Siyaset Forum - Siyasetin Kalbi


Cevapla
Seçenekler
 
Alt 04-21-2009, 15:25   #1
Kullanıcı Adı
Alem_i Ervah
Standart
BÎSMÎLLAHÎRRAHMANÎRRAHÎM

ALLAH c.c BES VE DER HEME AN ZÜLCEMAL BES.

«MEN AREFE NEFSEHÜ, FEKAD ARAFE RABBEHU»

Nefsimi bildim, sonra da Rabbüni bildim deyenler çoktur. Amma hakikat ehli, Rabbini bildikten sonra tekrar nefsini aradı. Bu sefer başka buldu ve bildi Kısmen de esaretinden kurtuldu.


Cananı, terk-i can eyleyen buldu.

Her abd, terk-i can eyleyemez. Meğer canan tenezzül edip lutfeyleye Mertebelerden makaamlardan geçenler ve kendilerine mal etmeyenler Hakka ulaşmışlardır. Ancak hakiki hiçlik mertebesine çıkanlarda, varlık anlere müzahir ve yardımcı olmuştur.

Hayal ile hakikat, madde ile mana, batıl ile hak, cehl ile ilmin tefrik ve tesbiti; medresede mümkün değildir. Yok olup da varlığı bulan «ariflerin», (men arefe Rabbehu) sırrına mazhar olanların îrfan meclislerine mülazemetle elde edilir.

BENDE KALAN YALNIZ BİR AD GERİSİ HEP SEN ..
BEN BENDE DEGİLİM ARTIK VARLIGINDA KAYBOLDUM ..BEN SENİM ..

 

Alem_i Ervah isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 04-21-2009, 15:26   #2
Kullanıcı Adı
Alem_i Ervah
Standart
Bu mektûb, seyyid Mîr Muhibbullaha yazılmışdır. Dünyâda âhırete yarar iş görmek lâzım olduğu bildirilmekdedir:


ALLAHü teâlâya hamd olsun! ALLAHü teâlâ bizi ve sizi, dedelerinizin doğru yolunda bulundursun! İnsanların en üstünü, sevgili Peygamberinin "aleyhissalâtü vesselâm" sadakası olarak, düâmızı kabûl eylesin!

Burada bulunan fakîrlerin hâli ve işleri çok iyidir. ALLAHü teâlâya dâimâ hamd ve minnet ederiz ve Onun Peygamberine sonsuz salât ve selâm ederiz. Selâmetde ve âfiyetde olmanız ve doğru yolda bulunmanız ve ilerlemeniz için ALLAHü teâlâya düâ ederim.

Kıymetli ve merhametli efendim! Kazanç zemânı geçip gidiyor. Her geçen an, ömrümüzü azaltmakda, ecel zemânını yaklaşdırmakdadır. Bugün aklımızı başımıza toplamazsak, yarın âh etmekden ve pişmânlıkdan başka elimize birşey geçmez. Bu birkaç günlük sağlık zemânında, parlak dîne uygun yaşamağa çalışmalıyız! Ancak böylece kurtulmamız umulur.

Dünyâ hayâtı, iş yapacak zemândır. Keyf yapacak, eğlenecek zemân ileride gelmekdedir. Orada, dünyâda yapılan işlerin karşılığı ele geçecekdir. İş zemânını eğlence ile geçirmek, çiftçinin tohum ekmemesi ve mahsûl almaması gibidir. Dahâ uzatarak başınızı ağrıtmakdan çekiniyorum
Alem_i Ervah isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 04-21-2009, 15:26   #3
Kullanıcı Adı
Alem_i Ervah
Standart
[2.88] Bu mektûb, molla Bedî’uddîne yazılmışdır. Kazâya râzı olmağı ve sâhibinin yapdığından lezzet duymak lâzım olduğunu bildirmekdedir:

ALLAHü teâlâya hamd olsun ve Onun seçdiği, sevdiği kullarına selâm olsun! İyi kul, sâhibinin yapdıklarından râzı olan, onları beğenen kuldur. Kendi isteklerini beğenen kimse, kendine kuldur. Sâhibi, kulunun buğazına bıçak dayasa, kulun bundan râzı olması, sevinmesi lâzımdır. ALLAH korusun, eğer bunu beğenmez, istemezse, Onun kulluğundan çıkmış olur. Sâhibinden uzaklaşmış olur. Tâ’ûn [gibi sârî ve tehlükeli hastalıklar], ALLAHü teâlânın dilemesi ile gelmekdedir. Kendi isteği ile gelmiş gibi sevinmek lâzımdır. Tâ’ûn [ya’nî vebâ ve her bulaşıcı hastalık] gelince, kızmamalı, üzülmemelidir. Sevgilinin yapdığı şey olduğunu düşünerek sevinmelidir. Herkesin belli bir eceli, ya’nî ölüm zemânı vardır. Bu zemân hiç değişmez. Onun için, hastalıkda sıkılmamalı, telâşa düşmemelidir. Böyle derd ve belâlar gelince, ALLAHü teâlâya sığınmalı, âfiyet vermesi, kurtarması için düâ etmeli, Ona yalvarmalıdır. ALLAHü teâlâ düâ edenleri, sıhhat ve selâmet istiyenleri sever. Mü’min sûresindeki âyet-i kerîmede meâlen, (Düâ ediniz! Düânızı kabûl ederim!) buyuruyor. [Bunun için her nemâzda, fâtiha okurken, ALLAHü teâlâdan hidâyet istiyoruz.] ALLAHü teâlâ, sizi, görünür ve görünmez belâlardan korusun! Âmîn.

[Ya’kûb bin Seyyid Alî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Şir’a-tül-islâm) şerhinde diyor ki, hadîs-i şerîfde, (Düâ etmek, ibâdetdir) buyuruldu. Kabûl olmazsa da, sevâb hâsıl olur. Düânın kabûl olması için şartlar vardır: Halâl yimelidir. Harâm lokma yiyenin düâsı kırk gün kabûl olmaz. Düâ ihtiyâcı gideren, se’âdete kavuşduran kapının anahtarıdır. Bu anahtarın dişleri, halâl lokmadır. Giydiği de tîb olmalıdır. Hazar olmayan, men’ edilmiş olmayan mala halâl denir. Hazer olmıyan, ya’nî şübheli olmıyan mala tîb denir. Düâ ederken, kalb uyanık olmalı, kabûl edileceğine inanmalıdır. Söylediğinden haberi olmıyan gâfilin düâsı kabûl olmaz. Düâdan evvel tevbe ve istiğfâr etmelidir. Düânın kabûlü için acele etmemelidir. Düâya devâm etmeli, usanmamalıdır. ALLAHü teâlâ, düâ etmeği ve düâ edeni sever. Kabûl etdiği hâlde, istenileni vermeği gecikdirerek, düânın ve sevâbının çok olmasını ister. Düâyı, hiç olmazsa, yedi kerre tekrâr etmelidir. Râhat ve huzûr zemânlarında çok düâ edenin, derd ve belâ zemânlarındaki düâları çabuk kabûl olur. Düâdan evvel, ALLAHü teâlâya hamd ve Resûlullaha salât ve selâm söylemelidir. Resûlullah “sallü aleyhi ve sellem” düâya başlarken, (Sübhâne Rabbiyel aliyyil a’lel-Vehhâb) derdi. Evvelâ, günâhlarına tevbe etmeli, sonra bütün mü’minlerin sıhhat ve selâmetleri için düâ etmeli ve her dileğini söyleyip, vermesini cân ve gönülden istemelidir. Akla ve şer’a uymıyan şey istememeli, meselâ, Cennetin sağ tarafında beyâz bir köşk ver dememelidir. Kalbine gelen hayrlı şeyi istemeli, söylediğinin ma’nâsını öğrenmelidir. Düâ, bir temennî olmamalı, istediği şeye kavuşduracak sebeblere yapışmalıdır. Meselâ, önce tâ’at ve ibâdâta sarılmalı, sonra ALLAHın rızâsına kavuşmak için düâ etmelidir. Tâ’atler, ibâdetler, rızânın, muhabbetin sebebleridir. Sebeblere yapışmadan yapılan düâ kabûl olmaz. Buna düâ denmez. Fâidesiz temennî denir. Ümmîd edilmiyen şeyi istemeğe temennî denir. Ümmîd edilen şeyi istemeğe recâ denir. İstenilen şeyin sebeblerine kavuşdurmasını dilemelidir. Hadîs-i şerîfde, (Çalışmadan düâ eden, silâhsız harbe giden gibidir) buyuruldu. Abdest alıp, diz üstüne, kıbleye karşı oturup, elleri göğüs hizâsında ileri uzatıp, avuçları [semâya karşı] açıp, Peygamberlere ve Evliyâya tevessül ederek, Onların hâtırları ve hurmetleri için istemeli, sonunda (Âmîn) demelidir. Herşeyden önce, afv ve mağfiret ve âfiyet için düâ etmelidir. Bunların hepsini ihtivâ eden çok kıymetli düâ, (ALLAHümme rabbenâ âti-nâ fiddünyâ haseneten ve fil-âhıreti haseneten ve kı-nâ azâbennâr)dır. Kendisi, ehli ve evlâdı için zararlı düâ yapmamalı, [meselâ (Yâ Rabbî! Canımı al) dememelidir]. Kabûl olursa, pişmânlık fâide vermez. Şir’a şerhinden terceme temâm oldu.]
Alem_i Ervah isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 04-21-2009, 15:27   #4
Kullanıcı Adı
Alem_i Ervah
Standart
12

MEVZUU : a) Fena ve bekanın elde edilmesi..

b) Her şeyde has yüzün ortaya çıkması..

c) Seyr-i fillâhın hakikatı.

d) Zat-ı berkî tecellisi ve diğerleri..

***

NOT : İMAM-1 RABBANİ Hz. bu mektubu büyük şeyhi Muhammed Bakibillah'a yazmıştır.

***

Kulların en küçüğü Ahmed'den bir arzuhaldir; hal arzı makamının yücesine sunar.

halini arz eder etmesine ama, kusurlarından hangisini arz edeceğini, o dahi bilemez.

ALLAH-ü Taâlâ'nın dilediği şey olur; onun istemediği bir şey olmaz. Güç ve kuvvet, ancak Yüce Azim ALLAH'ındır.

***

Fenafillah ve bekabillah makamları ile ilgili ilimleri; inayeti ile Sübhan Hak açtı. Bundan sonra:

a) Her şeyde has yüz nedir?.

b) Seyr-i fillah işinin manası nedir?.

c) Zat-ı berkî tecellisi nedir?.

d) Muhammedi meşrebdeki kimdir?. Ve.. Anlatılanların benzeri şeyler belli oldu.

***

Her makama ıttıla peydah olmaktadır. Ama, o makamın levazimi ve zaruriyatına göre.. Bundan sonra, oradan geçiş vuku buluyor.

Az bir şey dışında, ALLAH'ın velî kullarının haber verdiklerinden bir şey kalmadı. Hemen hepsini, illetsiz olarak, gösterdim ve öğrettim. (Yahut: Gördüm, bildim.) Kabul eden etti.

Aynı zamanda, eşyanın kendini yapma olarak görüyorum. Keza kabiliyetlerin ve istidadların da aslını yaratılma çeşidinden yapılmış görüyorum.

Sübhan ALLAH, kabiliyetlerin mahkûmu değildir; zira ona: Hiç bir şeyle aleyhte hükmedilemez.

Bu manada daha fazla açılmayı edep dışı bilerek bırakıyoruz.

Bir şiir:

İnsana düşen odur ki, zaman haddini unutturmaya..
***
Alem_i Ervah isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 04-21-2009, 15:28   #5
Kullanıcı Adı
Alem_i Ervah
Standart
FIRKA-I NÂCİYE

Mısra
Asıl olan iş budur, bundan gayrısı boştur.
Bu yetmiş üç fırkadan her biri şeriata tabi olduğunu iddia eder ve cehennemden kurtulacağı bildirilen fırkanın, kendi fırkası olduğuna inanırlar. “Her fırka kendi yanında olanla, (doğru yolda olduğunu sanarak) böbürlendi.” (Müminûn: 53) ayeti kerimesi onların halini doğrular. Bu muhtelif fırkalar arasından Fırka-i Naciyeyi ayırabilmek için Nebiyyi Sadık’ın açıkladığı delile gelince, o delil Peygamber Efendimiz Aleyhissalatü Vesselamın şu sözüdür: “Onlar Benim ve Ashabımın bulunduğu hal üzere olanlardır.”

Burada Şeriat Sahibi olan Peygamber Efendimizin sadece Kendisini zikretmesi yeterli olduğu halde ashabını da zikretmesi, şu manayı ilan ve ifade etmek için olabilir: “Benim yolum, Ashabımın gittiği yoldur. Kurtuluş yolu, yalnız onların yoluna tabi olmaya bağlıdır.” Nitekim ALLAH-ü Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kim Resûle itaat ederse, ALLAH’a itaat etmiş olur.” (Nisa: 80) (Bu ayeti kerimeden de anlaşıldığı üzere) Resûle itaat etmek, ALLAH’a itaatin ta kendisidir. Ona muhalefet etmek ise, ALLAH-ü Tealâ ve Tekaddes hazretlerine isyan etmektir.

ALLAH Sübhanehü, Resûle itaat etmediği halde ALLAH’a itaat ettiğini zanneden bir cemaatin halinden haber vermiş ve onların küfrüne hükmetmiştir. ALLAH Sübhanehü ayeti kerimede şöyle buyurdu: “ALLAH ile Peygamberinin arasını ayırmak isterler ve: ‘Biz (peygamberlerin) bazısına inanır, bazısını da inkâr ederiz.” (Nisa: 150)

Peygamber Efendimize tabi olma iddiası, Ashabın yoluna tabi olmadan batıl bir iddiadır. Hatta bu ittiba, hakikatte Resülüllah’a isyanın ta kendisidir. Hal böyle olunca, bu yolda necat bulmak (kurtuluşa ermek) nasıl mümkün olur? Şu ayeti kerime onların hallerine uygundur: “Onlar kendilerini bir şey üzerinde (doğru yolda olduklarını) sanıyorlar, iyi bilin ki onlar yalancılardır.” (Mücadele: 18)

Hiç şüphe yoktur ki, Resûlüllah SallALLAHü Aleyhi Vesellemin ashabına ittibaya sarılan fırka, Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaattir. ALLAH onların sa’yini meşkûr eylesin. İşte Fırka-i Naciye (kurtuluşa eren fırka) bunlardır.

Şia ve Hariciler (taifesi) gibi ALLAH Resûlünün ashabına ta’n edenler (aleyhinde laf edip karalayan kimseler) onlara tabi olmaktan mahrumdurlar.

Mutezile de kendi başına sonradan ortaya çıkmış bir mezheptir. Onların öncüsü Vasıl b. Atadır. Kendisi Hasan-ı Basrî’nin talebelerindendi. Sonra onun meclisinden ayrılıp küfür ve iman arasında bir vasıtanın ispatına kail olunca, Hasan-ı Basri onun için “İ’tezele Anna” “bizden ayrıldı” dedi. (Bundan dolayı, onlara “ayrılan” manasında “Mu’tezile” denildi.)

(Ehli Sünnet yolunda olmayan) Diğer fırkalar da bu kıyas üzeredir.
Ashab-ı Kiram hakkında kötü söz söylemek, fil-hakika ALLAH Resulüne karşı kötü söz söylemektir. Sahabe-i Kirama saygı göstermeyen, ALLAH Resulüne iman etmemiştir. Çünkü onların kötü olması, onların sahibinin de kötü olması sonucuna varır ki, böylesine kötü bir itikaddan ALLAH’a sığınırız.

Aynı şekilde, Kur’an ve Hadisler yoluyla bize ulaşan şeriat hükümleri ancak sahabenin nakilleri vasıtasıyla bize ulaşmıştır. Onlar kötülendiği zaman, aynı şekilde onların yapmış olduğu nakiller de kötü sözlere hedef olur. Bu nakil işi de sahabenin bir kısmına mahsus olup diğer kısmına mahsus olmayan bir şey değildir. Bilakis sahabenin hepsi adalette doğrulukta ve tebliğ işinde müsavidir. (Dolayısıyla) Onlardan hangisi olursa olsun, bir tanesine dahi dil uzatmak, dine ta’n etmek (dîni karalamak) demektir. Böylesine (çirkin) bir şeyden, noksan sıfatlardan münezzeh olan ALLAH’a sığınırız.

Ashab-ı Kiram aleyhinde söz edenler eğer şöyle derlerse: “Aslında bizde sahabeye tabiyiz. Fakat ittibanın gerçekleşmesi için sahabenin hepsine tabi olmak gerekmez. Hatta sahabenin görüşleri ve usulleri muhtelif olduğu için hepsine tabi olmak zaten mümkün de değildir.” (Böyle diyenlere) Şöyle cevap veririm: “Sahabenin bazısına tabi olmak, ancak diğerlerini inkâr etmedikçe fayda verir. Ne zaman ki Ashabın bazısını inkâr etmek gerçekleşirse, o takdirde diğer kısmına tabi olmak tahakkuk etmez…
Nitekim Hz. Ali (KerremALLAHü Vechehü) üç halifeye de ta’zim eder ve ihtiram gösterirdi. Onlara uymanın hak olduğunu bilerek onlara biat etti. O halde diğerlerini inkâr ederek, Hz. Ali’ye tabi olduğu iddiasında bulunmak, katıksız bir yalan ve kuru bir iddiadan başka bir şey değildir. Bilakis onları inkâr etmek, hakikatte Hz. Ali (KerremALLAHü Vechehü) efendimizi inkâr etmek, onun sözlerini ve fiillerini açıkça reddetmektir.
ALLAH’ın Aslanı Hz. Ali için takiyye (inandığı doğruları açığa vurmayıp, içinde bulunduğu zamana uygun görünme yolunu benimsemek) ihtimalini caiz görmek ise, akılsızlığın son raddesidir. Çünkü sağlıklı bir akıl, ALLAH’ın aslanı Hz. Ali’nin otuz seneye yakın bir zaman, üç halifeye karşı olan buğzunu gizleyip, bunun aksini izhar ederek onlarla nifak üzere kurulmuş bir beraberliğin olmasını asla caiz görmez. Hâlbuki bu tür bir nifak, ehli İslam’ın en alt derecesinde olan biri için bile tasavvur edilemez. Bu işin çirkinliğini iyi düşünmek ve anlamak gerekir. Çünkü böyle bir anlayış, ALLAHın aslanı Hz. Ali (KerremALLAHü Vechehü) ye yakışmayan büyük bir zayıflığı, son derece yetersiz olmayı ve küçük düşürücü bir hilekârlığı, kendisine nisbet etmeyi gerektirir.

Farz-ı muhal ALLAH’ın Aslanı için takiyyeyi caiz görsek bile, ALLAH Resulü SallALLAHü Aleyhi Vesellem Efendimizin başından sonuna kadar (tüm hayatı boyunca) üç halifeyi yüceltmesi ve onlara değer vermesi konusunda ne diyecekler? Zira burada takiyye yapmanın imkânı yoktur. Çünkü Hak olanı tebliğ etmek Resûlüllah üzerine vaciptir. Bu makamda takiyye yapmayı (iki yüzlü davranmayı) caiz görmek, zındıklığa kadar götürür. Nitekim ALLAH-ü Tealâ buyuruyor: “Ey Resül! Rabbinden Sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan Onun risaletini tebliğ etmemiş olursun.” (Maide: 67)

Kâfirler şöyle dedi: “Muhammed, gelen vahyin içinden Kendisine uyanı açıklıyor uymayanı ise gizliyor.”
Kesin olan bir şey var ki, Nebî’nin hata üzere olması caiz değildir. Aksi halde getirmiş olduğu şeriata halel gelir. O halde Peygamber Efendimizden üç halifeye tazim ve ihtiram etmesinin aksine bir tavır sadır olmayıp, onlara verdiği değeri ortadan kaldıracak bir şey de zuhur etmediğine göre bilindi ki; Efendimizin üç halifeyi tazimi ve onlara değer vermesi hatadan korunmuş ve zevalden muhafaza edilmiştir.

Esas meseleye dönersek, onların (yukarıda değindiğimiz) itirazlarının yani şüphelerinin cevabını, öncekinden daha açık ve daha net bir şekilde açıklayalım.

Alem_i Ervah isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı




2007-2026 © Siyaset Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.


Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı