâlid´in aile efradının ağlamasını işitti. Hanımına ´Bunlar niçin ağlıyorlar?´ diye sordu. Hanımı dedi ki: ´Sana satılan evleri için ağlıyorlar?´ Bunun üzerine Abdullah hizmetçisine ´Git onlara söyle! Hem verdiğim mal, hem de ev onlarındır!´ dedi.

Harun Reşid, İmam Mâlik´e beşyüz dinar gönderdi. Bu haber Leys b. Sa´d´ın91 kulağına gitti. Leys bunun üzerine İmam Mâlik´e bin dinar gönderdi. Harun Reşid bu olaya kızarak, Leys´e ´Nasıl olur? Ben ona beşyüz dinar veriyorum, sen ise bin dinar! Oysa sen benim halkımdan bir fertsin´ dedi. Bunun üzerine Leys şöyle cevap verdi: ´Ey mü´minlerin emiri! Benim mahsulümden hergün bin dinarlık kâr geliyor. Bu bakımdan ben İmam Mâlik gibi bir insana günlük gelirimden azını vermiş olmaktan utandım!´

Hikâye olunuyor ki Leys´in günlük geliri bin dinar olmakla beraber kendisine zekât vâcib olmamıştır. (Yani malını elinde tutmamıştır). Bir kadın, Leys b. Sa´d´dan biraz bal istedi. Leys, kadına bir tulum dolusu bal verilmesini emretti. Kendisine denildi ki: ´Kadın bundan azıyla kanaat ediyor!´ Cevap olarak şöyle dedi: ´O ihtiyacı kadarını istedi. Biz de bize verilen nimet oranında verelim!´ Leys b. Sa´d, üçyüz altmış fakire sadaka vermeden birgün bile konuşmazdı.

A´meş92 der ki: "Yanımda bulunan bir koyun hasta oldu. Hayseme b. Abdurrahman93 sabah akşam koyunu kontrol edip bana ´Koyun bugün yemini aldı mı?´ diyordu. Çocuklar, koyunun sütünü kaybettiklerinden beri zor durumda kalmışlardı. Benim altımda, üzerinde oturduğum bir keçe vardı. Hayseme her gelip gittiğinde, bana ´Keçenin altındakini al!´ diyordu. Öyle ki koyunun
hastalığı müddetince üç yüz dinardan fazla bana para verdi. Hatta koyunun hiç iyileşmemesini temenni ettim".

Abdülmelik b. Mervan, Esma b. Harice´ye94 dedi ki: ´Senin hakkında bazı hasletler işittim! Onları bana söyler misin?´ Esma ´Bu hasletleri başkasından dinlemen, benden dinlemenden daha güzeldir´ dedi. Abdülmelik ´O hasletleri bana söylemeni sana emrediyorum!´ dedi. Bunun üzerine Esma, söze başlayarak şöyle dedi: ´Ey mü´minlerin emiri! Ben hiçbir arkadaşımın huzurunda ayaklarımı uzatmış değilim! Bir yemeği yapıp ona bir kavmi davet ettiğimde bu hususta benim onlara yapacağım minnetten daha fazlasını onlar bana yapmış olurlar. Hiç kimse yoktur ki yüzünü çevirip benden birşey istemiş olsun da ona vermiş olduğumu çok görmüş olayım!´

Said b. Hâlid,95, Süleyman b. Abdülmelik´in huzuruna girdi. Said cömert bir kimseydi. Yanında birşey bulunmadığı zaman kendisinden mal isteyen bir kimseye bir borç senedi verirdi. Maaşı çıkınca o borcu öderdi. Süleyman ona baktığı zaman şu şiir ile temsil getirdi:

- Ben sabahla beraber bir çağırıcıyı dinledim. Şöyle sesleni-yordu: ´Ey çok yardımcı olan kişiye yardım eden neredesin?´

-Senin ihtiyacın nedir?

-Benim borcum var.

-Ne kadar?

-Otuz bin dinar!

-Senin borcun ve onun kadarı da senin olsun!
Denildi ki, Kays b. Sa´d b. Ubade hastalandı. Arkadaşları ziya-retini tehir ettiler. Bunun üzerine kendisine denildi ki: ´Onlar sana borçlu oldukları için utanıp gelmiyorlar!´ Bunun üzerine Kays şöyle dedi: ´Arkadaşları ziyaretten meneden bir malı ALLAH rezil eder (etsin!)´ Sonra bir tellâle emir verdi, tellâl şöyle çağırdı: ´Kaysın kimde alacağı varsa, bağışlanmıştır!´

Râvi der ki: ´O gün Kays´ı ziyaret edenlerin çokluğundan ötürü Kays´ın merdiveni kırıldı´.
Ebu İshak´tan şöyle rivayet ediliyor: Sabah namazını Kûfe´de, Eşas06 mescidinde kıldım. Bir borçlumu arıyordum. Namaz kıldıktan sonra önüme bir elbise ile bir çift ayakkabı konuldu. Getirene dedim ki: ´Ben bu mescidin ehlinden değilim. Bunları neden bana veriyorsun?´ Bana dediler ki: ´Eşas b. Kays el-Kindî, akşamleyin Mekke´den geldi. Camide namaz kılan herkese bir elbise ile bir çift ayakkabı verilmesini emretti´.

Şeyh Ebu Sa´d Harkuşî Nisaburî97 Muhammed b. Muhammed´den şöyle rivayet ediyor: Mekke-i Mükerreme´de mücavir olarak bulunan Şâfiî şöyle anlattı: ´Mısır´da fakirler için birşeyler toparlamakla bilinen bir kişi vardı. Fakirlerden birinin çocuğu doğdu. Çocuğun babası fakirlerin haline bakan adama geldi ve kendisine bir çocuğunun doğup dünyaya geldiğini haber verdi. Çocuğa bakmak için yanında birşey olmadığını söyledi. Adam onunla beraber gitti. Bir cemaatin huzuruna girdi. Fakat hiçbir şey alamadı. Bir kabrin yanına gelerek orada oturdu ve şöyle seslendi: ´ALLAH senden razı olsun. Sen iyilik yapar ve verirdin. Ben bugün bir cemaatin yanma girip çıktım. Yeni doğan bir çocuğa birşeyler vermeyi teklif ettim. Hiçbir şey alamadım!´ Çocuğun babası der ki: Sonra kabrin yanından kalktı. Bir dinar çıkardı. Onu ikiye böldü. Yarısını bana verdi ve dedi ki: ´Eline birşey geçinceye kadar bu senin boynuna borç olacaktır!´ Bunun üzerine parayı aldım gittim. Mümkün olan şeyleri satın aldım. O gece o zat, kabir sahibini rüyasında görmüş. Kabir sahibi ona ´Senin bütün dediğini dinledim. Fakat cevap vermek için bize izin yok. Lâkin evime git. Çocuğuma söyle! Ocak yerini kazsınlar. Orada bir dağarcık vardır. İçinde beşyüz dinar vardır. Onu al! Çocuğun babasına götür, teslim et!´ Sabah olduğu zaman kişi ölünün evine gitti, onlara hikâyeyi anlattı. Kendisine otur dedikten sonra denilen yeri kazdılar, paraları çıkardılar ve paraları getirip adamın önüne koydular. Adam dedi ki: ´Benim rüyamın hükmü yoktur. Bu mal sizindir!´
Bunun üzerine onlar dediler ki: ´O ölü iken cömertlik yapar da biz diri iken nasıl cömertlik yapmayız´ ve paraları alması için ısrar ettiler. Bunun üzerine adam paraları alıp çocuğun babasına getirdi. Macerayı kendisine anlattı. Çocuğun babası onların içinden bir dinar aldı. Onu ikiye böldü. Kendisine borç vermiş olduğu yarım dinarı iade etti ve diğer yarıyı yanında bıraktı. Parayı getirene ´Bu bana kâfidir, geri kalan parayı götür fakirlere sadaka ver!´ dedi. Ebu Said der ki: ´Ben bu kişilerin hangisinin daha cömert olduğunu bilmiyorum´.

Rivayet ediliyor ki İmam Şâfiî, Mısır´da ölüm hastalığına tutulduğu zaman şöyle demiştir: ´Filan adama söyleyin beni yıkasın!´ Vefat edince adamın kulağına İmam Şâfiî´nin ölüm haberi geldi. Bunun üzerine adam gelip orada hazır bulundu ve şöyle dedi: ´Hazretin geride bıraktığı tezkereyi (hesap defterini) bana getiriniz!´ Tezkereyi getirdiler. Baktı ki, Şâfiî´nin boynunda yetmiş bin dirhem borç var. O borcu kendi üzerine aldı ve ödedi. Sonra da dedi ki: ´İşte benim onu yıkamamın mânâsı budur!´

Ebu Said şöyle anlatıyor: Mısır´a geldiğim zaman İmam Şâfiî´ye bu iyiliği yapanın evini sordum. Evi bana gösterdiler. Onun ahfadından bir grup gördüm. Onları ziyaret etim. Onlarda hayırlı simalar gördüm. Faziletin eserlerini müşahede ettim ve dedim ki: ´O zatın hayır hususundaki eseri bunlara yetişmiş, bereketi bunlarda tebellür etmiştir´. Bunu da ALLAH Teâlâ´nın şu ayetiyle istidlâl ederek söyledi:
O kişinin babaları sâlih bir kimseydi.(Kehf/82)

İmam Şâfiî şöyle demiştir: "Ben daima Hammad b. Ebî Süleyman´ı severim. Çünkü ondan benim kulağıma şöyle birşey geldi: O birgün merkebine binmiş olduğu halde iken merkep onu salladı. Bunun üzerine düğmesi koptu. Bir terzinin yanından geçerken, düğmesini diktirmek için inmek istedi. Terzi onu görünce ´ALLAH´a yemin ederim, sen inmeyeceksin!´ dedi. Terzi bizzat yanına gitti, onun düğmesini dikip düzeltti. Hammad terziye, içinde on dinar bulunan bir kese uzatıp teslim etti ve terziden verdiğinin azlığından dolayı özür diledi". İmam Şâfiî kendi nefsi için de şu şiiri okudu:

Ey kalbimin hasreti! Bir mal için ki o mal ile mürüvvet ehlinden fakir olanlara cömertlik yapacaktım!

Muhakkak ki bana gelip yanımda olmayanı benden isteyen için özür dilemem, musibetlerden biridir.

Rebî b. Süleyman´dan şöyle rivayet ediliyor: Bir kişi İmam Şâfiî´nin üzengisini tuttu, İmam Şâfiî talebesi Rebî´ye dedi ki: ´Bu kişiye dört dinar ver ve benden dolayı kendisinden özür dile!´

Rebî, Humeydî´den şöyle rivayet ediyor: ´Şâfiî, Yemen´in San´a şehrinden Mekke´ye 10.000 dinarla geldi. Mekke´nin dışında bir yerde çadırını kurdu. O 10.000 dinarı bir elbise üzerine serdi. Sonra kendisinin yanına gelene o dinarlardan bir avuç alıp veriyordu. Öğle namazını kılıncaya kadar böyle devam etti. Öğleyin elbiseyi üzerinde birşey olmadığı halde silkti´.

Ebu Sevr´den şöyle rivayet edilir: Şâfiî, beraberinde mal olduğu halde, Mekke´ye gitmek istedi, cömertliğinden dolayı elinde az şey tutabilirdi. Bunun üzerine kendisine ´Bu mal ile sana ve senden sonraki çocuklarına yetecek bir akar almalısın!´ dedim. İmam Şâfiî çıkıp gitti. Sonra dönüp bize geldiğinde o malı ne yaptığını sorunca şöyle dedi: ´Mekke´de bir akar bulamadım ki onu satın almak imkânım olsun! Çünkü ben Mekke´nin esasını biliyorum. Mekke´nin çoğu vakfedilmiştir. Ancak ben Mina´da bir konak yeri inşa ettim. Orası arkadaşlarımız hacca gittikleri zaman onlara konak olsun!´ İmam Şâfiî nefsi için şu şiiri inşa etmiştir: ´Nefsimi görüyorum ki bir kısım şeylere isteklidir. Oysa o şeyleri elde etmeye malım yetişmez. Bu bakımdan benim nefsim cimrilikten dolayı bana itaat etmez. Benim malım da beni yaptıklarıma ulaştırmaz´.

Muhammed b. Ubbad el-Muhallebî şöyle anlatıyor: Babam, Me´mun´un huzuruna girdi. Me´mun babama yüz bin dirhem caize verdi. Babam onun yanından kalkıp o parayı sadaka olarak dağıttı. Bu haber Me´mun´un kulağına gittiği zaman babamı huzuruna çağırdı ve bu hususta babamı kınadı. Babam ona şöyle dedi: ´Mevcut olanı vermemek, ALLAH hakkında su-i zan etmek demektir´. Bunun üzerine Me´mun kendisine yüz bin dirhem daha verdi.

Adamın biri Said b. As´ın yanına vardı. Said´den para istedi. Said ona 100.000 dirhem verilmesini emretti. Adam ağladı. Said adama ´Seni ağlatan nedir?´ dedi. Adam ´Toprağın senin gibi bir insanı yiyeceği için ağlıyorum´ dedi. Said adama 100.000 dirhem daha verilmesini emretti.

Ebu Temam98, İbrahim b. Şekele´nin huzuruna, İbrahim´i öven birkaç kişiyle girdi. İbrahim hastaydı. İbrahim, şair Ebu Temam´m medhiyesini kabul etti. Teşrifatçısına, şairin şanına yakışır şekilde ikramda bulunulmasını emretti ve dedi ki: ´Umarım ki ben hastalığımdan kalkıp onu mükâfatlandırırım´. Bunun üzerine şair orada iki ay durdu. Uzun durmak şairi sıktı. Şair, İbrahim´e mektup yazarak şöyle dedi:

Muhakkak ki bizim medhiyemizi kabul etmek ve umulan caizeyi vermemek, alışverişte malın bedelini aynı anda ödememenin haram olduğu gibi haramdır!

