Siyaset Forum

Siyaset Forum (https://www.siyasetforum.com.tr/index.php)
-   Osmanlı Tarihi (https://www.siyasetforum.com.tr/forumdisplay.php?f=137)
-   -   SULTAN II. Abdülhamid'in Bir Günü... (https://www.siyasetforum.com.tr/showthread.php?t=15282)

aksavaşçı 12-27-2007 18:05

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Disiplin
Abdülhamid Han, disiplinli bir sultandı. İşleri zamanında takip etmek en büyük özelliklerinden biriydi. Yapılan müracaatlar intizam içerisinde tetkik edilir ve hiçbir kağıt parçasının kaybolmasına, hiçbir muamelenin kontrolden kaçmasına ve hele işlerin sürüncemede
kalmasına müsaade edilmezdi. Başkatibet dairesine girip çıkan işleri bizzat kendisi kontrol ederdi. (21)

Aynı zamanda getirilen ve gönderilen evrakların kayıtlarına çok büyük hassasiyet gösterirdi. Kendisine arzolunun şeylerle kendisinin verdiği emirlerin kayıp ve tahrif olmamasına çok dikkat ederdi. Bununla birlikte fevkalade kuvvetli hafızası ile kontrol tedbirlerini sıkı bir şekilde temin ederdi. (22)

" Dikkatsizlik özür değildir"

II. Abdülhamid Han, hataların istenmeden olabileceğine pek inanmazdı. Ve bu hususta Tahsin Paşa'ya şunları söylemiştir; "İnsanda sehiv (yanlışlık) olmaz, sehiv ya kasten olur, yahut dikkatsizlik neticesinde meydana gelir Kasten yapılan yanlışlıklar büyük ve çirkin bir suçtur. Dikkatsizlik neticesinde meydana gelen hataların kabahati o dikkatsizliği yapan kişiyedir. Dikkatsizlik mezaret sayılabilir mi?" (23)

Hassasiyet

II. Abdülhamid Han, memleket meseleleri hakkında çok hassas davranır, önemli bir olay karşısında hangi vakit olursa olsun uyandırılmasını isterdi. Başkatip Tahsin Paşa'nın anlattığına göre Abdülhamid Han, acil bir iş zuhurunda gecenin herhangi bir vaktinde kendisinin uyandırılmasına müsaade etmişti.Bekletilmesi ve sultana hemen ulaştırılması gereken bir müracaat için Sultan'ı uyandırmak icap ettiğinde Harem ağası kapıya vurarak kimden geldiğini söyleyerek kağıdı takdim eder, Abdülhamid han bu konuya vakıf olduktan sonra derhal tebliğ edilecek bir emir varsa ya nöbetçi mabeyncilerden birini, yahut Başkatibi çağırtırdı. Bazen acil işlerin halli gece yarılarına kadar ve hatta sabahlara kadar sürdüğü olur, Sultan buna rağmen erken kalkarak çalışmaya başlardı.

İşe Vaktinde Başlamak...Başkatip Tahsin Paşa'dan nakledelim: "Fevkalade şartlarda veya son derece acil bir iş için bu suretle, gece yarısı, evimden alelacele çağrıldığım akseriya vuku bulmuştur...Böyle gecelerde bile Abdülhamid, itiyadını bozmaz, bazen yarım ve hatta bir buçuk saat o acil iş için emri verir veya cevabı bekledikten sonra tekrar yatar, fakat ertesi sabah yine vaktinde, ve erkenden kalkarak çalışmaya başlardı. Bu kesintisiz hayat hiç değişmeden bu suretle devam edip durdu."

aksavaşçı 12-27-2007 18:05

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Uyku öncesi Kitap Okutma Adeti
II.Abdülhamid Han, iyi bir okuyucu idi. İlme aşıktı. Şezadelik yıllarında başlayan kitap okuma sevgisi ömrü boyunca hep devam etti. Çok zengin bir kütüphane yaptırdı. Dünyanın her tarafından getirilen eserlerle donatıldı.

Başarının Temel Sırrı: Cehaletten kurtulup alim olmaktır.

Sultan, gece yatmadan önce de kitap okuturdu. Kızı Ayşe Sultan, yazdığı hatıratında babasından bu konuda şunları nakletmektedir: "Gündüzleri beni meşgul eden işlerin ağırlığından kurtulmak, 20 zihnimi başka taraflara sevkedip düşüncelerimi defetmek ve rahat • uyuyabilmek için her gece odamda kitap okutuyorum. Okuttuğum eserler ciddi olursa büsbütün uykum kaçıyor. Onun için bir takım romanlar tercüme ettiriyorum." Der ve gülerek ilave ederdi: "Küçüklüğümde dadım bana ninni söylerdi. Şimdi de okunan kitaplar aynı tesiri yapıyor. Esasen yarı dinliyor, yarı dinlemeden uykuya dalıyorum. İşte benim uyku ilacım budur."

aksavaşçı 12-27-2007 18:06

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Basin Iyi Takip Edilmeli
Abdulhamid Han, daha şehzadeliğinden itibaren gazeteci yazar ve fikir erbabı ile sıcak ilişkiler kuruyor, Gazeteleri her gün okuyor, okutuyor, üzerinde yorumlar yapıyor şartlara göre yeni strateji ve hedefler belirtiyordu.

Yüz sayfalık yazı ile dile getirilemeyen fikirler sadece bir resimle dile getirilebilir.

Sultan, aynı zamanda Avrupa'da yayınlanan haftalık ve aylık resimli gazete ve dergileri de muntazam bir şekilde takip ediyordu. Bu konuda, her resmin bir fikir ifade ettiğini, yüz sayfalık yazı ile ifade edilemeyecek siyasi ve hissi olayların bir resimle dile getirildiğini belirtiyor, bu tür dergi ve gazetelerin yazılarından ziyade resimlerinden istifade ettiğini ifade ediyordu. (26)

Dönemin basını maalesef günümüz medyasından pek farklı değildi. Memleketin menfaatinden ziyade şahsi çıkarları uğruna yaptıkları yayınlarla emperyalist devletlerin ekmeğine yağ sürüyorlardı. Devlet büyüklerine karşı yaptığı yayınlarla istediğni yaptırıyor ve korku aşılıyordu. Bilhassa milliyetçilik, hürriyet, Batıcılık fikirleri ile halkı büsbütün galeyana getiriyor, çeşitli ırk, dil ve dinlerden meydana gelen Osmanlı devletinin bünyesini tahribe yönelik yayınlar yapılıyordu.

Osmanlı'da gazete ilk defa II. Mahmud Han zamanında ve Fransızca olarak başladı. Müslümanlardan ziyade azınlıkların ve Batıyı körü körüne taklit etmek isteyenlerin elindeydi. II. Abdulhamid Han döneminde gazetelerin sayıları bir hayli kabarıktı. 18'i Türkçe, 1'i Arapça, 9'u Rumca, 9'u Ermenice, 3'ü Bulgarca, 2'si İbranice, 7'isi Fransızca, 2'si İngilizce ve 1'i Almanca olmak üzere çeşitli dergi ve gazete çıkıyordu. (27)

Hergün gazeteleri okuyan Sultan "Bunlar ihtilalci gazetelerdir. Bunların sonu hayra alamet değildir. Bunlar yorgan kavgasından başka bir şey değildir" diyordu.(28)

II. Abdulhamid Han, zararlı neşriyatın yapılmasını istemiyordu. Osmanlı devletinin içinde bulunduğu kritik dönemde cahilane yayınların millete fayda yerine zarar vereceğini söylüyor ve Basının muhakkak kontrolden geçmesi gerektiğine inanıyordu.

Kontrol Mekanizması

Bu nedenle basını devletin lehine kullanmak için yerli ve yabancı gazete muhabirlerini Saray'a davet ediyor, onlara ikramlarda
bulunuyor, nişanlar ve paralar veriyordu. Böylece pek çok yabancı gazeteciyi kendi bütçesinden ayırdığı paralarla elde tutuyordu.(29)

Türkiye aleyhinde yayın yapacak gazete ve muhabirleri ise satın alırdı. Yabancı muhabirlerin çoğu satın alınmıştı. Avrupa'nın
önemli gazetelerinden bazılarını abone bulmak, satın almak suretiyle kendi lehine kullandırır ya da aleyhte kullanmamaya çalışırdı.Özellikle Times, Temps, Könche, Zeitung, Tribüne, Neue Freie Presse, Viedemosti gibi büyük gazetelere çok önem verirdi. Avrupa gazetelerine ve yabancı ülke ajanlarına Hazine-i Hassa'ca para verilmiştir.

Cemiyeti Zehirleyen Yayınlara Müsaade edilemez.

Sultan Abdülhamid Han, devlet ve millet için zararlı olan yayınların neşrine müsaade edilmemesi gerektiğini bildiriyor ve bu tür zararlı olabilecek yayınlar hakkında "sansür politikası"nı takip ediyordu.

II. Abdülhamid Han'ın yaklaşık saltanatının ilk 10 yılına kadar basın sansürden uzak, herşey kamu önünde açıklanır, yabancı yayınlara da bir kısıtlama getirilmezdi. Fakat son dönemlerde Jön Türkler'in devlet ve saltanat karşısındaki tutumları, Ermeni, Bulgar 22 ve birliği tehdit edici faaliyetlerin hızlanması karşısında sansürün elzem olduğu kanaatine varıldı. Uyguladığı ince siyaseti ve sansür politikasıyla basım kısa bir zaman içinde kontrol altına aldı, şahsi ve maksatlı polemikleri kökünden yasak etti. "Ermenistan" diye tarihi ve coğrafi bir mefhuma asla yer verilmemesini emretti ve bütün yayınları sansür usulüne bağladı.

Dış basını da aynı hassasiyetle takip etti. Dış basını takip işini o zamanlar elçiler ve konsolosluklar yürütyordu. Osmanlı'yı ilgilendiren her yazı, derhal tercüme edilip Saray'a gönderiliyor, eğer yazının memlekete girmemesi isteniyorsa vaziyet telgrafla haber veriliyor ve tedbir alınması sağlanıyordu.

Sadece gazete ve dergiler değil, her türlü kitap üzerinde de sıkı bir kontrol mekanizması kurulmuştu. İslam ahlakına uymayan, dine saldın ve İslam dinini imha niteliğinde olan hiçbir eserin yayınlanmasına müsaade edilmedi...

Bazı menfaatperestler de sadece şantaj yaparak Sultan'dan para koparmak gayesiyle yazarlardı. II. Abdülhamid Han bu bakımdan nice şantaj ve hile tertibine merhametinin çokluğundan göz yumuyor, elini uzatan her kese, değerine bakmaksızın para veriyordu. Böylece düşmanın sinsi tuzağından uzak tutmak ve memlekete faydalı hale gelmeleri için... Bu tip yayın yapanların başında "Vakit" yazarı Said Bey gelirdi. Defalarca Sultan'ın ihsanına mazhar olmasına rağmen tekrar uygunsuz yazılar yazar, tekrar sultan çağırır para verir velhasıl bu şekilde devam ederdi. (30)

Ülkenin ve devletin bütünlüğüne, halkın birlik ve huzuruna zarar verecek her türlü fikir ve görüşün sansürlenmesi gerektiğini bildirmiştir. Zamanın basınında hastalık haline gelen müstehcenlikle büyük mücadeleler etti. Kendisini Beylerbeyi Sarayı'nda ziyarete gelen Enver Paşa'ya şunları söylemiştir:

"33 sene saltanat sürdüm. Padişahlığım müddetince ferdin hürriyetine, şahsiyetine daima taraftar idim. Fakat istediği gibi bir hürriyet, gelişi güzel bir serbestiyeti de hiçbir zaman hoş görmedim. Hele basında pek revaçta olan müstehcen resim ve yazılara sinsi fikirlerin hakim olmasına asla müsaade etmedim. Milli ananelerimizin bozulmasına da taraftar olmadım." (31)

Anne ve Baba çocuklarını zararlı yayınlardan koruduğu gibi devlet te milletini aynı şekilde zararlı fikir ve cereyanlardan korumalıdır.

Kendisini dinlemeye devam edelim:"Bizde sansür elzemdir. Mevcudiyetini tenkid edenler yanılmaktadırlar. Bizdeki müesseseleri, Batıdaki gibi mütalaa etmeye imkan yoktur. Belki orada kültürün daha yaygın olması sebebiyle, basının tenkitleri normal karşılanabilir. Fakat bizde henüz halk çok bilgisiz, çok saftır. Tebaamıza çocuk muamelesi etmeye mecburuz. Hakikaten de büyük çocuklardan farkları yoktur. Ebeveyn veya mürebbiye nasıl gençliğin eline zararlı neşriyatın geçmemesine dikkat ederse, bizim hükümet de halkın fikirlerini zehirleyecek herşeyi halktan uzak tutmaya çalışmalıdır. Fransızcadan tercüme edilen birçok romanın hareme girmesi, kalpleri, fikirleri ifsat etmesi çok acı olmuştur. Bu kötü neşriyatı ithal edenlerin Türkler değil de Fransızlar, Rumlar ve Ermeniler olması ancak teselliden ibarettir. Şu Ermeniler ve Rumlar ne kötü insanlardır! Piyasaya sürdükleri bu hakikate aykırı romanları, eğer sansürden geçmeden gazetelerde neşredilseydi, halkta fena tesir uyandırır, bu da yabancıların hakkımızdaki fikirlerini büsbütün yanıltırdı. Zaten memleketimiz kafi derecede hertürlü iftiraya maruzdur. Bütün bu söylediğimiz sebebler sansürün devam etmesini icap ettiren sebeplerdir."

aksavaşçı 12-27-2007 18:06

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Çocuk Sevgisi
Sultan Abdülhamid Han'ın huzurlu bir aile hayatı vardı. Hem patişah hem de örnek bir aile reisiydi. Çocukları çok severdi. Onlarla ilginmeyi, baba şefkatini göstermeyi ihmal etmezdi. Bir evladının yanarak vefatı ve başka bir çocuğunun da hastalığının teşhis edilemeyerek ölümü kendisini çok üzdü. Bunun üzerine "benim çocuğum kurtulamadı, kimbilir fakir fukaranın çocuklarına nasıl bakılıyor. Hiç olmazsa bir hastahane yaptıralım da benim gibi birçok babaların kalbi yanmasın" diyerek "Hamidiye Etfal Hastahanesi"ni bugünkü adıyla "Şişli Çocuk Hastahanesi" ni kurdu. En seçme doktorları orada görevlendirerek Almanya'dan en gelişmiş cihazlarla hastahaneyi donattı. Böylece birçok baba yüreği yanmaktan kurtulmuş, kendisine dua etmişlerdir.Çocuklar okusun, ailesi fakir ise yardım edilsin.

Sultan, yeni bir köşkün yapımında çalıştırılan sekiz-dokuz yaşlarında iki küçük çocuğu Hünkar Dairesinden seyretmekte. Bir ara bu çocuklar gelerek pencerenin önündeki fiskiyeli havuzdan yıkanmaya başlarlar. Çocukların bu hali çok hoşuna gider. Onları çağırır, büyüğüne adını sorar. Çocuk "Mecid" der, küçüğüne de aynı soruyu yöneltince aldığı cevap "Hamid" olur. Cevaplar daha da hoşuna gider ve Müdür Ahmet Bey'i çağırtarak "Bu çocukları şimdi doğruca Tüfekçibaşı Tahir Paşa'ya götürünüz. Bunları Maiyet tüfekçi Bölüğü'ne kaydettim. Maaş alsınlar. Mektebe gitsinler" emrini verir. Ayrıca bir kese altın ihsan ederek, çocukların anne ve babalarına yardım edilmesini, elbise vs. ne lazımsa alınmasını da emreder. (33)


aksavaşçı 12-27-2007 18:06

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Terbiye
II. Abdülhamid Han, çocukların terbiye ve eğitimi hususunda çok gayret sarfederdi. Çocuklarını okutmak için özel hocalar tutar ve onların eğitiminde titiz davranırdı. Vakit bulduğu zamanlarda haremlerinden ve kızlarından kimi isterse haber gönderip çağırır, onlarla görüşürdü. Gerek hanımlarının, gerekse kızlarının resmi işlere karışmasını asla istemezdi. Sultan Abdulaziz ile Sultan Muradın annelerinin devlet işlerine karışmalarının devlet gibi hanedan için de asla hayırlı neticeler vermediğine inanırdı. Tahta çıkışının ertesi günü analığının elini öperek;

"Siz annesizliğimi bana bir gün hissettirmediniz. Nazarımda öz annemden farkınız yoktur ve mevkiiniz Valide Sultan mevkiidir. Sarayda da Valide Sultanlığın bütün hak ve selahiyetlerine sahip olacaksınız. Fakat devlet işlerine müdahaleye kalkıp şunun bunun himayesini üzerinize almaktan ve rütbe ve memuriyet heveslilerine delâletten kat'iyyen çekinmenizi bilhassa rica ederim" demiş, Perestü kadın da ölünceye kadar Sultan'ın bu arzu ve iradesine riayetkar kalmıştır. Kadın ve çocukları da bu hususa çok riayet etmişlerdir.
(34)

Çocukların hataları direk yüzlerine söylenmemeli annesi rafından ikazı temin edilmeli.

Terbiye hususuna çok dikkat eder, en küçük kusurları dahi hoş-görmez, kendisiyle yüzgöz etmezdi. Çocuklarının bir kusurunu gördüğü veya hissettiği zaman çocuklarına direk söylemez, anala-rına haber gönderirdi. Anneleri de çocuklarına babalarının huzurun-da ne suretle konuşacaklarını, nasıl hareket edeceklerini öğretir ve onlar da bu edebe riayet ederlerdi.

Kız çocukları sakin ve nazik hareketli olmalı.

Kız çocuklarının giyiminin çok sade olmasını, "cici bicili" şeyler giymemelerini isterdi. El işaretleriyle, yüksek sesle konuşmalarından hoşlanmaz, daima sakin ve nazik hareketli olmalarına dik-kat ederdi. Büyüklerine, annelerine, kardeşlerine daima saygılı davranmalarını, önlerine geçmeyip sıralarını muhafaza etmelerini ister, şımarıklıktan hiç hoşlanmazdı.

Erkek çocuğu erkek gibi büyümelidir.

II. Abdülhamid Han, halk tarafından olduğu kadar, aile içerisindede de sevilir ve sayılırdı. Halkına olduğu gibi çocuklarına da şefkati çok fazlaydı.

Ayşe Sultan, çileli bir hayat sonrasında İstanbul'da evlenir. Ve bir oğlu olur. II. Abdülhamid Han da, Selanik'ten İstanbul'a getirilince torununu kendisine getirirler ve torununu gördüğüne sevinç gözyaşlarına hakim olamaz. Kimbilir neler düşündü...Selanik'teki o azap dolu günlerden kurtulan kızının torununu görmek nasıl bir duygu bilinmez. Bu sevinçli anında çocuğu çok sever ve kızma şu haberi yollar;

" Allah bağışlasın. Ömrü uzun olsun. Beni unutturmayıp da çocuğa tanıttığından dolayı teşekkür ederim. Bu kadar terbiyeli büyüttüğüne de son derece memnun oldum. Elimden gelen duadır. Yalnız, saçları çok güzel ama kestirsin. Erkek çocuğu erkek gibi büyümelidir"

aksavaşçı 12-27-2007 18:07

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Hitabet
Hitabet nazikçe olmalı.
Abdülhamid Han, hitabete son derece ehemmiyet verir, kimseyi "sen" diye çağırmadığı gibi hizmetçilerine dahi "getir", "götür" şeklinde emir vermezdi. "Getiriniz" veya "götürünüz" gibi nazikane şekilde emir verirdi. Kız çocuklarına "kızım" veya "sultan" diye hitap eder, kadınlarına da pek saygılı muamelede bulunurdu, "başkadın" veyahut "başikbal" şeklinde haber gönderir ve çağırırdı.

İngiliz Ajanı Yahudi Vambery de : "Onu fazlasıyla zeki ve uyanık buldum. Hazır cevap olmasına rağmen, görüşlerini ancak inceden inceye düşünüp taşındıktan ve danışmanlarının fikirlerini aldıktan sonra ifade eder." diyordu. (35)

Oğulları ile selamlık dairesinde görüşür, hangisini isterse "gelsin" diye emrederdi. Büyük oğullarına karşı daha resmi idi. Onlar da huzurda daima İstanbulin denilen yakası kapalı yırtmaçlı bir çeşit elbise ile çıkarlardı. Adi pejmürde kıyafetle asla huzuruna gitmezlerdi. En çok sevdiği oğlu Burhaneddin Efendi ile küçük oğullan, büyük olan diğer Şehzadelerden daha sık huzura giderlerdi. Cuma selamlıklarında oğullarının bulunmasını mutlak isterdi. Oğullarına yapacağı ihtarları direk yapmaz ya musahiplerle vaya mabeyncilerle yapardı.

aksavaşçı 12-27-2007 18:08

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Tevazu
II. Abdülhamid Han, mütevazi idi. Kendisini başkalarından üstün görmez, kibirlileri de sevmezdi. Zamanın Haremağalarından biri anlatır:

"Odasına herhangi bir haremağası veya hademe girdiği zaman, sırf Allah'u Tealanın mahlukuna saygı göstermek için ayağa kalmak ister fakat Müslümanların Halifesi ve Türklerin Padişahı sıfatıyla öyle bir harekete imkan bulamayınca, ayağa kalkışını gizlemek maksadıyla masasında bir kağıt arıyormuş gibi yapar ve yalnız Alllahu Tealanın görüp kulların farkına varmadığı şekilde isteğini yerine getirirdi..."

aksavaşçı 12-27-2007 18:08

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Mesgale
II. Abdülhamid Han, manzara resimleri ve marangozluğa meraklıydı. Vakit bulduğunda kendisine has marangozluk atölyesinde çalışır, yaptığı birçok sedefli, oymalı eşyalar Yıldız'da saklanırdı.

Marangozluğa olan ilgisi babasının zamanında başlar. Abdülmecid Han zamanında Halil Efendi adında usta bir sanatar vardı, Sultan, babası gibi bu Halil Efendi'den ders aldı ve onunla birlikte çalıştı.. (38)

Manzara ve çiçek resimlerine olan ilgisi Saray'da büyük bir Tablo koleksiyonu oluşturmasına sebep oldu.

Saray'da bir marangoz atölyesi açmıştı. Sultan bir de iskemle ile yaklaşık 35 santimetre boyunda küçük, zarif bir çekmeceli dolap yaptırmıştı.

Aynı şekilde çiniciliğe de meraklı idi. Yine sarayda açtığı marangozluk ve çinicilik atölyesinde yaptığı eserleri, bir çok yabancı devlet adamlarına hediye olarak gönderdi.(39)

Gün gelir meşgaleler teselli kaynağı olur.

Selanik'te Alatini köşkünde ikamete ederken muhafızlarından Fethi Okyar'a saatçilik ve marangozlukla alakalı alet ve malzeme-getirilmesini rica ederek şu nasihatta bulunur:

"Böyle alışkanlıklar, meşgaleler, zevkler edininiz...Benim bunlara şehzadeliğim zamanında merak ettim. Hükümdarlığımda da vakit buldukça değil, vakit ayırarak devam ettim. Bugün benim için münhasıran (yalnızca) meşgale değil, tesselli de oluyor."

aksavaşçı 12-27-2007 18:09

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Meslegin Olsun, Istersen Padisah Ol
II. Abdülhamid Han, aynı zamanda çok iyi bir tüccardı. Babası Maslak köşkünü kendisine verince orayı çiftlik haline getirdi. Aynı yerdeki bir üstübeç ocağını işletti, koyun ve inek yetiştirdi ve aynı zamanda Avrupa'dan muhtelif çiçekler ve gül fidanları getirterek bahçenin bir kısmını çiçek bahçesi haline çevirdi. Para kazanarak zengin olan Abdülhamid han, servetini, saltanatı sırasında din ve devlet hizmetlerinde kullandı. Zekası ve politik kabiliyeti dolayısıyla amcası Sultan Abdülaziz, onun serbest bir ortamda yetişmesini sağladı. Mısır ve Avrupa seyahatlerinde yanınnda götürdü.

II. Abdülhamid Han tahta geçince "cülus masrafı" olarak sarfedilen altmış bin ikayı ticaretten kazandığı kendi parasından verdi. (41)

Sultan'ın hususi ve ailevi hayatında hiçbir israfı yoktu. Padişahığı zamanında da iktisatlı yaşar, her fırsatta iktisat ve intizamın faydalarını söyler, lüzumsuz sarfiyatın ve bilhassa borçlanmanın aleyhinde olurdu. Buna rağmen yaşadığı devri ve etrafındaki insanların ahlak ve istidadını, zayıf noktalarını iyice tedkik ederek bu insanları para ve menfaat vasıtasıyla elde ediyor, böylece devlet aleyhindeki faaliyetlerine mani oluyordu. (42)

Abdülhamid Han, muntazam bir bütçe ile geçimini temin eder, dairesinin en ufak masraflarına varıncaya kadar her muameleyi kendi teftiş ve nezareti altında bulundurur, bilhassa israftan son derece kaçınırdı. Diğer şehzadeler para hususunda sıkıntı çekerlerken Abdülhamid Han, bir taraftan tasarruf bir taraftan da ticarette kazandığı paralarla müreffeh bir hayat geçirir, kardeşlerine, ihtiyaç sahiplerine yardım ederdi. Bilhassa kardeşi Murat Efendi'ye çok defalar borç olarak para verdiğini söylemiştir.


aksavaşçı 12-27-2007 18:10

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Ata binmek sevda isi
Sultan Abdülhamid han, gençliğinde çok hareketliydi. Ata binmeyi aşk derecesinde severdi. Oniki yaşında iken her sabah ata binip saraydan uzaklaşmayı adet edinmişti. Yalnız başına İstanbul'un her tarafına gider, yanında kimseyi almak istemezdi. Böyle bir günde attan düşmüş, üç ay kadar hasta yatmıştı. En azgın atları bile idare edebilmesi sayesinde, Padişahlığında başına gelen mühim bir kazadan kurtulmuştu. (43)

Padişahlığının beşinci veya altıncı yılında, bir Cuma selamlık alayını Ortaköy Camii'nde yaptırır. O güne kadar selamlıklara atla gidilirdi. Adeti üzere yine atla çıkar. Kimler ve nasıl yapmışlarsa ata fleft yağı sürmüş oldukları için saraydan camiye güçlükle ve birkaç defa yere çarpılmak tehlikesini atlatarak sırf usta binici olması sayesinde gidebilir. O günden sonra selamlığa giderken araba kullanmaya başlar.Gençliğinde denizde yüzmeyi, kürek çekmeyi, yelken kullanmayı da severdi.
Tabancayla atıcılık ve kılıç kullanma talimlerinden de vazgeçmezdi. Babası Sultan Abdülmecid han, kendisine Kağıthane Köşkü'nü, Ali Bey Çiftliği'ni vermişti. O zaman hemen her gün atla çiftlikte dolaşır, bütün işlere nezaret ederdi. Civarda av ile de meşgul olur, av tüfeğiyle nişancılıkta da maharetili idi. Bir av eğlencesi sırasında yüzünün sağ tarafına bir saçma isabet etmiş "Bu saçma o günlerin yadigarıdır. Hala sakalımın altında duruyor. Varsın dursun. Bize bir zararı yok" derdi. İstranca ormanlarında ava gittiğini, bir gün eşkiyaya rastlayıp onlarla mücadele sırasında kolundan yaralandığını söylerdi çocuklarına.

Kendisi Bu hususta şunları anlatır; "Gençliğimde denize girer, pek iyi yüzer, ata biner, araba kullanır, kürek çeker, yelken kullanır, tabancayla atıcılık yapar, ava gider, kılıç talimleri yapardım."

aksavaşçı 12-27-2007 18:10

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Sabır
İstenmeyen olaylar karşısında sabırlı olmak, tahammül etmek ve soğukkanlılığı muhafaza ederek problemleri çözmek Sultan Ab-dulhamid Han'ın başka bir liderlik sırrıydı.
Meşrutiyet'in ilk Cuma selamlığı sonrasında (31 Temmuz 1908) Ayşe Sultan hatıratında babası ile konuşmasını şöyle nakleder

" Bugün bizim arabanın önünde bir hoppa çocuk mütemadiyyen koşup dolaşıyordu. Gördünüz mü?" "Evet efendimiz, gördüm, Rıza Tevfik Bey imiş. Diğerine de Selim Sırrı Bey diyorlar" deyince bu defa babam daha ziyade gölümseyerek "Bu koca alayın nizam ve intizamı bu hoppa çocuklara mı kaldı? Deli gibi önümde, arkamda dolaşıyorlardı. Bunlar ne bilirler ki idare edecekler? Allah milleti bu gibi hoppalardan esirgesin" dedi. Sözlerini üzüntülü bir edayla şöyle bitirdi:

"Mahzun olmamalı. Daha böyle nice nizamsız günler görüp geçireceğiz. Ama sabır ve tehammül ile, inşaallah , memleketim, milletim selamete çıkacaktır. Kızım, ben hayatımın yarısından fazlasını tamamlamış bulunuyorum. Milletimin selamet, huzur ve ilerlemesinden başka emelim kalmamıştır. Allah millete zeval vermesin. Duam budur."


aksavaşçı 12-27-2007 18:11

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Korkaklar Hizmet Edemezler
II. Abdülhamid Han, yetişmiş, samimi devlet adamlarından mahrumdu. Kadrosu yoktu. Adeta yalnız başına koskoca devleti sırtında taşıyordu. Kendisinden çok büyük iyilikler görmüş sadrazamları (başbakan), yöneticiler nankörlük ediyor, iyiliklerini görmüyordu. Bunlardan biri de birçok kerre Sultan tarafından başbakanlığa getirilen Sait Paşa'ydı.

Sultan'ın en ehemmiyet verdiği ve kendisine çok iyilikler yaptığı sadrazamlarından (başbakan) Said Paşa, Padişah'tan iyilik görmediğini açıkça söylemekten çekinmiyordu. 11. Abdülhamid Han, Said Paşayı Okul sıralarında tanıdı. O zamanlar bile bazı ufak tefek yazılarını kendisine yazdırtırdı. Akıllı, zeki, olduğunu söyler takdir ederdi. Sultan Abdülhamid Han'ın ifadesiyle; "...Garip şeydir; Said Paşa, bana daima sıkıntılı zamanlarımda çok iyi hizmette bulunmuştur. Birçok hususlarda kendisine mabeyncileri göndererek fikrini sorar, o zaman en doğru, sadıkane cevaplan alırdım. Fakat sadrazam (Başbakan) olunca iş değişirdi. O mevkiye gelince kendisinden istifade edilemezdi. Azle mecbur olurdum. Said Paşa ayaklı kütüpha-

nedir. Son derece bilgili, akıllı, tecrübelidir. Vezirlerimin arasında onun kadar bilgilisi yoktur. Fakat kurnazlığı ve korkaklığı yüzünden hizmet edemiyor."

Bu Sait Paşa'dır ki İttihat Terakki ileri gelenleri arasında Sultan'ı tahttan indirecekler arasında yer alır.

II. Abdülhamid Han, azl' edilip Selanik'e gönderilince orada; "sizi bu hale getiren, hiyanet eden Said Paşa'dır" sözlerine; "Hayır, Allah'ın emri yerini buldu. Said bir korkaktır. Onun için alet olmuş, böyle yapmaya kendisini mecbur görmüştür" cevabı vermiştir. (45)

Başka Bir Nankör

Kızı Ayşe Sultan'dan dinliyelim; "Bir sabah, tahminen onbuçuktu. Yemekten evvel hava almak için babam balkona çıkmış, dolaşıyordu...Tam benim balkonumun altından bir tabanca patladığını duydum. 'Eyvah! Korktuğumuza uğradık' diye bir feryad kopararak deli gibi merdivene koştum. Aşağıya indim. Gözlerime ilk ilişen babam oldu. Ayakta balkonun kapısı önünde duruyor, annemle, Saliha Naciye Hanım'a hadiseyi anlatıyordu. Diğer haremleriyle biz kızları da oraya gelmiştik.

-Salim bize kurşun attı. Şu karşıdaki taflanların arasına saklanmış. Gözlerimle gödüm. Ben çık diye bağırınca her nedense ikinci kurşunu atmadan ayağa kalktı.

Bahçede Musahiplerden Selim Ağa ile Kahvecibaşı Ali Efendi ve Abid Efendi geziyorlarmış. Bu hali onlar da görmüşler. Kurşun duvara çarpıp geriye teperek bahçedeki çakıl taşlarının üzerine düşmüş. Babam, Ali Efendi'ye seslenmiş, "Kurşun işte şurada duruyor, Alıp bana getir," demiş ise de Ali Efendi, "Affet beni Efendiciğim, getiremem" diyerek korkusundan ağlamıştır.

Bu vak'a üzerine zabitler koşup Salim'i tuttular. Alıp götürdüler. Babam derhal Rasim Bey'i istedi. Rasim Bey o anda köşkte yoktu. Biraz sonra geldi. Babam hala kapınınönünde Rasim Bey'i bekliyordu. Ona yerde duran kurşunu göstererek.

Salim bizi vurmak istedi. Lakin muvaffak olamadı.İşte kurşun burada duruyor.Bizimkilerden istedim. Getirmediler. Kurşunu bana veriniz. Hatıra olarak saklayacağım, dedi. Rasim Bey:

-Birşeydir oldu. Kusuru bakmayınız. Ben şimdi Salim'i buradan çıkaracağım. Meraketmeyiniz. diyerek bahçeye indi. Kurşunu aldı.
-Veremem, diyerek cebine koydu. Çıkıp gitti. Bu köşkün limonlukta çalışan eski bir bahcıvanı vardı. Barbo adında bir Rumdu. Bu hali tamamiyle görmüştü. Kurşun atıldığı sırada orada bulunuyordu. Eliyle yüzünü kapayarak feryatla bağırmıştı. Çok ağlamış olduğunu da ağalardan haberaldık.Salim bunu neden yaptın?
diye sordukları zaman Cümlemizi kurtarmak için. Cevabını vermiştir. Bunu da sonradan öğrendik."

Ayaşe Sultan anlatmaya devam ediyor: "Esasen babamın talihidir. Kime nimet yedirdiyse mutlak ondan ihanet görmüştür. Bu Kürt Salim kimdir. Vaktiyle pek fakir bir ailenin çocuğ imiş. Asker olmak istediği halde müracaat edecek kimsesi yokmuş. Bu arzusunu bazı kimselere söylemiş. Onlardan biri kendisine babamın hususi doktoru İsmet Paşa'ya başvurmasını tavsiye etmiş. İsmet Paşa,Yıldız'a yakın olan Yeni mahalle'de ikamet edermiş. Saraya da daima sabahlan yokuşu yürüyürek çıkmak suretiyle gelirmiş. Bazı kimseleler Paşa'yı yolda yakalayıp hallerini anlatırlar, o da Padişah'a arzeder, bu suretle birçok kimselere iyilikte bulunurmuş. Salim'e de aynen böyle yapmasını tavsiye etmişler. Salim, bir sabah İsmet Paşa'yı yokuşun başında bekleyip halini anlatmış.İsmet Paşada , "Peki oğlum, Efendimize arzederim" demiş. Babama bu genç çocuğun halini anlatmış. Babam da Kuleli'ye yazdırtıp ihsan göndermiş. İşte Salim bu suretle yetişmiş, yüzbaşılığa kadar terfi etmiştir.Lakin gel zaman git zaman .babamın hal'inde moda olan kahramanlık zihniyetiyle babamı ortadan kaldırmanın bir şeref olacağını düşünerek bu kurşunu atmaktan çekinmemiştir. Böylelikle minnet borcunu ödeyecekmiş!" (46)

Başka Biri

II. Abdülhamid Han'ın 33 yıllık hizmetinden sonra kendisine verilen sıkıntı ve çektiği ızdırabın bir misalini verelim:

Bu kez kızı Şadiye Sultan'dan dinliyelim;

"Babamın Başmebeyncisi Tahsin Paşa azlolunmuş, onun yerine katiplerden Jön Türklerin itimat ettiği İttihat ve Terakki mensubu Cevat Bey tayin olunmuştu. Tesadüfen o gün babama gitmiştim. İlk defa huzura çıkan Cevat Bey (Ah efendiciğim, bensizin sadık bendenizim.Tahsin Paşa beni uzun zaman huzurunuza çıkarmadı. Büyükbir müzayaka içindeyim!) diye yalvarır gibi konuşuyordu. Babam hareme girdi.Üzüntülü idi.Bütün saray halkınca dalkavukluk ve mürailiği ile isim yapmış böyle bir adamın kendisine hususi katip olarak verilmesinden duyduğu ye'si gizlemeğe çalışıyordu. Çekmecesinden bir deste banknot alarak, selamlıkta bekleyen Cevat beye götürüp verdi. Fakat, bu zengin ihsanı görünce yerlere kapanıp ayaklarını öpmeye çalışan Cevat Beyi, bu teşebbüsünden dolayı hayatının en buhranlı anında dahi tekdir ve takbih etmeyi ihmal etmemiştir:

-Rica edeyim! Secdeler Allaha mahsustur. Bu gibi hareketlerde bulunmanızı ve ikinci ihtara lüzum bırakmamanızı rica ederim! demiştir.

Birkaç gün sonra, babamın hal'ine ve Reşad efendinin cülusuna ait Meb'uslar Meclisi kararı tebliğ edildi. Babam gayet serin kanlılıkla:

-Mademki, otuzüç sene memnun edemedim, kimi isterlerse hayırlı etsin. Yalnız rica ederim, bütün ailelerimle beraber biraderimin oturduğu Çırağan Sarayına beni götürünüz! dedi.Tebliği heyeti
-Mebuslar Meclisince, Selanik'te hazırlanan köşke gitmeniz için karar alınmıştır cevabını verdi. Babam:

-Yorgunum ve yaşım da uzun yolculuklara müsait değildir. Allaha kasem ederimki, saltanatta gözüm yoktur; fakat ailemle Çırağan Sarayında ikametimi rica ediyorum! dedi. Tebliğ hey'eti, Meclise yeniden arzedileceğini ve alınacak cevabın yeni başmabeynci Cevat bey ile bildirileceğini söyleyip ayrıldı. Bir iki saat sonra cevap geldi. Derhal Selanik'e hareket için hazırlanması hakkındaki Meclis kararını Cevat bey, maalesef bir kaç gün önce bir deste banknotu aldığı vakit yerlere kapanarak ayaklarını öptüğü babama çok ağır sözler saffederek bildirdi. Ağzına aldığı kelimeler terbiye dışı idi, alelade bir adama dahi söylenmesi ayıptı."(47)

aksavaşçı 12-27-2007 18:12

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Vatan Millet Sevgisi
Eniriniz altındakileri sevmedikçe onlara hizmet edemezsiniz.

II. Abdülhamid Han milletini çok severdi. Hele ne sebepten olursa olsun herhangi birine zarar gelmesine asla gönlü razı olmazdı. Vatan ve milletin selameti için gece gündüz çalışır, uykusuz kalır gerektiğinde hayatını feda ederdi. Bu hususta kıza Şadiye Sultan şunları anlatır;

"Babam, milletini delicesine severdi. (Ahmetcik) (Mehmetçik) sözlerini kullandığı vakit öz evlatlarından bahsediyormuş gibi yürekten sevgisi derhal yüzünden okunurdu. Babamın saltanatı zamanında yalnız bir tek harp hatırlıyorum. O da Yunan harbidir. Bu benim çocukluk zamanıma rastlamıştır. Hatırladığıma göre, haremdeki dairelere top top bezler getirilip dağıtılmıştı. Yaralı askerler için gecelikler dikilirdi. Hizmetkarlarımızla beraber sabahın erken saatlerinden, gece uyku saatine kadar dikiş makinelerimizin başında, bizden istenilen sayıda giyeceği yetiştirmeğe çalışırdık. Bu hummalı faaliyet bütün muharebe müddetince devam etti. Ben de çamaşırlara düğme dikerdim. Aklımca büyük iş gördüğümü sanırdım.Babam aramıza gelip
-Aferin evlatlarım, Allah vatanımızı düşmanlardan muhafaza buyursun! derdi.

Biz bu sözlerden kuvvet ve şevk alırdık, zaman kaybolmasın diye gözümüzü iğnemizden ve makinemizden ayırmaksızın onu dinlerdik. Vatan! Vatan! Babam bunu bizlere ne kadar çok söylemişti."

aksavaşçı 12-27-2007 18:12

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
İman Kuvveti
II. Abdülhamid Han'ın en önemli sırlarından biri kuvvetli imana sahip olmasıydı. 33 yıllık saltanatı boyunca gücünü bu iman kuvvetinden aldı.

Sultan'ın meşhur bir sözü vardı: "DİN VE FEN" Osmanlı devletinin bu ikisine de sahip olması gerektiğini ifade eder ve İslam aleminin bu iki ziynetle ziynetlenmesini isterdi.

Ülkeyi kalkındıracak tek unsurun eğitim, onun da temelinin din olduğunu sık sık tekrar ederdi. Osmanlı devletinin bekası ve güçlenmesi İslamiyetin yükselmesine bağlı olduğunu, yeterli din eğitiminden mahrum insanların sadece şahsi menfaatleri tatmin için, çalışan egoistlerden oluşacağını ve memleketin de bundan zarar göreceğini belirtirdi.

II. Abdülhamid Han, Osmanlı devletini ayakta tutan yegane, gücün İslamiyet olduğuna inanmakta, devlet ve millet selametinin ancak güzel dinimiz olan İslamiyeti tam ve doğru olarak yaşamasına bağılı olduğunu bildirmektedir. Çocuklarına v.e etrafındaki insanlara da düşmanların oyununa gelinmemesi, dinsiz, ahlaksız insanlardan uzak kalınması gerektiği, İslamiyetin ilerlemeye mani olmadığı aksine ilerlemenin anahtarı olduğunu söylemekte ve yazmaktadır. Bu hususta çeşitli zamanlarda, özel sohbetlerinde-,, halka açık yerlerde beyan ettiği görüş ve düşünceleri;

Yeniden Canlanmak için Avrupa Medeniyetini taklit değil, gücümüzün esası olan İslamiyete dönmektir.

"İmparatorluğumuz, din, iman ülkesidir. ve öyle kalacaktır. Eğer din anlayışı yıkılırsa, İmparatorluğmuz'un sonu gelmiş demektir." "Kendi programımızı tatbik etmeliyiz. Ve her şeyden evvel İslamiyetin gösterdiği yolda gitmeliyiz. Hiçbir padişah başka türlü hareket edemez ve etmemelidir." "Eğer yeniden canlanmak, eski kuvvetimizi bulmak, eski büyüklüğümüze erişmek istiyorsak bize bu kudreti vermiş olan, Avrupa'nın sözümona medeniyetini taklit etmek değil, bilakis kudretimizin esasrolan İslamiyet'e dönmektir. "Kainatın yaratıcısı olan Allahu tealaya hamd olsun. İlahi, yalnız sana kulluk ederiz, yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola erenlerin, yollarını şaşırmayanların gittiği yola götür. " (49)

"Bizi yükselten, dinimize karşı duyduğumuz büyük aşktır"

II. Abdülhamid han, İslamiyete saldıranları sevmez, İslamiyet ilerlemeye manidir diyenlere de şu cevabı verirdi;

"Avrupalılar, bizi küçültmek veya kötülemek istedikleri zaman Müslümanları taassublukla suçlarlar. Diğer mezheplerden olanlara.
sözde tatbik ettiğimiz kanlı zulümleri kastederler. Fakat Hıristiyanlar'in bizde olunca taassup dedikleri, kendilerine gelince vatan sevgisi diye adlandırdıkları aşk aynı aşk değil midir? Onların vatanları için duydukları hissi, biz dinimiz için duymaktayız. Düşmanlarımız buna taassup diyorlar. Müslümanlar dinleriyle hakikaten iftihar etmelidirler. Mü'minlerin ateşli bir aşk ile bağlı oldukları Hazreti Muhammed'dir (sallallahu teala aleyhi ve sellem) doktirini, insanlar arasındaki eşitliğe inanan, zayıfları koruyan, iyiliğe kıymet veren, kanunlara hürmeti emreden bir dindir. Dogmatik fikirleri, sembolleri, batıl itikatları kabul etmez. Bizi yükselten, dinimize karşı duyduğumuz büyük aşktır. Dinimizin terakkiye (ilerlemeye) mani olduğunu söylemek gülünçtür ve hakikate gözünü kapamak demektir. (50)

II.Abdülhamid Han, Allahu tealanın emretti ibadetleri elinden geldiğince yerine getirir, beş vakit namazı zamanında kılar, abdestsiz yere basmazdı. (51)

Bir çok kere kendisi imam olmuştur. Saltanatı süresince ağır hastalığı sebebiyle yalnız bir Cuma namazını terke mecbur kalmıştır. Ramazan aylarında sıhhati bozulmuş olduğu halde dahi oruçlarını tutmuş yememiştir. (52)

II. Abdülhamid han içki içmez, içenleri sevmez ve hoş görmez Saray'a da sokulmasına müsaade etmezdi.

"Vicdan hürriyetine dünyada en çok müslümanlar hürmet göstermişlerdir"

"Bizi müsamahakar olmamakla itham edenler ancak cehaletlerini isbat ederler. Memleketimiz dahilindeki diğer din ve mezheplerden olanları, Müslümanlığı kabuletmeye mecbur etseydik, din farklılıklarından doğan birlik eksikliği için bugün bu kadar üzülmezdik. Halen dahi diğer dinde olanlara fazla hak ve imtiyaz vermeye devam ediyoruz. "Vicdan hürriyetine dünyada en çok müslümanlar hürmet göstermişlerdir. Dünyanın hiçbir milleti bizim kadar misafirperver değildir. Memleketlerinden sürülen pek çok kişiye barınacak yer vermişizdir. Nitekim Rusya ile harpetmeyi bile göze alarak, Polonyalılar'ı kabul etmedik mi?" (53)

II.Abdülhamid Han Ehl-i sünnet itikadında bir Müslüman di. Zaten Osmanlı devleti de İslamiyeti bozmaktan, islamiyete hurefa ve yalanlan karıştırmaktan korumaya çalışmış, İslamiyete bidat, sapık düşünceleri karıştırmaya çalışanlara karşı mücadele etmiş, dünya insanlığına Ehl-i sünnet itikadını yaymışlardır. II. Abdülhamid Han da buna çok riayet etmiş, itikat ve iman birliğinin korunmasına çok gayret sarfetmiştir. Bilhassa Yayımlanan Kur'an-ı Kerimlerin hatasız olarak yayınlanmasına çok dikkat etmiş, hatalı olanların toplatmış ve uygun bir şekilde kaldırmıştır. Yayınlanacak olan Kur'an-ı Kerim ve diğer dini kitaplar bir kurulca incelenir uygun olanlarının yayınlanmasına müsaade edilirdi. II.Abdülhamid Han'ın bu hassasiyetini milleti tahrik için kullananlar da çıkmış Şultan'ın dini kitapları yaktığı, Kur'an-ı Kerimlerin sansür edildiğini söylemişlerdir. (54)

Son Padişah Sultan Vahdettin Han Saray'da bulunan Fuad Türkgeldi'ye; "Benim sülalemde, bir tane bile dinsiz yoktur. " demiştir. (55)

Abdülhamid Han, tasavvuf ehli, Şeriatın emrettiği doğrultuda 37 hareket eden ve bu emirlerin dışına çıkmayan bir veliyi kamil idi.Şeriatın emirlerine uymayan hiçbir işi yapmaz ve yapılmasına da razı olmazdı. İngiliz yazar Joan Haslip;
"Hiç bir yabancı devletin tazyiki, Abdülhamid'i Kur'an'ın ve Şeriatın eniklerine uygun olmayan bir reformu yapmaya ve imtiyazı vermeye asla mecbur edemezdi." (56)

Başka bir Avrupalı yazar şunları anlatır: "Padişah, Ramazan ayında, dini vazifelerini çok ciddi şekilde yerine getirir, bu ayda hiçbir hristiyan huzura kabuledilmezdi. Bu kaide yalnız sefirlere değil, padişahın, Mister Tomson, Banker Zarifi ve hususi hekimi Mavvroyani gibi en yakın dostlarına bile tatbik edilirdi."

aksavaşçı 12-27-2007 18:13

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Muhasebe
Kararlar, gönül terazisinden tartıldıktan sonra verilmelidir.

II. Abdülhamid Han, doğru ve tam dini itikada sahip bir Müslüman idi. İbadetlerine çok ehemmiyet verir, beş vakit namazını muntazaman kılar, Kur'an-ı Kerim okurdu. Seccadesi Hereke Fabrikası'nda yapılmış bir halıydı. Nereye giderse kolaylıkla götürülürdü. Daima camilere devem ettiğini, Ramazanlarda Süleymaniye Camii'nde namaz kıldığını, o zamanlar camide açılan sergilerden alışveriş ettiğini hikaye tarzında evlatlarına anlatırdı. Herkesin namaz kılmasını, camilere devam edilmesini çok isterdi. Sarayda beş vakit Ezan-ı Muhammedi okunurdu.

II. Abdülhamid Han, büyücülüğe, hurafelere asla inanmaz, bunları yapanları da sevmezdi. Her iş ve hareketinde İslamiyete uymaya çok gayret ederdi. Zulüm ve adaletsizlikten aşırı derecede korkar, hiçbir insanın zulüm görmesine razı olmazdı.

Yöneticilere Sadakat Yemini

Abdülhak Hamid anlatıyor:

"Sultan'da dini his ve metafizik ürperti hastalık halindeydi. Herkesi de kendisi gibi bildiği, Allah korkusunu kalblerin en büyük müeyyidesi saydığı için devlet büyüklerini bu taraflarından tutmak ister, hareketlerindeki doğruluğu bu yoldan ölçerdi. Hiç sebep yokken gece yarısı uykudan kaldırılıp saraya getirilen nice devlet ricali vardır ki, huzura çıktıkları zaman Sultan'ın yanında açık bir Kur'anı Kerim görmüşler ve ona el basarak sadakatlerini teyide davet edilmişlerdir. Türk-Yunan Muharebesinin başında Yıldız'daki askeri toplantıda da kumandanlara aynı "yemin teklif edilmiş ve İslam-Türk şerefini gölgelemeksizin Selanik ordusuyla en kısa zamanda Atina'ya girmek için bütün mevcudiyetleriyle çalışmaları için teminat istemişti. Denilebilir ki Abdülhamid, en havai işle uğraşırken bile Allahı düşünmekten geri kalmazdı sözlerine, üslubuna, işlerine, iş görme tarzına daima bu ölçü hakimdir." (58)

Muska

Vefatından bir gün sonra boynunda ömür boyu muhafaza ettiği muskayı merhum Ebubekir Hazım Bey görmüş, açmış ve okumuş. Muskarın bir tarafında "iyi insan nasıl olur?", diğer yüzünde ise "Kötü kişi kimdir?" sorularının cevaplan yer almaktaydı.

aksavaşçı 12-27-2007 18:14

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Abdest ve İmza
II. Abdülhamid han, İslamiyet'in emirlerini yapmakta ve yasaklarından kaçınmakta son derece hassasiyet gösterirdi. Abdestsiz yere basmazdı. İslam'a aykırı yurt içinde ve dışında zararlı yayınların yapılmaması Müslüman evladlarımn dinlerini ziyana uğratmamaları için mümkün olan her hizmet ve faaliyeti yürütmüştür.

Kazı Şadiye Sultan Anlatıyor;

"Sıhhatli bir erkekti, sağlam bir bünyesi ve idmanlı bir vücudu vardı. Küçüklüğümde, onun bir defa hastalandığını hatırlarım. Çok az uyurdu. Şafaktan önce kalkardı. Beş vakit namazını kılar, daima Kur'an-ı Kerim ve Buhari-i şerifi okurdu. Dindar, Allahu tealaya bağlı, büyük bir Müslüman idi. Abdestsiz yere basmazdı. Çok çalışkandı." (60)

"Bu milletin hiçbir evrakına abdestsiz imza atmadım."

Sultan Abdülhamid han, acil iş zuhur edince, gecenin herhan- ——

gi bir vaktinde uyandınlmasını ister, ertesi güne bırakılmasına rıza göstermezdi. Ve abdestli olmaya çok dikkat eder, her ne vakit olursa olsun hemen abdestini alırdı. Bu hususta mabeyn (Saray) başkatibi Esad Bey'i dinleyelim;

"Bir gece yarısı, çok mühim bir haberin imzası için Sultan'ın kapısını çaldım. Fakat açılmadı. Bir müddet bekledikten sonra tekrar çaldım, yine açılmadı. Acaba Sultan'a bir emr-i Hak mı vaki oldu? Diye endişelendim. Biraz sonra tekrar çaldım, açıldı. Sultan, elinde havlu ile yüzünü kuruluyordu. Tebessüm ederek; Evlad, bu vakitte çok mühim bir iş için geldiğinizi anladım. Daha ilk kapıyı vuruşunuzda uyandım. Abdest aldım. Onun için geciktim. Kusura bakma. Ben bu kadar zamandır bu milletin hiçbir evrakına abdestsiz imza atmadım. Getir imzalıyayım" dedi. Besmele çekerek imzaladı"

aksavaşçı 12-27-2007 18:14

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Ampulün Kaşifine teklif var
Bugün İstanbul'un her semtinde Abdülhamid Han'ın bir eserine rastlamak mümkün. O'nun halkına verdiği kalıcı hizmetlerden halen istifade etdilmekte, kurduğu hastahanelerde çocuklarımız tedavi olunmakta ve yine O'nun kurduğu mekanlarda ihtiyarlarımız barınmakta, yollarından tren ve arabalarımız geçmektedir. Ve İstanbul hala onun zamanında getirilen lezzetli Hamideye suyunu içiyor.

Bununla birlikte Batı'nın faydalı bilim ve teknolojisinin memlekete getirilmesindeki gayreti ve ileri görüşlülüğü en büyük sırlarından biri. Bilim ve teknolojiye verdiği önem insanı hayrete düşürecek derecede...

Elektiriğin daha yeni yeni kullanıldığı dönemlerdi. Bu enerjiye sahip olmanın önemini kavrayan Sultan, elektirik sahasındaki keşifleriyle meşhur Edison'u adım adım takip ettiriyordu. Neticede kendisine resmen başvurulup Türkiye'ye gelmesi ve çalışmalarına burada devam etmesi teklif ediliyordu. Bunun karşılığında Amerika'da kazandığı paranın tam yirmi mislini takdime de hazır olduğunu bildirmesine rağmen Edison kabul etmediği gibi bu tekliflere iltifat etmiyordu.

aksavaşçı 12-27-2007 18:15

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Tahtel Bahir
II. Abdülhamid Han, zamanın en ileri teknolojisine sahip olarak düşmandan her alanda ilende olmak gayretindeydi. İçteki ve dıştaki saldırılara rağmen bu alanda asla geri kalmadı. Geleceğin süper devletlerinin bilim ve teknolojide ileride olan devletler olacağı na inancı tamdı.

Bu nedenle kendisi hakkında olup bitenleri, istihbarat teşkilatı vasıtasıyla öğrendiği gibi, devletin egemenliğini ilgilendiren dünya haberlerini öğrenmek için de Nazırlarıyla (Bakan) meşeveret ederdi. Güvendiği Nazırlarından biri de Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Pasa idi. Bahriye Nazırı bir gün ona. gözle görünmeyen müthiş bir silâhtan bahsetmişti.

Bir İngiliz mühendisi tarafından keşfedilen bu garip gemi. denizaltında balık gibi yüzen ve düşmana yaklaşarak suyun altından gönderdiği torpido ile gemileri anı olarak batıran bir "tahtel bahir" yani (denizaltı) idi.

Evet, 1879 yılında Mr. Garret adında bir İngiliz gemi mühendisi Liverpol'da denize indirdiği 45 tonluk ilk denizaltı botunun denemelerini yapıyordu. Ancak bu deneme başarılı olmamıştı.Planda bazı değişlikler yapılması gerekiyordu. İkincisini, birincisinden az daha büyük olarak inşa etti ise de, o dalarken ve su altında giderken arızalar yaptı. Bu bot, mühendis Garret içinde bulunmadığı halde,yapılan ikinci denemesinde daldı ve bir daha suyun yüzüne çıkmadı. İçindeki üç uzman bilim uğrunda can verdiler.

Yılmadan denemelerine devam etmek isteyen mühendis Garret, üçüncü denizaltıyı yapabilmek için artık İngilterede para bulamadı. Ünlü İsveçli silah fabrikatörü "Nordanfild" imdadına yetişti. Üçüncü denizaltı 1885 yılında Stokholm'da tezgaha kondu. Boyu 19.5 eni 2.75 metre olan tekneye 100 beygir kuvvetinde bir Compa-und buhar makinesi yerleştirildi.Bu suretle su üstünde 9 mil süratle hareket edebiliyordu. 35,5 santimlik bir de torpido kovanı vardı. Li-verpol'dakilere kıyasla bu gemi çok daha başarılı oldu ve Yunanistan hükümetince satın alındı.

Bu garip denizaltı gemisinin, Salamin tersanesinde Yunan denizcileri tarafından tecrübe edildiğini duyan Abdülhamid han, Bahriye nazırı Hasan Paşaya emir vererek mühendis Garret'i İstanbul'a davet ettirdi. İngiliz mühendisi huzura kabul edildi ve Padişahın iradesiyle iki tahtelbahir yapmayı kabu etti. Bahriye nezaretiyle imzaladığı anlaşma gereğince Mr. Garet, 30 metre boyunda, 3.66 metre eninde, 160 tonluk bir tekne yapacaktı. Bu tekne parçalar halinde İstanbula getirilecek ve Haliç'te Türk işçileri tarafından monte edilecekti. Mürettebatı bir kaptan, iki makinist ve bir ateşçiden ibaret olacaktı. İki tanesinin fiatı, denemeleri sonunda, isteğe uygun teslim edilmek şartile, otuzaltıbin Türk altın lirası idi.

Nihayetinde 1887 yılı ilkbaharında beşer parça halinde İstanbul'a getirilen tekneler Haliç'teki Valide kızağında, Mr. Garret'in nezareti altında monte edilerek denize indirildi ve denemeler başlandı. Birine "Abdülmecid" ötekine de "Abdülhamid" adlan takıldı. Gemilerin teslim alınması töreni 1887 yılının 20 Haziran günü Haliç'te yapıldı. "Abdülhamit" bayraklarla donatılarak Divanhane Bahriye Nezareti önündeki şamandıraya bağlandı. Hükümet ve Bahriye Nezareti erkanı rıhtımda toplanmışlardı. Halk. Kasımpaşa kıyılarını bilhassa manzarası güzel olan Hastane Yokuşunu ve oradaki evleri doldurmuş olarak töreni seyrettiler. Bir arıza yüzünden dalma tecrübeleri yapılmadı ve gemiler böylece teslim alındı. Küçük lokomobil kazanı mangal kömürü ile ateşlenen ve makineleri stimle çalışan bu gemiler pek basit şeylerdi. Adeta birer denizaltı oyuncağı idiler. Havalanma tertibatı, geminin yerinde dalıp çıkması müddetince beş kişilik mürettebatına ancak yetişiyordu. Bunanla beraber Abdülhamit denizaltısı büyük taş havuzda dalıp, beş on metre ileriden çıkma tecrübelerine devam ediyor.Halil Kaptan da arkadaşlarını geminin idaresine hazırlıyordu.

aksavaşçı 12-27-2007 18:15

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Tiyatro
Abdülhamid Han, kamuoyunun nasıl yönlendirildiğini çok iyi bildiği için basın ve tiyatro'ya büyük ehemmiyet veriyordu. Basın ve tiyatronun ne müthiş güç olduğunu biliyordu. Adeta iki tarafı keskin kılıç misali. Zalimlerin elinde zulüm aracı, adil yöneticilerin elinde adalet aracı olarak kullanılabiliyordu. Bu nedenle tiyatro ve 42 sinemaya da ehemmiyet vererek memleketin selameti için kullan-• maya gayret etti. Genellikle selamlık resminden sonra kabul ettiği elçileri ve yüksek sosyeteyi aynı çatı altında ve kendi etrafında toplamasında Yıldız Tiyatrosunun büyük rolü vardı. Bu hususta Başkatip Tahsin Paşa şunları anlatmaktadır:"Ekseriya (Abdülhamid Han) çok çalıştığı ve zihnen yorulduğu günlerde tiyataro emrederdi. Saray'da bir tiyatro heyeti vardı. Bunlar İtalyan artistlerinden müteşekkil idi. Bu artistler garp (Batı) piyeslerini oynarlardı...Tiyatro bazen, sefirler ile mülakata vesile olmak için de tertip olunurdu. Sefirler Cuma günleri Selamlık resminden sonra Çıt köşkünde kabul olundukları gibi hususi ziyafetlerden sonra tiyatroda görüşüldüğü de vaki idi. Bu mülakatlarda Tercü-man-ı Divan-ı Hümayun denilen zat hazır bulunur, bazen saatlerce süren mülakatlar bu zat tarafından aynen zapt ve Padişaha takdim olunurdu. ..

"Tiyatro Sultan Hamid için çok çalıştığı ve fazla yorulduğu günlerde bir istirahat ve eğlence vesilesi olmakla beraber locasında bazen işten bahsettiği, hatta bazı kere mühim işler için burada emirler verdiği de olurdu. Sultan Hamid'in kuvvet-i hafızasının ne derece sağlam olduğunu bir tarihte tiyatro esnasında bir hadiseden anlamistim. O gün Avrupa'dan gelen ecnebi bir artist tarafından bir oyun oynanıyordu. Hünkar oyunu merak ve dikkatle takip ederken bir aralık bana hitap ederek:

-Başkatip Paşa, Üsküp'te ne kadar Bulgar nüfusu var? dedi.

Bu beklenmedik sual karşısında şaşakaldım...Esasen böyle de olmasa Üsküp'teki Bulgar nüfusunun ne kadar olduğunu bilmemek-liğim pek tabiydi. Zat-ı Şahanenin bu sualden maksadının Üsküp'teki Bulgar nüfusunu araştırmak düğümü anladım. -Müsaade buyur-sanız tahkik edip arzedeyim... dedim.

Hünkar'ın bir tiyatro seyrederken Üsküp'teki Bulgar nüfusunun adedini sorması o aralık Bulgaristan'a yönelik bir mühim iş ile ilgilendiğini kestirmek güç değildi. Nitekim çok geçmeden bunun hikmetini ben de anladım. Bulgarlar Rümelide bir metropolitik tesisine müsaadesini Babıali'den talep ediyorlar ve bu taleplerini direk Sultan Hamid'e arzediyorlardı...O bölgedeki Bulgar nüfusunun yoğunluğu ileri sürülmekte olduğundan Abdülhamid bu ciheti anla- —i-mak istiyordu...Bilahare bunun gibi daha pek çok misaller bende Sultan Hamid'in yüksek bir kuvvet-i hafıza sahibi olduğu kanaatini uyandırmıştır."

aksavaşçı 12-27-2007 18:15

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Cesaret ve Soğukkanlılık
Sultan, Memleketin bütünlüğü konusunda fevkalade bir hassasiyet gösterdi. Berlin Andlaşmasmın, Anadolu'da ermenilerin yaşadığı vilayetlerde ıslahat yapılmasını isteyen 61. Maddesini kesinlikle tatbik etmedi. Bunun ermeni muhtariyetini doğuracağını görerek; "Ölürüm de bu maddeyi uygulayamam" dedi. Başta İngiltere ve diğer Avrupa devletlerinin tehdidine rağmen bu konuda taviz vermedi. Taviz verme yanlısı olan Sadrazam ve devlet adamlarını da görevden uzaklaştırdı. Bunun üzerine İngilizler, Ermenileri isyana teşvik ettiler. Doğu Anadolu'da çıkan ermeni isyanları ile pek çok Müslüman hunharca katledildi. Bunun önlemek için Sultan, Hamidiye alaylarım kurdu. Bu birlikler yerli halktan alınan askerlerden meydana geliyordu ve bölgenin asayişini sağlamakla görevli idiler.

Ermeniler Doğu Anadolu'da isyan çıkarmakla yetinmediler. Sultan'ı öldürmek için fırsat kollamaya başladılar. Saatli bir bomba ile Osmanlı sultanını şehit ettikten sonra B ab-1 Ali'yi, Galata köprüsünü, Osmanlı Bankası'nı, tüneli, bazı resmi kuruluşlarla birlikte yabancı elçilikleri, hususu iş yerlerini havaya uçurmak, müthiş bir kargaşalık ve isyan çıkarmak, İstanbul'u kan gölü haline getirmek , böylece Avrupa devletlerinin askeri müdahalesine sebep olarak Ermeni meselesini halletmek için planlar yaptılar.

Suikastı hazırlayanların elebaşları Troşak Ermeni ihtilal komitesi reislerinden Bakulu Samoli Kayın diğer adaylı Hristofor Mni-kaelyan ile yardımcılarıydı. Saatli bomba kurup patlatmada büyük bir usta olan Belçikalı anarşist E. Jorris'e çok para vererek bu işi yapmaya ikna ettiler. Jorris hazırlıklarını yaparak, bombayı 21 Temmuz 1905 Cuma günü patlatmaya karar verdi. O gün Sultan, namazım kıldıktan sonra, camiden çıkarken, merdivenlerin başında şeyhülislam Mehmet Cemaleddin Efendi ile adetinden daha uzun konuştu. Ondan ayrılıp ağır ağır merdivenlerden inmeye başladığı sı-rada bir kaç metre ilerde yeri göğü sarsan büyük birbomba patladı.

Bu Suikastten yara almadan kurtulan sultan, büyük bir tevekkül ile Allahu tealaya sığınmış, dimdik duruyordu. Bulunduğu yerden soğukkanlılıkla ayakta, hadiselerin gelişmesini takip etti. Vazifeli subaylara, hadisenin olduğu yerden uzaklaşmak için kaçanları gösterip, yakalanmaları için emirler verdi, (65)

Sultan'ın başka bir sırrı da Allahu tealadan başka kimseden korkmamasıydı.

Herkes telaş içerisinde sağa sola kaçışırken O ise soğukkanlılığını muhafaza ederek " Korkmaymız! Korkmayınız!, herkes yerinde dursun" diyerek milleti, askerleri yatıştırıyordu. Arabasının önüne gelerek "Telaş edilmesin, İzdihamdan kimse incinmesin" diyordu. Geçmiş olsun dileklerinde bulunan ve "Efendimiz! Sizi görünce aklım başıma geldi. Metanetinize hayran oldum" diyen Ayşe Sultan kızma;

"Hamdolsun, bunu da atlattık. Lütf-i Hak'la kurtulduk. Ben mütevekkilim. Kalbimde yalnız Allah korkusu vardır. Başka bir şeyden korku duymam. Bir hadise olmadan evvel, onu önlemek için
telaş ederim. Ama tehlikenin içinde bulunduğumu hissedersem icabında ateşe atılmaktan bile çekinmem. Allah bizi korudu. Asker evlatlarımdan, ahaliden zayiat olup olmadığını tahkik ettiriyorum." (66)

Bu patlamada yirmi altı kişi ölmüş, elli sekiz kişi de yaralanmıştı.

Bu suikastten kurtulunca, binlerce seyirci ve yabancı diplomata karşı, düşünmeden, hemen söylediği şu kelimeler, cesaretini, kalbinin temizliğini, milletin olgun, şefkatli bir babası olduğunu göstermeğe yetişir sanırız:

"Kendimce en büyük emel, ehâlînin rahat ve mes'ûd olmasıdır. Bu uğurda, gece-gündüz nasıl çalışıldığı ve gayret gösterildiği ma'lûmdur. Gayret ve iyi niyetimin Allahu teala tarafından verilen mükafatı, şu hâdiseden Allahu tealamn izniyle kurtulmamdır.Onun için, Cenâb-ı Hakka şükür ve hamd ederim. Üzüldüğüm birşey var- sa, asker evlâdlarımdan ve ehâlîden ba'zılarının ölüm ve yaralı ol- malarıdır. Buna karşı üzüntüm devamlı olacaktır. Halkımın, hakkımda göstermiş oldukları hissiyata en-samîmi bir kalb ile memnû-niyyetimi beyân eyler, gök ve yer afetlerinden muhafaza için dua ederim. "

aksavaşçı 12-27-2007 18:16

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Deprem
Çok cesur ve tevekkül sahibi idi. 1898 depreminde nice ev, han,cami ve medreseyle beraber Kapalıcarşmın yıkılmasına kadar giden ve Büyük Zelzele diye anılan bu deprem esnasında Dolmabahçe Sarayı'nın büyük muayede salonunda Sultan, devlet erkanı, subaylar, paşalar, yüzlerce yerli ve yabancı temsilcilerle toplantı halinde bulunduğuyordu. Sultan, birkaç tonluk avizenin tam altında bulunuyordu ki, avize sağa , sola saat rakkası gibi sallanmaya başladı. Kahraman paşalar, cesur subaylar, ömrünü savaşlarda geçirmiş gaziler birbirlerini çiğneyerek dışarı kaçarken, Patişah yerinden bile kımıldamadı, istifini bozmadan: Allahu tealnın kelamından bazı ayet-i kerimeler okuyarak, büyük bir vekar ve tevekkül ile neticeyi bekliyordu."

aksavaşçı 12-27-2007 18:16

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Merhamet Ve Adalet
Sultan'ın başka bir sırrı da merhametinin çokluğu ve düşmanını dahi af etmesiydi.

Abdülhamid Han'ın en önemli özelliklerinden biri düşmanını af ederek tekrar cemiyete kazandırma çabasıydı. O, hiçbir insanın zarar görmesini istemiyordu. Bomba olayı sonrasında suikastı düzenleyenler ele geçiyordu. Bunlardan biri olay anında cami helasına saklanıyor ve yakalanacağını anlayınca oradaki bir ibriği taşa vurup keskinleterek onunla damarlarını deşmek suretiyle intihar ediyordu. Bazıları yakalanıyor mahkeme huzuruna çıkarılıp hesapları görülüyor. Halife ve Sultana karşı suikasttan başka bir sürü cana kıyan bu anarşistler sehpaya götürülmüyor, hepsi de çok kısa süren hapisler ve birkaç sürgünle kurtuluyordu.



Mahkeme

Merhum Necip Fazıl, 1935 yılında Necmeddin Molla ismindebir zatla tanışır. Bu beyfendi Abdülhamid Han döneminde cinayet Mahkemesi Reisi Hilmi Efendi'nin bomba muhakemesinde savcısıdır. Şöyle anlatır;

" Muhakeme esnasında, Reisin tam celseyi açacağı sırada, mahkemenin hakimlere mahsus kapısı açılıyor ve içeriye bir Ma-beyn (Saray) paşası giriyor. Asker paşası...Paşa şef'"ler, yabancı gazete muhabirleri, hükümet ileri gelenleri ve yüksek sınıfların doldurduğu salonda, mevki ve rütbesiyle mütenasip biryere geçip oturacağına , hakimler kürsüsünün arkasındaki bir koltuğa kuruluyor ve duruşmayı oradan takip etmeye hazırlanıyor.Bunun üzerine Reis, mübaşiri çağırıp, kulağına fısıltı halinde şunları söylüyor;

-Git de paşa hazretlerine de ki, orası mahkeme heyetine mahsus bir yerdir ve başkaları tarafından kullanılamaz. Lütfen o koltuğu terketsinler; ve mahkemeyi takip etmek istiyorlarsa rütbeleriyle uygun biryere geçsinler!..
-Mübaşir, kimsenin duymadığı bu sözleri paşaya bildiriyor, fakat buna karşı paşa. yüksek sesle,-Git de Reise de ki, ben burada "Zat-ı Şahane"nin (Padişah) temsilcisiyim ve dilediğim yerde oturabilirim;
Hilmi Efendi, bu defa, paşanın sesinden daha yüksek sesle mübaşire haykırır;

-Paşaya de ki, burada "Zat-ı Şahane"nin temsilcisi, onun adına kaza icra eden Reistir. Eğer hemen o yeri terketmeyecek olurlarsa, rütbelerine rağmen kendilerini bir jandarma neferiyle dışarıya attıracağım!

Paşa bunun üzerine oradan çıkıp gider.

Aradan bir kaç saat geçtikten sonra, hakimler odasında Hilmi Efendinin karşısına çıkan başka bir Mabeyn Paşası "Zat-ı Şahane" den şu iradeyi getiriyor;

-Paşaya edilen muameleden dolayı utufetlu Reis Efendi Hazretlerini takdir eder ve kendilerine bu hareketlerinden ötürü birinci rütbeden Mecidi nişanını ihsan ederim!"

aksavaşçı 12-27-2007 18:16

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Fitne Fesat Kargasasi
Osmanlı Devleti, bütün halkını huzur ve refah içerisinde asırlar boyunca bir arada yaşatmasını başaran nadir devletlerden. Osmanlı devletinin âdil, merhametli ve hoşgörülü yönetimi bugün dahi dünya gündeminde Balkanlardan Orta Asya, Afrika içlerine kadar Osmanlının özlemini duyan insanların sayısı hergeçen gün artmakta.

Osmanlı devletinin zulüm gören milletleri himaye ettiği ve hangi dinden olursa olsun zulme rıza göstermediği Osmanlı Arşivlerinde çarpıcı bir şekilde karşımıza çıkıyor.

. Yahudiler 1492'den sonra İspanya'da barınamadılar ve Osmanlıya sığındılar. Fransa'da 1572'de St. Barthelemy katliami yaşandı. Avrupa din harpleri ile 1648'lere kadar çalkalandı. Diğer taraftan bu yıllarda gayri Müslimler, Osmanlı devletinin âdil idaresi altında huzur ve güvenlik içerisinde yaşıyordu.

Osmanlı devleti tüm bunlara rağmen emperyalist Batılı devletlerin sinsi oyunlarından kurtulamadı. İçteki yozlaşma neticesinde başlayan yıkım rüzgarları Batılı devletler için kaçınılımaz büyük bir fırsat oldu.

Osmanlı devletinin idaresinde yaşayan halkları ve bilhassa azınlıkları Batılı güçler, Osmanlıyı parçalamakta maşa olarak kullanmaya çalıştılar. Asırlarca bir arada huzur içerisinde yaşamış bu azınlıkların bazıları maalesef oyuna gelerek kendi kuyusunu kazmaya başladılar. Bilhassa Rusların Ermenilere karşı güttüğü politika onların felaketine sebep oldu. Yıllarca yaşadıkları bölgeleri terket-melerine, yine asırlarca beraber yaşadıkları Müslüman komşularına zulmetmeye başladılar.

Rusya, 93 harbinde, bâzi Türk şehirlerini işgal ettikten sonra, buradaki Ermenileri kendi emellerine âlet ederek bağımsızlık amacı ile Osmanlı devletine karşı isyana teşvik etti. Ayastefanos ve Berlin antlasmalarana, Ermenilerin bulunduğu yerlerde ıslahat yapılmasına dâir şartların konulması, bu hükümlere dayanılarak büyük devletlerin Osmanlı Devleti'nin iç işlerine müdahalede bulunması ile Ermeni meselesi ortaya çıktı.

Aslında Ermeni meselesi, 'Şark Meselesi'nin bir parçasıydı. 48 Ermeni meselesinin ortaya çıkış sebeplerinin, Osmanlı Devleti top-• rakları üzerinde yaşayan Ermenilerin sosyal, kültürel, ekonomik, idarî ve siyasî statülerinden kaynaklanmadığı; bu meselenin temelinde, yapay olarak oluşturulan ve 'Şark Meselesi' adı ile anılan milletlerarası bir emperyalist stratejinin, güçler dengesi politikasını oluşturmaktadır.

'Şark Meselesi' gayri müslimler için Osmanlı Devleti'nin parçalanmasını ve kendi lehlerine reformlar yapılmasını, bu çerçevede kendilerini muhtariyete veya istiklâle götürecek taviz ve imtiyazlar koparmayı ifade etmektedir.

Ermeni kavmini, asırlarca beraber yaşadığı Osmanlı devleti ve Türk milletine kin, nefret ve intikam duygusu ile peşinen mahkûm edip, kanına kastettirenler Rus, ingiliz ve Fransiz menfaatleridir. Osmanlıya karşı hazırlanan komploda Ermeniler maşa olarak kullanılmışlardır. Ermeni meselesinin ortaya çıkışını hazırlayan sebeplerin başında Rusya, ingiltere. Fransa ve Amerika'nın Osınanli Devle-ti'ne ve Ermenilere karsı takip ettikleri siyaset gelmektedir. Bu devletlerin uyguladıkları siyasetin seyrini özet olarak tespit etmek faydalı olacaktır.Rusya'nin Takip Ettiği Siyasetin Tesirleri:

Çar I. Petro (1682-1725) zamanında kendisini Avrupa'da nüfuzlu bir devlet hâline getiren Rusya'nin gözü daima Boğazlarda oldu. Balkanları da ele geçirmek veya kendi yönetimine tâbi kılmak isteyen Rusya, bu gaye ile Balkan ülkelerinde konsolosluklar kurarak onları Osmanlı Devleti'ne karşı teşkilatlandırdı. Böylece Slav-Ortodoks birliğinin ve halkının hamisi rolünü üstlendi. Bu politikasını tatbik için bölgedeki bütün huzursuzluklardan ve bozulan dengelerden istifadeyi de ihmal etmeyen Rusya, 1806'daki Sırp, 1827'deki Yunan isyanının ve 1875-1876'daki Bosna-Hersek ile Bulgar ve Sırp isyanlarının çıkarılmasını temin etmiş ve bunların yayılmasını körüklemiştir. Bu isyanlar sonunda adı geçen halklar namına Osmanlı Devleti'nden toprak koparmak isteyen Rusya'nin bu siyaseti, zaman zaman İngiltere ve Fransa'nın menfaatleri ile çatıştığı için her zaman başarılı olamamış, bunun üzerine Rusya, Osmanlı Devleti'ne karsı harekete geçmeden evvel, elde edilecek pastayı diğer devletlerle bölüşme siyasetini uygulamaya koymuştur.

Sıcak sulara inmek, Akdeniz ve Orta Doğu'da hâkim güç olmak emelini, Anadolu topraklarını parçalamakla gerçekleştireceğine inanan Rusya, bu maksatla Ermenilerin yaşadığı Erzurum-iskenderun Hattı'nı ele geçirmeye teşebbüs etmiştir. Böylece Rusya'nin Osmanlı Devletindeki Ermeni kiliseleriyle teması ve Ermeni terör unsurlarını desteklemesi başlamıştır.

Doğu Anadolu üzerindeki emellerini. Çar'ın hizmetine giren Ermenilerin öncülüğünde gerçekleştirmeye çalışan, İran ile savaşlarında Ermenileri ön saflarında kullanan Rusya, 1828 Türkmençay Antlasması'yla Doğu Ermenistan kendisine verilip. Iran Ermenileri de bu birliğe katılınca elde ettiği bu yeni güçle Osmanlı Devleti'ne saldırmıştır. 1829'da yapılan Edirne Antlasmasi'yla Rusya'ya göç eden 40.000 Ermeni, muhtar bir Ermenistan kurmak isteyince iş tersine tersine dönmüş, Ermenilerin talepleri geri çevrilmiştir.

Böylece Osmanlı devletinin sâdık tebaası olma vasfını kaybeden Ermeniler; Çarlık Rusyası'nda çoğu defa en tabiî haklarına karşı dahi baskı ve zulümler görerek, bu ihanetlerinin cezasını çekmişlerdir.

İngiltere'nin Ermeni Siyaseti

II. Abdülhamid Han, Bilhassa Rusya ve İngiltere'den çok çekinirdi. Her türlü fitnenin temelinde bu iki güç vardı. Ermenileri kullanarak Osmanlı devletinin dahilinde fitne çıkaran yine bu iki güç idi. Bu güçler, Türk ordusunun devamlı zayıf kalması, Rus donanmasının Boğaziçine gelerek İstanbul meselesinin halledilmesi siyasetini güderken, İngiltere Mısır ve Hindistan sömürgelerinin selameti için Osmanlı devletinin zayıf, her an iç isyan ve meselelerle meşgul olmasını isteyerek fitne tohumları ekerdi.

Lider, düşmanını iyi tanımak ve her adımını dikkatlice takip etmek zorundadır.

II. Abdülhamid Han, İngilizler'den hiç hoşlanmaz ve İngilizlerin diğer düşmanlaradan çok daha tehlikeli olduğunu belirtirdi. Bu nedenle bu iki güce karşı Almanlarla işbirliği yaparak Ordu'nun güçlenmesini temine çalışmıştır. (70)

Rusya'nın ingiliz menfaatlerini tehdit eder vaziyette güneye sarkması ve güçlü bir Karadeniz devleti olması İngiltere'yi dindaşları olarak da harekete geçirmiştir.

İngiltere'nin, Rusya'nın kendi çıkarlarım tehdit edecek şekilde gelişmesine mâni olmak gayesiyle, II. Abdülhamid Han'ın takip ettiği usta politikasıyla Osmanlı Devletini Rusya'ya karşı desteklemesi, 1873 yılından, 1877-1878 Osmanh-Rus Savaşına kadar sürmüştür.
93 harbinde, Avusturya'yı Rus ittifakından ayıran ingiltere, Fransız Ihtilâli'nden sonra Prusya'yı da yanma alarak Rusya'yı sıkıştırmaya başlamasına rağmen, Fransa-Rusya savaşlarında Rusya'yı desteklemiştir.

Yunan isyanında Osmanlı Devleti'ne muhalif olan ingiltere'nin bu tutumunu devrin ingiliz Başbakanı Caning: "ingiltere'nin bu tavrının Rusya ile bağdaşmak olmadığı, bağımsızlığını kazanacağı muhakkak olan Yunanistan'in Rusya'ya borçlu olması yerine Akdeniz'de kendilerine dost bir devlet olan ingiltere'ye borçlanmasının daha doğru olacağı" seklinde değerlendirmiştir.

İngiltere, 1853'de Rus Cari II. Nikola'nın Osmanlı Devleti'ni paylaşma teklifini reddederek , Kırım Savaşı'nda Osmanlıları desteklemiştir. Ancak 1870'li yıllarda değişen Avrupa'nın siyasi dengesi ingiltere'yi de değiştirmiş ve ingilizler 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan Ayastefanos ve Berlin antlaşmalarından sonra, Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünü savunmaktan vazgeçerek, onu parçalama ve bu topraklar üzerinde kendisine bağlı devletler kurma politikasını benimsemiştir.

İngiltere'nin Osmanlılarla ilgili siyasetinin değişmesindeki önemli bir sebep de, Ermeni meselesinin Avrupa'da, 1880 tarihinden itibaren ön plâna çıkmasıdır.

Osmanlı Devleti içerisindeki Katoliklerin koruyuculuğunun Fransa'nın, Ortodoksların koruyuculuğunun ise Rusya'nın üzerinde bulunması; ingiltere'nin Islahat Fermam'na din değiştirme serbestisini koydurtarak Protestan Ermenilerin sayılarının arttırılmasını hedeflemesine yol açmıştı. İngiltere bu sayede Protestanlara sahip çıkma siyaseti güderek, Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışma im- kanı elde etmiş, takip edilen bu Protestanlık politikası da Ermeni kültürünü öncelikle ele aldığı için, en ziyade Ermenilerin millî duygularını kışkırtmıştır.

Rusya'nin, Osmanlı Devleti'ne karsı tecavüzkâr hareketlerine tek başına karşı koyamayacağını ve kendi çıkarlarım gözetemeye-ceğini gören İngiltere, böylece Ermeni meselesini fiilen kabul etmiştir. Bu yolda ilk adımı da hemen atmış ve Osmanlı devletini tehdit ederek, Rusya'ya karşı üs olarak kullanmak üzere Kibrıs'ı almıştır. Bunun yanında, Doğu Anadolu'daki eyaletlerde yaşayan Hristi-yanlarm lehine ıslahat yapılması hususunda Osmanlı Devleti'nden bir de taviz koparan ingiltere, böylece Ermeni meselesini âdeta ingiliz meselesi hâline getirmiştir.

Osmanlı-Rus Savaşı'ndan önce, Ermenilerin Osmanlı Devleti'nden ayrılmak ve bağımsız bir devlet kurmak gibi bir niyetleri olmadığı halde, Ruslar, Ayastefanos Antlasması'na Ermeni meselesini dahi] etmişlerdir. İngiltere de Ermenilere sormaya gerek görmeden Kıbrıs Antlaşmasına Ermeni meselesini dahil etmiştir, ingiltere, bağımsız bir Ermenistan'ı, bunun Rusya'yı zor durumda bırakacağınıOsmanlı Devleti'nin de ilerlemesine mâni olacağım düşünerek desteklemiştir.

Fransa'nın Ermeni Politikası
.

1870'de Almanya'ya yenildiği için bir süre siyasî manevra yapma ve diğer devletleri etkileme rolünden mahrum kalan Fransa, bu arada Berlin Kongresi'ne katılmasına rağmen tesirli olamamıştır. Ancak, Cumhuriyetin yeniden ilanıyla, tekrar eski rolünü elde eden Fransa, muhtelif grupların siyasî mücadelelerini desteklemeye ve onların sığınak merkezi olmaya başlamıştır. Bu arada Osmanlı Dev-leü'ndeki Katoliklerin koruyuculuğunu da üzerine almış olan Fransa, Kırım savaşına sebep olan Kutsal Yerler Meselesi'nde önemli bir rol oynamıştir.

Almanya'ya karşı mağlubiyetini hazmedemeyen Fransa, 1878 Berlin Kongresi nde Almanya ile ihtilâfa düşen Rusya ile yakınlaşmaya başlamış, ingiltere ile de görüş ayrılıklarını hallettikten sonra her üç devlet, Osmanlı Devleti'nin parçalanmasına birlikte gayret sârfetmeye başlamışlardır. Bu bölme ve parçalama planlarında Fransa'nin rolü bir hayli aktif olmuştur.

1830'dan 1921 yılına kadar, Orta Doğu ve Akdeniz'deki dengeyi, Ermeni meselesinde olduğu gibi, yapay bir şekilde ortaya atarak muhafazaya çalışan, bu arada Anadolu'nun işgaliyle, bu topraklarda kendi siyasî nüfuzunu da artırmaya gayret eden Fransa, özellikle Mondros Antlaşmasi'nin imzalanmasından sonra, Ermenilerle münasebetlerini geliştirmiş ve Fransız işgal kuvvetleri, Ermeni milis ve teşkilâtlariyla Türk topraklarının işgaline girişmiş, bu arada milletlerarası görüşmelerde Fransızlar bilindiği gibi, Ermenileri büyük ölçüde desteklemıkşlerdir.

Neticede Rusya, ingiltere ve Fransa'nin takip ettikleri siyasetin uzantısı olarak ortaya çıkan ve Ermeni meselesinin de başlangıcı sayılan 1877-1878 Osmanh-Rus Savaşı sonunda yapılan Ayaste-tanos Antlasması'nda, istedikleri bağımsızlık hakkını elde edemeyen Ermeniler, bununla birlikte 3 Mart 1878 tarihli bu antlaşma ile milletlerarası bir antlaşmaya dahil olma şansım yakalamışlardır.

Joan Haslip'in bu husustaki görüşleri; "Ermenistan. Patişahın başında devamlı bir gaileydi. Çünkü Abdülhamid'in çok adil ve in- -sani bir şekilde muamele ettiği Ermeniler, Rus ajanlarının tahrikinden ve Amerikan misyonerlerinin verdiği demokrasi bilgilerinden aldıkları cesaretle istiklal istiyorlardı..." (71)

"Din ve Irk Ayırım Yapan Avrupa Devletleridir."

II. Abdülhamid Han, Ermeni meselesi hakkında İngiliz ajanı Yahudi Vambery'ye şunları söyler;

"...Ermeniler aslında Şark gelenekleriyle bütünleşmiş, beşyüz seneden beri bizimle barış içinde kaynaşmış, hiç de savaşçı ve saldırgan olmayan bir Şark ırkıdır. Eğer, orada bir üzücü hadiselere rastlanabiliyorsa, bunların müsebbibi Ermeni milletinin karakterini bilmeyen yabancı politikacıların kışkırttığı ajanlardır. Siz gayet iyi biliyorsunuz ki, ben bir bağnaz değilim; benim için tüm yurttaşlarım, dinleri, mezhepleri ve ırkları ne olursa olsun birdir. Din ayırımı yapan ben değil Avrupa güçleridir. Buna örnek olarak, size bir-kaç gün önce bana ulaşan bir haberi verebilirim. Petersburg'a katip olarak aslen Ermeni olup da sonradan İslam dinini seçmiş birini göndermek istemiştim. Rusların bu adamı kabul etmediğini ve böylece onun yerine başkasını yollamak zorunda kaldığıma inanabilir misiniz? Yine, aynı şekilde bir hadise de Roma'da oldu; Vahan Efendi yerine Müslüman biri elçi gönderdik...

Ermenistan'daki kötü şartları düzeltmeye amadeyim; ama bağımsız bir Ermenistan'ın kuruluşuna müsaade edeceğime şu kellemi keserim, daha iyi! Ermenistan'ın kurulması yalnızca dindaşlarımın açısından çok büyük bir adaletsizlik örneği değil, aynı zamanda iktidarımın ve Türkiye'nin varlığının sonu demek olur." (72)

Ruslar, Yeşilköy'e kadar gelince, Ermeniler İstanbul içinde sevinç gösterileri yapmaya başlamış; Ermeni Patriği, yanında bir heyet, Rus Başkumandanını karşılamaya gitmiş, Rus zaferini vecd içinde kutlamış ve kendisiyle bir saat kadar başbaşa kalmıştır. Bu konuşma sonucunda "Ayestefanos Muhadesi"ne 16'ıncı madde olarak Ermeni himayesine ait hükümler eklenmiş. Abdülhamid'in ondan sonra kullanılmasına asla müsaade etmediği "Ermenistan" tabiri muahede üzerinde resmileştirilmiştir. (73)

Rusya, Kafkasya'daki Ermenilerin daha fazla çoğalmaması ve o yerlerin gitgide asli Ermeni vatanı yerine geçmemesi için, sınırlarını Osmanlı Ermenilerine kapattı. Abdülhamid Han Rusya'yı bu zayıf noktasından yakalayarak onlarla bir anlaşma yaparak Ermenilere karşı sert tedbirler almaya başladı. Ermeniler hakkında ıslahat isteyen Said Paşa'yı Ermenilerden rüşvet aldığı şüphesiyle kuvvetten düşürdü. Bütün Ermeni müesselerini bilhasas okullarını gözaltına aldı ve kapattı. 1890'da Partik Aşkıyan Efendi babıali'ye kafa tutmaya giderken Abdülhamid Han, Bütün Ermeni kiliselerini aynı saat, aynı dakikada, temelinden çatılarına kadar arama emrini verdi. Kiliselerin bazılarında zararlı evrak, gizli muhabereler, silahlar ve bombalar bulundu. Ermenilerle tamamen arası açılan Abdülhamid Han'a "hain" "müstebid" "zalim""gaddar, "kızıl sultan" lakapları takılmaya başlandı. Böylece "Kızıl Sultan" tabirini doğrudan doğruya Ermeniler tarafından bulunmuş ve kendisini sevmeyenler de bu tabiri devamlı kullanmışlardır.

aksavaşçı 12-27-2007 18:17

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Banka
Düşmanın zaaflarını tespit ve bunları yerli yerinde kullanmak en büyük sırlarından biri.

Abdülhamid Han'ın Batılı devletlere karşı takip ettiği başlıca siyaseti, her iki tarafın zaafını ayrı ayrı kullanmak ve bunlardan müstakil bir hareket yolu çıkarmaktı. (75)

26 Ağustos 1896'da Ermeniler, yabancı sermayenin bir nevi devlet bankası rolünü oynadığı ve kapısında hükümet kuvvetlerinin nöbek beklediği Osmanlı Bankası'nı bastılar. Genel Müdür Edgar Vensan'ın odasına girerek eline bir liste verdiler. Listedeki isteklerimiz yerine getirilmezse bankayı havaya uçuracağız tehdidinde bulundular. Herkesin şaşırıp kaldığı ve hükümet kuvvetlerinin de ne yapacağını kestiremediği bir sırada Abdülhamid Han bu hayati anında bile son derece sakin ve telaşsız beklemekteydi. Hemen Vükela "Bakanlar" meclisini sarayda topladı ve darhal karar istedi. Bütün fikirler, komiteceliren, jandarma ve asker kuvvetleriyle, son ferdine kadar öldürülerek ezdirilmesi merkezindeydi. Bu da çok kısa sürecekti. Fakat bankanın havaya uçurulma tehlikesi ile dünyaya nasıl bir cevap verilecekti. Bu sırada Abdülhamid Han'a Rus sefareti baştercümam Maksimofun saraya geldiği haberi verilince:

O her şeyden haberli, hatta hadiseyi tertip edenlerin başında-dır.Rüşvete de bayılır. Derhal anlayacağı lisanla konuşup gözünü doyurunuz ve komitecilerin Bankayı boşaltmalarını sağlayınız!

Emir yerine getirildi, Maksimof saraydan alacağını alarak Komitacı'yı bankadan uzaklaştırdı ve bu hadise böylece kimsenin burnu kanamadan Abdülhamid Han'ın ince siyasetiyle kapanmış oldu. Bankayı işgal edenlere de hiçbir şey yapılmayacağı sözü verilmiş olduğundan bu söz de yerine getirildi. (76)

Sultan, Ermeni meselesinde Rusya ile de aynı tebaaya sahip bulunması ve aynı şartlarla karşı karşıya gelinmesi ile Rusya ile sözleşmeksizin anlaşmıştı. İngiltere bu vaziyetten hoşlanmıyor ve Rusya'yı darıltacak, hatta onun hakimiyet hakkına dokunacak faaliyetlerde bulunuyordu. Balkanlar yoluyla İstanbul'a ve Ege denizine inmekten ümidini kesen Rusya, Doğu Anadolu yolundan İskenderun ve Kudüs yönünü kollamaya başlıyordu. Bu da İngiltere'nin Doğu müstemlekeleri ve nüfuz sahası bakımından işine gelmiyordu. Ruslar, istila yollarında daima kargaşalık ve arkalarında emniyet 55 aradakları için Abdülhamid han ile karşılıklı olarak ermenileri baskıya almak fikrinde birleşmişlerdi. İngiltere ise, Doğuda, Afganistan, İran ve Türkiye üzerinde Rus nüfusuna tahammül edemediği için daima aleyhtar tavır alıyor, ve bu dolambaçlı vaziyet, her iki tarafı idare yoluyla istediği gibi hareket etmek niyetindeki Abdülhamid Han'ı sevindiriyordu.

Liderler, hayati mesele arzeden olayların üstesinden rahatlıkla gelebilecek kabiliyette sahip olmalı.

Osmanlılara imzalattırılan 3 Mart 1878 Ayastefanos [Yeşilköy] mu'âhedesini sultân Abdülhamîd hân bir türlü hazım edemedi. Dâhiyane bir kurnazlıkla 4 Haziran 1878 de İngiltere i!e gizlice anlaştı. Kıbrıs adasının idaresini İngiltere'ye bıraktı. Adanın gelirleri her yıl İstanbul'a yollanacak, ada Osmanlı İmparatorluğunun bir parçası kalacaktı. Buna karşılık, İngiltere Ayastefanos mu'âhedesinin Türkiye lehine değiştirilmesine yardım edecekti. Böylece, Berlin mu'âhedesi, 13 Temmuz 1878 de imzalanarak, topraklarımızın çoğu geri alındı. Bu harpte, para tazminatı çok ağır oldu. Sultân Abdülhamîd, buna da pek dâhiyane çâre buldu. 1881'de Düyûn-i umumiyye idaresi kurarak, borçlan, ikiyüzelliiki milyondan, yüzaltı milyona indirdi. Bu büyük başarısı, memlekete unutulmaz bir hizmet oldu.

idaresi kurarak, borçlan, ikiyüzelliiki milyondan, yüzaltı milyona indirdi. Bu büyük başarısı, memlekete unutulmaz bir hizmet oldu.


aksavaşçı 12-27-2007 18:17

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Tedbir
II. Abdülhamid Han, İçteki ve dıştaki saldırılara karşı dahiyane tedbirler almakta ustaydı. Aldığı bu tedbirleri dünya tarihçileri hayranlıkla dile getirmişlerdir. Bunlar dan biri de şüphesiz ki "Hamidiye Alayları" olmuştur.

Araplar ve Kürtler Müslüman oldukları halde onların sosyal yapı ve coğrafi özellikleri dolayısıyla Osmanlı devletinde askerlik yapmazlardı. Devlete sadık olan ve Doğu Anadolu'nun dağlık alanlarında göçebe ve aşiret hayatı yaşıyan Kürtler'in özel hayatlarına karışılmazdı. Buna rağmen Berlin Andlaşması sonrasında meydana gelen yeni sosyal, iktisadi ve siyasi şartlar, Arap ve Kürtler'in de askere alınmasını gerektirdi. (77) Müslüman Osmanlı Milleti batılı tabirle "panislamist" siyaseti gereği bütün milletin devletin herşeyine iştirak etmesi, toprağını,vatanını koruması bilincine sahip olmalıydı. Sultan bu politikası gereğince Kürtleri ve Arapları askere almaya baslıyarak Libya'da yerlilerden "Koloğulları'nı ve Doğu Anadolu'da da "Hamidiye Alaylanrını kurdu.

Lider, vatan topraklarını iyi bilmek ve milletinin karakterini iyi kavrayıp şartlara uygun tedbirler almak zorundadır.

II. Abdülhamid Han, Doğu Anadolu'ya büyük bir ehemmiyet veriyordu. Ve Berlin Antlaşması sonrasında buralara göz diken en büyük emperyalist güç Rusya idi. Rusya, Doğu anadolu üzerinden İskenderun ve Basra Körfezleri'ne inmek istiyordu. Ermenileri kışkırtan İngiltere, Rusya'nın Güney Yolu'nü tıkamak için Doğu Anadolu'da tampon bir Ermeni devleti kurmak istiyordu. Daha da önemlisi ortaya çıkan Ermeni Meselesi'ne karşı bu toprakların korunması da bizzat toprak sahipleri tarafından yapılmalıydı.
Askeri sahada teşkilatsız ve disiplinsiz olan kürtlerin eğitimi ve topraklarının korunması için 60-80 adet Kürt aşiret reisi Yıldız'a cagrilarak Abdulhamid Han bunlarla bizzat görüşerek düzenli süvari alaylarının kurulması için kendilerine devletin üniforma ve teçhizat vereceği, onların Osmanlı ordusunun bütün haklarına sahip bireyler olacaklarım, bu alaylardan herbiri her yıl sırayla, şehri korumak şerefine erişmek için İstanbul'u ziyaret edeceklerini belirtiliyordu. İslam Halifesi ile görüşmekten aşırı derecede memnun Kürt aşiret reisleri: "Bundan Böyle Sultan'ın dostları benim de dostlarım, düşmanları benim de düşmanlarımdır" şeklinde Sultan'a tezahüratlarda bulundular. " (78)

II. Abdülhamid Han'ın Kürt aşiret reislerinin kuracağı alaylara "Hamidiye Alayları" adını vermişti. Hamidiye Alayları, Doğu Anadolu'yu Rusya ve Ermeniler'in saldırılarından korumakla kalmayacak, "İslam Birliği" siyasetinin bir gereği olarak merkezi otoritenin tesisi, Doğu Anadolu'da devletin etkin olabileceği yeni bir sosyopolitik dengenin kurulması temin edilecekti. Bununla birlikte askeri disipline sokulan aşiretler bölgede kolluk kuvveti olarak kullanılacaktı. Aşiretleri iskan etmek, onları disiplin altına alarak yerleşik ve medeni bir hayata alıştırmak, eğitmek, aşiret kavgalarına son
vermek, bölgenin imarına çalışmak gibi amaçları da güdüyordu. (79)

Hamidiye Alayları, 1891'de çıkarılan "Nizamname"ye göre kurulmaya başlandı. Buna göre her aşiret 4 bölükten az, 6 bölükten fazla askeri birlik kuramayacaktı. Kesinlikle alay tesis edilmeyecek, eğitim maksadıyla aşiretler birleştirilmeyecek, komutanları İstanbul'dan gönderilen subaylar olacaktı. Pat i şah, alay kuran aşiretleri ödüllendiriyor, bunlara hediye, nişan ve silah veriyordu. Sultan'ı İstanbul'da ziyaret, imtiyaz ve övünme vesilesi olmuştu. Bu sebepten alay kurmak, bir yarış halini aldı. Karargahı Erzurum'da bulunan 4.Ordu'ya bağlı bu alayların sayısı 1895'de 56'ya yükseldi. Bunlardan beklenen tam disiplin ve başarı sağlanamadıysa da pek çok aşiretin merkezi otoriteye bağlılığı gerçekleştirilmiş oldu. (80)

Sultan, Hamidiye Alayları'ndan sonra İstanbul'da Aşiret Mektepleri kurdu. Bu mekteplerin kurulmasının maksadı, emperyalist devletlerin tahriklerine açık olan gerek Arap ve gerekse Kürt aşiret reis ve ağalarının çocuklarının Osmanlı kültürüyle yetiştirilerek devlete ve saltanata bağlamak ve bölgeyi düşmanlardan korumaktı. Bu şekilde Kürt ve Arap aşiretleri merkezi sisteme daha iyi bağlanacaktı. (81)

8 Temmuz 1892'de çıkan nizamnameye göre yönetilen bu okullar, 5 yıl süreli ve parasız yatılı idi. 12-16 yaşındaki aşirete mensup çocukları alınıyor, Türkçe öğrenimine de önem verilen bu okullardan beklenen fayda tam olarak görülemediği için 1907'de kapatılıyordu.

Hamidiye Alayları'nın kurulmasıyla Kürt halkının Osmanlı devletleriyle ilişkileri daha sıklaştırılmış, Osmanlıya bağlılıkları pekiştirilmiştir. En önemlisi de Bu alaylar bölgede bir bağımsız Ermenistan devletinin kurulmasını engellemişlerdir.

Bölge şartlarını çok iyi bilen Kürtlerin oluşturduğu Hamidiye Alayları, Ermeni saldırıları karşısında Müslüman halkın müdafaasını yerine getirerek büyük bir katliam ve zulümlerden kurtulmalarına sebep olmuştur. Hamidiye alayları olmasaydı silahsız ve disiplinsiz Kürtler, kendilerini eğitimli ve silahlı Ermeni komitacıları karşısında kolay kolay savunamaycaklardı.

Sultan Abdülhamid Han'ın ileri görüşlülüğü ile kurduğu Hamidiye Alayları sayesinde ülkenin bütünlüğü ve Müslüman halkın korunması sağlanmıştır, l. Dünya ve İstiklal Harplerinde de büyük faydaları görülen Hamidiye Alayları ile bölgede aynı zamanda İslam Birliği politikası hedefine ulaşmıştır.

aksavaşçı 12-27-2007 18:18

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Icraatlar Lider'in Aynasidir
II. Abdülhamid Han, laf değil, icraat seven bir Sultan'dı. Halkın duasını almak için ona hayırlı hizmetler etmek biricik gayesiydi. O halkı için vardı. Halkına samimi bir şekilde ve hiçbir şey beklemeden hizmet etmek onu çok mutlu ederdi.

Hizmetin de ancak kendisine hazırlanan komploların bertarafı ile mümkün olabileceğine inanıyordu. Bu nedenle fevkalade olan aklı, zekâsı ve ilmi ilmiyle memlekete karşı asırlar boyunca hazırlanmış olan sinsi planları görmekte gecikmedi. Memleketin felaketine çalışan ve Batılı devletlerin masası haline gelmiş yöneticileri iş başından uzaklaştırdı. İslâm bilgilerini, ya'nî din ve fen ve ahlâk bilgilerini memleketin her yerine yaydı. Çok sayıda kültürlü din adamı yetiştirdi. Milleti otuzbir sene adalet ile idare etti. Bilgili, temiz bir gençlik yetiştirdi. Haksızlığa, kötülüğe, ahlâksızlığa karşı amansız bir mücadele yerdi. Bu yüzden bazı kimselerin hedefi oldu. Yıllarca kötülendi. İftiralara uğradı. Gelecek nesillere farklı şekilde tanıtıldı. Fakat, insaf ehli tarihçilerin yazılarım okuyanlar ve onun ilme, fenne, sanayiye, ticârete, ahlâka, kısaca insanlığa bıraktığı eserlerini görenler, bu iftiralara aldanmadı. Onun büyüklüğü karşısında hayran kalarak örnek aldılar.

Hizmetler

II. Sultan Abdülhamid Han, bilim ve teknolojide, medeniyette ilerleme hususunda çok hassas davrandı. Devletin imarı, kalkınmasına yönelik ıslahat prensipleri; dengeci, çağdaş, bağımsız, kendine has ve Avrupa medeniyetinden faydalanma esaslarına dayanıyordu.

İyi bir lider, halkına babalık şehfatı ile hizmet edendir.

Sultanın gayesi, halkını huzur ve refah içerisinde yaşatmaktı. Bu hususta şöyle diyecektir: "Bir devlet ve milletin varolabilmesi için ancak birkaç şey lazımdır. Din ve dini korumak için bir parça taassup, maarif, milliyet, servet ve sanat" (83) "İyi bir hükümdarın vazifesi, tebaasına babalık etmektir" " Benim esas çabalarım ise, barış ve medeniyet yolunda sarfedilmektir" (84) sözleri maksadının temelini oluşturmaktadır.

Ordu, eğitim ve sanayi alanında temel kalkınma hamlelerine hız verdi. Mekteb-i Mülkiye, Mekteb-i Hukuk, Maliye, Baytar okullarını açtı, Darülfünun (Üniversite) ıslahı, demiryollarının inşası, fabrikaların kurulması, mülkiye ve adliye teşkilatının yeni esaslara bağlanması gibi teşebbüslerle halkın sevgisini kazandı.

Sultan, aşırı derecede propagandası yapılan Batı kültür ve medeniyeti baskısının bertarafı için çok gayret sarfetti. Batı'nın tüm yenilik isteklerinin Gayri Müslim tebaanın yararına olduğunu görerek farklı bir politika takip etti. Bu politikanın esası, hizmetlerden sadece gayri müslimlerin değil memleket sınırları dahilinde bulunan tüm insanların faydalanması amacına yönelikti. Batılı devletlerin reform paketleri yerine ülkenin kendisine has reform paketlerini uygulamaya çalıştı.

Bir ilaç, her bünyeye aynı faydayı sağlamaz.

Abdülhamid Han; Avrupalı devletlerin devamlı hürriyet ve sefbesti taleplerinde samimi olmadıklarım, zaten onlarda olmayan bu serbstilerin kendilerinde olduğunu belirterek, ilerlemenin, bilim ve teknolojide Batılı devletler seviyesine gelmenin yavaş yavaş olacağını, bunda acele etmenin ise memleket için felaket olacağını belirtiyordu; "Memleketimiz, Avrupa ölçüleriyle mütaala edilemez...Bazı yerlerde, Avrupa ortaçağı hayatım sürdüren vahşi, barbar insanlar yaşar. Bu insanlar, Avrupa'nın bugünkü hayatına nasıl intibak edebilirler...Batı'dan gelen bütün yeniliklere düşman olduğumuzu söylemek haksızlık olur" (85)

Esaretin diğer bir versiyonu milletleri borçlandırmaktır.

Borç para alan devletler, borçlandıkları ülkelerin hizmetkarı ve bir nevi sömürgesi haline gelirler. Abdülhamid Han bunun idrakinde olarak ülkeyi borçla değil, öz kaynakları ile (bağımsız olarak) kalkındırma hedefini seçti. Taklitten kaçındı. Batının kültürü değil, bilim ve teknolojisinden istifade ile en iyisini yapmaya gayret etti. 60 Müesseseleri ve gelenekleri bozmadan memleketi maddeten kuv-* vetlendirecek teşebbüslere girişti. Dış borçların bir kısmını ödedi ve yeni borç almadan ülkeyi kendi imkanları ile kalkındırdı. Onun zamanında kurulan meslek okulları, yapılan kara ve demir yolları, kurulan işletmeler Osmanlı devletini zamanın devletleri ile yarış eder hale getirdi.

Düşman tarafından tavsiye edilen kurtuluş reçetesi öldürmek içindir.

II. Abdülhamid Han anlatıyor; "İnkişaf (ilerlemek) dış tesirler ve tazyikler neticesinde olamaz; içimizden gelmeli, kendiliğinden tabii olmalı ve kendi yolunu takip etmelidir. İnkılap diye kabul ettirmek istedikleri yenilikler, muhakkak ki bizim felaketimize sebep olacaktır. Neden bunlar bize, bizi mahvetmeye ahdetmiş düşmanlarımız tarafından tavsiye edilmektedir? Çünkü onlar, o inkılapların felaketimize sebep olacak hastalık olduğunu bildiklerinden bilhassa tavsiye etmektedirler. Bizim güya geri kalmış halimize herkes acımakta, Avrupa memleketleri asıl kendilerinde birçok reform ihtiyaçları olduğu halde riyakarca bizim kalkınmamız için bir şeyler yapmamızı istemektedirler. Büyük Devletlerin inkılap talepleri hiç bit-
miyor. Memleketimizin teşkilatı hakkında hiçbir şey bilmedikleri halde, nasihatçı rolü oynamaktan vazgeçmiyorlar. Sefirler, sanki hükümdar imişler gibi saraylarında oturuyorlar, ancak birkaç yüksek memurla münasebetleri oluyor ve oturdukları yüksek yerlerden hükümler veriyorlar. Memleketimize ait bütün bildikleri İstanbul ve Adalar'dan ibarettir. Hayatımızın içyüzü hakkında hiçbir fikirleri yoktur. Dinimizi tanımazlar, dilimizi anlamazlar. Bütün bunlara rağmen, tavsiyelerini muhakkak kabul ettirmeye çalışırlar. Allah'tan kendi aralarında da hiçbir zaman anlaşmazlar. Günümüze ait meselelerde, hepsi kendine göre ayrı bir fikir verir. Müşterek oldukları yegana nokta şudur: Efkar-ı umumiyede, sanki bütün inkılaplar, onların teklifleri ve baskılarıyla yapılıyormuş gibi bir tesir uyandırarak bizi milletimizin önünde küçük düşürmek, buna mukabil Hıristiyan-lar'ı yükseltip, büsbütün güçlenmelerine vesile olmak. Bu inkılap mevzuu şeytanca bulunmuş bir desisedir. Bizi kendi halimize bıraksalar çok daha iyi ederler. Çünkü kabul ettirmek istedikleri bu inkılaplar, milletimizin menfaati bakımından ciddiye alınıp tatbik edilebilecek şeyler değildir. Halbuki kendi irademizle hareket edebilsek yavaş fakat devamlı bir şekilde ilerleyeceğimizden eminim. Eğer bizde bazı inkılaplar kabul edilecekse, memleketin hakiki şartları göz önünde tutularak yapılmalıdır. Yani teferrut etmiş birkaç idarecinin fikir seviyesi değil, halkın medeniyet seviyesine nazarı itibara alınmalıdır. Avrupa'dan gelen her şeyi şüphe ile karşılayan, pek çok defa fermanlarımızı aldığı anda yakın ulema sınıfın aksül emelini de hesaba katmak lazımdır. İnkılapların tatbikinde her adımı atmadan evvel zemini yoklayarak, yavaş, yavaş hareket etmekle haklı olduğuna kaniyim." (86)kuvvet, ayrılıkta sıkıntı ve felaket

Birlik ve beraberlikte vardır.

Abdülhamid Han maddi ve manevi alanda ilerlemenin ancak birlik ve beraberlik içerisinde çalışmakla, yavaş yavaş olacağım, birden bire inkişafın mümkün olmadığını, emperyalist devletlerin ülkedeki menfaatleri icabınca buna müsaade etmediklerini, devletler arasında güçlü olan yaşar ve güçlü olan haklıdır prensibinin yürürlükte olduğunu belirterek sık sık şunu dile getirirdi;

İlerlemek, büyümek ancak iç bünyedeki hu/urun temini ile mümkündür.
Allah bize sulh ve sükunet nasip eylesin. Hiçbir memleketin, bizim kadar buna ihtiyacı olduğunu zannetmiyorum. İdaremizin pek çok eksikliği olduğu, memurlarımızın gevşek çalışmalarında, devletimiz içindeki ebedi ve tahammülsüz kaynaşmayı meydana getirmeyi sebep olduğu tarafımızdan biliniyor. Fakat bizi herşeyden fazla felakete iten, Büyük devletlerin entirikalarıdır. Bu devletler, tabiye-timizdeki milletleri, arka arkaya isyana teşvik etmek suretiyle, bizi her sene daha fazla sıkıntıya düşürmektedirler. Her sene, bu uğurda hiç faydasız sarfettiğimiz milyonlarla ne kadar lüzumlu şeyler yapılabilir. Fakat Büyük devletler, geniş teşkilatlı imparatorluğumuzu inşa edecek ne zaman bıraktılar ne de sükunet! Gene Büyük devletler sebebiyle halkımızı ilerletmeye imkan bulamadık. Bütün bunlar bizim zayıf kalmamıza sebep oldu. Bize de hiç olmazsa 10 senelik bir sulh tanınsa Japonların o kadar methettikleri ilerlemelerini biz de yakalayabilirdik. Onlar, Avrupa'nın pençesinden uzak olduklarından, bize nazaran bahtiyar, emniyet içinde yaşamaktadırlar. Maalesef biz, tam Avrupa sırtlarının geçiş yerinde çadırlarımızı kurmuşuz."

Kuvvet, hayatta kalmanın temel direğidir.

Abdülhamid Han anlatmaya devam ediyor; "Hükümran olan tabiat kanunudur. Kuvvetli daima haklıdır. Şimdi biz zayıf olduğumuz için Avrupa korkusuzca sertlik gösterebiliyor. Geriye baktığımız vakit, vaziyetimizin, Büyük devletlerle yaptığımız andlaşma-larla garanti altına alınmış olunduğunu görürüz. Fakat bu andlaşma-lara ve verilen sözlere rağmen, büyük devletler, millet hakkı kanununa hiç aldırış etmeksizin eyaletlerimizi teker teker elimizden aldılar." "Hukuk işlerimizde, yabancıların vesayet iddiaları bizim için haysiyet kırıcıdır. Japonlar bu dertten kurtulalı epey sene olmuştur. Osmanlılara bu hakkı tanımak istememektedirler. Bütün devletlerin tarafgirliği hakikaten sınırı aşmaktadırlar."

"Kuvvetli olursak kapitülasyonlar da yavaş yavaş kaldırılır. Gümrük andlaşmaları da değiştirilir. Yabancılara verilmiş bir çok zayıf zararlı imtiyazlar da kuvvet sayesinde hafifletilerek varlığı, yokluğu bir hükümde kalır. Devletin itibarı da o ölçüde artar. İç ve dış işlerimize karışmazlar. Devletin işleri kolaylaşır. Halbuki, bugün sokakta bir Müslüman ile bir Ermeni kavga etse, bir tercüman işe

karışıyor. Bunlar devletin tebaasıdır, sizin karışmaya na hakkınız var? Denildiğinde "eli hükm-i limen galabey' (hüküm galibindir) diye cevap veriyorlar."

aksavaşçı 12-27-2007 18:18

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Medeniyet
Marifet, yabancı medeniyetleri körü körüne taklit değil, faydalı olanı alarak bünyeye adapte etmektir.

II. Abdülhamid Han Batı'nın bilim ve teknolojideki ilerlemesine hayrandır ve Osmanlı Devleti'nin bu alanda geri kaldığına üzülmektedir. Ve hatta Batı'daki Bilim ve teknolojideki ilerlemenin sebepleri ve teknolojideki yenilikleri ülkeye getirmek için öğrenciler gönderir. Ne yazık ki giden bu öğrencilerin çoğu Batı'nın bilim ve teknolojisini alacakları yerde Batılı ajanların tuzaklarına düşerler. Bu gençlerden bazıları ülkelererinin terakkisi için gönderdikleri Sultanlarını devirmek ve hatta öldürmek için çalışan İngiliz, Alman ve Ruslarla işbirliği yapmaktan çekinmeyecek ve nihayetinde kendisini tahttan indireceklerdir.

Sultan, Batı medeniyeti hakkında şunları söylemektedir: "Avrupa'nın medeniyetine (bilim ve teknoloji alandaki) daima takdir ederim. Fakat Hıristiyanlığı (kültürlerini) hiçbir zaman Müslümanlığa tercih etmedim ve üstün taraflarını da görmedim. Başkalarını gelişi güzel taklit etmekten hoşlanmadım. Marifet, bu medeniyeti kendimize uydurabilmektir. Ben bu medeniyetin iyi taraflarını hatta sarayıma getirdim. Yıldız'da cuma ve pazartesi geceleri, temsil-ler,konserler verilmesini emretmiştim." (88)

"Avrupa medeniyeti'nin en iyi taraflarını alıp, Şark kültürüyle karıştırmak suretiyle meydana gelecek ve olgunlaşacak yeni bir medeniyeti, bizde ancak gelecek nesiller görebileceklerdir." (89)

Gelişi güzel taklit felaket getirir.

Birinci Dünya Harbinin başında Başkumandan Vekili Enver Paşayı Beylerbeyi sarayına davet ederek şu tavsiyede bulunur;

"Oğlum Enver. 33 sene saltanat sürdüm! Padişahlığım müdde-tince ferdin hürriyetine, şahsiyetine daima taraftar idim. Fakat key-
femayeşe bir hürriyeti, gelişi güzel bir serbestiyi de hiçbir zaman hoş görmedim. Hele matbuatta (basında) pek revaçta görülen müstehcen resim ve yazılara sinsi fikirlerin hakim olmasına asla müsaade etmedim. Avrupalıların medeniyetini daima takdir ederim. Fakat Hıristiyanlığı hiçbir zaman Müslümanlığa tercih etmedim ve üstün tarafını da görmedim. Başkalarını gerişi güzel aklit etmekten hoşlanmam. Marifet bu medeniyeti kendi bünyemize uydurabilmektir. Ben de bu medeniyetin iyi taraflarını hatta sarayıma getirdim. Yıldızda Cuma ve Pazartesi geceleri, temsiller, konserler verilmesini emretmiştim. Garbın sanatkarlarını, bizzat sarayda hem seyrettim hem müziklerini dinledim. Bu toplantılara haremi, sultanları, damatları hatta harem ağalarımla kalfalarımı dahi davet ettim.Padişah olarak bu memleketin tarihinde ilk Meclis-ı Mesubam ben açtırdım. Fakat mebusların kafi derecede olgunlaşmamış olduğunu görünce aynı Meclisi ben kapattırdım.Bilir misin, Osmanıl Meclis-i Mebusanının verdiği ilan-ı harp kararı bize neye mal oldu? Bu Rus Harbi ile Balkanları, Rumeli'yi kaybettik, Mithat Paşa bu hususta çok ısrar etmişti. Harbin korkunç netayicini (neticesini) ça-64 bük gördüm. Plevnenin şanlı müdafaasına, Karsın kahramanca sa-• vaşına rağmen mağlup olduk. Rus orduları Ayastafanosa (Yeşilkö-ye) kadar geldiler."

"Bugün insanı alkışlayanlar, yarın onu paralamasını da bilirler!..."

Sultan anlatmaya devam ediyor: "Evet, Enver Paşa, şimdi siz de bir harbe girmiş bulunuyorsunuz. Fakat bu iş acele olmuş, hissiyata kapılarak memleket tehlikeye atılmıştı. İnşaallah devletimiz ve milletimiz için hayırlı ve şerefli biter. Fakat hafazanallah felaketli biterse, ister misin ki, bu da bize Anadoluya mal olsun? O zaman elimizde ne kalır? Hareket ordusu ile İstanbul üzerine yürüdünüz, muzaffer oldunuz, şehri zapttettiniz.Saraya kadar dayandınız, beni de hal'ettiniz...Unutmayın ki, emrimdeki kuvvetlere asla ateş etmemelerini, kan dökmemelerini bildirmiştim.Eğer bir mukavemet görseydiniz bu size pek pahalıya mal olacaktı. Ancak bu sayede hiç kimsenin burnu kanamamıştır. Fakat arkadaşlarınızın gözü hiçbir şeyi görmemişti. Tedbirlerimi beğenmediler.Beni kaldırıp bir paçavra gibi sokağa attılar.Üstelik 31 Mart hadisesini benden bildiler. Halbuki bunda hiçbir alakam yoktu. Asileri tahrik edenler elbet de vardı. Fakat bunlar asla saraya mensup kimseler değildi. Her devir-

de devletin düşmanları olacaktır. Bunları tahkiksiz, mesnetsiz kuru iftiralarla herkese bulaştırmak vicdanı bir hareket değildir. Beni en çok üzen şey, huzurumdan kovduğum bir insanı, beni saltanattan uzaklaştıran kararı tebliğe memur bir heyete katmanız olmuştur. Bu, Emanuel Karasudur. Bu Yahudiyi ne diye karşımıza çıkardınız? Bununla makam-ı hilafet vesaltanatı elin Yahudisine tahkik ettirdiniz. Selanikte bir mason locasının üstad-ı azamı olan bu kişi ile, Hazret-i Peygamberden beri el üstünde tutagelen hilafet, ancak bir Musevi-nin tebligatı ile Hanedan-ı Ali-i Osmanının bir rüknünden alınmış oldu. İftihar edebilirsiniz.Şimdi iktidardasın, neşen yerinde ve huzur içindesin. İstikbalin parlak görünmektedir. Fakat bütün bunlara güvenme oğlum, sana son bir nasihat vereyim: Bugün insanı alkışlayanlar, yarın onu paralamasını da bilirler!...Dikkat et!...Allah millete, devlete zeval vermesin!..." (90)

Ben Edebin Değil, Edepsizliğin düşmanıyım.

Abdülhamid Han'ın sadrazamlarından Halil Rifat Paşa torunu yazar Vedat Örfi Bey tarafından 1922 tarihinde neşredilen ve 72 sayfalık Abdülhamid Han'ın Beylerbeyi sarayında yazdığı bildirilen Hatıratından bir pasaj:

"...Beni Edebiyata düşman zan ve böyle ilan ederlerdi. Hayır! Ben edebiyatın değil, edepsizliğin ve üdebanın değil edepsizliğin düşmanıydım!...Ben edebiyata düşman olsaydım, Kemal Beye (Namık Kemal) vefatı gününe kadar kesemden maaş vermez ve oğlunu hizmetime almazdım. Ben edebiyata düşman olsaydım, Abdülhak •Hamid Beyi dolgun maaşlarla terfih ettikten sonra arasıra borçlarını vermek gibi hayrhahlıklarda bulunmazdım....Hayır, tekra ederim ki, ben üdebanın hakiki ve müşfik bir dostuydum.Eğer onlara düşman olsaydım benim de sokak ortalarında edip ve muharrir öldürecek adamlarım yok değildi!" (91)

Tasarruf

Zenginliğin Sırrı "Dikkatli bir muhasebe ve akıllı bir tasarruf

II. Abdülhamid han, çok sade bir hayat sürer, İsraftan ve gösterişten hoşlanmazdı.

Zenginliğinin sırrı dikkatli bir muhasebe ve akıllı bir tasarrufa borçlu olduğunu söylerdi.

Tahta geçişinden sonra uyguladığı muazzam tasarruf politikasıyla saray başta olmak üzere ülkedeki israfları kıstı. Sarayın masraflarını asgariye indirdi. Saray memurlarının sabah-akşam evlerine yemek götürmelerini dahi yasakladı. Valide sultanlara muhsus imtiyazları kaldırdı. Saray'ın merasim usulü ve teşrifatını sadeleştirdi. Galata bankerlerinin en zengini zeki ve kurnaz George Zafiri'yi kendisine mali danışman tayin etti.

Kendi şahsına ayrılan para miktarında indirim yaptı. Yıldız Sarayı masraflarının üçte birini kendi emlak gelirlerinden karşıladı. Kendisine ait işletmelerden 1902'de 8 milyon servet yapmış, bunu devlet haracamalarında kullanmıştı. (92)

Dış müdahalelere meydan vermemek için ve alacaklılara emniyetli bir çare olmak üzere Duyun-i Umumiye İdaresi'ni kurdu. Bu idare o dönemde devletlerin fiili müdahalesine kısmen mani olduğu için memlekete faydalı bir kuruluş olmuştu.

İktidarı süresince, Avrupa'nın politik kontrolünü sürekli red-66 detti ve bağımsız bir politika takip etmeye çalıştı. Dış güçlerin mü--* dahalesini önlemek gayesiyle dış borçları bir daha almamaya ve aldığı borçlan da vaktinde ödemeye, ülkenin öz kaynakları ile kalkınmaya özen gösterdi. Takip ettiği bu politika sayesinde devlet borçlarının dörtte üçü ödendi.

II. Abdülhamid Han, Kapitülasyonlar sebebiyle verimli bir vergi reformu yapmaya muvaffak olamadı. Vergilerin çoğu Müslüman tebaadan toplanıyordu. Gayri Müslim teba Batı'nın adeta şımarık çocukları haline gelmişler ve pazarlıkla çok az vergi vermeye çalıştılar. Adam başına senede 50 TL. ödemesi icap ederken 20 TL ödüyorlardı. (93)

Halkın Menfaatini düşünen yöneticiler iş başına getirilmeli.

Mister Tomson Sultan Abdülhamid Han'dan şunu nakleder: "Şahsi menfaatlerinden ziyade amme faydalarını düşünenleri işbaşına getirmek lazımdır. İlk vazifem devlet maliyesini yeni baştan tesis ve tanzim etmektir.Türkiye'den alacaklı olanların hakkını korumak, bunları temin için de ciddi surette tasarrufa riayet etmek şarttır. Ben bu sahada en iyi misal olacağım."

aksavaşçı 12-27-2007 18:19

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Fedakarlik
II.Abdülhamid Han, hesabını bilen, tek kuruşun israfına razı olmayan, buna rağmen yerinde ve sırasında hiçbir fedakarlık ve cömertlikten kaçınmayan hayırsever bir patişah idi. (95) Aynı zamanda halkının dertleriyle yakından ilgilenir, yardım talep edenlerin ihtiyaçlarıyla bizzat alakadar olurdu.

Sultan, tahta geçtiği sıralarda Bosna-Hersek ayaklanmış, Karadağ orduyu sarmış ve yenmiş, Sırbistan düzenli ve tehlikeli bir kuvvetle ülkeye savaş açmıştı. Bunu Osmanlı-Rus harbi takip etti. Ulaşım araçlarının eksikliği, Rumelilideki Müslüman halkın dışında kalan azınlıkların ta Edirne'ye kadar uzanan ayaklanmaları ülkeyi bir alev topuna dönüştürmüştü. Ve ülkeye akın eden göçmenler de buna ekleninice içinden çıkılmaz bir hal almıştı. Bu felaketler döneminde göçmenlerin barınma ve iaşelerini temin aynı zamanda ülkeyi borç batağından kutarma çabaları büyük bir hayranlık uyandırdı.

Ülkeleri iflasa sürekleyen amillerin başında israf gelir

Borç batağına saplanan ülkeyi takip ettiği usta siyasetiyle kısa bir zamanda kurtararak dünyada eski güvenini kazanmasına sebep oldu. Ülkenin felakete sürüklenmesinin sebeplerinden birinin israf olduğunu belirterek; "müsrifliğin ne feci bir kusur olduğunu çok yakından gördüm. Maliyemizi mahveden ve İmparatorluğumuzu iflasın iki parmak ötesine kadar götüren bu israfil hayat değil midir?" diyordu. (96)

Osmanlı Devleti, 1854-55 Kırım Harbi yıllarında ilk defa dış borç almaya başlamış ve alınan borçların yanlış kullanımı neticesinde 1880 li yılların başında 250 milyon liraya yükselmişti.

Rusya ile yapılan savaş, Osmanlı devletininin ekonomisini çökertti. Yapılan anlaşma neticesinde Rusya'ya ödenecek harp tazminatı 300 milyon ruble idi. Devletin tüm gelirlerinin dahi karşılayamadığı bu ağır savaş tazmitanını Sultan Adülhamid Han vermemekte direndi. Nihayetinde Rus Çar'ı ile kurduğu yakın şahsi dostluğu sayesinde 34 milyona indirildirilen tazminatın faizi ile birlikte yüzyılda ödenmesi karara bağlandı. Yıllık Taksit tutarı ise 350 bin idi.
(97)

II. Abdülhamid Han bu hususta şunları söylemektedir:

"...Ben 1324 (1908) senesinin Temmuzunda hükümeti bu mücahitlere, 1325 (1909) Nisanında da saltanatı şefketli biraderim hazretlerine teslim ettim. Benim zamammda hududumuz, İşkodra'dan Basra körfezine, Karadeniz'den Sahra'yı Kebir çöllerine imtidad ederdi. (Almanac de Gotha) nın 1908 senesinde neşrolunan nüsha-sıyla bu sene çıkanı karşılaştırılırsa, ahlafıma yangın değil, büyük bir ülke, otuz milyonu mütecaviz nüfus, bir ordu terketmiş olduğum anlaşılır.

Şöyle böyle on sene oldu. Yani müddet-i saltanatımın bir sül-sü...Asarımın üçte değil, onda birini vücuda getirdiler mi? Makanı-ı hükümdariye geldiğim zaman, üç yüz milyon liraya takarrup etmiş olan düyun-u umumiyemizi, iki büyük harbin ve birçok dahili kı-68 yamlardaki sevkiyat-ı askeriyenin icap ettiği masrafi, tediye ettikten • sonra, otuz milyona indirdiğime muvaffak olmuştum. Yani, bir öşrüne...Nazım Bey'le rüfekası ise, benim bıraktığım otuzmilyon bor-ru bugüne kadar dört yüz milyona çıkardılar.Yani on üç misline. Demek ki, haleflerim, (Makam-ı saltanatta icraya hükm-i nüfuz eden yalnız biraderim olmadığ için haleflerim diyorum) yalnız mik-dar-ı duyunu tezyid hususnda ibzal-i faaliyet ve ihraz-ı muvaffakiyet etmiştir.

aksavaşçı 12-27-2007 18:19

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Güçlü Bir Ordu
Abdülhamid Han, ülkenin içerisinde bulunduğu darboğaza rağmen, ordunun ıslahını, güçlenmesini temin etti. 1897'deki Türk-Yunan savaşının kazanılması Osmanlı ordusunun gücünü ortaya koymuştu. Almanya'dan gayet ucuz ve elverişli şartlarla alınan modern top, tüfek, askeri araç ve gereçlerle ordu donatılmıştı. Milyonlarca mavzer, yüzlerce ateşli toplar dahi tedarik edildi. Ordu güçlendirildi. Her türlü araç ve gereç mükemmel hale getirilmeye çalışıldı. Kısa zamanda toplanıp yığınak yapabilme imkanı sağlandı. Gereğinde bir milyon askeri kuvvetin eğitilmiş ve mükemmel olarak toplanabilmesi için, gerekli komutan ve subaylar daima elde bulun-

duruldu. Islahatlar çerçevesinde bilhassa harp okulları ve diğer askeri okullara, ordunun belkemiğini oluşturan kurmay subay yetiştirilmesine büyük önem verildi. 1. Dünya harbinde büyük kahramanlıklar gösteren komutanların çoğu bu okullarda yetişmişti.

Gayri Müslimlerden askerlik hizmeti istemek intihardan farksızdır.

II. Abdülhamid Han, gayri Müslimlerin askere alınmasına ve asker sayısının indirilmesine şiddetle karşı çıkmış ve "Müslüman olmayanlardan askerlik hizmeti istemeyi düşünmek, hayal kurmaktır ve bizim için intihardan farkı yoktur" derdi. (99)

II. Abdülhamid Han, donanmayı da yenilendirme ve güçlendirmede büyük çabalar sarfederek çürüyen gemileri iç ve dış tersanelerde tamir ettirdi. Sultan Abdülazizden sonra dışarıya, Osmanlı tarihinde en çok harp gemisi siparişi veren Abdülhamid han, bir kısım gemilerin de iç tersanelerde üretimini sağladı. Abdülhamid Han'ın bu yöndeki yenilikleri ve donanmayı kuvvetlendirmesi bu- 69 yük takdir topladı. İç tersanelerde Batı ile rakebet edebilecek şekil- • de üretimi mümkün olmayan donanma için Batılı ülkelere yeni harp gemileri siparişi verilerek donanmanın modernizasyonu sağlandı. Ve dışardan temin edilen bu gemilerle de Balkan ve Birinci dünya harbinde büyük başarılara imza atılacaktır. (100)

"Orduyu Siyasetin Dışında Tutunuz"

II. Abdülhamid Han, ordunun siyasete karıştırılmasının büyük bir hata olduğunu ve kesinlikle siyasete karıştırılmaması gerektiğini bildiriyordu. Fethi Bey'e bu hususta şunları anlatmaktadır:

"...Orduyu siyasetin dışında tutunuz. Sizin bugünün zimmam-daran-ı umur (ön plandaki kişiler) arasında olduğunuz hakikatini derpiş ederek (gözönüne alarak) diyeceğim ki, bu hususu ternin için icap ederse her türlü fedekarlığı icap ediyorsa menfi akıbetleri de gözönüne almız. İfade edilmek istenmeyen hangi ahval ve şerait içinde olursa olsun, beni buraya getirmeye vesile olan son askeri hadisede eğer ben, size tavsiye ettiğim askerin siyaset harici tutulmasının aksini düşünseydim, oluk gibi kan akardı.Ordu siyasete itilmiş

olursa, bu hata münhasıran dahili gaileler tevlid etmekle kalmaz, vatanın müdafaasını zaruri kılan sebepler önünde, maazallah, memleketin müdafaasını gayr-i mümkün, kifayetsiz kılmak gibi telafisi imkansız felaketlere yol açar.Bugün ordumuzun başında olan mirliva, ferik ve müşirler (bütün kor, orgeneral ve mareşallar) bu kaidenin yetiştirdiği emektar askerlerdir.Kendileri makamlarında ve vazifelerinde kaldığı müddetçe hayırlı yolu terketmezler ümidindeyim. İşte, benim saltanatınız amanında en ali askeri mevkiler eline emanet edilmiş olan Mahmut Şevket Paşa'mn, size yazılmış mektuba vesile olan hassasiyeti de bunun isbat ediyor..." (101)

II. Sultan Abdülhamid Han, Harp gücünü kaybetmiş olan eski gemileri Halice çekip, Avrupa'da yeni yapılan üstün vasıflı kruvazörler, zırhlılar ile donanmayı kuvvetlendirdi. O'nun döneminde askeri, subayı öyle şerefli olmuştu ki, bir kahve önünden bir binbaşı geçerken, kahvede oturanlar ayağa kalkarak saygı gösterirlerdi. Öyle bereket vardı ki, bir binbaşının evinde pişen yemekten, bir mahalle fakirlerinin karnı doyardı. Bütün millet, sivil, asker, herkes birbirini çok severdi.

Yunan isyanını bastırmak üzere Ethem paşanın kumandasında gönderdiği askeri, kendisi saraydan idare ediyordu. Askeri, 24 saatte Termopil geçidini aşarak Atinaya girdi. Bütün Avrupa kumandanları buna şaşırdı. Çünki, Alman kurmayları, Osmanlı ordu- • su, Termopili altı ayda geçemez diye rapor vermişdi.

Ziraate Aşık Olmak

"Beşeriyetin zinginliğinın temelini ziraat teşkil eder."

II. Sultan Abdülhamid Han'ın üzerinde hassasiyetle durduğu konulardan biri de Ziraat oldu. Hatıralarında "Beşeriyetin zenginliğinin esasını teşkil eden ziraat. Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk yeri işgal eder. Çünkü bütün canlıları besleyen odur" (102) diyerek ziraatın Osmanlı devletindeki önemini belirtir.

Kendisi de bilhassa ziraatle uğraşmayı pek severdi. Şehzadeliği zamanında çiftliğinde bitki ve hayvan yetiştirerek çok büyük paralar kazandı ve bunu da saltanatı döneminde devletin hizmetinde
kullandı. Ziraate olan bu sevgisi dolayısıyla kendi çiftliğinde bir okul açarak zirai eğitim ve öğretime katkıda bulundu. Maslak çiftliğinde kurduğu bu ziraat okulunda dörtyüz talebe rahatlıkla eğitim alabiliyordu. Saltanatı döneminde bu ülkenin geneline yaygınlaştırıldı. Batı'dan modern alet ve makinalar, yeni tarım teknikleri ve ıslah edilmiş tohum, fide ve fidan getirilerek çiftçilere dağıtıldı. (103)

Türkiye ziraatçılarının kaynağını teşkil eden "Halkalı Ziraat Okulu" da Sultan Abdülhamid Han tarafından açıldı. Ve burada eğitim görecek bütün talebelerin ücretsiz olarak okuyacaklarını, okulun iyi eğitim verebilmesi için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayacağını, ziraatte ve diğer islerde faydalı bir tarzda çalışacak bilgili gençlerin yetişeceği ümidiyle büyük gayretler sarf etti. Ziraatın Batıdaki gelişmelerden de istifade için yurtdışına öğrenciler gönderdi.

Bu husustaki görüşleri;

"Ziraate olduğu gibi hayvancılığa da önem verilmelidir."

"Toprak mahsûllerinin inkişafını temin etmek, başlıca gayemiz olmalıdır. Kaldı ki, sahip olduğumuz memleketin toprakları çok bereketlidir. Ziraatımızı icabeden seviyede tutabilmek için, ziraatçılarımızın modern ziraat ilmini tahsil etmeleri lüzumludur. Floksaray'a (bağları mahveden bu" hastalık) karşı mücadele tekniğini öğrenmesi için Fransa'ya birçok talebe göndermiş bulunuyoruz. Diğer bir kısmı da hayvancılık üzerine tetkikat yapmak üzere Almanya'ya gideceklerdir." (104)

Bizim kalkınmamızda ziraatın yanında hayvancılığa da büyük bir rolü olmalıdır. Bu memleket gerek küçükbaş, gerek kümes hayvanlarının yetiştirilmesine müsaittir. Bunun için köylümüzün hayvan yemini teşkil eden maddelerin ziraatına büyük ehemmiyet verilmesi lazımgelir. Sonra, hayvansal maddeler olan süt, süt ma-mülleri,yumurla istihsal elzemdir. Bu suretle dahilde gürbüz bir neslin yetimesine imkan verilmiş, harice de bunları ihraç edecek gelir kaynağı elde etmiş oluruz" ( 105)

Abdülhamid Han sulama alanlarının genişletilmesine de büyük önem verdi. Nehirlerin kanallar ile birleştirmesi ve Mısır'da Assu-
van'da olduğu gibi bir takım barajlar vücuda getirmenin önemli olduğunu, Fırat ile Dicle'yi, Seyhan ile Ceyhan'ı Sakarya ile Kızılırmak'ı daha faydalı bir hale getirilebileceğini belirterek bir nevi GAP projesinin fikir babalığını yapıyordu. Ve ilk defa Abdülhamid Han zamanında ormanlar devlet koruması altına alındı ve ormana zarar verebilecek keçilerin azaltılması yoluna gidildi.

Sultan'ın bu konudaki görüşlerini Zünnun Bey'den nakledelim;

"Sulama davalarımız da mühimdir. Nehirlerimizi kanallarla birleştirmek ve Mısır'da, Assuvan'da olduğu gibi birtakım barajlar vücuda getirmek elzemdir. Fırat ile Dıcleyi, Seyhan ile Ceyhan'ı, Sakarya ile Kızılırmağı, bilhassa Karadeniz ve Akdeniz limanlarımızı baştan başa inşa etmek, Anadolu ve Rumeli demiryollarını çoğaltmak pek zaruridir.Sizi temin ederim, yüzbaşım, bütün müddet-i saltanatım boyunca hep bunları düşündüm. Bazı imkanlarda aradım. Fakat bu noktada en korktuğum şey, yabancı sermayenin mevcutkapitülasyonları daha tahammül edilemez hale sokması ihtimaliydi. Esasen düşmanlarımızın mali tazyiki altındayız. Borçlarımız pek fazladır. Yabancı sermaye memleketi bu suretle daha müşkül bir vaziyete sokacaktır. Bir müstemleke haline gelmekten korktum."

aksavaşçı 12-27-2007 18:20

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Ticaret
II. Abdülhamid Han, devletin kalkınması ve gelişmesinin ancak milli sanayi ve ticari kalkınmayla olacağına inanırdı. Adeta günümüz globalleşmesini daha o günlerden görüyordu. Sermayeyi elinde bulunduran güçlerin dünyaya hakim olacağım bunun da ancak ticaretle olacağına inanıyordu. Sanayi ve ticaret alanında kalkınmayı "devletin beka şartı" olarak görürdü. Zenginleri, mülk sahipleri, sanat sahipleri yabancı olan bir ülkenin kalkınamayacağını belirterek Müslümanların ticaretle uğraşmalarını isterdi.

"Patişah olmasaydım tüccar olurdum."

II. Abdülhamid Han zamanında 6 halı, 17 kumaş ve dokuma, a ve kiremit, l demir, l konserve, l gühercile, l elmas işlem,

l yağ, 2 un ve buz, l mum, l makarna fabrikası yapıldı. 7 askeri fabrika ile ayrıca çeşitli konularda 15 büyük imalathane ve atölye açıldı.

Hatıralarında bu hususta şunları yazar: "Gençlerimiz, memur, asker veya ulemadan olmayı tasarlıyorlar.Neden hiçbir Osmanlı büyük bir tüccar, mahir bir zanaatkar olmayı düşünmüyor? Ben de marangozluk sanatı ile meşgul olduğumdan, halka iyi bir numune sayılırım. Şimdiye kadar böyle çalışmaya alışmamış olmamız çok yazık. Bu tarz alışılagelmiş düşüncelerden kurtulmak çok güç olur." "Ah! Eğer ben serbest olsaydım, hem bir sanayi mektebi açardım. Yıldız'da yaptığım gibi küçük bir fabrika (çini ve demir fabrikası) tesis ederdim. Gençlere marangozluk, tornacılık, demircilik öğretirdim. Ben böyle az adam mı yetiştirmedim?"

"Ticaret ve sanayi kalkınmayı kimse düşünmüyor. Rumlar'ın, Ermeniler'in ticaret memlekete şeref getirmiyor ve hiçbir ilerleme olmuyor. Fakat bizim efendilerde de hiç ticaret arzusu yok" Bilindiği gibi Rum ve Ermeni zenginler, Türkiye'de elde ettikleri kazançları yurt dışına çıkarıyor, zenginleşme sonucu ortaya çıkan Rum ve Ermeni burjuvazisinin bölücülük hareketlerine öncülük ediyordu.

aksavaşçı 12-27-2007 18:20

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Egitim Politikasi
"Ben okumuş adamdan korkmuyorum"

II. Abdülhamid Han eğitime çok önem veriyor ve bu alanda hiçbir fedekarlıktan kaçınmıyordu. "Ben okumuş adamdan korkmuyorum" diyordu. Osmanlı devletinde en büyük eğitim ve öğretim hamleleri onun zamanında yapıldı. Eğitim alanındaki başarası düşmanlarının dahi takdirini toplayarak gerçekleri dile getirmek zorunda kalıdlar.

Kendisine muhalif olan Ahmet Reşit Rey; "Gariptir ki, bir taraftan basını bu kadar baskı altında bulunduran Abdülhamid, diğer taraftan memleketin irfanının yükselmesi için yabancı lisanların öğrenilmesine ve milletin aydınlanmasına çok çalışır ve okullara çok önem verirdi. Yakınlarından işittiğimize göre "bir milletin hürriyet
ve Meşrutiyet'e kavuşması için daha olgunlaşması ve cehaletten kurtulması lazımdır" dermiş. ( 108)

II. Abdülhamid Han eğitim ve öğretim alanında gençlere ne olursa olsun iyi bir İslami terbiyenin verilmesini ister ve bu konuda zaman zaman irade-i seniyyeler yayınlatırdı.

19 Eylül 1901 tarihlisinde "(Okuldaki) programların din bilgilerinden sonra o havalinin mahilli iştigali olan ziraat ve sanayiye ait fen ilimlerini tahsili esasına göre tanzim...ve daimi olması" isteniliyordu. Eğitim ve öğretim konusunda üzerinde titrediği iki konu vardır din ve fen.

II. Abdülhamid Han, Batı'daki bilim ve teknoloji transferi Avrupa'ya her dalda öğrenci gönderdi. Ama maalesef giden bu öğrencilerin bir çoğu nefs ve şehvetlerinin esiri olarak Batı kültür potasında eridiler. Abdülhamid Han da bundan şikayetçi olarak;

"Berlin'deki sefirimizin, bize verdiği raporlara göre, bu genç-ler arasında kendisini çalışmaya adayanların sayası pek az olduğu görülüyor. Almanya'ya giden gençlerimizin çoğu Osmanlılara has itidal ve sadelik faziletlerini kaybediyorlar. Orada öğrendikeleri ise içki içmek, ahlaka uygunsuzluk ve-buna benzer şeyler oluyor. Kendini beğenmiş, iddialı, şişinerek döndüklerinde, arkadaşlarına ve ihtiyar fakat tecrübeli paşalara yukarıdan bakıyorlar. Örflerimizi, adetlerimizi tenkit ediyorlar. Hele Paris'e tahsile gidenlerin ekserisi eğlenceye dalıyorlar, çalışmaya vakit bulamıyorlar." (109)

Yarı aydınların işgal ettiği cemiyetler iflah olamazlar.

Eğitimin önemi hususunda sultan şunları söyliyecektir: "Rusya, Almanya ve Avusturya devletleri ilerlediler; özellikle Rusya vaktiyle önemsiz iken bugün Avrupa'nın büyük devletlerinden sayılmaktadır. Biz geri kaldık. İlim ve fennin ilerlemesi mekteplerden çıkan diplomalı efendilerin kullanılmasıyla olur. "Ne yazık ki, tam bilgili olan adamımız çok azdır. Tam tersine yarım bilgili olanlarımız ise pek çoktur. Onun için milliyet ve dinin ne demek olduğunu bilmezler. Tam tersine memleketimizdeki Hıristiyanlar oldukça bilgili oldukları gibi kendi mezheplerince dindar ve dinlerini koruya-

çak kadar da taassupları bulunmaktadır. Böylelikle milliyetlerini koruyabilmektedirler." (110)

II. Abdülhamid Han, yabancı devletlerin ülkede kurdukları okulların zararları olduğunu belirterek bu konuda şunları yazmaktadır: "Özel okullar, devletimiz için büyük tehlike teşkil etmektedir. Şimdiye kadar affedilmez bir kayıtsızlıkla her devlete her zaman ve her mahalde mektep açmak hakkını vermiş bulunuyoruz. Maalesef bunun acısını'çekmekteyiz. Bizim müsamahamıza karşılık bu okullarda dinimize, devletimize karşı nefret öğreniyoruz. Maarif nazırlarının bu husustaki alakasızlığı affedilemez. Belki de harekete geçmek için cesaretleri yoktur. Fakat her zaman her şeyi benim yalnız başıma yapmam da beklenemez. Vakıa, bu okulların hatt-ı harekatına müdahale etmenin her zaman pek kolay olmadığı da bir hakikattir. Pek çok defa bu mektepleri himaye etmek suretiyle, kendilerine ehemmiyet payı çıkaran konsolosların, sefirlerin arkasına sığınmaktadırlar. "(111)

II. Abdülhamid Han, sadece İstanbul'da 14 yüksek okul ve ih- 75 tisas okulu açtı. Okulsuz ve camisiz köy, kasaba bırakmak isteme- • yen Sultan bu alanda büyük başarılara imza attı. 33 yıllık gayretlerinin sonunda rüştiye mekteplerini 250'den 600'e, ididiler 5'den 104'e, darülmualliminleri 4'ten 32'ye çıkardı. Yine 1876'da sayıları 200 olan iptidai okullarına 4000-5000 civarında yenileri eklendiği gibi, 10 bine yakın sıbyan okulu yeni usûllere tahvil edildi. (112)

Sultan, kendisinin kurduğu Mekteb-i Mülkiye'ye başka bir ehemmiyet veriyordu. Tayini yapılacak kaymakam ve mutassarrıf-ların bu okuldan mezun olup olmadıklarına dikkat ederdi.

Devlet Adamı her zaman mektepten yetişmez. Önünde numune lazımdır.

Sultan Fethi Okyar'a şunları anlatıyordu:

'Adam yetiştirmek kolaydeğil. Eskiden, vezirler, ekabir, hayır erbabı konaklarının büyükkısmını yetiştirmeye kabiliyetli gençlere ayırırlar, bilhassa kendi memleketlerinden istidadlı. elinden tutulmaya değer gençleri getirirler, onlara manevi pederlik yaparlarmış. Biz bunlara yetişmedik. Enderun, saray içinde devlet adamı yetişti-renen büyük mektep imiş.Bana maarife (eğitime) neden ehemmiyet vermediğim soruluyor..Haşa!.. Bugün nekadar ali mektep görüyorsanız hemen hemen cümlesini ben yaptım. Mevcutları da ıslah ettim. Fakat devlet adamı münhasıran mektepten yetişmez. Önünde müsbet ve takibe şayan numuneler bulması lazımdır. Bu isimlerini saydığınız zevatın bir ikisi hariç diğerlerini tanırım.Şimdi bunlar, mutlakiyetin nazırı iken meşrutiyet ilan edildi de zihniyet ve şahsiyet mi değiştirdiler? Eğer buna inanılıyorsa, ahlaklarından şüphe etmek lazımdır. Mademki benim idarem fena imiş,vatan ve millet için felaketimiş, o halde neden en alikarar ve hüküm mevkiindeki makamları muhafaza için birbirleriyle mücadele etmişler, bu makamlar kendilerine verildiği zaman minettar olmuş, buralarda huzurla oturmuşlardır? "

Yabancılar, ancak aralarındaki rekabetten ve menfaat gereği ilgi gösterirler.!

Bu konuşmadan sonra İttihad ve Terakki 'nin asker olmayan mensupları için izahat veren Fethi Okyar B ey'e devamla;

"Bunlar, bu kadarcık tecrübe ve melekeleriyle bu koskoca dev-let-i muazzamanın idare mesuliyetini nasıl tekabbül edebilirler? Cesaret!... Tecrübelerimle biliyorum ki, ecnebiler, çok zaman maharetle sakladıkları menfaatleri olmasa, bize karşı asla samimi ve dost değildirlerGösterdikleri alaka ise, aralarındaki rekabetten dolayı-dırBunlardan istifade bazen mecburiyet olur. Fakat başvururken hakikati bilmek lazımdır. Ben, Paris'te, Londra'da, hatta Kahire'de aleyhime neşredilen gazete mecmua ve kitaplarla bunları hazırlayanların nasıl ve nereden para bulduklarını biliyordum. Onları verenlerin de gizli emelleri meçhulüm değildi. Mesela Murat Bey (gazeteci ) gibi bazıları idrak ettiler, geldiler. Ahmet Rıza Bey sultan-zade Sabahaddin Bey gibi bazıları gelmediler. Görüyorsunuz, bu gelmeyenler arasında bile fikir ittihadı yok. Şu saydığımız isimler arasında bu meşhur muhaliflerimiden hiç birisi Hüseyin Hilmi Pa-şa'nın kabinesinde yer almamış!...Öyle tahmin ediyorum ki, sizler de daha bir müddet benim sadrazamlarımla memleketi idare edeceksiniz."

aksavaşçı 12-27-2007 18:20

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Sevmek Ve Sevilmek
Sultan'ın ıslahat ve hizmetleri ülkede huzur ve refaha sebep oldu. Güven içerisindeki halkın Sultanlarına olan bağlılık ve sevgileri daha da arttı. Yabancılar ise Sultan'ın bu başarılarını baltalama gayretleri yanında gösterdiği başarılan karşısında haryete düşüyordu. Sultan'ın yakın hizmetinde bulunan İngiliz Amirali Woods şöyle yazacaktır;

"Abdülhamid Han tahttan indirilmeseydi I. Dünya savaşı çıkmazdı"

"Abdülhamid'in tahta çıkışı kendisi için çok şanssız bir devreye rastlar ... 93 harbi sebebiyle uğranılan kayıpların Abdülhamid rejimi zamanında giderilebilmesi hayret vericidir. Rus savaşı, memleketi para ve personel bakımından tamamen iflas etmişti. Önceki hükümdarlar zamanında muhtelif andlaşmalar gereğince alınan borçlar, ödenemeyecek bir seviyede olup, biriken faizler ana borç tutarını aşmıştı. Hazine tamtakırdı. İstanbul'u savunmak için Çatal- 77 ca önlerine gönderilen işe yarar askerlerin sayısı birkaç bini geçmi- -7-yordu. Memleket savaştan sonra yapılan Berlin Antlaşması ile bir yandan da Doğu sınır boylarındaki stratejik savunma pozisyonunu kaybediyordu. Bütün bunların neticesi olarak, Osmanlı imparatorluğu, gerçek bir hüviyeti dışında mütalaa ediyor, Avrupa devlet adamları arasında politik pazarlık konusu teşkil ediyordu. Bütün bu kötü şartlara rağmen birkaç yıl içinde devletin maliyesi yeniden düzene sokularak, ticaret canlandırıldı ve yabancı borçların önemli bir kısmı ödendi. Bu arada, Türk ordusunun gücü o kadar arttı ki, Türkiye'nin dostluğu büyük yabancı devletler tarafından aranır hale geldi. Artık, Sıcak Denizlere özellikle Hindistan Yolunu İngiltere'ye kapatmak isteyen Rusya'ya karşı Türk ordusuna güvenebilirdik. Abdülhamid, tahttan düşürülmemiş olsaydı, Avrupa devletlerinin halen yaralarım sarmaya çalıştığı o büyük afet (1. Dünya savaşı) meydana gelmiş olmayacaktı. Aksini farzetsek bile Abdülhamid büyük bir ihtimalle Türkiye'nin tarafsız kalmasını sağlayarak memleketine bir zafer hediye etmiş olacaktı. Bunu iddia etmekle kahin sayılmamalıyım.(114)

Türkiye'deki Alman Askeri ıslahat Heyeti Başkanı Goltz ise, Sultan'ın hizmetlerinin sonuçlan hakkında şunları diyecektir: "Hiç

şüphe yoktur ki şu son on sene (1887-1897) içinde devletin dahilen takviyesine ve haricen şan ve şerefini iade ve kuvvetlendirmesine -belki bu ana kadar emsali görülmemiş surette- başarılı bir devir teşkil etmiştir. (115)

Başarının Sırrı: "Zeka, Enerji ve vatanseverlik"

A.Vambery de bu konudaki görüşleri şöyledir: "Zekası, enerjisi ve vatanperverliği şüphesizdir. Bir hükümdar olarak sadece pederi merhum Sultan Abdülmecid'den değil, Yeniçerileri ortadan kaldıran cesur ıslahatçı büyükpederi Sultan 11. Mahmud ve Osmanlı tahtına çıkan diğer cetlerinden de -ki bunların içinde dirayetli olanlarının imparatorluğu yeni fethlerle genişletmelerine , kendisinin ise baba yadigarı bu yerleri, değişik koşullar nedeni ile, elden çıkarmasına rağmen- üstündür." (116)

"Yedi Evliya Kudretinde"

Abdülhamid Han, ıslahat ve hizmetleriyle halkın gönlünde taht
kurdu ve büyük takdirini topladı. Hatta halk arasında o "yedi evliya1
kudretinde kabul ediliyor ve kendisinden daima tazimle 'Sultan Ha-
mid Efendimiz1 diye bahsediliyordu (117)

"Yardım severliği ve iyi kalpliliğini sergilemek için hiçbir fırsatı kaçırmayan Patişah, Hıristiyan olsun müslüman olsun halkın büyük çoğunluğu tarafından sevilen bir kişidir." (118) "Türkiye'nin üst tabakasını oluşturan kişilerle görüştükten sonra büyükbir çoğunluğun şimdiki Padişah'ın idaresinden hiç de şikayetçi olmadıkaları-nı gördüm (119)

A.Vembery anlatmaya devam ediyor; "Aşağıdaki tabakalar ve halka gelince: Hıristiyan uyruklar da dahil, şimdiki hükümdara severek bağlanmışlardır. Padişah, elindeki tüm imkanları seferber ederek her fırsatta hayırseverliğini göstermekten kaçınmamaktadır. Eğitim ve sağlık hizmetleri için büyük meblağlar sarfetmekte, halkın selameti, refahı ve mutluluğu için yorulmak bilmeden çalışmaktadır. Padişah'tan korkabilirsinız, hatta nefret bile edebilirsiniz, ama onun çalışkanlık ve adaletini inkar edemezsiniz. Savurganlığa son veren tutumu ile Türk milayesim ıslah etmiş ve ülkeyi baştan basa
demiryolu ağı ile döşemiştir. Nezaketi, misafirperverliği ve sevimliliği Batı hanedanlarının ve devlet adamlarının hürmet ve sevgisini mazanmaya yetmiştir. Türkiye canlanmasını -yozlaşmış bir şark devleti ne kadar kabüse-Padişah'ın enerji, ustalık ve vatanperverliğine borçludur. Sultan Hamid'in bu açıdan değeri hiçbir şekilde inkar edilemez. " (120)

"Bütün bu önemli, önemsiz, küçük, büyük sorunları izlemek olağanüstü bir hafıza ve güçlü bir zihni yapı gerektireceği düşünülürse, mübalağasız , Padişah'ın Osmanlı tahtına geçen yetenekli hükümdar olarak kabul edildiğini ve bu nedenle halk tarafından son derece takdir edildiğini söyleyebilirim. "

Abdülhamid Han'ın 33 yıllık saltanatının sırlarından biri içte ve dışta takip ettiği usta siyaseti olmuştur. Özellikle dış politikası, usta siyasetçilerin dikkatini ve hayranlıklarını celb edecektir.

Dış Politika

Abdülhamid Han'ın içteki muhaliflerine karşı takip ettiği politikanın yanında diş politikası dahiyane idi. Dış politikasının temel prensibi ülkeyi savaştan uzak tutarak barış içerisinde yaşatmak, böylece iktisadi ve sosyal alanda kalkınmayı temin etmekti.

Tahsin Paşa, Abdülhamid Han'ın dış siyasetini şöyle özetliyor: "Sultan Hamid'in siyasi hariciyede mesleği şu idi: Rusya'yı idare etmek, İngiltere ile asla mesele çıkarmamak, Almanya'ya istinat etmek, Avusturya'nın gözünün Makedonya'da olduğunu unutmamak, diğer devletlerle mümkün mertebe hoş geçinmek, Balkanlar'ı birbirine karıştırıp Bulgarlar, Sırplar ve Yunanlılar arasında nifak ve ihtilaf çıkarmak" (121)

II. Abdülhamid Han'ın Dış politikasının temel prensipleri; Merkezyetçılik, denge, tarafsızlık, bağımsızlık, ihtilaflardan yararlanma, barış, gönül alma, tavız, yerme göre şiddet, tecrit ve korkut-ma'ya dayanıyordu. Bu temel prensipleri de bizzat kendi kontrolünde yürütmekte ve herşeyle ilgilenmektedir.

Biriyle dost olurken diğerinin düşmanlığı kazanılmama!!.

Bilhassa Dış politikada denge ve tarafsızlığa çok önem veriyordu. Abdülhamid Han, etrafındaki dostlarıyla ve düşmanlarıyla iyi geçinebilmek için aradaki münasebetleri uygun bir seviyede tutmaya birisiyle dost olabilmek için diğerinin düşmanlığını kazanmamaya dikkat edilmesinin zaruri olduğunu söylerdi. Tarafsızlık politikası gereği herhangi bir Avrupa devletine yaklaşıp, diğerlerinin düşmanlığını kazanmaktan çekiniyordu. Abdülhamid Han'ın temel prensiplerinden biri olan kesin tarafsızlık ilkesi; "Avrupa siyasetinden tamamiyle uzak durmak" şeklindeydi. (122)

İhtilaflar azami derecede diplomasi ile çözüme ulaştırılmalıdır.

Avrupalı devletler hakkında çok iyi bir bilgiye sahipti. Daha şehzadeliğinden beri Avrupayı yakından takip etmiş ve Osmanlı devleti üzerindeki tesirlerini muhakeme ederek, zaaflarını ve taleplerini iyi kavramıştı. Kasıcası " En ince tefferuatma kadar Avrupa politikasından haberdar idi" (123)

Abdülhamid Han'ın ihtilafları çözme politikası savaş ile değil, sulh ve diploması yoluyla idi. Kızı Şadiye Sultan bu hususta şunları yazar; "Diplomasiden çok iyi anlardı. İhtilafları, harbe müracaat etmeden, muhlisanen yollar ile halli, onun devlet idaresindeki yegane siyasi düsturu idi" (124) Diplomasinde maharetini düşmanları dahi takdir ederlerdi. Sade Yunanistan'ın şımarıklığı ve Avrupa'ya güveni ile sulh yollarını tamamiyle kapatması neticesinde savaş ilan edilmiş ve bu savaşı dahi Osmanlı devleti kazanmıştır.

Taviz politikası; iktisadi ve toprak tavizlerini teşkil ediyordu. Tunus, Mısır, Tesalya ve Şarki Rumeli'nin kaybında ısrar etmedi. Sebebine gelince, buralarda hakimiyet sözde idi. Bu nedenle Girit ve Doğu Anadolu'da taviz vermemeye garyet etmiş, Doğu Anadolu için "Kellemi veririm, Doğu Anadolu'yu vermem" diyerek İsrar etmiştir. (125)

İktisadi alandaki tavizleri ise "köpeğin önüne atılan kemik" ya da "köprüğü geçene kadar ayıya dayı demek" misalinde olduğu gibi büyük felaketlerden korunmak için vermiştir. Bu da "Bağımsızlık haklarını koruma ve karşılıklı fayda" esasına dayanıyordu. (126)

Korkutma prensibi ise, İslam halifesi sıfatıyla İslam aleminin top yekûn harekete geçirme ile düşmanı korkutmaya dayalı idi.

Düşmanları arasındaki ihtilaflardan faydalanma prensibi ise takdire şayandır. Dış politikadaki bu başarısı ile ülkeyi büyük felaketlerden kurtarmayı başarmıştır. Takip ettiği siyasetle düşmanların birleşmelerini engelledi. Trablusgarp'ta Fransa ile İtalya'yı, Mısır'da Fransa ile İngiltere'yi, Mezopotamya'da İngiltere ile Almanya'yı, Balkanlar'da Rusya ile Avustya'yı karşı karşıya getirdi. Yunanistan, Bulgaristan,Sırbistan,Karadağ ve Romanya arasındaki ihtilafları körükleyerek bunların birleşip Osmanlı üzerine saldırmalarını engelledi.

II. Abdülhamid Han, İngiltere'nin karşısına Almanya'yı, Rusya'nın önüne İngiltere'yi dikmek, Fransa'ya karşı tarafsız bir tutumu muhafaza ettirmek, İtalya'yı olduğu yerde bekletmek, Avusturya'yı da kah Rusya'ya çatıştırarak kah Almanların peşine düşürere-rek Balkanlarda faal bir politika takibini engellemek suretiyle Batılı büyük devletleri birbirine karşı rekabetleri ve tezadları içinde 81 kavrayıp Osmanlı devletine zararlı olmaktan çıkarmak temel pren- k siplerinden biriydi.

Abdülhamid Han'ın başka bir politik sırrı ise takip ettiği "istimale" (kullanma) politikası idi. Bu politikası gereği , imparator, kral, devlet başkanları,sefirler, gazeteceler ile kurduğu yakın şahsi dostluklar ve verdiği nişanlarla dostluklarını kazanmak ya da aleyhtejıareket etmelerini engellemek temeline dayanıyordu. (127)

"Dış Politika hassas terazi ile tartılmah"

II. Abdülhamid Han, zamanın büyük devletleri arasında çok hassas bir denge siyaseti takip etti. Dış Siyasetinde takip ettiği politikasını kendisinden dinleyelim;

"Alman İmparatoru, Saltanat zamanında iki defa İstanbul'a geldi. Kendisini yakından tanıdım. Genç, faal, nazik, sevimli bir zattı. Bismark'ı yere çarptıktan sonra onun rolünü kendi üzerin aldı. Fakat Bisınark kadar tecrübeli ve akıllı değildi. Güttüğü gaye Almanya'nın askeri kuvvetiydi. Ben Alman politikasına çok ehemini-

yet vermekle beraber öteki büyük devletleri de gözden kaçırmaktan ve gücendirmekten daima sakındım. Politikamı daima teraziyle tarttım. İmparatoru şahsi dostlukta devamlı beraber Rusya İmparato-ru'na da fırsat düştükçe dostluk gösterirdim. Coğrafi mevkiimiz bunu icap ettiriyordu. İkinci gelişinde, Almanya İmparatoru ile bir akşam hususi görüşmemiz esnasında birdenbire kalktı. İki elimi birden tuttu. 'Avrupa'da bir harp zuhur ettiği takdirde bizim tarafa geçersiniz, değil mi Majeste?' dedi. Cevaben, 'aziz dostumsunuz; fakat size şimdiden söz vermek hakkına haiz değilim, bunu ancak o zaman düşünebilirim' dedim."

" Politikamı daima teraziyle tarttım..."

Nitekim Alman İmparatoru; "Ben politikayı Abdülhamid'den öğrendim" diyecektir. (128)

Abdülhamid Han, Almanya, Avusturya, Rusya arasında "üç
kayzer ittifakı" anlaşmasını, araya bu ittifaka düşman İngiltere'yi
çevirmek, Almanya'yı İngiltere'ye döndürmek ve Osmanlı ülkesini
cezbetmek suretiyle tesirsiz kılmış böylece Osmanlı aleyhindeki bu

en korkunç ittifakı işlemez hale getirmiştir.

"Nişan törenimiz biraz sonra"

Abdülhamid Han, Türk-Rus harbinin başına kadar babasından ve amcasından miras kalan İngiliz politikasına bağlılık ananesini muhafaza etti. Fakat 93 harbinin başında Yeşilköy'e gelen Ruslar sonrasında İngiliz donanmasının İstanbul sularında demirlendiğini gören Sultan, en büyük düşmanın İngilizler olduğunu bir kez daha anlayarak şimdiye kadar takip ettiği politikasının değiştirilmesi gerektiğine inandı. Hindistan yolunu ve İngiltere'nin Doğu politikasını tahdit etmek gibi bir avantaja geçmek yolunda Abdülhamid tarafından yaklaştırılan Almanya, bu kararını İmparatorunun1889'de İstanbulu ziyaretiyle gösterdi.


aksavaşçı 12-27-2007 18:21

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Dost Kazanma Sanati
II. Abdülhamid Han. dost kazanmada ustaydı. Dost ve düşmanlarına verdiği hediyeler, gösterdiği güler yüz ve tatlı dil, sami-
miyet, kibirden uzak, mütevazi kişiliğiyle onları kendisine bağlıyordu. Alman İmparator'u Kayzer'in ziyaretinde gösterdiği alaka ve sonrasında meydana gelen dostluk buna en güzel misallerden biri.

Alman İmparatoru Kayzer'in ziyareti sırf kendi anlayışı ve bazı nazırların teşvikiyle, fakat Bismarka rağmen oluyordu. Sultan, büyük ve şaşalı bir karşılama ile kraliçe Augusta'a gösterilen ilgi Kayzer'in sevgisini ve bağlılığım daha da artarak memnuniyetini celbetti. Daha sonra verilen ve İmparoticenin ifadesiyle; "Binbir gece masallarındaki hayal alemi..." içinde yaşadılar.

II. Abdülhamid Han, Yıldız Parkındaki sarayı misafirlerine bizzat gezdirdi. Her yıl bakımı, saray hazinesine binlerce liraya mal olan yabancı hayvanlar bahçesi,dünyanın en güzel Arap atlarını yetiştiren ahırlar, ennadide kuşların uçuştuğu salmalıklar, misafirler tarafından büyük bir hayranlıkla seyredildi. Yıldız'in bazı ziyaretçileri gibi İmparatoriçe de Padişahın hayvanlara ve çiçeklere karşı gösterdiği sevgiden dolayı çok memnun oldu. Hele meşhur gül bahçesi ziyaret edilirken kendisine yine ortasında paha biçilmez bir pırlanta broş bulunan bir gül demetini Sultan'ın eliyle takdim etmesi onları büyülemeye yetiyordu. Basit bir saraydan efsane pırıltıları bulunan Osmanlı sarayı karşısında apışıp kalmışlar ve Abdülhamid Han'ın tesiri altına girmişlerdi. Tam beş gün beş gece hayal edemeyecekleri rahat, huzurlu bir gün geçirdiler. Her sabah Sultan tarafından kendilerine gönderilen çok kıymetli hediyelerle mest oldular.

aksavaşçı 12-27-2007 18:21

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Hüner
İmparatoriçe, İmparator ve Padişah, bir arada sohbet ederken İmparator, gözüyle İmparatoriçeyi işaret ederek Fransızca soruyor:

"Haşmetmeap! Biz bir kadınla başa çıkamazken, siz koca haremi nasıl idare edebiliyorsunuz?" Bu soru karşısında gülümseyen Sultan cevap veriyor:

"Bu bir sanattır. Majeste!... Her sanat gibi akli izahı olmayan bir hüner..." (130)

II. Abdülhamid han'in haremini ziyaret eden İmparatoriçe, oradaki güzellikleri- de bir bir gece masallarındaki hayal alemine bağlı şeyler kabul etmis.âldığı ağır hediyelerden çocuk gibi sevinerek kocasına "Ben Türklere bayıldım!" demişti. ( 131)

Dünyanın en sade ve ziynetten hoşlanmayan At Jülhamid Han, bu şaşalı karşılama ve aynı şekilde uğurlama sonrasında Kayzerle anlaşmış ve usta dış politikasının semeresini daha o gece almıştı.

Almanya, başta "Fon der Goltz Paşa" olmak üzere Türk Ordusunun nizamlanması ve_silahlanması için gereken personel ve ma-teryel yardımını yapacak.

Başta demiryolu olarak, büyük iktisadi-siyasi tesisler Almanlarca teahhüt edilecek...

Doktordan mühendise kadar, müsbet bilgiler kadrosu içindeki bir yardım esirgenmeyecek... (132)

Abdülhamid Han'ın başka bir sırrı. Bir taraftan İngiltere'nin karşısına Almanya'yı dikmek ve böylece İngiltere'yi korkutup kendisine yakınlaştırmak, öbür taraftan, işi aceleye getirmeden ve kesin neticeye varmadan arada mesafe bırakmak ve dilediğini tutmakta daima serbest bulunmak gibi gayet ince bir tatkik güdüyordu. Aksi halde devletlerden birine kafi bağlılık karası cephenin ümidim kırabilir ve memleketin başına bir harp açılabilirdi. Onun için her taraf öbürünün muhtemel korkuluğu halinde kalmalı, fakat Türkiye'yi kati bir düşman vaziyetine sokmamalıydı.

Almanlara karşı politikası "Nişanlım sensin, fakat nişan törenimiz biraz sonra" şeklindeydi. (133)

Alman İmparatoru Kayzer'den sonra Sultan'a bir rapor takdim edildi. Rapora göre, Almanlar, Musul bölgesinde (arkeoloji) kazılarını yapmak vesilesiyle petrol arıyorlardı.

Bu talebe aşırı şekilde hiddetlenen Sultan, Almanların maksadının petrol olduğunu bilerek herzamanki gibi soğukkanlı hareket etti. Arap İzzet Paşa'ya hemen bu adaya asker göndermesini emret-

ti. Ve Almanlara verilen cevap ta böyle bir adanın olmadığı ve bulunan bir adanın da askeri alan olduğu bildirildi.

Abdülhamid Han, İngiltere-Almanya-Rusya kıskacında usta politikasıyla memleketi selamete çıkarmış ama kendisinden sonra gelenler bu politikayı anlamaktan uzak olarak ülkeyi felaketten felakete sürüklemişlerdir.

Sultan'ı ziyarete gelen Alman Veliahtı da bilahare yazacağı "Veliahtın Hatıraları" isimli eserinde Abdülhamid Han'a olan hayranlığından uzun uzadıya bahsedecektir. Bu kitabında Abdülhamid Han'ın heybetine kapıldığını ve sihirile büyülendiğini, Bütün Avrupa kral ailelerini, kendi sülalesi olan (Hohenzolarn)leri gördüğü halde hiçbirinde Abdülhamid'in vakar ve asaletine şahit olamadığını söyleyecektir.

aksavaşçı 12-27-2007 18:23

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Ben Diplokatim Demekle Diplomat Olunmaz
II. Abdülhamid Han, hiçbir devlete söz verip bağlanmadı ve devleti daima savaş felaketinden uzak tutmaya gayret etti. Bunu da takip ettiği kendisine has "denge" politikasıyla başardı. Bu hususta kızı Ayşe Sultan'a şunları anlatmaktadır"Devletimin menfaatlerini düşünmeden hiçbir devletin arzusuna hedef olamazdım. Avrupa'da siyasi vaziyet her an gerilmekte idi. Ne zaman olsa umumi bir harp çıkacaktı. Fakat, bizim bir tarafa temayül göstermemiz, yavaş yanmakta olan bir ateşi alevlendirebilir-di. Buna sebep olarak biz gösterilirdik. Adımlarımızı saymaya, hesapsız hareket etmemeye mecburduk. Herkes 'Ben diplomatım' demekle diplomat olamaz. Bismark hakiki diplomattı. Avrupa'nın ruhunu bilirdi. Kendisiyle hususi muhaberatım vardır. Aramızda karşılıklı birçok mektuplar gönderilmiştir. Almanlar askerlikte ve çalışkanlıkta birinci derecede bir milletti. Ama Rusların nüfus kuvvetine, İngilizlerin sinsi politikalarına karşı gelebilirlermiydi, burası kestirilemezdi. Ben hiçbir devlete söz verip bağlanmadım. İngiltere'nin ve Fransa'nın gözleri daima Şarkta idi. Bilhassa Müslümanlarla aramızda nifak çıkarmak emelleriydi. Kuvvetimizi bu suretle kırmak istiyorlardı. Halifelik politikasıyla bunu önlemek istiyordum. Bir çıbanbaşı çıkartmamak için çok çalıştım. Avusturya imparatoruyla da ayrıca dostluğum vardı. Pek eskiden başlayan bu dostluğumun mahiyeti hususidir. Amcam Sultan Aziz'le beraber Avrupa seyahatinden çıktığımız zaman Viyana'da hastalanmıştım. İmparator beni misafir olarak Schönbrunn Sarayı'nda alıkoydu. Tedavi ettirdi. Amcamdan 14 gün sonra İstanbul'a hareket ettim. Bu dostluktan istifade ederek politikamızı takviye ettim. İtalya Kiralı Umberto da dostumdu. Oğlu Victor Emanuel seyahatle İstanbul'a geldiği vakit Umberto bir bomba suikastiyle öldü. Veliahd Emanuel buradan giderken daha bizim suları terk etmeden kral oldu. Bu da ahbaplığımıza vesile teşkil etti. Emanuel'in zevcesi, Karadağ Prensi'nin kızıydı. Karadağ Prensi'ni daima elimde tutuyor ve maaş veriyordum. İyi adamdı. Bulgarlara gelince; onlar Rusya'nın şımarık çocuklarıydı. Bulgaristan Prensi Frdinand'ı hususi yaverim yaparak okşuyordum. Görüştüklerim arasında Ferdinand kadar şeytani zekaya malik bir kimse tanımadım diyebilir. İşte bu şımarık çocukların başında, hayret verici bir zekaya sahip oİan bu prens bulunuyor. Rusya gibi bir kuvvete dayanıyordu. Harb gailesinden daima sakındım. Allah millet ve devletime zeval vermesin."

aksavaşçı 12-27-2007 18:24

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Milletini Iyi Tanimak
Abdülhamid Han, milletini iyi tanıyor, içte ve dışta devlete karşı ne gibi faaliyetler yürütürldüğünü iyi biliyordu.

Fethi Okyar'a şunları anlatıyor;

"Biliyorsunuz, Ermeniler bana çok kere suikasd tertip etmişlerdir. Osmanlı Bankası hadisesi hafızalardadır. Cuma selamlığında Yıldız Saray ı'na kadar sokulup saatli bomba atmışlardır.Meşrutiyetin iadesinden sonra ise, Adana'da kanlı arbedeler çıkarılmıştır. Onlar, başta Ruslar, diğer Avrupalı devletlerin, hatta Amerikalılar'm teşviki ile, Anadolu'nun şarkında bir Ermeni devleti kurmak arzusundadırlar. Rumlar'a gelince, onların asıl gayesi, Bizans İmparatorluğunu ihya etmek (diriltmek) tir. Rumlar'dan bir kısmı Yunanistan'ı büyütmek, diğer bir kısmı ise Bizans'ı ve hatta bununla kifayet etmeyerek Bahr-i siyah (Karadeniz) sahillerinde eskiden var olduğunu iddia ettikleri Pontus devletini kurmak düşüncesindedirler. Yahudiler ise, kadim mefkurelerine bağlanmış olarak, Arz-ı mev'u-

tu, kendilerine dini kanaatlerine göre vaadedilmiş topraklarda müesses müstakil İsrail devleti hasreti içindedirler. Bu topraklar da bizim Kudüs Sancağı'mızm hudutları içindedirler. Bu beldedeki Hazine-i Hassa'ya ait Çiftlikat-ı Hümayunlar'ı evvela satınalmak, daha sonra da doksandokuzsene müddetle kiralamak teklifinde bulun-muşlardır.Görülüyor ki, bir devletin tebaası veya halkı almak kafi aelmiyor.Kanun nazarında müsavaat temin etmek de gayeyi temine bazan yetmiyor.Belki bu hal bizim memleketimize veya bizim vaziyetimizde muhtelif ırk ve miliyetleri hudutları içinde toplamış olanlara mahsustur. Sız Makedonya'da vazife aldınızdı değil mi Beyfendi oğlum? Orada Sırb'ı, Bulgar'ı, Rum'u, Arnavut'u, Kara-dağlı'sı Ulah'ı hepsi büyük kısmı, Osmanlı camiası içinde olmakla beraber Osmanlılarla muadele halinde idiler.Bizden fırsat buldukları zaman da birbirleriyle çatışıyorlardı. Ben, saraydan çıkabilme imkanı bulamadım, fakat tahmin ediyorum ki hakikat budur." (136)

Dış politika menfaatler üzerine bina edilir.

Sultan anlatmaya devam ediyor;

"...Tecrübelerim şu noktada toplanmıştır. Milletlerin birbirlerine karşı politikaları daha çok kendi memleketlerinin şartları tayin ediyor.Otuz üç sene içinde hükümdar, devlet erkanı, sahasında şöhret sahibi, çok insanla görüştüm. Ben gitmedim, onlar bana geldiler. Bu ziyaretlerin hepsinde kendileri için istifade ve hatta zaruret vardır. Şartlar benim aynı vaziyete gelmeme mani oldu. Çünkü bütün bu gelenler, benden dolayısıyla devlet.vatan ve milletimizden bazı-şeyler almak veya vermek arzusunda, hatta mecburiyetinde idiler. Kudüs'te yaptırdığı kiliseyi görmek bahanesiyle, Edirne'den itibaren karadan taa Filistin'e kadar topraklarımızı tetkik ede ede gidip gelen Alman İmparatoru ikinci "VVilhelm, Osmanlı-Alman dostluğundan söz ederken bana, "Biz sizden vazgeçemeyiz" demişti. O anda samimiyet ve dostlğunu ifade için söylediği bu sözde kendilerinde olmayanları bizden tamamlamak, bizde olmayanları da kendilerini bizim için vazgeçilmez hale getirmenin açkça ifade edilmeyen likri ve gayesi vardı. Rusya da bizden ebediyen vazgeçmez; İstanbul ve Boğuzlar bizim olduğu müddetçe. Çünkü Bahr-ı Sefid'e (Ak-deniz)e ancak bu yoldan çıkılır.Rus Çarlığı da cihan devleti olmak için ya bu yoldan serbestçe geçecek, ya da cihan devleti olmak sev-

dasından feragat edecektir. 1293 sefer-i meş'umunda (Türk -Rus Harbinde) Rus orduları İstanbul önlerine geldiği zaman, İngiltere için tehlike bizim maruz olduğumuz kadar mühimdi, çünkü Ruslar Boğazlar'ı ellerine geçirdikleri an, Hindistan yolu kendilerine açıla-hilivmdu. Harbin rahnelerinden (felaketinden) sıyrılmak ve asgari de olsa kuvvetlhenebilmek için zamana ihtiyaç vardı. Akdeniz haki-meyitinin ve dolayısıyla Hindistan yolunun mihrak noktalarından birisi olan Kıbrıs adasını, Rusların muvvakkat kaydıyla ve harb tazminatı olarak aldıkları Batum, Kars, Ardahan'ı iade ettikleri zaman geri verilmek kayıt ve şartı ile İngiltere'ye bıraktım. İngiliz donanması İstanbul önlerine geldi,harbe kararlı olduğunu her hali ile gösterdi. Ayastefanos (Yeşilköy) de karargah kurmuş ve dürbünlerle İstanbul'u seyreden Rus ordusu geri döndü."

Dahili ve Harici düşmanları iyi tanımak ve buna göre tedbirler almak zorunludur

Padişah devam ediyor;
"Osmanlı hudutları içinde yaşayan diğer ırk ve milliyetlerle Avrupa devletleri ya din ve ırk benzerliği veya siyasi menfaat itibariyle alakadardır. Mesela Slav ırkından olanlardan, Slav ırkının ve Ortodoks kilisesinin hamisi olarak Rusya asla vazgeçmez. Bizdeki Museviler'le de Dünya Musevileri kendileri kadar alakadardır. Ermeniler'den Rusya ve İngiltere vazgeçmez. Rumlar, sadece Yunanistan için değil, aralarında hissi olan bazı sebelerle de cihan için mevzudur.Osmanh hudutlarında yaşayan dini Müslüman, fakat ırkı ve milliyeti Türk olmayanlar için de sırf siyasi sebepler, maksatlar ve açıkça ifade edilmeyen ihtiraslarla alakalar vardır.Bunlar bilinmeden harici siyasetin devamlı harpler ve ihtilaflara yolaçmadan devamı mümkün değildir...Ferdi arzular ve himmetler ne olursa olsun, geçmiş zamanların boşluklarını doldurmaya kafi gelmez. Ben. ancak karşımdakilerin üzerimizdeki emel ve ihtiraslarını, aralarında mücadele mevzuu haline getirerek memleketi ağır darbelerden muhafaza edebildim. Osmanlı-Rus 1293 (1877) harbi benim saltanatımdan evvel kaçınılmaz hale gelmişti. Otuz üç sene içinde bir de fa, o da Yunanlılarla harbedüdi ve kazanıldı. Çünkü tecrübemle bı lirim ki, sadece meydan-ı harbde zafer neticeler için kafi değildir Bizim vaziyetimiz başkadır."(137)


aksavaşçı 12-27-2007 18:24

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Denge Politikasi
II. Abdülhamid Han, bu kurnaz, sinsi ve Osmanlı devletini parçalamak için hazır tetikte bekleyen kurtları, daima oyalamayı bilmiş, İran ile de aynı şekilde denge politikasını sürdürmüş ve zaman'ın İran Şahı Muzaffereddin ile çok yakın dostluklar kurmuştur.

Selanik'te Alatini köşkünde iken Sultan ve maiyetinin muhafızlığı ile vazifeli İttihat'cıların Teşkilat-ı Mahsusa ismini verdikleri (entelijans)larından süvari yüzbaş Debrereli Zünnun Bey'e Sultan şunları anlatır;

"İngiltereyi, İslam alemi için dost tutmağa ihtiyaç vardır. Bir gün Hindistan ve Afrikanın şimalinde, muazzam Müslüman kütlelerinin herhangi bir tecavüzden korunmasında bu devletin yardımına imparatorluğumuz muhtaçtır. Diğer taraftan, Kara Avrupa'da orduları ve teçhizatı ile hiçbir zaman küçümsenmeyecek bir devlet olan Almanyayı da darıtlmamak zorundayız. Birisinin karaorduları bilgisinden, ötekinin deniz kudretinden istifade etmek için, Osmanlı İm- 89 paratorluğunun iki dostu olarak Almanya ile İngiltere'nin aynı sevi- • yede muhafazası lazımdır. Bu iki lider dışında Rus Çarlığı bizim için hayati bir ehemmiyeti haizdir. Ecdad-ı kiramım Moskoflarla iki yüz seneden beri savaşmışlardı. Ben saltanatımın başında Ruslarla harbettim. Buna şiddetle aleyhtar idim. O zamanki kaynaklarımızın bu muharebeyi yürütemeyeceğine kani idim. Fakat Mithat Paşa gözünü zaferlerin verdiği hülyalara dikmişti. Bu işi çok kolay zannediyorlardı. Meclis-i Mebusan üzerinde tesir icra etti. Zaten memlekette her zaman için kolaylıkla tahrik edilebilen bir Moskof düşmanlığı olduğu için sa.vaş, kaçınılmaz bir hale gelmişti. Harb etti. Mağlup olduk ve Rusların istanbul kapılarına getirerek (hasta adam) tabiriyle ifade edilen İmparatorluğumuzu müşkil bir duruma soktuk. Fakat bu, bana bir ders olmuştu. Ondan sonra daima savaştan çekindim. Yalnız Yunanlıların hareketlerine susmak kabil değildi. Fakat bu harbi de yüzde yüz kazanacağımızı hesap ederek açtık ve Dömeke zaferiyle Atina kapılarına kadar dayandık. Bu, bizim için bir kuvvet tecrübesi olmuşu ve Alman İmparatorluğunu ayağımıza kadar da koşturmuştu. Yunanlılara biraz müsamahakar davranmakla evvela Almanyayı kazanmış sonra da bu dostluktan kuşkulanan ve telaşa düşen ingilizleri de bizimle yeni anlaşmalara şevketmistik... Saltanatım zamanında aslen Midilli ehalisinden olup, Fransız tebealı bir sermayedara devletin altın akçe borcunun ödenmesini, faiz ve takasitlerin hazineden verilmemesini, Fransa hükümetinin nasıl bahane ederek Midilliye harp gemileri gönderip nasıl işgal ettiğini hala unutmadım. Hatta Fransızlar, daha ileri giderek İstanbul limanındaki rıhtım imtiyazının Fransızlara ait olması ve Fransa sefirinin rükubuna tahsis edilen haric-ez memleket imtiyazlara malik mahallin bu nevi müsaadelere sahip oluşundana faydalanarak bu istasyoner yere , Fransız askerlerinin çıkarıldığını, İstanbul rıhtımlarının işgali suretiyle devletin nasıl tazyik edildğini de pek iyi hatırlıyorum. Bu hareketi işittiğim zaman son derece üzülmüş ve derhal şu emri vermiştim: (Hazine-i Hassadan bu borcu derhal altın para olarak ödeyiniz!) Ancak bu sayede Midilli Adası ve İstanbul rıhtımları Fransızların işgalinden kurtarılmıştı,İşte beni korkutan bu iki misal yabancı sermayeyi memlekete davetten alıkoymuştu." (138)


aksavaşçı 12-27-2007 18:24

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
33 Yillik Siyasetin Sirri
Sultan Abdülhamid Han, tahta çıktığı zamanda devletin durumunu ve saltanatı boyunca tatbik etmeye çalıştığı siyasetini şöyle anlatmaktadır:

"Amerika'da genç ve kuvvetli bir devlet doğmuştu. İspanya, müstemlekelerinden (sömürgelerinden) sürekli olarak çıkarılıyordu. Dünya Yahudileri teşkilatlanmışı. Mason locaları yolu ile arz-ı me-vud'un (yahudilerin kendilerine verilmiş olduğunu iddia ettikleri Nil'den Fırat'a kadar olan topraklar) peşine düştüler. Bunlar daha sonra bana gelmiş ve Filistin'de Yahudileri yerleştirmek için büyük paralar karşılığı toprak istemişlerdi. Tabii reddettim. ...Apaçık görüyordum ki, Avrupa'nın büyük devletleri kendi aralarında dünyayı bölüşmeye çıkmışlardı. Bölüşecek ülkeler arasında Osmanlı mülkü de vardı. Ben bu kuvvetlerin önüne tek başıma duramazdım. Gücüm yetmezdi. Yapabileceğim tek şey, aralarındaki rekabetten yararlanıp, herbirine daha büyük lokma ümidi dağıtarak birini ötekine düşürmekten ibaretti.

Yine apaçık görüyordum ki, Almanya'nın kurulması ile bozulan Avrupa dengesi, eninde sonunda bu büyük devleteri birbirine
düşürecekti. Eğer o güne kadar memleketimi parçalanmaktan kurta-rabilirsem, o çatışma koptuğu zaman, kümelenmelerden birine katılıp öteki tarafı kurmakla varlığımızı koruyabilirdim. Bunun ne zaman olacağı belli değildi ama, uzak da görünmüyordu. Almanlar her yıl biraz daha güçlenince, Fransız ve Rusların olduğu kadar İngilizlerin de tedirgin olmaya başladığını görüyordum. Bunun sonucu birbirleriyle kapışmak ve hesaplaşmak demekti. Nasıl bir yol tutacağımı dikkatle araştırdım.

Büyük devletlerin İstanbul'da yaptıkları konferans sırasında niyetlerinin, iddia ettikleri gibi hıristiyan tebaanın hükmünü temin değil, önce muhtariyetlerini, sonra bağımsızlıklarım temin suretiyle Osmanlı ülkesini parçalamak olduğunu görmüştüm. Bunu iki surette temin etmeye çalışmaktaydılar. Birincisi, hıristiyan ahaliyi ayaklandırıp ortalığı karıştırmak ve böylece bunlara arka çıkmak...ikincisi, bizi kendi aramızda parçalamak için meşruti idareyi getirmek...Her iki gayeleri için de aramızda kolayca taraftar bulabiliyorlardı. Meşruti idarelerin bir milli birlik halinde bulunan ülkelerde kolayca işlediğini, böylece bir birlik içinde olmayan ülkelerin bu 91 idareyi itibar etmediğini fak edemeyen bazı Türk münevverleri, ma- • alesef düşmanların ekmeklerine yağ sürmekteydiler. Ben bu ihanetlerin ve ayaklanmaların içinden ülkemi nasıl çıkarabilirdim?

Ordunun yeni silahlarla donanmasına ve yeni harp sanatına uygun hazırlanmasına hız verdim. Büyük bir asker olan Alman Wander Goltz'u İstanbul'a getirdim. Yarın kopacağını umduğum ve beklediğim savaşta denizlere hakim devletle bir olursam, ordularım onun işine yarayacak, donanması da benim işimi kolaylaştıracaktı ve üstelik elimde, dövüştüğüm milletin harp oyunlarını çok iyi bilen bir ordum olacaktı.

Evet, benim Avrupa devletleri ile tek başıma boğuşmaya gücüm yoktu ama. Rusya gibi, İngiltere gibi Asya'da bir çok Müslüman ahaliyi idareleri altına almış büyük devletler de benim hilafet silahımdan ürküyorlardı. Bu yüzden, Osmanlı'nın işini bitirmek noktasında anlaşabilirlerdi. Ben beklediğim güne kadar bu silahı hudutlarımın dışında kullanmamalıydım. Çünkü böyle bir teşebbüs ne din kardeşlerimizin isine yarayacak, ne ülkemin yararına olacaktı. Hilafet kuvvetimi, memleketimin huzuru ve birliği için kullanmayı, dısardaki din kardeşlerimizi de her ihtimale karşı sağlam tutmaya

karar verdim... Hilafetin elimde olması sürekli İngilizleri tedirgin ediyordu. Blund adlı bir İngilizle, Cemaleddin-i Efani adlı bir maskaranın el birliği ederek İngiliz hariciyesinde hazırladıkları bir plan elime geçti. Bunlar, hilafetin Türkler tarafından zorla alındığını ileri sürüyorlar ve Mekke şerifi Hüseyin'in halife ilan edilmesini İngilizlere teklif ediyorlardı. Cemaleddin Efgani'yi yakından tanırdım. Mısır'da bulunuyordu. Tehlikeli bir adamdı. Bana bir ara mehdilik iddiasıyla bütün Orta Asya Müslümanlarını ayaklandırmayı telif etmişti. Buna muktedir olmadığını biliyordum. Ayrıca İngilizlerin adamı idi ve çok muhtemel olarak İngilizler beni sınamak için bu adamı hazırlamışlardı. Derhal reddettim. Bu sefer Blund ile işbirliği yaptı. Bütün Arap ülkelerinin itibar ettiği Halepli Ebü'1-Hüda Es-seydi yolu ile kendisini İstanbul'a çağırttım. Aracılığını, Efgani'nin eski hamisi Mü'nif Paşa ile Abdülhak Hamid yaptılar. Geldi ve bir daha İstanbul'dan çıkmasına izin vermedim.

Hilafet mevzuunda İngiliz teşebbüslerinin sonu gelmiş değildi. 92 Çünkü Asya'da yüz elli milyon Müslümanı idareleri altında tutu-• yorlardı ve bu Müslümanlar üzerinde hilafetin büyük bir nüfuzu vardı. Bunu bildiğim için İngilizleri kuşkulandırmadan, her ihtimale karşı seyyidler, şeyhler, dervişler gönderip Asya'daki Müslümanları hilafete manen bağlamayı hususi bir itina gösteriyordum. Buha-ralı Şeyh Süleyman Efendi'nin Rusya'daki Müslümanlar arasında yaptığı hizmetleri bilhassa şükranla yad ederim. Bunun, İngilizlerle münasebetlerimizde çok faydasını gördüm. Hindistan, umumi valileri oradaki Müslümanların Osmanlı devleti ile yakından ilgilendiklerini gördükçe, hükümetlerine Osmanlılarla iyi geçinilmesin! yazıyorlar ve böylece bizim işlerimizi bir nebze kolaylaştırmış oluyorlardı. Tek başına yaşayacak ve direnecek gücümüz yoktu. Bizi parçalamakta birleşmiş düşmanlarımız kendi aralarında paraçalanır-larsa ve biz de bu parçalardan birinin vaz geçemeyeceği kuvvet olabilirsek, yeniden dünya için söz sahibi olabiliriz... Büyük devletler arasındaki rekabetin eninde sonunda onları çatışmaya götüreceği gözler önündeydi. Öyleyse Osmanlı devleti de böyle bir çatışmaya kadar parçalanma tehlikesinden uzak yaşamalı ve çatışma günü ağırlığım ortaya koymalıydı. İşte benim 33 yıl süren siyasetimin sırrı"

aksavaşçı 12-27-2007 18:24

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Iç Politika
Abdülhamid Han'ın Emperyalist devletleri rekabete sürüklemek, tezada boğmak, birbirine düşürmek,iç ve dış meseleleriyle zayıf taraflarından yakalayıp hezimete uğratarak hasta döşeğindeki Osmanlı Devletine rahat bir nefes aldırıp onu içten kurtarmanın çarelerini aramaktan ibaret olan Dış politikası yanında iç politikası da ustacaydı.

İç politikasının temem prensipleri özetle şu şekildeydi; Memleket için zararlı fikir ve düşünceleri temizlemek, cahil kalmış halkın cehaletten kurtulmasını temin etmek, Batı'nın bilim ve teknolojisini alırken Batı'nın milli değerlerinden halkını uzak tutarak İslamiyetin sağlam temelleri üzerine Osmanlı devletini eski ihtişamına kavuşturmak, Devlet ve hükümet bünyesine yetişmiş, bilgili, milli ve manevi değerlerine bağlı, sadık yöneticiler yetiştirerek tayin etmek, Kurtuluşun ancak İslam dinini tam ve doğru olarak yaşamakta olduğunun gerçeğini halkın öğrenmesini temin etmek.

aksavaşçı 12-27-2007 18:25

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Islam Birligi (Panislamizm)
Batılı devletlerin Osmanlı topraklarını aralarında 'pay etme gayretleri, Kıbrıs'ın İngiltere'ye devri, Mısır ve Tunus'un kaybedi-lişi, Balkanlar'ı sarsan bağımsızlık ve isyan hareketleri içteki azınlıkların tahriki, misyonerlik faaliyetleri, Arap toprakları içerisinde ingilizlerin ektikleri fitne ve Müslümanların arasında yeşertilen sapık cereyanlarla ülkenin 93 harbi ile ağır toprak kayıpları yeni bir strateji ve yapılanmanın zaruretini karşısında Sultan Abdülhamid Han, yine dünya siyasetçilerini hayrete bırakacak bir politika takip etti.

"Panislamizm" adı verilen bu politika akıllı, dünya gerçeklerini gözardı etmeyen, hamaset gösterilerinden, maceraperestlikten uzak bir şekilde yürütülerek Müslümanları, yegane bağımsız İslam devleti olan Osmanlı'nın bayrağı altında fikren birleştirmeyi hedefliyordu.

Dünya Müslümanları, Batılı devletlerin tazyik, zulümlerine karşı islam halifesinden yardım bekliyordu. Bu yardımlar ancak

emperyalistleri ülkeden atarak değil en azından zararlarını asgariye indirmeye, içteki faaliyetlerini ise bertarafa yönelikti.

II. Abdülhamid Han'ın İslam birliği (Panislamizm) politikasının amacı, Hıristiyan Avrupa emperyalizminin önüne geçerek İslam Dünyası"ın gerilemesini durdurmaktı. Bu politikanın temel esasları;

l- Yabancı işgalini durdurmak, 2-Yabancıların özel ayrıcalıklarını ve bağışıklıklarım kaldırmak, 3-Gerçek İslam inancını yerleştirmek, 4-mümkün olursa bütün Müslüman'ları tek bir devletin meşru hükümdarı Halife'nin yönetiminde birleştirmek"(141)

Ortadoğu'da bulunan zengin petrol yataklarına göz diken emperyalist Batılı devletler ve bilhassa İngiliz, Fransız ve Almanlar ajanları vasıtasıyla milliyetçilik fikrini aşılayarak bağımsızlık telkin ediyor ve sapık cereyanlar yaygınlaştırarak halkı İslam halifesinden soğutmaya çalışıyordu. Böylece Müslümalar arasında yapay mese-94 leler çıkarmakta, halifeye karşı kışkırtmakta, milliyetçilik tohumla-• rı ekerek devleti parçalamak istemekteydi. Araplar'ı Türkler'e, Türkleri Araplara, Kürtleri Türklere karşı hareketlendirmek, Vehhabilik. Şiilik akımlarını sunni Müslümanlar arasında yaygınlaştırarak top yekûn birliği parçalamak İngiliz ve Yahudi işbirlikçilerinin temel hedefleriydi. Emperyalist devletlerin bu sinsi oyunlarını bertaraf için Abdülhamid Han "panislamizm" politikasını takip etti.

II. Abdülhamid Han, Müslümanları Osmanlı devletine bağlamak gayesiyle Yemen kabilelerine nişanlar gönderiyor, rütbeler ve ihsanlar veriyordu. Bu suretle de Arabistan'da bulunan şeyhlerden bir çoğunu Osmanlı devletinin idaresi altında bulundurmaya muvaffak oluyordu. (142)

Ortadoğu (Arabistan) topraklarında İngilizlerle zorlu bir mücadele başlamıştı. İngilizler bir kısım Arap şeyhlerini Sultan'a karşı desteklerken, bir kısmı da Sultan'ı destekliyordu. İngilizler çok özel yetiştirdiği ajanlarını şeyh, alim, derviş kılığında halkın arasına göndererek Osmanlı aleyhine ve Ehl-i Sünnet itikadına aykırı fikirleri yayarak halkı halifeye karşı soğutuyordu. Körfez Emirleri, Mas-kat Emiri ve Yemen'de Zey'diler'i İngilizler elde etmişti. Buna kar-
şı Sultan. Arap ileri gelenlerini sarayda ağırlıyor, ülkelerinde camiler medreseler, yollar yaptırıyordu. Onlara İngilizlere aklanmamalarını söylüyordu. Suriyeli Rufai Şeyhi Ebul Huda sürekli yanında idi. Şeyh ona bir nevi danışmanlık yapıyor, kitaplar yazıyordu. Mısırlı Müslümanlar ve basını İngilizlere karşı Halife'yi destekliyordu. Mısırda aynı zamanda Mustafa Kamil Paşa'nın liderliğindeki bir grup, 1904'e kadar Sultanın yanında yeraldı.


All times are GMT +3. The time now is 07:06.

Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025