Siyaset Forum

Siyaset Forum (https://www.siyasetforum.com.tr/index.php)
-   Dini Konular (https://www.siyasetforum.com.tr/forumdisplay.php?f=219)
-   -   Alevi Müslümanlar (https://www.siyasetforum.com.tr/showthread.php?t=160208)

werret 02-22-2012 00:02


Ebul Esved demek bir nusayrisin...

Suriye'deki bazı mezhepdaşlarının yaptıkları müslüman katliamlarına nasıl bakıyorsun ?

Sen de Beşşar Esad kafirini destekliyor musun ?

İntifada 02-22-2012 00:14

aha bi nusayriyle bi selefinin karşılaşması ;D
iyi izleyin gençler :)

Ebul Esved 02-22-2012 00:14

Alıntı:

werret Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 992379)
Ebul Esved demek bir nusayrisin...

Suriye'deki bazı mezhepdaşlarının yaptıkları müslüman katliamlarına nasıl bakıyorsun ?

Sen de Beşşar Esad kafirini destekliyor musun ?

Müslüman katliamı mı? ???
Şunu unutma ki Nusayriler Arap kökenli Alevi müslümanlardır ve caferi mezhebindendirler.

Düşüncelerime gelince;
Kim zulüm yaparsa yapsın şiddetle kınıyoruz.
Ancak Suriye'yle ilgili televizyonda çıkan haberlerle, bize Suriye'den gelen haberler birbirini tutmuyor. Olaylar medyada anlatıldığı gibi değil, çok abartılıyor. Biz sınırda olduğumuz için haberleri yerinden öğrenebiliyoruz.

Aslında bu siyasi bir konu bu yüzden dini bölümde konuşmamız doğru olmaz. Siyasi forumda konuşmamız daha doğru olur.

Burada dini konuları konuşalım olur mu? ;;)

werret 02-22-2012 00:20


Medya organlarında Beşşar Esad'ın adamlarının Suriye'li müslümanlara yaptıkları zulümler az bile anlatılıyor..

Suriye'deki İslam düşmanı Baas rejiminin, Suriye'li müslümanlara yaptığı kadar zulmü İsrail, Filistin'li müslümanlara yapmamıştır!..

Madem, bu konuda siyasi konulardan bahsetmek istemiyorsun , o zaman istersen Nusayrilik hakkında konuşalım.


Alıntı:

Ebul Esved Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 990611)
Evet, Caferilerle inancımız aynı.

Caferilerle inançlarınız nasıl aynı ? ???

Nusayrileri, birçok şii (caferi) alimi bile tekfir ediyormuş diye biliyordum..

Ancak son zamanlarda bazı siyasi nedenlerden dolayı çeşitleri şii (caferi) alimleri nusayrileri şiadan saymaya başlamışlar...

Ebul Esved 02-22-2012 00:41

[QUOTE=werret;992394]
Madem, bu konuda siyasi konulardan bahsetmek istemiyorsun , o zaman istersen Nusayrilik hakkında konuşalım.
Caferilerle (şiilerle) inançlarınız nasıl aynı ? ???[QUOTE]

Bunun yanıtı konunun ilk iletisinde verilmiş zaten... İlk iletiyi okursanız inançlarımızın caferilerle aynı olduğunu görürsünüz. Bizler de 12 imam (Ehlibeyt imamları) inancı vardır.


Ehlibeyt İmamları
Ehlibeyt imamları, Peygamber efendimizin torunlarıdır (İmam Hz. Ali a.s hariç, çünkü o Peygamberimizin manen kardeşi ve damadıdır).
Hz. Resulullah (s.a.a.v); "Benden sonra 12 halife olacaktır, hepsi Kureyştendir." buyurmuştur. Bahsettiği halifeler Ehlibeyt'in 12 imamıdır.

EHLİBEYT İMAMLARININ İSİMLERİ ve KÜNYELERİ
1- Ali b. Ebu Tâlib. ( Emir-ül Mü'minin )
2- Hasan b. Ali. ( Müctebâ )
3- Hüseyin b. Ali. ( Seyyid-üş Şuheda )
4- Zeynel Abidin ( bin Huseyin )
5- Muhammed Bâkır ( bin Zeynel Abidin )
6- Cafer-i Sâdık ( bin Muhammed Bâkır )
7- Musa-i Kâzım ( bin Cafer-i Sâdık.)
8- Ali-yyur Rıdâ ( bin Musa-i Kâzım )
9- Muhammed El Cevad ( bin Ali-yyur Rıdâ )
10- Ali El Hadi ( bin Muhammed El Cevad )
11- Hasan-ul Askeri ( bin Ali El Hadi )
12-İmam Muhammed Mehdi ( bin Hasan-ul Askeri )

Yüce Allah; İmamları, Peygamberlerin vasileri olarak dünyaya göndermiştir. Hz. Peygamberin (s.a.a.v.) yolunu, ilimlerini izleyen imamlar yaşantılarıyla tüm insanlığa örnek olmuşlardır. Bütün âlemler imamların ilim ve faziletlerinin nuruyla aydınlanmıştır. Beşeriyetin eremediği bilime küçük yaşta ilahi öğretiyle haiz oldular. Ehlibeyt imamları; dinin, ilimin, takvanın, faziletin, kerametin ve temizliğin kaynağıdır. Ehlibeyt imamlarının bilgileri engin denizler misalidir.

Kıyamet Günü’ne kadar Kur’an-ı Kerim, Sünnet-i Nebevi ve Ehlibeyt İmamlarından öğrendiğimiz İslam dinini bu üç ana kaynağa uygun şekliyle uygulayıp yaşarız. Zira bu üç kaynak öğretilerinde aynı yolu gösterir. Herhangi birisinin sözünün diğeriyle çelişmesi durumunda o sözün geçersiz ve sonradan başkaları tarafından uydurulmuş, yalan yanlış olduğu anlaşılır.

Kuran-ı Kerim, Sünneti Nebevi ve Ehlibeyt İmamları, Aleviler için bir el terazisinin her bir kefesinin üç ana ipi gibidir. Nasıl ki terazi kefesinin bir ipinin olmaması durumunda tartma işi yapması düşünülemez ise bu üç ana kaynağın birinden birisinin eksik olması ya da çelişmesi düşünülemez. Terazinin her kefesinin üç ipi sağlam şekilde ise terazinin hak göstergesi hakkı gösterecektir. İşte Alevi inancında Hakkın göstericisi ise Ehlibeytin kendisidir.

Alevilerin İmamı olan Hz. Ali ve tertemiz Ehlibeyt İmamları namaz kılmış ve namaz kılmayı da önemle vurgulamışlardır. Kur'an'da namazla ilgili birçok ayetler vardır. Başta Hz. Ali (a.s) olmak üzere Ehlibeyt İmamları (a.s) Kur'an'ı bizzat kendileri okuyor, onu okutuyor ve ona göre de amel ediyorlardı. Onlar hiçbir zaman Kur'an'ın emri dışına çıkmamışlardır, Kur'an'ın emirlerini uygulamak yolunda can ve mallarından vazgeçmişlerdir. İmamların siresine baktığımızda onların Kur'an'a ne kadar önem verdiklerini çok iyi görebiliyoruz, hatta bizlere her gün Kuran'dan elli bir ayet okuyun diye tavsiyede bulunmuşlardır.

werret 02-22-2012 00:53


Ebul Esved, aşağıdaki sorularıma takkiyye yapmadan , kendi inançlarını gizlemeden cevap verebilir misin ?

Hz. Ali, ilah değildir , yaratılmış aciz bir insandır. Buna katılıyor musun ?

Hz. Muhammed (sav), Hz. Ali'den daha üstündür. Buna da katılıyor musun ?



Not: Hz. Ebu Bekir (ra) , Hz. Ömer (ra) ve Hz. Osman (ra) da Hz. Ali'den daha üstündür. Ama ben zaten senin bu sahabileri, Hz. Ali'den üstün görmediğini biliyorum. Çünkü caferiler de, Hz. Ali'yi bu sahabilerden üstün görürler. Ama Nusayrilerin, Hz. Ali hakkında inançlarının Caferilerden daha aşırı olduklarını biliyorum. Bu yüzden üstteki soruları sordum.


Ebul Esved 02-22-2012 01:11

Alıntı:

werret Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 992409)
Ebul Esved, aşağıdaki sorularıma takkiyye yapmadan , kendi inançlarını gizlemeden cevap verebilir misin ?

Hz. Ali, ilah değildir , yaratılmış aciz bir insandır. Buna katılıyor musun ?

Hz. Muhammed (sav), Hz. Ali'den daha üstündür. Buna da katılıyor musun ?


Not: Hz. Ebu Bekir (ra) , Hz. Ömer (ra) ve Hz. Osman (ra) da Hz. Ali'den daha üstündür. Ama ben zaten senin bu sahabileri, Hz. Ali'den üstün görmediğini biliyorum. Çünkü caferiler de, Hz. Ali'yi bu sahabilerden üstün görürler. Ama Nusayrilerin, Hz. Ali hakkında inançlarının Caferilerden daha aşırı olduklarını biliyorum. Bu yüzden üstteki soruları sordum.

EVET katılıyorum.
Hz. Ali (a.s) -haşa- Allah değildir ve Hatem'ul enbiya Hz. Muhammed (s.a.a.v) peygamberimizdir, Hz. Ali (a.s)'den üstündür.

Hz. Ali (a.s) Allah'ın salih bir kulu, Peygamberimizin hak vasisi ve ümmetinde hak imamı, halifesidir. Nusayrilerin (Arap Alevilerin) Hz. Ali hakkındaki inancı budur.
Bizler de Caferi kardeşlerimiz gibi Hz. Ali'nin diğer sahabilerden üstün olduğuna inanırız ama bu diğer sahabileri sevmediğimiz anlamına gelmez.

Not: Nusayriler (Arap Alevileri) Hz. Ali'ye -haşa- Allah demezler. Bu yalan ve iftiradır. Bunu iddia edenleri de esefle kınıyorum.

Ebul Esved 02-22-2012 01:12

Alıntı:

werret Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 992409)
Ebul Esved, aşağıdaki sorularıma takkiyye yapmadan , kendi inançlarını gizlemeden cevap verebilir misin ?


Takiyenin ne demektir? Önce bir öğreniniz.

TAKIYE
Sünniler, Alevileri takiye yapmakla itham ederler. Aleviler için içleriyle dışlarının birbirine uymadığını söylerler.
Aslında takiye, İslam’ın özünden kaynaklanan, Kuran’ın ve Peygamber sünnetlerinin içinden fışkıran bir inanç şeklidir.
Hayrettir ki Sünniler kendi kitaplarının, kendi sahihlerinin dediklerini inkâr etmeye yeltenirler.
Yüce Kuran-ı Kerim Âli İmran süresinin 28. ayetinde “Müminler, müminleri bırakıp ta kâfirleri veli edinmesin ve kim bunu yaparsa Allah’tan ilişiği kesilmiş olur. Ancak onlardan gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır. …” derken, Allah katında günah, sakıncalı ve yanlış sayılan bir durumun zarardan çekinilerek sadece dille söylenmesi, inanmış birisini kurtarmaya yetiyorsa, affedilebiliyor.
(Kaynak: Celâleddin Suyuti’nin Ed-dürül-mensur adlı eseri)

İbni Abbas’tan naklen, Yüce Allah: “Kâfirlerden ya da herhangi bir yerden gelebilecek tehlikelerden korunmak için…” demekle, inanmış bir insanın sadece diliyle tersini konuşup kendini kurtarması, yüce Allah tarafından affedilmektedir.

Nahl süresinin 106. ayetinde; “Kalbi iman ile sükûnet bulduğu halde dinden dönmeye zorlananlar dışında, her kim imanından sonra küfre kalbini açarsa, mutlaka onların üzerine Allah’tan bir azap gelir ve kendilerine çok büyük bir azap vardır.”
İbni Esir, ibni Münzir, İbni Ebu Hatim, Beyhaki, İbni Abbas’tan naklen diyorlar ki; iman ettikten sonra, Allah’a küfredenlere büyük bir azap ceza vardır. Ancak buna zorlananlar, kalpleriyle inandıkları halde dil ile küfredenler bundan müstesnadır, bunlara ceza yoktur. Yüce Allah, inananların niyetine ve yürekten olan inançlarına göre değer verir.

Büyük Sünni alimler, bunların olmasında bir sakınca olmayacağını söylerken, Sünniler bu bağlamda Alevilere nasıl itham yükleyebiliyorlar? Sünnilerin en tanınmış sahih ve mesnedleri, bu yapıcı yalanlara cevaz veriyor. Böyle iken, Bunu yapıyorlar diye Alevileri kınıyorlar. Bu yüzden de Emevi ve Abbasiler, Alevileri az mı katledip, zulmettiler?

Ehlibeyt, kendilerini korumak ve savunmak için takiyeye başvurmuşlardır. Kendileriyle birlikte, onların yanında olanları tehlikelerden, zarardan, zulümlerden, fitnelerden, saldırılardan korumak ve kurtarmak için takiye yapmışlardır.
Oysa Sünnilerin böyle bir sıkıntısı yoktu. Onlar, hep hükümdarların yanındaydılar. İnançları yüzünden, düşman ve saldırılar karşısında kalmamışlardır, zulüm görmemişlerdir. Bu durumda takiye’yi inkâr etmeleri doğaldır. Emevi ve Abbasilerin istekleri doğrultusunda, Alevilere itham ve iftira düzeceklerdir. Sünnilerin tutumu bu yolda gelişmiştir.
Kaldı ki, yüce Allah (c.c) bu bağlamda ayetler indirmiştir. Kullanılabilecek ayrıca hükümler bildirmiştir.

Takiye konusu, Sünnilerin düşündüğü gibi sadece nifak yorumu ile izah edilemez. Çünkü nifak denilen şey, küfrü gizleyerek imanı gösteriş olarak ortaya çıkarmaktır. Nifakta, küfrü saklamak ve imanı yalandan gösterme gayreti vardır. Takiye’de ise, imanı gizlemek ve zor bir durumdan kurtulmak için küfrü gösterme şekli vardır.

Açık iman + küfrü saklamak =Nifak
Açık bir küfür + saklanılan bir iman = Takiye

İşte takiye budur.

werret 02-22-2012 01:23

Aşağıdaki yazıyı Vikipedideki ''Nusayriler'' başlıklı bölümden alıntı yapıyorum.

Alıntı:

Nusayriler; (Arapça: النصيرية al Nusayrīya ya da العلوية al-‘Alawīya), Suriye'nin Lazkiye, Baniyas ve Tartus illeriyle Türkiye'nin Hatay, Adana ve Mersin illerinde yerleşmiş dini etnik gruptur.


İnancın kurucusu Muhammed bin Nusayr (Muhammed bin Nusayrul Abdiyy'in Numayri)'dir. Ancak Nusayriliği sistemleştirip yayan kişi olarak Hamdam büyük saygı görür. Nusayrilerin kutsal kitabı Kitab el-Mecmu'dur. Nusayriler kendilerini Alevi kabul ederler. Aleviler de Nusayrileri kendilerinden tanırlar. Ancak Anadolu Aleviliği ile Nusayrilik farklıdır. Örneğin Nusayrîler'de cem yoktur. Kadın ibadetlere alınmaz. Kendi usullerine göre cami dışında namaz kılarlar, oruç tutarlar. 16 kutsal dularaı vardır. Ali, Hasan, Hüseyin sevgisi onları ilahaştıracak derecededir. Gökyüzünde Güneş Muhammed'i, Ay ise Ali'yi temsil eder. Ay'a kötü söz söylemek Ay'a gidildiğini inanmak birçok Nusayri için günahtır. Aleviler için kutsal olan Hacı Bektaş, Abdal Musa gibi yerlerle ilgilenmezler. Ali, Muhammed, Selman-ı Farısi isimlerinin baş harflerinden oluşan Ayn-Mim-Sin harfleri inanç şifreleridir. Ali, Hasan, Hüseyin dışındaki imamlara fazla ilgi göstermezler. Haydari ve Klazi olarak iki gruba ayrılırlar. Klaziler Türkiye'deki topluluğun %30'unu oluştururlar ve daha tutucudurlar. Suriye'de ise Klaziler çoğunluktadır. Nusayriler Suriye nüfusunun %11-15'ini oluşturular. Hafız Esed ve aileside Nusayridir. [5]
http://tr.wikipedia.org/wiki/Nusayriler

Ebu Esved sen, Nusayriliğin, Klazi bölümünden misin Haydari bölümünden mi?

werret 02-22-2012 01:29

Alıntı:

Ebul Esved Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 992418)
Takiyenin ne demektir? Önce bir öğreniniz.

TAKIYE
Sünniler, Alevileri takiye yapmakla itham ederler. Aleviler için içleriyle dışlarının birbirine uymadığını söylerler.
Aslında takiye, İslam’ın özünden kaynaklanan, Kuran’ın ve Peygamber sünnetlerinin içinden fışkıran bir inanç şeklidir.
Hayrettir ki Sünniler kendi kitaplarının, kendi sahihlerinin dediklerini inkâr etmeye yeltenirler.
Yüce Kuran-ı Kerim Âli İmran süresinin 28. ayetinde “Müminler, müminleri bırakıp ta kâfirleri veli edinmesin ve kim bunu yaparsa Allah’tan ilişiği kesilmiş olur. Ancak onlardan gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır. …” derken, Allah katında günah, sakıncalı ve yanlış sayılan bir durumun zarardan çekinilerek sadece dille söylenmesi, inanmış birisini kurtarmaya yetiyorsa, affedilebiliyor.
(Kaynak: Celâleddin Suyuti’nin Ed-dürül-mensur adlı eseri)

İbni Abbas’tan naklen, Yüce Allah: “Kâfirlerden ya da herhangi bir yerden gelebilecek tehlikelerden korunmak için…” demekle, inanmış bir insanın sadece diliyle tersini konuşup kendini kurtarması, yüce Allah tarafından affedilmektedir.

Nahl süresinin 106. ayetinde; “Kalbi iman ile sükûnet bulduğu halde dinden dönmeye zorlananlar dışında, her kim imanından sonra küfre kalbini açarsa, mutlaka onların üzerine Allah’tan bir azap gelir ve kendilerine çok büyük bir azap vardır.”
İbni Esir, ibni Münzir, İbni Ebu Hatim, Beyhaki, İbni Abbas’tan naklen diyorlar ki; iman ettikten sonra, Allah’a küfredenlere büyük bir azap ceza vardır. Ancak buna zorlananlar, kalpleriyle inandıkları halde dil ile küfredenler bundan müstesnadır, bunlara ceza yoktur. Yüce Allah, inananların niyetine ve yürekten olan inançlarına göre değer verir.

Büyük Sünni alimler, bunların olmasında bir sakınca olmayacağını söylerken, Sünniler bu bağlamda Alevilere nasıl itham yükleyebiliyorlar? Sünnilerin en tanınmış sahih ve mesnedleri, bu yapıcı yalanlara cevaz veriyor. Böyle iken, Bunu yapıyorlar diye Alevileri kınıyorlar. Bu yüzden de Emevi ve Abbasiler, Alevileri az mı katledip, zulmettiler?

Ehlibeyt, kendilerini korumak ve savunmak için takiyeye başvurmuşlardır. Kendileriyle birlikte, onların yanında olanları tehlikelerden, zarardan, zulümlerden, fitnelerden, saldırılardan korumak ve kurtarmak için takiye yapmışlardır.
Oysa Sünnilerin böyle bir sıkıntısı yoktu. Onlar, hep hükümdarların yanındaydılar. İnançları yüzünden, düşman ve saldırılar karşısında kalmamışlardır, zulüm görmemişlerdir. Bu durumda takiye’yi inkâr etmeleri doğaldır. Emevi ve Abbasilerin istekleri doğrultusunda, Alevilere itham ve iftira düzeceklerdir. Sünnilerin tutumu bu yolda gelişmiştir.
Kaldı ki, yüce Allah (c.c) bu bağlamda ayetler indirmiştir. Kullanılabilecek ayrıca hükümler bildirmiştir.

Takiye konusu, Sünnilerin düşündüğü gibi sadece nifak yorumu ile izah edilemez. Çünkü nifak denilen şey, küfrü gizleyerek imanı gösteriş olarak ortaya çıkarmaktır. Nifakta, küfrü saklamak ve imanı yalandan gösterme gayreti vardır. Takiye’de ise, imanı gizlemek ve zor bir durumdan kurtulmak için küfrü gösterme şekli vardır.

Açık iman + küfrü saklamak =Nifak
Açık bir küfür + saklanılan bir iman = Takiye

İşte takiye budur.

Yani bu konuda takiyye yaptığını itiraf mı ediyorsun? ???

Ebul Esved 02-22-2012 01:35

Alıntı:

werret Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 992424)
Aşağıdaki alıntıyı Vikipedideki ''Nusayriler'' başlıklı bölümden alıntı yapıyorum.


http://tr.wikipedia.org/wiki/Nusayriler

Ebu Esved sen, Nusayriliğin, Klazi bölümünden misin Haydari bölümünden mi?

İnanç mensubu bir Alevinin sözlerine değilde, ne idiğü belirsiz ve Alevi olmayan bir yazarın yazdıklarına inanmanız gerçekten şaşırtıcıdır.

Bir din, mezhep, ekol, mektep için en geçerli bilgi, o dinin, mezhebin, ekolün kendisinin kendisi hakkında verdiği bilgidir.

Bizler Alevi müslümanlar olarak; Kur'an-ı Kerim, Sünnet-i Nebevi ve Ehlibeyt üçgeninde İslam'a imanla bağlıyız. Bunlara aykırılık teşkil eden tanımlamaları inancımıza, değerlerimize müdahale ve saygısızlık olarak görüyor, bu tür yaklaşımlardan nemalanmayı düşünenleri de esefle kınadığımızı ilan ediyoruz.

Ebul Esved 02-22-2012 01:38

Alıntı:

werret Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 992428)
Yani bu konuda takiyye yaptığını itiraf mı ediyorsun? ???

Hayır, Burada yazdıklarım gerçek inancımızdır.
Sen bizi takiye yapmakla itham ettin. Sadece takiyenin ne olduğunu öğrenmen için yazdım.

Ebul Esved 02-22-2012 01:40

Alıntı:

werret Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 992428)
Yani bu konuda takiyye yaptığını itiraf mı ediyorsun? ???

Hayır, burada paylaştıklarım gerçek inancımızdır.
bizi takiye yapmakla itham ettin. Sadece takiyenin ne olduğunu öğrenmen için yazdım.

Özgür Çağrı 02-22-2012 01:41

Yahu hepimiz müslüman değilmiyiz tevhide inanmıyormuyuz
Allaha iman etmiyormuyuz
Peygamberlerine iman etmiyormuyuz
Kitaplara iman etmiyormuyuz
Hesaba çekileceğimiz güne iman etmiyormuyuz
Allah'ın kulları üzerindeki sınırsız kudretine iman etmiyormuyuz
Meleklere ve cebrailin getirdiği vahye iman etmiyormuyuz

Sorun ne.

yok caferi yok şii yok ehli sünnet yok bilmem ne . sünnide kardeşim şiide kardeşim. Biz müslümanız ve müminler ancak kardeştirler.

Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.

Ali İmran - 103

Ateş çukurunun dibinemi düşmek istiyorsunuz ?

werret 02-22-2012 12:30


Furkanca Bakış, ben burada bir Nusayri'den Nusayrilik hakkında bilgi almaya çalışıyordum. Ama sen neyden bahsediyosun?!

Ayrıca birleşeceksek; sapıklıkta değil , ehli sünnet itikadında birleşelim!..

Alıntı:

Ebul Esved Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 992432)
bizi takiye yapmakla itham ettin. Sadece takiyenin ne olduğunu öğrenmen için yazdım.

Hayır, ben seni takiyye yapmakla itham etmemiştim , bana takiyye yapmadan cevap vermeni istemiştim.

Aşağıya Abdurrahim Güzel'in Nusayrilik hakkındaki yazısını ekliyorum.

Ben, Nusayrilik konusunda hanginize inanayım?

Senin bu konuda takiyye yapmadığından nasıl emin olabilirim?




''Nusayrilik

Çoğunluğu Suriye'de yaşayan aşırı bir Şiî-Batinî fırkası. Bunlara günümüzde Numeyrîler ismi de verilmektedir. Nusayrî isminin ise geçmişte kalan bir isim olduğunu ve fırka kurucusuna nisbeten bu ismin verildiğini ileri sürerler. Fırkanın ismini, kurucusu olan Muhammed b. Nusayr en-Nemiri'ye (270/883) nisbeten aldığı bilinmektedir. Zaten itikadi fırkaların hemen hemen bir çoğunun kurucularına nisbeten tanındıkları ve buna uygun isim aldıkları bilinen ve sık rastlanan bir durumdur.

Batinî karakterli fırkalarda ortak olarak görülen husus, bunların genel olarak çift hayatları olmasıdır. Yani birisi, kendi içlerinde ve çevrelerinde yaşadıkları ve yaşattıkları hayat seyri, diğeri de toplum içinde yaşamaları itibariyle toplumsal hayatlarıdır. İşte Nusayrilik de genel anlamda bu özellikleri taşımakla birlikte, batınî fırkalar arasında, önemli eserlerinden bir kısmı elde edilebilmiş ve dolayısıyla görüşlerine vakıf olunabilmiş fırkalardan birisi olma özelliğini taşımaktadır.

Nusayriliğin kurucusu İbn Nusayr, Şiî-İmamiyyenin onuncu imamı Ali en-Nakî'nin hayatında onun tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu iddia ediyor; onun hakkında aşırı görüşler ileri sürerek tenasuhtan söz ediyordu. Onun ilahlığını söylüyor ve haramları helal kılıyordu. Bir rivayete göre de, İbn Nusayr, İmamiyye'nin onbirinci imamı Hasan el-Askeri'nin (260-873) "bab"ı olduğunu ileri sürmüş ve onun vefatıyla da oğlu Muhammed b. el-Hasan'ın mehdiliğini kabul etmiştir (E.Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslam Mezhebleri, s. 143, en-Nevbahtî, Fırakuş-Şî'a, nşr. M.Sadık, Necef 1936, s. 193).

Genellikle Suriye bölgesinde yayılmış bulunan Nusayriler, Karmatilerin 291 (903) yılında Suriye'yi ele geçirmesi üzerine, bir kısmı Suriye'de kalırken bir diğer kısmı ise, Antakya civarına çekildiler. Özellikle Nusayrilik Hamdanilerin Suriye'ye egemen olmasıyla bu dönemde büyük bir güç kazandılar. Zira Hamdani emirleri bu mezhebe girmiş ve yaygınlaşması için uğraşmışlardır. Selçuklular döneminde Malazgirt savaşını (463/1071) takiben de Nusayriler Antakya'yı ele geçirmişlerdi. Frankların 492 (1098) yılında bölgeyi işgal etmeleri üzerine bir süre onların hakimiyetleri altında kaldılar. Haçlı seferleri esnasında Haçlı ordularına yardım etmiş ve müslümanların aleyhinde Hristiyanlara destek olmuşlardı. Bundan dolayı Selahaddin Eyyubî tarafından cezalandırılmışlardır. Aynı şekilde Memluklular aleyhinde Moğollara yardım ettikleri için Memluklu Sultanı Baybars'tan da baskı gönnüşlerdi. Nusayriler, bölgede sırasıyla hüküm süren, Selahaddin Eyyubi, Haçlılar, İsmaililer ve Moğollar'dan sonra Yavuz Sultan Selim'in 922 (1516) yılındaki Mercidabık Zaferi ile Suriye'yi ele geçirmesi ile daha sonraki devirlerde de aynı bölgede varlıklarını sürdürürler. Nusayrilerin hemen hemen her devirde ve özellikle Osmanlı Döneminde varlıklarını sürdürmelerindeki en önemli faktör, Osmanlı Devletinin, hükmü altındaki bölgelerde her inanç ve ırktan olan kavimlere gösterdiği müsamaha anlayışı ve tavrı gösterilmektedir. Zira, Osmanlı Devleti, bu tavrını devletin bağlayıcı ve birleştirici bir felsefesi olarak telakki etmekte idi. Zaman zaman Osmanlılara karşı isyan etmelerine rağmen II. Abdülhamid onları resmen bir mezheb olarak kabul etmişti.

Bugün Suriye'de çeşitli bölgelerde, Hatay, Tarsus, Adana, Fırat boyları ve Lübnan'da yaygın olarak yerleşmiş bulunan Nusayrilerin sayısı bir kısım araştırmacılara göre yaklaşık 325-400 bin kişi civarındadır (L.Massignon, "Nusayriler" Maddesi, İ.A.) Bir kısım araştırmacılara göre ise, yalnız Hatay Bölgesi'nde yaklaşık yüz kırk dokuz bin Nusayri bulunmaktadır (Ahmet Turan, Les Nusayris de Turquie dans la Religion d'Hatay, Doctorat de III e cylcle Paris 1973, s. 21).

Diğer bir çok itikadî fırkada olduğu gibi Nusayrilik de kendi arasında çeşitli fırkalara ayrılmıştır. Bunlar genel olarak dört kola ayrılmışlardır ki, bunlar; Haydariyye, Şimaliyye (veya Şemsiyye) Kilaziyye (veya Kameriyye) ve Gaybiyye'dir. Ancak bunlar, esas itibariyle, Şimafiyye ve Kıbliyye olmak üzere iki ana kol halinde yaygınlık kazanmışlardır.

Nusayrilerin itikadi görüşlerine gelince:

Bunların görüşleri kısmen İslâm'dan kaynaklanmış olsa da ağırlıklı olarak batıni tevillere dayanmakta ve hatta zaman zaman hristiyan kültürünün etkisi görülmektedir. Hüseyin b. Hamdân el-Hasıbî'nin (346 veya 358/957 veya 968) Kitâbül-Mecmû'u ile önce nusayri iken daha sonra hristiyan olan Adanalı Süleyman Efendi'nin Kitâbul-Bakürati's-Süleymaniyye fi Keşfi Esrâri'd-Diyânâti'n-Nusayriyye isimli eserleri Nusayriliğin itikadı ile ilgili önemli bilgiler ihtiva ederler.

Bir çok itikadi fırkada gördüğümüz gibi, fırkaların görüşlerini temel bazı hususlar teşkil etmekte ve diğer görüşler bu görüşün etrafında odaklanmaktadır. Nusayrilerin görüşlerinin temelini de Hz. Alinin ilahlaştırılması teşkil etmektedir. Bundan dolayı Nusayriler Şia fırkaları arasında gulat kısmından telakki edilmektedir. Bu fırkanın bütün kollarına göre Hz. Ali mabudtur, tanrıdır. Yüce Allah için sayılan sıfat ve özellikler Hz. Ali için sayılmaktadır. O nurun nurudur, ilahi zatı itibariyle gizlidir. O manadır. Görünüşte imam olmasına rağmen, batını cihetiyle O, Allah'tır. Buna göre onların şehadet kelimesi "Ben Ali'den başka ilah bulunmadığına şehadet ederim "şeklindedir.

Bu anlayışa göre Ali, Tanrıdır. Kendi ruhundan Muhammed'i, O da Selman-ı Farisî'yi yaratmıştır. Ali "mana", Muhammed "isim", Selman ise "bab"dır. Bu üçlü A(ayn), M (Mim) ve S (Sin) sembolleriyle ifade edilir. Bu üçlü sembolize sistemi Süleyman Hasbi tarafından Hristiyanlıktaki "Baba-Oğul-Ruhul-Kudüs" sistemiyle açıklanır. Ayrıca Selman'dan sonra beş tane de eytam vardır ki, bunlar; Mikdad b. el-Esved (Tabiat olayları ve zelzeleyi yürütür), Ebû Zerril-Gifâril-Gifâri (Yıldızların hareketini idare eder), Abdullah b. Revâha (Canlıların hayatlarıyla uğraşır), Osman b. Maz'un (Rızık ve hastalıklarla uğraşır) ve Kanber b. Kadân ed-Devrî (Ruhları cesetlere gönderir). Bu beş eytam, aynı zamanda beş büyük yıldızdır.

Tenasüh ve ruh göçüne inanırlar. Onlara göre, insanlar ilk kez semâvî varlıklar olarak yaratılmışlar; fakat düşüşlerinin bir sonucu olarak bu günkü şekillerini kabullenmek zorunda kalmışlardır. Sürekli tenasüh ve ruh göçü, insanların tekrar semavi varlıklara dönmesiyle son bulacaktır. Yine Hz. Ali (r.a)'in yıldızların prensi olduğunu ve güneş veya ay ile cisimlenmiş bulunduğuna inanırlar.

Kendileri Ali'nin uluhiyyetine inanmak ve onun yüceliğinin nimetine ermek şerefine ulaşan kişilerdir. Aliye inanan Nusayrilerin ruhla, hareket yoluyla yıldızlar haline dönüşerek nurlar alemine yükselir. Nusayri olmayanların ruhları ise, hayvan cesetlerine girer. Onlara göre kadınların ruhları yoktur. Şeytanlar insanların günahlarından, kadınlar da şeytanların günahlarından yaratılmışlardır. Bu bakımdan kadınlara onların mezheblerinin sırları açıklanmaz. Bu taassuplarından ötürü Fâtıma'nın ismini kullanmayıp, metinlerinde bu kelimenin müzekkeri olan Fâtır'ı kullanmayı tercih ederler. Ayrıca onlara göre, diğer halifelerle birlikte bir kısım sahabe ile Muaviye, Yezid ve Haccac da şeytanın sembolleridir ve lanetlidirler.

Tanrı olarak kabul ettikleri Ali'nin bulunduğu yer konusunda iki gruba ayrılırlar. Haydariler'e göre Ali, göktedir. Güneş Muhammed'i, ay da Selman'ı temsil eder. Ali güneşte oturmaktadır. Bu yüzden bunlara "Şemsiler" de denilmektedir. İkinci kol olan Kilaziler'e göre ise Ali'nin yeri ay'dır. Bu yüzden bunlara da "Kameriler" ismi verilmektedir.

Onlara göre şarap, uluhiyyetin sembolüdür. Bundan dolayı şarabı ve şarabın aslı olan üzüm asmalarını aşırı bir şekilde yüceltirler.

İslamın beş şartı ise şöyle bir tevil esasına göre anlaşılır:

1. Şehadet: Nusayriliğe girişte yukarıda sözü edilen şehadet kelimesi tekrar edilir. Sonra da "Nusayri dininden, Cundebî görüşünden, Cunbulanî tarikatından, Hasibî akidesinden, Cillî inancından, Meymunî fıkhından olduğuma şehadet ederim" şeklindeki söz söylenir.

2. Namaz: Namaz sesle yapılan bir ibadet olup, sadece duadır. Namazın başında "Ali, Muhammed ve Selman'ı yüceltiriz" demek, namazı eda etmek olarak anlaşılır. Namaz Ali'ye açılan bir kalbin niyazı olarak anlaşıldığından ferdi yapılır, ancak, bayram ve mukaddes günlerde cemaat hafinde de yapılabilmektedir. Namazdan önce abdest alınmaz. Namazın şartları beştir:

a) Beş seçkini bilmek, Bunlar; Muhammed, Fâtır, Hasan, Hüseyin ve Muhsin'dir.

b) Gülmeden ve konuşmadan dua etmek,

c) Namazı, Abbasi rengi olduğu için siyah takkesiz kılmak,

d) İbadeti başkaları görmeden gizli yapmak,

el Namazı, "Ey Yüce, Büyük ve Arıların Efendisi Ali, bize merhamet et" diyerek bitirmek.

Namazın sayısı yine beştir ve beş masuma tahsis edilmiştir. Namazda Mekke'ye dönmek şart değildir. Öğleye kadar güneşin doğuş yönüne, öğleden sonra ise batıya doğru yönelinir.

3. Oruç: Oruç, Resulullah'ın babası Abdullah b. Abdulmuttalib'in sessizliğini temsil eder. Buna göre Ramazan Abdullah, Kur'an Hz. Muhammed'dir. Ramazan günleri ise, Nusayrilerin kutsal kişilerini temsil eder.

4. Zekat: Zekatın manası dini öğrenmek ve aktarmaktır. Her aile malî şartlarına göre, şeyhe para vermek zorundadır. Bu zekat yerine geçer.

5. Ziyaretler: Ziyaret yerleri çok önemlidir. Buralar beyaza boyanır ve aynı zamanda ibadet yerleridir. Ziyaret yerleri ya su kenarlarında ya da ağaçlık yerlerdedir. Bu anlayışları eski Fenikelilerden kalan bir inançtır.

Nusayrilerde, şeyhler tabir edilen din işlerini organize eden dört ayrı sınıf vardır ki, bunlar onlara göre büyük önem arzetmektedir.

Bunları da sırasıyla şöyle sıralayabiliriz;

A- Büyük Şeyh: Ali'nin yeryüzündeki gölgesi durumunda olup, geniş ve büyük bir otoritesi vardır. İnsanüstü gücü bulunduğuna inanılır, bu yüzden büyük itibar görür. Vazifesi, şeyh ve imam adaylarını seçmektir. Her bölgede ancak bir büyük şeyh bulunur.

B- Şeyh: Cemaatın manevi önderleri durumunda bulunan şeyhlerin sayıları çoktur ve atalarının melekler olduğuna inanılır. Melekler onlara hulul etmiştir. Ahiret aleminde şefaat hakkına sahiptirler. Merasim ve ziyaretleri idare edip, hastalara dua ederler, onlardan izinsiz doktora bile gidilmez. En güzel ve zengin kızlarla evlenirler ve evleri herkese açıktır. Şeyh olabilmek için şeyh ailesinden gelmek şart olduğu gibi geniş bir kültüre de sahip olmak zorunludur.

C- Nüvvab: Bir nevi şeyh yardımcısı durumundadırlar. Şeyh olabilmeleri büyük şeyhin kararına bağlıdır. Bunun için geniş bir tecrübeden geçmesi gereklidir, şeyh olabileceği kanaatı oluşuğunda bir başka bölgeye şeyh olarak atanır.

D- İmam: Daha alt tabakadan görevlilerdir.

Nusayriliğe giriş bir kaç merhaleden oluşmaktadır. Kadınlar bu mezhebe giremezler. Erkekler ise mezhebe girmekle yükümlüdürler. Giriş için, esas şart ana-babanın Nusayri olmasıdır. Erkek, sağlığı yerinde, 8-10 yaşından büyük ve ölümle karşı karşıya kalsa bile sır saklayabilecek kabiliyet ve olgunlukta olmak da Nusayriliğe giriş için gerekli şartlardandır.

Nusayriliğe giriş genel olarak üç merhaleden oluşmaktadır.

Sırasıyla bu merhaleleri görmeye çalışalım;

Birinci merhale: Mezhebe girecek yaşa gelen çocuğu babası, güvendiği bir nusayriye götürür ve ona tavassut etmesini ister. O şahıs onun manevi babası haline gelerek onu iyice tanır. Çocuğun durumu hakkında şahitler ve şeyhin huzurunda teminat alınır, çocuk eğer sır verirse öldürülür. Daha sonra o kişi çocuğun eğitimini sağlar. Müslümanların gözünde iyi bir müslüman intibası bırakmak için namaz kılıp, oruç tutmasına özen göstermesi istenir. Zira bu safhada o çocuk bir nevi ilk imtihandan geçmektedir.

Bu ön hazırlık safhasından sonra çocuk, "Meşveret Cemiyeti" adı verilen bir toplantıya alınır ki, bu toplantı şeyhin veya ileri gelen bir nusayrinin evinde yapılır. Çocuk içeri alınır ve nefsini alçaltma, itaatkâr olmanın bir nişanesi olarak, şeyhin ve orada bulunanların ayakkabılarını başına koyar. Uluhiyyet sembolü olan bir kadeh şarabı içtikten sonra, o, "Abdu'n-Nur" (Nurun kulu) adını alır. Bu arada a(ayın), m(mim), s(sin) harfleri, manaları anlatılmadan bir mühür şeklinde tekrar ettirilir, tekrar el ve ayaklar öpülür. Sonunda da bu merasimin ay, gün ve senesi kaydedilir.

İkinci merhale: İlk merhaleden kırk gün sonra yapılan bu toplantının adı "Melik Cemiyeti"dir. Çok zengin ve görkemli bir toplantıdır. Nakib, çocuğa tekrar bir kadeh içki sunar ve a(ayın), m(mim), s(sin) harflerinin sırrını öğreterek bunları her gün 500 defa tekrar etmesini emreder. Bu arada "Kitâbül-Mecmu" dan da bazı bölümler kendisine öğretilir.

Üçüncü merhale: Bu ikinciden daha görkemlidir. Nusayriliğe giren çocuk eğer ileri gelen bir aileden veya şeyh ailesinden birisi ise ikinciden yedi ay, eğer halkdan birisi ise dokuz ay sonra icra edilir. Geniş bir salonda yapılan bu merasim bir hayli kurallara bağlıdır. Salonda ortada büyük şeyhi temsilen bir imam oturur, sağında nakib, solunda ise necîb vardır. Bu şekil aynı zamanda a(ayın), m(mim), s(sin) harflerini yani Ali, Muhammed ve Selman üçlüsünü temsil etmektedir. Nakibin sağında da havarileri temsilen on iki kişi bulunur. Necibin solunda ise yirmi dört kişi yer almaktadır. Bu kişiler Kitabul-Mecmu'un beş defa tekrar edildiğine şahitlik ederler. Merasimin başında imam tekrar, sır saklayacağına dair söz ister, havariler de onun sözüne şahitlik ederler. Bu sırada on iki havari önlerindeki on iki bardaktan birer yudum içki alırlar, aday da alır ve böylece uluhiyyete erilmiş olur.

Nusayrilere göre kutsal kabul edilen bayram ve merasimler şunlardır:

1. Fıtr (Ramazan) 2. Adhâ (Kurban) 3. Gadîr (18 Zilhicce; Hz. Peygamberin Hz. Ali'yi imam tayin ettiğine inanılan gün) 4. Mubahale (21 Zilhicce, Necranlı Hristiyanlarla Hz. Muhammed arasındaki lânetleşme olayı) 5. Firaş (29 Zilhicce; Hz. Peygamberin Medine'ye hicret ettiği gece Hz. Ali'nin O'nun yatağına yatması) 6. Aşüre (10 Muharrem; Nusayrilere göre Hz. Hüseyin, Kerbela'da ölmemiş, Hz. İsa gibi göğe çekilmiştir). 7. 9 Rebiulevvel (Hz. Ömer'in şehid edildiği gün) 8. 15 Şaban (Selman'ın ölümü) 9. Nevruz ve Mihrican bayramları 10. 24/25 Aralık gecesi Hz. İsa'nın doğumu ve "son yemek" ayini.

Onlar bayramlarda özellikle uluhiyyetin sağlanması için şarap içer ve buhur yakarlar. Onlara göre bu hareket bir uluhiyyet göstergesidir. Zira şarap kutsaldır.

Nusayriler, burada görüldüğü üzere, kendilerince kutsal kabul ettikleri bir takım bayram ve merasimlere çok bağlıdırlar ve bunları dikkatlice icra ederler. Zira bir çok batıl fırkada görüldüğü gibi, onlar kendi otorite ve ağırlıklarını ancak bu şekildeki resmi ve görkemli merasimlerle ve mensupları huzurundaki söz vermelerle sağlamaktadırlar. Yani bunun ancak ve ancak kollektif şuurla sağlanabileceği kanaatindedirler. Kollektif şuur, bir bakıma oldukça önemli ve zaman zaman da kullanılması lüzumludur. Ancak, bunun bir taassup ve hedef şeklinde kullanılması yanlış kanaat ve izlenimlere götürmektedir. İslâmda da bir takım merasim ve kollektif şuura götüren vesileler vardır, fakat bunların hiç birisinde esas itibariyle bir aşırılık gözlenmediği gibi daima itidal tavsiye ve tasvib edilmiştir. Ayrıca akıl ve mantık ölçüleri hiç bir şekil ve surette ihmal edilmemiştir. Önemli olan da budur ve bu tür merasimlere taassup ve ifrat-tefritin karışmamasıdır. Ve bu tür merasimlerin hiç bir şekilde hedef ve amaç olarak görülmemesidir.

Nusayrilerin buraya kadar anlatılan inanış, davranış, hal ve hareketleri dikkatlice izlenip gözönüne alındığında, bu mezhebin söz konusu bölgelerde zaman süreci içinde hüküm süren eski dinler ve inanışlardan, özellikle totemcilikten, Sabiîlik'ten, Mecusîlikten, Musevilik ve Hristiyanlıktan ve ilkel inanışlardan oldukça büyük oranda etkilendiğini görmek ve müşahede etmek mümkündür. Bu inanış biçimi ve tezahürleri aynı zamanda bâtınilik perdesi ile de örtülerek bir gizlilik içinde, takdim edilmiştir. Zira, sözü edilen tutarsız görüş ve inanç biçimleri ancak bu şekilde idame ettirilebilmiştir. Dikkat edilirse mezhebe ilk girenden, ilk alınan söz, sır saklama hususudur.

Şu ana kadar inançlarını özetlemeye çalıştığımız Nusayriler, aslında inançlarını son derece gizli tutarlar. Öyle ki, büyük bir çoğunluğu inançların tamamı ve sırları hakkında bilgi sahibi olamazlar. Bu, ancak seçkin bir zümreye aittir. Öğretiler uzun bir üyeliğe kabul süreci içinde öğretilir. Bu, ancak uygun görülen 19 yaşına basmış erkekler için başlar. Sırlarını, başkalarına açma korkusuyla kadınlara öğretmedikleri gibi, kadınlar ayinlere de katılamazlar. Üyeliğe kabul töreni masonların üyeliğe kabul törenlerine şaşırtıcı bir biçimde benzemektedir.

Nusayrilere Fransız işgalcileri Eylül 1920'de Alevî ismini verdiler. Böylece Hz. Ali (r.a)'nin ismini kullanarak İslamı yıkmak daha kolay olacaktı. Dolayısıyla o günden bu güne Alevî ismiyle çağrılmayı tercih ettiler. İran'daki Bahâiler ve Pakistan'daki Kadiyâniler gibi Nusayriler de emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda kendilerine düşen rolü layıkiyle oynamışlar ve bu gün Suriye'de bu rollerini oynamaya devam etmektedirler.

Bu gün Suriye bu insanlar tarafından idare edilmekte olup, tarih boyunca Müslümanları devamlı katletmişlerdir. Sadece 1982 yılında Hama şehrinde gerçekleştirdikleri katliamda otuz bin sivil insan şehit olmuştur.

Sonuç olarak; gerçekte bir mezhep gibi görünmesine rağmen Nusayrilik, ne Hristiyanlıkla, ne Yahudilikle, ne de İslam ile ilgisi olmayan; gerek inanç, gerekse ibadet yöntemleriyle ayrı bir din olarak ortaya çıkmaktadır. Bunların kâfir, müşrik, mülhid olduklarında bütün Ehl-i sünnet ve Şia uleması ittifak etmiştir. Hatta İbn Teymiyye, bunların kestiklerinin yenilemeyeceğini, kadınlarının nikâh edilemeyeceğini söyledikten sonra; mürted olduklarından Cizye ödemekle hayat hakkına sahip olamayacaklarını bildirmektedir.

Nusayrilik bu tepkiyi görmesine rağmen bir ara Lübnan'daki İmamiye mezhebi mensupları tarafından Şiî bir mezhep olarak kabul edildi. Nusayrîler Suriye halkının dörtte biri olmalarına rağmen 1971'den beri ülke yönetimine hakim olmuşlardır. Böylelikle yirmi yıldır bütün ülke diktatör hafız Esad tarafından baskı altında tutulmaktadır.''

Abdurrahim Güzel

http://www.davetci.com/akaid_nusayri.htm

İntifada 02-22-2012 14:54

birleşelimde ehli sünnet dediklerin seni ehli sünnet sayıyor mu :)
selefilere,vahabilere dediğini bırakmıyor ehli sünneti sahiplenen tayfa onu nasıl yapacağız :)
Kuranın yolunda birleşelim...


Ebul Esved 02-22-2012 19:58

Alıntı:

werret Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 992460)
Hayır, ben seni takiyye yapmakla itham etmemiştim , bana takiyye yapmadan cevap vermeni istemiştim.


Demek ki ben yanlış anlamışım, özür dilerim.
Ben sana takiye yapmadan yanıt verdim. Nusayrilerin (Arap Alevilerin) gerçek inancını paylaştım.

Alıntı:

werret Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 992460)
Aşağıya Abdurrahim Güzel'in Nusayrilik hakkındaki yazısını ekliyorum.

Ben, Nusayrilik konusunda hanginize inanayım?

Senin bu konuda takiyye yapmadığından nasıl emin olabilirim?

Ayrıca Abdurrahim Güzel'i de yazdığı yalanlardan dolayıda esefle kınıyorum.

Bir din, mezhep, ekol, mektep için en geçerli bilgi, o dinin, mezhebin, ekolün kendisinin kendisi hakkında verdiği bilgidir. Tabi ki inanç mensubu biri olarak bana inanman gerekir.

Yaşadığımız bu zamanda baskı ve zulüm görmüyorsam ve Alevi olduğumu rahatça söyleyebiliyorsam neden takiye yapıp kendimi gizleyim ki? Buna gerek bile yok.
Hangi şartlarda takiye yapılması gerektiğini de sizinle paylaştım.
Bu arada bize iki de bir Nusayri deyip durma, Nusayrilerin asıl adı Alevidir, Alevi müslümanlardır.

Şia, yani Aleviler de Sünnet ehlidir.

BeldeiTAYYIBe 02-22-2012 21:07

Hilafet hakkindaki düsünceleriniz.
Özellikle Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer ve Hazreti Osman'in hilafetinin mesrulugu hakkindaki düsünceler....?

werret 02-23-2012 00:37


İntifada, İmam Ebu Hanife'nin akidesi nasıldır ?

Makbul müdür sana göre ?



''İmam Ebû Hanîfe'nin Akidesi''

http://www.islam-tr.net/akide-itikad...n-akidesi.html


''4 Mezhep İmamının İtikadı''

http://www.islah.de/akide&tevhid/akd00004.pdf



Biraz da Rafizilerin akidelerini incelemek ister misin?



''Kendi kaynaklarından Caferi , Şii ve Rafizilerin İnanç Esasları''

http://www.islah.de/menhec/men00026.pdf

werret 02-23-2012 00:54

Alıntı:

Ebul Esved Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 992522)

Ebul Esved, buraya bir hadis ekleyim, sen de o hadis üzerine biraz tefekkür etsen olur mu?


Ahmed bin Hanbel, Ali (radıyAllahu anh)’dan şunu rivayet etmiştir:

''Beni Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) çağırdı ve buyurdu ki,

”Sende İsâ’ya benzer bir yön vardır. Yahudiler onu öylesine horlamışlardır ki, anasına iftira bile etmişlerdir. Hrıstiyanlar da öylesine sevmişlerdir ki, onu kendisine layık olmayan bir yere indirmişlerdir.” ''

Ali şöyle devam etti: ''Dikkat edin, iki grup, benim hakkımda kendilerini gerçekten mahvedeceklerdir. Birisi sevenlerdir ki, beni bende olmayan şeylerle öveceklerdir. Diğeri de horlayanlardır ki, bana olan kinleri onları bana iftiraya zorlayacaktır. Bakın, ben peygamber değilim. Bana vahiy gelmez. Ama ben gücümün yettiği kadar Allah’ın kitabına ve Resulullahın sünnetine uygun iş yaparım. Size Allah’a boyun eğmeyi emrettiğim sürece hoşunuza gitse de gitmese de bana boyun eğmek görevinizdir.'' (Ahmed bin Hanbel, Müsned, I/160)



Ebul Esved, Bu arada İbn Teymiyye hakkında ne düşünürsün? Sever misin Şeyhu'l İslam'ı?

Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye zamanında senin Nusayri atalarına karşı savaşıp , iman etmeyenlerini katlettirmiş!..

YouTube Video
ERROR: If you can see this, then YouTube is down or you don't have Flash installed.



Bir de, facebook'ta ''Sosyalist Nusayriler'' isimli bir sayfa var.

Sen de muhtemelen bu sayfayı biliyorsundur..

linki şu:

http://tr-tr.facebook.com/Nusayri

Bu sayfa bildiğim kadarıyla; Facebook'taki en yüksek katılımcıya sahip olan Türkçe Nusayri sayfası...

Bu sayfada neden müslümanlarla dalga geçiliyor?

Mesela bu sayfadan güncel bir fotoğraf ekleyim;

http://b1202.hizliresim.com/u/q/2yc2x.jpg

Bu fotoğrafın altına şöyle bir yazı eklenmiş:

Alıntı:

"Kadını erkeğin üç adım gerisinden yürüten, mutfakta hapseden ve ağzını gemleyen bir kültüre karşı nasıl bir saygı besleyebilirim."
*Pim Fortuyn*
http://www.facebook.com/photo.php?fb...&type=1&ref=nf

werret 02-23-2012 01:04

Alıntı:

BeldeiTAYYIBe Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 992529)
Hilafet hakkindaki düsünceleriniz.
Özellikle Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer ve Hazreti Osman'in hilafetinin mesrulugu hakkindaki düsünceler....?


Şeyhulislam İbn Teymiyye: ''Ömer (r.a.) öyle bir zat idi ki, Allah için başkasının kınamasından çekinmiyordu. Onun adaleti mutevatir olup ancak Rafızî olanlar adaletini inkâr edebilir.''



Şeyhulislam İbn Teymiyye: ''Ebu Bekir (r.a.) ve Ömer'in (r.a.) sadakat ve kemalinde şüphe eden, mutlaka zır câhil veya münafık zındıktır. Onların yüceliklerinde şüphe etmek Rasulullah'ın (sallAllahu aleyhi ve sellem) ve İslâm’ın, kemalinden şüphe etmektir. Bu da Rafızîlerin ve Batınilerin işidir.''

Özgür Çağrı 02-23-2012 01:10

Alıntı:


"Kadını erkeğin üç adım gerisinden yürüten, mutfakta hapseden ve ağzını gemleyen bir kültüre karşı nasıl bir saygı besleyebilirim."
*Pim Fortuyn*

Kesinlikle süper bir söz.
Zaten kültür demiş dikkatinizi çekmiştir.
Gelenekselleşmiş kültürel hale dönüşmüş vahiyden uzaklaşmış rivayet dini haline getirilmiş kültür.
Nasıl saygı duyayım ?

4 kadın alıp eve kapatan bunları dışarı bile çıkartmayarak sadece yatak odası ve mutfakta kullanan bir topluluğa nasıl saygı duyayım ? Birde bunu İslam'a dayandırarak ve rabbimizin aralarında adil olamazsınız dediği halde 4 kadın alıp hak diyerek işin içinden çıkan sakallı hacı hocalara nasıl saygı duyayım ?

Muta pisliğine dini alet ederek zinayı meşrulaştıranlara ben nasıl saygı duyabilirim ?

İntifada 02-23-2012 01:13

Alıntı:

werret Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 992627)



Şeyhulislam İbn Teymiyye: ''Ebu Bekir (r.a.) ve Ömer'in (r.a.) sadakat ve kemalinde şüphe eden, mutlaka zır câhil veya münafık zındıktır. Onların yüceliklerinde şüphe etmek Rasulullah'ın (sallAllahu aleyhi ve sellem) ve İslâm’ın, kemalinden şüphe etmektir. Bu da Rafızîlerin ve Batınilerin işidir.''

osman ?

werret 02-23-2012 01:19

Alıntı:

Furkanca Bakış Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 992634)


Orada sosyalist , komunist nusayriler, müslümanlarla dalga geçiyor...

Sen de onları kınayacağına o söze ''süper bir söz diyorsun!''

Be ne diyeyim?!

Özgür Çağrı 02-23-2012 01:30

İslam anlayışlarımız farklı demek ki.
O sözde dalga geçilen bir durum yok ve çok güzel bir söz.
İslam bu değildir bu dini menfaatlerine alet ederek yahudileşen toplulukların anlayışıdır.

yazdıklarımı tekrar okurmusun neresine katılmadın ?

Alıntı:

Kesinlikle süper bir söz.
Zaten kültür demiş dikkatinizi çekmiştir.
Gelenekselleşmiş kültürel hale dönüşmüş vahiyden uzaklaşmış rivayet dini haline getirilmiş kültür.
Nasıl saygı duyayım ?

4 kadın alıp eve kapatan bunları dışarı bile çıkartmayarak sadece yatak odası ve mutfakta kullanan bir topluluğa nasıl saygı duyayım ? Birde bunu İslam'a dayandırarak ve rabbimizin aralarında adil olamazsınız dediği halde 4 kadın alıp hak diyerek işin içinden çıkan sakallı hacı hocalara nasıl saygı duyayım ?

Muta pisliğine dini alet ederek zinayı meşrulaştıranlara ben nasıl saygı duyabilirim ?


Özgür Çağrı 02-23-2012 01:30

İslam anlayışlarımız farklı demek ki.
O sözde dalga geçilen bir durum yok ve çok güzel bir söz.
İslam bu değildir bu dini menfaatlerine alet ederek yahudileşen toplulukların anlayışıdır.

yazdıklarımı tekrar okurmusun neresine katılmadın ?

Alıntı:

Kesinlikle süper bir söz.
Zaten kültür demiş dikkatinizi çekmiştir.
Gelenekselleşmiş kültürel hale dönüşmüş vahiyden uzaklaşmış rivayet dini haline getirilmiş kültür.
Nasıl saygı duyayım ?

4 kadın alıp eve kapatan bunları dışarı bile çıkartmayarak sadece yatak odası ve mutfakta kullanan bir topluluğa nasıl saygı duyayım ? Birde bunu İslam'a dayandırarak ve rabbimizin aralarında adil olamazsınız dediği halde 4 kadın alıp hak diyerek işin içinden çıkan sakallı hacı hocalara nasıl saygı duyayım ?

Muta pisliğine dini alet ederek zinayı meşrulaştıranlara ben nasıl saygı duyabilirim ?


werret 02-23-2012 01:34

Alıntı:

İntifada Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 992638)
osman ?

-.......Bize Abdulazîz ibnu Ebî Seleme el-Mâcişûn, Ubeydullah'tan; o da Nâfi'den; o da îbn Umer'den tahdîs etti ki, İbn Umer ®:

"Bizler Peygamber'in hayâtı zamanında (sahâbîler arasındaki fazilet derecelerini görüşürdük de), sahâbîlerden hiçbirisini fazilette Ebû Bekr'e denk tutmazdık. Sonra Umer'e, sonra Usmân'a da mü-sâvî ve muâdil kimse bulmazdık. Bunlardan sonra Peygamber(S)'in diğer sahâbîlerini bırakırdık. Onların arasında fazilet farkı aramazdık" demiştir.

Sahihi Buhari

http://www.enfal.de/buhari/index.htm

werret 02-23-2012 01:43

Alıntı:

Furkanca Bakış Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 992659)
İslam anlayışlarımız farklı demek ki.
O sözde dalga geçilen bir durum yok ve çok güzel bir söz.
İslam bu değildir bu dini menfaatlerine alet ederek yahudileşen toplulukların anlayışıdır.

yazdıklarımı tekrar okurmusun neresine katılmadın ?


O sözü güzel veya çirkin bulabilirsin, ama orada o sözün nasıl ve ne amaçla kullanıldığını anlamayacak kadar saf değilsindir harhalde...

Bir de o fotoğrafın Mutayla ne alakası var?

1'den fazla kadınla evli olan her adam muta mı yapıyor?

Ayrıca sünniler muta yapmaz. Muta şiiler (caferiler) arasında yaygındır...



Alıntı:

İRAN'DA FUHUŞUN KILIFI MUT'A

İran'da yaygın olan MUT'a nikahı ve bu nikah adı altında fuhuşa sürüklendikleri iddia edilen kadınlarla ilgili internette şok bir video yayınlandı.

17 Şubat 2012


İran'da yapılan MUT'a nikahı ile ilgili internete skandal bir video düştü. www.irantehlikesi.com adı altında yayın yapan sitede İran'daki Mut'a adı altında fuhuşa sürüklenen kadınların görüntüleri ve hayat hikayeleri izleyenleri şaşkına çeviriyor.

İşte o sitede yer alan haber ve MUT'a nikahı adı altında nasıl fuhuşun yapıldığına dair İranlı kadınlardan şok itiraflar;

İran’ın önceki Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani, 90′lı yıllarda gençleri mut’aya teşvik eden hutbeler okumuştur. İran mut’ayı, fuhşun dinin alet edilerek yasallaştırılması için kullanır. İran’ın mut’ayı teşvik politikasını savunan İran İçişleri Bakanı Mustafa Pur Muhammedi’nin “İslam’ın, Allah’ın içine şehvet koyduğu 15 yaşındaki bir gence karşı duyarsız olması mümkün olabilir mi?” sözleri işin boyutunun nereye vardığının çarpıcı bir göstergesidir.

YouTube Video
ERROR: If you can see this, then YouTube is down or you don't have Flash installed.


Burada Hz. Peygamberin, evlenemeyen gençlerden zinaya karşı nafile oruç tutarak korunmalarını istediği hadis-i şerifini hatırlamakta fayda vardır:
“Ey gençler topluluğu! Gücü yeteniniz, evlensin. Çünkü bu, gözü haramdan daha iyi korur, edep yerini de. Gücü yetmeyen ise, oruç tutmalıdır. Çünkü orucun, şehveti kırma özelliği vardır.” (Buhârî; Nikah 56)

İran’da milyonlar mut’a nedeniyle evlenmiyor

İran resmi makamlarının, mut’a hakkında yaptığı araştırmalarda “10 Milyona yakın kimsenin mut’a yüzünden sürekli evlilikten kaçındığı” yönünde çarpıcı bilgilere ulaşılmıştır. Bu da mut’anın bazı Şiilerin iddia ettiği gibi istisnai bir uygulama olmadığı gerçeğini gözler önüne seriyor.

Şia’da grup seks caizdir

Iraklı Şii lider Mukteda Sadr kendisine bağlı Şii terör örgütü Mehdi Ordusu askerlerinden birinin mut’a ile ilgili sorduğu soruya karşılık verdiği fetvada, “Grup mut’asına bizim âlimlerimiz icazet vermektedirler, fakat Müslüman olmayanların veya avam tabakadaki insanların grup mut’asında olmasını istemezler”, “Zeynebiye’de olan bacılarımızdan talep ediyoruz ki Allah’ın onlara verdikleri bedenleri ve malları istifadeye vermekte sakınca görmesinler.” diyerek aleni olarak grup sekse cevaz vermektedir.

Kaynak: Sonsayfa

http://www.aktifhaber.com/iranda-fuh...ta-560874h.htm


İntifada 02-23-2012 01:45

Alıntı:

werret Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 992661)
-.......Bize Abdulazîz ibnu Ebî Seleme el-Mâcişûn, Ubeydullah'tan; o da Nâfi'den; o da îbn Umer'den tahdîs etti ki, İbn Umer ®:

"Bizler Peygamber'in hayâtı zamanında (sahâbîler arasındaki fazilet derecelerini görüşürdük de), sahâbîlerden hiçbirisini fazilette Ebû Bekr'e denk tutmazdık. Sonra Umer'e, sonra Usmân'a da mü-sâvî ve muâdil kimse bulmazdık. Bunlardan sonra Peygamber(S)'in diğer sahâbîlerini bırakırdık. Onların arasında fazilet farkı aramazdık" demiştir.

Sahihi Buhari

http://www.enfal.de/buhari/index.htm


ali
?

Özgür Çağrı 02-23-2012 01:57

Allahın dinini menfaatleri uğruna uyarlayan bir kişi şiide olabilir sünnide olabilir. Şii muta yapar öbürü gider 4 hatun alır hatunları eve kapatır yatakta ve mutfakta köleleştirir.
Allah seni şu mezhepçilik taassubundan kurtarsın ne diyeyim her işin altında mezhepçilik yapma. İyi şiide vardır kötü şiide vardır iyi sünnide vardır kötü sünnide vardır.
Malcom diyor ya sadece iyi ve kötü insan vardır.


Özgür Çağrı 02-23-2012 01:57

Allahın dinini menfaatleri uğruna uyarlayan bir kişi şiide olabilir sünnide olabilir. Şii muta yapar öbürü gider 4 hatun alır hatunları eve kapatır yatakta ve mutfakta köleleştirir.
Allah seni şu mezhepçilik taassubundan kurtarsın ne diyeyim her işin altında mezhepçilik yapma. İyi şiide vardır kötü şiide vardır iyi sünnide vardır kötü sünnide vardır.
Malcom diyor ya sadece iyi ve kötü insan vardır.


werret 02-23-2012 02:00

Alıntı:

İntifada Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 992669)

ali
?

Ali (ra) konusunda ihtilaflar vardır.

Ehli sünnet'in kalesi olarak bilinen İmam Ahmed bin Hanbel (rahimehullah), üstteki hadisi delil olarak alıp, sahabiler arasında fazilet olarak ilk üç halifeyi saydıktan sonra Ali (ra) hakkında sükut etmiştir...



Alıntı:

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat Akidesi, İmam Ahmed ibni Hanbel (ra)

İbnu’l-Cevzi, Menakib el-İmam Ahmed ibni Hanbel, 167-171

بسم الله الرحمن الرحيم

....


Rafıziler’e dair alimlerimiz onların akidesinin; Ali (ra)’nın Ebu Bekir (ra) ve Ömer (ra)’dan daha faziletli olduğu ve Ali (ra)’nın Ebu Bekir (ra)’dan daha önce müslüman olduğu şeklinde olduğunda icma etmişlerdir. Bu görüşü tercih eden kimse Kitabı ve Sünneti açıktan yalanlamaktadır. Allah (svt) şöyle buyurmaktadır: “Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar…” (el-Fetih 48/29) Bu ayet-i kerime de Allah (avc), Ali (ra)’ya değil Ebu Bekir (ra)’ya Muhammed (sav)’den sonra öncelik vermiştir. Rasulullah (sav):
“Eğer bir dost edinecek olsaydım Ebu Bekir'i dost edinirdim; ne var ki, Allah beni kendisine dost edindi.” (Buhari; Müslim; Tirmizi; Ahmed, el-Müsned) buyurmuştur. Herkim Ali (ra)’nın Ebu Bekir (ra)’dan önce müslüman olduğuna inanırsa, hata ve yanılgı üzeredir çünkü (Ebu Bekir) 35 yaşındayken müslüman olmuştur ve o zaman Ali (ra) daha 7 yaşında bir çocuktu. İslam’ın hükümleri, hadler ve dini yükümlülükler ona uygulanmamaktaydı.

...

Bu ümmette Muhammed (sav)’den sonra hiç kimse Ebu Bekir (ra)’dan daha faziletli değildir. Ondan sonra Ömer (ra)’dan daha faziletli hiç kimse yoktur ve Ömer (ra)’dan sonra Osman (ra)’dan daha faziletli hiç kimse yoktur. Bu bizim üç halife hakkındaki sözümüzdür, Ali (ra) hakkında sükut ederiz.
Abdullah ibni Ömer (ra)’nın onların üstünlükleri ve tercih edilmeleriyle alakalı rivayetleri sahihdir. 4 Halife’nin herbiri Raşid Mehdiyin’dir. Bizler (cennetle müjdelenen) 10 kişi hakkında şehadet etmekteyiz ki, onlar cennet ehlindendir ve isimleri: Ebu Bekir (ra), Ömer (ra), Osman (ra), Ali (ra), Talha (ra), Zubeyir (ra), Sa’d (ra), Sa’id (ra), Abdu’r-Rahman ibni Avf (ra) ve Ebu ubeyde ibni el-Cerrah (ra)’dır. Rasulullah (sav)’in cennetle müjdeledikleri kimselerdir ve biz de onların cennet ehli olduğunu tasdik (ederek beyan) ederiz.

Ama birçok ehli sünnet alimi, Hz. Ali'nin, Rasulullah'ın sahabileri arasında fazilet olarak 4. sırada olduğunu söylemiştir.


İbn AbdulVehhab: ''(Hz. Muhammed'in) Ümmetinin en üstünü Ebu Bekr es Sıddık sonra Ömer el Faruk sonra Osman Zunnureyn sonra Ali el Murtezadır. Sonra cennetle müjdelenmiş on kişinin bu dördü dışındakileri sonra Bedir ehli sonra ağaç altında beyat eden Rıdvan ashabı sonra da diğer sahabilerdir. Yüce Allah'ın :

“Onlardan sonra gelenler Rabbimiz derler bizi ve imanda bizden önce gelmiş ve geçmiş kardeşlerimize mağfiret et. Kalplerimizde iman edenlere karşı kin tutturma Rabbimiz şüphe yok ki sen rauf ve rahim olansın.“ (Haşr 10)

buyruğuyla amel ederek Rasulullah (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in ashabını dost edinir onların iyi yönlerini zikreder onlardan hoşnut olur onlar için istiğfar eder ayıp ve kusurlarını örter aralarında geçenler hakkında sukut eder üstünlüklerine itikad ederim. Her türlü kötülükten yana tertemiz olan müminlerin annelerinden razı olurum.''

werret 02-23-2012 02:07


Furkanca Bakış, 4 hatun almak kötü bir şey mi ki böyle konuşuyorsun ?

ALLAH'ın helal kıldığı birşeyi kötülemek bizim haddimiz değildir...

Sen Nusayrilerle bile ''vahdet'' kurmaya çalıştığına göre; benim sana göre; mezhepçi olmam gayet normaldir!..

Ayrıca konuyu Muta'ya sen çektin , ben de bunun üzerine şu haberi ekledim...


Alıntı:

İRAN'DA FUHUŞUN KILIFI MUT'A

İran'da yaygın olan MUT'a nikahı ve bu nikah adı altında fuhuşa sürüklendikleri iddia edilen kadınlarla ilgili internette şok bir video yayınlandı.

17 Şubat 2012


İran'da yapılan MUT'a nikahı ile ilgili internete skandal bir video düştü. www.irantehlikesi.com adı altında yayın yapan sitede İran'daki Mut'a adı altında fuhuşa sürüklenen kadınların görüntüleri ve hayat hikayeleri izleyenleri şaşkına çeviriyor.

İşte o sitede yer alan haber ve MUT'a nikahı adı altında nasıl fuhuşun yapıldığına dair İranlı kadınlardan şok itiraflar;

İran’ın önceki Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani, 90′lı yıllarda gençleri mut’aya teşvik eden hutbeler okumuştur. İran mut’ayı, fuhşun dinin alet edilerek yasallaştırılması için kullanır. İran’ın mut’ayı teşvik politikasını savunan İran İçişleri Bakanı Mustafa Pur Muhammedi’nin “İslam’ın, Allah’ın içine şehvet koyduğu 15 yaşındaki bir gence karşı duyarsız olması mümkün olabilir mi?” sözleri işin boyutunun nereye vardığının çarpıcı bir göstergesidir.

YouTube Video
ERROR: If you can see this, then YouTube is down or you don't have Flash installed.


Burada Hz. Peygamberin, evlenemeyen gençlerden zinaya karşı nafile oruç tutarak korunmalarını istediği hadis-i şerifini hatırlamakta fayda vardır:
“Ey gençler topluluğu! Gücü yeteniniz, evlensin. Çünkü bu, gözü haramdan daha iyi korur, edep yerini de. Gücü yetmeyen ise, oruç tutmalıdır. Çünkü orucun, şehveti kırma özelliği vardır.” (Buhârî; Nikah 56)

İran’da milyonlar mut’a nedeniyle evlenmiyor

İran resmi makamlarının, mut’a hakkında yaptığı araştırmalarda “10 Milyona yakın kimsenin mut’a yüzünden sürekli evlilikten kaçındığı” yönünde çarpıcı bilgilere ulaşılmıştır. Bu da mut’anın bazı Şiilerin iddia ettiği gibi istisnai bir uygulama olmadığı gerçeğini gözler önüne seriyor.

Şia’da grup seks caizdir

Iraklı Şii lider Mukteda Sadr kendisine bağlı Şii terör örgütü Mehdi Ordusu askerlerinden birinin mut’a ile ilgili sorduğu soruya karşılık verdiği fetvada, “Grup mut’asına bizim âlimlerimiz icazet vermektedirler, fakat Müslüman olmayanların veya avam tabakadaki insanların grup mut’asında olmasını istemezler”, “Zeynebiye’de olan bacılarımızdan talep ediyoruz ki Allah’ın onlara verdikleri bedenleri ve malları istifadeye vermekte sakınca görmesinler.” diyerek aleni olarak grup sekse cevaz vermektedir.

Kaynak: Sonsayfa

http://www.aktifhaber.com/iranda-fuh...ta-560874h.htm


Özgür Çağrı 02-23-2012 02:24


Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, kadınlar arasında adaleti yerine getiremezsiniz. Öyle ise (birine) büsbütün gönül verip ötekini (kocası hem var, hem yok) askıda kalmış kadın gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.

Nisa 129

Rabbin aralarında adaleti sağlayamazsınız dediği bir konuda hala çok eşlilikte ısrar etmek neyin nesi ?


Özgür Çağrı 02-23-2012 02:26

Çok Eşlilik ve İslâm



Çok eşlilik teorik olarak ya karının veya kocanın birden fazla olması ile gerçekleşir. Ancak bir ailede karının tek, kocanın birden fazla olması uygulaması tarih boyunca çok nadir olmuş ve ilâhî dinlerin hiçbirinde meşrû görülmemiştir. Kocanın tek, karılarının birden fazla olması ise hem tarihte daha çok görülmüş geldiği coğrafyada sınırsız olarak çok karılı aileler vardı hem de dinler tarafından, bazı kayıtlar ve sınırlarla onaylanmıştır.
Kur'ân-ı Kerim'in, birden fazla kadınla evlenmenin meşrûiyetine, doğrudan buna yönelik bir ifade ile değil, bir başka münasebetle (yetimlerin hakını korumaktan söz ederken) temas etmiş olması düşündürücüdür. Şöyle buyuruluyor: "Yetimlere mallarını verin, temizi pis olanla değişmeyin, onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin; çünkü bu büyük bir günahtır. Yetimlerin hakkına riâyet edememekten korkarsanız (bunların yakasını bırakın da) beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın; haksızlık etmekten korkarsanız bir tane kadın veya mülkiyetinizde bulunan câriye (ile yetinin); bu, adâletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır (Nisâ: 4/2-3).
İnsanoğlunun dünya hayatında mutluluğu bulabilmesi ve yaratılış amacını gerçekleştirmesinin maddî şartları içinden ikisinin önceliği vardır: a) Aile ve cemiyet içinde sağlıklı, dengeli ve düzenli "karşılıklı ilişkiler", b) Âdil ve makûl bir "insan-servet ilişkisi". Nisâ sûresinin ikinci âyetinden altıncı âyetin sonuna kadar -birinci âyette önemle tavsıye edilen aile ve akrabalık bağlarına riâyetin tabiî sonuçları olarak- geniş ailede yetimlerin haklarından söz edilmiş, velîsi ile yetim arasındaki şahsî ve mâlî tasarruf ilişkisi kaidelere bağlanmıştır. Aradaki iki âyette evlilik ve mehir konularına temas edilmiştir; ancak bu temas, yetimlerin hukuku ile ilgili kaideler koyma ve tavsiyelerde bulunma irâdesinden doğduğu için "dolaylı" olmuştur. Yani meşhur teaddüd-i zevcat (birden fazla kadınla evlenme) izni doğrudan hüküm konusu olmamış, yetimlerin haklarını korumak için bir araç olarak "dolaylı yoldan" zikredilmiştir.
Âyetin dolayısıyle temas ettiği birden fazla kadınla evlenme imkânı ve âdeti, İslâm'ın geldiği çağdan çok öncelere kadar uzanmaktadır. İslâm öncesi çağlarda Mısır, Hindistan, Çin ve İran'da, eski Yunan ve Roma toplumlarında, Yahûdîlerde ve Araplarda ya nikâhlamak, yahut da evde veya evin dışında bir yerde dost tutmak sûretiyle erkekler, birden fazla kadınla evlilik yapıyorlar veya evliliğe benzer ilişkiler yaşıyorlardı. Bu çağlarda birden fazla kadınla evlenmenin birden fazla sebebi mevcûttu. İslâm'ın geldiği coğrafyada sınırsız olarak çok karılı aileler vardı. Kırsal bölgede özellikle köylerde ve dağ başlarında yaşayan bedevîlerin çok kadınla evlenmelerinin baş sebebi, hem korunma, hem de çevresi üzerinde hâkimiyet sağlamanın güçlü ve muharip nüfusa ihtiyaç göstermesidir. Diğer sebepler arasında kırsal hayatın güçlüğü ve birçok emekçiyi gerekli kılması, kabileler arasında sürüp giden savaşların, yağma, baskın ve talan hareketlerinin çok sayıda erkek ölümüne sebep olması, bunun sonucu olarak da kadın-erkek arasındaki sayıca eşitlik dengesinin erkek aleyhine bozulmasıdır.
Şu halde İslâm bunu (teaddüd-i zevcâtı, poligamiyi) getirmemiş, mevcût uygulamayı belli şartlara ve hukuka bağlayarak devam ettirmiştir. Devam ettirirken de iki durumu birbirinden ayırmış gibidir: a)Henüz evlenmemiş olanlara -bu âyette- bir kadınla yetinmelerini tavsîye etmiş, birden fazla kadınla evli olanlar için adâlete riâyet edememe tehlikesinin bulunduğunu, bundan uzak kalmanın en uygun yolunun ise bir kadınla evlenmek olduğunu dile getirmiştir. b) 129. âyette ise birden fazla kadınla fiilen evli olanlara hitap etmiş, birden fazla kadın arasında adâlete tam riâyetin mümkün olmadığını bir kere daha hatırlattıktan sonra hiç olmazsa adâletsizlikte, farklı ilgi ve muamelede ölçünün kaçırılmamasını istemiştir. 129. âyette şöyle buyurulmaktadır: "Ne kadar üzerine düşseniz de kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz; bari birine tamamen kapılıp da diğerini askıda imiş gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allah'a itâatsizlikten sakınırsanız bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, engin rahmet sahibidir." Burada ne kadar istense, üzerine düşülse, gayret edilse de birden fazla eş arasında âdil davranmanın mümkün olmadığı açık ve kesin bir ifade ile dile getirilmiştir. Bu gerçeklik karşısında beklenirdi ki Allah Teâlâ birden fazla kadınla evlenmeyi yasaklasın; ancak O, zarûretleri, mübrem ihtiyaçları, fevkalâde halleri bildiği için bunu yasaklamadı, kulların uygulamada zorlanacakları bir yasak hükmü yerine ikili bir tavsiye ile yetindi: a) Tek hanımla evli olanlar -aksine bir zarûret bulunmadıkça bununla yetinmelidirler; çünkü birden fazla kadınla evlenmeleri halinde haksızlıklar olacak ve bundan dolayı günaha girebileceklerdir. b) Fiilen birden fazla kadınla evli bulunan erkekler ise gönül ilişkisi, sevgi ve bağlılık gibi insanın elinde olmayan durumlar ve farklılıklar dışında, objektif, ölçülebilir, maddî konularda kadınlarına eşit davranacak, biri ile evlilik hayatını fiilen yaşarken diğerini askıda (yalnız, ilgi ve ilişkiden dışlanmış, ihtiyaç içinde veya maddî bakımdan diğerlerinden aşağı durumda) bırakmayacaklardır.
İslâm'ın tek veya çok eşlilik konusundaki bu tavrı, resmen bir kadınla evlenmeyi âdet edinmiş ve kanunlaştırmış başka kültür ve din mensupları tarafından ele alınmış, şu itirazlar ve tenkitler ileri sürülmüştür:
a) Bir kadının üzerine bir başka kadınla evlilik yapıldığında eşler arasındaki karşılıklı sevgi ve şefkatin yerini nefret, kıskançlık, kin ve intikâm duyguları alır. Bu duyguların etkisi altında kalan kadın aile içi vazifelerini ihmâl eder, kocasınıdan intikâm almaya kalkışır, bunun için israftan kocasını aldatmaya kadar birçok olumsuz davranışlara sapabilir.
b) Tarih boyunca yaşanan tecrübe, kadınla erkeğin yaklaşık olarak eşit sayıda olduklarını ortaya koymaktadır; bir erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi bu tabiî ve fıtrî eşitliği, dengeyi bozmaktadır, tabiî olana aykırıdır.
c) Birden fazla kadınla evlenmeye izin vermek erkeklerin şehvete ve doyumsuzluğa sevkedilmesi, cinsî tatmine öncelik verilmesi sonuçlarını doğurur.
d) Evlilikte bir erkeğe karşı dört kadın dengesi, kadının şeref ve haysiyeti bakımından küçük düşürücüdür; İslâm bile şâhitlik, miras gibi konularda bir erkeğe karşı iki kadın dengesini getirdiğine göre evlilikte dört kadın dengeyi bozmaktadır.
Yabancıların başlattığı, giderek bazı müslümanların da katıldığı bu tenkit ve itirazlara şu cevaplar verilmiştir:
a) İslâm duyguyu dışlamamakla beraber aileyi, duygu temeli üzerine değil, mantık ve fayda temeli üzerine kurmuştur. Bu tercih insanların duygularını öldürmeye değil, ikinci plâna itmeye, aklın ve inancın kontrolüne vermeye yöneliktir. Duygular, meyiller ve psikolojik tavırların çoğu telkin ve eğitim ile oluşur ve değişirler; birden fazla kadınla evliliğin yaygın olduğu bir toplumda İslâm kadınının duyguları ile, tek kadınla evliliğin geçerli olduğu toplumlardaki kadınların -bu konu ile ilgili duygu ve eğilimleri- aynı değildir. Bu olgunun delîli, kadın ve erkeğin zinâsı konusunda İslâm ve Batı toplumları arasındaki farklı anlayış ve tavır alıştır. İslâm kadınları meşrû nikâhla evlenmiş kadınlara ve birden fazla kadınla evli erkeklere karşı fazla olumsuz tepki göstermezken, gerek kadının ve gerekse erkeğin karşı cins ile veya hemcinsi ile yaptığı zinâya, fuhşa karşı olumsuz bir tavır takınmakta, bu fiili şiddetle kınamakta, ayıp ve günah saymaktadırlar. Bu sosyo-psikolojik vâkıanın tabîi bir sonucu olarak Batı toplumlarında zinânın her çeşidi daha fazla yaygınlık kazanmış, hattâ meşrûlaştırılmak üzere kanun teklifleri, hukukî düzenlemeler yapılmıştır.
İslâm topluluklarında ikinci eşler, kendi serbest irâdeleri ile ikinci eş olmayı istemektedirler, birinci eşler de ortak istememeleri halinde, evlenme akdini yaparken bunu şart olarak ortaya koyma hakkına sahiptirler. Tarihî tecrübe İslâm ailelerinde, birden fazla kadının bulunması halinde israf, intikâm zinâsı, aileye ait vazifelerin ihmâli gibi davranışların nadir olduğunu göstermiştir. Kadınların ikinci eşi istememeleri doğumdan gelme (fıtrî, tabiî) bir kıskançlık duygusu yanında, belki bundan daha etkili olarak sosyal, psikolojik ekonomik ve hukukî âmillere bağlı olarak edinilmiş (ârızî) bir şuur ve irâde halinden kaynaklanmaktadır.
b) Tabiatın kadınla erkeği eşit kıldığı, birden fazla kadınla evlenmeye izin verildiğinde bu eşitliğin bozulacağı iddiası da gerçeğe uymamaktadır. Fizyolojik ve psikolojik olarak evliliğe hazır hale gelme bakımından kadınların önceliği vardır; sıcak bölgelerde kızlar dokuz yaşında bu olgunluğa erişirken erkeklerin onaltı yaşlarını beklemeleri gerekmektedir. Medenî denilen ülkelerde kızların, kanunî evlenme çağına gelinceye kadar bekâretlerini korumaları gittikçe daha zor ve nadir hale gelmektedir, bu da onların evliliğe daha önceden hazır duruma geldiklerinin bir başka delîlidir. Buradan hareketle bir hesap yapıldığında şu sonuç çıkacaktır: Belli bir yılda onaltı yaşına girmiş bin erkek ve dokuz yaşına girmiş bin kız olsa, kanunî evlenme çağı olan yirmi beş yaşa kadar erkeklerden on nesil, kızlardan ise onbeş nesil biyolojik olarak evlenmeye hazır hale gelmiş olacaklardır, bu takdirde biyolojik büluğ bakımından kızların sayısı -farazî olarak- erkeklerinkinin iki katına da çıkabilecektir; bu vakıa, tabiat eliyle (sünnetullah gereği) bir erkeğe iki kızın hazırlanmasını ifade eder.
Kadınların ortalama ölüm yaşları erkeklerinkinden uzundur, buna karşılık erkeklerin de çocuk sahibi olma yaşları kadınlarınkinden daha uzundur. Bu iki yaş ortalaması farkı bir arada düşünüldüğünde, ortalama olarak çocuğu olabilecek yüz erkeğe karşı çocuk yapabilecek elli kadın bulunur.
Başta savaş olmak üzere ölüm getiren olaylar daha çok erkek ölümü getirmektedir. Bu sebeple bazı büyük savaşların sonunda toplumda, kadınların evlenecek erkek bulamadıkları ve hükumetlerinden iki kadınla evliliğe izin talep ettikleri olmuştur.
Kadınlar ile erkeklerin eşit sayıda olduklarından hareketle, poligaminin sosyal sıkıntılara yol açacağı iddiası ancak bütün erkeklerin veya çoğunun birden fazla kadınla evlenmesi durumunda düşünülebilir. Halbuki İslâm'ın ikinci kadınla evlenebilmek için koştuğu şartlar erkelerin çoğunda değil, azında gerçekleşmektedir. Yaşanılan tecrübe de poligaminin uygulandığı yerlerde kadın kıtlığının değil, tek kadınla evlenmenin kanunlaştırıldığı yerlerde bekâr erkek kıtlığının yaşandığını ortaya koymuştur.
c) İslâm'ın kadınlar için getirdiği edep kuralları ve terbiye tarzı onların cinsî duygu ve güçlerinin -erkeklere nisbetle- daha az gelişmesi ve tahrik edilimesi sonucunu doğurmaktadır. Ayrıca tabiatları icabı yaşadıkları ay hali, gebelik, lohusalık, emzirme gibi haller evlilik hayatlarının üçte birinde onları cinsî hayattan uzak tutmaktadır. Bunlara bir de İslâm'ın, ümmet sayısının çoğalmasına verdiği önem eklenince gerekli durumlarda bir erkeğin, birden fazla kadınla evlenebilmesinin câiz kılınması kaçınılmaz olmaktadır. İslâm da bunu yapmış, birden fazla kadınla evlenmeyi menetmediği gibi, farz, vacib, müstehab da kılmamıştır.
İnsanlar menedildikleri şeye karşı düşkünlük gösterirler. Müslüman erkek fiilen evlenmese bile bir başka kadınla daha evlenme imkânının bulunduğunu bilerek bu "yasaklılık" psikolojisinden kurtulmaktadır.
d) İslâm'ın kadına nasıl değer verdiği, onun haklarının korunmasına nasıl îtîna gösterdiği hem dinî metinlerde, hem de örnek devirlere ait uygulamalarda açıkça görülmektedir. Birden fazla kadınla şartlara bağlı evlenme izninin, kadınların hakları ve değerleri ile olumsuz bir ilgisi yoktur; bu iznin gerekçesi yukarıdaki maddelerde açıklandığı üzere dînî, ictimaî, iktisadî, ahlâkî zarûretlere dayanmaktadır.
Uyugulamada çok kadınla evli erkeklerin adâletsizliği, kumalar arasındaki geçimsizlik, böyle ailelerde evlerin cehennem çukuruna dönüşmesi, insanlar arasındaki güzel ilişkilerin çirkinleşmesi bir vâkıadır. Ancak bu çirkinliklerin ve kötülüklerin âmili kanun (şerîat) değil, onu uygulayan -daha doğrusu uygulamayan- müslümanlardır. Demokrasiyi ele alalım, Batı'da güzel sonuçlar verdiği halde Doğu'da adı mevcût, kendisi mefkuddur (yoktur). Birçok yerde demokrasi terkedilmiş, komünizme geçilmiş, bu defa onda insanlık için huzur, adâlet ve saâdet aranmıştır, ancak uygulama teoriye uymamış, onda da aradığını bulamayanlar yeniden demokrasiye geçer olmuşlardır. Şu halde bir hukukî, ictimaî, siyasî sistem hakkında doğru değerlendirme yapabilmek için sistemin kendisi ile uygulamayı birbirinden ayırmak, birinin kusurunu diğerine yıkmamak gerekmektedir.
Beşerî sistemler köklü değişikliklere uğratılarak amaca uygun hale getirilirler. İslâm'da köklü değişim sözkonusu değildir, onda değişmez kurallar vardır, ancak hangi kural olursa olsun uygulandığında tabiî olmayan bir olumsuz sonuç doğuyorsa uygulamayı durdurma imkânı da mevcûttur. Bu cümleden olarak bir cevazdan (izinden, serbest bırakmadan) ibaret olan çok kadınlı evlilik, genellikle kötüye kullanıldığı ve olumsuz sonuçlar doğurduğu takdirde İslâmî yönetim tarafından engellenebilir; bu kanunu (şerîatı) değiştirmek mânâsına gelmez; bu, tıpkı şartlarını yerine getirememekten korkan ferdin tek kadınla evli kalmayı yeglemesine benzer. Günümüzde bizde ve bize benzer toplumlarda tek kadınla evlilik örf ve âdet haline geldiği için, bir kimsenin karısına kuma alması, birinci kadını, ondan olma çocukları ve çevresini, başka çağ ve toplumlarda olandan daha ziyade etkilemekte, üzmekte, perişan etmektedir. Bir müminin, insanları bu kadar üzüntüye sokacak bir davranışta bulunabilmesi için, zevkten başka sebepleri olmalıdır.

Prof. Dr. Hayreddin Karaman

werret 02-23-2012 02:29


Ben çok eşlilikte ısrar etmiyorum.

ALLAH (c.c.) müslümanlara 4 taneye kadar kadınla evlenme izni vermiştir.

ALLAH'ın helal kıldığı bir şeyi kötülemenin iyi bir şey olmadığını söylüyorum.

Tabi erkekler, 4 tane kadınla evlenmek zorunda değillerdir. Dileyen bir tane kadınla evlenir , dileyen 4 tanesiyle..

Bir tane kadınla bile evlenmek istemeyen de evlenmeyebilir...

Kişisel tercihlerdir bunlar... Ama biz insanları ,ALLAH'ın helal kıldığı, kişisel tercihlerinden dolayı kınayamayız..

Özgür Çağrı 02-23-2012 02:32

Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, kadınlar arasında adaleti yerine getiremezsiniz. Öyle ise (birine) büsbütün gönül verip ötekini (kocası hem var, hem yok) askıda kalmış kadın gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.

Nisa 129

Özgür Çağrı 02-23-2012 02:33

Helal kıldığı ?

Aralarında adaleti sağlayamazsınız diye apaçık uyaran rabbimiz 4 eşliliği helal mi kılmış .

Hayreddin Karaman hocanın makalesini okuman faydalı olacaktır orada ilmiyle daha iyi anlatmış.

İntifada 02-23-2012 02:34

Alıntı:

werret Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 992679)
Ali (ra) konusunda ihtilaflar vardır.


osmanın r.a yöneticiliği konusundada ihtilaflar vardır ona bakarsan :)


werret 02-23-2012 02:39

Alıntı:

İntifada Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 992712)
osmanın r.a yöneticiliği konusundada ihtilaflar vardır ona bakarsan :)

Benim ilk 4 halife hakkındaki görüşüm budur.

''(Hz. Muhammed'in) Ümmetinin en üstünü Ebu Bekr es Sıddık sonra Ömer el Faruk sonra Osman Zunnureyn sonra Ali el Murtezadır. Sonra cennetle müjdelenmiş on kişinin bu dördü dışındakileri sonra Bedir ehli sonra ağaç altında beyat eden Rıdvan ashabı sonra da diğer sahabilerdir. Yüce Allah'ın :

“Onlardan sonra gelenler Rabbimiz derler bizi ve imanda bizden önce gelmiş ve geçmiş kardeşlerimize mağfiret et. Kalplerimizde iman edenlere karşı kin tutturma Rabbimiz şüphe yok ki sen rauf ve rahim olansın.“ (Haşr 10)

buyruğuyla amel ederek Rasulullah (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in ashabını dost edinir onların iyi yönlerini zikreder onlardan hoşnut olur onlar için istiğfar eder ayıp ve kusurlarını örter aralarında geçenler hakkında sukut eder üstünlüklerine itikad ederim. Her türlü kötülükten yana tertemiz olan müminlerin annelerinden razı olurum.''




ALLAH (c.c.), Hz. Ebu Bekir'den , Hz. Ömer'den , Hz. Osman'dan ve Hz. Ali'den razı olsun ve beni de onlarla birlikte haşretsin , amin...


All times are GMT +3. The time now is 23:45.

Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025