Bu iki beyit, İbrahim´in eline ulaştığı zaman vezirine ´Şair ne zamandan beri burada bulunuyor?´ diye sordu, vezir ´İki aydan beri!´ dedi. İbrahim ´O halde şaire otuz bin dirhem ver ve bana da divit ile kalem getir!´ dedi. İbrahim şaire şunu yazdı:

Sen bizi aceleciliğe sevkettin. İşte sana acele olan atiyyemiz az geldi. Eğer bize mühlet verseydin az vermezdik.

Bu bakımdan sen azı al ve sanki şiir söylememiş gibi ol! Biz de deriz ki; sanki şaire hiçbir şey vermedik!

Rivayet ediliyor ki Hz. Osman´ın Hz. Talha´dan 50.000 dirhem alacağı vardı. Hz. Osman birgün camiye çıkınca Talha kendisine ´Senin malın hazırlanmıştır, götürebilirsin!´ dedi. Hz. Osman, Hz. Talha´ya ´Ya Ebu Muhammed! O mal senin olsun. Mürüvvetine karşı sana bir yardım olsun!´ dedi.

Su´da binti Avf99 şöyle anlatıyor: Hz. Talha´nın evine gittim, ağır bir hastalığa tutulmuştu ve üzülüyordu. Kendisine ´Neden böyle sıkılıyorsun?´ deyince, şöyle dedi: ´Benim yanımda birçok mal birikmiş ve bu beni üzüyor!´ Dedim ki: ´Neden seni üzüyor? Kavmini çağır ve dağıt!´ Bunun üzerine hizmetçisine ´Kavmimi çağır ve bu malı onlara taksim et!´ dedi. Hizmetçi ´Ne kadar dağıtayım?´ dedi. Talha ´Dörtyüz bin dirhem´ dedi.

Bir bedevi Hz. Talha´ya geldi ve merhametini çekecek şekilde kendisine yalvardı. Bunun üzerine Hz. Talha şöyle dedi: ´Senden önce hiç kimse bana bu şekilde yalvarmış değildir. Benim bir arazim vardır. Osman (r.a) bana 300.000 dirhem verdiği halde yine vermemiştim. İstersen o arazi senin olsun. Dilersen onu Osman´a satıp parasını sana vereyim!´

Adam ´Parasını istiyorum!´ dedi. Bunun üzerine Talha, arazisini Hz. Osman´a sattı ve parayı adama verdi.

Deniliyor ki, Hz. Ali birgün ağladı. Kendisine ´Seni ağlatan nedir?´ diye soruldu. Cevap olarak şöyle dedi: ´Yedi günden beri bana misafir gelmedi. Korkuyorum ki, ALLAH Teâlâ beni rezil etmiş olsun!´

Adamın biri bir dostunun yanına gelip kapısını çaldı. Dostu ´Seni gelmeye zorlayan nedir?´ diye sorunca kişi şöyle dedi: ´Benim boynumda dörtyüz dirhem borç vardır!´ Bunun üzerine ev sahibi dörtyüz dirhemi tartıp adama teslim etti. Eve dönünce ağladı. Hanımı ´Madem ki para vermek sana zor geliyor, neden verdin?´ diye sorunca şu cevabı verdi: ´Ben bu dostumun halini sormadığımdan, onu gelip benden para istemeye mecbur ettiğimden ötürü ağlıyorum!´
ALLAH bu sıfatlara sahip olan kimseden râzı olsun ve böyle kim-selerin günahlarını bağışlasın!

______________________

85)Eban b. Osman b. Affan Medinelidir, güvenilir bir zattır. H. 105 senesinde vefat etmiştir.
86)Adı Ebu Abdullah Muhammed b. Ömer Eslemi´dir Hârun Reşid tarafından Bağdad kadılığına tayin olunmuştur. H. 130´da doğmuş, 207´de vefat etmiştir.
87)Cennetle müjdelenenlerden biridir.
88)Dârekutnî
89)Şeyban kabilesindendir ve cömertliğiyle meşhurdur.
90)Adı Ali b. Muhammed b. Abdullah b. Ebi Seyf el-Medâinî´dir Meşhur eserlerin sahibidir. Mekke´de H. 224´de vefat etmiştir. Öldüğünde 93 yaşında idi.
91)İmam Mâlik ayarında olan bu zatın adı Ebu Hâris Fehmî el-Mısrî´dir.
92)Kûfeli Mehram´m oğlu Süleyman´dır.
93)Bu zatın hem babası, hem de dedesi sahâbedendir. Ca´fî kabilesinden olan
bu zat Kûfelidir.
94)Esma b. Hârice b. Hasın b. Huzeyfe b. Bedr el-Fazzârî´dir. Uyeyne b.Hısn´ın yeğenidir. Babası da, amcası da ashâbdandır.
95)Adı Said b. Hâlid b. Amr b. Osman b. Affan´dır.
96Adı Eşas b. Kays b. Madî Kerib el-Kindî´dir. Ashabdandır Künyesi Ebu
Muhammed´dir. Zengin ve cömertti. H. 40´da vefat etmiştir.
97)Adı Ebu Said Abdülmelik b. Muhammed b. İbrahim´dir. H. 406´da
Nisabur´da vefat etmiştir.
98)Adı EbûuTemam Habib b. Evs b. Evs b. Hâris b. Kays´dır. Tâi kabilesin-
den olan bu zat meşhur bir şairdir. H. 281´de vefat etmiştir.
99)Cennetle müjdelenen Hz. Talha´nın ailesidir.

 

 
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 02-08-2009, 03:39   #2
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Cömertliğin Fazileti

Mal yok ise bu durumda kul için en uygun hareket, kanaat etmek ve az hırslı olmaktır. Eğer mal varsa bu takdirde kulun en uygun hali, başkasını nefsine tercih etmek, cömertlik ve iyilik yapmak ve cimrilikten uzaklaşmaktır. Çünkü cömertlik, peygamberlerin (a.s) ahlâkındandır. Cömertlik kurtuluş esaslarından biridir.

Hadîsler

Cömertlik, cennet ağaçlarından bir ağaçtır. Onun dalları yere sarkıtılmıştır. Bu bakımdan onun dallarından birine yapışan bir kimseyi o dal cennete doğru götürür.52

Câbir Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Cebrâil, ALLAH Teâlâ´nın şöyle dediğini söyledi: Muhakkak bu (islâm dini) öyle bir dindir ki nefsim için ona razı oldum. O dini ancak cömertlik ve güzel ahlâk ıslah eder. Bu bakımdan siz bu iki hasletle gücünüz yettiği kadar o dine ikramda bulunun, dini güzelleştirin.53

O dine bu iki hasletle -onunla arkadaşlık yaptığınız müddetçe- ikramda bulunun.
Hz. Aişe´den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

ALLAH Teâlâ, bir veliyi kendisi için yarattığı zaman güzel ahlâk ve cömertlik üzere yaratır.54

Câbir (r.a) der ki: Hz. Peygamber´i ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Amellerin hangisi daha faziletlidir?´ diye soruldu. Cevap olarak şöyle buyurdu: ´Sabır ve cömertlik´55
Abdullah b. Amr Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

İki ahlâk vardır ki, ALLAH onları sever. İki huy da vardır ki ALLAH onlardan nefret eder. ALLAH´ın sevdiği iki ahlâka gelince, birincisi güzel ahlâk, ikincisi cömertliktir. ALLAH´ın buğzettiği iki ahlâk ise, birisi kötü ahlâk, ikincisi cimriliktir. ALLAH Teâlâ bir kuluna hayrı murad ederse onu insanların ihtiyaçlarını yerine getirmekte kullanır.56
Mikdam b. Şureyh57 babasından, o da babasından rivayet ederek şöyle diyor: "Hz. Peygamber´e ´Beni cennete götürecek bir amele muttali kıl!´ deyince, cevap olarak ´Muhakkak ki yemek yedirmek, selâmı yaymak ve güzel konuşmak mağfireti gerektiren hasletlerdendir´ buyurdu".58

Ebu Hüreyre, Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu riva-yet eder:
Cömertlik, cennette bulunan bir ağaçtır. Cömert olan bir kimse, o ağacın bir dalına yapışmıştır. O dal onu cennete sokuncaya kadar bırakmaz! Cimrilik ateşte biten bir ağaçtır. Cimri olan bir kimse onun dallarından birine tutunmuştur. O dal onu cehenneme sokuncaya kadar bırakmaz.59

Ebu Said el-Hudrî Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

ALLAH Teâlâ şöyle buyurmaktadır. Fazileti, kullarımın şefkatlilerinde arayın ki onların sayesinde yaşayın! Çünkü ben rahmetimi onların kalbine koydum! Şefkati, kalpleri katı olanlardan istemeyin. Çünkü ben onların kalplerine öfkemi koydum.60

İbn Abbas Hz. Peygamber´in (s,a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Cömert bir kimsenin günahından vazgeçin! Çünkü ALLAH Teâlâ bile, o cömert kulu kaydıkça onun elinden tutar.61

Rızık yemek yedirene devenin gırtlağına saplanan bıçaktan daha süratle varır. ALLAH Teâlâ, yemek yedirenle meleklerine karşı öğünür.62

ALLAH cömerttir, cömerdi sever. Güzel ahlâkı sever. Düşük ahlâktan nefret eder.63
Enes (r.a) der ki, Hz. Peygamber (s.a) müslüman olmak muka-bilinde herhangi birşey kendisinden istenirse veriyordu. Bir kişi kendisine geldi ve bir şeyler istedi. Bunun üzerine zekât koyunlarından iki dağın arasını dolduracak kadar koyun verilmesini emretti. Bunun üzerine adam kavmine döndü ve dedi ki: ´Ey kavmim! Müslüman olunuz! Çünkü Muhammed, fakirlikten korkmayan bir kimsenin verdiği gibi veriyor!´64

ALLAH Teâlâ birçok kullarına, kulların faydası için servet ihsan eder. Bu bakımdan kim cimrilik yapar, o faydaları kullara göstermezse ALLAH Teâlâ serveti ondan alır, başkasına devreder!65

El-Hilâlî´den06 şöyle rivayet ediliyor: Hz. Peygamber´in huzuruna Benî Anber67 esirleri getirildi. Onların öldürülmesini emretti. Ancak onlardan bir kişiyi ayırdı. Bunun üzerine Hz. Ali dedi ki: ´ALLAH birdir, din birdir, günah birdir. O halde bu kişiyi onların arasından neden ayırdın?´ Cevap olarak Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Cebrâil (a.s) bana vahiy getirerek şöyle dedi: ´Bunları öldür! Fakat bunu öldürme! Çünkü ALLAH, bu kişide bulunan cömertlikten dolayı bir teşekkür olsun diye onu affetti´.68
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Muhakkak herşeyin bir meyvesi vardır. İyiliğin meyvesi de iyilik yapılanı bekletmemek ve hemen ihtiyacını görmektir.69

İbn Ömer Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Cömerdin yemeği deva, cimrinin yemeği hastalıktır.70
ALLAH´ın nimeti kimin katında büyümüşse, halkın nafakası da onun üzerinde büyümüştür.71
Bu bakımdan o nafaka ve zahmeti yüklenmeyen bir kimse kendisine verilen o nimeti zevale maruz bırakmıştır.

Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir: ´Ateşin kendisini yemediği şeyden çok edinin´. Kendisine o şeyin ne olduğu soruldu. Cevap olarak İyilik yapmaktır!´ dedi.

Hz. Âişe Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle dediğini rivayet eder:

Cennet cömertlerin evidir.72

Ebu Hüreyre Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Cömert bir kimse ALLAH´a yakındır. İnsana yakındır. Cennete yakın ve cehennemden uzaktır. Cimri bir kimse de hem ALLAH´tan, hem insandan, hem de cennetten uzak ve cehenneme de yakındır. Câhil bir cömert, ALLAH katında cimri bir âlimden daha sevimlidir. Hastalığın hastalığı cimriliktir.73

İyilik ehli bir kimseye de, iyilik ehli olmayana da iyilik yap! Eğer ehline tesadüf ederse ne âlâ! Eğer ehline tesadüf etmezse muhakkak sen iyilik ehlindesin.74

Muhakkak ki ümmetimin halis kullarından bir grup, cennete namazla, oruçla girmiş değildirler. Fakat cennete nefislerinin cömertliği, gönüllerinin selâmeti ve müslümanlar için yapmış oldukları nasihattan dolayı girmişlerdir.75

Ebu Sâid el-Hudrî Hz, Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

ALLAH (c.c) iyilik için mahlukatından bir grubu hazırlayıp yaratmıştır. Onlara iyiliği ve iyilik yapmayı sevdirmiştir. İyiliği arayanları onlara yöneltmiş, vermeyi onlara kolaylaştırmıştır. Tıpkı kurak bir memlekete yağmur gönder mek sûretiyle o memleketi ve o memleketin halkını dirilttiği gibi..76

Her iyilik sadakadır. Kişinin, kendi nefsine, aile fertlerine infak ettiği herşey kişi için sadaka sayılır. Kişinin, kendisiyle şerefini koruduğu şey, kişi için sadakadır. Kişinin infak ettiği nafakanın yerini doldurmak ALLAH´a düşer.77

Her iyilik sadakadır. Hayra delâlet eden (önderlik yapan) hayır yapan gibidir. ALLAH Teâlâ, mahzun ve sıkıntıda olan kimsenin yardımına koşmayı sever.78

Zengine veya fakire yaptığın her iyilik sadakadır.79

Rivayet ediliyor ki, ALLAH Teâlâ Hz. Musa´ya vahiy göndererek ´Sâmirî´yi80 öldürme! Çünkü o cömerttir!´ dedi.

Cabir der ki, Hz. Peygamber (s.a), Kays b. Sa´d b. Ubade kumandasında bir birlik gönderdi. Bunlar cihad ettiler. Kays onlara dokuz tane binilen deve kesti. Onlar Medine´ye gelince bu hâdiseyi Hz. Peygamber´e naklettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Muhakkak ki cömertlik o ailenin ahlâkındandır.81

Ashab´ın ve Âlimlerin Sözleri

Hz. Ali şöyle demiştir; ´Dünya sana yöneldiği zaman ondan infak et! Çünkü o, infak etmekle yok olmaz. Dünya senden uzaklaştığı zaman ondan infak et! Çünkü o senin elinde kalmaz´.
Sonra Hz. Ali şu şiiri okudu: Dünya sana yöneldiği halde onu vermekle cimrilik yapma! Çünkü onu israf ve tebzir eksiltmez! Eğer dünya sana arka çevirirse, o zaman onunla cömertlik yapman daha uygun olur. Çünkü ondan dolayı övülmek, o insana sırt çevirdiği zaman onun halefi olup yerine geçer.

Muaviye, Hz. Hasan b. Ali´den mürevvet, necdet ve kerem´in mânâsını sordu. Hasan (r.a) şöyle cevap verdi: ´Mürevvet, kişinin dinini muhafaza etmesi, nefsini sakındırması, misafirine karşı vazifesini güzelce yapması, nefsin kerih saydığı şeyde güzel bir tarzda ilerlemesi demektir. Necdet´e gelince, komşuyu korumak, tehlikeli yerlerde sabır göstermek demektir. Kereme gelince, istenmeden iyilik yapmak, yerinde (kıtlıkta) yedirmek, isteyene vermekle beraber şefkat göstermek demektir´.

Bir kişi, Hz. Ali´nin oğlu Hasan´a bir kâğıt uzattı. Hz. Hasan kâğıdı okumadan önce ona ´Senin ihtiyacın görülmüştür!´ dedi. Bunun üzerine Hz. Hasan´a denildi ki: ´Ey Rasûlullah´ın torunu! Keşke onun kâğıdına baksaydın! Sonra kâğıttaki miktara göre cevap verseydin!´ Hz. Hasan şöyle dedi: ´Onun huzurumdaki duruşunun zilletinden dolayı kâğıdı okuyuncaya kadar bekletirsem ALLAH Teâlâ benden sual sorar´.

Muhammed b. Sebih b. Semmet el-Bağdâdî şöyle demiştir: ´Köleleri malıyla satın alıp, hür kimseleri iyiliğiyle satın almayan bir kimsenin aklına şaşarım´.
Bedevilere ´Sizin efendiniz kim?´ diye soruldu. Cevap olarak ´Kim bizim küfretmemize katlanır, dilencimize verir, câhilimize göz yumarsa odur´ dediler.
Hz. Hüseyin´in oğlu Ali Zeynelâbidin (r.a) şöyle demiştir: ´Kim malını isteyenlere vermeye niyetleniyorsa o kimse cömert sayılmaz. Cömert o kimsedir ki ALLAH´a ibâdet edenlerden ve ALLAH´ın hukukundan başlar. Buna karşılık teşekkür bile beklemez! Çünkü onun ALLAH´ın sevabına olan yakîni tam ve eksiksizdir´.

Hasan Basrî´ye denildi ki:

-Cömertlik nedir?

-Malınla ALLAH yolunda cömertlik yapman!

-Hazım nedir?

-ALLAH yolunda malını israftan menetmek!

-İsraf nedir?

-Riyaset sevgisi için malı infak etmek!

Câfer-i Sâdık (r.a) şöyle demiştir: ´Akıldan daha iyi bir mal, ce haletten daha büyük bir musibet ve müşavere gibi bir dayanak nok-tası yoktur!´ ALLAH Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Muhakkak ki ben cevvad ve kerîmim. Alçak bir kimse be-nimle komşuluk yapamaz. Alçaklık küfürdendir. Küfür ehli ise ateştedir. Cevvadlık ve kerem imandandır, iman ehli ise cennettedir.

Huzeyfe (r.a) şöyle demiştir: ´Dini hususunda nice fâcir vardır ki maişetinde cömerttir, cennete de cömertliğinden dolayı girer!´

Rivayet ediliyor ki; Ahmed b. Kays bir kişiyi elinde bir dirhem olduğu halde gördü ve şöyle sordu: ´Bu dirhem kimindir?´ Kişi ´Benimdir!´ dedi. Bunun üzerine Ahmed dedi ki: ´Senin elinden çıkmadıkça senin değildir!´ Bu mânâda şöyle denilmiştir: ´Malı elinde tuttuğun zaman sen onun hizmetçisisin. Onu infak ettiğin zaman, mal senin hizmetçindir´.

Vâsıl b. Ata´ya gazzal denilmiştir. Çünkü Vâsıl, iplik eğirenlerin yanında ve çarşılarda otururdu. Birşey almak isteyen zayıf bir kadın gördüğü zaman ona birşey verirdi.
Abdülmelik b. Said el-Esmâî şöyle anlatıyor: Hz. Hasan, Hz. Hüseyin´e bir mektup yazarak şairlere verdiği maldan dolayı kendisini kınadı. Hz. Hüseyin, ağabeyine cevap olarak şöyle yazdı: ´Malın en hayırlısı odur ki onunla insan şerefini korur!´

Süfyan b. Uyeyne´ye ´Cömertlik nedir?´ diye soruldu. Cevap ola-rak şöyle dedi: ´Arkadaşlara iyilik yapmak ve mal ile cömertlik etmek demektir´.

Dedi ki: ´Benim babam elli bin dirhem veraset elde etti. Onu keseler halinde arkadaşlarına gönderdi ve dedi ki: Ben ALLAH Teâlâ´dan arkadaşlarım için namazımda cennet istiyordum. O halde nasıl olur da kendilerine cennet istediğim kimselere karşı cimrilik yapabilirim´.
Hasan Basrî şöyle demiştir: ´Mevcut olan malın verilmesi cömertliğin son zirvesidir´. Hukemânın birine ´Senin nezdinde insanların en sevimlisi kimdir?´ diye soruldu. Cevap olarak şöyle dedi: İyilikleri çok olan kimsedir!´ ´Eğer birşeyi yoksa?´ denilince, cevap olarak şöyle dedi: ´O kimse ki onun yanında iyiliklerin çok olur!´
Abdülâziz b. Mervan şöyle dedi: ´Kişi kendisine iyilik yapmam için bana imkân verdiği zaman, bence bu imkândan dolayı onun yapmış olduğu iyilik, benim ona yapmış olduğum iyiliğe eşittir´.

Mehdî82, Şeybe b. Şebîb´e83 ´Halkı benim evimde nasıl gördün?´ diye sordu. Şebîb şöyle cevap verdi: ´Ey mü´minlerin emiri! Onların her biri ümitlenerek giriyor, razı olarak çıkıyor!´

Bir kimse Abdullah b. Câfer´in yanında misal getirerek şöyle dedi: ´İyilik, ancak onunla iyilik yolu elde edilirse iyilik olur. Bu bakımdan bir iyilik yaptığın zaman o iyiliği ALLAH için veya akraban için yap veyahut bırak!5

Bunun üzerine Abdullah b. Câfer dedi ki: ´Bu okuduğun iki beyit halkı cimrileştirir! Lakin iyiliği yağmur gibi yağdır! Eğer şerefli kimselere isabet ederse onlar iyiliğin ehlidirler. Eğer alçak kimselere isabet ederse sen onun ehli olursun!5

___________________________________

52)İbn Hibban, Zuafâ; İbn Adîy; Dârekutnî
53)Dârekutnî
54)Dârekutnî; İbn Cevzî, Mevzuat
55)Ebu Yâ´lâ; İbn Hibban, Zuafâ
56)Deylemî
57)Adı Mikdam b. Şureyh b. Hani b. Yezid el-Hârisî´dir. Kûfeli ve güvenilir bir zattır.
58)Taberânî
59)Dârekutnî
60)İbn Hibban, Zuafâ; Harâitî, Taberânî
61)Taberânî
62)İbn Mâce
63)Harâitî, Mekârim´u1-Ahlâk
64)Müslim
65)Taberânî, Ebu Nuaym
66)Benî Hilâle mensuptur.
67)Temim´den bir boydur. Peygamberlik iddia eden meşhur kadın Seccah bu kabiledendir.
68)Irâkî´ye göre aslına rastlanılmamıştır.
69)Irâkî´ye göre aslına rastlanılmamıştır.
70)İbn Adîy, Dârekutnî
71)İbn Adîy, İbn Hibban
72)İbn Adîy, Dârekutnî
73)Tirmizî
74)Dârekutnî
75)Dârekutnî
76)Dârekutnî
77)İbn Adiy, Dârekutnî, Harâitî, Beyhâkî
78Dârekutnî
79)Dârekutnî
80)İsrailoğulları´ndandır, kıssası Kur´an´da zikredilmiştir. Bu kimseye
mensup olan yahudiler Hz. Dâvud´un peygamberliğini inkar ederler. Ondan
sonraki peygamberleri de kabul etmezler. Hz. Musa´dan sonra peygamber
olmadığına inanırlar.
81)Dârekutnî
82)Adı Muhammed b. Abdullah b. Ali b. Abdullah b. Abbas´dır.
83)Adı Şebib b. Şeybe b. Abdullah et-Temimî el-Basrî´dir. Fesâhetinden ötürü
Hatib lakabını almıştır.
84)Bu hanım Hz. Âişe´nin azatlısıdır.
 
Alt 02-08-2009, 03:40   #3
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Cömertliğin ve Cimriliğin Dereceleri ve Hakikati

Soru: Şer´î delillerle biliyoruz ki cimrilik insanı helâk eder. Fakat cimriliğin haddi, tarifi nedir ve insanoğlu ne ile cimri olur? Yeryüzünde hiçbir insan yoktur ki kendisini cömert görmesin. Oysa aynı adamı başkası cimri görür. Bazen de bir insandan herhangi bir fiil görünür ve bu fiil hakkında çeşitli görüşler olur. Bir grup bu cimriliktir der. Başkaları bu cimrilik değildir der. Malı sevmeyen, malı tutup korumayan hiçbir insan yoktur. Eğer insan malı tutmasıyla cimri oluyorsa o halde hiç kimse cimrilikten kurtulamaz. Eğer malı tutmak, mutlaka cimriliği gerektirmiyorsa, bu takdirde de cimriliğin mânâsı mal tutmaktan başka birşeydir. O halde insanoğlunun helâk olmasını gerektiren cimrilik ne demektir? İnsanoğlunun cömertlik sıfatına ve bu sıfatın sevabına müstehak olacağı cömertliğin târifi nedir?

Cevap: Bazıları; cimriliğin tarifi hakkında ´Vacibi vermemektir´ demişlerdir. Bu bakımdan kim farz olanı edâ ederse, o kimse cimri değildir. Fakat bu târif efradını câmi, ağyarını mâni bir târif değildir. Çünkü mesela kasaptan satın aldığı eti bir habbe veya yarım habbe eksiğine iade eden,, ekmeği bu şekilde fırıncıya geri veren bir kimse, bütün âlimlerin ittifakıyla cimri sayılır. (Oysa vacibi terketmiş değildir!) Yine çoluk çocuğuna, kadı tarafından tesbit edilen miktarı teslim eden, sonra o miktardan bir lokma hususunda veya malından yemiş oldukları bir hurma hususunda onları sıkan bir kimse cimri sayılır. (Oysa vâcib miktarda darlık yapmamıştır!) Önünde bir ekmek bulunan ve bu esnada kendisiyle beraber ekmeği yiyeceğini zannettiği bir kimseden o ekmeği gizleyen de cimri sayılır! (Oysa başkasını o ekmeğe ortak yapmak kendisine vâcib değildir.)

Başkaları da demişlerdir ki: ´Cimri o kimsedir ki vermek kendisine zor gelir´, Bu târif de, birinci târif gibi ek(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz). Çünkü bu târifi yapan kişi, eğer bununla ´her türlü vermenin kendisine zor geldiğini´ kastediyorsa, nice cimriler vardır ki az vermek kendilerine hiç de zor gelmez. Bir habbeyi veya ona yakın bir miktarı ver-mek gibi... Fakat bundan fazlasının verilmesi kendisine zor gelir. Eğer ´Birtakım şeyleri vermek kendisine zor geliyor´ mânâsını kastediyorsa, nice cömertler vardır ki birtakım şeylerin verilmesi kendisine zor gelir. Bütün servetini kapsayan veya külliyetli bir mal teşkil eden vergi gibi... Bu miktarın verilmesi, cömert bir kimseye de zor gelir. Fakat bu onun cimriliğini gerektirmez. Böylece cömertlik hakkında da konuşmuşlardır. Bu bakımdan denilmiştir ki: ´Cömertlik başa kakmaksızm vermek ve düşünmeksizin ihtiyaç sahibinin ihtiyacını gidermektir´ ve yine denilmiştir ki: ´Cömertlik, karşı taraftan bir istek olmaksızın verdiğini azımsamak şartıyla vermektir´. Yine denilmiştir ki: ´Cömertlik, dilenciyi hoş karşılamak, mümkün olanı gönülden vermek demektir´. Yine denilmiştir ki: ´Cömertlik, malın ALLAH için olduğunu, kulun ALLAH için olduğunu, ALLAH´ın kulu ALLAH´ın malını veriyor zihniyetiyle ve fakirliği düşünmeksizin vermek demektir´.

Şöyle denilmiştir: ´Malın bir kısmını veren, bir kısmını da kendisine bırakan cömerttir. Çoğunu veren, azını bırakan, daha cömerttir. Meşakkate göğüs gerdiren, başkasını mal sarfetmek hususunda nefsine tercih eden îsâr sahibidir. Hiçbir şey vermeyen ise cimridir!´
Bütün bu sözler, cömertlik ve cimriliğin hakikatini kapsama-yan kelimeler ve cümlelerdir. Biz deriz ki; mal, bir hikmet ve maksat için yaratılmıştır. O da halkın ihtiyaçlarına elverişli olmasıdır. Malı, sarfedilmesi için yaratılmış olduğu maksada sarfetmemek mümkün olduğu gibi, iyi bir yere sarfetmesi de mümkündür. Adaletle malda tasarruf etmek; korunması gereken yerde malı korumak, verilmesi gereken yerde malı vermek demektir. Bu bakımdan vermenin farzolduğu bir yerde malı vermemek cimriliktir. Vermemenin farz olduğu bir yerde vermek, tebzir ve israftır. Bunların arasında normal bir durum vardır. O da dinen övülen durumdur. Cimrilik ve cömertliğin bu orta yoldan ibaret olması uygundur; zira Hz. Peygamber cömert davranmakla emrolunmuştur.

Elini boynuna bağlı kılma (cimri olma) ve büsbütün de açma (israf etme ki) sonra kınanır, hasret içinde kalırsın.(İsrâ/29) .

Ve harcadıkları zaman israf etmezler, Sıkılık da yapmazlar! Harcamaları bu ikisi arasında dengeli olur!(Furkan/67)

Cömertlik, israf ile cimrilik arasında normal bir durumdur. Eli tamamen açmak ile tamamen kapatmak arasında vasat bir keyfiyettir. Şöyle ki: Verdiğini de, aldığını da vacib olan nisbet ve oranda ayarlar.

Kalbi bunu seve seve yapmadıkça, âzalarıyla yapması yeterli olmaz! Kalbi kendisiyle münakaşa ve çekişme yapmaksızın âzalarıyla bunu yaparsa yeterli olur. Eğer vermek gereken yerde verirse, nefsi bir türlü buna razı olmazsa ve o da nefsiyle mücadele ederek veriyorsa, böyle bir kimse cömertliğe kendisini zorlayandır. Hakiki cömert değildir. Kalbinin mal ile âlakası, malı gereken yere sarfetmesi bakımından olmalıdır.

Soru: Böyle olmak, vâcibi bilmeye bağlıdır. Bu bakımdan hangi malın verilmesi vâcibtir?

Cevap: Vâcib iki kısımdır: Şer´an vâcib olan, mürüvvet ve âdetçe vâcib olandır. Cömert o kimsedir ki şer´an vâcib olanı terketmediği gibi mürüvvetçe vâcib olanı da terketmez. Eğer bunların birini terkederse cimri olur. Fakat şer´an vâcib olanı terkeden daha cimridir. Zekâtı vermeyen, çoluk çocuğunun nafakasını vermeyen veyahut da nefsine ağır gelerek ödeyen kimse gibi... Böyle bir kimse tabiaten cimridir. Ancak zoraki bir şekilde cömertlik yapar veyahut malın haram kısmından vermek ister. Yahut da malının helâl kısmından veya iyi kısmından vermeye kalbi razı olmaz. İşte bunların hepsi cimriliktir.

Mürüvvetçe verilmesi farz olana gelince, o müzâyaka yapmayı, hakir şeyleri bile saymayı terketmek demektir. Çünkü müzâyaka yapmak, ufak şeyleri sorup saymak çirkin bir harekettir. Bunun çirkinliği de durumlara ve şahıslara göre değişir. Bu bakımdan malı çoğalan bir kimsenin böyle yapması, fakirin yapmasından daha çirkin kaçar. Yabancılara karşı tatbik etmesi, çoluk çocuğuna, akraba ve taallûkatına ve kölelerine karşı tatbik etmesinden daha kolay olur. Komşusuna tatbik etmesi, uzak bir kimseye tatbik etmesinden daha çirkindir. Misafirlik hususunda gösterilen müzâyaka, muamelede gösterilen müzâyakadan daha çirkeftir. Bu bakımdan bu durum, ziyafet veya muamelede, içine sıkılık ve müzâyaka karışan şeylerde değişik manzaralar arzeder. Bir de müzâyaka (sıkıştırma) aleti olan yemek veya elbise de değişir; zira başka şeylerde çirkin sayılmayan sıkılık, yemekte gösterildiği zaman çirkin sayılır. Meselâ kefen, kurban veya sadaka ekmeği almakta gösterilen sıkılık, başka şeyleri almada gösterilen sıkılıktan daha kötü ve çirkindir.

Kendisine karşı müzâyaka gösterene karşı da değişik manzaralar arzeder. Dost veya kardeş veya yakını veya hanımı, evladı veya yabancı bir kimseye karşı gösterilen sıkılıklar değişik hükümler alır. Bu sıkılıkları gösteren kimselere göre de durumlar değişir. Çocuk, kadın, ihtiyar, genç, âlim, cahil, zengin veya fakir, bunların herbirinin gösterdiği sıkılık, ayrı bir çirkinlik taşımaktadır. Bu bakımdan cimri o kimsedir ki tutması gereken yerde malı tutar. Bu tutmanın gerekmesi de ya şer´î hükümle veya mürüvvet hükmüyledir. Bunun miktarını kesinlikle belirtmek mümkün değildir.

Cimriliğin tarifi malın depo edilmesinden daha mühim olan bir hedefe malı sarfetmektir; zira dinin korunması, malı korumaktan daha mühimdir. Bu bakımdan zekât ve nafakayı vermeyen bir kimse cimridir. Mürüvveti korumak, malı korumaktan daha mühimdir. Bu bakımdan kendisine karşı sıkılığın iyi olmadığı, ona karşı kıymetsiz işlerde sıkılık gösteren bir kimse mal sevgisinden dolayı mürüvvet perdesini yırtmış cimri bir kimsedir. Sonra başka bir derece kalır. O da şudur: Kişi vacibi edâ eder, mürüvveti korur. Fakat yine de birçok malı vardır. O fazla malı sadakaya ve ihtiyaç sahiplerine sarfetmez. Bu bakımdan burada zamanın felâketlerine karşı malın kendisine kurtuluş vesilesi olması için korunması ile âhiret derecelerinde yücelmesi için sevab elde etmek maksadı arasında çatışma vardır. Malı böyle bir hedefe sarfetmekten esirgemek akıllılar nezdinde cimriliktir. Fakat halk tabakası nezdinde cimrilik değildir. Çünkü halk tabakasının bakışı, dünya lezzetlerine dönüktür... Onlar malı zamanın felâketlerine karşı hazır bir şekilde bekletmeyi daha mühim görürler. Buna rağmen bazen halk tabakasının gözünde de böyle bir kimsede cimrilik alâmeti görülür.

Şöyle ki, yakınında muhtaç bir kimse varken ona birşey vermez ve der ki: ´Ben vâcib olan zekâtımı edâ ettim. Zekâttan başka da birşey vermek bana gerekmez!´
Bunun çirkinliği, malın miktarına, ihtiyaç sahibinin ihtiyacının şiddetine, dinin salâhına ve müstehak olmasına göre değişir! Bu bakımdan şer´an vâcib olanı edâ eden ve kendisine uygun olan mürüvvetin gereğini veren bir kimse, cimrilikten kurtulmuştur. Evet! Bundan fazlasını, fazileti elde etmek ve yüksek derecelere ulaşmak için vermedikçe cömertlikle nitelenemez. Ne zaman nefsi, şeriatın gerektirmediği yerde mal vermeye yanaşırsa, âdetçe de vermediği takdirde kınanmayacaksa ve buna rağmen veriyorsa, o zaman vermiş olduğu mal nisbetinde cömert sayılır. Bunun dereceleri sayılamayacak kadar çoktur. İnsanların bir kısmı diğerinden daha cömerttir. Bu bakımdan âdet ve mürüvvetin gerektiğinden fazlasını verip iyilik yapmak cömertliktir. Fakat verileni gönülden vermek şartıyla. Herhangi bir istekten, gelecekte bir hizmet ümidiyle veya mükâfat veyahut teşekkür ve övülmek maksadıyla vermemesi de gerekir. Çünkü verdiğiyle teşekkür ve övülmeyi bekleyen bir kimse cömert değil de alışverişçi olur; zira o övmeyi malıyla satın almış olur. Övülmek lezzetlidir ve istenen bir şeydir. Cömertlik ise karşılıksız vermektir. İşte hakîkat budur. Böyle karşılıksız vermek ancak ALLAH Teâlâ´dan tasavvur edilebilir.

İnsanoğluna gelince, ona mecaz yoluyla cömert denilir; zira insanoğlu herhangi birşeyi bir gaye için verir. Fakat onun gayesi ahiretteki sevaptan veya cömertlik faziletini elde etmekten, nefsi cimrilik rezaletinden temizlemekten başka birşey değilse, onun yaptığına cömertlik denir. Eğer meselâ, sövgüden veya halkın kınamasından veya kendisine iyilik yapacağı kimseden bir fayda umduğundan cömertlik yapıyorsa, bütün bunlar cömertlikten sayılmazlar. Çünkü bu iteleyici sebepler onu bu şekilde yapmaya mecbur etmiştir. Bunlar ise iyilik karşılığında aceleyle verilen bedellerdir. Böyle bir kimse cömert değil de alışverişci olur.

İbâdetle iştigal eden bir hanımdan rivayet ediliyor ki, Hibban b. Hilâl131 arkadaşlarıyla beraber otururken bu kadın onun yanında durakladı ve şöyle dedi:
-Acaba içinizde kendisinden bir sual soracağım kimse var mı?

-İstediğini sorabilirsin.Hibban b. Hilâl´e işaret ettiler. Bunun üzerine kadın şöyle sordu:

-Sizce cömertlik nedir?

-Vermek ve arkadaşını nefsine tercih etmektir.

-Bu, dünyadaki cömertliktir. Acaba dindeki cömertlik nedir?

-Bizim zoraki bir şekilde değil, nefislerimizin isteğiyle ALLAH´a ibâdet etmemizdir.

-Siz bu ibâdetten dolayı ALLAH´tan bir ücret talep ediyor musunuz?

-Evet!

-Neden?

-Çünkü ALLAH bize bir haseneye karşı on hasene vereceğini va´detmiştir de ondan...

-Hayret! Siz bir verip de on aldığınız zaman acaba ALLAH´a karşı ne ile cömertlik yapmış oluyorsunuz?

-ALLAH sana rahmet eylesin! Senin nezdinde cömertlik nedir?

-Bence cömertlik, ALLAH´a ibâdetle lezzetlenerek, nimetlenerek, isteyerek ibâdet etmeniz ve bunun karşılığında bir ücret talep etmemenizdir ki mevlânız size dilediğini tatbik etsin.
ALLAH´tan utanmaz mısınız ki ALLAH Teâlâ kalbinize muttali olup kalbinizden ibâdete karşı ne talep ettiğinizi bilir! Böyle bir istek dünyada bile çirkindir.

İbâdet eden kadınlardan birisi şöyle demiştir: ´Siz cömertliğin sadece dinar ve dirhemle olduğunu mu sanıyorsunuz?´ Dinle-yenler ´Ya cömertlik neyle olur?´ dediler. Kadın ´Bence cömertlik, kalbi ALLAH´a vermektir´ dedi.

Muhasibi şöyle demiştir: ´Din hususundaki cömertlik, nefsinle cömertlik yapmandır. Onu ALLAH için helâk etmendir. Kalbini ve gönlünü ALLAH´a vermeye, kanını ALLAH için dökmeye, çekinmeksi-zin seve seve razı olmandır. Aynı zamanda bundan bir sevab, -her ne kadar sevaba muhtaç isen de- beklememendir. Fakat kalbine ALLAH´a karşı seçmeyi terketmekle cömertliğin kemâlinin güzelliği galip gelir ki mevlân senin için, senin seçmekten âciz olduğunu seçsin!´

_____________

131) Basralı olan bu zata aynı zamanda el-Kenâni de denir. H. 212´de Ramazan ayında Basra´da vefat etmiştir.
 
Alt 02-08-2009, 03:41   #4
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Cimrilik Hakkında Hikâyeler

Basra´da zengin ve cimri bir kişi vardı. Komşularından biri kendisini davet etti. Kendisine yumurtalı kıyma takdim etti. O yumurtalı kıymadan fazlasıyla yedi. Bir taraftan yiyor, bir taraftan su içiyordu. Sonunda karnı şişti. Bundan dolayı üzerine bir ağırlık çöktü ve kıvranmaya başladı. Son raddeye vardığı zaman durumunu doktora söyledi. Doktor ´Önemli değil, yediğini kusmak suretiyle çıkar, kurtulursun!´ dedi. Adam ´Yumurtalı kıymayı kusmak suretiyle nasıl çıkarayım? Ölürüm daha iyi´ dedi.

Bir bedevi birini aramaya geldi. Aranan kişinin önünde incir vardı. Bedeviyi görünce inciri abasıyla örttü. Bedevi oturdu, adam bedeviye şöyle dedi:

-Sen Kur´an´dan birşey biliyor musun?

-Evet!Sonra ´Ve´z-zeytûni ve tûr-i sînîn...´ diye Tin sûresini okumaya başladı. Bunun üzerine kişi bedeviye dedi ki:

-Hani surenin başındaki Vettîni kelimesi?

-(Latifeyle) Tin (incir) senin abanın altındadır.

Zatın biri bir arkadaşını davet etti ve ona birşey. yedirmedi. Onu ikindi zamanına kadar evde bekletti. Adam iyice acıktı. Neredeyse delirecekti. Bunun üzerine ev sahibi ud´u eline aldı ve ona dedi ki: ´Hayatımla sana yemin verdiriyorum, sen hangi makamı seviyorsan ben o makamda çalayım!´ Adam cevap olarak ´Kavrayan etin sesini istiyorum!´ dedi.

Hikâye olunuyor ki, Muhammed b. Yahya b. Halid el-Bermekî126 cimri, hem de kötü bir cimriydi. Bunun üzerine onun bu halini bilen ve arası iyi olan bir arkadaşından durumu soruldu. Ona biri ´Onun sofrasını bana anlat´ deyince, arkadaşı ´Onun sofrası bir kulaç çapındadır. Onun tabakları haşhaşın tanelerinden delinmiştir!´ dedi. Denildi ki:

- O sofraya kim gelip hazır bulunuyor?

- Kiramen kâtibin melekleri!

-O halde onunla beraber kimse yemek yemiyor mu?

-Evet! Sinekler beraber yiyorlar!

-Sen onun en yakın adamı olduğun halde senin avretin görünüyor, elbisen de yırtık!

-ALLAH´a kasem ederim, ben elbisemi dikmek için bir iğneye bile sahip değilim. Muhammed´in elinde Bağdad´dan Nevbe´ye kadar uzanan bir ev olsa, o ev iğnelerle tıka basa dolu olsa, Cebrâil ile
Mîkâil (a.s) beraberlerinde Yakub peygamber olduğu halde gelse,Muhammed´den Aziz´in hanımının yırttığı Yusuf´un (a.s)gömleğini dikmek için ödünç bir iğne isteseler yine vermez!

Denildi ki, Mervan b. Ebu Hafsa, cimriliğinden et yemiyordu. Ta ki, fazlasıyla iştahı çekinceye kadar... Fazlasıyla iştahı çektiği zaman hizmetçisini gönderir, bir baş aldırır, baş yerdi. Kendisine denildi ki:
-Ne oluyor? Yaz kış daima baş yediğini görüyoruz? Neden böyle yapıyorsun?

-Ben başın fiyatını biliyorum. Hizmetçinin bana ihanet edeceğinden eminim. Başta beni kandırmaya gücü yetmiyor ve bir de baş, hizmetçinin pişirip de ondan yiyeceği birşey değildir. Çünkü eğer hizmetçi bir gözüne, veya kulağına veya yanağına dokunsa derhal anlarım. Bir de baştan birkaç çeşit et yiyorum. Gözü bir çeşit, kulağı diğer bir çeşit, dili bir çeşit. Hulkumu bir çeşit, beyni başka bir çeşit! Bütün bunlarla beraber pişirmek masrafından da kurtulmuş oluyorum. İşte benim için başta bu kadar faydalar vardır. Bundan dolayı baş yiyorum.

Birgün bu zat Halife Mehdî´nin huzuruna gitmek üzere çıktı. Aile efradından bir kadın kendisine dedi ki: ´Eğer sen halifeden caize ve hediye alıp da dönersen bana ne vereceksin?´ Cevap olarak dedi ki: ´Eğer bana yüz bin dirhem verilirse sana bir dirhem vereceğim!´ Kendisine altmış bin dirhem verilince gelip o kadına dört danik verdi (tam bir dirhem vermedi). Bir ara bir dirhemle et aldı. O gün bir dostu kendisini evine davet edince, eti götürüp ka-saba bir danik eksiğine geri verdi ve dedi ki: ´Ben israftan hoşlanmam!´

A´meş´in bir komşusu vardı. Bu komşusu daima A´meş´e evine gitmeyi, orada bir parça ekmek ile tuz yemeyi teklif ediyordu. A´meş de gitmiyordu. Birgün yine aynı teklifi yaptı. O gün de A´meş´in açlığına denk geldi ve haydi gidelim dedi. A´meş adamın evine gitti. Adam A´meş´e ekmek ile tuz ikram etti. O esnada bir di-lenci geldi. Ev sahibi dilenciye ´ALLAH versin´ dedi. Buna rağmen dilenci tekrar istedi. Ev sahibi tekrar ´ALLAH versin´ dedi. Dilenci üçüncü defa isteyince ´Git! Aksi takdirde ALLAH´a yemin ederim sopa ile gelirim´ dedi.

Râvi der ki: A´meş dilenciyi çağırdı ve ´Git! ALLAH´a yemin ederim, ben bu adamdan daha fazla sözünü tutan bir kimseyi görmedim. O, uzun bir zamandan beri beni bir parça tuz ekmek yemeye davet ediyordu. ALLAH´a yemin ederim ondan başkasını bana ikram etmedi!´ diye ikazda bulundu.

26) Hâlid b. Bermekî ateşperestti. Sonra müslüman oldu. Oğlu Ebu Ali Yahya zengin idi. Sonra Abbasilerin veziri oldu.
 
Alt 02-08-2009, 15:16   #5
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Cimriliğin Kötülenmesi

Ayetler
Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.(Tegâbün/16)

ALLAH´ın fazlından kendilerine verdiği şeye cimrilik edenler, onu kendileri için hayırlı sanmasınlar. Aksine o kendileri için bir şerdir. Cimrilik ettikleri şeyler, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır.(Âlu İmran/180)

Bunlar öyle insanlardır ki cimrilik ederler ve insanlara da cimriliği tavsiye ederler ve ALLAH´ın kendilerine fazlından verdiği şeyleri saklarlar. (Biz de) o nankörlere hor ve rüsvay edici bir azap hazırladık.(Nisâ/37) Hadîsler

Cimrilikten -kaçının! Çünkü sizden önce gelen ümmetleri helâk eden cimriliktir. Cimrilik onları, birbirlerinin kanını akıtmaya, birbirlerinin namus ve malını helâl saymaya zorladı.100

Cimrilikten kaçının! Çünkü cimrilik sizden öncekileri çağırıp, birbirine kırdırıp kanlarını akıttı! Onları çağırdı. Bu bakımdan birbirlerinin haram olan haklarını helâl saydılar. Yine onları çağırdı. Aralarındaki rahmi (akrabalığı) kestiler.101

Cennete cimri, hilebaz, hain ve kötü ahlâklı kimse, kötülüğünün karşılığını görmedikçe girmez.102

Bir rivayette "diktatör kimse giremez´, başka bir rivayette de ´sadakasını başa kakan giremez´ diye vârid olmuştur.

Üç haslet vardır. Onlar helâk edicidirler. İtaat edilen cimrilik, arkasından gidilen hevâ-i nefis ve kişinin kendini beğenmesi!103

Muhakkak ALLAH Teâlâ üç sınıftan nefret eder: Zina eden ihtiyar, iyiliğini başa kakan cimri, mütekebbir olan çoluk çocuk sahibi.101

Malını ALLAH yolunda infak edenle, cimrilik yapanın misâli, sırtında memelerinden boğazlarına kadar birer demir gömlek olan iki kişinin misâline benzer. İnfak eden bir kimseye gelince, infak ettiğinden ötürü gömleği bütün bedenini kaplar veya parmak boğumlarına kadar derisini örter. Cimri bir kimseye gelince, o hiçbir şeyi infak etmek istemez. Böylece gömleği daha kısalır ve demir gömlekteki her halka olduğu yere batar! Öyle ki gırtlağını sıkmaya başlar bir duruma gelir... Bu kimse onu genişletmek ister. Fakat o bir türlü genişlemez.105

İki haslet vardır. Onların ikisi mü´min bir kimsede biraraya gelmezler: Cimrilik ile kötü ahlâk...106

Ey ALLAHım! Ben cimrilikten sana sığınıyorum. Korkaklıktan sana sığınıyorum. Bunama derecesine gelen yaşlılıktan sana sığınıyorum.107

Zulümden kaçının! Çünkü zulüm, kıyamet gününde birçok karanlıklara sebep olur. Fâhiş konuşmaktan sakının! Çünkü ALLAH Teâlâ fâhiş konuşanı da, fâhişlik yapmayı kabul edeni de sevmez! Cimrilikten sakının! Çünkü sizden öncekileri cimrilik helâk etmiştir. Cimrilik onlara yalan söylemeyi emretmiş, yalan söylemişler! Onlara zulmetmeyi emretmiş, zulmetmişler. Onlara sılayı rahmi kesmeyi emretmiş, sılayı rahmi kesmişlerdir.108

Kişide bulunan en şerli hasletler, obur bir cimrilik, şiddetli bir korkaklıktır.109
Hz. Peygamber zamanında biri öldürüldü. Bir kadın onun için ağlarken Ey şehid! diye bağırdı. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi:
Onun şehid olduğunu nereden biliyorsun? O, kendisini ilgilendirmeyen konularda konuşur veya önemsiz birşeyi vermekte cimrilik yapardı!110

Cübeyr b. Mûtim şöyle anlatıyor: Biz Hz. Peygamber ile beraber Hayber´den dönüyorduk. O esnada bedeviler gelip Hz. Peygamber´den ısrarla birşeyler istediler. Öyle ki Hz. Peygamber´i bir ağaca sığınmaya mecbur ettiler. Hz. Peygamber´in abası ağaca takılıp omuzundan yere düştü. Bunun üzerine Hz. Peygamber durakladı ve şöyle dedi:

Benim abamı veriniz! Nefsimi kudret elinde tutan ALLAH´a yemin ederim, eğer şu tümsekler kadar malım olsaydı, muhakkak sizin aranızda taksim ederdim. Beni ne cimri, ne yalancı, ne de korkak olarak göremezdiniz.111

Hz. Ömer (r.a) der ki: Hz. Peygamber (s.a) bir taksimat yaptı. Ben dedim ki: ´Bu maldan almayanlar, almak hususunda alanlardan daha müstehak idiler´. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

´Onlar fâhiş bir şekilde benden istemek veya cimrilik yapmak arasında beni serbest bırakırlar. Oysa ben cimri değilim´.112

Ebu Said el-Hudrî der ki: İki kişi Hz. Peygamber´in huzuruna girdiler. Hz. Peygamber´den bir deve parası istediler. Hz. Peygamber onlara iki dinar verdi. Onlar Hz. Peygamber´in huzurundan çıkarken Ömer b. Hattab (r.a) onlarla karşılaştı. Onlar Hz. Peygamber´i övdüler ve Hz. Peygamber´in kendilerine yapmış olduğu iyiliğe karşı teşekkür ettiler. Hz. Ömer içeri girdi, onların dediklerini Hz. Peygamber´e nakletti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu:

Filan adama on ile yüz arasında verdiğim halde böyle söylemedi. Biriniz benden istiyor, istediğini alıp kucağında saklayarak gidiyor. Oysa o ateştir.

-O halde ateş olan bir şeyi neden onlara veriyorsun?

-Onlar benden ısrarla istiyor. ALLAH Teâlâ da cimriliği bana
yasaklamıştır. Bu yüzden veriyorum!113

İbn Abbas Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

ömertlik ALLAH´ın cömertliğinden gelir. Bu bakımdan siz cömertlik yapın ki ALLAH da sizin için cömertlik yapsın! ALLAH Teâlâ cömertliği bir adam suretinde yaratmıştır. Onun başını Tubâ ağacının köküne yerleştirmiştir. Onun ağacını Sidret´ül-Münteha ağacıyla bağlamıştır. Onun bazı dallarını dünyaya sarkıtmıştır. Bu bakımdan onun dallarından bir dala yapışan kimseyi o dal cennete götürür. Cömertlik imandandır. İman da cennettedir. ALLAH Teâlâ cimriliği de gadabmdan yaratmıştır. Onun başını zakkum ağacının köküne yerleştirmiştir. Bir kısım dallarını dünyaya sarkıtmıştır. Onun dallarından birine yapışan kimseyi ateşe sokar. Muhakkak cimrilik küfürdendir. Küfür de ateştedir.114

Cömertlik bir ağaçtır, cennette biter. Bu bakımdan cennete ancak cömert olan bir kimse girer. Cimrilik bir ağaçtır, ateşte biter. Bu bakımdan ateşe ancak cimri bir kimse girer.115

Ebu Hüreyre´nin bir rivayetinde Hz. Peygamber (s.a) Benî Lihyan heyetine dedi ki: ´Ey Benî Lihyan! Sizin başınız kimdir?7 Dediler ki: ´Bizim başımız Cedd b. Kays´tır.116 Ancak kendisinde cimrilik vardır´. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) şöyle dedi:
Acaba cimrilikten daha korkunç hangi hastalık vardır? Sizin başınız Amr b. Cemuh´tur.117

Bir rivayette onlar dediler ki:
-Bizim başımız Cedd b. Kays´tır.

-Onu neden reis kabul ettiniz?

-O malca hepimizden zengindir. Fakat biz buna rağmen onda cimrilik görüyoruz.

-Acaba cimrilikten daha korkunç bir hastalık var mıdır? O sizin başınız olamaz!

-O halde ey ALLAH´ın Rasûlü, bizim başımız kimdir?

-Sizin başınız Bişr b. Bera´dır.118

Hz. Ali, Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

ALLAH, hayatında cimri, ölümü anında cömert olan bir kimseden nefret eder!119

Ebu Hüreyre Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Câhil bir cömert, ALLAH katında, cimri bir âbidden daha sevimlidir.120

Cimrilik ile iman bir kulun kalbinde biraraya gelmezler.121

Hiçbir mü´min için cimri olmak da, korkak olmak da uygun değildir.122
Bazılarınız ´Cimri, zâlimden daha zararsızdır ve daha mâzurdur´ der. ALLAH katında cimrilikten daha büyük bir zulüm yoktur. ALLAH Teâlâ izzet, azamet ve celâliyle yemin etmiştir ki cennete cimri ve eli sıkı olan kimse girmeyecektir.123

Rivayet ediliyor ki, Hz. Peygamber Kâbe´yi ziyaret ediyordu. Baktı ki bir bir kişi Kâbe´nin örtüsüne yapışmış şöyle demektedir:
-Bu beytin hürmetine benim günahımı bağışla!

-Senin günahın nedir?

-Benim günahımı kelimeler anlatamaz.

-Rahmet olasıca! Senin günahın mı daha büyüktür, yoksa arz mı?

-Belki benim günahım daha büyüktür!

-Senin günahın mı, yoksa denizler mi daha büyüktür?

-Günahım daha büyüktür.

-Günahın mı büyük, yoksa gökler mi?

-Günahım daha büyüktür!

-Günahın mı daha büyüktür, yoksa arş mı?

-Günahım daha büyüktür.

-Günahın mı daha büyüktür, yoksa ALLAH mı? ALLAH daha büyük ve yücedir.

-O halde rahmet olasıca, günahını bana anlat!

-Ey ALLAH´ın Rasûlü! Ben servet sahibi bir kimseyim. Dilenci bana gelip, benden birşeyi istediğinde sanki beni bir parça ateşle karşılıyor.

-Benden uzaklaş! Ateşinle beni yakma! Beni hidayet ve kerametle hak peygamber olarak gönderen ALLAH´a yemin ederim, eğer sen Rükün (Kâbe´nin rükn-ü yemânisini kasdedi-yor) ile Makam (Makam-ı İbrahim) arasında durup ikibin sene namaz kılsan, sonra göz yaşlarından nehirler çıkıp akarcasına, ağaçlar sulanırcasma ağlasan, sonra cimri olduğun halde ölsen muhakkak ALLAH Teâlâ seni yüzü koyun ateşe atar. Rahmet olasıca! Bilmez misin cimrilik küfürdür? Muhakkak küfür de ateştedir. Rahmet olasıca!Bilmez misin ALLAH Teâlâ şöyle buyurmaktadır: ´Oysa kim cimrilik ederse kendi zararına cimrilik etmiş olur´.(Muhammed/39);
´Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtulanlardır´. (Teğâbün/16)

Ashab´ın ve Âlimlerin Sözleri

İbn Abbas (r.a) der ki: ALLAH Teâlâ, Adn cennetini yarattığı zaman ona süslen emrini verdi. O da süslendi. Sonra ona nehirlerini çıkar dedi. O da Selsebil, Kâfur ve Tesnîm çeşmelerini çıkardı. Bu çeşmelerden cennetlerde şarap, bal ve süt nehirleri aktı. Sonra cennete ´Tahtırevanların, gerdek odalarını, kürsülerini, süs eşyalarını, ziynetlerini ve elâ gözlü kadınlarını göster´ dedi. Onları da gösterdi. Sonra cennete baktı ve dedi ki konuş! Bunun üzerine cennet şöyle konuştu: ´Ne mutlu bana girene!´ ALLAH Teâlâ da İzzetimle yemin ederim, sende cimri bir kimseyi durdurmayacağım!´ dedi.

Ömer b. Abdülâziz´in kız kardeşi Ümmü´l-Benin şöyle demiştir: ´Cimriye yazıklar olsun! Eğer cimrilik bir iç gömlek ol-saydı ben onu giymezdim. Eğer bir yol olsaydı ben o yolda yürümezdim´.

Hz. Talha (r.a) der ki: ´Muhakkak biz mallarımızla, cimrilerin elde ettiklerini elde ederiz. Fakat biz sabrı yükleniriz´.

Muhammed b. Münkedir şöyle demiştir: Eskiden ´ALLAH bir kavme şerri irade ettiği zaman, onların şerlilerini onların başına geçirir. Rızıklarını cimrilerinin eline verir´ denirdi.
Hz. Ali bir hutbesinde şöyle demiştir: ´Halkın üzerine bir ısırıcı zaman gelecektir. Zengin elindeki serveti ısıracaktır. Oysa bununla emrolunmamıştır´.

Aranızda birbirinize iyilik etmeyi unutmayın! (Bakara/237)

Abdullah b. Amr şöyle demiştir: ´Şuh denilen cimrilik, buhl denilen cimrilikten daha berbattır. Çünkü sahih olan kimse o başkasının elindeki mala, almak için üşüşür ve kendisinin elinde bulunan malı da cimrilikten vermez ve sever. Bahil de ancak elindeki mal ile cimrilik yapar!´

Şa´bî şöyle demiştir: ´Bunların ikisinden hangisinin cehennem ateşine daha fazla batırdığını bilmiyorum! Cimrilik mi, yoksa yalan mı?´

Nuşirevan´ın huzurunda Hintli bir hakîm ile Rum bir filozof bir araya geldiler. Nuşirevan, Hindliye konuş dedi. Hintli ´İnsanların en hayırlısı cömert, öfke anında vakur, sözünde teenni ile hareket eden, mütevazi ve akrabalarına şefkatli olan bir kimsedir´ dedi. Rum ayağa kalkarak şöyle dedi: ´Kim cimri ise düşmanı onun malına vâris olur! Şükretmesi azalan bir kimse hiçbir zaman zafere eremez. Yalancılar kötü kimselerdir. Kovuculuk yapan fakir olarak ölür. Merhamet etmeyen bir kimseye, merhametsiz bir kimse musallat kılınır!´
Dahhâk ´Biz onların boyunlarına halkalar geçirdik. Çenelerine kadar dayanan o halkalar yüzünden kafaları kalkıktır´. (Yasin/8) ayetinin tefsirinde, ağlâl kelimesi cimrilik mânâsına gelir demiştir. ALLAH Teâlâ onların ellerini ALLAH yolunda infak etmekten tutar. Onlar hidayeti görmez olurlar.

Ka´b şöyle der: Her sabah iki melek şöyle bağırırlar: ´Ey ALLAHım! Senin yolunda harcamayalım malını telef et! Yolunda harcayanın harcadıklarının yerini hemen doldur!5
Abdülmelik b. Karîb el-Esmaî der ki: Bir kişiyi tavsif ederken bir bedevi şöyle diyordu: ´Filan adam gözümde küçüldü. Çünkü dünya onun gözünde büyümüştür. O adam dilenciyi gördüğü zaman sanki kendisine geleni ölüm meleği gibi görür´.

Ebu Hanife şöyle demiştir: ´Ben cimri bir kimseyi bir türlü âdil telâkki edemiyorum. Çünkü cimrilik onu fazlasıyla almaya zorlar ve o da alır. Bu bakımdan böyle olan bir kimse, emanet hususunda, emin sayılmaz´.

Hz. Ali şöyle demiştir: ´ALLAH´a yemin ederim! Kerim bir kimse hiçbir zaman hakkını son noktasına kadar almış değildir´.
(Peygamber, hanımına) bunların bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti.
(Tahrim/3)

Cahız124 der ki: ´Lezzetlerden üç şey kalmıştır. Cimrileri zemmetmek, kebab yemek, uyuzu kaşımak../

Bişr b. Hâris şöyle demiştir: ´Cimri bir kimsenin gıybeti yoktur´. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Muhakkak sen o zaman cimrisin.

Bir kadın Hz. Peygamber´in yanında ´Oruç tutar, namaz kılar, ancak onda cimrilik vardır´ diye övüldü. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi:
O vakit onun hayırlı olması nerede?!125

Bişr şöyle demiştir: ´Cimriye bakmak kalbi katılaştırır. Cimrilerle karşılaşmak, mü´minlerin kalbine üzüntü verir. Fâsık dahi olsalar, cömertler için sevgiden başka birşey yoktur. Cimriler, sâlih dahi olsalar onlar için de buğzdan başka birşey yoktur´.
İbn Mu´tez dedi ki: ´İnsanların malca en cimrisi, şerefçe en cömerdidir´. Yani malına kıymaması, şerefine saldırılmasına vesile olur!

Yahya b. Zekeriyya (a.s) İblis´i gerçek şeklinde gördü. Yahya (a.s) ona dedi ki: ´Ey İblis! Sence insanların en sevimlisi ve en sevimsizi kimdir?´ İblis şöyle dedi: İnsanların bence en sevimlisi cimri müslümanlardır ve insanların bence en sevimsizi cömert fâsıktır. Çünkü cimrinin cimriliği benim vazifemi görmüştür. Cömert fâsık ise, korkarım ki ALLAH onu cömertliği ânında kabul eder!´ İblis bu sözleri söyledikten sonra Yahya´ya (a.s) sırtını çevirerek gitti ve şöyle dedi: ´Eğer sen Yahya olmasaydın sana bunları söylemezdim!´

______________________
100)Ebu Dâvud, Nesâî
101)Hâkim
102)İmam Ahmed, Tirmizî
103)İlim bölümünde geçmişti.
104)Tirmizî, Nesâî
105)Müslim, Buhârî
106)Tirmizî
107)Buhârî
108)Hâkim
109)Ebu Dâvud
110)Ebu Yâ´lâ, Beyhâkî
111)Buhârî
112)Müslim
113)İmam Ahmed, Ebu Yâ´lâ, Bezzar
114)Deylemî
115)Daha önce geçmişti.
116)Adı Cedd b. Kays b. Sâhir b. Hansâ b. Sinan b. Ubeyd b. Adîy b. Ganem b.Kâ´b b. Seleme´dir. Ensardandır.
117)Hâkim
118)Adı Bişr b. Berâ b. Ma´rur b. Sahr b. Hansâ b. Sinan´dır. Cedd´in amcazadesidir.
119)Deylemî
120)Tirmizî
121)Nesâî
122)Irâkî, bu ibare ile görmediğini söylemektedir.
123)Tirmizî
124)Adı Amr b. Bahr´dır. Basralıdır. Künyesi Ebu Osman´dır. Mu´tezile´nin
ileri gelenlerindendir. H. 355´de vefat etmiştir.
125)Dilin Âfetleri bölümünde geçmişti.
 
Alt 02-08-2009, 15:20   #6
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Cimriliğin Tedavisi

Cimriliğin sebebi mal sevgisidir. Mal sevgisinin de iki sebebi vardır.

Bir

Onlardan biri, uzun emelle beraber ancak mal ile elde edilen şeyleri sevmektir. İnsanoğlu birgün sonra öleceğini bilse çoğu zaman malıyla cimrilik yapmaz. Çünkü birgün veya bir ay veya bir sene muhtaç olacağı miktar yakındır. Eğer kısa emelli olmasına rağmen çocukları varsa, çocuklar uzun emelin yerine kaim olur.Çünkü kişi onların geride kalacaklarını, kendi nefsinin kalacağı gibi takdir eder, onlar için mal toplar ve bunun için de Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur.

Çocuk, cimriliğe, korkaklığa ve cehalete teşvik edici bir sebeptir.132

Buna ´fakirlik korkusu´, ´rızkın gelmesine az güvenmek´ de eklendiği zaman şüphesiz ki cimrilik daha da güçlenir.

İki

İkinci sebep, malın bizzat kendisini sevmesidir; zira insanların bir kısmı vardır ki ömrünün geri kalan kısmında kendisine yetecek kadar malı vardır. Eğer normal infak etse bile geride binlerce dirhemi kalacaktır. Kendisi çocuksuz bir ihtiyar olduğu halde beraberinde birçok mal vardır. Fakat nefsi, zekâtı vermeye bile tahammül etmemektedir. Hastalık anında kendisini tedavi etmeye razı olmamaktadır! Dinarların dostu ve aşığı olmuştur. Elinde dinarların olmasından vc onlara muktedir olmasından zevk alır. Onları toprak altında saklar. Bilir ki öldüğü zaman onlar ya toprağın altında zâyi olacaktır veya düşmanlarının eline geçecektir. Buna rağmen nefsi bir türlü bir lokma yemesine veya sadaka vermeye dahi razı olmaz. Bu, kalbin büyük bir hastalığıdır. Tedavisi zordur. Hele ihtiyarlık zamanında bu müzmin bir hastalıktır. Tedavi edilmesi umulmaz. Bunun sahibinin misâli, bir şahsa aşık olan ve o şahıstan gelen elçiyi seven, sonra aşık olduğu şahsı unutan, elçi ile meşgul olan bir kimsenin misâline benzer. Çünkü dinarlar (paralar) elçidir. İnsanların ihtiyaçlarını giderir ve bunun için de sevimli olur; zira lezzetli birşeye götüren de lezzetli olur. Sonra paralar vasıtasıyla elde edilen ihtiyaçlar unutulur. Paralar kişinin yanında sanki kendilerinde bulunan bir marifetten dolayı sevgili olur. Bu ise dalâletin son noktasıdır. Hatta para ile taş arasında fark gören bir kimse cahildir. Ancak para ile ihtiyaç yerine getirilir. İşte farkı bu kadardır. Bu bakımdan ihtiyaçtan fazla olanı taş mesabesindedir. İşte mal sevgisinin sebepleri bunlardır.
Her hastalığın tedavisi ancak onun sebebinin zıddı iledir. Bu bakımdan şehvet sevgisini, aza kanâat etmekle ve sabırla tedavi etmelisin. Çünkü uzun emeli, ölümü çok hatırlamakla, akran ve emsâlinin ölümüne bakmakla tedavi edersin. Mal toplamak sevgisini, mal toplayanların yorgunluklarına ve onlardan sonra malın zâyi olmasına bakmakla tedavi edebilirsin.

Kalbin çocuğa karşı duyduğu aşırı ilgiyi şu şekilde tedavi edebilirsin: Çocuğun yaradanı, onunla beraber rızkını da yaratmıştır. Nice çocuklar vardır ki babasından kendilerine miras kalmamıştır. Oysa babasından miras alanların halinden, onun hali daha iyidir. Malı çocuğu için topladığını ve çocuğunu hayırlı bir durumda bırakıp kendisinin şerre gideceğini bilmekle tedavi edebilir. Evladı eğer muttakî, salih bir kimse ise, ALLAH ona kâfidir. Eğer fâsık ise bıraktığı o mal ile günahları daha da artar. İşlediği günahların felâketi de kendisine döner düşüncesiyle tedavi olur.

Kalbini, cimrilik hakkında ve cömertliğin övülmesi hususunda vârid olan hadîsleri ve cimrilikten dolayı ALLAH´ın büyük azabını düşünmek suretiyle tedavi etmelisin.
Fayda verici tedavi formüllerinden biri de cimrilerin durumlarını çokça düşünmek, tabiatın onlardan nefret ettiğini ve çirkin gördüğünü çokça düşünmektir; zira hiçbir cimri yoktur ki başkasında olan cimriliği çirkin görmesin ve cimri olan arkadaşlarının cimriliğinden rahatsız olmasın. Bu bakımdan kendisinin de halkın kalbinde çirkin sayıldığını bilmelidir. Nitekim diğer cimrileri de kendisi böyle telâkki eder. Yine kalbini malın maksadlarını, niçin yaratıldığını, malın sadece ihtiyaç miktarının korunması gerektiğini, fazlasını infak etmekle âhiret için azık hazırladığını düşünmekle tedavi eder.
İşte mârifet ve ilim yönünden gelen tedavi formülleri bunlardır. Bu bakımdan kişi, basiret nûruyla malı vermenin, gerek dünyada ve gerek ahirette, vermemekten daha hayırlı olduğunu bildiği zaman, eğer aklı varsa vermeye rağbet eder. Eğer şehveti hayır hususunda harekete geçerse, derhal ilk hatıra gelene icabet etmelidir. Çünkü şeytan, kendisini durmadan fakirlikle korkutur ve cömertlikten menetmeye çalışır.

Hikâye olunuyor ki, Ebu Hasan el-Buşencî133 birgün helâda bulunuyordu. Bu esnada talebesini çağırdı ve dedi ki:
-İç gömleğimi çıkar, filân adama ver!´

-Helâdan çıkıncaya kadar sabredemedin mi?

-Nefsimin caymasından emin değilim. Helâda iken kalbime geldi. Helâdan çıkıncaya kadar nefsimin fikir değiştireceğinden emin olmadığımdan dolayı böyle yaptım.

Cimrilik sıfatı zorla vermeye kendisini alıştırmakla ortadan kalkar. Tıpkı aşkın, ancak mâşukun memleketinden ayrılmakla ortadan kalktığı gibi... Hatta kişi sefere çıkar, mâşukundan ayrılırsa ve bir müddet de onsuz tahammül etmeye kendisini zorlarsa, kalbi artık onsuz durmaya alışır. Cimrilik hastalığını tedavi etmek isteyen bir kimsenin de vermek suretiyle maldan zorla ayrılması uygundur. Hatta malı suya atması bile malı severek elinde bulundurmaktan daha hayırlıdır.

Bu hususta çıkar yolun inceliklerinden biri de nefsini güzel isim yapmak, cömertlikle şöhret bulmakla aldatmasıdır. Nefsi, cömertliğin haşmetine tamah edinceye kadar riya kasdıyla vermelidir. Böylece nefsinden cimriliğin çirkefini uzaklaştırır, onunla riya çirkefini elde etmiş olur. Fakat bunu yaptıktan sonra riyaya yönelir, riyayı ilacıyla ortadan kaldırmaya çalışır. Bu bakımdan isim yapmak hevesi, nefsi maldan kesme anında nefis için teselli gibi olur. Nitekim çocuğun, annesinin sütünden kesildiği anda kuş ve benzeri şeylerle oynamakla teselli olduğu gibi... Çocuğun bunlarla oynaması, çocuğu oyunla başbaşa bırakmak için değildir. Annesinin memesinden ayrılsın diye bu imkân kendisine verilir. Sonra bu imkândan da bir kısmını diğerine musallat kılmak uygundur. Nitekim şehveti öfkeye musallat kılınır. Şehvetin hamakatı onunla kırılır. Ancak bu usûl, kendisinde mertebe ve riya sevgisi, cimrilik sevgisinden daha az olan kimse için faydalıdır. Böylece en kuvvetlisi en zayıf ile değiştirilir. Eğer rütbe onun nezdinde mal kadar sevimli ise o vakit cimriliği bırakıp ona yapışmakta hiçbir fayda yoktur. Çünkü bir hastalıktan yakayı sıyırır ve diğer hastalığa onun bir mislini daha eklemiş olur. Bunun alâmeti, riya için vermenin kendisine ağır gelmemesidir. Böylece bilinir ki riya kendisinde daha galiptir. Eğer vermek, riya ile beraber nefse ağır geliyorsa, bu takdirde vermek uygundur. Bu ağır gelme delâlet eder ki cimrilik hastalığı kalpte riyadan daha ağır basar. Bu sıfatların birinin diğerini ortadan kaldırmasının misâli, tıpkı şu denilen söze benziyor: ´Ölünün bütün bedeni kurtlanır. Sonra da o kurtlar sayıları azalıncaya kadar birbirini yerler. (Yani iki büyük kurda dönüşünceye kadar birbirlerini yerler). Sonra o iki kurt birbirini yeyinceye kadar dövüşür. Galip mağlubu yer, semizleşir. Sonra tek başına kalır ve ölüme mahkûm olur!´

İşte bu çirkin sıfatlar da böyledir. Bazılarını bazılarına musallat etmek, onun kökünü kazımak, kuvvet bakımından zayıf olanı, kuvvetliye yem yapmak mümkündür. Ta ki bir tanesi kalıncaya kadar... Onu da mücahede ile eritip ortadan kaldırmalıdır. Onunla mücahede etmek, ondan gıdasını menetmek demektir. Sıfatlardan gıdayı menetmek demek, onların isteklerine göre amel etmemek demektir.

Diğer sıfatlar, şüphesiz birtakım ameller isterler. Ne zaman onlara aykırı hareket edilirse, onlar sönerler ve ölürler. Meselâ cimrilik, malı sarfetmemeyi ister. Onun isteğine karşı çıkıp zaman zaman mal verildiği takdirde cimrilik sıfatı ölür. Cömertlik, insana tabiat olur, vermek için çekilen zorluklar ortadan kalkar; zira cimriliğin tedavisi ilim ve amelledir. Burada ilim, cimrilik âfetinin bilinmesine, cömertliğin faydasına dönüşür. Fakat cimrilik bazen gözü kör, kulağı sağır edercesine kuvvetli olur. Dolayısıyla bu husustaki mârifetin tahakkukuna mâni olur. Mârifet tahakkuk etmediği takdirde rağbet ve istek harekete geçmez. Dolayısıyla çalışmak da kolay olmaz, illet müzmin olarak kalır. Tıpkı ilacın bilinmesine ve kullanma imkânına mâni olan hastalık gibi... Zira böyle bir hastalıkta ölünceye kadar sabretmekten başka çare kalmaz. Tasavvuf şeyhlerinin bazılarının âdeti, müridlerdeki cimriliği tedavi etmek hususunda, şuydu: Onlara mahsus olan zaviyelerden onları menederdi. Bir müridin zaviyesiyle ve zaviyenin içerisinde bulunan şeylerle sevindiğini hissettiği zaman, onu başka bir zaviyeye, başka bir zaviyeyi de oraya nakleder ve onun elinden bütün mülk edindiklerim alırdı. Yeni bir elbiseye iltifat ettiğini gördüğü veya bir seccade ile sevindiğini hissettiği zaman derhal onu başkasına vermesini emrederdi. Ona eski bir elbise giydirirdi. Öyle bir elbise ki müridin kalbi o elbiseye meyletmezdi.İşte kalp bu yolla dünya mallarından uzaklaşırdı. Bu bakımdan bu yolda gitmeyen bir kimse dünya ile yakınlık kurup dünyayı sever. Eğer kişinin bin türlü malı varsa bin tane sevgilisi var demektir. Bunun için de onlardan biri çalındığı zaman, onu sevdiği kadar, üzüntüye mâruz kalır. Öldüğü zaman bir defada onun üzerine bin musibet iner. Çünkü hepsini severdi ve hepsi kendisinden alınmıştır! Hayattayken de onları kaybetmek ve onların elinden çıkması tehlikesiyle karşı karşıya idi.

Padişahlardan birine Firuzeç denilen maddeden yapılmış, cevherlerle süslenmiş bir tabak hediye edildi ki onun benzeri görülmemişti. Padişah buna pek sevindi. Yanındaki hükemadan birine şöyle sordu:

-Bunu nasıl görüyorsunuz?

-Onu bir musibet ve fakirlik olarak görüyorum!

-Nasıl olur?

-Eğer kırılırsa reddedilemeyecek bir musibet olur. Eğer çalınırsa ona muhtaç olur ve benzerini de bulamazsın. Oysa bu sana gelmeden önce sen hem musibetten, hem de buna muhtaç
olmaktan emindin.

Sonra günün birinde tabak kırıldı veya çalındı. Padişaha bu musibet pek ağır geldi ve dedi ki: ´Hakîm doğru söyledi! Keşke o tabak başta bize hediye edilmeseydi!´

Dünya sebeplerinin hepsinin durumu budur. Çünkü dünya ALLAH düşmanlarının düşmanıdır. Onları cehenneme sevkeder. ALLAH dostlarına da düşmandır. Kendisine karşı sabretmekle onları üzer. ALLAH´ın da düşmanıdır. Çünkü ALLAH´a giden yolu kullarının yüzüne kapatır. Kendi kendisinin de düşmanıdır. Çünkü nefsini kıtır kıtır yer; zira mallar ancak hazinelerde nöbetçilerle korunur. Hazine vc nöbetçiler ise, ancak mal ile; dirhem ve dinarı vermek suretiyle edinilir. Bu bakımdan mal, nefsini yer, zatına ters düşer. Sonunda yok olup gider. Malın âfetini ve tehlikesini bilen bir kimse onunla ünsiyet edip sevinmez! Aksine zarurî ihtiyacı kadar ondan alır. İhtiyaç kadarıyla kanaat eden bir kimse cimri olmaz. Çünkü ihtiyacı olanı vermemesi cimrilik değildir. Muhtaç olmadığı miktarı korumakla nefsini yormaz. Bu bakımdan onu sarfeder. Hatta o, nehrin suyu gibidir; zira nehrin suyu hakkında hiç kimse cimrilik etmez. Çünkü halk, ihtiyaçları kadarıyla kanaat eder!

________________

132) İbn Mâce
133) Adı Ebu Hasan Ali b. Ahmed b. Sehl´dir. H. 318´de vefat etmiştir.
 
Alt 02-10-2009, 00:43   #7
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Hırs ve Tamahkârlığın Kötülenmesi, Kanaat Etmenin ve İnsanlardan Müstağni Olmanın Övülmesi

Fakirlik bölümünde söylediğimiz gibi fakirlik övülmüştür. Fakat fakirin kanaatkâr olması, halktan tamahını kesmesi, halkın elindeki mala iltifat etmemesi, nereden gelirse gelsin zihniyetiyle malı elde etmeye haris olmaması gerekir. Bu ise fakir için ancak zaruret miktarı yemek, giymek, meskenle kanaat edip, kıymet bakımından en düşüğüyle, çeşit bakımından en azıyla yetinirse mümkündür. Emelini yaşadığı güne veya yaşadığı aya döndürür ve kalbini bir aydan sonrası ile meşgul etmezse mümkündür. Eğer çoğa iştiyaki olup uzun emel beslerse, kanaatin azizliği elinden kaçar, tamahkârlık ve harisliğin zilletiyle kirlenir. Tamahkârlık ve harislik kendisini çirkin huylara, mürüvvetleri yıkıcı münkerleri yapmaya sürükler. Zaten Âdemoğlu hırs, tamahkârlık ve az kanaat üzerine yaratılmıştır.

Hadîsler

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Eğer Âdemoğlunun iki vâdi dolusu altını olsaydı muhakkak üçüncü bir vâdi daha isterdi! Âdemoğlunun gözünü ancak toprak doyurur. Tevbe edenin tevbesini ALLAH kabul eder.22

Ebu Vakıd el-Leysî23 şöyle anlatır: Hz. Peygamber´e vahiy geldiği zaman biz ona geliyorduk. O bize gelen vahyi öğretiyordu. Ben birgün Hz. Peygamber´e geldim. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

ALLAH Teâlâ buyurmaktadır ki biz malı, namazın kılınması, zekâtın verilmesi için ihsan ettik. Eğer Ademoğlu´nun bir vâdi dolusu altını olsa muhakkak ikincisinin olmasını ister. Eğer ikincisi olsa muhakkak üçüncüsünü ister. Öyleyse âdemoğlunun gözünü ancak toprak doyurur. Tevbe edenin tevbesini ALLAH kabul eder.24

Ebu Musa el-Eş´arî şöyle demiştir: ´Berâe sûresine benzer bir süre nâzil oldu. Sonra ALLAH tarafından kaldırıldı. Ancak o sûreden şu ayet aklımda kaldı:

Muhakkak ALLAH Teâlâ bu dini, nasipleri olmayan kavimlerle takviye eder. Eğer Âdemoğlu´nun iki vâdi dolusu malı olsa, muhakkak üçüncü vâdiyi temenni eder. Âdemoğlu´nun gözünü ancak toprak doyurur. Ancak ALLAH tevbe edenin tevbesini kabul eder.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Doymayan iki aç vardır. Birincisi ilme, ikincisi mala aç olandır.25

Ademoğlu ihtiyarlar, fakat onunla beraber iki şey gençleşir: 1. Emel, 2. Mal sevgisi!26
Bunlar Âdemoğlunun saptırıcı ve helâk edici niteliğidir. ALLAH Teâlâ ve Hz. Peygamber kanaati övmüşlerdir.
Cennet o kimseye olsun ki geçimi yetecek kadar olduğu ve kanaat ettiği halde İslâm dinine hidayet olunmuştur.27

İster fakir olsun, ister zengin, hiç kimse yoktur ki kıyamet gününde dünyada nafaka verilmiş olmasını temenni etmesin.28

Zenginlik, servetin çokluğu değildir. Zenginlik, ancak gönül zenginliğidir.29
Hz. Peygamber, hırsı ve mübalağalı bir şekilde dünyayı aramayı yasaklayarak şöyle buyurmuştur:

Ey insan! Helâlinden kazanmaya bak! Çünkü hiçbir kul yoktur ki kendisine yazılan rızıktan başka birşey elde etsin! Kendisine yazılan rızık eline geçmeden önce hiçbir kul dünyadan göç etmez,30

Rivayet ediliyor ki, Hz. Musa (a.s) rabbine şöyle sordu:

-Senin kullarının hangisi daha zengindir?

-Verdiğime en fazla kanaat edeni.

-Hangisi daha âdildir?

-Nefsinden, başkasının hakkını alan.

İbn Mes´ud Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Muhakkak ki Ruh´ul-Kudüs (Cebrail) benim kalbime ´Rızkını tamamen yemedikçe hiçbir insan ölmeyecektir´ diye ilham etti. Bu bakımdan siz ALLAH´tan korkun! Kazançta meşrû olandan ayrılmayın!31

Ebu Hüreyre, Hz, Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Ey Ebu Hüreyre! Ne zaman fazlasıyla acıkırsan, sana bir ekmek ile bir testi su (kâfidir). (Bundan sonra) dünya (isterse) helâk olsun!32

Müttaki ol, insanların en âbidi olursun. Kanaatkâr ol, insanların en şükredicisi olursun! Kendi nefsin için sevdiğini insanlar için de sev, mü´min olursun.

Ebu Eyyûb el-Ensarî´nin rivayet ettiği bir hadîste Hz. Peygamber tamahkârlığı yasaklamaktadır: Bir bedevi Hz. Peygamber´e gelerek ´Bana nasihat et! Fakat kısa olsun!´ dedi. Hz. Peygamber bunun üzerine şöyle buyurdu:

Namaz kıldığın zaman veda eden bir kimsenin namazı gibi kıl! Yarın kendisinden dolayı özür dileyeceğin bir konuşmayı sakın yapma! Halkın elindeki servetten ümitsiz ol!33

Avf b. Mâlik el-Eşcâî şöyle anlatıyor: Biz Hz. Peygamber´in yanında yedi, sekiz veya dokuz kişiydik. Hz. Peygamber şöyle dedi: ´Siz ALLAH´ın Rasûlü´ne bîat etmez misiniz?´ Biz ´Sana daha önce biat etmedik mi?´ dedik. Bu sözümüzden sonra yine ´Siz ALLAH´ın Rasûlü´ne bîat etmez misiniz?´ dedi. Bunun üzerine biz ellerimizi uzattık ve bîat ettik. Bu esnada bizden biri ´Biz sana bîat ettik ama neyin üzerine biat ediyoruz?´ diye sordu. Hz. Peygamber şu cevabı verdi:

ALLAH´a ibâdet edip ona hiçbir şeyi ortak koşmayacağınıza, beş vakit namazı kılacağınıza, başınızdakinin sözünü dinleyip itaat edeceğinize dair biat ettiniz.

Gizlice birşey konuştuktan sonra İnsanlardan hiçbir şey istemeyeceğinize dair biat ettiniz?´ dedi.

Râvî der ki: ´Bu kişilerden bazıları elinden kamçısı düştüğü zaman kamçısının kendisine verilmesini dahi kimseden istemez, bineğinden iner, kamçısını kendisi alırdı´.

Ashab´ın ve Âlimlerin Sözleri

Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: ´Tamahkârlık fakirliktir. Halkın elindeki maldan ümit kesmek ise zenginliktir´.

Halkın elindeki maldan ümidini kesen bir kimsenin halka ihtiyacı olmadığı gibi onlardan minnetsiz olacağı da muhakkaktır. Hukemâdan birisine şöyle denildi: ´Zenginlik nedir?´ Cevap olarak ´Azı temenni edip yetecek kadarla kanaat etmendir´ dedi.
Hayat, geçen birkaç saattir.
Tekrarlanan birkaç günün zahmetleridir. Razı olduğun bir hayata kanaat et!
Hevâ-i nefsini bırak, hür olarak yaşarsın!
Çok felâket vardır ki, onu insanoğluna altın, yakut ve inci getirir!..

Muhammed b. Vâsı, kuru ekmeğini su ile ıslatır, yer ve derdi ki: ´Buna kanaat eden bir kimse, hiç kimseye muhtaç olmaz!´

Süfyan es-Sevrî ´Dünyanızın en hayırlısı kendisinden dolayı müptelâ olmadığınız şeylerdir. Müptelâ olduğunuz şeyin en hayırlısı, sizin elinizden çıkandır´ dedi.

İbn Mes´ud şöyle demiştir: Hergün bir melek şöyle seslenir: ´Ey Ademoğlu! Sana kâfi gelen az, seni azdıran çoktan daha hayırlıdır´.

Sumeyt b. Aclan şöyle demiştir: ´Ey Ademoğlu! Karnın ancak bir karış çapındadır. O halde seni neden ateşe sokuyor?´

Bir hakîme şöyle soruldu: ´Senin malın nedir?´ Cevap olarak ´Zâhirde süslenmek, bâtında normal hareket ve halkın elindeki servetten ümit kesmektir´ dedi.

ALLAH Teâlâ´nın şöyle dediği rivayet edilir: ´Ey Âdemoğlu! Eğer dünyanın tamamı senin olsa bile ondan ancak yediğin senin olur. Ondan sana gıdayı, verdiğimizin hesabını da başkasına yük-lediğimiz zaman muhakkak ben sana iyilik yapmış olurum´.

İbn Mes´ud şöyle demiştir: ´Biriniz birşey istediği zaman, basitçe istesin, kişiye sen sen (deyip onu övmek suretiyle) belini kırmasın. Çünkü kendisi için ayrılan rızık eline gelir´.
Emevîlerden biri Ebu Hâzım b. Ebî Seleme´ye bir mektup yaza-rak ihtiyacını kendisine bildirmesinde ısrar etti. Ebu Hâzım ona şu cevabı verdi: İhtiyacımı mevlâma arzettim. Bana verileni kabul ettim. Bana verilmeyene de kanaat edip razı oldum.´

Hukemâdan birine şöyle soruldu:
-Hangi şey akıl için daha sevindiricidir? Üzüntünün giderilmesinde hangi şey daha fazla yardım eder?
-Akıl nezdinde en sevindirici şey, kişinin ölümünden önce yapıp gönderdiği sâlih ameldir. Üzüntünün giderilmesinde en fazla yardımcı olan şey ise kaza ve kaderin hükmüne razı olmaktır.

Hukemâdan biri şöyle demiştir: ´En uzun üzüntüye sahip olarak hasetçi kimseyi gördüm. Yaşantı bakımından en refahlısını da kanaat eden kimse olarak buldum. Eziyetçe en fazla olan da tamahkârlık yapıp haris olan bir kimsedir. Maişet yönünden insanların en düşüğü, dünyayı en fazla tepenidir. Pişmanlık yönünden en büyükleri ise ifrata kaçan âlimdir´.
Rızıkları taksim eden ALLAH´ın, kendisine rızık vereceğine güvenerek akşamlayan bir kimsenin kalbi ne zengindir!

Böyle bir kimsenin şerefi korunmuştur. Onu kirletmez! Yüzü yepyenidir, onu yıpratmaz!
Yine şöyle denilmiştir:

Ne zamana kadar konaklamak, sefere çıkmak, uzun çalışmak, gitmek ve gelmek durumunda kalacağım?

Evden uzak, dostlardan garip, hâlimin ne olduğunu bilmez bir vaziyette kalacağım?
Bazen doğuda, bazen batıda harisliğimden dolayı ölüm bile kalbime gelmez.
Eğer kanaat etseydim durduğum yerde rızık bana gelecekti! Muhakkak zenginlik kanaattir, malın çokluğu değil!

Hz. Ömer şöyle demiştir: ´Size ALLAH´ın malından kendime neyi helâl kıldığımı haber vereyim mi? Biri kış, diğeri yaz için olan elbi-sem, hac ve umremi yapmak için bir devedir. Bunlardan sonra benim nevâlem (gıdam), Kureyş´ten herhangi bir kişinin nevalesi gibidir... Nafaka bakımından onların en yükseği olmadığım gibi, en düşük yaşayanı da değilim. ALLAH´a yemin olsun bunun da helâl olup olmadığını bilmiyorum´.

Sanki Hz. Ömer, bu kadarla kanaat etmenin bile farz olan mik-tardan fazla olup olmaması hususunda şüphe etmektedir!

Bir bedevi, kardeşini harislikten dolayı kınayarak şöyle dedi: ´Kardeşim! Sen arıyor ve aranıyorsun! Elinden kurtulamayacağın biri (ALLAH Teâlâ) seni arıyor. Sen ise, başkası (ALLAH Teâlâ) tarafından sana verileni aramaktasın! Sanki senden gâib olan sana keşfolunmuştur! Sanki içinde bulunduğundan da göç ederek uzaklaşmışsın! Ey kardeşim! Sanki mahrum kalan haris bir kimseyi ve zengin olan zâhid bir kimseyi hiç görmemişsin!´

Bu hususta şöyle denildi: "Görüyorum ki zenginlik gittikçe seni dünya için haris kılıyor! Sanki ölmeyecekmişsin gibi! Acaba senin tayin ettiğin bir sonuç var mıdır ki birgün oraya vardığın takdirde ´artık bana yeter, razı oldum´ diyesin!"

Şa´bî şöyle dedi: ´Hikâye olunuyor ki bir kişi çekuk veya turkay kuşunu avladı. Kuş kendisine şöyle sordu:

-Beni avlayıp ne yapacaksın?

-Seni kesip yiyeceğim?

-Yemin olsun, ben bir derdine derman olmadığım gibi açlığını da gideremem. Fakat sana üç haslet öğreteceğim ki beni yemekten sana daha hayırlıdır. Onların birini daha elinde iken sana öğreteceğim, ikincisine gelince, uçup ağacın dalına konduğum zaman öğreteceğim. Üçüncüsünü ise, dağın tepesinde olduğum zaman...

-O halde birinci hasleti söyle!

-Sakın elinden kaçan birşey için üzülme!Bunun üzerine avcı kuşu bıraktı. Kuş, ağacın üzerine konduktan sonra avcı dedi ki:

-Haydi! İkinci hasleti söyle!

-Sakın olmayacak şeye inanma!

Bunu dedikten sonra uçup dağın tepesine kondu ve şöyle dedi:
-Ey şakî! Eğer beni kesmiş olsaydın, benim kursağımdan iki inci çıkaracaktın ki her incinin ağırlığı yirmi miskaldır.

Avcı bunun üzerine dudağını ısırarak üzüldü, ah çekti ve şöyle dedi:

-Üçüncü hasleti söyle!
-Sen iki tanesini unuttun bile! Fakat ben üçüncüsünü sana yine haber vereyim. Sana ´elinden çıkmış birşey için üzülme ve olmayacak şeye inanma´ demedim mi? Oysa benim etim, kanım ve
tüyüm, üst üste konsa yirmi miskal ağırlığında değildir! O halde nasıl olur da benim kursağımda ağırlığı yirmişer miskal olan iki inci bulunabilir?

Bunu dedikten sonra uçup gitti. İşte bu, Âdemoğlunun şiddetli tamahkâr-lığına bir misaldir. Çünkü tamahkârlık, insanı hakîkati idrak etmekten kör eder. Öyle ki olmayacak şeyi, olur zanneder.

İbn Semmak34 şöyle demiştir: ´Ümit, kalbinde bir iptir, ayağında da bir kelepçe... Bu bakımdan ümidi kalbinden çıkar! Zira böyle yaptığın takdirde, kelepçe ayağından çıkmış olur!´

Ebu Muhammed Yezidî35 şöyle demiştir: Hârun Reşid´in hu-zuruna girdim. Baktım ki altın suyuyla yazılı bir sahifeye bakıyor. Beni gördüğü zaman tebessüm etti. Bunun üzerine ben ´ALLAH Teâlâ mü´minlerin emirinin işini rast getirsin! Bir fayda mı var
orada?´ diye sordum. Cevap olarak dedi ki: ´Evet! Ben bu iki beyti Beni Ümeyye hazinelerinin birisinde gördüm. Hoşuma gitti ve bunlara üçüncü bir şiiri ekledim" dedi ve bana şu şiiri okudu:

Bir ihtiyacın önünde bir kapı yüzüne kapandığı zaman onu başkası için bırak!
O başka ihtiyacın kapısı sana açılacaktır. Çünkü karın dağarcığının doldurulması sana kâfidir.

Emirlerin kötülükleri ise onlardan korunmak bakımından sana kâfi delildirler.
Sakın namusunu verme! Günahları işlemekten sakın ki onların cezası senden uzaklaşsın!
Abdullah b. Selham, Kâ´b´ul-Ahbar´a dedi ki: ´Dinleyip an-ladıktan sonra ilimleri âlimlerin kalplerinden silip götüren nedir?´ Cevap olarak ´Tamahkârlık, nefsin oburluğu ve ihtiyaçların peşine amansızca düşmektir´ dedi.

Birisi Fudayl´a dedi ki: ´Ka´b´ın bu sözünü bana açıkla!´ Fudayl şöyle cevap verdi: ´Kişi istediği bir şeyde ısrarla tamahkârlık yaptığından dolayı dini gider! Oburluğa gelince, o şu veya bu şeyler hakkında nefis oburluğudur. Öyle ki isteklerinin tümü verilsin istersin. Dolayısıyla şuna ve öbürüne ihtiyacın olur. O senin muhtaç olduğunu gördüğü zaman, burnuna esaret halkasını geçirir ve seni istediği istikamete sürükler, sana galip gelir. Sen de kendisine boyun eğmek mecburiyetinde kalırsın. Bu bakımdan dünyayı sevdiğinden dolayı onun yanından geçerken selâm verirsin. Hasta olduğunda ziyaret edersin. ALLAH rızası için ona selâm vermez, ziyaret etmezsin!´

Sonra Fudayl ´Bu sözler senin için falan ve filandan rivayet edilen yüz hadîsten daha hayırlıdır´ dedi.

Hukemâdan biri şöyle demiştir: ´İnsanın acaip olan işindendir ki ´ona dünya durdukça, sende kalacaksın´ denseydi bile, dünyanın geçici ve kendisinin de kalıcı olmadığını bildiği halde gösterdiği harislikten daha fazla bir halislik yaratılışında olmazdı´.

Abdülvahid b. Yezid şöyle demiştir: Bir rahibin yanından geçerken ´Nereden yiyorsun?´ diye sordum. Cevap olarak ´Hâbir ve Lâtîf olan ALLAH´ın armağanından... Öyle habîr ki değirmeni yaratmış ve ona öğütmek için un olacak buğday getirmiş´ dedi. Bunu söylerken eliyle azı dişlerinin değirmenine işaret etti.
Habîr ve kâdir olan ALLAH ortaktan münezzehtir!

_______________________
22)Müslim, Buhârî
23)Medineli olan bu zat 85 yaşında, H. 68 senesinde vefat etmiştir.
24)İmam Ahmed, Beyhâkî
25)Taberânî
26)Müslim, Buhârî
27)Tirmizî, Nesâî
28)İbn Mâce
29)Müslim, Buhârî
30)Hâkim
31)İbn Ebî Dünya
32)İbn Mâce
33)Ebu Davud, İbn Mâce
34) Bu zat, Muhammed b. Sebih Bağdâdî´ dir. Meşhur bir vaizdi
35) Adı Yahya b. Mübârek b. Mugire Advî´dir. Lûgat ve Nahiv ilmini pek iyi bilirdi. H. 252 de vefat etmiştir.
 
Konu Kapatılmıştır


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı




2007-2026 © Siyaset Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.


Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı