Siyaset Forum - Siyasetin Kalbi
İslami Kıssalar & Hikayeler İslami Kıssaları ve Hikayeleri burada paylaşıyoruz.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 06-26-2018, 21:52   #1
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak dini hikayeler android programı

Paşa köşke geldiğinde, dalkavuklar etrafını çevirerek onu şeyhe karşı kışkırtır tesirde kalan Paşa, Şeyh'in yakalanıp getirilmesini emreder. pişman olur. kararından vaz geçer. hediyeler düşünür. Şeyh hediyeleri kabul ederse, bir taşla iki kuş vuracaktır. Şeyhi kendine bağlaycak, itibarını düşürecek; Müslümanlardaki nüfûzunu yok edecektir. Paşa Şeyh'e altınlar gönderir. altını alan vezir, Emeviyye Câmii'nin yolunu tutar. Şeyhin talebelerinin yanında altını, Paşa hazretleri, ihtiyaçlarınızı görmeniz için gönderdi' der.
Şeyh, şefkatle sâkin bir edâ ile şöyle cevap verir:
Evlâdım! der. Efendinin paralarını geri götür ona de ki: 'O sana ayakalarını uzatmış, ellerini değil!'

EBUL VEFA HAZRETLERİ

İstanbul'un alındığı, Bizans'ın yıkıldığı yıllardır. Akdeniz huzursuzdur . Rodoslu çapulcular çıbandırlar. bu adada güzel üzüm yetişir nefis zeytin olur. ada sakinleri bağla uğraşmaz. Ticaretten ve sanattan da uzak bildikleri tek iş Yol kesmektur Rodoslu haydutlar ticaret gemilerini yağmalar, köylerini basar kazandıklarını şaraba yatırır Limandaki batakhaneler eşkıya kaynar. tek yolları: soygun ve can yakmaktır Ebûl Vefa hazretlerinin hac kafilesi saldırıya uğrar. Mübâreğin kaybedecek bir şeyi yoktur. üç ölçek hurma, birkaç testi zemzem. korsanlar insan sarrafıdı Müminlerin hürmetini gözden kaçırmazlar. Böylesi asil biri para etse gerekdir. Osmanlı âliminin uğruna neler vermez ki?


Mübârek ebul vefa hazretleri kendisini hapise tıkan zalimlere kızmaz. 'hayır olmalı' der, büker boynunu. acıma duygusu ağır basar. ''Ah bir hakikatleri görebilseler!'. der İnsan haydut da olsa insandır. zindancı büyük velinin şefkatini yakalar, ve şefkate yakalanır. zincirlerini çözer, onu aydınlığa taşır. Uzun kış geceleri sohbet ederler. Mübarek Rumca öğrenir, muhafızlarla dost olur. Hastaları tedavi eder, dert dinler. O muhabbet köprüsüdür gönüllere. Şövalyeler bu rehineden yüklü bir fidye beklerler. Kahramanoğlu İbrahim Bey, Ebûl Vefa sevdalısıdır. Mübareğin Rodoslularda olduğunu öğrenince beyninden vurulur İstenen meblâğı tez denkleştirir, koşar adaya.

Ebûl Vefa Hazretlerinin ayrıldığı gün zindancı hoş olur. küflü dehlize böylesi bir bilge gelmemişdir. Ve zor gelir. Hapiste geçirdiği günler Ebûl Vefa Hazretleri'ne tesir eder. İstanbul'da Rumların olduğu semt Vefa'ya dergahını kurar insanlara kapı açar. hakkı tebliğ eder. Gülene de anlatır, sövene de. dergâhlar râm olur, Mübarek güler yüzlü ve nüktedandır. maharetle nakşeder zihinlere.
Ebûl Vefa'nın Fatih'e karşı sevgisi vardır. Onu bir kere bile görmez ama gecelerce dua eder. Genç Sultana manevi zırh olur. Fatih himmeti iliklerine kadar hisseder. Rüyalarını nur yüzlü veli süsler. dayanamaz, dergahını tıkırdatır. Ancak Ebûl Vefa Hazretleri 'Hayır!' 'Görüşmesek daha iyi.'

Koca Fatih sultan hıçkırmaktadır. hüzündür çöker Talebeleri çözemezler. Rumlara bile kıymet verilip, buyur edildiği vefa hazretlerinin tekkesi cihan padişahına neden açılmaz mübarek vefa hazretleri bu hikmeti şöyle anlatır aramızdaki muhabbet vazifemizi unutturacak kadar fazla. Sultan sohbetin tadını alırsa sarayda duramaz, sultanlık basit gelir tacı tahtı bırakır, dervişliğe kalkışır.' Hatırlarsanız Fatih'in dervişliğini ilk keşfeden ve yüz vermeyen Akşemseddin'dir.

Ebûl Vefa Hazretleri semtte çok sevilir. Mahalle halkı mübareğin naaşına sahip çıkar, güzel bir camiyle adını yaşatırlar. Unkapanı, Fatih, Süleymaniye arasındaki muhit vefa adıyla tanınır. Esnaf ona Fatiha okumadan dükkan açmaz, çocuklar okulda lahza durur, mırıl mırıl dua okur.
şu işe bakın!' koca koca imparatorlar silinipyor, Allah dostları hatırlanıyor daima.

 

murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 06-26-2018, 21:53   #2
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak dini hikayeler android programı

Buharalı Seyyid ...

Seyyid Muhammed Buhara'da doğar. ilim meclislerine koşar. Okur, okutur, , öğretir, hasılı iyi yetişir. Babasının (Seyyid Emir Külâl hazretleri'nin) vefatıyla Medine'ye yerleşir. Alemlerin Efendisine komşu olmalı ve ömrünün sonuna kadar onunla kalmalır hacceder, sonra Münevver Beldede görülmedik bir kalabalık vardır. misafirhanede yerini serer. Ancak binaya bakanlar alelacele gelir, 'Ama efendim orası Seyyidlere ayrıldı' diyince Seyyid Muhammed güler. 'İyi der, 'Ben de Seyyidim Görevliler delil isterler. Seyyid Muhammed ellerini açar, söyleyin kim şahit olsun?' der. şahit
Dedemdir diyerek Mescid-i Nebi'ye gelir Genç Seyyid kabre döner, 'Esselamü âleyküm ya ceddi!' der. Kabirden ses duyulur 'Ve âleyküm selâm ya veledi!'


Seyyid Muhammed rüyasında Efendimiz'le, Hazret-i Ali'yi görür. Anadolu'ya gitmesi emredilir. Üç nurdan kandili takip edecek, kandillerin söndüğü yere yerleşecektir. Seyyid kandilleri bulur. Seyahat haftalar sürer kandiller söner. Uludağda yemyeşil beldede Bursa'dadır Yöre halkı onu keşfetmekte gecikmez. Sultan derler ona. Emir Sultan!

Bayezid Macarlar'la savaşmaktadır. kayıplar büyüktür. Yaralılar çoktur cerrah sıkıntıları vardır. Revirde bir genç çıkar. mahir bir hekimdir. sultanın yarasını sarar. Bâyezid sargıyı çözerken hayretten dilini yutar. bu hanımının nişanlıyken verdiği mendilin yarısıdır. Sırrı bilmek ister. Ama esrarengiz genç yoktur ortalıkta. Niğbolu müstahkem bir kaledir. Osmanlı ordusu tek taş sökemez. kaleye girmek hâyâldir. Yıldırım kolay pes etmez. Büyük bir âzimle yürür surlara ümidini yitirmek üzeredir ki, kale açılır. Osmanlı ordusunu buyur eden genç kolundaki yarayı saran hekimin ta kendisidir.

Yıldırım Edirne'de konaklar. Ailesi Bursa'dadır. Bâyezid'in Fatıma adında takva sahibi bir kerimesi vardır. rüyasında Efendimiz'i görür. Ondan Muhammed Buhari ile evlenmesi istenir. kızcağız edebinden kimseyensöyleyemez. Ertesi gün Server-i Kainat yine rüyasını şereflendirir şefaatime kavuşmak istiyorsan dinle beni Fatıma Sultan'ın talibi çoktur. namlı beyler sıradadır. Emir Sultan gibi fakir ve garip biri onlarla aşık atamaz. Ancak Hundi Sultan kararlıdır. ne olursa olsun Emir Sultan'la evlenecektir. sırrını kimselere açamaz. Hem Emir Sultan'ın Efendimden haberi var mıdır acaba?

Emir Sultan dünür yollar saraya. Valide sultan dudak büker. Söyleyin ona' der, 'kırk deve yükü altın getirsin, alsın kızımı!' Emir Sultan 'göndersin develeri!' Mübarek, devecibaşını Nilüfer çayına götürür. çakılları göstererek 'Doldurun!' der, kendi keselerinizi de.' Devecilerden bazıları hikmet olmalı' der, bazısı güler. içlerinden biri 'n'olacak deyip döker. Muhammed Buhari Hazretleri Valide Sultan'ın huzuruna çıkar. Zemini kıpkızıl altın kaplar. Valide sultan korkar. diyecek tek sözü vardır: 'Nasıl istiyorsan öyle olsun!'

Emir sultanın nikah haberi Edirne'ye ulaştığında Yıldırım çok bozulur. 'Benim kızım, benden habersiz nasıl evlenir?' der ve kızını cezaya Süleyman Paşa'yı Bursa'ya yollar. Valide Sultan kızına ve damadına siper olur. büyük âlim Molla Fenari araya girer Bayezid'in Molla Fenari hazretlerine hürmetini bilen Süleyman paşa boyun büker, aylar geçer. Bayezid Bursa'ya gelir Halk sultanı karşılar. Yıldırım esrarengiz birini görür atından iner. sorar: yiğidim o maharet neydi Emir Sultan hazretleri Feth suresi okur. 'Allah'ın kuvvet ve yardımı, biat edenlerin vefa ve sadakatlerinin üstündedir' Bayezid sorar: '-Adını bağışlar mısınız?
-Muhammed! Buharisi'de var mı? Elinizi öpebilir miyim baba. Hayır. Öpülecek el seninki.
Ve kucaklaşırlar.

Yıldırım Bayezıd Niğbolu zaferinden sonra muhteşem bir mescid yaptırmak ister. Mimarlar Ulucami'nin bulunduğu mevkide karar kılarlar. arsada bahçesi olanlara başka yer verilir. gönülleri hoş edilir. yaşlı bir kadıncağız Evim de evim" feryadı tutturur fevkalade ücretlere omuz silker, olmaz" der. vezirlerin Sultanlara direnir. Ama
Sultan Bayezid caminin yerini sevmiştir. divanı toplar, çözüm arar. Kadılar "mal onun derler, "satarsa satar, satmazsa satmaz!" Meclis çaresizlikle dağılırken Bayezid damadı gelir. Emir Sultan'ı Mübarek tebessüm eder. "Acele etme!" "Bir gecede neler değişmez?" İhtiyar kadın rüyasında mahşeri görür. dehşet anıdır. korkunç azab vardır. İnsanlar âlemlere rahmet Efendimiz'in yanına koşarlar. Şefaate kavuşurlar. Kadıncağızın yürümeye, mecâli yoktur. vücudunu taşıyamaz, t Feryad figan ağlar. Emir Sultan'ı görür, "Herkes cennete gitti" der, "Ben bir başıma kaldım Mübarek gönül ferahlatan sesiyle sorar, "Kurtulmak istiyor musun?" Kadın cevap verir: Hiç istemez miyim?
Öyleyse Sultanımızı üzme! Ertesi gün kadın ayağı ile gelir, evini verir. Evinin ücreti bağışlar camiye.


Emir Sultan, Yıldırım'ın Timurla savaşmasına razı değildir. kardeş kavgasına mani olamaz. ve anlatır Ne bu savaşın manası ne de kazanma şansı var Yıldırım Han mağlubiyet tatmamışdır. Timur da mağlubiyetsizdir kaç devlet yıktı ülkesi büyük, askeri fazla. Maveraünnehr ilimde, ve sanatta önümüzde. Ben Yıldırımın manevi zırhıyım Timurda koruyucusuz değildir zamanın kutbundan dua aldı. Yıldırım Han aklını örten öfkesinin farkına varmadıkça Zor günlere hazırlansanız iyi edersiniz.
Ankara savaşında yaşanılan acı mağlubiyetin ardından Timuroğulları Bursa'yı muhasaraya aldı. Şehir halkı zor durumdadır, aç kalır. çadırlar sökülür. Asya yollarına göç düzülür.

Anadolu halkı Emir Sultan Hazretleri ile Yıldırım arasındaki menkıbeleri anlatır. Hâlbuki büyük veli Çelebi Mehmed'in yanındadır. Ankara savaşının ardından Anadolu karışır. Musa Çelebi, İsa Çelebiden Bursa'yı alır. Süleyman Çelebi Edirne'yi tutar. Ancak bunlar devleti muhteşem günlerine döndüremez Şehzade Mehmed iyi bir asker ve liderdir. fitne çıkarmaktan çekinir. işaret bekler. Allah dostları ne derse onu yapacak. kardeşlerinin emrinde çeri olacaktır. Bir gece rüyasında Murad-ı Hüdavendigar'ı görür, yanında Emir Sultan vardır. Dedesi kılıç verir, kar renkli küheylanı gösterir "Haydi!" der, "Vazife sende!" Çelebi Mehmet hâlâ Emir sultan bakışları ile cesaret verir "Korkma!" der, "yanındayız!" Çelebi Mehmed işaretle yola çıkar Osmanlı Devletini silbaştan kurar. Çelebi Mehmed'in başardığı iş Osman Gazi'ninkinden aşağı değildir.

Emir Sultan vefatından sonra büyük hürmet görür. Yavuz Mısır seferine çıkarken büyük velinin nurlu türbesini ziyaret eder, imdat diler. Kabirden ses gelir: Ya Selim! Ey Selim. İnşallah Mısır'a emniyet içinde girersin Ve öyle de olur!
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-26-2018, 21:54   #3
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak dini hikayeler android programı

DÜNÜN EŞKIYASI

İrşad faaliyetinden dönen bir Osmanlı alimini bir eşkiya çevirir. gözü hocanın köstekli saatindedir saldırır. eşkiyabaşı'ndan serrt bir ihtar alır Hocaefendinin saatine dokunma Namazlarını o saatle kılıyor! bir kadını ablukaya alan eşkiya, kadına seslenir: Bacım korkma. namusunda gözümüz olamaz. Bizim de bacımız, anamız vardır. Biz sadece ekmeğe muhtacız. Bize bir parça ekmek ver yeter. Bugün kadın-çocuk, genç-ihtiyar demeyip katleden eşkiyayı düşündükçe....

ETME BULMA

Bir kadın ve yaşlı kayınpederini istememekte, evin huzurunu bozmaktadır. Bir gün kocasına Bey bezdim. gün göremedim. Gençliğim gidiyor. Ya ayrılalım, babanla kal., ya da al babanı al götür beraber kalalım. ben gidiyorum. Adamcağız şaşkın sitemkarca Ne diyorsun hanım, o babam öldüreyim mi, atayım mı? Kimi var bizden başka , dese de karısı ısrar ediyordu. Adam babasını dağa bıraktı oğluyla alarak yola koyuldu. oğlu:
Dedemi almadık baba. Deden ihtiyarladı orada kalacak. Torun ısrar eder: En sonunda çocuk
Baba, sen ihtiyarladığında ben de seni dağa mı bırakacağım? der demez adamın aklı başına gelir.
Baba oğluna: Evlâdım, beni bırakıp gidemezsin. Çünkü ben babamı bırakmadım. Ölünceye kadar hizmet ettim. Bu dünya etme-bulma dünyası» diye... Sen ne yaparsan sana da onun aynısı yapılacak.


Endülüsün fethi

Endülüs fatihi Tarık bin Ziyad, ispanyada on iki bin kişilik ordusuyla Kral Rodrik'in doksanbin kişilik ordusunu yenmiştir (711 Mayıs). Endülüs'te fetih hareketlerini sürdürmüş Tarık ve başkent üzerine yürüyünce, ahali kaçmış,ve tuleytula hıristiyanlardan alınmıştı.fetihten sonra Tarık, Medinetü'l-Mâide' (Sofra Şehri) de Hz. Süleyman a.s.'ın sofrasını ele geçirdi. sofra yeşil zümrütten yapılmış, kenarları ve ayakları inci, mercan, süslüydü. Üç yüz altmış ayağı vardı. Kuzey Afrika valisi olan ve Tarık'ın fetihlerine destek veren Nusayr da, Tarık'tan bir yıl sonra Endülüs'e girmiş; iki ordu buluşması bir yıl sonra buluşmuş iki büyük komutanın gayretiyle Endülüs iki yılda fethedilmişti

Endülüs'ün fethinde Tarık b. Ziyad Cebel-i Tarık Boğazı'nı geçip Endülüs'e girince, esirlerden yaşlı bir kadın şöyle demiş: bir kocam vardı. Buralara gelip galip olacak bir komutandan bahsetti komutanın sol omuzunda kıllı bir ben var dedi
Tarık elbisesini kaldırınca, bir ben görüldü. Tarık ve yanındakiler bunu fetih müjdesi saydılar.
Musa b. Nusayr şehirleri zaptederek ispanyada içlerinde ilerlerken, geniş bir araziye ulaştı dikili bir taşta şu yazıyı gördü Ey İsmailoğulları varacağınız son yer burasıdır. geri dönünüz. : Sizler kavga ve ihtilafa düşeceksiniz.' Musa geri döner. Romalılar Endülüs'e girdiklerinde bir evle karşılaştılar. her kral buraya bir kilit ekliyordu. Gotlar da aynısını yaptılar. Rodrik İspanya kralı olunca, bütün uyarılara kilitleri açtı.İçeride kırmızı sarıklı ve siyah atlı Arapların resmini gördü. Su yazı vardı: 'ev açıldığında, ülkeye girecekler.' İşte o sene Endülüs fethedildi.

Şefaat

Ümmü Hamide'nin eşi gözü eşi İmam Sadık (a.s)'ın vefatını teselliye gelen Ebu Basir'e ilişince, gözyaşları akdı. Ümmü Hamide, Ebu Basır'e:
İmam'ın can çekiştiği anda, hazır değildin! Tuhaf bir mesele oldu. İmamın son anlarıydı. İmam Gözleri kapanmıştı. İmam, ansızın gözlerini açtı yakınlarımı toplayın' buyurdu. Tuhaf bir emirdi İmam, madem ki emir vermişti, hepsini topladık. İmamın yakınları ve akrabalarından gelmemiş Hepsi, bekliyordı. İmam, Bizim şefaatimiz namazına önem vermeyen kimselere asla nasip olmayacaktır' buyurdu.

Siz hala akıllanmayacakmısınız

Hazret-i İbrâhim aleyhisselâm peygamber olarak gönderildiğinde, puta karşı çıkmış putların işe yaramaz taş, metal ve ağaç yığını olduklarını anlatmıştı. Onlar ise buna itiraz etdi İbrâhim aleyhisselâm, kavminin zihnini ve vicdânını harekete geçirmek yoluna başvurdu. tapınaktaki bütün putları kırıp, baltayı en büyüklerinin boynuna asmış; kavmi Bunu ilahlarımıza kim yaptı? Muhakkak o zâlimdir, dediler. Bir kısmı da
bir genç duyduk; İbrâhim denilirmiş' onu getirin. Bunu ilahlarımıza sen mi yaptın ey İbrâhim?
İbrahim aleyhisselâm cevap verdi:
Belki de bu işi, şu büyükleri yapmıştır. Hadi sorun eğer konuşuyorsa!.. Bunun üzerine nefislerine döndüler Doğrusu siz, zâlimlersiniz! dediler.
Sonra eski kafalarına döndüler

Hz. İbrâhim'e Sen bunların konuşmadığını biliyorsun, dediler. İbrâhim aleyhisselâm
Öyleyse, Allâh'ı bırakıp da, hiçbir şekilde size ne fayda ne de zarar verebilen bir şeye tapacak mısınız? Size Allâh'ı bırakıp taptıklarınıza yuf olsun! akıllanmayacak mısınız? bir kısmı,
yakın onu da ilahlarınıza yardım edin! dediler.
Hz. İbrâhim'in kavmi onu yakmak için büyük ateş hazırladı!.. eli-kolu bağlı ateşe attılar! İbrâhim aleyhisselâm, 'Bana Allâh'ın sahip çıkması yeter; o, ne güzel bir sahip' diyerek Allâh'a sığınıyordu.
'Biz, 'Ey ateş! İbrâhim için serin ve selâmet ol!' dedik.' Yani Cenâb-ı Hak, ateşten sıcaklık ve yakıcılığı giderdi. Hz. İbrahim kavmine 'Yuh size Allah'tan başka taptıklarınıza!' demekte, Siz hâlâ akıllanmayacak mısınız?' diye sormaktadır...
Evet soru bu: 'Siz hâlâ akıllanmayacak mısınız?'
Cenâb-ı Hakk'tan dileğimiz; verdiği akıl nimetini, kendi yolunda, rızâsına muvâfık şekilde kullanmayı nasip eylesin. Âmîn...
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-26-2018, 21:55   #4
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak onedio.com

30 Şehrimiz İsmini Nasıl Aldı

Adana Adana'yı Tarsus'la harbeden Adanos ve Saros adında iki kardeşin kurdu Adanos ismini şehre ve Saros da ismini nehre koydu

Adıyaman ilk zamanlarda, Piran Köyü'nün yerine kuruluydu ve Perre adını taşıyordu. Emeviler, buraya bir kale yaptırdı. Kent Mansur'un Kalesi anlamına gelen ''Hısn Mansur'' adıyla anıldı Kent, 1. Selim zamanında alınınca Türkler, buraya Adıyaman demeye başladı

Afyonkarahisar Eski adı Akroenos olan şehri Selçuklular uzun süren bir kuşatmadan sonra ele geçirdiler. “Hisar” kuşatma anlamına gelir. Acılarla elde edilen yere “Karahisar” dediler kara taşlardan bir kale kurdular. Onaltıncı yüzyılda bölgede*afyon yetiştirilmeye başlayınca, Karahisar’ın başına Afyon eklendi ve şehir “Afyonkarahisar” adını aldı.

Aksarayda Selçuklu Sultanı Kılıçlararslan çok sayıda yapı yaptırmıştır. Şehir ismini, şehirde yaptırılmış olan büyük ve beyaz bir saraydan almıştır.

Amasya şehrini Amazon kıralı Amasis kurdu ve Amasis kenti anlamına gelen “Amasesia” ismini verdi.

İslam kaynaklarında*Ankara adı Enguru olarak geçer. Ankara sözü Farsça “Üzüm” anlamına gelen Engür’den, ya da Yunanca’da Koruk anlamına gelen "Aguirada"dan türemiştir. Hint-Avrupa dillerindeki “Eğmek” anlamına gelen Ank ya da Sankskritçe de; “Kıvrıntı”, anlamına gelen "ankaba"dan Latince’den çengel anlamına gelen "uncus"dan türediği ileri sürülmektedir. Frig dilinde Ank “engebeli, karışık arazidir” Şehrin diğer isimleri; Ankyra, Ankura, Ankuria, Angur, Engürlü, Engürüye, Angare, Angera, son olarak Ankara şeklini almıştır.

Antalya ilk olarak Bergama kralı olan Attalos kralı tarafından kurulmuş ve Attaleia ismiyle anılmıştır. Ardından Adalia, Antalia ve son olarak*Antalya*ismini almıştır.

Artvin İskitler tarafından kuruldu. *Yunan tarihçisi Heredot’un İskit diye nitelendirdiği bu devlet çağının öncüsüydü. Tekerleği icat eden, atı evcilleştiren, ilk beyin ameliyatını gerçekleştiren İskitler, Artvin’i askeri üs olarak kullandılar Artvin sözü İskitçe’dir.

Balıkesirin Antik Çağdaki adı Mysia'dır. İlin, adını nereden aldığı hakkında rivayetler vardır. Eski Hisar Bal-ı Kesr (Balı çok), Pers Devlet adamı Balı-Kisra'nın adından, ya da Balak-Hisar veya Balık-Hisar'dan geldiği söylenir.

Bitlis Bageş” ya da “Pagiş” sözcüklerinden türemiştir. Büyük İskender’in komutanı “Badlis” burada bir kale kurmuş.*Bitlis sözcüğü bu komutanın isminden kaynaklanıyormuş.

Bursa*adı, bu şehri kuran Bitinya Kralı Prusias'dan gelmektedir. MÖ 7. yy'da bölgeye göç eden Bitinler buraya Bitinya adını verirler. MÖ 185'te, Kartaca'nın yetiştirdiği büyük general Hannibal'ın Kral I. Prusias'a, Prusias ve Olympus kentinin kurulmasını örgütlediği bilinmektedir. Prusias adı zamanla Prusa, sonra da Bursa'ya dönüşmüştür.

Çorum isim Çoğurum kelimesinden gelir. Çoğurum kelimesi bölgede yaşayan Rum’lardan gelmektedir.

Diyarbakır Bakır ülkesi anlamına gelmektedir. kaynağı Diyar-ı Bekir'dir. Bekir'in memleketi anlamına gelir. Bekir b. Va'il adlı Arap göçebe boyu buraya yerleşmiştir Diyarbakır'ın eski adı Amid veya Amed'dir. Gelen veya bizim anlamına gelir. Dede Korkut Amid'e Hamid de denilmiştir.

Elazığ 1862 yılında o dönemde padişah olan sultan Abdulaziz’in uğruna Mamuretülaziz ismi verilmiştir. isim uzun bulunmuş ve Elaziz diye değişmiştir. 1937 yılında ise Elazığ olarak değiştirilmiştir.

Gaziantep eski adı Ayıntab’dır. Kelime anlamı pınarın gözü demektir. Antep olarak değiştirilmiştir. Gazi kelimesi Kurtuluş Savaşındaki destek ve başarıdan dolayı verilmiştir.

Hatay şehre ismini Atatürk vermiştir. Avrupa, adı Hıtaylar olan yarı göçebe kabilelerin Çin’in kuzeyini işgal ettikleri için Çin’in kuzeyine Hıtay demişlerdir. Atatürk, Hıtaylıların Antakya bölgesine geldiğine inanıyordu ve bu nedenle şehre*Hatay ismini vermiştir.

Iğdır Kentin ismi Oğuz Han'ın altı oğlundan biri olan Deniz Han'ın en büyük oğlu olan İğdir Bey'den gelir.

İstanbul MÖ. 658 yılında Megara kralı Byzas tarafından kuruldu şehre kurucusundan dolayı Bizantion adı verilmiştir. Roma imparatoru Marcus Avrelius döneminde imparatorun manevi babasının adıyla “Antion” olarak anıldı. Bizans İmparatoru Konstantin şehri yeniden kurunca buraya kendi adını verdi. Şehre “Konstantin veya Konstanpolis” adı verildi. Araplar “Kostantiniye, Romalılar Konstantinopolis” demişlerdir. ismi kısaltılmış “Stin-polis” deyimi kullanıldı. İstanbul*bu “Stin-Polis” şehrinden türetildi. Türkler burayı alınca Müslüman şehir anlamında “İslambol” adını verdiler. daha sonra İstanbul olarak değiştirildi.

İzmir Şehrin asıl adı “Smyrna”dır.*İzmir*kelimesi smyrna’nın halk arasındaki kullanışıdır Homeros destanlarında bu kent ismini Kıbrıs Kralı Kinyras’ın kızı Smyra’dan alır tanrıça Artemis İzmirli’dir. Kimi kaynaklara göre İzmir şehrini ilk kuran*Hititler*değil, Amazonlar’dır.

Kars MÖ 130-127 yılında buraya yerleşen Karsak oymağından dolayı şehre Kars adı verilmiştir. Kars kelimesinin anlamı deve ya da koyun yününden yapılan elbise veya şal kuşağı anlamına gelir.

Kırıkkale ismi Osmanlı arşivlerinde Kırıkkal şeklindedir. Bizansın kale komutanı, akıncıların kaleye hücum ettiğini öğrenir eğer mağlup gelinirse barut fıçılarının havaya uçurulmasını emreder. Bizans mağlup olur ve barut fıçıları her yeri yerle bir eder. Şehrin ismi şehirdeki kahramanlıktan gelir

Kırklareli isimi, bu bölgeyi Türklere katan 40 savaşçıdan gelir. savaşçılar deliler veya akıncılar olarak bilinir bölgeyi fethederken öleceklerini bildikleri halde kaleyi ele geçirdikten sonra can vermişlerdir.

Konya şehrinin isminin Kutsal Tasvir "İkon" sözcüğüne bağlıdır Mitolojide değişik rivayetler bulunur hikâyelerden birinde kente dadanan ejderhayı öldüren kişiye şükran ifadesi bir anıt yapılır üzerine olayı anlatan bir resim çizilir. anıta verilen isim, İkonion dur. İkonion zamanla İcconium'a dönüşür.Araplar kente Kuniya ismini vermiş Selçuklu ve Osmanlıda bu ad Konya'ya dönüşmüştür.

Mersin'in tarih sahnesine çıkışı 19. yüzyılın ortalarıdır. bir köy olan bölge, konar göçer bir Türkmen aşiretine ev sahipliği yapmış ve adını bu aşiretten almıştır.

Nevşehir Kent, Orta Çağ ve Yeni Çağ'da, Seandos; Nissa ve Muşkara adıyla anılıyordu. Damat İbrahim sadrazamlığa getirildiğinde doğduğu kent Muşkara'da bayındırlık hareketine girişti. İmaretler, camiler, medreseler, hamam ve çeşmeler yaptırdı. Muşkara adını değiştirerek, yenişehir anlamına gelen Nevşehir adını verdi.

Antik Çağ da Rhizus olarak anılan Rize adının Yunanca "riza"dan geldiği sanılmakta olup anlamı "Dağ Eteği"'dir.

Sinop Antik Çağ'da, Paflagonya bölgesinde kalan Sinop'un en eski adı, Sinopedir. kent adını kurucusu olarak kabul edilen bir Amazon'dan almıştır. söylenceye göreyse, kenti eski*Yunan'da Irmak Tanrısı Asopos'un su perisi kızlarından Sinope kurmuştur.

Sivas Kentin Farsçada “üç değirmen” mânâsına gelen “Sebast” kelimesinden gelir; Sebast ismi zamanla halk dilinde*Sivas*olarak yerleşmiştir.*

Şırnak, Nuh'un gemisi kalıntılarının olduğu öne sürülen Cudi Dağı’nın kuzeyinde 'Şehr-i Nuh' adıyla kurulmuş, önceleri "Şerneh", daha sonraki yıllarda ise "Kürdara Şırnak" adını almıştır.

Trabzon Yunan*mitolojisinde Lycaon’un oğlu Trapezeus'un Arkadya'daki adaşına ismini verdiği Trabzon'un da bu mitolojik kahramandan adını aldığı ve kent adının Yunan toponomi geleneğinden kaynaklandığı düşünülmektedir.
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-26-2018, 21:55   #5
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak vehbitülek.com

MİMAR SİNAN

Şehzadebaşı Camii Mimar Sinan eseridir
1990 restorasyondaki mühendis anlatır kalıp çakacaktık. iki taşın birleşme noktasında
cam şişeye rastladık. Şişedeki beyaz kağıt Osmanlıca Mimar Sinan tarafından yazılmıştı. Şunları söylüyordu. taşların ömrü 400 senedir. taşları yenilemek isteyecek kemeri nasıl inşaa edeceğinizi bilemeyeceksiniz. mektubu
kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum.

Şehzadebaşı Camii Mimar Sinan eseridir camiyi yaparken koca sinan 400 yıl sonraya mektup yazmış caminin altına saklamıştır mektup 1990 da keşfedilmiştir Bu insanın, yaptığı işin kalıcı olması için gösterdiği çabanın üstün örneğidir. taşın ömrünü bilmesi, yapı*tekniğinin değişeceğini bilmesi 400 sene dayanacak kağıt ve mürekkep kullanması koca mimarın yüksek bilgi seviyesi ve
400 sene sonraya çözüm üreten sorumluluk duygusudur.

Hristiyan tarihçinin kaleminden “hac”

18. yüzyılda Osmanlı ülkesine gelen Hristiyan tarihçiler İslama hayranlığını şöyle ifade ediyor:
Hac Müslümanları birbirine bağlıyor ibadeti imanı eşitliği anlatıyor Biz Hristiyanlar böyle bir eşitlik ve ahlakı gösterebiliyor muyuz kilisenin içinde, mezarlarımızda ulu eşitlik kavramından eser yok. camide Allah’ın şanına yakışmayan, lüzumsuz ve boş süslemeler, heykeller yok yalnızca Duvarlara işlenmiş Kur’an ayetleri, bir mihrap, bir kürsü müminler için tertemiz sergiler. Hiçbir şeref kürsüsü hiçbir özel yer ve hiçbir derece farkı göremezsiniz Müslüman mabetlerinde... Sadece ibadet eden insanlar vardır ve ibadetten alıkoyacak ibadet edenleri rahatsız edecek hiçbir şeye rastlayamazsınız...”



Çanakkale şehitlerinden

Çanakkale savaşlarında “Ateşkes sırasında Türkler şehitlerini gömüyorlardı. bu korkunç görevde dost ve düşman iş birliği yaptılar...”Mehmetçiğe, bir Avustralyalı sığır eti getirir.*ve Her iki taraf siperlerine çekilir Avustralyalı askerler Türk siperlerine saldırırlar ve Avustralyalı asker ağır yaralanarak Türk siperlerine düşer. can çekişir *
Mermi yağmurunun ortasında bir Türk, siperden fırlar yaralı askerimizi sırtına alır ve bizim hatlara taşır ve Oracıkta şehit düştü”

Çanakkale savaşlarının bir Türk, siperden fırlayarak düşmanın yaralı askerini omuzlar ve düşman hattına taşır. Sonra Türk hatlarına birçok yerinden yaralanan askerimiz yere düşmeden ancak üç adım atabilmişti. Ve şehit düşmüştür Yaralı Avustralyalı, aç iken Türk askerine et veren askerdir. Onu sırtında taşıyan Türk, Avusturulyalı düşman askerine borcunu ödemek istemiştir

SAHİBİNİN KURSAĞI

Osman Gazi, çok merhametliydi. Ağır yük yükletilmiş at ve eşek sahiplerine hindi ve tavukların baş aşağı taşınıp, aç bırakılmalarına çok kızardı.Pazar yerinde iki tavuğun kursağını bomboş görüp sahibini azarladı fakir köylü, gözyaşlarıyla Osman Gazi’ye:“Tavukların kursağını yokladın onların sahibini yoklasaydın olmaz mıydı? Bende var mı ki de onları doyurayım diyince Osman Gazi, tavukları çok yüksek bir bedelle satın alarak, fakir adama yardım etti.


OSMANOĞLUNUN ÖLÜSÜNDEN BÖYLE KAÇARSIN

Karamanoğlu 2. Mehmed Çelebi Mehmedin akrabasıydı ancak sürekli osmanlı ile savaşırdı. Osmanlı Rumeli seferindeyken, 1413 de* Bursa’yı kuşatmış, Hacı İvaz Paşa’yı teslim alamamıştı kendi öz dayısı Yıldırım Bayezid Han’ın kabrini yaktı
Musa Çelebi’nin cenazesi Bursa’ya gelince geri çekilme emri verdi. emri gururuna yediremeyen bir subay Sultanım, Osmanoğlu’nun ölüsünden kaçarsın, dirisi gelseydi halin nice olurdu ve subay idam edilmiştir

EĞER PADİŞAH BİZ İSEK...

Sultan II. Murad,13 yaşında Şehzade Mehmed’i tahta geçirdi. Çocuk yaştaki hükümdar Avrupalıları ümide düşürdü. Polonya Kralı Ladislas, Macar kralı Yanoşu ve 100.000 kişilik haçlı ordusu Osmanlıları Balkanlardan atmak için sefere çıktı. Veziriazam Halil Paşa,Sultan Murad’a ordunun başına geçmesini bildirdi ise de kabul ettiremedi. genç Mehmed, babasına mektup göndererek şunları yazdı:padişah iseniz, başda olmanız icab eder. padişah biz isek, size emrediyorum, hemen ordunun başına geçiniz!”

Çıldır zaferi

1578 te İran 30.000 kişilik orduyla Osmanlı sınırında Erzuruma saldırınca Derviş Paşa Çıldıra gönderildi. üç yüz askeriyle derviş paşa Dağları inletti yalın kılıç düşmana daldı ve bozdu cenkte Derviş Paşa’nın askerleri şehid oldu zafer Derviş Paşa’nındı Gazan mübarek olsun, kazandık dediler yüzünde tatlı bir gülümseme ağzından “Allah” sözü çıktı ve gözlerini kapadı. Kahraman Paşa şehid olmuş çıldır zaferi kazanılmıştı

1578 te iran erzuruma saldırdı çıldıra derviş Paşaya hücum eddiler Derviş Paşa yenilgiyi kabul etedi bahadırlığına yakışır şekilde karşı koydu. Erzurum beylerbeyi . Özdemir Paşa yardıma yetişti. Derviş Paşa bahadırları ve aslanlarıyla atını düşmana sürdü. Göğsü al kandı. Beş bine yakın asker kaybeden İranlılar mağlup olmuştu çıldır zaferi kutlanıyordu. cenk bitti Gazan mübarek Derviş Paşa dediler paşa gülümsedi ağzından son kez “Allah kelimesi çıktı Kahraman Paşa şehid oldu
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-15-2018, 19:53   #6
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak vehbi tülek.com

1001 OSMANLI HİKAYESİ

BUYURUN CENAZE NAMAZINA

Sultan IV. Murad içki yasağını kontrol için bizzat tebdil-i kıyafetle dolaşır ve yasağa uymayanları şiddetle cezalandırırdı. bir gece şehri dolaşırken bir kahvehanede birkaç kişinin içki ve tütün içtiğini gördü Sultan Murad kahveciye:İçkinin yasak olduğunu bilmiyor musun?” dediğinde kahveci uzun etme hadi sen de çek” dedi. Padişah sesini yükseltip emre karşı gelmenin ne olduğunu bilmiyor musun?” diye sorunca kahveci dayanamayıp “Beyzadem, adınızı bağışlar mısınız” dedi. Padişah
“Murad” deyince, kahveci:
“Sultanlığı var mı?” diye sordu. Padişah:
“Evet” deyince, kahveci masaya yatıp bağırdı“Öyleyse buyurun cenaze namazına

BAĞDAD GİBİ YÜZ KALEYE DEĞERDİN

Sultan IV. Murad 1638 de İran’ın işgal ettiği Bağdad kalesini kuşatır ve
“Bağdad’ı fethetmeden İmam-ı Azam hz lerinin türbesini ziyaretten utanırım” diyordu. siperleri gezip askerine moral veriyordu kale duvarları yıkılmıştı ancak kale fethedilemiyordu. Muhasaranın 37.ci günü Vezir-i Azam huzura çıktı niçin hücum yapılamadığı soruldu. Vezir-i Azam Padişahım sabroluna. Sonunda şehir fetholunacak, zaman vardır. Askeri kırdırmayalım” dedi. Padişah: Senin namın, dilaverliğin bu mudur? diye sorunca Vezir-i Azzam:
“Ben canımı padişaha feda etmişim. Tayyar kulunuz ölmekle bir şey olmaz. Allahü Teâlâ kaleyi ihsan eylesin” dedi ve hücuma kalkışıldı. bayrak dikildi. Tayyar Paşa, elinde kılıç, bir kuleye hücum ediyordu. Kale düşmek üzereydi. bir tüfek Vezir-i Azam Tayyar Paşa’nın alnına isabet etti ve şehid düştü. Sultan murat çok üzüldü “Ah Tayyar!... Bağdad gibi yüz kaleye değerdin” dedi.

ALIN TERİNDE BEREKET VARDIR

Sultan I. Mahmud kuyumculuk yapar, yaptıklarını sattırır, ihtiyaçlarını temin ederdi. Bundan büyük haz duyardı birgün veziri ona yaklaştı ve:
“Niçin zahmet edersiniz?” deyince Padişah: Bre ne yabana söylersiz! Milletin hazinesini, milletin ihtiyaçlarına sarfetmek gerekdir. insan olana durmadan çalışmak gerekdir. İnsanın alın teri ile kazandığı paranın zevki başkadır. İçinde alın teri, göz nuru bulunan kazanç helal olur. Bu kazancın tadı, beti ve bereketi olur” dedi.

SAKINAN GÖZE ÇÖP BATAR

“Bunlar bir vakit beyler idi, kapıcılar korlar idi, Gel gör şimdi, bilmeyesin bey hangidir ya kulları? Yunus Emre” Onyedinci asır da yaşamış ülemadan ve Sultan 1. Ahmed'in şeyhülislamı Çelebi Müfti Hocazade Mehmed Efendi, bulaşıcı hastalıkdan çok korkardı hiç kimsenin hasta ziyaretine ve cenazesine gitmezdi. Bir gün, evin hizmetçisi hastalanıp vefat etti. Efendi hazretleri hiç tereddütsüz konağına bir duvarcı ustası çağırdı. hizmetçisinin öldüğü odayı ördürdü ve Bu oda kullanılmasın dedi ve. Hikmet-i İlahi, "sakınan göze çöp batar" misali, bütün dikkatine rağmen Hocazade vebaya yakalanarak hayata veda etti


BENİM DAHİ MURADIM ODUR

Yavuz, devlete hata edenleri affetmez ve zalimin boynunu vurdururdu hak içinde “Dilerim Allah’dan Yavuz’a vezir olasın” sözü bir beddua idi. Ancak kadirşinastı Fikrini açık söyleyenlere aykırı ise kızar hak sözü ise kabul ederdi.şiddet ve gazabdan korkan, Pîrî Paşa Padişahım, lbir bahane ile beni idam ettireceksin sözleriye korkusunu beirtince gülen Yavuz Benim muradım odur, lakin senin yerine bir adam bulamadım. Yoksa seni muradına kavuşturmak kolaydır” cevabını verdi.


HALİÇTEKİ İLK KÖPRÜ

Haliç’teki ilk köprü Sultan II. Mahmud tarafından yaptırılmıştır. Fakat ondan yüzyıllar önce Fatih, İstanbul fethinde Haliçe geçici bir köprü inşa ettirmiştir 22 Nisan 1453 te Osmanlı gemilerini Haliç’te gören Bizanslılar, büyük ve inanılmaz bir sürprizle karşılaşır Kumbarahane ile Defterdar arası, denize kurulan bir köprü ile birleştirilmiştir Bu köprüde Osmanlı askeri toplar geçiriyordu. Bizanslı tarihçi Kritobulos’un bilgilerine göre, binden fazla fıçı, sandal ve duba, kalaslar ve demir çengellerle bağlanmıştı. En üstü döşeme tahtalarla kaplan mıştı. 700 m uzunlukdaki köprüde 5 asker yanyana yürüyor, toplar çekiliyordu. Bu toplarla Bizans ateş altına alınıyordu. Bizans barış teklif ettiyse de Fatih’i İstanbuldan vazgeçiremedi. Bizans bu köprüyü yaktırmak istedi. Fakat surlardan dışarı çıkan 150 Bizanslı köprüde can verdi.Bizans Prensi Dukas, Sultan Mehmed’in yaptırdığı köprüyle, gelmiş geçmiş cihangirleri geride bıraktığını söyler ve “Böyle bir harikayı kim gördü, kim* işitti” sözleriyle takdir eder

İMPARATOR ÖLÜ GİBİ DONUP KALDI

İstanbul’un fethinde Bizans elçisi Venedikli asilzade Barbaro, Sultan Mehmed in parlak dehasını şöyle nakleder:“18 Mayıs günü Bizanslılar uyandıkları zaman şaşkınlıktan dona kaldılar. sur önünde büyük bir kule duruyordu. Osmanlılar 4 saat içinde ahşap bir kule inşa ederek sur önüne gelmişlerdi. Bu kule mükemmeldi nasıl yapıldığını kimse anlayamadı. Bütün Hristiyan dünyası birleşse yapamazdı. İmparator surlara geldiğinde bu şayan-ı hayret şeyi görünce korku ve dehşetten ölü gibi donup kaldı. Fatih’in parlak zekası karşısında İstanbul’’un fethedileceğini anlamıştı. Kule şöyle yapılmıştı: Sağlam kalaslarla üzeri deve derileriyle kaplanmıştı. yarıya kadar taşlarla doldurulmuştu. top, tüfek veya başka bir silah darbesi ona zarar veremezdi. Deve derisine çit örgüsü kaplanmıştı. Kuleden ordugaha doğru bir yol yapılmıştı. Üzeri kapalı olduğu için surlardan atılan ok ve Rum ateşi, askerlere zarar vermiyordu.Kuledeki toplar, gülleler Bizans askerine ağır kayıplar verdiriyor, birçok binada yangın çıkarıyordu.


Kaynak dini hikayeler android programı

İsveçli resim sanatçısı Caterine Burevik (37), Estonya feribotu ile deniz yolculuğuna çıkmış fakat büyük yolcu gemisi 28 Eylül 1994 de Baltık Dennizi'nde batarak denizcilik tarihinin en büyük deniz kazası meydana gelmişti. Ressam Burevik bu gemide 852 kişi ile hayatını kaybetmişti. 28 Eylül 1994 deki büyük deniz faciasının ikinci yıldönümünde, Ressam Burevik'in ölmeden önce yaptığı 40 adet sergilendi. sergilenen resimlerin tümünde dalgalar, kayalıklar, suya batan insanlar tasvir ediliyordu. eserlerinin isimleri ise şöyleydi: "Keşke Zamanından Önce Varabilseydik, "En Kötü Felaket" İngiliz Telegraph gazetisinin 24 Eylül 1994 tarihli sayısında çarpaz bulmacada, "yolcu listesi" "öldürmek"diplomalı gemi kaptanı"ve "Estonya" kelimeleri bulunuyordu. Dört gün sonra, 28 Eylül, saat 12.30'da Estonya feribotu Baltık Denizi'nde battı. "Hırs ile mutluluk birbirlerini hiç görmezler." (Benjamin Franklin)

New York trafiği en çok olan metropollerdendir. şehrin 5'inci caddesindeki bir adama otomobil hafifçe çarptı. kazada yayaya birşey olmamıştı. ve iş tatlıya bağlandı.
yaya yerden kalkmaya hazırlanıyordu ki, hadiseyi gören aklıevvel, biri yayaya yerinden kalkmadığı takdirde yaralandığını öne sürerek sigortadan para alabileceğini söyledi.Bir anda emeksiz kazanacağı yeşil dolarları düşünen adam, paranın cazibesiyle arabanın önüne yattı. sürücü ise bütün olanlardan habersiz, adamın gittiğini düşünüp, hadisede uzaklaşma telaşıyla gaza bastı. Bir anlık hırsa kapılan arabanın altındaki adam hırsının bedelini canıyla ödedi.

Onkolog Dr. Haluk Nurbaki, Konya'nın tek gazetesi "Babalık" ın başyazarı pederinden işittiği tüyler ürpertici, ibretlik bir hatıra ile mukaddese dil uzatanların akıbetini göz önüne seriyor:
1920'de Saruhan mebusu Mustafa Necati (1894-1929), Cumhuriyetin ilk Maarif vekillerindendi Milli Eğitim Bakanı olarak Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Harf Devriminde etkin rol oynamıştı
Mustafa Necati, Hz Mevlanaya Konya'ya gelmiş ve Latin harfleri için bir konferans düzenlemişti. ilanlarda:
Eski Harflerle Birlikte Kur'an'ı da Tarihe Gömdük" yazıyord Akşam, mükemmel bir ziyafet verildi Bay Necati, ani bir apandist krizine yakalandı ve hemen ameliyat edildi. Bay Necati kurtulmuş, fakat ne haddini aşarak Kur'an'a dil uzatmıştı. Gece yarısı, imkansız denebilecek bir şey oldu Bay Necati'nin yattığı yatak kırıldı. Hastanın ameliyat yeri patlamıştı ve konferansın yapılacağı saatte Bay Necati gömüldü


NewYork yayınevinde redaktör olarak çalışan 51 yaşındaki George Turklebaum, kalp kriziyle hayatını kaybetti ve 23 kişiyle çalıştığı ofiste, adamın kalp krizi tam 5 gün sonra birisinin İyi misin?' diye sormasıyla farkedilmiş...Patronu, şirkette 30 yıldır çalışan George'un ofise en erken gelip akşam en geç çıkan eleman olduğunu, etrafındakilerle konuşmadan sadece işiyle ilgilendiğini söylemiş...Bu nedenle öldüğünde kimsenin dikkatini çekmemiş... çıkarmamız gereken ders:
Kendinizi paralarcasına çalışmayın... Kimse farketmiyor


Bir gün Süleyman (a.s) bir karıncaya bir yıllık yiyecek miktarını sorar. Karınca
Bir buğday tanesi diye cevap verir.
Cevabı kontrol etmek isteyen Süleyman (a.s) karıncayı bir şişeye koyar. Yanına bir buğday tanesi koyarak hava alacak şekilde şişeyi kapatır bir yıl bekler.
şişeyi açtığında karınca buğday tanesinin yarısını yemiş, yarısını bırakmıştır. Hz. Süleyman karıncaya buğday tanesini neden yemediğini sorar. Karınca benim yiyeceğimi yüce Allah (c.c) verirdi. O' na güvenle buğday tanesinin tamamını yerdim. Çünkü O beni asla unutmaz ve ihmal etmezdi. Fakat bu işi sen alınca aciz bir insandır diye sana güvenemedim. beni unutup ihmal edebilirdin. O yüzden yiyeceğimin yarısını yiyerek yarısını bıraktım" diye cevaplar Yüce Allah (c.c) cümlemizi kul kapısına baktırmasın...

Uzun yıllar önce Çinde Li–Li adlı kız evlenir ve kocası ve kaynanası ile birlikte yaşar. kaynana ile geçinmek zordur ve çok sık kavga edilir Bu, Çin geleneklerine göre hoş değildir çevre tepki gösterir ve cennet gibi bir evlilik gelin– kaynana kavgasıyla ev, ve eşi cehennem haline gelebilir bir şeyler yapmak isteyen genç kadın, babasının eski arkadaşı olan baharatçıya koşar ve Yaşlı adam ona bitkilerden yaptığı zehiri 3 ay boyunca her gün kaynanasının yemeklerine koymasını söyler. Zehir az verilecek, böylece kaynanayı gelininin öldürdüğü belli olmayacaktır. Yaşlı şüphelenilmemesi için kaynanasına çok iyi davranmasını söyler. Li–Li, yaşlı adamın dediklerini uygular. en güzel yemekleri yapıp Kaynanasının tabağına zehiri damlatır. kayınvalidesi çok değişmiştir ona kendi kızı gibi davranır
Genç kadın kendisini ağır bir yük altında hisseder Yaptıklarından pişman vaziyette baharatçıya gider yaşlı adama kaynanasına verdiği zehirleri temizleyecek bir iksir yapması için yalvarır Yaşlı kadının ölmesini istemez
Yaşlı adam Sevgili Li–Li dedi, sana verdiklerim sadece vitamindi. kayınvalideni daha da güçlendirdin Gerçek zehir ise senin beyninde Sen ona iyi davrandıkça zehir dağıldı yerini sevgiye bıraktı; siz gerçek bir ana-kız oldunuz.” dedi. Eski bir Çin atasözü şöyle der “Gül verenin elinde gül kokusu kalır.

Sevilen insan sevgisini insanlara veren insandır.” Hindistan da çok ünlü bir ressam yaptıklarını kusursuz kabul edermiş... Ve ona "Renklerin Ustası" anlamına gelen Ranga Guru derlermiş...
Onun yetiştirdiği ressam Raciçi eğitimini tamamlamış ve son resmini Ranga Guru'ya götürmüş Ranga Guru ise; Sen artık ressamsın Racaçi.. senin resmini halk değerlendirecek, diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini istemiş. Yanına kırmızı bir kalemle halktan beğenmedikleri yere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmış. Raciçi resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde Çok üzülmüş. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptğı tablo kırmızıdan bir duvar sanki.. resmi götürmüş Ranga Guru'ya ve üzgün olduğunu belirtmiş.
Ranga Guru üzülmemesini ve etmesini önermiş. Raciçi yeniden yapmış resmi götürmüş. meydana Ama bu defa yanına bir palet dolusu yağlı boya, ve fırça ile birlikte.. Birkaç gün sonra gittiği meydanda resmine hiç dokunulmamış, Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru'ya gitmiş Ranga Guru Sevgili Raciçi, sen insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri ile karşılaşılabileceğini gördün Hayatında resim yapmamış insanlar gelip senin resmini karaladı... Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin... Yapıcı olmak eğitim gerektirir...Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye , cesaret edemedi... Emeğininin karşılığını, ne yaptığından habersuz insanlardan alamazsın... Onlara göre senin emeğinin değeri yoktur...emeğini bilmeyenlere sunma ve bilmeyenle tartışma...


Bir zamanlar psikoloji kitabında Hayatı ve kıymetini anlamak için bir metod vardı Deniyordu ki bunaldığınızda, hayatın çekilmezliğini düşündüğünüzde 10 dakika ayırın ve kendi cenazenizi düşünün..." bu cümleyle çarpılmıştım...
"Kendi ölümümüzü ve cenazemizi" düşünmemiz tavsiye ediliyordu... Tüylerim diken diken oldu ve yazarın saçmaladığını düşündüm okumaya devam ettim...Diyordu ki düşündüğünüzde dünyayı terkettiğinizde oluşacak boşluğu, sevdikleriniz için öneminizi anlayacaksınız...insanların sizin için ne söyleyeceklerini, onlar için ne ifade ettiğinizi hissetmeye çalışın... geriye dönüş şansınız olmadığını, hayat kredinizin bittiğini ve yanıt verme şansınız olmadığını düşünün... Tekrar sarılma, bir kez daha öpme ihtimalinizi hissedin.... Dünyadaki küslük ayrılık ve, kavgaların yanında bu acının ve geri dönülmezliğin çaresizliğini yaşayın...
Bırakın canınız yansın, bırakın alevlerle kavrulsun tüm ruhunuz... musalla taşında düşünün kendinizi seyredin çevrenizde olanların yüz ifadelerini... Akıllarından ve yüreklerinden geçenleri hayal edin"..düşünmeye başlayın Eş oğul anne, baba kardeşlerinizi düşünün ve sorun kendinize onlar cenaze töreninizde ne hissederdi Hayatınızda hiç canınız bu kadar yandımı yandımı düşünün babaaaa..." diye ağlayan biricik oğlunuzu.... Eşim kucağındaki ağlayan emaneti ve ayakta durup per perişan....olmasını Koca çınar babacığım dualar okuyordu, o vakur duruşuyla... Annem, ciğerinden can koparılmış gibi akıtıyordu gözyaşlarını Kardeşlerim, akrabalarım "Çok erken gitti, doyamadı oğluna.." diyordu acıyan tonlarıyla... dostlarım şaşkındı... dün birlikteydik, nasıl olur.." diyordu...Bunları seyredip Hayır ölmedim, burdayım.." demek istedim anladım yazarın ne demek istediğini Farkındalık önemli bir kavramdır Belki de hiç aklımıza gelmeyecek Kitabı okumaya gücüm kalmamıştı Almam gereken dersi almıştım... Şimdi kitabın adını hatırlamıyorum... Şu an yazarken çok kötü oldum... devam ettim hayatımın en zor hayaline... Sırada çevremdekilerin ölümümde neler söyleyecekleri vardı...
Onlarda bıraktığım izleri, yaşananları konuşturacaktım hayalimde....senaryo bana ait olarak.... Yaşarken neler yazmıştım, Canım oğlumun söyleyecek şeyi yoktu... Özleyecekti, yokluğumu hissedecekti.. Ağlayacaktı Ama hayal bu ya, 18-20 yaşına getirdim 2 saniyede oğlumu... "Hayal - meyal hatırlıyorum baba seni... Keşke yaşıyor olsaydın da erkek erkeğe sohbet etseydik Bak mezuniyetimde de babasızdım... Askere giderken kimin elini öpeceğim senin yerine..." diyecek canı yanacak Sevgili eşim. muhteşem hatunum... Nasıl dayanır bensizliğe...O ki benim için herşeyini feda edip koşmuştu bana...Hayatının tek adamı şimdi toprak seni seviyorum diyemeyecekti.... hevesle açamayacaktı çalan kapıyı.... Ve her gece bensizliği haykıracaktı Her sabah bensiz başlayacaktı koca gün... Tek cümlesi takıldı içime; "Oyunbozanlık yaptın be böceğim, hani beraber ölecektik..."Babam - annem,bugüne kadar evlat olarak mutlu edecek hiçbir şey yapamamanın acısıyla kahroldum güzel insanlar...Helaldi hakları... Bilerek kırmamıştım onları...Üzerine titredikleri evlatları onlardan önce göçmüştü dualarına muhtaçtım... Kaç anne ve babanın çekebileceği bir acıydı evladının cenazesinde bulunmak.... insanın uzun yaşadığına üzüldüğü nadir anlardan olsa gerek..Bu yazıyı şu an sizlerle paylaştığıma göre artık sizler de dahilsiniz... hayatıma, birgün bir mail ulaşıyor size ölmüş" diye... Sizler neler düşünür yazardınız...Eşim ağlıyor, sanki gerçekmiş gibi...Oysa amacım "Yaşamanın ve nefes alıyor olmanın kıymetini" göstermek Lafı çok uzattım Ama hayat zor süreç 2 satırla özetlenemeyecek kadar girintili - çıkıntılı...kurduğum hayalle, canımın yanmasına rağmen YENİDEN DOĞDUM..."format attım hayatıma"... sahip olduklarımın farkına vardım ve nefes aldığım için şükrettim...kötü ve acı sahne bitmiş, oyun perde demişti...Peki hayal değil de, gerçek olsaydı ve perde bir daha açılmasaydı
bu yazıyı buraya kadar okumanıza değmiş olmalı... gerildiniz, kötü oldunuz ama buna değer bence... bu akşam melankoliğim ve abartmış olabilirim... Hani sanatçı ve şairiz ya ondandır belki...Bence yazıyı okuyarak bırakmayın...LÜTFEN ALDIKLARINIZI TARTIN, DÜŞÜNÜN VE HAYATINIZI GÖZDEN GEÇİRİN... ölümün kime ve ne zaman geleceğini Yüce Allah' tan başka bilen yok...yaşıyorken ve nefes alıyorken yapabileceklerinizi yapın, ertelemeyin... kırdığınız kalpleri tamir edin... Sizi sevenlere zaman ayırın...Biraz Hıncal abi tarzı olacak ama, sevginizi ve verdiğiniz değeri haykırın onlara iş işten geçmeden.... Ve en önemlisi; VERDİĞİ - VERMEDİĞİ, ALDIĞI - ALMADIĞI HERŞEY İÇİN, TEKRAR TEKRAR ŞÜKREDİN YÜCE YARADAN' A...
Tanışayım, tanışmayayım, yazılarımın ulaştığı takip eden herkes, ..Sizlerle paylaşmak, dertleşmek beni mutlu ediyor, keyif ve onur veriyor...interneti "Adam gibi kullanan" sizlerle aynı platformda olmama şükrediyor bu güne kadar gösterdiğiniz ilgi ve sabra teşekkür ediyorum...Sizi seviyorum "dostlarım"...Herkese derin sevgi ve saygılarımla...


"Kendi kendine ettiğin adem, bir yere gelse edemez alem" (Sultan II. Bayezid)
Bir insanın hak etmediği, liyakati haksızca ona vermek, o işin neticelerinden, pay sahibi olmaktır Bir oto sürücü kursu sahibi, liyakat sahibi olmayan ahbabına “kıyak” bir ehiyet verir. torpil o derecedir ki, ehliyeti adamın gelip almasına gerek kalmadan posta ile evine ulaştırılır. Acemi sürücü özel ilgiden son derce memnundur Çünkü emeksizce ehliyet sahibi olmuştur. her yerde hatırlı dostları vardır
Bizim Acemi şöför arkadaşına teşekkür için keyifle arabasına kurulur Fakat ehliyetli olmak araba kullanmayı bilmek ayrıdır Her trafik kazasındaki gibi adam, karşıya geçen bir çocuğa çarpar. Ve çocuk can verir. ibretlik hadisedir.
bundan sonrası düşünenler için, ibretliktir. Kazada ölen zavallı çocuk Dostuna haksız yere ehliyet veren sürücü kursu sahibinin oğludur

"Ya hayır söyle, ya sus" (Hadis-i Şerif)
Dil, Allah'ın ademoğluna bahşettiği en büyük nimetdir. insan bu nimeti düşünmeli, ağzından çıkana özen göstermelidir. insanın ağzından çıkan sözler o insana anlamına ve neticeye mahküm edebilir. Yazın Bozcaada'da tatil yapan Gökşin Özbak, hurda arabayı görünce, arabanın içine girip ölmüş gibi poz çektirdi. tatil dönüşünde fotografı arkadaşlarına gösterip şaka yapacak ve "Trafik kazası geçirdim öldüm. bu ölümümün fotoğrafı... Ben hortlağım." diyecekti. Tatil bitti ve Gökşin memleketine döndü. ailesi İzmir'e gitmeye karar verdiler. Otomobili Gökşin'in babası kullanıyordu. Manisa-Kırkağaçta mola veren aile, dinlenip yola koyuldular. Yolda Baba Hikmet Bey, yayaya çarptı Kazada araba dört takla attı Gökşin, 7 ay önce şaka olsun diye çektirdiği fotoğraftaki gibi, arabanın arka koltuğunda oturuyordu. Görüntüsü fotoğraftakine çok benziyordu; bir farkla...! Bu şaka değil, Bu şaka değil, gerçekti Fotoğraf şakası ne yazık ki, gerçek olmuştu.

Allah'tan başka bir takım ilahlar edindiler ki, hiçbir şey yaratmaya güçleri yetmez kendileri başkası tarafından yaratılırlar. zararı savamaz Kendilerine fayda edemezler, ne öldürmeye, ne diriltmeye güçleri yetmez." (Kur'an-ı Kerim, Furkan-3) Jerry Siegel ve Joe Shuster adlı Amerikalı 1930' da yeni bilim kurgunun tesiriyle mavi tayt kırmızı mayo giyen Superman'ın hikayesini uydurdular. Superman Amerikada çok beğenilir çok tutulur Kitap, Süperman'e haşa ilahlık atfediyor, herşeyi gören işiten, bir varlık gibi telkinde bulunuyordu. zihinlerimizdeki uluhiyet inancının kirlenmesine sebep olan kahraman, bununla kalmayıp daha sonraki filmlerde normal insan ama İlah gibi tanıtılan filmlere ilham kaynağı oldu. Ama Süperman'ın herşeye yeten gücünün yazarına faydası dokunmadı ve Jery Siegel 81 yaşında perişan ve sefilce hayata gözlerini yumdu 1940'larda Superman'i oynayan aktör Kirk Aly'nin akıbeti de iyi olmadı; Alzheimer a yakalandı. Süperman filmine bulaşan herkesin başına birşey geliyordu; Süperman'ın sevgilisi Margot Kidder araba kazasında tekerlekli sandalyeye mahküm oldu. Süpermanin son aktörü Christopher Reeves'in akıbeti ise farklı değildi; o da, yalnız ve tekerlekli sandalyeye bağlı bir kötürüm. ödeme zorluğu çektiği hastane faturaları ile başa çıkmaya çalışıyor.
Bu, hadiseler insanın yaratılmış olduğunu, ve acziyetini unutarak Kudret-i Sonsuz'un kudretine ortak olmaya kalkmanın ne denli tehlikeli olduğunu apaçık ortaya koyuyor. "İnsana en güzel sıfatı 'fani' diyen vermiştir." (Cenap Şahabeddin)

Sultan Abdülhamid devrinde yaşamış ve Hasköylü Salih diye bilinen yaman bir denizci vardı. İstanbul Haliç'te sandalcılıkla geçimini temin eden kurt denizci, Boğazda ekmek teknesiyle tam 15 deniz kazası geçirmiş, hepsinden sağ kurtulmuştu. Feleğin çemberinden geçmiş tecrübeli denizci olan Salih, kahveciden içmek için su istedi.
Kaderin tecellisine bakın ki, 15 deniz kazasından kurtulan tecrübeli denizci, içtiği bir bardak sudan boğularak hayatını kaybetti.

"Hep isabet edene, hiç tesadüf denir mi!"(Selahaddin Şimşek) İkisi de 1865 te doğdu. Yedi yaşında ikisi de kimyaya başladı. Biri Amerika'da diğeri Fransa'da doğan iki çocuk, 15 yaşlarında aynı kitabın etkisinde kaldı. Mucit iki çocuğun işaretlediği paragraf aynıydı. üniversiteyi aynı yıl bitirdiler alüminyum deneylerine giriştiler. aynı deneyleri yaptılar. 23 Şubat 1896 da elekroliz yoluyla ucuz alüminyum metodunu buldular. buluşları için 2 yıl zengin kimseler aradılar Aradıkları parayı aynı haftada buldular. Patent için müracaatları aynı zamana rastladı.
Ve bundan sonra birbirlerinden haberdar oldular. 1911'de New York'ta karşılaştılar Bunlardan birisi Charles Martin Hall, diğeri Paul Heroult'tu.
iki ilim adamı aynı yıl (1914) öldü. İkisi de aynı hayatı yaşamıştı.

Ey Allah (c.c.)ın kulları genç müslümanlar Her gün sabırsızca bekliyorsunuz e-mail geldi mi?" diye.
Günde kaç kez online olup Mutlu oluyorsunuz, Okumak için sabırsızlanıyorsunuz. Bazı mesajlar gerçekten güzel, Arkadaş ve dostlarınızdan Fakat çoğu alakasız.
Sadece zamanınızı alıyor.Derhal siliyorsunuz.Biliyor muydunuz 1400 yıl önce, Allah(c.c.) size uzun bir e-mail gönderdi.Meleği Cebrail(a.s.) aracılığıyla Kulu Muhammed As’a
Açtınız mı e-maili? Subject: Kur’an,
"Kuşku Barındırmayan Rehber" Download ettiniz mi dosyayı?
Kalbinize bookmark’ladınız mı?
Hayatınızın "favoriler"ine eklediniz mi?
Her sabahınızın "başlangıç sayfası" yaptınız mı? Açtıysanız e-maili
okumuş olmalısınız... elçilerin kıssalarını... Helak olan kavimleri
İnsanlığa mesajları, hayatınızın rehberini, Geleceğe dair güzel müjdeleri. Allah’ın sizden "reply" edip,
E-mail olarak iyi amel beklediğini.
şimdi, her sabah İlk bu e-maili okuyun.
Kur’ân’da "save" edildiği şekliyle,
Hatırlayın ve ona göre "reply" eyleyin.
Sevgili müslümanlar İslamın geleceğine "enter"leyin.

O bir Mehmetçikti. Yüreğinde ailesinin Özlemi, elinde silahı ve Önünde büyük umutları olan bir Mehmetçikti. Bu günü bekliyordu. vatani görevini istemekte idi. o minicik bir yavru idi doğuştan bir Türktü. Mesut 12 yaşına geldiğinde doğudaki dayısı bir çatışmada PKK'lılarca şehit edilmişti. Mesutun hırsı artmıştı. İçinde hiç sönmeyen bir ateş yanıyordu Vatan Sevgisini ve Şehitlik Mertebesinin öğrenmişti Askerlik Vakti gelmişti. Büyük bir umutla koştu asker ocağına . Hayatı boyunca tatmadığı duyguları tadıyordu. annesinin sözleri aklına geliyordu Allahım: Kardeşim bu deryadan kana kana içti. Oğluma da nasip et. Bana dayanma gücü ver demişti. Oda dayısı gibi askerliğini doğuda yapıyordu.
Her an tehlikede olduğunu biliyordu. Fakat bu onun için Önemli değildi.
Asker ocağında Mehmetçiğin çok güvendiği Ali isminde bir arkadaşı vardı. Bir birlerine can yoldaşı olmuşlardı . Sevgi ve üzüntüleri paylaşıyorlardı.
Arkadaşı Ali ile çatışmalara girdiler.
Soğuk gecede ıssız dağlarda omuz omuza PKK militanlarına karşı durdular.
Askerliğin son günleri gelmişti . 2 arkadaş kardeş olmuşlardı. son operasyonlarına çıkacaklardı çok mutluydular vatani görevlerini şeref ile bitiriyorlardı. yarın ailelerine kavuşacaklardı çok şiddetli bir çatışmaya gireceklerini öğrendiler ailelerinden helallık aldılar.bTerör Militanları mermi yağdırıp kaçtılar. Mesutun can yoldaşı Ali vuruldu. Mesut kardeşinin yanına koştu. Kardeşim, Alim duyuyormusun? Alinin şehadeti Mesutu param parça etmişti. Çatışmada Mehmetçikler şehit ve gazileri topladılar. 11 şehit ve çok Sayıda yaralı vardı. Komutan Mesuta yaran varmı oğlum dedi. Mesut: Kalbimde hiç kapanmıyacak büyük bir yara açıldı dedi.


Bir kral halkı için geniş bir yol yaptırmaya karar verdi. yolu açmadan , bir yarışmaya karar verdi. İsteyenin katılabileceğini ilan ettiren kral, yoldan en güzel geçecek kişiyi belirleyecekti insanlar akın ettiler. en güzel araba ve elbiseleriyle gelmişlerdi Kadınlar saçlarını en güzel biçimde yaptırmıştı,
Nihayet, insanlar yoldan geçtiler, kralın yanına döndüklerine hepsi şikayet etti Yolda büyük bir taş vardı ve bu moloz yolculuğu zorlaştırıyordu. yalnız bir yolcu bitişe yorgun argın ulaştı. Üstü başı toz topraktı, ama krala büyük bir saygıyla elindeki altın kesesini uzattı:
Yolculukta, yolu tıkayan taş ve molozu kaldırmak için durmuştum. Bu altın kesesini onun altında buldum. Bu altınlar size ait olmalı. Kral gülümsedi 'O altınlar sana ait delikanlı.' 'Hayır, benim değil. Benim o kadar param olmadı.'
Evet" dedi kral. "Bu altınları sen kazandın, yarışmanın galibisin. Yoldan en güzel geçen kişisin. Çünkü, yoldan en güzel geçen kişi, ardından gelenler için yoldaki engelleri kaldıran kişidir."


Bir zamanlar efendisine su taşıyan bir köle vardı. Köle boynundaki bir sopanın iki ucuna birer kova asar, kovaları su ile doldurur ve eve getirirdi. kovalardan birisi delikti nehirdeki suyun ancak yarısını tutabilirdi Diğeri ise yep yeni ve sağlamdı. Suyu sızdırmadan taşırdı. Tam iki yıl bu böye devam etti. Sucu liki tam kova dolduruyor, bir buçuk kova su getiriyordu. Deliksiz kova başarısıyla gurur duyuyor böbürleniyordu. Zavallı delik kova kusurundan utanıyor kendisinden beklenenin yarısını yapabildiği için üzülüyordu. bir gün dile gelip nehir kenarındaki sucuya şöyle dedi: Ey sucu Kendimden utanıyorum ve senden özür diliyorum.Niye diye sordu sucu. İki yıl boyunca, çatlaklarım yüzünden sular akıp gitti ve yükümün yarısını efendine götürebildin. Sucu delik kovaya acıdı ve şefkatlice şöyle dedi: Efendinin evine dönerken, yoldaki çiçekler senin sayendedir delik kova enfes yaban çiçeklerini gördü ve neşelendi. Ama yolda yine kederlendi, çünkü yükünü akıtmıştı sucudan yine özür diledi. Sucu kovaya şöyle dedi:
Yolun sadece senin tarafında çiçekler açtığını, diğer tarafında çiçek olmadığını farketmedin mi? Bu neden biliyormusun Ben delik olduğunu biliyordum ve faydalandım. Senin tarafındaki yola çiçek ektim. Ve her gün onları sen suladın. bu güzel çiçeklerle efendimin masasını süsleyebildiysem,senin sayende oldu. Senin sayende, efendimin odası güzelleşti..


Bir zamanlar Afrika'da bir kral vardı. Kral, çocukluk arkadaşını yanından ayırmaz Nereye gitse götürürdü.
bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı. ister iyi ister kötü, her olayda Bunda da bir hayır var derdi Bir gün kralla arkadaşı ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral ateş ediyordu. Arkadaşı bir yanlışlık yaptı ve kralın parmağı koptu.
arkadaşı her zamanki gibi Bunda bir hayır var dedi Kral öfkeyle bağırdı:
Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?' Ve sonra arkadaşını zindana attırdı. Bir yıl sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı uzak durması gereken bir bölgede avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler ve meydana odun yığdılar. odunları tutuştururken kralın başparmağı olmadığını farkettiler. kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvları eksik insanları yemiyor Böyle bir insanı yedikleri takdirde kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı. kralı çözdüler ve Diğer adamları pişirip yediler.
kopuk parmağı sayesinde kurtulan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleye pişman oldu. Hemen zindandan çıkardı Haklıymışsın!' dedi. 'Parmağımın kopmasın bir hayırmış seni zindanda tuttuğuma özür diliyorum.Hayır' diye karşılık verdi arkadaşı. 'Bunda da bir hayır var.'
hayretle bağırdı kral. arkadaşımı zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir 'Düşünsene, zindanda olmasaydım, seninle avda olurdum, Ve sonrasını düşünsene'

Atalarımız bazı doğruları vecizeleştirip bizlere hediye etmişdir. Bunlardan biri de Aslını inkar eden haramzâdedir." sözüdür. on sekizinci asırda İstanbul'da Avcı Mehmet diye bilinen Sultan Mehmed'in annesi Turhan Sultan, İstanbul'da gezintiye çıkar Galatadaki Azap Kapı'ya uğrar. Sokullu Paşa Camii'nin orda bir kızcağızın oturmuş, gözyaşı döktüğünü görür. çocuğun önünde kırılmış bir testi vardır Şefkatle seslenir: Yavrucuğum niçin ağlıyorsun, gözyaşı dökme. Kırılan testi olsun. Sil göz yaşını. İşte sana testi parası. Hemen yenisini al. Kızcağız yaşlı gözleriyle Turhan Sultan'a cevap verir
Ben testi için ağlamıyorum. Sabahtan beri iplik gibi akan suda bekleyip de doldurduğum testiyi hizmetçilik ettiğim eve götüremeyecek kadar beceriksizlik gösterdiğim için ağlıyorum. Turhan Sultan cevaptan çok memnun olur. kızcağızın kim olduğunu soruşturur. Ana-babadan yetim bir öksüzdür hayırsever bir ailede karın tokluğuna hizmetçilik etmektedir. kızcağızı saraya alır. Fevkalade bir öğrenimle kızcağız, sarayda örnek bir hanım olur büyük bir itibarla Turhan Sultan, onu padişah hanımlığına layık görür ve Sultan Mustafa (II) ile evlendirir. Saliha Hanım, Saliha Sultan unvanını alır, Hanım Sultan olur. dünyaya getirdiği oğlu Mehmet (I)'in padişah olması sebebiyle Saliha Sultan'lıktan yükselir Valide Sultan olur. Saliha Sultan, Valide Sultan'lığa terfi ettiği halde geçmişini unutmaz. Öksüzlüğünü, hizmetçiliğini, kırdığı testiyi ağlarken elinden tutulup eşsiz bir mevkiye çıkışını, hep düşünür.
Bir gün çevresiyle testisini kırdığı, gözyaşı döktüğü yere Sessizce
gözyaşı döker. Meraklananlar sorarlar. O geçmişi anlattıktan sonra emrini verir:
Testimin kırıldığı yere öyle bir çeşme yapılsın ki, asırlar geçsin; çeşmenin suyu bitmesin, sanatı gözden düşmesin. Testisini kıran kızlar gözyaşı dökmesin. Su bol aksın. Sonra sanat eseri büyük bir çeşme yapılır ki, aradan asırlar geçer, çeşme sanatındaki eşsizliği korur, çevresine su verir bu çeşme Unkapanı Köprüsü'nün Karaköy başında Sokullu Paşa Camii'nin yanındadır olanca ihtişamıyla görmeniz mümkündür. Bu çeşmeyle Saliha Sultan geçmişini unutmamış. Valide Sultan'lığa terfisine rağmen hizmetçilik günlerini mukayese ederek yaşamıştır yaptırdığı çeşmesiyle, ben testi kıran bir hizmetçi kızdım demek istemiş, örnek teşkil etmiştir. siz de unutmayın geçmişinizi, yokluk, sıkıntı ve ıstırap günlerinizi ve sahip olduğunuz imkanlarınızla yapmanız icap eden hizmetlerinizi...

Bir ormanda iki kişi ağaç kesiyormuş.
Birinci adam sabah erken kalkıyor, ağaç kesiyormuş, bir ağaç devrilirken hemen diğerine geçiyormuş. Gün boyu ne dinleniyor ne vakit ayırıyormuş. Akşamları arkadaşından bir kaç saat sonra ağaç kesmeyi bırakıyormuş.
İkinci adam arada dinleniyor hava kararınca eve dönüyormuş. ne kadar ağaç kestiklerini saymaya başlamışlar.
İkinci adam çok daha fazla kesmiş.
Birinci adam öfkelenmiş: nasıl olabilir? Ben çok çalıştım. Senden erken işe başladım, senden geç bitirdim. Bu işin sırrı ne?" İkinci adam tebessümle yanıt vermiş: "Ortada sır yok. Sen durmaksızın çalışırken ben dinlenip baltamı biliyordum. Keskin baltayla, daha az çabayla daha çok ağaç kesilir."
Kendimizi geliştirmek, baltamızı bilemektir. Kendimize zaman ayırıp,yaşamımızı objektifçe gözden geçirmektir. Zayıf alanlarımızı geliştirmek için çaba göstermektir. zihnimizin, ruhumuzun karakterimizin güçlenmesi için olmazsa olmaz bir koşuldur. Delfi'deki tapınakta Sokrates'in şu sözü yer alır: "İnsan Kendini Tanı Kendini tanımak olduğumuz noktayla olmak istediğimiz nokta arasındaki yoldur. Bireysel ve iş yaşamımızda başarılı,ve mutlu olmak istiyorsak, baltamızı bilemek için kendimize zaman ayırmalıyız.

Bir zamanlar, büyük ve güçlü bir ülke yöneten kralın dört eşi varmış Kral en çok dördüncü eşini sever, bir dediğini iki etmez, herşeyin en güzelini ona verirmiş. Kral üçüncü eşini de çok severmiş.güzelliğin bir gün kendisini terk edebileceğinden korkup, onu kıskanır,üzerine titrermiş. Kral ikinci eşini de severmiş. Kendisine karşı iyi ve sabırlı davranan eşi, ne derdi olsa daima yanında bulunur, ona destek verirmiş.
Kraliçe olan birinci eşiymiş. Onu en çok ve karşılık beklemeden seven, bu eşi olmasına rağmen, kral bu eşini hiç sevmez ve ilgilenmezmiş.kral ölümcül bir hastalığa yakalanmış. öleceğini anladığı ve yalnız kalmaktan çok korktuğu için, eşlerinden hangisinin ölüm yalnızlığını paylaşmak isteyeceğini öğrenmek istemiş.
En çok sevdiği dördüncü eşine,
Ölümde bana eşlik etmek ister misin?" diyince yanıt kalbine bıçak gibi saplanmış cevap Mümkün değil!" olmuş. Hayatımda seni sevdim, benimle ölmeyi kabul eder misin?" sorusuna üçüncü eşi, Hayır, hayat çok güzel. Sen ölünce ben evleneceğim." diyince kral yıkılmış. Her sorunumda, her zaman yanımda olan, sendin. bana yardımcı olur musun?" sorusuna karşı, ikinci eşi bir şey yapamam. sana mezarına kadar eşlik eder, güzel bir cenaze yaptırır ve yas tutarım." karşılığını almış. kral birinci eşinin sesiyle irkilmiş"Nereye gidersen git, seninle olurum, seni takip ederim." inlemiş kral; "Keşke bir şansım daha olsaydı..."

YAŞAMDA HEPİMİZ DÖRT EŞLİYİZ.......
Dördüncü eşimiz :"VÜCUDUMUZ !!!"
Onun güzel görünmesi için ne kadar zaman, kaynak ve çaba harcarsak harcayalım, öldüğümüzde bizi terk edecektir. Üçüncü eşimiz :"SAHİP OLDUĞUMUZ SERVET ve STATÜMÜZ !!! Ölür ölmez başkalarına yar olacaktır.
İkinci eşimiz :"AİLE ve DOSTLARIMIZ !!!"
Tüm sorunlarımızı paylaştığımız bu kişilerin en son yapabilecekleri şey, bu dünyadan gözleri yaşlı bizi uğurlamak olacaktır. birinci eşimiz :"RUHUMUZ !!!" Gelirim ey dost; ayaklarım kanasa da dikenlerden, dar kafeslerden kurtulup, kırıp zincirlerimi yine gelirim. Gelmesem Sana, Sensizlikten yok olurum. Yolunda ölmek için, Seni ararken, Sende tükenmek için gelirim.


Kaynak dini hikayeler android programı

Güllerin efendisi Hz Muhammed Sav

Yalınayak, başı açık dosta kavuşmanın hayaliyle çıktım yola. 'Gül'e doğru savurdu rüzgâr beni. Dağın bağrındaki ateşten kâinatı ısıtan güneşten sordum gülü Güllerin Efendisi'nden destur için ne lâzım." dedim. O'nun adıyla dile geldi dağlar ve taşlar, tebessüm etti güneş. Hepsi bir ağızdan, "Teri gül kokan Gül Sultanı'ndan kabul için seher kapılarının önünde kul olasın, bel kırıp boyun burasın. Hakk'a yönelip el pençe divan durasın." dediler. "İnsan olana saygı duyasın, kırık gönüllerde tahtlar kurasın, yaralı gönüllere muhabbetinle merhem olasın." diye nasihatte bulundular. "Hakk'ın sadık dostuna, hidayetin güneşine, inayetin gözbebeğine, rahmetin timsaline, rububiyet saltanatının , kâinatın muallimine, Habib-i Zîşan'a ve O'nun âline ve ashabına milyon kere salât ve selâm olsun." dediler. Âh Efendim, Can Efendim, Gül Efendim! Dosta giden çile dolu yollarda, getirdiğin huzura, nuruna aydınlığına muhtacım. Bilirim kılâvuzu Sensin dosta çıkan yolların, haritası

Sana emanettir gül coğrafyasının. Günahkâr bedenimi yüklenip nuruna kavuşmak ve şefkatin için yöneldim kapına. Güneşin ağlayarak doğduğu vakitte, sızlanışım vardır ney misali. Serin seherlerde uykularımı kaçıran hasretin vardır. Seni ararken rüzgâra döktüm derdimi. Sessiz bir 'âh'la kanatlandı kuşlar. Ağır ağır aktı mavi
menzile doğru bulutlar. Kanayan gül yapraklarından, yaralı bülbüllerden geldi selâmı baharın. Andım yine Seni her şey yâdımdan silindi Hayalin gönlümün tepelerinde gezindi Bu bir serap olsa da hafakanlarım dindi Andım yine Seni her şey yâdımdan silindi.' Hayalini kurdum binlerce yıl uzaktan. Bir tebessümüne hasret kaldı günahkâr bakışlarım. Sen bir serap gibisin içimin çöllerinde; yaklaştıkça uzaklaşan, uzaklaştıkça yaklaşan ve yakan...

Hayalin bile serinliktir kavrulan ruhum için, hayalin bile tat verir acıyan yüreğime. Adın geldiği ve ismin can olduğu zaman cümlelerim yok olur bütün düşmanlıklar ve savaşlar. İhtiyar dünya şahittir buna. Hz. Ömer'in öfkesi, eridi Efendim. Hz. Vahşi, günahları için gözyaşını Senden öğrendi. Gel Efendim, bir gece yarısı cesedime can olmak için gel, damarlarıma aşkınla dolmak için gel! Ah Efendim, andım yine Seni her şey yâdımdan silindi. Keşke hep aşkınla oturup aşkınla kalksam
Ruhlar gibi yükselip de ufkunda dolaşsam Bir yolunu bulup gönlünden içeri aksam Keşke hep aşkınla oturup aşkınla kalksam.' Aşkının odunda pervaneler gibi yansam kalbimi "Ya Bâkî Ente'l-Bâkî " sırrıyla Hakk'a hediye sunsam. Kalbini nasıl arındırdıysa melekler, ben de Seni rehber edinip kirlerimden arınsam. Rabbimin yolunda dünyadan firar etsem, merhametinin gölgesine sığınsam. Ürkek ceylan misali yanına sokulsam. Bir yolunu bulsam, muhabbet olan gönlüne aksam. yanlış efendilere köle olmaktan ebediyen kurtulsam. Keşke hep aşkınla oturup, aşkınla kalksam..

Anlasam vuslata ferman gelecek
Hicranlı gönlüm durmadan inleyecek
İnleyip en taze hislerle bekleyecek
Anlasam vuslata ferman gelecek?'
Beni de çağırır mı çağları delen sesin? Bir dua sonrası ay yüzünle yüzüme Günahkâr olsan da gel!" der misin? İçimdeki sancı nedir, Efendim?
Nedirbu zamansız mekânsız hasret yüreğimdeki ağırlık, da ne?
Sadık dostun Ebu Bekir,
öfkeye galip gelen Ömer,
edep tacını giyen Osman,
sırrını emanet ettiğin ilim kapısı Ali hürmetine, beni de kucakla şefaatinle. Nerededir gönlüne akan yol?
Kurban olsun canım Hakk'ın yoluna, vuslatına ferman gönder Efendim.

Kalbim bir güvercin kalbi gibi titrerken ardından Ne olur sana ulaşmam için kanadından Bir tüy ver,
Kalbim bir güvercin kalbi gibi ardından.'
Bedenim kafes Efendim, kalbim tutsak bir güvercin titriyor kafesinde.
Uzaklığın çekilesi dert değil.
İsmini ansam gecenin ıssız saatlerinde, bir cuma sabahı duaya dursam,
gül kokan melekler gelir mi Korkuyorum gurbette Sensizlikten Yüreğim Sensiz karanlık,
yüreğim Sensiz gece...
Sana doğru kayıyor gönlüm
gökde yıldızlar ve kirpiklerim kapansa; Sen, gül kokunu yüklenerek gelsen güneş gibi ısıtsan buzdan duygularımı. Rüyalarım şeref bulsa güneş cemalinle. Kur'an ilmini elinden içsem
ab-ı hayat misali. Taif dönüşü duan hürmetine kabul görsem Efendim...

Ey kupkuru çölleri cennetlere çeviren gül gibi gel gönlüme dökül!
Vaktidir, ağlayan gözlerimin içine gül
Ey kupkuru çölleri cennete çeviren gül.'
Ey susuz kalanlara pınarlar gibi akan Sevgili! Yaradan, 'Habibim' demiş Sana, Sen olmasaydın gökleri yaratmazdı
ilân etmiş âleme. Ağaçlar kök sökmüş
sökmüşler toprağı bağrından
Hurma kütüğü inlemiş ardından.
Ey taşlarla konuşan Sevgili gelsen bana, ağlayan gözlerimin içine nazar kılsan, nurun aksa gözlerimden gönlüme.
Ve yanarak menziline varsam.
Mecnun gibi koşan kulun olayım
kor saç içime ocaklar gibi yanayım
Sensiz geçen acı rüyâdan kurtulayım Mecnun gibi koşan kulun olayım.'

Eğer dünya bir nefeslik mekânsa mekân imtihansa kul için,
Mecnun eyle beni gerçek Leyla'ya. Hubeyb gibi, Mus'ab gibi, Enes gibi, Ashab-ı Bedr ve Şüheda-yı Uhud gibi... Candan canandan, geçip Sana geleyim Şehadet olsun sensizliğin bedeli.
Bir kor saç içime, ocaklar gibi yanayım. Bu can yoluna kurban olsun anam-babam sana feda olsun
yâ Rasulallah.

Aklım Senden uzak günleri saymakta Ruhuma sis duman kasvet yayılmakta
Göster çehreni Aklım Senden uzakta sensiz günleri saymaktayım
Kalbimin çekirdeğinde ince bir sızı; Efendim. Sensizlikle imtihan etme Yaradanım. Sana ulaşmak zor olsa da Sana ulaşma arzusunu içimden alma vakit dolmadan emanetini alma
ölüm meleği beni bensiz bıraksın
ama Sensiz bırakmasın.
Son demde Gönlüm ufkunla dolsun
Her yanda defler duyulsun Son demde

Ah Efendim, Can Efendim, Gül Efendim! "Kefenimi giymeye başladığım demde", Sana döndüm yüzümü. "Zaifem âcizem, ilâhî." Dualarım, Senden yana.
Fidanları yeşertir gözyaşlarım. Kapanırken âlemde gözlerim
tut ellerimi. Öyle bir gel ki beni almaya, sümbül nergis eşlik etsin endamına. Her tarafta neyler duyulsun,
rüzgâr gül kokunu kâinata savursun. Ağaçlar, yapraklar düğün kursun.
son demimde ruhum huzurla dolsun.
Ya Rabbim, Dünya imtihan salonudur. insan ise, sınanmaktadır, diyorsunuz. Allah beni yaratmış.
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 07-12-2018, 21:55   #7
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak kurtuluş-savaşının-kahramanlarının- hikayeleri.nedir

Seyit Onbaşı

1889 un Eylül ayında Havran İlçesi Çamlık* köyünde dünyaya gelen seyit , 1909 yılının nisan ayında askerlik vazifesine başladı.1912 de Balkan Savaşlarına katıldı savaş bittikten sonra topçu eri olarak Çanakkale Mecidiye Tabyasında görev aldı.
Savaştan sonra 1918 de köyüne dönen seyit onbaşı baba mesleği ormancılık ve kömürcülükle hayatını devam ettirmistir** 18 Martın asıl kahramanlarından olan ve Deniz Zaferi,ne son noktayı koyan Seyit Onbaşı 1939 da zatüreden vefat etmiştir. doğduğu köy onun adıyla anılır

Çanakkale savaşlarında uzun menzilli toplar son derece etkiliydi. Ancak Mecidiye Tabyasının topları isabet almış ve kullanılmaz hale gelmişti Düşman askerlerimizi şehit etmis, ayakta Havranlı seyit ve birkaç asker kalmıştı Seyit 276 kiloluk mermiyi sırtladı namluya sürdü ve düşmanı boğazın derin sularına gömdü kahramanlıkla adını Türk tarihine yazdırdı ve kahraman Kumandan Miralay Cevad Çobanlı onbaşı rütbesiyle ödüllendirildi*** Savaştan sonra 1918 de köyüne dönen seyit onbaşı baba mesleği ormancılık ve kömürcülükle hayatını devam ettirmistir**

EDİNCİKLİ MEHMET ER

Edincikli Mehmet Er'in kolunu top mermisi parçalamıştır ve bir et parçası sarkmaktadır.
Komutanım ne olur* kolumu kes deyince
Allah Aşkına, Allah Rızası için kes şu kolumu
Kes diyince Teğmen Saip, bıcağı kola vurur. Askerimiz Gık bile demez ileride Allah! Allah! nidalarıyla çarpışan erlere bakar ve kolunu Bu kol bu can vatana feda olsun," diyerek fırlatır.

Çanakkaledeki askerimiz Edincikli mehmetin elini top parçalamış kolu kopmuştu o kendini Hakka teslim etmiş, acıyı unutmuş, rahmet deryalarında, arınmıştı kolunun bedenden ayrıldığını bile duymamıştı.tek isteği vatan için şehit olmaktı vatan için Allah için hücuma* kalktı Allah'ın yardımıyla haklamadığı kafir kalmadı Ama kaderinden kaçamadı Kolunun kopmasıyla kan kaybetmişti şehitlik mertebesi onu bekliyordu ve Edincikli Mehmet Çanakkale şehidiydi

SAKA HÜSEYİN

İkinci Anafartalarda Türk birlikleri Anafarta Ovası'na* yerleşmişti 35. Piyade Alayı erlerinden Hayrabolu'lu Hüseyin alayın su ihtiyacında* görevli idi alaca karanlıkda katırı ile yola çıktı.Bigalıya Köyüne geldi suyunu doldurdu Hüseyin korkusuzdu Savaş umurunda değildi onun ağzından tek bir türkü duyulurdu
"Pınar baştan bulanır
İner dağı dolanır
Al başımdan sevdayı
Buna can mı dayanır.

GAZİ MEHMET AŞKIN’IN ANLATTIKLARI:

Çanakkale savaşlarında Recep Eniştemin iki ayağı kopmuştu ruhunu teslim etmeden son sözleri niçin ağlarsın, cigerimi dağlarsın! Allahın verdiğine merhaba! Takdir- i Rabbani bu imiş! Onun kazası çevrilmez ve hükmüne mani yoktur. Arzuladığım gibi savaşda şehit oldum .O saadet bana yeter!*******
sağ kalirsan, anamın elini benim için öp! Emzirdigi sütlerini helal etsin!” Başımı kıbleye çevir
dedikten sonra Ruhunu rabbine teslim etti

Çanakkale savaşlarında Recep Eniştemin iki ayağı kopmuştu ruhunu teslim etmeden son sözleri niçin ağlarsın, cigerimi dağlarsın! Allahın verdiğine merhaba! Takdir- i Rabbani bu imiş diyerek Ruhunu rabbine teslim etti

Çanakkale savaşlarında Recep Eniştemin iki ayağı kopmuştu ruhunu teslim etmeden son sözleri
Allahın verdiğine merhaba Onun hükmüne mani yoktur. Arzuladığım gibi savaşda şehit oldum .O saadet bana yeter!*******
*
Çanakkale savaşlarında iki ayağı kopan Recep Eniştemin son sözleri şunlar oldu niçin ağlarsınız cigerimi dağlarsınız Allahın verdiği Takdir- i rabbanidir Onun kazası çevrilmez ve hükmüne mani yoktur. Arzuladığım gibi savaşda şehit oldum .O saadet bana yeter sağ kalırsanız, anamın elini öpün Emzirdiği sütlerini helal etsin!” Başımı kıbleye çevirin

Çanakkale şehidimiz süngü hücumunda ağır yara aldı.son sözleri Ahiretim ve ölümüm yaklaştı, cesedimi buraya ellerinle göm! Üzerimde harbedin Gazilerin ayak seslerini Allah! Allah! Nidalarını duyayım!” dedi ve gülerek ruhunu teslim etti

İNSANLIK DERSİ

Çanakkale Savaşlar'ında savaşıp kolu ile ayağını kaybeden Fransız Generali Bridges, diyor:
"Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz.Hiç unutmam.Savaş bitmişti.Yaralı ve ölüleri dolaşıyorduk Türk ve Fransız askerler ağır zayiat vermişdi. Şu hadiseyi ömrümce unutamayacağım.* Yaralı Fransız askeri için Türk askeri gömleğini yırttı onun yaralarını sardı kanlarını temizledi

Fransız Generali Bridges Çanakkalede kolu ile ayağını kaybeddi ancak yaşadığı bir hadiseyi unutamadı bir türk askeri düşman fransız askerinin yaralarını sarıyordu o bir türk askeriydi fransız generale şu cevabı vermişti Bu Fransız askeri cebinden annesinin resmini çıkardı.Benim kimsem yoktur İstedim ki, o kurtulsun, anasına dönsün".

Çanakkale savaşlarında asil ve alicenap türk askeri düşmanı hüngür hüngür ağlatıyordu Çünkü, Türk askeri göğsündeki ağır ve öldürücü süngü yarasına rağmen en önce düşmanın yarasını sarıyordu

KINALI HASAN

Yüzbaşı Sırrı Bey, Çanakkalede eratı teftiş ederken, birini saçı kınalanmış* görür ve Hiç erkek kinalanırmı diye sorar Mehmetçik anasının cevaben yazdığı mektupta şunlar yazar Ey gözümün Bizim köyde kurbanlık koyunlar kınalanır... Ben seni vatana kurban adadım.saçını kınaladım...Allah, seni Peygamber yolundan ayırmasın. Seni melekler şimdiden rahmetle anacaktır.

Çanakkale savaşında bir anne evladına şu mektubu yazar Hasan’ım Köyümüzde rahatça oturalım mı Vatan sevgisi içimizde alev alev yanıyor. Sen ecdadından, babandan aşağı kalamazsın Beni ve seni Allah yarattı, vatan büyüttü.Allah, bu vatan için seni besledi. vatanın ekmeği iliklerinde duruyor seni evlatlarım arasından vatana kurban adadım.saçını kınaladım
El-hükmü billah. Allah, seni rahmetle anacaktır.

kaynak derstürkçe.com

Kurtuluş Savaşına Ait Kahramanlık Hikayeleri / KURTULUŞ SAVAŞıNIN KAHRAMAN KADINLARI

BEN BABAMLA ÖLMEYE GİDİYORUM,

İstiklal Savaşında binlerce Mehmetçik`in şehit olduğu Gediz Cephesi Yunanlılardan ilk yenilginin alındığı cephedir. Türk askeri mücadelesini sonuna kadar sürdürür. Ancak kaybeder Gediz Cephesi`nde tek bir alay başarılı olur. O da Hafız Halit Bey`in 70. Alay`dır.Türk askeri Yunan saldırısında zor anlar yaşar küçük kız Nezahat` Minik, ama vatan sevgisi dolu yüreğiyle kaçan askerlere duvar gibi dikilir ve haykırır Ben babamın yanına ölmeye gidiyorum, siz nereye gidiyorsunuz?`

İstiklal savaşının küçük nezahati bir çocuktur ancak o farklıdır Atın üstündeki küçük kız, askerlere vatan sevgisini ve şehadeti` haykırır onun sayesinde askerler şehit oluncaya kadar savaşır Gediz muharebesi kaybedilse de Yunan askerinin Anadoluya sızması geciktirilir. Küçük Nezahet, elinde oyuncaklarıyla askerin arasında gezen bir kız çocuğu değil, 70. Alay`ın Nezahet Onbaşısı`dır.
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 07-28-2018, 21:29   #8
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak vehbitülek.com


1001 OSMANLI HİKAYESİ

OSMANLI’DA PEYGAMBER SEVGİSİ

Osmanlı'nın, temelindeki en sağlam harç Peygamber Sevgisidir. Osmanlı, Peygamber Efendimiz'e ve O'nun kutsal beldesine karşı, muhabbet, hürmet ve sadâkâtini muhafaza etmiştir Bu ruhla yedi iklim üç kıta asırlarca Osmanlı İlâ-yı Kelimetullâh dâvâsı uğrunda fütuhatta bulunurken; Osmanlı'nın hedefleri arasında rızâyı ilahiyi kazanmak kadar Peygamberimizin hoşnutluğuna mazhar olmak da vardı. Osmanlı Sultanları gazâda ulvî gâyeyi gözetmiş ve hârikalar sergilemişdir. Peygamberimize hürmet ve muhabbet, soylu ceddimizin en mümeyyiz vasfı ve şiârı olmuştur asil duygularını her zaman ve mekân da meziyet bilmişler dir. Tarih, muhteşem misâllerle doludur.

Osmanlı, devleti kurduğu askerî birliğe,Peygamber Ocağı" neferine "Mehmetçik" adını vermiştir kurduğu Ordu isimlerinden biri de, "Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye"dir. Devletinin bir adı ise, Sultan Vahdeddin'in ifadesiyle, "Devlet-i Âliye-i Muhammediyedir.Peygamber aşkıyla yanıp tutuşan Osmanlı Hünkârlarının başında, Fâtih Sultan Mehmed gelir. Öyle olmasaydı, asırlar öncesinden Peygamberimizin övgü ve müjdesine nâil olamazdı. O'na karşı muhabbetini, en güzel biçimde İstanbul'un Fethi'nde ortaya koymuştur. Rumeli Hisarı'nı, O'nun güzel ismi "Muhammed"in Arapça yazılışına göre inşâ ettirmiştir. Peygamberimize sonsuz hürmet ve muhabbetie velâyet mertebesine yükselen pâdişahlardan biri de, Sultan Selim'dir.

Yavuz Sultan; "Allah rızâsı için tüm dünyayı fethetmek istiyorum!" idealiyle, askerlerini gazâ meydanlarında bir "Peygamber Ordusunu sevk ve idâre etmiştir. Fütuhatlarda, Peygamber rızâsını aramış O'nun Halîfesi olma lütfuna erişmişdi. Resûlullah'a beslediği eşsiz ve sınırsız sevgi O'nda târifsiz bir hürmete dönüşmüştü Yavuz'un şu tarihî hitâbı âdetâ şâhikadır Biz, mukaddes yerlerin hâkimi değil; hâdimiyiz!" Yavuz'un hakîkati sonucu Osmanlı; kutsal topraklara sancak asmaktan ve vâli adıyla idâreci göndermekten hayâ edip, atadığı kişilere "Medine Muhafızı" ünvanını vererek, bunu fiiliyâta dökmüştür. Yavuz, ümmetine yâdigâr kalan; kıymetli ve paha biçilmez Mukaddes Emânetleri", Topkapı Sarayı'na getirip, Hırka-i Saâdet Dairesi'ne koymakla, bizi şereflerin en yücesiyle müftehir yapmıştır.

Yavuz'un Mukaddes Emânetlere verdiği emsâlsiz değer onları tonlarca ağırlıktaki kıymetli mücevheratla süsleyip mahfaza altına alması , kırk hâfıza durmaksızın, asırlardır Kur'ân tilâvet ettirmesi peygamberimize olan saygısındandır** Cihan hükümdarı Kanuni'nin, Efendimize muhabbet ve bağlılığı da, ceddininkilerden aşağı kalır değildi. Kanuni, bunu şu altın sözlerle billurlaştırmıştır
Allah Allah diyelim sancağ-ı şâhı çekelim Yürüyüp her yandan şarka sipâhi çekelim.Umarım rehber ola bize Ebu Bekr u Ömer Ey muhibbî yürüyüp şarka sipâhi çekelim.Osmanlı klasik eserlerinde, Kanuni'nin rüyâsında Hazreti Peygamberi gördüğü ve kendisine şöyle emredildiği nakledilmektedir: "Belgrad, Rodos ve Bağdat kalelerini fethedesin; sonra da benim şehrimi îmâr edesin!"

I. Ahmed'in Başındaki Sorguç:Sultan I. Ahmed'in, dillere destan fiîli sevgisi ve muhabbeti asırlardır baş tâcı edilmeye; sitâyişle yâd edilmeye değer . Sultan Ahmed, akıllara durgunluk ve hayret verecek bir davranışta bulunmuştur: Sarığına taktırdığı sorgucun içine, Peygamberimizin ayak izinin resmini koydurmuş ve üzerine d şu muhteşem dörtlüğü yazdırmıştır:N'ola tâcım gibi başımda götürsem dâim*Kadem-i resmini ol Hazret-i Şâh-ı Rasul'ün.*Gül-i gülizâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidir***Ahmedâ durma yüzün sür kademine o gülün.II. Abdülhamid'in Hassasiyeti:Hazreti Peygambere ve O'nun dâvâsına,kendini adayan ulu hakanlardandır cennet mekân Abdülhamid Han, Peygamberimize olan muhabbeti için, O'nun kutsal beldesine hizmetler götürmüş İslâm Birliğini gerçekleştirmeye çalışmıştır. Hicaz bölgesiyle mukaddes topraklarla aradaki mesâfeyi kaldırmak niyetiyle yaptırdığı Hicaz ve Bağdat Demiryolu, bunun en güzel ifadesidir

.hicaz Demiryolu Medine'ye ulaştığında Sultan'ın verdiği tâlimat; onun, Ehl-i Beyt'in ve Hazreti Peygamber'e sevgi, saygı ve bağlılığını gösterir Mümkün olan âletlerin üzerine keçeler sarınız ki, gürültü olmasın ve Ehli Beyt'in ve burada yatanların ruhları rahatsız olmasın!."osmanlıda peygamberimize Hürmetin Sembolü olarak Nâkibü'l Eşraflık kurulmuştur Devlet-i Âli, Fahri Kâinat Efendimiz ve O'nun kutlu soyunu Ehl-i Beyt'e, hürmet ve hizmetini, devlet mües-seseleri kurarak göstermiştir. Peygamber nesebine mensup Seyyid ve Şerifleri kaydederek; ihtiyaç ve hizmetlerini görmüş şecerelerini soy kütüklerine işlemek için, özel Nâkibü'l Eşraflık" müessesesi kurmuş başına Âl-i Beyt'e mensup "Nâkibü'l Eşraf" isimli bir memur atamıştır.

Peygamber nesline bağlı olduğunu belgeleyenlere, berat vergiden muaf tutmuştur. Seyyid ve Şeriflerin, huzur ve sükun içerisinde hayat sürmelerini amaçlamıştır. Osmanlı, Nâkibü'l Eşraflara hürmet ve ihtiramda çok ileri girmiştir pâdişahlara Eyüp Sultan Türbesindeki cülus merâsimlerinde onlar kılıç kuşattırmıştır., III. Ahmed, I. Mahmud ve III. Mustafa'ya, Şeyhülislâm ile beraber Nâkibü'l Eşraf kılıç kuşandırmıştır. Cüluslarda, Osmanlı Sultanına ilk önce, Nâkibü'l Eşraf bağlılığını arzedip duâ etmiştir. Savaşlarda pâdişahla beraber Nâkibü'l Eşraf da sefere katılıyor ve Hazreti Peygamber'in sancağı dibinde yürüyordu. Sancak-ı Şerif'in İstanbul'dan sefere çıkışında Nâkibü'l Eşraf ile Seyyid ve Şerifler, tekbir ve salavat getiriyorlardı.

ÂLİM SADRAZAM FÂZIL MUSTAFA PAŞA

Haziran 1680’de vezir olan Fâzıl Mustafa Paşa, 1683’te Niğbolu sancağı da verilerek Silistre vâlisi ve Lehistan serdarı oldu. veziriâzam Kara Mustafa Paşanın katli üzerine bu gözden düşerek aynı yıl serdarlıktan azlolundu Kendisine Azaz ve Kilis sancakları arpalık olarak verildi. 1684 te Sakız muhâfızlığına gönderilen Mustafa Paşa, 1686’da Boğaz muhâfızı olup, kapıkulu ocaklarının isyânı ve İstanbul’a hareketi ile sadâret kaymakamlığıyle İstanbul’a dâvet olundu (1687). Sultan Dördüncü Mehmed Hana karşı orduda bir isyan başladı Dördüncü Mehmed Han hal edilip yerine kardeşi İkinci Süleymân pâdişah yapıldı.veziriâzam olan Siyavuş Paşanın katline kadar, işler kayınbirâder Fâzıl Mustafa Paşanın elindeydi

yeniçeriler veziriâzamı ölümle tehdid ederek onu İstanbul’dan çıkarttılar. katli için Şeyhülislâmdan fetvâ istediler, Devletin kötü durumdan kurtulması için çâreler arayan Sultan İkinci Süleymân, Şeyhülislâmın tavsiyesiyle 1689’da Fâzıl Mustafa Paşayı veziriâzamlığa getirdi.Veziriâzamlığında önemli işler yapan Mustafa Paşa, ilk iş olarak bazı vergileri kaldırdı.Yeniçeri ağalığına Eginli Haseki Mehmed Ağa vâsıtasıyla yeniçeri ocağını ıslah edip,maaşlardan tasarruf etti. Bir kış boyu gerekli tedbirleri aldıktan sonra, Rumeli’yi Avusturyalılardan kurtararak Belgrad’ı geri aldı düşmanı Tuna ve Savadan attı. 1691’de Macaristan topraklarında Slankamendeki muhârebede şehid düştü, cesedi bulunamadı.

55 yaşında şehid olan Mustafa Paşanın veziriâzamlığı iki sene üç ay sürdü. Avusturya’ya düzenlediği ikinci seferde Sultan İkinci Süleymân vefât edip,* kardeşi Sultan İkinci Ahmed Han pâdişah olmuştu.Fâzıl Mustafa Paşa, açık sözlü, riyâdan hoşlanmazdı Cesur, atılgan ve son derece cömertti. İdâreyi ele alır almaz, hükûmeti ve orduyu işe yaramayanlardan der hal temizlemiş, Rumeli’de gayri müslimlerin ayaklanıp düşmana yardım etmelerinin sebebinin vergiler olduğunu görerek, hafifletmiş, ticârete serbest etmiş asâyişi temin etmiştir.İlme düşkün olan Fâzıl Mustafa Paşa, ulemâyı sever, ilimle meşgul olurdu. Hadiste ihtisas sâhibiydi. Konağı yanına yaptırdığı kütüphâneden birçok âlim ve muhaddisler istifâde ederdi.




SULTAN II. MURADIN OĞLU II. MEHMEDE ÖĞÜTLERİ

Ey sevgili oğlum insan oğlunda başkalarıyla münasebetler kurmaya yarayan bir akıl bulunmalıdır. İakıl, bütün saadet ve mutluluğun tükenmez kaynağıdır.Allah tarafından akıl verilen kimseler hiçbir vakit ne çocukluk, ne gençlik, ne olgunluk, ne de ihtiyarlık çağlarında her hangi bir şeyden ne etkilenmedikleri görülür. Hayatlarında sadece keder ve acının gevşeme ve tembellik bıraktığı sanılır.bunlar hayatlarının gençlik, yaşlılık gibi her devresinde, keder ve ıstırap tan kurtulamadıkları için huzura kavuşamazlar.Hayata doyum olmaz, az veya çok olması, onun kıymetini azaltmaz.Bir meyve ancak olgunlaştığı zaman güzelce yenir.insanların da gün görmüş, tecrübeler geçirmiş olanları her zaman tercihe şayandır.

Gençlik çağında duyulan zevk ve sefayı, ben uyuz hastalığına benzetirim. hastalığa tutulan, ancak kaşındığı zaman rahata kavuşur.Tabii ki böyle bir kaşınmada, daha da kötü bir duruma düşer. Kişioğlu gençlikte işlediği kabahatları , genellikle düşünüp taşınmadan işler. hatırlayınca, bu suçlar kişinin kalbine hançer gibi saplanır ve kişinin canını sıkar Gençliklerinde, doğru ve iyi yolda gidenler yaşlılıklarında hürmet ve ikram görürler Güç ve kuvvet iyidir. kuvvet aklın emrine verilmelidir. Âlemlerin yaratıcısı Yüce Allah, insanoğlunu dünyaya daimî göndermemiş, hayatın bitiminde ölümü tatmasını stemiştir.

Yüce Allah, insanoğluna dünyada, belli bir nefes ve rızık takdir etmiştir. Kimse ondan fazlasını alamaz.Beni sapasağlam ihtiyarlığa ulaştıran iki şeyi tecrübe etmiş âdet haline getirmişimdir. Bunlardan biri az yemek; diğeriyse yediklerimi sindirmek için gezip dolaşmaktır. Şunu iyi bilmeni isterim:dünyada üç türlü insan vardır, biri; akıl ve fikirleriyle yerinde, geleceği az çok gören ve düşünen, anormallikleri olmayan kişilerdir. İkincisi; yolların doğru veya eğri olduğunu bilmekten uzak olan kimselerdir. Ama bu duruma kendi istekleriyle değil, çevre etkisiyle düşmüşlerdir. Nasihat edildiğinde kabul eder ve söz dinlerler.Üçüncüleri ne kendileri bir şeyden haberdardır ne de yapılan ikazlara, nasihatlere kulak asarlar. kendi arzularına uyar ve her şeyi bildiklerini sanırlar. Bunlar zavallıdır

.Ey oğul! Yüce Allah, seni ilk sırada saydığım kişiler arasında yaratmışsa sevinirim. İkinciler gibiysen, nasihatlere kulak vermeni tavsiye ederim. Sakın üçüncü gruba dahil olmayasın. Onlar ne Allah'a, ne de insanlara karşı iyi bir durumda değildirler. Padişahlar, elinde terazi tutmuş bir kimseye benzerler. padişah olunca teraziyi doğru tutmanı isterim. O zaman Yüce Allah da senin iyiliğini arzular. Her şey Allah'ın malumudur. Her şey sadece Allah Teâlâ tarafından bilinebilir."


HZ PEYGAMBER'IN SELÂMI

Sultan III. Osman'ın sadrazamı Hekimoğlu Ali Paşa zamanında bir tüccar iflas etmiş, eşi-dostu ona kapılarını kapamıştı rüyasında Peygamberimizi gördü Peygamberimiz Allahın makbul kulu Ali Paşa'ya selam götür buyurdu Ali Paşa adama Hz Peygamber ne söyledi ise tekrarla" dedi yedi defa tekrarlattı ve Ali Paşa Peygamberin her selamına 100 altın verdi 700 altınla adamı borçtan kurtardı efendimizin şeafaatine nail oldu


BU NE MÜFSİDANE TEKLİFDİR!

Devir, Hünkar Yavuz devridir Yavuz Öfkelidir ancak keyfe keder hükmetmez, ve zulmetmez hocaları zembilli Ali Efendi’nin ve İbni Kemal gibi alimlerden çekinir Zembilli Hoca, dünyevi kudret ve kuvvetlerden değil, sadece Allah’tan korkar gönül ve hukuk adamıdır. Sultanlar bile Zembilli Hocadan çekinirler korkulan ise hukuk ve adalettir Mercidabık Seferinde paraya ihtiyaç Defterdardarı Yavuz Hana Hünkarım! Şam’ın en zengin adamı vefat itdi. altı aylık bir oğlancuka akçe bıraktı. Çocuğun katlı, meblüğın el koyma ile hazineye kaydı hususunda, ferman Hünkarundur.” Yavuz Padişah yerinden fırladı müthiş bir öfke ile kükrüyor: “Bre! Bu ne müfsid bir tekliftir? Bilmez misin biz buralara ahaliye baskı ve zulüm yapmağa değil, ahaliyi baskı ve zulümden kurtarub rahat ittirmeğe geldük; ahalinin malını mülkünü müsadereye değil, daha fazla zengin itmeğe geldük; milletin huzurunu bozmağa değil, huzur kaynağı olmağa geldük!” Derin derin nefeslendikten sonra, ekliyor: “Müteveffaya rahmet, malına bereket, oğluna afiyet, gammaza lanet.”


Mercidabık Seferinde paraya ihtiyaç vardır Defterdardar Sultan Selime Şam’ın zengini vefat etdi akçaları altı aylık oğlancığa kaldı akçesine el koyalım Çocuğu katledelim ferman Hünkarundur. Diyince sultan müthiş bir öfke ile kükredi Bre! Bu ne müfsid tekliftir? Bilmez misin biz ahaliyi zulümden kurtarıp rahata erdirmeğe geldik ahaliyi zengin etmeğe geldük; millete huzur olmaya geldik!” “Müteveffaya rahmet, malına bereket, oğluna afiyet, gammaza lanet.”

Yavuz Sultan Selim zulmetmez dünyevi kudret ve kuvvetden değil, sadece Allah’tan korkar gönül ve hukuk adamıdır. Seferde Defterdardar Yavuz Hana Şam’ın en zengini vefat etdi. paraya hazine adına el koyalım diyince Hünkar müthiş öfkelenir ve şu cevabı verir“Bre! Bu ne müfsid bir tekliftir? biz ahaliye baskı ve zulüme değil, zulümden kurtarmaya geldik; huzur bozmaya değil, huzur kaynağı olmağa geldik!”
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-13-2018, 22:17   #9
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak vehbi tülek.com

1001 OSMANLI HİKAYESİ

EZAN OKUYAN AĞAÇ

Sultan II. Bayezid Han zamanında Draç kalesinin Venedikli muhafızları endişe içerisindeydiler. Osmanlı Sancakbeyi Evrenosoğlu İsazade Mehmed Beyin akıncıları yaklaşıyordu Venedik için bu kale önemliydi. kaybederlerse, Arnavutluk’tan defedilecek Akdeniz’den silinecekerdi. Akıncılar beklenirken, kale içindeki Öğürdürce kilisesinden yanık bir ses duyuldu. Askerler yüzlerini oraya çevirdiler ve dikkat kesildiler. Çünkü ezan okunuyordu. Ezan sesi, kilisedeki servi ağacından gelmekteydi ve gizlenmiş bir Müslüman vardı. Ama Askerler, ağacı kılıçlarıyla budamalarına, rağmen kimseyi bulamadılar. Ve geri döndüler. ama, bozuk moralleri sıfıra inmişdi görünmeyen bir kaynaktan gelen ezan sesini, kendi lehlerine bir ilahi işaret olarak yorumlayamazlardı. kaleyi ellerinde tutamadılar Osmanlı akıncılarına dayanamayan Draç kalesi 13 Ağustos 1502 de fethedildi

Kaynak vehbi tülek.com

1001 OSMANLI HİKAYESİ

ŞEREF NİŞANI OLACAK ÇAMUR

Eylül 1902’de İran Şahı Kaçar Han, İstanbul’a ziyarette bulunmuştu. Sultanı Abdülhamid onun ikamesi için Şale köşkünü inşa ettirdi İran tahtında, 1794’den beri Oğuz kolu Kaçar hanedanı vardı Hanlık Türklüğü ile gurur duyuyor, Osmanlıları kardeş biliyordu. Misafir hükümdar, Edirnede Osmanlı geçit töreninde bulundu. Birliklerin geçeceği yolda su birikintisi vardı. Topçu kumandanı Şükrü Paşa atını sürerek geldi selam verdi sahra bataryalarının etrafa çamur sıçratma ihtimali vardır. geçidi daha muhafazalı bir yerden temaşa buyurma nızı istirham ederim diyince Şah atını sürüp yol kenarına geldi ve maiyetine şöyle dedi:“İslam’ın şan ve şevketini Viyana kapılarına kadar götüren ve ilan eden kahraman Osmanlı ordusunun atından sıçrayacak çamuru ben, dünyanın en şerefli nişanı olarak iftiharla göğsümde taşırım cevabını verdi


AZİZ MAHMUD HÜDAYİ HAZRETLERİ VE KAYSERİLİ HALİL PAŞA

1600 de Sultan I. Ahmedin yaşını küçük bilen âsiler ve valiler devlete isyan etmiş, Anadolu’da huzur kalmamıştı. Padişah, Üsküdar’daki Aziz Mahmud Hüdayi hazretlerini edip himmet ve dua istiyordu. Padişahın bu zata muhabbeti sebebiyle bir çok asker ve erkan ona talebe olmuştu. Bunlardan biri de Yeniçeri Ağası Kayserili Halil Ağa idi. Halil Ağa, Anadolu’da isyan çıkaran Celalilerden, Canbolatoğlu üzerine gönderildi Onu çok seven hocası Aziz Hüdayi hazretleri, bir mektupta müridine sesleniyordu mektup Halil Ağa’ya ulaştığında seferin serdarı Kuyucu Murad Paşa, ya iletildi ve eşkıyaya karşı hücuma kalkıp darmadağın edildi Daha sonra Calalilerin elindeki Haleb kalesi muhasara edildi. yine Aziz Hüdayi hazretlerinden askeri teşvik eden bir mektub geldi. Osmanlı askeri kaleyi zaptedip eşkıyayı ortadan kaldırdı. Halil Ağa Paşalığa terfi ederek Kaptan-ı Deryalığa getirildi.

Her sefere çıkışında hocasını ziyaret eder dualarını alırdı. Malta seferinde yine hocasından mektup geldi ve ganimetlerle geri döndü. Daha sonra Sadrazamlığa getirilen Paşa, İran seferine serdar tayin edildi. Yine Aziz Hüdayi hazretlerinin elini öpüp dualarını aldı. Onunla beraber vezirler, paşalar ve ağalar mübarek zatın dualarını aldı Hüdayi hazretleri, tam ata bineceği sırada Halil Paşa’ya, hırkasını giydirdi. Bu seferden de Osmanlı büyük bir zaferle döndü., evliyanın duasına mazhar olundu*Halil Paşa 1628’de hocasının deraghında sade bir hayat sürdü. Ertesi sene vefat etti ve hocasının türbesinin yanına defnedildi.

DÖRTYÜZ KESE ALTIN

Öküz Mehmed Paşa, Ulukışla’nın Oğuz” aşiretindendi. Türkmenler arasında* Oğuz kelimesi, Okuz olarak söylenir ve yazılırdı. Mehmed Paşa’nın adı Okuz Mehmed Paşa olmasına rağmen, yazılırken bir hata ile Öküz olarak meşhur oldu. Sultan I. Ahmed’in Kızı Gevherhan Sultan ile evlenmiştir. Sadrazamlığında bir köyde konakladı Köylü nün hayvanları otluyordu. Biri Mehmed Paşa’nın yakınına sokuldu. paşalar gülüştüler. biri Paşam öküzle neler konuştunuz, diye espri yapmaya kalkınca. Mehmed Paşa:“Evet öküzle konuştuk. dedi ki, sen de bizlerdensin, fakat eşeklerin arasında ne işin var, anlayamadım.

Mehmed Paşa’nın ilk vazifesi, Mısır Valiliğidir. 27 yaşında Gevher Sultan ile evlenmiş ve Mısır Valiliğine tayin edilmişti. Gevherhan Sultan, kocası nereye giderse onunla olmak istediğini söylemişti. Paşa Mısır’a makamına oturunca, onu tebriğe tahsildarları geldi. en yaşlıları atlas keseler içinde bir sandık takdim etti. Mehmed Paşa ne olduğunu sorunca:“Paşam, her valiye hediyemizdir. İçinde 400 kese altın vardır. Diyince Mısır’ın vergilerini toplayanlar, bunun mühim kısmını kendilerine ayırıyorlar ses çıkmaması için her valiye rüşvet veriyorlar dı. Böylece halkı soyuyorlardı. İşte o an kıyamet koptu. Paşa salonu titreten bir arslan gibi bağırdı:“Bre vicdansızlar, Bre reziller, Bre Allah’dan korkmazlar!... Sizlerde ahlak kalma mıştır? Defolun!... Hepinizi azlettim.Sonra Hasan Çavuş’u çağırdı ve:“Bu keseleri hazineye kaydet ve rezilleri sürgün et. Bir daha Mısır’a uğramasınlar Bundan sonra Mısır’dan İstanbul’a gönderilen vergiler arttı. Mısır halkı rahatça nefes aldı.

Kaynak vehbi tülek.com

1001 OSMANLI HİKAYESİ

MEYYİTEZADE

Evliya Çelebi seyahatnamesinde şöyle bir hadise nakledilir Sultan Süleyman devrinde, 1552 de Macaristan Eğri kalesi ne sefer düzenlenir. Anadolu ve Rumeli Sipahilerine haber salınır Kasımpaşa’daki Sipahi kumandanı Hüseyin Ağa gazaya katılacağı için sevinçliydi, fakat gerideki hanımı hamile ve hasta idi ona kim bakacak çocuğuna kim sahip çıkacaktı ellerini semaya açtı Yâ İlâhî!.. Doğacak çocuğumu sana emanet ediyorum...” diye yalvardı.
içi rahattı. Hanımıyla helallaştı sefer tamamlanmış, Gazi İstanbul’a dönmüştü. çoucğu dünyaya gelmiş olmalıydı. Kapıyı açan olmadı. Komşuları hanımının birkaç gün önce vefat ettiğini bildirdi Hüseyin Ağa, gözyaşlarına hakim olamadı ve “Allah taksiratını affetsin” kelimeleri ağzından döküldü. Ben giderken hamileydi. Çocuğunu dünyaya getirdi mi?”“Hayır, o vaziyette defnedildi Ben onu ve karnındaki çocuğu Cenab-ı Hakk’a emanet etmiştim. Tez mezarını gösterin mezarlığa yürüdüler ve Gazi derhal eğilerek kulağını mezara dayadı. İşte inanılmaz hadise, mezardan boğuk bir ağlama sesi geliyordu. toprağı kazdılar naaşa ulaştılar. Herkesin gözü açılmıştı; bir bebek, annesinin memesine uzanmayı başarmış, onu emerek yaşamıştı. Gazi, ciğerparesini bağrına basmış, gözlerinden yaşlar boşanıyordu. gaibden bir ses duydu;“Sen bize yalnızca çocuğu emanet ettin, eğer annesini de emanet etseydin, onu da sağ salim bulurdun”..Aradan seneler geçti. Çocuk, büyüdü, okudu ulema oldu. Anasının vefatından sonra dünyaya geldiği için ona Osmanlıda “Meyyitezade” yani ölü kadının oğlu denildi.1612 de 60 yaşında vefat eden Meyyitezade, Kasımpaşa’da annesini yanına defnedildi.

ALÇAKLIĞIN BÖYLESİ

Balkan Savaşlarında İstanbul’a gelen Fransız Matin gazetesi başyazarı Stephane Lausanne, 1913 deki kitabında, Osmanlıda Ermenilerin yaptıkları zulüm ve katliamları şöyle anlatır.1890 da Sivas’da Ermeniler isyan çıkararak silahsız Müslümanlara saldırdılar ve bir çok insanı katlettiler. Osmanlı askeriyesi hadiseyi bastırdı. silahlı Ermeniler, Fransız konsolosuna sığındılar.konsolos ve eşi onları Osmanlıya vermemek için direndi
Bir gün konsolosun kulağından bir kurşun vızıldayarak geçer. Ateş arkadan gelmiştir. Konsolos bir Ermeni’yi görür. Onu üç gün önce içeri almış, yedirip yatırmıştır. adamın üzerine yürür:-Bedbaht!.. ne yaptın? Hayatımı tehlikeye atarak seni koruyorum. nasıl elin vardı da beni öldürmek istedin?Ermeni, sırıtır, seni öldürmek istedim. Çünkü dedim ki; Fransız Konsolosunun katli haber alınınca, Fransa asker gönderir, Osmanlı hakimiyeti biter İşte alçak bir provokasyon. Ama konsolosun raporundaki hadise karşı sında Fransa susar. Yazar Stephane Lausanne, bunu şöyle açıkıyor; “kat’iyyen duyurulmamış, gizli tutulmuştur.

Kaynak vehbi tülek.com

1001 OSMANLI HİKAYESİ

BÜYÜK FEN DAHİSİ SULTAN MEHMED

Sultan II. Murad devrinde Osmanlı harb teknolojisinde muazzamca ilerlemiş Osmanlı mühendis ve ustaları, hiçbir memlekette rastlanamayacak çapta ve güçte toplar yapmıştır. İstanbul kuşatmasından önce Edirne’de dökülen 60 top, 14 batarya surların karşısına dizildi. Ancak bunlar sonradan kaldırıldı. Yerlerine “Şâhî” denilen daha büyükleri konuldu. Bu büyük toplardan birini, Bizans’dan ayrılarak Osmanlıya hizmet eden Urban isimli Macar dökmüştür Sıradan bir döküm ustasıdır Urbanın topların balistik hesaplarından, ve barut ölçülerinden haberi yokrur. Sadece çizilen planı gerçekleştirmiştir Osmanlıda pek çok top ustası vardır
*
Urban’ın pek başarılı olamamış Edirne’de döktüğü top, İstanbulda ilk atışta çatlamış ve, işe yaramaz bir hale gelmişti. Urban yaralanmış ve ölmüştü. Avrupa’lı tarihçiler ise Urban’ı alabildiğine şişiririp, İstanbul’un onun toplarıyla alındığını yazdılar. Ama, Urban’ın topu için yapılan masraf havaya giderken, Osmanlının döktüğü toplar kuşatmada arızasız çalıştılar, surları hallaç pamuğu gibi attılar. Fatih harikulade bir balistik uzmanıydı ve büyük topların balistiğini bizzat yapmıştır Dünyada ilk olarak, kendi tasarladığı havan toplarını, kuşatmada seyyar fırınlarda döktürerek, Beyoğlu sırtlarına yerleştirdi ve buradan Haliç’teki Bizans gemilerini batırdı.İstanbul’un fethiyle Fatih, mühendislik çalışmalarına devam etti tarihte ilk defa bir savaşta roket ve füze kullandı. 1478 de İşkodra kuşatmasında Fatih’in roketleri, geceleri kuyruklu yıldız gibi gökyüzünde beliriyor, vızıltılı bir sesle uçuyordu. Düştüğü her yeri yakıyor ve müthiş sıcaklık çıkarıyordu. Venedik kaynaklarına göre, kuyulardaki sular bile roketlerin sıcaklığından buharlaşıyordu. 1480 de Rodos kuşatmasında, Osmanlı roket tekniğini geliştirmişti Bu yeni roketler, düştükleri yerde patlıyor, çevreyi tahrib ediyordu. Rodos halkı, korunmak için kilise mahzenlerine sığınıyordu .Maalesef, Fatih’den sonra çalışmalara buluşumuzu Avrupaya kaptırdık. Fatih’den yaklaşık 500 sene sonra İkinci Dünya Savaşında Almanlar roket kullanmışlardır

Kaynak dini hikayeler android programı

İstanbul Avcılar da bir vatandaş unutulmaz 17 Ağustos 1999 depreminden önce, aynı semtten bir ev almaya karar verir. Fakat bir müddet sonra evden vazgeçer ancak insan kaderinden kaçamaz Adam, Ağustos depreminde vazgeçtiği evin önünden geçmektedir. Ve ev üzerine yıkılır adamcağız enkazın altında kalarak hayatını kaybeder.


Bir iş için New York'tan özel uçaklarıyla Silverlake kasabasına dönen James ve Marilyn çifti, uçakları havada arızalanınca ölümden dönerler.
uçaklarının düşmesiyle çaresizce dua ederler ve büyük bir çatırtı sesiyle gözlerini açarlar. Ölümü beklerken aile reisi James'in 25 yıl önce ev bahçesine diktiği ağacın üzerine sağ salim yere inerler. hayatının kurtaran ağaçtan
Ve Senin de dikili ağacın olsun!" sözünden ibret almıyor musunuz


"Evliyaullah, ilmini Allah'a havale etmek suretiyle gelecekten haber vermişlerdir."
Erzincanlı büyük Pir Muhammed Erzincani Hazretleri bir yaz günü, talebelerine: Erzincan'a inmek isteriz, arzu edenler gelsin, buyurdular.
40 talebesi ile Erzincani Hazretleri, halvet niyetiyle Doğruca Camii'ne gider.
talebeleri kendisine: Efendim, şimdi hasat mevsimidir. Erbaine girmek, halvete çekilmek münasip midir? diye hatırlatırlar. Doğru söylersiniz. Şimdi halvet zamanı değildir. Ama Allah Teala, bu beldeye yakın zamanda, zelzele takdir etmiştir.belanın çevrilmesi için, münacaat ve dua lazımdır. Umulur ki, içimizden birinin duası kabul olur halk bu zelzeleden kurtulur. halvet halinde Erzincani Hazretleri'nden şu sözler dökülür: belanın çevrilmesi için bizim dünyadan göçmemiz gereklidir. Kim şehadet isterse, camide kalsın. yaşamak arzu edenler varsa, bizle beraber olmasınlar, dedi. 7 kişi hariç, diğerleri camiden çıktılar. çok şiddetli zelzelede. Cami-i kebir yıkıldı ve 7 talebesi ile Muhammed Erzincani hazretleri şehadet ile şereflendiler.
Caminin dışında hiçbir yerde zarar olmadı can ve mal kaybı görülmedi.


Amerika New Yorkta yaşayan bayan Carson, monoton hayatına renk katıp, l eğlenmek için aklına bir fikir gelir.
bir senaryo hazırlayarak cenaze şirketi ile anlaşır. Şirket Carson'un aile fertlerine bayan Carson'un kalp krizi geçirip öldüğünü bildirir. Aile, büyük bir üzüntüdedir Carson'u son kez görmek için cenaze şirketine koşturur ölü rolü yapan bayan Carson, aile fertleri gelince birden doğrulur Fakat bayan Carson'un şakası pahalıya mal olur; Carson'un kızı, annesini bir anda canlı görünce kalp kriziyle hayata veda eder.


Geçimini balıkçılıktan sağlayan Hollanda köyü,denizdeki aciliyet için gönüllü bir kurtarma ekibi kurarlar.
Bir gece şiddetli bir fırtına çıkar ve balıkçı teknesi denizde mahsur kalır. Teknenin tayfaları çevreye sinyaller gönderir Köyün kurtarma ekibi hemen hazırlıklara girişir köy halkı heyecanla balıkçıların kurtulmasını bekler.
Bir saat sonra kurtarma ekibini köy halkı neşeli haykırışlarla karşılar Kurtarma ekibi bir kişiyi denizde bırakmak zorunda kaldıklarını anlatır. Kaptan, bir başka teknenin gitmesi gerektiğini söyler. Ve on altı yaşındaki delikanlı Hans, kaptana ilerleyince annesi oğlunu yakalayıp yalvarır: Oğlum, lütfen gitme. Baban on yıl önce deniz kazasında öldü,ağabeyin Paul üç haftadır denizde kayıp. Hans, kimsem yok, gitme oğlum."
Hans annesine bakarak şöyle der:
gitmem gerek. Herkes, 'Ben gidemem, başkası gitsin' derse ne olur? Anne, görev sırası bende. Sıra geldiğinde herkes üstüne düşeni yapmak zorundadır." Hans, gözü yaşlı anasına sarılır ve gözden kaybolur. Bir saat kadar geçer, bu süre acılı anneye bir asır gelir. tekne sisten gözükmeye başladığında tekneye seslenirler Kayıp denizciyi buldunuz mu?" Cesur delikanlı Anneme müjde verin. Kayıp denizci ağabeyim Paulmuş!"

Çocuk aldırma

Doğmuş çocuğu beslemek için sarfedilecek paranın, ana rahmindeki çocuğun doğmaması için sarfedildiği bir dünyada bir bozukluk, ve terslik var demektir." (Rasim Özdenören) Çocuğun uzvundan kan fışkırıyordu. Kardeşini sünnet etmişti bağırabildiği kadar bağırdı Kanla beraber ağabey şok yaşıyordu. Anne ve babasına ne diyecekti? kanlı bıçağı pencereden fırlatıverdi. neye uğradığını anlayamadı Ortada felaket vardı Suçunu idrak edemeyecek kadar küçüktü. Oradaki reşit biri ona niye korkuyorsun evladım, anne babanın atmaya karar verdiği ceninden daha küçük bir şey kestin kardeşinden, onlar bir çocuğun dünyaya gelişini engellediler, onların suçu seninkinden büyük" diyecekti.çocuk, dünyaya gelmeden, ağlayıp gidecekti. Ona yaşama hakkı Aile Planlamacıları" tarafından haram ediliyordu. Bir küçüğü, bir yıldır hayatı tatmış, küçük ellerini gökyüzüne kaldırmış, yıldızları göstermişti.

Fakat yeni dünyaya gelecek masum, kendine kaderini ve hakikat tohumunun sümbülünü göremeden gidecekti. Batılı dostlarımız güçlenmemize razı değillerdi kadın ise çocuğunun alınmasını istemiyordu. Hayat şartları buydu. bu konuda kampanya vardı bazıları kanıyorlardı. reklamlardaki masraflarla dünyaya gelen çocuklar beslenebilirdi. Hastahaneler Aile Merkezleri" doğum kontrolü için bedava ilaç dağıtıyordu. Kadınların aldığı haplar sinirlerini yıpratmıştı. Üç çocuğa bakamazdı.
çocuk yiyiciydi. Ekonomiyi sömürecek, pahalılığa sebep olacaktı. Devletin ısrarlı gayretlerine rağmen ülkenin fakirlikten, enflasyondan kurtulamaması sonucu anne ve baba kendi evlatlarını, kendi elleriyle, başkalarına aldanarak katlediyorlardı. Onlar nesli ve ekini bozarlar" (Bakara 2/205) ifadesi ne kadar açıktı Kardeşinin tenasül uzvunu kestikten sonra sokağa çıktı.bir kuş gibi titriyor ve ağlıyordu. uyuyakalmıştı. sırtına çok ağır bir yük bindi


Şöförün arabası feci kazaya sebep olmuştu. ağlayıp bağırmadan kardeşinin gittiği, o meçhül aleme gidiyordu. Kocaman lastiğin altında körpecik vücudu ezilmişti. Olup bitenden haberi olmayan anne ve baba, hastahanede çocuğu olmayan komşuya rastlamışlardı. Baba, bu kadından rahatsız olmuştu. kadın, anneye yalvarırcasına: Ne olur aldırmayın bana verin, sizin yerinize ona bakıveririm, büyüyünce size vereyim!" demesine rağmen uzaklaştılar. Kadın çok hislenmişti. Herşey Allah'ın elindeydi? Verir imtihan eder, vermez imtihan ederdi evladdan güzeli var mıydı? çevremizde çocuğun terbiyesi zordu en iyi insanların çocukları bile mükemmel değildi Çocukların ilk doğdukları gündeki gibi günahsız büyümeleri lazımdı. Düşünen kimdi Bir selin ortasında herkes gidiyordu. kadın derin bir nefes aldı. Kendi hesabını rahatça verebilirdi, ama dünyaya gelmesine sadece vesile olacağı çocuğun günahını nasıl taşıyacaktı?

Rabbinden ümidini kesmemişti, nurtopu gibi bir evlad istiyordu. Allah ruhunu yarattıysa ona dünyada ceset giydirecekti.-yirmi sene sonra çocukları olanlar vardı. Hz. Zekerriya (as)'ın durumu mucizeydi. Kadın inkisar ve ümit arasında doğru yola koyulmuştu.
Anneye müdahale yapılıp çocuk alınmış, ekonomik sebeplerle bir masum kanı dökülmüştü. Anne birkaç damla gözyaşıy döktü Babanın yüzünde bu suç, bir korku, pişmanlık vardı
birbirlerine söz etmediler diğer çocuklarını bekletmek istemiyorlardı. onlara sarılarak ameliyathanede bıraktıkları masumun hasretini giderebilirlerdi. çocukları küçüktü, yalnız bırakamazlardı. Evleri görünmüştü. Bu kalabalık da neydi? Mahalleli onları farketmişti, ama feci hadiseyi nasıl anlatacaklardı, büyük oğlunun kamyon altında kalarak hayatını kaybettiğini nasıl söyleyeceklerdi? söylemeye gerek yoktu. Anne hadiseyi hissedip bayılmıştı bile. Hastahanedeki çocuksuz kadın anneyi teselli ediyordu. Baba evlerinin kapısını açarken gözyaşlarını siliyordu.
onları acı beklemekteydi. (M.Üftade)

*****************************************

Yüksel Hanım 16 Ağustos 1999 da kocası ile Ankara'da misafirlikteydi Kocası Yavuz Bey, o evine dönmek istiyordu. Yüksel Hanım kocasına, "Evimiz mi yıkılıyor, duralım bir gece daha!" diye çıkıştı. Ertesi gün kıyameti andıran büyük 17 Ağustos depremi patlak verince İstanbul'a dönen aile, Avcılar'daki evlerinde şaşkına döndüler o gece İstanbul'a dönmedikleri için Allah'a şükrettiler. "Dünya bir tuzaktır, tanesi de arzulardır."(Hz. Mevlana)

Kayseri Oto Sanayii'nde çalışan kaporta ustası, acil ödenmesi gereken bir senet geldiği için dua ediyormuş Allah'ım hiçbir kardeşime bir şey olmadan, borcumu ödemem için bana iki devrik, Bir çarpık araba gönder." Ülkemizin trafik kazalarındaki dünya şampiyonluğu malum Çok geçmeden dua kabul olunmuş ve ustaya iki çarpık araba gelmiş tamir Ve borçlar ödenmiş.
çarpık araba' duasının sahibi kaportacı, halı sahada düşünce ayağı çıkmış ve soluğu kırıkçı-çıkıkçıda almış. Çıkıkçıdan girdiğinde duası' hatırına gelmiş.
Usta, sormuş kırıkçıya Ayağı kırılan, çok olsun diye çok dua ediyor musun?
Uyanık çocuk cevap vermiş. "ustam. Siz nasıl çarpık arabadan para kazanıyorsanız biz de kırıktan para kazanıyoruz. kaporta ustası gelmeden kırıkçı ve babası da "iki kırık bir çıkık" duası yapmış!..


1983 te Teksasta Henry Ziglan adlı bir genç, nişanlısından ayrılır. üzülen ağabey Ziglan'ı öldürmeye karar verir.
ağabeyi, hedefi tutturamaz ve kurşun büyük bir ağaca gömülür. Aradan 15 yıl geçer Ziglan nedendir bilinmez, kurşun saplanan ağacı ortadan kaldırmak ister.
Ağacın dinamitle ortadan kaldırır.
Fakat senelerdir bekleyen tabanca kurşunu, dinamitlemede yerinden fırlayarak Henry'nin kalbine isabet eder ve ölümüne sebep olur.


Danimarka'nın gayr-i ahlaki film yapımcısı Folkepressen, yeni filmlerden birini seyrederken, başrol oyuncusunu 18 yaşındaki kızı sanarak kalp krizinden öldü. Folkepressen'in kızının Kopenhag'da öğrenim gördüğü bildirildi.
Ünlü yapımcı 250'den fazla gayr-i ahlaki filme imza attı 52 yaşındaki Folkepressen'in gözlerinin ileri derecede bozuktu, yaşlı görünmemek için gözlük takmaktan kaçınırdı Bütün bunlar akıl sahiplerine hayatın ibretlik bir film olduğunu göstermiyor mu? "Allah'ın size lutfettiği şeylerle şımarmayınız. Çünkü Allah, kendini beğenip övünen kimseleri sevmez." (Kur'an-ı Kerim, Hadid-237)


Titanic

1912 de, İngiltere'nin Southamptondan New Yorka hareket eden gemi 17 bin kişinin emeği ile inşa edilmişti zamanın en büyük gemisiydi. Gemiyi yapanlar batırılımayacağını iddia ediyordu Herkese, meydan okuyorlardı. Kendilerine güvenip gurur duyuyorlardı geminin ismini Yunan ismi Titanic yani yunan yer İlahsı Gaia ile gök ilahı Uranos'un birleşimiyle altısı dişi, altısı erkek olmak üzere on iki Titandı kaptan Smith ileri giderek, haşa "Yaratıcı bile gemiyi batıramaz." deme cür'etini gösterdi Gemi inşa edilirken her şey düşünülmüştü. İçinde, Paris kafelerinin benzeri olan Cafe de Parisien ve Türk hamamı da vardı bu muhteşem teknoloji harikası kompartımanlardan meydana gelmişti. gemi alttan darbe aldığında, sadece darbeyi alan bölüm su dolacaktı. geminin batması en az üç gün sürecekti. mutlaka yardım gelecekti. dünyanın en kaliteli çeliği bu gemide kullanılmıştı. Ancak Azap onlara ummadıkları yerden gelmişti." (Nahl Suresi, 26)

Titanic, soğuk bir Nisanda Foundlandda bir buzdağına çıkmıştı. Eğer nöbetçiler buzdağını farketmeden buzdağına çarpsaydı, gemi önden hasar alacak ve sadece ön kompartıman suyla dolacaktı. Böylece Titanic, batmıycaktı. Fakat buzdağı görüldüğünde son bir umutla manevra yapıldı. Dünyanın en büyük gemisi kendini kurtaramadı ve buzdağı gemiyi baştan sona bıçak gibi kesti. Bir değil bütün kompartımanlar su ile doldu ve batmaz denilen teknoloji devi Titanic, içindekilerin eğlence çığlıkları ölüm haykırışlarına dönüşerek sulara gömüldü. üç günde batmaz denilen Titanic, üç saatde okyanusun derinliğine gömülüverdi.insanoğlu putlaştırdığı şeylerle cezalandırılmıştı.
1992 de su altına 20 saatten fazla inceleme yapan Kanadalı uzmanlar, Titanicde çok enteresan noktalar yakaladı. Buzdağı, gemiye öyle bir çarpmıştı ki, o açının az veya fazla olması halinde kaza çok az zararla atlatılabilecekti. Nemrutça ve Firavunca davranışlar, şımarık sözler gayretullaha dokunur, karşılığı ağır olur.

Her şeyin ve herkesin üzerindeki Yüce Kudret'i unutan ve O'nun izzetini rencide edenler, ismiyle iddialarla tabiata, denize ve İlahi Kudret'e savaş açanların yaptıkları "batması imkansız" dev gemiyi sonsuz Kudret, Sahibi üç saatte sulara gömüverdi. Titanic macerayı yaşarken Allah (cc) kendisine sığınanların, O'na açıp dua edenleri boş çevirmiyordu. 1912 de Bayan Gracie, içinde büyük bir sıkıntıyla erkenden yattı. uyuyamıyor, dönüp duruyordu. kitabı yere düştü. Yerde denizde ölüm tehlikesi geçirenlerin selameti için okunan dua sayfası açılmıştı.Bayan Gracie Titanic gemisinde yolcu kocasını hatırladı.Kocasının selameti için dua etti ve daha sonra içi rahat uyudu.

Ertesi gün dev Titanicin battığını öğrendi.Titanic batmıştı. Kocası emekli albay Gracie döndü Albay Gracie, gemi batınca önce kadın ve çocuklara yardım etti. Ve Allah'a duaya başladı. Vapur l sulara gömülmeye başlayınca kendisini kurtarmak için bütün gayretiyle çabaladı ve suya çıkarak muvaffak oldu.Karısının duaya başladığı zaman, Albay da yolcularla birlikte kurtarılmış bulunuyordu.
******************************************
Evliyaullah'a yüksek hürmet ve bağlılık gösteren Sultan Selim babası gibi Allah'ın has kulu idi., bir gün divandan içeri hiddetlice girdi. Elbisesini değiştirtirmeden odada dolandı Ferhat Paşa'nın İskender Çelebi'yi kayırmasına gazaplanmıştı. aralarında dostluktan başka şeyler sezinlemişti. yüksek sesle şu sözleri sarfetti: Akibet görürsün hele Ferhat! şimdi İskender'i koruyup duruyorsun, ama ne fayda çıkacağını inşeallah birbirinize karşı asıldığınızda görürsünüz!.." seneler geçti ve Sultan Süleyman devrinde bu iki şahıs, Selim Han'ın geleceği görmüşçesine dediği gibi cürümlerinden dolayı karşı karşıya asıldılar.

"Ölmek değildir ömrünün en feci işi, Müşkül odur ki ölmeden evvel ölür kişi." (Yahya Kemal Beyatlı) Onyedinci asırda yaşamış ülemadan ve Sultan 1. Ahmed'in şeyhülislamlarından Çelebi Müfti Hocazade Mehmed Efendi, hastalıkdan korkan bir adamdı.
Çelebi'nin olduğu yerde hastalık ve ölümden bahsedilmez, kendisi hiç kimsenin hasta ziyaretine ve cenazesine gitmezdi. evinin hizmetçilerinden biri hastalanıp vefat etti. Efendi hazretleri konağına duvarcı ustası çağırdı, evin hizmetçisinin öldüğü odayı örmesini söyledi. Usta, kapıya duvar örünce Çelebi, git, bahçeden dolaş odanın duvarını del, naaşı gömsünler. oda bir daha kullanılmasın.
Hikmet-i İlahi, "sakınan göze çöp batar" misali, bütün dikkatine rağmen Hocazade Mehmed Efendi vebaya yakalanarak hayata veda etti. "Kundak ile kefen arası kaç adım?" (Gürbüz Azak)

Sevim hanım, yaşadığı Anadoluda kaynak atölyesi bulunan 35 yaşındaki Harun Keleş ile birleşti İki yıl sonra dünyalar güzeli ilk kızları Canan, ve Ebru dünyaya geldi. Mutluydular.. Sevim hanımın başında ağrılar başlayıp, ur oluştu Sevim hanımın tedaviye İstanbul'a gitmesine karar verildi. Ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde beyin ameliyatı oldu. Sevim hanım bu ağır kurtulduğuna inanmıştı ki yeniden rahatsızlandı. Kadını muayene eden doktorlar yaşaması için ilik naklinden başka çare olmadığını söylediler. Kızlarından ilik nakli düşünüldü. Ancak dokular uyuşmadı ve doktorlar, yeniden hamile kal. Doğacak çocuğun iliği uygun olabilir" dediler. tedavilerde Keleş Ailesi de varını yoğunu sattı
Genç kadın hamile kaldı oğlu Halit dünyaya geldi. Minik Halit ilik nakli yapılacak duruma gelince Sevim Hanım minik bebeğinden nakil istemedi Oğluma dokundurtmam. Ben öleyim ama ona birşey olmasın." diyerek hastalığı ilerliyordu. Sevim Hanım, yaşamak için doktorlara gitti "Oğluma kıyamadım. hamile kalsam, ömrüm yeter mi? diye sordu. Ve hamile kaldı. Fakat kaderden kaçılmıyordu. Sevim Hanım, bebeğinin doğumuna beş ay kala 1.5 yaşındaki Halit'iyle fırına ekmek almaya giderken ehliyetsiz bir sürücünün çarpmasına maruz kaldı.
Kadıncağız ilik nakli için kıyamadığı oğlu Halit'i can havliyle kenara fırlattı kendisi bu trafik canavarının sorumsuzca kullandığı kamyonetle dokuz metre sürüklenerek karnındaki yaşam umudu bebeği ile birlikte feci şekilde öldü.

"Allah kibirle kasılan, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez" (Kur'an-ı Kerim, Lokman-18)
Her alanda dünyanın en büyük ve süper gücüyüm diyen ABD, uzayda üstünlüğü ele geçirmek için giriştiği uzay yarışında 1986 da "Challanger" uzay mekiğini hazırladı. NASA tarafından hazırlanan ve "Meydan Okuyucu" manasına gelen Challanger, göz kamaştırıyordu. ABD Başkanı Reagan, uzay mekiğine, dünyaya "biz böyle büyüğüz, süperiz!" diyebilmek için bu ismi vermişti Başkan Reagan, Senato'da konuşurken mekik fırlatılacaktı planlar tasarlandığı gibi gitmedi. Çünkü insanların planlarının ötesinde Mutlak ve Sonsuz Kudret Sahibi'nin planı vardı ibret penceresinden görünen nice üstünlük taslayanlar, büyüklükle kibirlenenler küçük bir sinekle veya karınca ile hatta görünmez bir mikropla yıkılıp gitmişdi.
tarih misliyle tekerrür eddi herşey mükemmel zannedilirken asrın teknolojisi yüzbinlerin gözleri önünde kalkışından 72 saniye sonra paramparça oldu.

İkinci Dünya Savaşı şiddetle devam ederken Müttefik İngiltere, Fransa, SSCB ve ABD Avrupa'ya çıkartma kararı aldı. tarihler 6 Haziran 1944'ü gösteriyordu. çok gizli bir karardı şifrelenmişti.
Amerikan çıkartması için Alman işgalindeki altındaki Fransa'nın Normandiya sahilinin şifreleri "Utah ve Omaha" idi. Sahile yaklaştırılacak istila şifresi "Overlord" ve deniz operasyonu şifresi"Neptüne" idi. Telegraph gazetesine bir ilkokul öğretmeni 20 seneden beri bulmaca verirdi. Öğretmenin, o gün gazeteye verdiği bulmaca çözümleri şöyleydi:
Utah", Omaha", Mulbery" ve "Neptüne ve Overlord"du. öğretmenin harple hemen hiç ilgisi yoktu. Fakat düşündürücü bir tevafuk ile bulmaca çözümünü çok orjinal bir şekilde tertip etmişti. "Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir." (Kur'an-ı Kerim, Şura-30)

Portekiz'de 27 yaşındaki Sophie Lagoa ismindeki bir kadın sürücü, sarhoş araba kullandığı için trafik polisleri tarafından mahkemeye sevkedilir.
Kadın, cezasından kurtulmak için çok iyi bir avukat olan Borja ile anlaşır. Avukat, Sophie'yi kurtarır. musibetten ders alamayan Sophie, beraatini kutlamak için bara gidip sarhoş oluncaya kadar içer. yine sarhoş direksiyona geçer. Ve sarhoş kafayla bir vatandaşa çarparak arabasıyla sürükler. adam ölür. Bayan Sophie hapishanenin yolunu tuttuktan sonra, arabasıyla çarparak ölümüne sebep olduğu adamın, kendisini sarhoş araba kullandığı gerekçesiyle cezadan kurtaran avukat Borja olduğunu öğrenecektir. "İbret alınacak şey ne kadar çok, ibret alan ise ne kadar az." Hazreti Ali (a.s.)


1981 de Halit İslamboli ve arkadaşları, düşman kabul ettikleri Mısır Başkanı Sedat'ı resmi geçitte öldürdüler.Tasmalı Çekirge" kitabın yazarı, eski Dışişleri görevlisi İsmail Berdük hadisenin düşündürücü ayrıntılarına dikkat çekiyor: Resmi geçitte göremediğimiz bir yerden havai fişek atılır gibi havaya sekiz adet füze fırlatıldı, bunlar havada dağıldı. Dördünden Mısır bayrağı, dördünden Enver Sedat'ın yüzü bulunan renk ağırlığı yeşil bayraklar çıktı. Bunlar havada dalgalanmaya ve halktan alkış duymaya başladılar. Ehramda dörder bayrak direği vardı. ehrama yakın olan ikisine Mısır bayrağı, diğerlerine silahlı kuvvetler bayrak çekmişti. Havadaki Sedat bayraklarından biri Mısır bayrağına sarıldı.iki bayrak birlikte dalgalanır hale geldi. Bu yüzyıl boyu tekrarlanamazdı. manzara halkı oluşturdu. Allah'ın millet ile 'reis'i arasındaki yakınlığı ispatladığına inanıldı. Sedat'ın resmini taşıyan bayrağın durması zorlaşıyor, bayrak aşağı kayıyordu. Uzun süre buna kimse aldırmadı. Fakat görüntü tatsızlaştı. Kimse gidip bunu almayı akıl etmiyordu. Sedat'ın kendisi de görmez olmuştu. bayrak birden, tam Sedat'ın boğazına isabet eden orta yerden ikiye ayrıldı.
15 dakika sonra da Sedat'ın bayrağın yırtıldığı yerden, boğazından vurulduğu görüldü.


Meşhur ihtilalci General Madanoğlu, yüzbaşı rütbesiyle orduda görev yaptığı yıllarda, doğuda bulunuyormuş.
Bir gün bir yılan yavrusu Madanoğlunun çadırına getirilir Eline bir ot parçası alıp başlamış yavru ile oynamaya, otu onun ağzından çekiyormuş, yılan yavrusu da otu kapmaya çalışıyormuş. yüksek rütbeli bir subay Madanoğlu'nun çadırından girince masum yılan yavrusunu ezivermiş. Madanoğlu diyor ki: "O gece, o yüksek rütbeli subayın çadırında yangın çıktı." "Her ne doğrarsan aşına, o çıkar karşına." (Atasözü)

Sık sık evinin kapısını çalıp birşeyler dilenen kadından bıkan evin hanımı, yine dilenci kapısını çaldığında ondan kurtulmaya karar verir. Dilenciye beklemesini söyleyip mutfaktan ekmek alır ve peynir, zeytin yerleştirir. arasına haşarat zehirinden dökmeyi ihmal etmez. ekmeği dilenciye uzattığında, kadın "Allah razı olsun." deyip ayrılır.
acıkan kadın ekmeği çıkarıp yiyeceği esnada elini yüzünü yıkaylan bir askerin baktığını görür. Askerin yorgunluğu anlaşılmaktadır. Dilenci, Gence acır ekmeğini askere buyur ederek uzaklaşır.
ekmeği iştahla yiyen asker, acıyla kıvranır. cemaat genci evine götürürler.
Evin hanımı, binbir ümitle beklediği terhis olmuş oğlunu perişan görünce övünmeye başlar. oğluna sorar Delikanlı bir dilencinin kendisine ekmek verdiğini, onu yedikten sonra bu hale geldiğini söyleyince kadın verdiği ekmeği hatırlar ve başından aşağıya kaynar su dökülür.
övünmeye başlar Arslan gibi delikanlı oracıkta gözlerini yumar. "Bütün bahtsızlıklar yokluktan değil, çokluktan gelir." (Tolstoy)


Bediüzzaman Hazretleri, dünya hayatında haram yolla bir maksadına ulaşmaya çalışanın ceza göreceğini; o işten ne lezzet ne de necat, elde edemeyeceğini söylüyor. İşte ibretlik bir hadise: Oktay Güdük, 773 milyar lira gibi büyük bir para kazanınca Türkiye gündeminin ilk sırasına oturan bir Loto kumar oyuncusu... iki göz gecekonduda oturan bu sıradan adamın milyarder olunca tipi, evi, işi arkadaşları, her şeyi değişti. Dünyası ve huzuru da Oktay Güdük lotoyu kazanınca sırra kadem bastı. Şimdi korumalarıyla dolaşıyor:
"Loto çıktığından beri Tam üç yıl oynadım. hiçbir şey çıkmadı. Vazgeçmedim.kafayı yemek üzere idim. kardeşimle çıkacaktım. Kaynanam kızdı. Ben de kardeşime gel, dedim.
Tv'de loto açıklanıyor. kuponu alıp bakmaya başladım. öyle bir bağırıp havaya sıçramışım ki, Karım delirdiğimi sandı. Kaynanam şüphelendi. 'Nereden buldun bu parayı?' dedi Haram para' diye tutturdu. Köyüne gitmek istedi. 'öldüğümde iki dua et, yeter.' dedi. Lotoyu kazanınca evden çıkamadık. vay anam ne bela şeymiş çok para kazanmak. İstanbul kazan biz kepçe dolaşdık. kaçak gibi... Siz, garibanlığı yoksulluğu anlayamassınız.Bir-iki tane sessiz telefon gelmişti. Çok tehlikeliydi uyduruk gecekondu evim. Gelip basarlar, kaçırırlar, her şey olabilirdi.
Gece, arkadaşa gittik. başladık dolaşmaya... onun evi, bunun evi derken, perişan olduk. huy bozuldu. üç yaşındaki oğlum, önüne geleni dövüyordu Kızımı okuldan almak zorunda kaldım. kaçırabilirlerdi, para sızdırmak için. Şimdi özel, ders alıyor. Çok para veriyorum; ama olsun. Siz fotoğrafı yayınlayınca bıyığımı kesmek zorunda kaldım.Sakal bıraktım. Ben, ben olmaktan çıktım. Başladı karım söylenmeye, 'Kesme bıyığını nerden çıktı bu sakal, düşmana benzedin.' diye. Ama tanınmamak zorundaydım. Kimse lotocu olduğumu bilmemeli. İstanbul'u dolaştık. 25 gün boyunca. Saklanmak için... Valla, ev gibisi yok. şimdi asma yapraklanmıştır. komşu sokaklardadır. Yeni evim çok rahat; eski evimi tutamaz. toprağı özlüyoruz. Yemek yiyemiyorum.Çalışmayınca, vücudun ihtiyacı olmuyor. Sizin gibi, herkes gibi, eskisi gibi sıradan normal bir insan olmak istiyorum. Çoluk çocuğumla mutluluk ve huzur istiyorum. Para her şey değil. Huzur en önemlisi. Düşün yakamdan!..." Bir Gazete Haberi: LOTO MİLYARDERİNİN KARISI İNTİHAR ETTİ
"Servetin batırdığı insan sayısı, kurtardığından çok fazladır." (Bacon)
Gaziantep'te lotodan 600 milyon lira kazanan Loto milyarderi Mustafa Ağbay'ın üç aylık hamile karısı, dördüncü kattan atarak intihar etti.
18 yaşındaki Hülya Ağbay'ın cesedinde dayağa rastlandı. Polis, her yerde Loto milyarderini arıyor.


Jake Fen adlı bir Macar, eşini korkutup eğlenmek için boğazına ip geçirip kendini asmış pozu vererek rol yapar. eve gelen bayan Fen, kocasını o halde görünce korkudan şoka girerek bayılır.
Fen ailesinin evine gelen komşusu içeri girer ve iki cesetle karşılaşır. evi soymaya kalkar. onları farkettirmeden seyreden Jake Fen, kadına bir tekme atar.Cesedin canlandığını sanan kadın korkudan can verir. Yargılamada Jake Fen beraat eder. "Tecrübenin bir dikeni, bir tarla dolusu uyarıdan daha değerlidir." (James Russel Lowell)

iş kazasında tutanağa "Planlama Hatası" diye yazmıştım. hadiseler aynen anlattım gibi olmuştur: ben bir duvar ustasıyım. İnşaatın altıncı katında işimi bitirdiğimde tuğla artmıştı. 250 kg tuğlalayı aşağıya indirmek gerekiyordu.
varili altıncı kata çıkardım. İpi çözmemle kendimi havalarda buldum. Ben 70 kiloyum. Varil ise 250 kilo. 250 kiloluk varil aşağıya düşerken beni yukarı çekti. Heyecandan ipi bırakmayı akıl edemedim. Yolun yarısında varille çarpıştık. Sağ iki kaburgam kırıldı yukarı çıkınca, iki parmağım iple beraber çıkrığa sıkıştı. Parmaklarım kırıldı. varilin dibi çıktı ve tuğlalar etrafa saçıldı. Varil hafifleyince, ben aşağı inmeye, varil de yukarı çıkmaya başladı ve yolun yarısında varille çarpıştık. Sol bacağımın kavalkemiği de kırıldı. Can havli ile ipi bıraktım Başımı kaldırdığımda boş varilin süratle üzerime geldiğini gördüm. Kafatasım da böyle çatladı Bayılmışım, gözümü hastanede açtım. Cenab-ı Hakk'ın tüm kullarını görünmez kazalardan korumasını diler, hürmetlerimi sunarım öperim.

"Hayatını aldıklarınla kazanırsan ama verdiklerinin üzerine bina edersin.(Winston Churchill) Bir İngiliz karı koca, yanlarına oğullarını da alarak İskoçya'nın uçsuz bucaksız kırlarına gitmişlerdi. genç adam tek başına dolaşmaya çıktı.suya girdi. Başına geleceklerden habersizdi Delikanlı, su birikintisinde dayanılmaz bir sancıyla anda ne olduğunu şaşırdı. ayağına kramp girmişti. acılar içindeydi Hayat mücadelesini kaybetmeye başladığını hissetmişti ki, dehşet ve panikle bağırdı.
Suyun yakınlarında bir köylü feryatları işitince sesin geldiği tarafa koştu. genç köylü delikanlıyı boğulmaktan kurtardı.
Delikanlının babası köylüyü teşekkür için davet etti. Delikanlının babası cesur köylüye gelecek planlarını sordu. Babam gibi çiftçi olacağım maalesef" diye isteksizce cevap verdi genç adam. şükran ve vefa borcu için fırsat bulduğunu düşündü. Başka bir şey mi olmak isterdin diye sordu genç köylüye.
Evet" diyen İskoç, doktor olmak isterdim. Ama fakiriz eğitimi babam karşılayamaz..." Üzülme... dedi, İngiliz baba. "Tıpta okuman için bütün masraflarını karşılayacağım!..." uzun yıllar geçti. Aralık 1943'de Winston Churchill Kuzey Afrika'da zatürreydi.
penisilin adı verilen mucizevi ilacı keşfeden Sir Fleming'e haber gönderildi.
Fleming, İngiltere'den Afrika'ya uçtu yeni ilacını hastası İngiltere Başbakanı'na tatbik etti. Penisilin keşfine kadar ölümcül olan zatürre, Churchill'i öldüremedi Penisilini keşfeden ve başbakanı tedavi eden Alexander Fleming, Churchill'in hayatını kurtardı. Hem de ikinci kez!? Yıllar önce İskoçya'da genç Churchill'i boğulmaktan kurtaran ve baba Churchill'in desteğiyle tıbbiyeyi okuyan genç İskoç, Doktor Fleming'ten başkası değildi.


2.Dünya Savaşı'nın şiddetle devam ettiği barut dehşetinin yaşandığı günlerde İngiliz Başbakanı Churchill ülkesinin savunma güçlerine moral vermeye gidecekti. Şöförü, Başbakanın hareketi için hazır bekliyordu. Churchill gözükünce şöför, onun için arabanın kapısını açtı. Churchill hayatında ilk ve son olarak açık kapıyı bırakıp arabanın öteki kapısından bindi. Şöför, bu garip davranışa anlam veremedi. Arabayı çalıştırdı ve yola çıktı. Makam arabası yola çıktıktan sonra bir bomba patladı ve arabanın iki tekerleği havaya fırladı. kilolu olan Başbakanın ağırlığıyla araba devrilmedi Churchill ve söförü ölümden kurtuldular.

Gitme ey yolcu, beraber ağlaşalım:
Elemim bir yüreğin kârı değil paylaşalım: Öyle dehşetli dönen matem ki! Karşımda vatan nâmına bir kabristan
Yatıyor şimdi... Nasıl yerlere geçmez insan? (Mehmet Akif Ersoy) Mukaddes Kitabımız Kur'an-da korkunç depremler şöyle haber veriliyordu: nice beldeler helak ettik ki, azabımız onlara gece ve gündüz uykusunda ansızın geliverdi."
akıl sahiplerinin ibretine sunulan bu korkunç yer sarsıntıları ülkemizdede meydana gelmiştir büyük depramlerde eş, dost ve birbirlerine koşarlar. 17 ağustos gibi Büyük bir depremin olduğu gece Çınarcık'taki evleri yıkılan Kemal Gündüz, karısı ve kızları Elif ile Ecem enkazda kalmışlardır. bölgeye koşan Kemal Bey'in bacanağı Şadi Bey ümitle enkazı eşelemektedir yorulan Şadi Bey, biraz nefes için enkazın yanındaki çimene uzanır. Şadi Bey, rüyada Kemal Bey'i görür. Kemal Bey rüyada: "Bacanak kurtarın." diye acı acı feryadla yardım ister. Şadi Bey, bir kepçe bulup operatöre işaret eder. "Tam şuraya vur."
Kepçe ilk darbeyi indirince Gündüz ailesinin muhabbet kuşu yıkıntılardan kanat çırparak dışarı çıkar. Herkes ümitlenmiştir. "Kuş bu kadar saat yaşamışsa hayat ümidi var" demektedirler. Şadi Bey aşağıya doğru bağırdığında derinlerden Gündüz ailesinin sesleri gelir. Bir rüya gerçeğe dönüşür ve aile enkazdan sağ salim çıkar "Uyku nasılki için rüya-yı sadıka cibetinde bir mertebe-i velayet hükmündedir. umum için, gayet güzel ve muhteşem bir sinema-ı Rabbaniyenin seyrangabıdır. güzel ahlakı, güzel düşünür. Güzel düşünen, güzel levhaları görür, fena ahlaki fena düşündüğünden, fena levhaları görür."(Bediüzzaman)

İran- Irak Savaşı'nda kaybettiği kocasının biriktirdiği imkanları tüketmiş, bir gün aç, bir gün tok yaşar hale gelmişdi. geride kalan üç çocuk yokluk bilmiyor, acıkınca feryad basıyordu Kerkükte sefalet kol geziyordu. Kim kime yardım edecekti yıkılmaış evceğizinden ümitsizce bakarken bir taksinin durduğunu, görmüştü. Bütün cesaret ve ümidle şoföre seslendi Sakın beni dilenci zannetmeyin. Üç çocuğumla üç gündür açım. namusumun lekelenmesinden korkmaya başladım. Allah rızası için yardımda bulunun. açlıktan ölmeye razıyım. Fakat çocuklarımın çığlıklarına tahammül edemiyorum... Beklemedik bir anda gelen bu Allah rızası için yardım talebine şoför şaşırtmıştı. Düşündü Cebinde bir miktar parası vardı . Ancak aylardır biriktiriyordu. taksinin dört lastiği eskimişti değiştirmek için çırpınıyordu akşamları hanımı ikazdan geri kalmıyordu: O an için nefsi ve şeytanı birlik olup vesvese verdi Sen zaten zor geçinen kimsesin. Yardım edemezsin. Bas, git yoluna.
Fakat imanı ve vicdanı sesleniyordu
Para dediğin bunun için lazımdır Biriktirdiğin parayı muhtaca vermelisin. Tam yeridir! nefsini ve şeytanını yener, tüm parasını Al bacım, sen namusunla yaşa. Bu para idare eder. Sonrasına da Allah sebepler yaratır demiş, oradan uzaklaşırken, kadını sen ihtiyacımı karşıladın, Allah da senin ihtiyacını karşılasın... duasını duymuş, gün boyunca hep (amin) demişti Akşam eşinin sorusuyla muhatap oldu:
Adam, hiçbir şey hissettirmeden geçiştirdi. Bu geçiştirme işi sürerken hiç beklenmedik bir durumla karşılaşır
Hanımı ladres yazılı bir kağıt uzatıp şöyle der Bugün lastikçi geldi, Yarın bana gelsin lastiklerini değiştireceğim, deyip gitti. İlk işi adrese gitmek oldu. tamirciyi hayatında hiç görmemişti Elindeki kâğıdı uzatınca şaşkınlık yaşandı. Adam: Sen o musun, deyip boynuna sarıldı, hıçkıra hıçkıra ağladı
Tam üç gündür Resülullah Aleyhisselam rüyama giriyor ve şu adresteki şoförün lastiklerini değiştir, şefaatime nail ol" buyuruyor. Allah için söyle. ne iyilik ettin, nasıl bir dua aldın ki, Resülullah üç gündür beni ikaz ediyor, senin için beni vazifelendiriyor?"Hiçbir yiğidin kaza ve kader okuna karşı kalkanı yoktur." (Hazreti Ali(r.a.))

Kayseri-Kuşadası seferinde akaryakıt tankeriyle çarpışan yolcu otobüsü alevler içinde cayır cayır yanar ve bu korkunç görüntü hafızalardan kolay kolay silinmez korkunç kazada otobüsteki 48 kişiyle birlikte Türk milletinin yüreği alev alev yanar Otobüsün metal kısımları kavrulurken "Dünyada ölümden başkası yalan" yazılı bir kağıt parçasının yanmaması tam bir ibret-i âlemdir

Erciyes Üniversitesi 3. sınıf öğrencisi genç bir kız da, alev topu otobüsten yanmadan kurtulmuştur Şencan Komşucu adlı kız Kayserili Faruk Çarşıbaşı adlı Hayırseverden burs alıyordu. Kızımız Cumhuriyet Bayramını fırsat bilip memlekete gitmek için otobüste yer ayırttı. Bursu için kaza gecesi Faruk Çarşıbaşı'nın kapısını çaldı. Şencan'a, "Burs işini pazartesi halledelim " denildi. Şencan, ailesine iki gün geç gideceğine üzülmesine rağmen "geç olsun güç olmasın" düşüncesiyle otobüsünü iptal ettirdi. kaderin garip tecellisi olarak otobüse binmekten kılpayı kurtuldu. Faruk Bey'e hayatımı kurtardınız. Bana cuma akşamı bursumu o alev gibi yanan otobüste yanacaktım otobüse de binmedim. yanmaktan ve ölmekten kurtuldum." der. sonra da, Faruk Bey'e teşekkür edip memleketine gider.

Alev otobüse binmekten son anda vazgeçip kurtulan Şencan, memleketinden dönünce okula gitmek için otobüse geldiğinde Aceleyle yetişir ama otobüs hareket halindedir. Otobüs durunca Şencan otobüsün durduğunu zannederek kapıya koşar. Kapının açılacağını bekleyen Şencan ayağını kapıya uzattığı anda Şencan'ı farketmeyen otobüs şöförü hareket eder ve şencan aracın tekerleklerinde ezilir. Feci şekilde yaralanan Şencan Tıp Fakültesine kaldırılır, fakat kurtulamaz.
ecel Şencan'ı yanan otobüste değil başka otobüste yakalamıştır.


Hayatımız, yaptığımız tercihlerin toplamıdır." (W. Dwyer) Bir astsubay adayı, askeri okuldan mezun olup göreve başladıktan sonra arkadaşlarına Hızlı yaşa genç öl". Cesedin yakışıklı olsun" sözünü tekrar ediyordu. Arkadaşları, ona böyle söylemenin doğru olmadığını belirtiyordu genç astsubay ısrarla bu sözü söylüyordu
Genç astsubayın ölüm haberi ulaştı Astsubay, atış poligonunda silah talimi yaparken hedefinden seken kurşun başka hiçbir yere değil doğrudan astsubaya yönelmişti. Gencin cenazesinde arkadaşlarından biri sessizce Gerçekten de sık sık tekrarladığı gibi hızlı yaşayıp genç öldü." "Ölüm, mayamızdır. Ondan kaçmak, kendimizden kaçmaktır. Bizim tadını çıkardığımız varlıkta, hayat kadar ölümün de yeri vardır. Dünyada geldiğimiz gün, bir yandan yaşamaya,bir yandan da ölmeye başlamaz mıyız." (Montaigne)

New Yorkta karla kaplı soğuk kış günlerinde, ikisi de Amerika'nın değişik bölgelerinde iş gezilerindesi karı-koca, Florida da buluşup, yaz yaşandığı bölgede dinlenmeye karar verirler.
Florida'ya karısından önce giden koca, eşine de yer ayırttıktan sonra, e-mail gönderir. Fakat mesaj, yanlışlıkla karısına değil , bir gün önce ölen yaşlı papazın karısına gider. Papazın yaşlı karısı, korkunç bir çığlıkla yere düşer.
Kocasının ölümünden dolayı çok üzgün olan kadının çığlığı üzerine ev halkı odaya dolar ve herkes, yerdeki kadın için koşuşturmaya başlar. Kadıncağız sonra kendine gelir ve korku içinde bilgisayarı gösterir. bilgisayarda şöyle bir mesajla karşılaşırlar: "Sevgili karıcığım! Buraya ulaşır ulaşmaz, senin gelişinle ilgili işlemleri tamamladım. Sonra bana ayrılan yere yerleştim.
Burası gerçekten çok sıcak... Seni özlemle bekliyorum. Kocan..."
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-19-2018, 22:39   #10
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak vehbi tülek.com

TEK KOLLU REİS

1514 te Oruç Reis, dört gemisiyle Kuzey Afrika’da Becaye kalesinde, dokuz gemilik İspanyol filosunu denize batırır, ikisini zapteder Diğer İspanyol gemisi ise Becaye limanına sığınır. Oruç Reis kaleyi toplarla döğmeye başlar ikiyüz levendimiz şehid olur. Ancak osmanlı levendleri yılmaz ve sekizinci gün kalede, gedik açılır Oruç Reis kaleden içeri girer Fakat düşman güllesi ile yaralanır. muhasara kaldırılır Oruç Reis’in kolu kangren olmuştur ve kesilir mikrop kapmaması için kızgın zeytinyağına daldırılır bu kaleyi
Oruç ve kardeşi Hızır, iki sene sonra onbir gemiyle tekrar kuşatır. Oruç Reis tek koluyla kılıç sallarken levendlerine şöyle haykırır“Ben bu kal’ada bir kolumu bıraktım. kellemi dahi bıraksam n’ola ve Muhasaranın beşinci günü Becaye kalesi fethedilir

BIRAKMA BİZİ BABA

İspanyollar 1518 de Oruç Reis’i Tlemsen kalesinde ablukaya alır Oruç Reis bir huruç hareketinde 700 düşman askerini öldürmüş, 100 tanesini esir almıştır Ancak cephane tükenmiş,ve Oruç’un yanında sadece kırk levend kalmıştı. Gerisi şehid olmuştur kırk kahraman ve Oruç Reis İspanyolların gaflet anında kaleden çıkıp muhasarayı yararlar. Oruç reis ve 40 cengaver Sanaldo ırmağına varır İspanyollar 20 levendi kuşattılar. Bunlar Oruç Reis’e:“Bırakma bizi baba!...” diye seslenince Bu feryad, büyük Türk denizcisini can evinden vurur. babalık ruhu, onu evlatlarının yanına sürükler Fakat leventleri şehid edilmiştir. kalan levendleriyle düşmana son kez saldırır kılıç kaldıracak kuvvet kalmamıştır Hepsi şehid düşer Oruç Reis tek koluyla düşmanı haklar bir mızrakla göğsünden vurulur ve şehid edilir Mübarek başını göğsünden ayıran ispanyollar onun başını Cezayir Valisine gönderirler

KANUNİNİN ATININ ÜZENGİSİ

Sultan I. Murad devrinde kurulan ve daima padişahın yanında olan
Yeniçeriler, yalnızca askerlikle uğraşır ve zanaat ile meşgul olmazlardı Sultan Süleymanın seferde üzengisi kırıldı. bir yeniçeri tamir etti. padişah, atına bindi. Üzengiyi kimin yapdığını sordu. Kanuni:“Yeniçeri neferinin zanaatla uğraşması kanuna aykırıdır.” Diyerek, yaptığı iyilik için önce ihsanda bulundu, sonra kanuna aykırı iş yaptığı için ordudan ayırıp memleketine gönderdi.

YÜZ SOPA

Sultan Süleyman, gençliğinde zamanın meşhur alim ve hocalarından çok iyi eğitim almıştı. diğer şehzadeler gibi sanat öğrenmesi gerekiyordu İstanbul’un en meşhur kuyumcusuna gönderildi. mesleğinin bütün inceliklerini öğrendi ustasının verdiği işi yapmayınca. Ustası Sana yüz sopa vuracağım” diye yemin etti. Şehzade Süleyman annesine söyleyince Valide Sultan ustaya oğlunun affını rica etti ve bin altın ihsan etti. ustası Şehzade Süleyman’a bin altın vererek, yüz adet altın tel yapmasını emretti. Telleri bir araya getiren usta tellerle Süleyman’a bir defa vurarak yeminini yerine getirdi.

OSMANLILAR KARŞISINDA

Avrupa Hristiyan dünyası Osmanlılara karşı daima birleşmişlerdi.
I.Viyana kuşatmasında, şehri savunan Haçlı subaylarından bir Alman ile Portekizli münakaşa etmişler ve sabahleyin birbirlerini düelloya davet etmişlerdi. tam kılıçlarını çektikleri sırada, Osmanlı topçu ateşi başladı ve Osmanlı askeri hücum etti. Alman subayının sağ, Portekizlinin sol kolu kopmuştu. iki düşman, hücum eden Osmanlı askerine karşı tek vücut gibi bitiştiler. Biri sol, diğeri sağ eline aldığı kılıçla Osmanlı askerine karşı savaşdılar. 1 Osmanlı askerimiz
şehid düşerken kendileri de ölmüştü


KILIÇ ALİ PAŞA HAMAMI

Kılıç Ali Paşa, Tophane’de yaptırdığı cami inşaatında işçileri kontrol ediyordu. Güzel yüzlü, saf bir Anadolu çocuğu olan işçi, sırtına kocaman bir taş almış, iskele basamaklarından çıkıyordu, taşı yere koyacağına tekrar iskeleden iniyor taşı yere koyuyor, tekrar sırtına alıp yukarı çıkıp, tekrar aşağı iniyordu. Bu durumda Kılıç Paşa, genç amelenin yanına vardı ve sordu. Kılıç Paşa’yı tanımayan bu genç:
“Efendi Baba, ben ameleyim, ücretle çalışıyorum inşaat mübarek bir camidir Ben gece elimde olmadan kirlenmişim. gusletmem icabeder Halbuki burada hamam yok, mesai başladı. Bırakıp gitsem, iş geri kalacak ve ücretim helal olmayacak. kirli vaziyette taşın camiye konmasına da gönlüm razı olmuyor. Bu amelenin samimiyet ve sadakati Kılıç Ali Paşa’yı duygulandır dı bir miktar para vererek hamama gönderdi. camii mimarı Koca Sinana Mimarım, muradım odur ki, acele hamam inşa oluna. Bırak camimiz geri dursun. Evvel hamamı inşa ile Ümmet-i Muhammed’in istifadelerine, Allah rızası için hizmete âmâde kılaım. Sonra camiyi tamamlarız” dedi ve hamam inşasından sonra cami inşaatı tamamlandı.


DERYA ÜZRE CAMİ

Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa, padişah III. Murada çıkarak, bir cami yaptırmak istedi. Fakat şair ve nüktedan bir padişah olan 3. Murat Sen ki deryalar serdarısın. Muktedir isen camii derya üzre inşa et! Sana karada yer yoktur” diye ferman buyurdu. Kılıç Ali Paşa gayet soğukkanlı Hünkarımız doğru derler evimiz de, mekanımız da deryadır mabedimizin derya üzredir deyip huzurdan çıktı. Fakat deniz üzerinde cami nasıl yapıla caktı? en büyük mimar Koca Sinana vardı Tophanede inşaatın yapılabileceğini söyledi Mimar Sinan’ın inşaat yerini beğenmesiyle Kılıç Ali Paşa, kadırgalarla Anadolu sahillerinden iri kayaları taşıttı Tophane denizini doldurdu. birkaç günde küçük bir ada meydana geldi. sahilde ahşap bir köprü inşa edildi. Mimar Sinan Eserini tamamlayınca Deryalar kudursa ve azgın dalgalar kubbenin tepesinden aşsa, yine bu mabed kıyamete kadar kalacaktır” dedi. Sonraki asırlarda, sahil ile caminin bulunduğu ada doldurularak cami denizden içeride kalmıştır.


HAKANİ MEHMED BEY’İN RİCASI

1600 senesine kadar, küçük devlet memurları ve halk İstanbul’da ata binemezdi. “Hilye-i Peygamberî” adlı eseri yazan Hâkânî Mehmed Efendi 1598 de yetmiş yaşını geçmişti Vazifesi Babı âlî , evi de Edirnekapı’da idi. Padişah III. Mehmed, eserine karşılık ne mükafat istediğini sordu. Mehmed Efendi ihtiyar oldum. Her gün yayan gidip gelmeğe kudretim kalmadı, müsaade buyurulursa hayvan ile gidip gelmek istiyorum” dedi. Padişah, bu kadar kıymetli esere rağmen kanunu bozmadı. Bâbıâlî civarında bir ev alındı ve arzusunu bu şekilde yerine getirildi

TOPRAK TAŞIMAYA GİDERÜM

14.cü Osmanlı Padişahı I. Ahmed 14 yaşında tahta çıkmış ve 14 sene hükümdarlıktan sonra 28 yaşında vefat etti. Ölüm döşeğinde hocası Mustafa Efendiye Hocam, 28’de kaç 14 vardur” dedi. Mustafa Efendi:“İki defa devletlûm cevabını verdi. Sultanahmed camiinden ezan sesi gelmeğe başladı. Sultanın hocası, padişahın, cami inşaatında eteği ile toprak taşıdığını hatırladı.sultan ahmet sultan ahmet camiinin inşaatında İşçileri şevke getirmek için her hafta inşaata gitmiş ve eteği ile toprak taşımıştır Ezandan sona Sultan Ahmed ayağa kalkmak istedi hocası Mustafa Efendi sordu Ne oluyorsun Devletlû?” dedi. Padişah Toprak taşımaya giderim hocam!...” dedikten sonra Kelime-i Şehadeti söyleyerek ruhunu teslim etmişti.


KOCA CAFER PAŞA

Avusturya ordusu serhad kalemiz Temeşvar’ı muhasara etmişti. Kaleyi, ihtiyar fakat çok tecrübeliolan Koca Cafer Paşadan almak zordu. Kale 4 sene düşmana karşı koydu. Açlık, yorgun luk muhafızları bezdirmedi. kaleye 4 yıldır yardım gelmemişti. Avusturyalılar kaleyi alamayınca kumandanı Koca Cafer Paşa’ya bir mektup gönderdi Zahireniz tükenmiştir, büyük bir Avusturya ordusu üzerinize doğru geliyor. Kaleye imdad ihtimali kalmamıştır. Kaleyi teslim ederseniz harçlık olarak size birkaç bin duka altın verilecek tir.” Deniyordu. Koca Cafer Paşa mektubu gülümseyerek okudu. gözlerini, mektubu getiren elçiye dikti. Yanındaki askerden ekmek istedi. Osmanlı askerinin yediği ekmeği düşman elçisine gösterdi ve:
muhafızlarımın çektiği ızdırap ve mahrumiyet doğrudur işte askerimizin yediği ekmek. Bu kale benim değil milletimindir. Ben kaleye muhafız edilmişim. Bana ait olmayanı başkasına veremem. Sonuna kadar müdafaayla mükellefim. Ben servet sahibi değilim. Rüşvet muradım değil dir. Miras olarak evladıma, getirdiğiniz mektubu bırakacağım.” Dedi ve topallayarak yürüdü. Muharebede sakatlanmıştı. Elçiye dediki Görüyorsunuz ki ihtiyarım, ayağım sakattır. Sizin kumandan genç ve dinçtir. birer kılıç alıp. İkimiz Temeşvar kalesinde döğüşelim kumandanınız beni öldürürse kaleyi derhal size teslime söz veriyorum. kumandanınızı haklarsam buradan gitmeyi taahhüd eder misiniz?”düşman elçisi ihtiyar kumandanın cesareti karşısında dona kaldı. Kaleyi bırakmayacaklarını anlayıp, gitti. Muhasara devam etti. Taarruzu şiddetlendiren düşman hiç bir netice alamadı Padişah II. Mustafa ordunun başında Macaristan seferine çıktı. Temeşvar yakınlarına geldiğinde Avusturya muhasarayı kaldırıp geri çekilmek zorunda kaldı


DENİZE DÜŞEN YILANA SARILIR

Mısır Valisi Kavalalı Ali Paşa’nın isyanı büyüyünce Sultan II. Mahmud çaresiz kaldı. Mehmed Ali Paşa Kütahyaya kadar geldi. II. Mahmud Han, İngiliz ve Fransızlardan yardım istedi ise de onlar bunu “Baba-oğul arasındaki mesele” addederek yardım etmediler. yapacak bir şeyi kalmayan Sultan II. Mahmud Ruslardan da yardım istedi. Anadolu’da gözü olan Rus Çarı, severek kabul etti.
Ruslara tepki gösteren vezirlere, sultan Mahmud:“Ne yapalım, denize düşen, yılana sarılır” diye cevap verdi.

ÇAPANOĞLU GİBİ ARKAN VAR

Sultan II. Mahmudun hakimiyetlerine son verdiği Anadolu’nun* meşhur derebeyi sülalelesi Yozgat’taki Çapanoğullarından Çapanoğlu Süleyman Bey, merhametli ve zayıfları koruyan bir beydi. zayıflıktan iskeleti çıkmış bir eşek, Çapanoğlu konağında dolaşırken, açlıktan kapı ipini kemirir İp sallanınca çıngırak çalar kapıyı açan uşaklar, eşeğe acır ve Çapanoğlu’na haber verirler. Hayvancağızı gören Süleyman Bey, eşek sahibini buldurur ve okkalı bir sopadan sonra hayvana günde beş okka arpa yedirip tımar yapacak ve her hafta göstereceksin der.
bakım sonunda hayvan semirir avazınca anırır. Eşek anırdıkça sahibi mahzun mahzun şöyle der Anır eşeğim anır, Çapanoğlu gibi arkan var.

BEN NASIL BİRİ İKİ EYLEDİMSE

Sultan Abdüllmecid zamanında 1853-1856 Kırım harbinde Serdar-ı Ekrem Ömer Paşanın Osmanlı ordusu Tunaya sevk edilmiştir Koca Halil ismindeki topçu neferi, ruslara kök söktürmüştür düşman ateşinde bir şarapnel karnına isabet etmiş bağırsakları çıkmış. Bir eliyle bağırsaklarını karnına teperken bir eliyle de koynundaki bir tüfek mermisini siper arkadaşı ve hemşehrisi Mehmed’e vererek:-Hemşerim, bu kurşun, Moskof harbinde babamı şehid etmiş. Ben çocuktum. Babam bu kurşunu bana yadigar göndermiş. Şimdi bu kurşunu ve kanımla boyanan gülle parçasını al ve sağ salim köye dönersen, oğluma ver ve de ki; “Baban Allah yolunda, vatan uğrunda ben basıl biri iki ettiyse o da ikiyi üç etsin gücü tükenen Koca Halil yere yıkıldı ve Kelime-i Şehadetle şehid oldu.


BU ASLAN İSTİRAHAT ETSİN

1762 de Prusya kralı II. Frederik, Fransa, Avusturya ve Rusya ile harpteydi. Osmanlıdan yardım istedi. Sadrazam Ragıb Paşa, yardıma niyetli değildi. III. Mustafa, Ragıb Paşa’ya kızarak:
Lala, ne düşünürsün para lazımsa Edirnekapı’dan Rusçuk’a altın döşeye bilirim” dedi. Ragıb paşa:“Devlet-i Aliyyemiz savaşlarda aslan olduğunu düşmana göstermiştir. Fakat tırnakları aşınmış, dişleri dökülmüştür düşman halimizi anlarsa müşkil olur. Bırakalım aslan istira hat etsin” cevabını verdi.

ASTAZE

Osmanlı seferde iken, ekine zarar vermemeye dikkat gösterirdi Sultan Süleyman devri. Osmanlı ordusu Sadrazam İbrahim Paşa kumandasında Avusturyaya sefere çıkmış. Düşman topraklarında ilerliyordu Serdarın otağının yanında bir yanda Tuna nehri, diğer tarafta ekili tarlalar vardı. otağın çavuşu, tarlaya girme diyince askerler bir adamı yakaladılar.Serdar-ı Ekremin emri vardır deyip Serdarın otağına götürdüler serdar Nasıl ekin tarlasına girersin?” dedi.“Sultanım kulun Ekin olduğunu bilir amma, ekinde “astaze” vardır, dedi serdar ibrahim paşa Merakla sordu:“Ya astaze dediğin nedir?”“Ekin içinde yaya yoludur Sultanım. Bura halkı ekinde yaya bir yol bırakır.” Paşa hazretleri döndü:“ içim rahat eyledi. askere söyleyin, zorda kalırsa astazelerden geçsinler. Sakın ekine basılmaya. Allah indinde mes’ul oluruz.”*

EŞEKLERİN YARDIMI

Osmanlı ordusu 1645 de Yusuf Paşa kumandasında Girit adasına çıkmıştı. adada pek çok eşek bulunuyordu. Sahile çıkan Osmanlılar, eşekleri toplayıp eşyalarını bunlara yükleyerek, kuşatmaya aldıkları Hanya kalesine taşıdılar. Kaleyi savunan Venedikliler “Çok yazık, eşeklerin Osmanlılara yardım ettiklerini bilseydim, Osmanlılar gelmeden eşeklerin hepsini öldürtürdüm” diye üzülmüştür


TAVSİYE ETMEM MAJESTE

Fransa İmparatoru III. Napolyon, sarayda Osmanlı sefiri Ahmed Vefik Paşaya yaklaşıp vilayetimiz Beyrut’a sözü getirerek Beyrut’u işgal için Fransız askeri yola çıkıyor, diye sefirimizi tehdid eder. Paşa Tavsiye etmem Majeste, der. Osmanlı süngüleri Fransız askerini denize döker... İmparator alayla :-Ekselans, bu sonuca askeri bilgilerle mi varıyorlar, diye sorunca, Vefik Paşa:-Hayır, tarihi bilgilere dayanarak... amcanız I. Napolyon da Akka kalesinde böyle bir ders almışdı, diye cevap verir.


İPEK TÜCCARLARI

Bir gün Yavuz Sultan Edirne’ye giderken, onu uğurlayan kafilede Şeyhül islam Ali Efendi de vardı. Dönüşte 400 kişi lik bir grup esir edilmişti Nereye götürüldüğünü sorunca yasağa rağmen ipek satın alıp, idama mahkum edildiler diyince Şeyhül islam Ali Efendi Edirne’ye giden padişaha yetişti ve:“Bu 400 kişinin katli helal değildir, mes’ul olursun, katlettirme Yavuz kızınca Sultanım, bunların suçu halk nizamını bozar mahiyette değildir.Ümmet-i Muhammed’in erkeklerine haram olan ipek, kadınlarıa helaldir. Diyen Zembilli Ali Efendi’nin sözleri, çok kızan Yavuz’un öfkesini dindirir ve hak vererek 400 kişinin serbest bırakılmasını emreder

BENİM PEYGAMBERİM BENİ KURTARIR

*
Oruç Reis esir edilmiştir Bir süre sonra zindandan çıkartılarak gemide küreğe çakılır Papazlar ve Şövalyeler, İtalyanca, Rumca ve İspanyolca bilen ve sözü olan Oruç Reis ten zevk alırlar Şövalyeler ona hürmet duyarlar ona:
Ey Osmanlı! Sen güzel sözlüsün Bizim lisanımızı fevkalade konuşursun. Müslümanlıkta ne buldun? Gel dinimize geç! Adı sanı belli olursun. Büyük şövalye ve kaptan yaparız seni” dediler. Oruç Reis:“Kâfirlerin iyiliği bu mudur? Dinimden dönüp hükümdar olmaktansa müslüman esir kalmayı tercih ederim. Şu resimlere taparsınız. onları ateşe atsalar çölde kuyuya bıraksalar, balta ile pare pare eyleseler, kendilerini kurtarmaya kadir değildirler.” Dedi. Şövalyeler:“Görelim Peygamberin neyler, dediler. Benim Peygamberim iki cihan fahridir. evliya* ve enbiya ondan şefaat umar. Hepsine şefaati o eder. Hak teâlâ’nın avni ve inayeti ile gelip beni kurtaracaktır.. Şövalyeler gülerek:“Hele küreği çekmeğe devam et. gönlünü hoş tut. Peygamberin seni kurtarsın.” Dediler. Bir gün gemi şiddetli fırtınaya yakalandı. Oruç Reis’in zincirleri de koptu kendisini denize bıraktı. Dalgalarla boğuştu sahile ulaştı. .Bir muharebede kendisini esir eden Şövalyeler Oruç Reis’e esir düştü Onlara şunları söyledi:“Ben demedim mi, Peygamberim beni kurtarır diye! İşte , kurtardı. reisinize söyleyin, ben ona varayım, ne kadar demiri varsa vursun, Peygamberimiz bize, Allah’ın izniyle yine yardım eder.”


BENDENİZ BÎPERVA GEÇERİM

Sultan Abdülaziz Sadrazamlığını yapan Fuad Paşa’ya, zamanın devlet adamlarından Âlî Paşa ile Rüşdü Paşa’nın kendisinden farklarını sorduğunda Efendimiz, yeni yapılmış bir köprüye Üçümüz de gelmiş bulunalım. Bendeniz hemen Besmele çeker ve köprüyü geçerim. Âlî Paşa Besmele çeker ve köprüyü defa larca muayeneden sonra geçer. Rüşdü Paşa kulunuz da, Besmele çeker, bir tabur insanı köprüden geçirir, sağlam olduğuna kanaat etdikten sonra geçer.”

ELÇİ HAZRETLERİ MERAK ETMESİNLER

Kırım harbinde Rusya, elçi olarak Prens Mençikof’u İstanbul’a gönderir. Elçi, Sadrazamdan sonra Hariciye nazırını da ziyareti icabederken Mençikof, sadrazamı ziyaretten sonra Hariciye nazırı Fuad Paşa’yı görmeden elçiliğe gider Hariciye Nazırı Fuad Paşa bunu şahsına hakaret kabul ederek istifasını verir İngiliz elçisi, Fuad Paşa’nın dargın olmasından istifadeyle :-Efendim size olan bu hakaret nedir? bu devletin hali ne olur? Dedi.Fuad Paşa:-Elçi hazretleri, devlet, o makama benden emin ve daha erbab bulup getirmekte zorluk çekmez. makama ehil birini getirmek lazımdır. Devlet-i Aliyye’de zor işlerin ehli eksik değildir. Elçi hazretleri merak buyurmasın benim istifamı kabul edenler, devleti bizden daha iyi düşünürler, cevabını verdi.

BENDENİZDE İKİ FUAD VARDIR

Sultan Abdülaziz Han, Sadrazamı Fuad Paşa ile sürekli istişare ederdi. Sultan İstanbul’daki Mısır Hidivi İsmail Paşa ile görüşecekti. Fuad Paşa mahzurlu buluyordu. Fakat Sultan Abdülaziz’in isteğini gördüğün den, Hünkarımız nasıl arzularsa öyle olsun” dedi. aradan birkaç saat geçince Padişah, Fuad Paşa’nın niçin net cevap vermediğini düşündü. Fuad Paşa bir kağıda şu satırları yazadı Efendimiz, bendenizde iki Fuad vardır. Birincisi Padişahımızın tebeasın Vatandaş Fuad’dır. Vazifesi, Padişaha itaattir. Efendimizin her arzusu ve emri baş üstündedir, her fermanını kabul eder.* İkincisi ‘Sadrazam Fuad’dır. vazifesi ise, padişahımın isteklerine karşı gelmek değil, işin devlete, millete ve padişahıma, faide veya zararı nedir diye düşünmek, bilgi ve tecrübesiyle o iş hakkında fikir beyan etmek verilen vazifeyi bihakkın yerine getirmekdir Padişah Efendimiz meseleyi iki Fuad’dan hangisine sual buyurursa o, cevab verecekdir.”

AĞIRLIĞINCA ALTIN EDERDİ

1780 de İsanbul’a gelen Fransız mühendisi, yanında logaritma cetveli getirir Bâb-ı Âlî’de hükûmte verip:
bu cetvelden anlayan var mıdır? Diye sorar. Kendisi ne, Gelenbevî İsmail Efendi adında bir zatı söylerler.Fransız mühendis, Gelenbevîyi ziyaret eder. Bir kulübeden farkı olmayan İsmail Efendi’nin evinden giren mühendis, karşısına çıkan üstü başı perişan adamın, aradığı kimse olduğunu güçlükle anlayınca, konuşmağa tenezzül etmeden elindeki kitabı uzatır ve:-Bır haftaya cevab bekliyorum, deyip harap evden çıkmak ister. İsmail Efendi bekletmeden, kendisinin telif etmiş olduğu logaritma cetvelini Fransıza verir. Bu cetveli gören Fransız, hayretler içinde kalır ve:-Bu adam Avrupa’da olsaydı ağırlığınca altın ederdi, diyerek hayranlığını izhar eder.

MAHKEMEYE HAZIRIM

Tayyarzade Ata Bey, “Enderun Tarihi” kitabında Sultan III. Selim ile ilgili şöyle bir hadise nakleder:III. Selim cesur silahşör ve hüner sahibidir tebdil-i kıyafetle halka karışırdı Bir gün Sultanahmede çıktı. kalyoncu neferi gibi giyinmişlerdi. Sultanahmed Camiinden bir kadın feryadı işittiler. Yeniçeri tulumbacılarından bir zorba, bir kadını çevirmiş; zorluyordu. Kadın Kardeşim! Ben ehl-i namus um Çocuğum hasta. Eczaneden ilaç aldım. Evime dönüyorum. Bana ilişme. diye feryad ediyordu. Tulumbacı sarhoş, gözü kararmış, küfürlerle bıçağını çekmiş, tehdide başladı. Kadın, kalyoncu kıyafetindeki padişahı farketti ve onlara:-Aman kaptan ve kalyoncu din kardeşlerim!... beni bu herifden halas edin diye yalvardı.tulumbacı azıttı ve padişahın üzerine yürüdü. Fakat silahını çıkarmağa vakit bulamadan, Sultan Selim kılıcını çekerek adamı belinden ikiye böldü. Babıâlî’ye şu tezkereyi gönderdi:“Sokollu Paşa yokuşunda maktul olan tulumbacıyı öldürdüm. Veresesi var ise şer’an mahkemeye hazırım”

KAVUK YERİNE MİĞFER

Osmanlı da en büyük yenileşmeyi yapan Sultan II. Mahmud, bütün icraatları için Şeyhülislam Mehmed Efendi’den fetva almıştı. Yeniçeri ocağının kaldırılması fetvasına çok memnun olan padişah, ona çok kıymetli bir elmas yüzük hediye etmişti.
Yeniçeri ocağının kaldırılmasıyla kurulan Nizam-ı Cedid ordusunun kıyafetleri Avrupa’dan alınmıştı. Yeniçeri kavuğu yerine miğfer giyilmesi gerekiyordu. Şeyhülislam’ın fetvası gerekliydi. Mehmed Efendi sarayda Padişahın yanına oturtuldu. İkindi güneşi, mehmed Efendi’nin gözüne geliyor ve rahatsız ediyordu. istediği fetvayı almak isteyen padişah sordu:-Efendi Hazretleri, güneşe dayanamadınız, ya askerlerim, kafirlerle güneşe karşı nasıl harbederler, diye sorunca Şeyhülislam kavuk yerine miğfer giyilebilir, şeklinde padişahın istediği fetvayı verdi.

EMREDİYORUM PAŞA!

Sultan II. Abdülhamid döneminde Ferik(Orgeneral) Hasan Paşa ile oğlu Müşir(Mareşal) Deli Fuad Paşa merasime gideceklerdi. Arabada rütbeye göre önce Müşirin binmesi gerekiyordu. Fakat Müşir, Ferikin oğlu olduğundan, babasına -Buyurun, dedi. Babası:-Hayır, siz Müşirsiniz. Önce siz deyince Fuad Paşa Paşa hazretleri emrediyorum, arabaya bininiz, der. Ve hem askeri adab, hem de ahlaki edeb yerine gelmiş olur Sultan Abdülhamid, ertesi gün Hasan Paşa’yı da Müşir rütbesine yükseltir

BİN YIL YAŞASAK YİNE CİHAN BU

Sultan Mehmed Reşad’a mesane ameliyatı yapılacaktı. Güçlükle yürüyerek ameliyat masasına gelince ellerini açarak ve kıbleye dönerek, duada bulundu:-Ya Rabbi! Milletimin ve memleketimin mukadderatını hayırlara tahvil et! memleketim ve milletime muzır olacaksam ameliyatdan kaldırma!.. dedi. Etrafıyla helalleştikten sonra ameliyat için cesaret ve metanetle yattı.Ameliyat başarıyla geçtikten sonra tebrike gelenlerin; “Mâşaallah iyileştiniz. Artık yüz seneden fazla muammer olursunuz!” gibi sözlere Sultan Reşad:-Ne kadar yaşayacağımızı bilemeyiz. Cenâb-ı Hak bilir. Mukadder ne ise ömrümüz o olur. Yalnız diyebiliriz ki:Bin yıl yaşasak yine cihan bu ,Gerdiş bu, zemin bu, asuman bu!..

DÜŞMAN ASFALT YOLLARDAN MI GELDİ

I. Balkan Harbinde Osmanlı İttihatçıların orduya siyaseti sokmaları ve subayların fırkalara ayırmalarıyla devamlı geri çekiliyordu Edirne düşmana geçince Osmanlı Çatalcada savunmaya geçtiler. Yunanlılar denize Bulgarlar ise demir yoluna hakim olmuş Osmanlının zorda kalmıştı.
Sultan Reşad üzüntüsünden ne yapacağını bilemiyor, çareler arıyordu. fikrini açıkladı:-Ben Sancak-ı Şerifimle bizzat cepheye gidiyorum. Asker, padişahını görünce büyük bir şevkle düşmana saldırır ve durdurur.Harbiye Nazırı Nazım Paşa padişaha gelerek:-Bu kış cepheye gidip ne yapacaksınız padişahım? Çamurdan çıkılmaz. Hayvanların ayağı, araba tekerlekleri çamura gömülür, deyince Sultan Reşad:-Paşam! Düşman buraya hep asfalt yollardan mı geldi? Cevabını verdi. neticede padişah yaşlı olmasından dolayı devlet onun cepheye gitmesini doğru bulmadı ve İstanbul’da kaldı. toparlanan Osmanlı ordusu, hücuma geçerek Edirne’yi geri aldı.

BENİM MİLLETİMİN OCAĞI YANIYOR

Bir Ramazan gecesinde Yıldız Sarayı yanmaya başladı. İstanbul işgal edilmiş İngiliz itfaiyesi yangını söndürmeye çalışlıyordu. Devletten kimse gelememişti. Çünkü saray ablukadaydı Padişah Zat-ı Şahane, sırtında gecelik entarisi ve üzerinde pardesüsüyle ayaktaydı. Telaşlı değildi. Köşkün bekçibaşısı ağlıyordu. Hünkar:-Benim milletimin ocağı yanıyor, ben onu düşünüyorum... kendi evim yanmış, ne ehemmiyeti var, dedi.

DİN VE DEVLET UĞRUNDA ÖLMEYE GELDİ

1853 te Rus ordusu, Tunadaki Silistre kalesini kuşatmıştı yardım için memleketin her tarafından gönüllü geliyordu. Aydın’ın tanınmış efeleri Isparta eşrafıda vardı. en çok dikkat ise 7 yaşında, mükemmel silahlanmış bir çocuktu. Kale kumandanı çocuğa hayretle bakarak:-kimdir? Diye sordu. Babası öne çıktı ve:-Oğlumdur efendim. Moskofa karşı harpi duyunca yanımdan ayrılmadı. Din ve devlet uğrunda ölmeye geldi.Bu sahne bütün askerlerin gözlerini yaşarttı. Kumandan çocuğu okşadı. Harpte Anadolu çocuğu babasından ayrılmadı beraber savaştı. bir hücumda babası esir düşerken onu kurtarmağa muvafak oldu.



PADİŞAH MEMLEKETE HAİNLİK ETMEZ

Sultan Abdülhamid in son senesinde İttihad ve Terakki iktidarı ele geçirince, halkı padişah aleyhinde kışkırttılar Dr. Nazım, Aydın’da tütün tüccarı sıfatıyla ileri gelenlerle görüşü yordu. meşhur efeler Çakıcı Mehmed in yanına da gitti. Efe’ye:“Sultan Abdülhamid devlete hainlik ediyor. ortalığı hafiyelerle doldurdu. Bunların dağıtılması lazım” demesiyle Efe, Nazım Bey’e dönerek:“Padişah hainlik etmez. Hafiye işine gelince, ben eşkıyayım. Dağda gezemem için jandarmadan haberdar olmam lazım. köylerde yirmi den fazla hafiyem var. onlar olmasa dağlarda dolaşamam. eşkıyanın hafiyeye ihtiyacı oluyor da devletin padişahının niçin olmasın. Onun hafiyeleri olmasa, bir gün bile devlet ayakta kalamaz. münasebetsiz laflar etmeyin ve derhal burayı terkedin” diyerek Nazım Bey’i kovdu


ASİL RUH

1854 kışında Silistre kalesini kuşatan Ruslar, bir avuç Osmanlı karşısında zordaydı Ağır kış şartlarında erzak tükenmiş, açlık ve soğuktan kırılıyorlardı Zabitlere:-Açız!... ekmek,. diye bağırdıklarında, zabitler:-İşte kale... zaptedin karnınızı doyurun... diye cevap veriyorlardı. aç kalan Rus askerleri Osmanlı siperine yanaşarak:-Ekmek... diye el uzatıyor Osmanlı askeri asil ruhlarıyla süngülerine ekmek takıp Rus siperine uzatıyorlar ve kana susamış Rusların aç karınlarını doyuruyorlardı. Rusların cevabı ise şu oldu: şehri zaptedemiyeceklerini anlayınca yağlı paçavraları ateşe verip, şehirde yangın çıkardılar. yangınlar bir felaket oldu bir derviş:-Ey Müslümanlar korkmayın!... Moskof Kadir gecesi kaçacak, Müslümanlar muzaffer olacaktır, diyerek askerin maneviyatını arttırdı.Kadir gecesi Ruslar Silistre muhasarasını bırakıp, mağlup vaziyette gittiler. Silistre müdafileri kale burçlarında ezanlar okuyarak zafer şenlikleri yaptılar.

PATRONA HALİL VE SULTAN AHMED

18. Yüzyılda, Osmanlı teknolojide geri kaldığını görerek, dinin emrini yerine getirmek için memleketi geliştirmek istediler. Buna ilk öncülük yapan, Sultan Üçüncü Ahmed idi.Lâle Devrindeki
yenilik lere orduyu da ilâve etmek isteyince ilimden uzaklaşmış, rezaletin hakim olduğu Yeniçeriler telaşlandı nizâmi ordu için Fransızlar getirtilerek kışla kurdurulması, bozulmuş
Yeniçerileri ve yenilikleri yanlış anlayanları ve Osmanlı düşmanlarını hareketlendirdi.kışkırtıcılığa müsait olan Patrona Halil 1730 da isyâna başladı. Bâbıâlî’nin tâtil olduğu ve Sultan Üçüncü Ahmed in İran Seferine Hareket etmesi isyancıların işini kolaylaştırdı. İsyana, Yeniçeri Ağası Hasan Ağa, 300 kadar kuvvetle karşı koymak istediyse de, kardeş kanı dökülmemesi için geri çekildi. Bu âsîlere güç verdi. İstanbul Kaymakamı Mustafa Paşa, isyânı haber alır almaz, pâdişâhı haberdâr etti. Sultan Ahmed İstanbul’a geldi Lâle Devrinin barış, ve huzûruna alışan devlet adamlarının kardeş kanı dökülmesini istememeleri, isyâncıları cesaretlendirdi. Âsîler 41 kişinin teslimini istediler. Listede; Sadrâzam Dâmâd İbrâhim Paşa, Kaptan-ı deryâ ve İstanbul Kaymakamı Mustafa Paşa, Şeyhülislâm Abdullah Efendiyle otuz yedi kişinin daha isimleri vardı. Sultan Ahmed, âsîlerin istediği şahısları vazifeden alıp, İstanbul’dan uzaklaştırarak, hâdiseleri önlemek istedi. Vezirliğe Silâhtar Mehmed Paşa tâyin edildi. Dâmâd İbrâhim Paşa, âsîlerin eline geçince, Kaymakam Mustafa ve Mehmed paşalarla berâber hunharca öldürüldüler Sultan Ahmed tahtını; katliamları önlemek için yeğeni Şehzade Mahmûd’a bıraktı. Birinci Mahmûd 15 Kasım 1730 da Patrona Halil ve ekibini imhâ ettirip, İstanbul’da âsâyişi sağladı. Devlete tâyinlerde bulunup, isyâncılardan eser bırakmayarak, devlet otoritesini tesis etti. devlet isyandan büyük zarar gördü. idareciler yeniliklere yönelemedi

SULTAN III. SELİM VE KABAKÇI MUSTAFA

On sekizinci yüzyılda Osmanlı iç ve dış düşmanla mücâdele ediyordu. 1789 Fransız ihtilâlinden sonra Avrupa’daki olaylar Osmanlıyı etkilemedi. Sultan Üçüncü Selim“Nizâm-ı Cedîd” adlı askerî, mülkî, idârî, ticârî, içtimâî ve siyâsî ıslâhâtlara girişerek devlete hayât ve canlılık getirdi. Bu durum Rusya, Fransa ve İngiltere’nin hoşuna gitmedi. Osmanlının toparlanmasını istemiyorlardı. Selim Hanın kurduğu modern Nizâm-ı Cedîd ordusunu istemeyen Yeniçeriler ile menfaatçi ve Osmanlının yıkılmasını isteyen hâinleri harekete geçirdiler. Akka mağlubiyetini unutamayan Fransızların İstanbul Sefîri Sebastiani’nin teşvik ve Selânikli dönme Sadâret Kaymakamı Köse Mûsâ’nın tahrikleriyle âsîler ayaklandı Haseki Halil Ağa’nın parçalanarak öldürülmesiyle isyân başladı. Kabakçı Mustafa lider seçildi. Kabakçı Mustafa yıllarca Balkanlarda dolaşmış, Rusya’da ihtilal eğitimi almış profesyonel bir ihtilalciydi. Türk tarihinde ihtilaller devri başlıyordu. Sultan Üçüncü Selim Müslüman kanı dökülmesini istemedi. “Bu işlere sebep, benim hilmim yumuşak huyumdur” demesi üzerine, Nizâm-ı Cedîd askerleri kaldırıldı Köse Mûsâ ile Çardak ve Unkapanına gelen âsîlerle, Yeniçeriler birleşip, Nizâm-ı Cedîd taraftârı devlet adamlarını katlettiler. Pâdişâhı istemiyoruz diye bağıran âsîler, 29 Mayıs 1807’de Sultan Üçüncü Selim i tahttan indirip, yerine Sultan Dördüncü Mustafa yı geçirdiler. Bütün ilerleme ve yenilikler durduruldu. Kabakçı Mustafa Turnacıbaşılıkla Boğaz’a tâyin edildi. Hükûmetde nüfûz sâhibi oldu. Temmuz 1808’de Boğaz’daki evinde öldürüldü. isyanın bedeli ağırdı. Devlet, elli sene kaybetti. Teknolojide, Batıya yetişmek hayal oldu.*yeniliklere devam edildi. Batı Osmanlının ilmi ve teknik ilerlemelerine mani olmak; ve zayıflatmak için bütün güçleriyle çalıştı Osmanlıya gönderilen sefirler, tüccarlar, bilgin ve ajanlar azınlıkları tahrik ederek, devlet adamlarını kullanarak Osmanlıyı tarihten silmek istediler. Okumak, ilim irfan sahibi olmak için Avrupa’ya gönderilen Türk gençlerinin beyinlerini yıkayarak, bedeni Türk; fakat düşünüşü, anlayışı ve yaşayışı itibariyle tam bir Avrupalı haline getirdiler. Osmanlı Padişahları ve Osmanlı elitleri, örf ve âdeti muhafaza ederek, Batı’nın sadece teknolojisini istiyordu. Fakat beyni yıkanmış Batı hayranları teknolojiyi değil, Batı’nın rezilliklerini getirdiler.

BENDEN BUNLARI İSTEMEYİNİZ

Sultan Abdülmecid zamanında, Rus işgaline karşı Lehistan’da, Avusturya baskısına karşı Macaristan’da ayaklanmalar olmuş, fakat şiddetle bastırılmıştı isyanlara karışanlar Osmanlıya sığınmışlardı. Avusturya ve Rusya, kaçakların iadesi için Osmanlıyı sıkıştırı yordu. mesele büyüdü. Rus sefiri bizzat padişahtan mültecilerin verilmesini istedi. Fakat Sultan Abdülmecid şu sözlerle reddetti:
“Benden bunları iadeyi asla beklemeyiniz. Ben, kendisine sığınmış adamlardan bir tanesini geri vermemek için devletini feda eden Yıldırım Han’ın torunuyum. size yüzlerce kahramanı verip namusumu kirletir miyim sanıyorsunuz?


MAHMUD HAN ZAFERE ULAŞTI

Sultan Birinci Mahmûd İrana ordu gönderdiğinde, Mehmed Emin Tokâdî hazretleri talebesi İshakzâde Yahyâ Efendiye gitti. Mübârek gözleri kan çanağına dönmüştü. "Benim için bir oda ayırınız!" dedi. tefekküre, başladı. ikindi namazı için dışarı çıktı. Talebesi; "Bir mikdâr yemek yeseniz münâsib olurdu deyince; "Yok Yahyâ Efendi. Ben Ertesi gün neşelice dışarı çıkıp; "Elhamdülillah! Allahü teâlâ duâlarımı kabûl buyurdu. Mahmûd Han zafere ulaştı. Sultan Mahmûd'dan çok ikrâm gördüm. ona duâ ederek zaferine vesîle olduk. hakkını ödedik. Bu günü bu saati bir yere yazınız." buyurdu.Sultan Mahmûd'un zafer haberi geldi. Tam Mehmed Tokâdî hazretlerinin zaferi müjdelediği gün ve saate rastlıyordu.

ŞEHİD SULTAN GENÇ OSMAN

26 Şubat 1618 de babasının yerine tahta geçen amcası birinci Mustafa’nın rahatsızlıktan tahtı bırakmaya mecbur olunca genç Osman sultân oldu.İkinci Osman’ın tahta çıkışıyla İran ile barış antlaşması imzâlanarak harbe son verildi. 1620 de Halil Paşa kumandasındaki Osmanlı donanması İyonya Denizini geçerek Otrantodan Adriyatik’e geldi. Dırazda iki İtalya gemisini ele geçirdi. Adriyatik Denizine geçerek Manfredonia Körfezine girdi İtalya’ya asker çıkardı. Manfredonia liman ve şehrini fethetti. Halil Paşa zaferini Pâdişâha ve şeyhi Üsküdarlı Azîz Hüdâi hazretlerine bildirdi hayır duâ aldı.Boğdan Voyvodası Gratiani Osmanlıya cephe almıştı. İhânetiyle azledilen Gratiani Lehistan’a sığındı ve büyük destek gördü. Bu devletten aldığı 60 bin kişilik bir kuvvetle Osmanlıya saldırdı. Özi Beylerbeyi İskender Paşa, harekete geçip bu kuvvetleri Turlada imhâ etti. Düşman ordusundan 120 top ile arabalar dolusu zahîre ganîmet alındı.

Boğdan Voyvodası Gratiani Osmanlıya cephe almıştı. İhâneti üzerine azledilen Gratiani Lehistan’a sığındı ve büyük destek gördü. Bu devletten aldığı 50-60 bin kişilik bir kuvvetle Osmanlı topraklarına saldırdı. Ancak Özi Beylerbeyi İskender Paşa, harekete geçip kuvvetleri Turla Nehrinde imhâ etti. Düşman ordusundan 120 top ile arabalar dolusu zahîre ganîmet alındı. Sultan Osman, Lehistan’ı ele geçirip, Baltık Denizine çıkmak, için bir donanma kurrak, Atlas Okyanusuna geçip Avrupa Hıristiyanlığını, Akdeniz ve okyanus donanmalarıyla çembere almak gâyesiyle 21 Mayıs 1621’de Cumâ namazınıdan sonra sefere çıktı. 1 Eylül 1621’de Hotine varıldı ve kale kuşatıldı 35 gün devâm eden muhârebede kale düşmek durumuna geldiyse de yeniçerilerin itâatsizliği ve devletteki geçimsizlikler, kesin netîcenin elde edilmesine mâni oldu Nogay tatar beyi Kantemir Mirzâ Kırım Hânının oğlu Nûreddîn, Lehistana akınlarda bulunarak ganîmetle döndüler. kış gelmesi üzerine Lehistan’la barış yapılarak geri dönüldü.

Lehistan Seferinde muvaffak olamadığına Sultan, asker lerin gayretsizliği olduğuna inanıyor ve ıslâhâtlar istiyordu. Kapıkulu ocakları nı kaldırarak, yerine Anadolu, Sûriye ve Mısır Türklerinden müteşekkil, sâdece askerlikle uğraşan, pâdişâh emirlerine itâat eden bir ordu istiyordu. saray, harem ve ilmiye teşkilâtlarında
esaslı değişiklik düşünüyordu. Ancak onun ıslâhât fikirlerine kapıkulu ocakları karşı çıkıyor, ilmiye sınıfı çok çekimser davranıyordu. Osmannın hacc arzusunu bahâne eden yeniçerilerle sipâhiler ayaklandı lar. Osman Hanın haçtan vazgeçmesi isteğiyle başlatılan isyân, devlet adamlarının kellesinin istenmesiyle büyüdü. isyan Sultan Osman Hanın hal’i ve Sultan Mustafa’nın ikinci defâ tahta geçirilmesiyle son buldu.İsyan sırasında Sultan Osman’ı ele geçiren câniler, ağır ve kötü sözlerle Orta Câmiye Genç pâdişâhın mâruz kaldığı hakâretin haddi hesâbı yoktu. Yaptıkları ezâ ve cefâ onu boynu bükük ve perişan koymuştu.

İkinci Osman, kendisine eziyet eden ocak ağalarına“Dün sabah pâdişâh-ı cihân idim, şimdi uryân kaldım; merhamet edip hâlimden ibret alın; dünyâ size kalmaz; hangi pâdişâhın kulları pâdişâhlarına ihânet ettiler.” diyerek yalvardı ise de, sözlerin cânilerde tesiri olmadı.Orta Câmide Genç Osman’ın muhâfazasına Haseki Sarı Mehmed Ağa tâyin edildi. Yeniçeriler, Sultan Osman’ın hayâtına dokunulmayarak kafes hayâtı yaşamasını istiyorlardı., çok hâin bir kimse olan yeni Sadrâzam Dâvûd Paşa onu öldürtmek için cebeci başına emir verince, yeniçeri ağaları mâni oldu Osman Hana kasd eden Dâvûd Paşaya; “Behey zâlim, sana neyledim? İki defâ mûcib-i katl cürmünü affedip öldürmedim, bana gadrin nedir?” diye bağırdı.Dâvûd Paşa, cumâdan sonra en güvendiği adamları cebecibaşı ile kalender uğrusu denen zâbite, Sultan Osman’ı Yedikulede boğmalarını emretti. sultanın Yedikule’ye götürülüşünü seyreden halk, o târihte kadar görülmemiş bir kalabalıktı

Yedikule’ye vakit akşama yaklaşıyordu. Dâvûd Paşanın emriyle cebecibaşına ve kalender uğrusuna dönerek; “Yanınıza sekiz cellâd alıp, Osman’ın işini bitirin. Yarına kalmasın.” dedi.Sultan Osman, perişân, aç ve uykusuz olduğu hâlde kendisini son nefesine kadar müdâfaaya karar vermişti. On cellâdın ilk hücûmu netîce vermedi. Bire on olmasına rağmen, cellâtlar, silâhsız pâdişâhla mücâdele edemedi Kementten başka silâh kullanmak istemiyorlardı. Çünkü hânedânın kanı akıtılamazdı. Buna rağmen, balta alan cellatlara genç sultan, büyük bir ustalıkla karşı koydu. arkasından gelen bir cellat, baltası ile omuzuna vurarak yaraladı. cebecibaşı kemendi Osman Hanın boynuna geçirdi ve yere düşürdü. câniler üzerine yüklenerek genç pâdişâhı şehit ettiler (20 Mayıs 1622). Şehit Sultanın cenâzesi Topkapı Sarayına götürüldü. cenâze törenine hazırlandı. Sultanahmed Camiinde babasının türbesine defnedildi.

Genç Osman’ın şehit edilmesi târihimizin en acıklı olayıdır. Anadolu’da bâzı isyânlara sebep oldu. Millet, pâdişâhın öldürülmesini hazmedemedi kâtillerini nefretle andı.Sultan İkinci Osman Han güneş yüzlü, heybetli, yüksek himmet sâhibi, bahadır bir pâdişâhtı iyi bir binici, silâh ve harp âletlerinde mâhirdi. binicilikte akranı pek azdı, şirin çehreli ve güzel tavırlıydı. Gençliğinin en parlak günlerinde tahta çıkıp, tecrübeli, akıllı ve sâdık bir yardımcıya mâlik olmayışı, kendisine hâzin sonu hazırlamıştı. Niyyeti hidmet idi saltanat ü devletine Çalışırdı hâsid ü bedhâh onun eceline nekbetti Sultan Genç Osman dînî ve fennî ilimlerde âlimdi. Fârisi mahlasıyla dîvân’ı vardır.


BU DEVLETİN AYAKTA KALMASI İÇİN

Sultan II. Mahmud Han zamanında Harput’ta yetişen büyün alimlerden Abdurrahmân-ı Harpûtî, İstanbulda bir vazîfe verilmemesi üzerine memleketine döndü. dersler verdi . Bir müddet sonra memleketini terk ederek İstanbul'a gitti. vakit namazı için girdiği Ayasofyada bir levhaya gözü takıldı. Bu levhadaki ibâreyi,kim doğru hâllederse, mükâfatlandırılacaktır." yazıyordu. ibâreyi çözen Abdurrahmân-ı Harpûtînin kâğıdları sultânın huzûrunda tetkik edildi Abdurrahmân Efendinin yüksek bilgilerle donatıldığı anlaşıldı ve saraya dâvet edildi. sultânın huzûruna çıkarıldı. İkinci Mahmûd Han; "Siz hocamsınız." diyerek onu yanına oturttu büyük iltifâtlarda bulundu. Üsküdar'da ev verildi ve evlendirildi.

Osmanlı Devletinde yeniçeri isyânları önlenemez olmuştu Tâlim ve eğitim istemiyorlar, savaşı reddediyorlardı. harp öğretilmesini isteyen din ve devlet adamlarına karşı harekete geçtiler. İkinci Mahmûd Han vezir ve ulemâyı topladı. Abdurrahmân-ı Harpûtî hazretleri de bunlar arasında idi. Yeniçeri zorbaları isyân ederek devletten kelle istemeye başlamışlardı. bid'at yuvası hâline gelen bektâşî tekkeleri yenicerileri tahrik ediyordu. ulemâ bunların öldürülmeleri câizdir diye fetvâ verdi. Savaşın başlangıcı sancak-ı şerîfin çıkarılması kararlaştırıldı.

Osmanlıda sancağı şerîfin açılması önemliydi. dönüşü yoktu. Yeniçeriler ile yapılacak mücâdelede son kestirilemiyordu. herkeste tereddüd vardı. devlet adamlarının çekingen ve kararsızlığı sırasında Abdurrahmân Harpûtî hazretleri Bu din ve devletin ayakta kalması Allahü teâlânın istediği şeyse yeniçerileri yok ederiz. Değilse biz de bu din ile berâber batıp gideriz, diyerek kalplerdeki şüpheleri giderdi. Herkes tek bilek tek yürek oldu. inanç ve îmânla harekete geçilerek yeniçeri ocağı ortadan kaldırıldı bozuk bektaşî yuvaları kapatıldı Kürd Hoca ünvânı ile de meşhûr olan Abdurrahmân-ı Harpûtî hz leri sonradan Şam'a giderek Emevîyye Câmii İmâmı Saîd Efendinin derslerinde bulundu. Nakşibendiyye yolunu Muhammed Sâdık Erzincânî'den öğrenerek icâzet ve diploma aldı.Abdurrahmân Efendi 1851 de Üsküdar'daki evinde vefât etti. Karacaahmet mezarlığındaki türbesine defnedildi.

HEDİYE BASTON

1897 Osmanlı-Yunan harbi zaferle neticelenmişti. Sultan II. Abdülhamid sevinç içndeydi. Harpte yaralananların hepsini İstanbul’a getirtmiş, Gümüşsuyu hastanesi ile yeni yaptırdığı Şişli Etfal hastanesine yerleştirmişti. Hergün yaralıların vaziyetini öğreniyordu. Sultan Abdülhamid’in marangozluğa merakı vardı. Yıldız Sarayında marangoz atelyesi vardı ve yorulduğu zaman dinlenmek için buraya gelir, her biri sanat şaheseri olan ahşap eşyalar yapardı. atelyede marangoz Mehmed Usta ile karşılaştı. ustaya Haydi Mehmed Usta! 150 tane baston ağacı kes...-Ferman efendimizin. Lakin bu kadar baston ağacı ne olacak? -Araştırdım, gazilerimizden 150 kadarı ayaklarından yaralandı iyi olsalar da yürümek için bastona muhtaç kalacaklar. Bunlara baston yapacağım ve hastaneden memleketlerine giderken kendilerine hediye* edeceğim.
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı




2007-2026 © Siyaset Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.


Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı