![]() |
Hazreti Süleyman (a.s)
HZ. SÜLEYMAN’IN GÖRKEMLİ HAKİMİYETİ VE GÜÇLÜ ORDUSU
Süleyman'a cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı ve bunlar bölükler halinde dağıtıldı. (Neml Suresi, 17) Hz. Süleyman, eşi ve benzeri görülmemiş, çok güçlü bir orduya sahiptir. Bu ordu, cinlerden, kuşlardan ve insanlardan oluşmaktadır ve çok güçlü bir istihbarat ağıyla desteklenmektedir. Ayette Hz. Süleyman'ın tek bir ordusunun değil, ordularının olduğundan bahsedilmektedir. Bu çoğul kelime onun ordusunun gücünün ve sayıca üstünlüğünün de bir ifadesidir. Hz. Süleyman'ın ordusunun en dikkat çekici yönlerinden biri ise disiplinidir. Cinler, kuşlar ve insanlar gibi üç farklı topluluk aynı ordu içinde, büyük bir uyumla görev almakta, ordudaki düzende en ufak bir aksaklık yaşanmamaktadır. Ordusunun cinler ve şeytanlarla desteklenmesi, Hz. Süleyman'a pek çok açıdan üstünlük sağlamıştır. Bu varlıklar insanların yapamadıkları pek çok şeyi kolaylıkla yapabilirler. "... Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir..." (Araf Suresi, 27) ayetiyle bildirildiği gibi, kendilerini göstermeden insanları görebilirler. Bu özellik, cinlere istihbarat konusunda çok büyük kolaylıklar sağlamaktadır. Böylece rüzgarı onun buyruğu altına verdik. Onun emriyle dilediği yöne yumuşakça eserdi. Şeytanları da; her bina ustasını ve dalgıç olanı. Ve (kötülük yapmamaları için) sağlam kementlerle birbirine bağlanmış diğerlerini. (Sad Suresi, 36-38) Ayette geçen "sağlam kementlerle birbirine bağlanmış" ifadesi, Hz. Süleyman'ın, hizmetine verilmiş olan cin ve şeytanlar üzerinde çok büyük bir hakimiyeti olduğuna işaret etmektedir. Bu bilgiler, Hz. Süleyman'ın hakimiyetinin sadece dindar ve teslim olmuş cinleri değil, inkarcıları da kapsadığını ortaya koymaktadır. Bu ayetten Hz. Süleyman'ın şeytanları, şeytanın etkisi altındaki insanları ve dinsiz kimseleri zararsız hale getirdiği anlaşılmaktadır. Dahası onları İslam'a faydalı hale getirmiş, onlara çeşitli görevler vermiştir. Allah bu ayette, İslam ahlakının yaşandığı bir ortamda şeytani mizaca sahip olan kötü niyetli insanların topluma zarar vermelerinin engellenmesi gerektiğine işaret ediyor olabilir. Bu kimseleri Allah yolundaki bir hizmette görevlendirmek ise hem olası zararları engelleyecek, hem de İslam adına bir fayda oluşmasına vesile olacaktır. Bu ayetle insanlara zulmeden, kötülük yapan, yeryüzünde fitne çıkaran şeytan karakterli kişilerin çok sıkı bir kontrol sistemi ile denetlenmeleri gerektiğine işaret ediliyor olabilir. Bu kişilerin halkın arasına karışarak insanlara zarar vermeleri engellenmelidir. Allah bu ayetiyle ahir zamanda suçluların cezalandırılmasında uygulanacak olan yöntemlere dikkat çekmiş olabilir. O dönemde suçluların topluma zarar vermeleri engellenecek, ancak bu kişiler, çeşitli hizmetlerde çalıştırılarak insanlara faydalı hale getirilecek olabilirler. Ayette bildirilen "sağlam kementler" ifadesiyle, Allah, ahir zamanda kullanılan elektronik pranga benzeri bir güvenlik sistemine dikkat çekiyor olabilir. Bu şekilde söz konusu kişilerin kaçmaları, hem kendilerine hem de çevrelerindeki insanlara zarar vermeleri engellenecektir. Kuşları denetledikten sonra dedi ki: "Hüdhüd'ü neden göremiyorum, yoksa kaybolanlardan mı oldu? Onu gerçekten şiddetli bir azabla azablandıracağım, ya da onu boğazlayacağım veya o, Bana apaçık olan bir delil getirmelidir." (Neml Suresi, 20-21) Bu ayetler göstermektedir ki, Hz. Süleyman, ordusunu düzenli olarak teftiş ediyor, bir aksaklık olduğunda bunu hemen fark ediyor ve gereken önlemleri alıyordu. Disiplini bozacak hareketlerde bulunulmasına kesinlikle izin vermiyordu. İzinsiz ve habersiz olarak ortadan kaybolmanın çok önemli bir hata olduğu Hz. Süleyman'ın yukarıdaki sözlerinden anlaşılmaktadır. "Sen onlara dön, Biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil ve Biz onları oradan horlanmış-aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız." (Neml Suresi, 37) Hz. Süleyman, Sebe Melikesi'nden hediyeler getiren ulaklara yukarıdaki şekilde seslenmektedir. Bu sözlerde görüldüğü gibi, hiçbir şekilde hediye kabul etmeyeceğini belirtmiş, böylece Sebe Melikesi'nin kendisine teslim olması konusunda ne kadar kararlı olduğunu da göstermiştir. Bu ayetten ayrıca, Hz. Süleyman'ın ordusunun o dönemde hiçbir ülkenin ordusunun karşı koyamayacağı kadar üstün bir güçte olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim ilerleyen sayfalarda görüleceği gibi, Sebe yöneticileri bu haberi aldıklarında, teslim olmaktan başka bir çareleri olmadığını anlamışlardır. Bu da, onların Hz. Süleyman'ın ordusunun yenilmezliğini bildiklerinin bir göstergesidir. |
Hazreti Süleyman (a.s)
HZ. SÜLEYMAN’IN ÜSTÜN AHLAKI
Kitabın buraya kadar olan bölümlerinde Allah'ın Hz. Süleyman'a verdiği çeşitli ilimlerden, görkemli saltanatından ve güçlü ordusundan bahsettik. Hz. Süleyman'ın Kuran'da bildirilen en önemli özelliklerinden biri ise, hiç şüphesiz sahip olduğu üstün ahlakıdır. O, hayatı boyunca insanları Allah'ın razı olacağı din ahlakını yaşamaya davet ederken, kendisi de derin imanı ve güzel ahlakıyla tüm insanlara örnek olmuştur. |
Hazreti Süleyman (a.s)
Her İşinde Allah'a Yönelirdi
... O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi. (Sad Suresi, 30) Hz. Süleyman'ın hayatı ile ilgili olan Kuran ayetlerinde en çok dikkat çekilen konulardan biri, onun her yaptığı işte sürekli Allah'a yönelmesi, O'na dua etmesi ve her isteğini Allah'a açmasıdır. Hz. Süleyman, putperestliğin yaygın olduğu bir dönemde yaşamış, ancak hiçbir zaman, hiçbir şeyi Allah'a ortak koşmamıştır. Sadece Allah'ın rızasını gözetmiş ve Allah'ın dinini hakim kılmak için hiçbir insanın ya da varlığın rızasını gözetmeden ihlasla yaşamıştır. Puta tapan Sebe Ülkesi'ni imana davet ederken de onları Allah'a teslim olmaya davet etmiş, Güneş'e secde etmekten vazgeçmelerini istemiştir. Andolsun, Biz Süleyman'ı imtihan ettik, tahtının üstünde bir ceset bıraktık. Sonra (eski durumuna) döndü. "Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz Sen, karşılıksız armağan edensin." (Sad Suresi, 34-35) Hz. Süleyman herhangi bir zorlukla, sıkıntıyla ya da bir nimetle karşılaştığında hemen Allah'a yöneliyordu. Her konuşmasında Allah'ı zikrediyor, her kararını Allah'ın adını anarak veriyordu. Allah Hz. Süleyman'ı çeşitli olaylarla denemiş, o da her seferinde çok güzel bir ahlakla karşılık vermiştir. Örneğin yukarıdaki ayette de belirtildiği gibi Hz. Süleyman denendiğinde, aklına ilk gelen Allah'a dua etmek, O'nun bağışlayıcılığına ve rahmetine sığınmak olmuştur. "... Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır." (Neml Suresi, 40) Hz. Süleyman sadece zorluk anlarında değil, herhangi bir başarı ya da zafer anında da aynı ahlakı göstermiş, daima tevazulu ve Allah'a karşı aczini bilen bir kul olmuştur. Elde ettiği her başarının, Allah'tan bir deneme olduğunu hemen fark etmiştir. Yukarıdaki ayette de bildirildiği gibi, başarılar karşısında son derece tevazulu bir karşılık vermiştir. Bu ihlaslı karşılık, onun her türlü başarının da her türlü zorluk gibi Allah'tan bir deneme olduğunu bilmesinin bir sonucudur. Sürekli Allah'a Şükreden Bir Kuldu ... "Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın." Kullarımdan şükredenler azdır. (Sebe Suresi, 13) Allah Hz. Davud gibi Hz. Süleyman'ı da daha önce hiç kimseye verilmemiş nimetlerle seçkin kılmış, ona Allah'a şükretmesine vesile olacak lütuflarda bulunmuştur. Hz. Süleyman bu nimetlere karşı her zaman şükredici olmuş, tevazulu ve ihlaslı davranmış, her işinde Allah'a yönelmiştir. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi, o, bütün nimetlerin ve üstün özelliklerin Allah katından bir deneme olduğunu, bu nimetlere vereceği karşılıkla hesap gününde karşılaşacağını bilen ve ona göre davranan bir kuldur. "... Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kulların arasına kat." (Neml Suresi, 19) Hz. Süleyman'ın karıncaların aralarında geçen konuşmayı duyduktan sonra, hemen Allah'a yöneldiği ve dua ettiği ayette bildirilmiştir. O, kendisine verilen nimetler karşısında her zaman bunların gerçek sahibinin Rabbimiz olduğunu bilmiş, her tavrı ve sözüyle tek hedefinin Allah'ın rızasını kazanmak olduğunu göstermiştir. Allah onun bu samimi ve ihlaslı ahlakının karşılığını en güzel şekilde vermiş ve onu "Şüphesiz, onun Bizim katımızda gerçekten bir yakınlığı ve varılacak güzel bir yeri vardır." (Sad Suresi, 40) ayetiyle müjdelemiştir. Bir diğer ayette ise, onu ve babası Hz. Davud'u, "inanmış kullarından birçoğuna göre üstün kıldığı"nı (Neml Suresi, 15) bildirmiştir. Ayrıca Hz. Süleyman dişi karıncanın, karınca topluluğuna karşı olan şefkatini görünce hemen annesini ve babasını hatırlamıştır. Bu, insanın, kendisine anne ve babası vesilesiyle gelen nimetlere (küçüklüğünden itibaren bakımı, büyütülmesi, barınması, eğitimi gibi) karşılık da bunların asıl sahibi olan Allah'a şükretmesi gerektiğini gösteren önemli bir derstir. |
Hazreti Süleyman (a.s)
Hz. Süleyman'ın Hayvan Sevgisi
Hani ona akşama yakın, bir ayağını tırnağı üstüne diken, öbür üç ayağıyla toprağı kazıyan, yağız atlar sunulmuştu. O da demişti ki: "Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim." Sonunda bu atlar (koştular ve toz) perdesinin arkasına saklandılar." (Sad Suresi, 31-32) Ayetlerden anlaşıldığı gibi Hz. Süleyman, duruşları ve koşuşlarındaki zerafet ve ustalıkları ile seyredenlere büyük zevk veren bu hayvanları sevmek için özel bir vakit ayırmaktadır. Ve bu sırada Allah'ı tesbih ederek yüceltmektedir. Bu örnek bir mümin tavrıdır: İmanlı bir kişi gördüğü güzellikler ve bu güzelliklerin ruhunda oluşturduğu derin etki karşısında Allah'ı zikreder. Bu, inananların Allah'a olan derin sevgilerinin sonucunda oluşan bir etkilenmedir. Din ahlakının getirdiği güzelliklerden uzak olan insanların çoğu, içine kapalı, etrafındaki olaylara ve varlıklara karşı duyarsız, umursamaz bir karakter geliştirirler. Oysa Hz. Süleyman'ın tavırlarında da açıkça görüldüğü gibi, Müslüman, etrafındaki güzelliklere karşı son derece duyarlı, güzellik, estetik ve sanattan zevk alan, ince düşünceli bir insandır. Allah'ın nimetlerinin farkındadır ve bunlardan zevk alıp şükretmeyi bilir. Allah, "De ki: 'Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?' De ki: 'Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır'..." (Araf Suresi, 32) ayetiyle, dünyadaki nimetlerin zaten Müslümanlar için yaratıldığını haber vermektedir. Onları bana geri getirin" (dedi). Sonra (onların) bacaklarını ve boyunlarını okşamaya başladı. (Sad Suresi, 33) Hz. Süleyman içinde duyduğu sevgiyi hem sözle ifade etmekte, hem de fiilen göstermektedir. Burada Hz. Süleyman'ın sevgisini ifade etme gücünü en açık şekilde görüyoruz. Genelde insanlar içlerinde duydukları sevgi, muhabbet hislerini her zaman doğru ve güzel şekilde ifade edemezler. Hatta çoğu zaman bundan çekinirler. İnsanın bir varlığa karşı duyduğu muhabbeti en içli şekilde gösterebilmesi Allah'ın verdiği özel bir yetenektir. Allah ayetlerinde bu yeteneği salih kullarından Hz. Yahya'ya da verdiğini şöyle bildirmektedir: (Çocuğun doğup büyümesinden sonra ona dedik ki:) "Ey Yahya, Kitabı kuvvetle tut." Daha çocuk iken ona hikmet verdik. Katımızdan ona bir sevgi duyarlılığı ve temizlik (de verdik). O, çok takva sahibi biriydi. (Meryem Suresi, 12-13) Kuran'da Hz. Süleyman'ın atların yanı sıra başka hayvanlara da aynı sevgiyle yaklaştığına dair örnekler anlatılmaktadır. Bu hayvanlardan biri karıncalardır. Hz. Süleyman'ın ordusu ile birlikte geldiğini gören bir dişi karınca, karınca topluluğuna yuvalarına girmelerini, aksi takdirde Hz. Süleyman ve ordularının "farkında olmaksızın" onlara zarar verebileceğini söylemiştir. Dişi karıncanın konuşmasında "farkında olmadan" ifadesini kullanması, Süleyman Peygamberin bir savaş durumunda karıncalara dahi zarar vermeyecek kadar yüksek merhametine dikkat çekmiştir. Hz. Süleyman'ın hayatına dair örneklerin anlatıldığı bu ayetlerde Müslümanlar için hayvan sevgisinin önemine de işaret edilmektedir. Çünkü iman eden bir insan Allah'ın yarattığı canlılardaki derin hikmetleri, yaratılış güzelliklerini daha iyi kavrayabilir. Nitekim hayvanlardaki ibretlerin detaylı olarak anlatıldığı Nahl Suresi'nde "... onlarda (hayvanlarda) sizin için bir güzellik vardır" (Nahl Suresi, 6) buyurularak bu gerçeğe dikkat çekilir. İşte Hz. Süleyman'da gördüğümüz hayvan sevgisi de, Allah'ın bu kusursuz yaratışına duyulan hayranlığın ifadelerinden biridir. Kuran'da, hayvanların insanlara fayda veren yönlerinden biri de güvenlik sağlamaları olarak haber verilmiştir. Örneğin köpeklerin, sahiplerinin güvenliğini sağlamak amacıyla kullanılabileceklerine dair işaretler vardır. Kehf Suresi'nin 18. ayetinde Ashab-ı Kehf'in köpeklerinden bahsedilmektedir. Daha pek çok ayette de hayvan sevgisi ve hayvanlardaki yaratılış delillerinin incelenmesi teşvik edi |
Hazreti Süleyman (a.s)
Hz. Süleyman'ın Allah Rızası İçin Mala Sevgi Duyması
... "Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim..." (Sad Suresi, 32) Ayette görüldüğü gibi Hz. Süleyman, sahip olduğu ihtişamlı malları düşünüp Allah'ı övgüyle yüceltmiş, mala olan sevgisinin kaynağının Allah'ı zikretmek olduğunu vurgulamıştır. Buradaki manayı iyi düşünmek gerekir. Kuran'ın diğer bazı ayetlerinde, mal sevgisinin insanları saptırabileceği haber verilir. Örneğin Adiyat Suresi'nde şöyle buyrulur: "Gerçekten insan, Rabbine karşı nankördür. Ve gerçekten, kendisi buna şahiddir. Muhakkak o, mal sevgisinden dolayı çok katıdır." (Adiyat Suresi, 6-8) Mal ve mülk sevgisi insanların çoğunun kalbini katılaştırır ve onları dinden uzaklaştırır, çünkü ellerindeki malı kendilerinin bir kazancı zanneder, bundan dolayı kibir ve "müstağniyet" (yeterlilik hissi, Allah'a karşı muhtaç olduğunu unutma) duyarlar ve daha fazla mal edinmek için hırsa kapılırlar. Allah'a kulluk etmek için yaşayacaklarına, mal biriktirmek için yaşarlar. Bu nedenle her Müslümanın mal ve mülk hırsından uzak durması gerekir. Ancak Hz. Süleyman kıssası bize Müslümanın mal ve mülke gafil insanlardan çok daha farklı bakacağını ve bu bilinci elde ettikten sonra mal ve mülke sahip olmanın ona Allah'ı zikretmesi için bir vesile olacağını göstermektedir. Kastedilen bilinç, tüm malın ve mülkün Allah'a ait olduğunu, O'ndan geldiğini ve yine O'nun dilemesiyle gideceğini bilmektir. Bunu bilen Müslüman, kendisine mal ve mülk verildiğinde bundan dolayı kibirlenmez veya şımarmaz. "Mallar elimden gidecek" korkusuna da kapılmaz. Allah'ın vermiş olduğu tüm imkanlara şükreder ve bu imkanları O'nun rızası için O'nun yolunda kullanır. Allah kendisine büyük bir mülk, ihtişam ve iktidar nasip ettiğinde de, bunların hepsini birer nimet ve imtihan vesilesi olarak görür, Allah'a olan saygı, korku ve sevgisi daha da artar. İşte bu nedenledir ki, Allah'a gönülden bağlı olan salih müminler, kendilerine mal, mülk ve iktidar emanet edilmesi için en ehil insanlardır. Bunlardan birisi olan Hz. Süleyman, kimseye nasip olmayan bir iktidarı elinde tutmasına rağmen, her zaman Allah'a karşı içli ve derin bir saygı içinde olmuş ve tüm imkanlarıyla O'nun dinine hizmet etmiştir. Bu ayetten mal sevgisinin, eğer Allah rızası için olursa makbul olduğu anlaşılmaktadır. Sahip olunan zenginlikler Allah'ın rızasını kazanacak işlerde, Allah'ın sonsuz kudretini zikretmede kullanılırsa, bu yapılanlardan Allah'ın hoşnut olması umulur. "Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz Sen, karşılıksız armağan edensin." (Sad Suresi, 35) Hz. Süleyman, malı, Allah rızası için sevmekte ve O'nun yolunda harcamak için Allah'tan kendisine büyük bir mülk nasip etmesini istemektedir. Bu ayetle Müslümanların da Allah yolunda harcamak için dünya hayatında benzersiz bir zenginlik ve mülk isteyebileceklerine işaret edilmektedir. Ayetlerden anlaşıldığı gibi, Müslümanlar zenginliğe, gösterişli mülklere, hayranlık uyandıran sanat eserlerine sahip olabilirler. Nitekim Müslüman devletler tarih boyunca son derece görkemli sanat eserleri ortaya koymuş, zenginlikleri ve güçleri ile tüm dünyaya nam salmışlardır. Asırlar boyunca İslam'ın bayraktarlığını yapan Osmanlı İmparatorluğu bunun en açık örneğidir. Bu büyük imparatorluktan geride kalan eserler hala üç kıtanın dört bir yanını süslemektedir. İman edenlerin sahip oldukları bu zenginliğin hikmetlerinden biri, insanların kalplerini İslam'a ısındırmada zenginliğin büyük bir rol oynamasıdır. Onların sahip oldukları ihtişamlı mülkler, din ahlakından uzak yaşayan ve maddi değerlere çok fazla önem veren insanları ilk anda psikolojik olarak etkilemiş ve dine ilgi duymalarını sağlamıştır. Bu, ilerleyen bölümlerde göreceğimiz gibi, Hz. Süleyman'ın da Sebe Melikesi'nin İslam'ı kabul etmesi için kullandığı yöntemlerden biridir. |
Hazreti Süleyman (a.s)
Hz. Süleyman'a Verilen Özel Bir İlme İşaret
"Andolsun, Davud'a ve Süleyman'a bir ilim verdik: "Bizi inanmış kullarından birçoğuna göre üstün kılan Allah'a hamdolsun."... Gerçekten bu, apaçık bir üstünlüktür." (Neml Suresi, 15-16) Bu ayetlerde Hz. Davud ve Hz. Süleyman'a verilen özel bir ilim haber verilmektedir. Ayetin devamında bu ilmin "apaçık bir üstünlük" olduğunun bildirilmesi ise, hiç kimsenin bilmediği, üstün bir ilme vakıf olduklarına bir işaret olabilir. Andolsun, Biz Süleyman'ı imtihan ettik, tahtının üstünde bir ceset bıraktık. Sonra (eski durumuna) döndü. (Sad Suresi, 34) Hz. Süleyman'ın, tahtının üzerine bırakılan bir cesetle denenmesi, yukarıda söz ettiğimiz ilimle bağlantılı bir mucize olabilir. Allah Hz. Süleyman'ı metafizik bir şekilde, tüm canlıların yaşadığı madde boyutundan çıkarıp, ruh alemine sokmuş olabilir. Bu alemde madde ortadan kalkmış, Hz. Süleyman, tahtın da, tahtın üzerindeki cesedin de maddi varlıkları olmayıp, bir hayalden ibaret olduklarını anlamış olabilir. Ruh aleminden çıkıp, yeniden madde boyutuna geçtiğinde ise, bedenine kavuşmuş, eski haline dönmüş olabilir. Hz. Süleyman bu yolculuk esnasında bedenin dışına çıkmış ve dolayısıyla da kendi bedenini bir ceset olarak görmüş, bunun sonucunda da dünya hayatının değersizliğini ve insanın ne kadar aciz olduğunu fark etmiş olabilir. Dünyanın birkaç on yıl içinde sona ereceğini, insanın dünya hayatında değer verdiği para, zenginlik, mal, mülk ve tüm güzelliklerin bir hayalden ibaret olduğunu kavramış olabilir. Dünya hayatının değersizliğini anlayan Hz. Süleyman, mülkü Allah yolunda ve İslam'ın menfaati doğrultusunda harcamanın önemini kavramış olabilir. Nitekim bu yolculuğun hemen ardından Hz. Süleyman, Allah'a, kendisine büyük bir mülk vermesi için dua etmektedir. |
Hazreti Süleyman (a.s)
HARUT VE MARUT
Ve onlar, Süleyman'ın mülkü (nübüvveti) hakkında şeytanların anlattıklarına uydular. Süleyman inkar etmedi; ancak şeytanlar inkar etti. Onlar, insanlara sihri ve Babil'deki iki meleğe Harut'a ve Marut'a indirileni öğretiyorlardı... (Bakara Suresi, 102) Ayette geçen ifadeden, Hz. Süleyman döneminde bazı insanların, Allah'ın haram kıldığı fiillerden olan sihire rağbet ettikleri anlaşılmaktadır. Onlar şeytanlardan sihir öğrenmişlerdir. Ayrıca Babil'deki Harut ve Marut adlı meleklere öğretilmiş olanları da -yine şeytanlardan öğrenerek- kötü amaçları için kullanmışlardır. Ayetten anlaşıldığı gibi, Hz. Süleyman'a karşı harekete geçen şeytan, etkisi altına aldığı insanlar aracılığıyla halkı Hz. Süleyman'ın sahip olduğu büyük mülk ve zenginlik ile ilgili olarak kışkırtmış olabilir. Bunun sonucunda da insanlar Hz. Süleyman ve sahip olduğu güçlü devlete karşı örgütlenmiş, devlet aleyhinde çalışmalar yapan çeşitli karanlık örgütler kurmuş olabilirler. Şeytanın sevkiyle kurulan bu örgütler Hz. Süleyman'ın devletini türlü şekillerde çökertmeye çalışmış, bunun için her türlü kirli yöntemi kullanmış olabilirler. (En doğrusunu Allah bilir.) Nitekim tarihi kayıtlar, Hz. Süleyman'ın vefatının ardından yönettiği Müslüman İsrail Krallığı'nın iç karışıklıklar nedeniyle ikiye bölündüğünü bildirmektedir. ... Oysa o ikisi: "Biz, yalnızca bir fitneyiz, sakın inkar etme" demedikçe hiç kimseye (bir şey) öğretmezlerdi. Fakat onlardan erkekle karısının arasını açan şeyi öğreniyorlardı. Oysa onunla Allah'ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezlerdi. Buna rağmen kendilerine zarar verecek ve yarar sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı. Andolsun onlar, bunu satın alanın, ahiretten hiçbir payı olmadığını bildiler; kendi nefislerini karşılığında sattıkları şey ne kötü; bir bilselerdi." (Bakara Suresi, 102) Şeytanlar insanları yoldan saptırmak için onlara, Harut ve Marut'tan öğrendikleri sihirleri öğretmişlerdir. Oysa Harut ve Marut, sahip oldukları bilgiyi, öğrenmek isteyenlere önce kendilerinin Allah'tan bir deneme olduklarını söylüyor ve inkara düşmemeleri için onları uyarıyorlardı. Ancak ondan sonra bu bilgiyi öğretiyorlardı. Bu nedenle de insanların sihrin bir fitne olduğunu bilmeleri ve bundan şiddetle kaçınmaları gerekmektedir. Sihir yöntemlerine başvuran herkes çok iyi bilmelidir ki, Allah izin vermeden insanların öğrendikleri ve uyguladıkları büyülerin bir sonuç vermesi kesinlikle mümkün değildir. Çünkü büyünün etkisini bir hikmet üzere yaratan da Allah'tır. O'nun izni ve bilgisi olmadan hiçbir insanın zenginlik, güç ya da başka bir imkanı sihir benzeri yöntemlerle elde etmesi mümkün değildir. Allah, büyünün etkisine inanan ve bu gibi yöntemlerle kendilerine menfaat sağlayabileceklerine inanan insanlara, bu şeytani yöntemleri bir bela olarak musallat edebilir. Onlar batıl yollara saptıkları için, Allah onlara buna göre bir karşılık vermekte, büyü, bu insanlar için dünya hayatında bir azap haline gelmektedir. Bu, Allah'ın hidayet yolundan sapan insanlara dünyada verdiği bir cezadır. Ayetlerden anlaşıldığı gibi, iman eden bir insan hiçbir şekilde sihirle ve şeytanların anlattıklarıyla ilgilenmez. İnsanların arasını bozmak için bu tip şeytan kışkırtması işlerle uğraşmak, hak yoldan uzaklaşıp batıl inanışlarla vakit geçirmek şeytanın oyununa gelmektir. Çünkü şeytanın amacı insanları doğru yoldan engellemektir. Sihir benzeri işlerle uğraşanlar, şeytanın aldatmacasına kanmış kimselerdir. Bu gibi batıl inanışların Kuran'da hiçbir şekilde yeri yoktur. Nitekim Allah Felak Suresi'nde şu şekilde buyurmaktadır: De ki: Sabahın Rabbine sığınırım. Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfüren-kadınların şerrinden... (Felak Suresi, 1-4) Harut ve Marut'tan bahsedilen ayetlerde de aynı konu anlatılmıştır. Ne sihrin, ne de Felak Suresi'ndeki ayette bildirildiği gibi "düğümlere üfüren kadınların" hiçbir güçleri, etkileri yoktur. Kainattaki tek güç ve hüküm sahibi, alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Mümin sadece Allah'a güvenip dayanır, sadece O'ndan medet umar, her türlü ihtiyacını, sıkıntısını Allah'a açar, Allah'ı dost ve vekil edinir. Bu ayetlerde ahir zamana yönelik işaretler de olabilir. Allah, sihirden bahsederek, ahir zamanda sihrin çoğalacağına, fal bakıp geleceği okumanın yaygınlaşacağına işaret ediyor olabilir. Ahir zamanda Allah'ın haram kıldığı bu fitneler, adeta bir geçim kaynağı haline gelecek, büyücü ve falcılar insanları sömürecek olabilirler. Ahir zamanın bu büyük fitnesi, Peygamberimizin hadislerinde de haber verilmiştir. Bunlardan biri şu şekildedir: Ahir zamanda ümmetim hakkında en çok endişe duyduğum, yıldızlara (inanmak), kaderi yalanlamak... (Ramuz el-Ehadis, 1/1540) |
Hazreti Süleyman (a.s)
HZ. SÜLEYMAN VE SEBE MELİKESİ
Hz. Süleyman ile ilgili Kuran ayetlerinin büyük bir bölümü Hz. Süleyman ile Sebe Melikesi arasında yaşanan olaylarla ilgilidir. Bu ayetlerde söz konusu iki ülkenin siyasi ve ekonomik ilişkileri hakkında önemli detaylar verilmiştir. Bunun yanı sıra Hz. Süleyman'ın diğer devletlerle ilişkisi, yönetim gücü ve Allah'ın dinini anlatmada kullandığı yöntemlerden de örnekler aktarılmıştır. Derken (Hüdhüd) uzun zaman geçmeden geldi ve (Süleyman'a) dedi ki: "Senin kuşatamadığın (öğrenemediğin) şeyi, ben kuşattım ve sana Saba'dan kesin bir haber getirdim." (Neml Suresi, 22) İki ülke arasındaki ilişki Hz. Süleyman'ın ordusunda bulunan Hüdhüd'ün Sebe Ülkesi ve bu ülkenin melikesi hakkında bilgi vermesiyle başlar. Hz. Süleyman, ordusunu teftiş ettiği sırada, Hüdhüd'ün kaybolduğunu fark eder. Hüdhüd geri geldiğinde Hz. Süleyman'a Sebe Ülkesi hakkında çok önemli bilgiler verir. "Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona herşeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir tahtı var." (Neml Suresi, 23) Ayette ilk olarak bu bilginin vurgulanması, o dönemde bir kadın yöneticinin varlığının çok alışılmış bir durum olmadığını gösteriyor olabilir. Hüdhüd, Sebe Melikesi'nin zenginliğinden ve ona türlü nimetlerin bağışlandığından da bahsetmektedir. Bu zenginliği anlatırken de özellikle Sebe Melikesi'nin tahtının büyüklüğünü vurgulamaktadır. Tahtın büyüklüğü Sebe Melikesi'nin iktidarının ve devletinin gücünü simgeliyor olabilir. (En doğrusunu Allah bilir) "Onu ve kavmini, Allah'ı bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar." (Neml Suresi, 24) Hüdhüd, Sebe Ülkesi halkının şeytanın kışkırtmalarına uyup Güneş'e taptıklarını, Allah'a şirk koştuklarını ve hidayet yoluna uymadıklarını bildirmiştir. Şeytan, Sebe halkına Güneş'e tapmayı süslü göstermiş, yani doğru ve akılcı bir inanç gibi tanıtmış, onlar da bu sapkınlığı atalarından miras alarak, kendilerine yol edinmişlerdir. İnsanları doğru yoldan saptırıp, Allah'a secde etmekten alıkoymak şeytanın en önemli hedefidir. Bu ayet, insanların Allah'ın dininden uzak olmalarının nedeninin, çoğunlukla batıl bir inanç, felsefe ve fikir sistemi tarafından aldatılmaları olduğuna da işaret ediyor olabilir. Ancak aşağıdaki ayetlerde bildirildiği gibi şeytanın samimi bir kalple Allah'a iman eden, ihlas sahibi kullar üzerinde hiçbir etkisi yoktur: Dedi ki: "Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna." (Hicr Suresi, 39-40) Ki onlar, göklerde ve yerde saklı olanı ortaya çıkaran ve sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilen Allah'a secde etmesinler diye (yapmaktadırlar). O Allah, O'ndan başka ilah yoktur, büyük Arş'ın Rabbidir." (Neml Suresi, 25-26) Bu ayetlerden Hüdhüd'ün bazı özellikleri de anlaşılmaktadır. Hüdhüd iman sahibi bir cin olabilir. O, Allah'a iman eden ve konuşmalarında da bunu sıkça vurgulayan bir Müslüman cin görünümündedir. Hüdhüd, edindiği bilgiyi yaygınlaştırmadan, doğrudan hüküm ve hikmet sahibi olan Hz. Süleyman'a getirmesi gerektiğini bilmektedir, bu tavrından itaatli olduğu anlaşılmaktadır. Gördüklerini kavrayabilmekte, sadece nakil yapmakla kalmayıp anlamlar çıkarabilmektedir. Ayrıca çok güçlü bir ifade kabiliyetine de sahiptir. Gördüklerini dikkat çekici bir şekilde aktarmakta, sadece önemli konuların üzerinde durup gereksiz ayrıntılara girmemekte, kısa ve özlü konuşmaktadır. Ayette Hüdhüd'ün bir kuş olduğu, ancak konuşup bilgi aktarabildiği haber verilmiştir. Hz. Süleyman'ın ordusunu gören dişi karıncanın da konuştuğu bildirilmektedir. Günümüzde gelişmiş bilgisayar teknolojileri ile filmlerde kuşların, karıncaların ve tüm hayvanların konuşturulması son derece yaygın bir olaydır. Bu da söz konusu kıssanın işari manalarından biri olabilir. (Süleyman:) "Durup bekleyeceğiz, doğruyu mu söyledin, yoksa yalancılardan mı oldun?" dedi. (Neml Suresi, 27) Hüdhüd'ün kaybolduğunu fark eden Hz. Süleyman, eğer apaçık bir delil getirmezse onu cezalandıracağını ifade etmiş, ama Hüdhüd ona Sebe Ülkesi'nden bilgi getirdiğinde sözünü bitirene kadar beklemiş, ani bir karşılık vermemiştir. Bu tavrı, Hz. Süleyman'ın çok akıllı, olgun, itidalli ve adil bir yönetici olduğunu göstermektedir. Hz. Süleyman, Hüdhüd'ün Sebe Ülkesi hakkında verdiği bilgileri öğrendikten sonra da hemen karar vermemiştir. Öncelikle bu bilgiyi teyit etmek için bir araştırma yaptırmaya karar vermiştir. Bu, Hz. Süleyman'ın tedbirli ve adaletli bir yönetici olduğunun delillerindendir. Bu mektubumla git, onu kendilerine bırak sonra onlardan (biraz) uzaklaş, böylelikle bir bakıver, neye başvuracaklar? (Neml Suresi, 28) Hz. Süleyman'ın kullandığı bu yöntem, yani karşıdaki kişinin herhangi bir durum karşısındaki tepkilerini izleyerek bir sonuca varmak, son derece akılcı bir metotdur. Bu yöntemle, haber getiren kişilerin şahsi yorumlarındaki olası hatalar da engellenmiş olur. Ayrıca izlendiğinin farkında olmayan Sebe Melikesi, çevresindekilerle istişare ederken en doğal ve en samimi tepkilerini verecek, gerçek düşüncelerini ifade edecektir. Bu yöntem, Melike'nin, Hz. Süleyman hakkındaki gerçek kanaatinin öğrenilebileceği en kısa ve en emin yollardan biridir. (Hüdhüd'ün mektubu götürüp bırakmasından sonra Saba melikesi Belkıs:) Dedi ki: "Ey önde gelenler gerçekten bana oldukça önemli bir mektup bırakıldı." (Neml Suresi, 29) Sebe Melikesi, Hz. Süleyman'dan gelen mektubun son derece önemli olduğunu hemen anlamıştır. Bunun birkaç farklı nedeni olabilir. Birincisi, Hüdhüd'ün bu mektubu getiriş şekli olabilir. Hz. Süleyman'ın bu mektubu bir kuş ile göndermiş olması ve bu kuşun sahip olduğu özellikler, durumun olağanüstülüğünü ortaya koymuş olabilir. Hz. Süleyman'ın zenginliğini, üstün sanat anlayışını ve güçlü saltanatını ifade eden bir kağıt, mühür ya da yazım şekli kullanılmış olabilir. Bu mektup da Sebe Melikesi'ni etkilemiş olabilir. Sebe Melikesi, mektubu ilk önce kendisi okumuş, içindekilerden etkilenmiş, daha sonra istişare etmek üzere çevresindeki kişilerin yanına gelmiş olabilir. Mektubun içindekileri bildiği için "oldukça önemli" şeklinde bir ifade kullanmış olabilir. (En doğrusunu Allah bilir) Ayette "önemli bir mektup" olarak geçen ifadenin Arapçası "kitabun keriymun"dur. Bu ifadede "kitabun" kelimesinin mektubun yanı sıra yazı, kitap gibi anlamları da mevcuttur. "Keriymun" kelimesi de "asil, seçkin, şerefli, saygın, değerli, kıymetli" anlamları taşımaktadır. Bu durumda Hz. Süleyman Sebe'ye yalnızca bir mektup değil, dini tebliğ eden bir kitabı veya yazıyı ön açıklama ile göndermiş olabilir. Bu ön açıklama da "Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla" başlıyor olabilir. "Gerçek şu ki, bu, Süleyman'dandır ve 'Şüphesiz Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla' (başlamakta)dır." (Neml Suresi, 30) Sebe Melikesi'nin, mektubun (veya kitabın) Hz. Süleyman'dan geldiğini söyledikten sonra başka tanıtıcı hiçbir açıklama kullanmaması, onun ve çevresindekilerin Hz. Süleyman'ı yakından tanıdıklarını göstermektedir. Anlaşılmaktadır ki, Hz. Süleyman'ın ülkesi, zenginliği ve kudretiyle geniş alanlara nam salmış, çok güçlü bir ülkedir. (İçinde de:) "Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana Müslüman olarak gelin" diye (yazılmaktadır). (Neml Suresi, 31) Hz. Süleyman'ın üslubu son derece açık ve etkileyicidir. Mektubun çok güçlü ve hüküm sahibi bir insandan geldiği özlü, kararlı ve kesin üslubundan da anlaşılmaktadır. Sebe Melikesi ve çevresindeki yöneticiler de mektuptan oldukça etkilenmişlerdir. Hz. Süleyman bu mektupla onlara Allah'ın dinini tebliğ etmekte, öğütte bulunmakta ve onları Müslüman olup Allah'a iman etmeye davet etmektedir. Onlardan, öncelikle kendisine tabi olmalarını değil, Allah'a iman etmelerini ve Müslüman olmalarını istemektedir. Bu, Hz. Süleyman'ın bir ülkeyi fethetmekten ziyade, orada yaşayan insanların iman etmelerine önem verdiğini göstermektedir. Çünkü onun gönderiliş amacı insanları hidayet yoluna davet etmek, uyarıp korkutmaktır. Hz. Süleyman'ın Sebe Ülkesi ile olan ilişkisinin aktarıldığı ayetlerden, onun komşu ülkelerle olan sorunlarını, savaştan ziyade diplomatik yollarla çözdüğü de anlaşılmaktadır. Zaferlerini, askeri güç kullanmadan, anlaşma ve barış yollarıyla, masa başında elde etmektedir. Elçiler ve mektuplar göndererek uzlaşı yolları aramaktadır. Ayrıca şunu da hatırlatmalıyız ki, sözlü yapılan tebliğin unutulması, çevredeki dikkat dağıtıcı etkilerden dolayı istenen etkiyi oluşturamaması ihtimali vardır. İnsanın konuşma anında aklından geçenleri güzel ifade edememesi veya dinleyenin dikkatinin dağılması da mümkündür. Oysa yazılı olarak yapılan tebliğde hem yazan kişinin hem de okuyan kişinin dikkatini toplaması daha kolaydır. Hz. Süleyman'ın kullandığı tebliğ metodu da buna güzel bir örnektir. Bu nedenle iman edenlerin, Allah'ın dinini ve imani gerçekleri anlatma konusunda yazılı tebliğin önemli bir yol olduğunu unutmamaları gerekmektedir. Dedi ki: "Ey önde gelenler, bu işimde bana görüş belirtin, siz (herşeye) şahidlik etmedikçe ben hiçbir işte kesin (karar veren biri) değilim." (Neml Suresi, 32) Sebe Melikesi'nin, aldığı bu önemli mektup hakkında hemen yanındaki yöneticilere fikirlerini sorması, onun yaşadığı sistemin diktatörlük değil, bir meclise sahip demokratik vasıfta bir yönetim olduğunu göstermektedir. Melike, önde gelenlerden fikir sormakta, onların tecrübelerinden faydalanmaktadır. Dediler ki: "Biz kuvvet sahibiyiz ve zorlu savaşçılarız. İş konusunda karar senindir, artık sen bak, neyi emredersen (biz uygularız). (Neml Suresi, 33) Bu ayette Sebe Melikesi'nin Hz. Süleyman'dan gelen mektup konusunda ne yapılması gerektiğini askerlerden oluşan bir meclis ile istişare ettiği anlaşılmaktadır. Askerlerin verdiği bu cevaptan ise söz konusu meclisin Sebe Melikesi'nin tam yetki ve emri altında hareket ettiği anlaşılmaktadır. Dedi ki: "Gerçekten hükümdarlar bir ülkeye girdikleri zaman, orasını bozguna uğratırlar ve halkından onur sahibi olanları hor ve aşağılık kılarlar; işte onlar, böyle yaparlar." (Neml Suresi, 34) Burada Sebe Melikesi'nin Hz. Süleyman'ın karşı konulamaz gücünü çok iyi tanıdığı tekrar anlaşılmaktadır. Süleyman Peygamberden gelen çağrı karşısında teslim olmaktan başka çaresi olmadığını anlamakta ve bunu ifade etmektedir. Ama yine de teslim olmamak için bir yol aramakta ve zaman kazanmak için Hz. Süleyman'a bir hediye göndermektedir. "Ben onlara bir hediye göndereyim de, bir bakayım elçiler neyle dönerler." (Neml Suresi, 35) Sebe Melikesi'nin hediye yollamaktaki hedefi, Hz. Süleyman'ın gerçek amacının ne olduğunu ve nasıl bir tepki vereceğini de öğrenmektir. Sebe Melikesi de Hz. Süleyman'ın mektup yollarken izlediği yöntemi denemekte, bir karara varmak için öncelikle karşısındakinin ne tepki göstereceğini öğrenmeyi beklemektedir. Bu ayetle hediyenin, insanların tepkilerini ölçmek ve ruh hallerini tahlil etmek açısından önemli olduğuna dikkat çekilmiştir. Bir insan kendisine kararından vazgeçmesi maksadıyla gönderilen değerli bir hediyeyi kabul etmediğinde, bu tepki, onun samimiyetinin ve kararlılığının bir delili olarak görülebilir. |
Hazreti Süleyman (a.s)
(Elçi hediyelerle) Süleyman'a geldiği zaman: "Sizler bana mal ile yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır; hayır, siz, hediyenizle sevinip öğünebilirsiniz" dedi. (Neml Suresi, 36)
Hz. Süleyman kendisine gönderilen hediyelerin, kararında bir değişikliğe yol açamayacağını, Allah'ın kendisine verdiklerinin onların hediyelerinden çok daha hayırlı olduğunu açıkça ifade etmektedir. Bu da, onun yalnızca Allah'ın rızasına rağbet eden güzel ahlakının bir örneğidir. Hz. Süleyman Sebe Melikesi'nin gönderdiği elçileri, niyetlerini anladığını açığa vurarak ve onların isteklerini kabul etmeyeceğini kesin şekilde ifade ederek geri çevirmektedir. Böylece onların sevinip, övünmeleri ve mallarıyla gururlanmaları engellenmektedir. Mallarıyla hiçbir şekilde üstünlük sağlayamayacaklarını anlayan Sebe kavmi için bu durum, psikolojik açıdan büyük bir yenilgi anlamındadır. "Sen onlara dön, biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil ve biz onları ordan horlanmış-aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız." (Neml Suresi, 37) Hz. Süleyman'ın ordularının olağanüstü bir güce sahip olduklarına dikkat çekilmektedir. Çünkü en güçlü orduya dahi, karşı koymak, direnç göstermek mümkün olabilir. Fakat ayetten anlaşıldığına göre Hz. Süleyman'ın ordusu metafizik güçlere sahip, yenilmesi mümkün olmayan ve bu yönüyle de dünyaca tanınan bir ordudur. Burada Hz. Süleyman, öncelikle gönderilen elçinin kendine güvenini, kibirli tavrını yok etmiştir. İkinci aşamada ise gönderdiği mesaj ile Sebe Melikesi'ne ve ülkenin önde gelenlerine, kendisi ve ordusu karşısındaki zayıflıklarını hatırlatmaktadır. Bu yolla Hz. Süleyman, savaşmaksızın kendisine tabi olmalarını amaçlamış olabilir. (Elçinin gitmesinden sonra Süleyman:) "Ey önde gelenler, onlar bana teslim olmuş (Müslüman)lar olarak gelmeden önce, sizden kim onun tahtını bana getirebilir?" dedi. (Neml Suresi, 38) Hz. Süleyman Sebe Ülkesi'nin teslim olacağından emin konuşmaktadır. Bu ifade, onun gayba dair bir bilgiye sahip olabileceğine işaret ediyor olabilir. Allah Hz. Süleyman'a gayba dair bir bilgi vermiş ve Sebe Ülkesi'nin teslim olacağını bildirmiş olabilir. Bilindiği gibi sancak, bayrak gibi unsurlar her ülke için çok değerlidir ve genelde o ülkenin bağımsızlığını simgelemektedir. Sebe Ülkesi'nin gururu ise, Hüdhüd'ün de daha önce ifade ettiği gibi, Sebe Melikesi'ne ait olan büyük tahttır. Hz. Süleyman çevresindeki önde gelenlerden bu tahtı kendisine getirmelerini istemektedir. Üstelik bu işin, Sebe Melikesi ve çevresindekilerin kendi sarayına gelmelerinden önce hallolmasını istemektedir. Tahtın, onlar henüz köşke ulaşmadan gelmesi, Sebe Devleti için çok büyük bir moral kaybı olacak ve çok daha çabuk teslim olmalarına vesile olacaktır. Bu ayetten Hz. Süleyman'ın çok hızlı bir manevra kabiliyetine sahip, hızlı karar alıp bunları hızla uygulamaya geçiren bir yönetici olduğu anlaşılmaktadır. Bu tavrıyla, özellikle de savaş durumunda, karşı tarafa üstünlük sağlamak için hızlı ve ani hareketlerde bulunmanın önemini vurgulamaktadır. Cinlerden ifrit: "Sen daha makamından kalkmadan, ben onu sana getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim." dedi. (Neml Suresi, 39) Tahtın getirilmesi ile ilgili ilk teklif İfrit'ten gelmektedir. Cinlerden İfrit'in bu teklifinden anlaşıldığı gibi, cinlerin bir maddeyi bir başka yere taşıma, yani madde nakli yapma yetenekleri olması muhtemeldir. Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim." Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır. (Neml Suresi, 40) Tahtın hemen getirilmesi ile ilgili ikinci teklif ise "kendi yanında kitaptan ilim olan biri" olarak tanımlanan bir kişiden gelmektedir. Ayette söz edilen kişi Hz. Süleyman'a Sebe Melikesi'nin tahtını "gözünü açıp kapayana kadar", yani çok kısa bir sürede getirebileceğini söylemektedir. Burada akla çeşitli ihtimaller gelmektedir: Bahsi geçen kişi askeri istihbarat içinde yer alan ve ileri görüşlü bir kişi olabilir. Ve tahtı da bir önlem olarak daha önceden getirtmiş olabilir. Dolayısıyla ayette de devlet istihbaratındaki askerlerin herhangi bir savaş ya da tehlike durumunda daha önceden hazırlık yapmalarına işaret ediliyor olabilir. Sebe Melikesi'nin tahtının göz açıp kapayana kadar getirilmesinin, tahtın değişikliğe uğratılmasının ve kuşlarla bilgi alış verişinde bulunulmasının anlatıldığı ayetlerde, ahir zamanda kullanılacak olan ve madde nakline olanak veren yüksek bir teknolojiye işaretler olabilir. Günümüzde yazı, resim, film gibi her türlü bilginin internet teknolojisiyle birkaç dakika, hatta birkaç saniye içinde çok uzun mesafeler katetmesi mümkün olmaktadır. Örneğin Sebe Melikesi'nin tahtının hızla uzak bir mekana gönderilmesinin anlatılmasıyla, böyle bir işlemin (örneğin bir tahta ait üç boyutlu görüntünün veya resmin gönderilmesinin) ahir zamanda internet kanalıyla göz açıp kapayana kadar mümkün olacağına dikkat çekiliyor olabilir. Hz. Süleyman bu çalışmalarında cinlerin bilgilerinden ve sahip oldukları üstün özelliklerinden faydalanmış olabilir. Onların yönlendirmeleriyle bugün bilinmeyen, ancak günümüzdeki teknolojiye yakın, farklı cihazlar oluşturmuş ve ayetlerde bildirilen başarıları sağlamış olabilir. Ayette tahtın getirilmesinin ardından, Hz. Süleyman'ın hemen Allah'a yönelip bağışlanma dilediği, dua ettiği ve şükrettiği aktarılmaktadır. Hz. Süleyman her başarının, her zorluğun ya da başına gelen her önemli olayın ardından samimiyetle Allah'a yönelen, ihlas sahibi bir peygamberdir. Onun bu özelliği tüm iman edenler için çok güzel bir örnektir. Dedi ki: "Onun tahtını değişikliğe uğratın, bir bakalım doğru olanı bulabilecek mi, yoksa bulmayanlardan mı olacak? (Neml Suresi, 41) Sebe Ülkesi'nin sembolü olan tahtın Hz. Süleyman'ın sarayına getirtilmesi, Melike için çok büyük bir psikolojik yenilgidir. Dahası Hz. Süleyman, tahtı Sebe Ülkesi'nden geldiği haliyle bırakmayıp, onun değişikliğe uğratılmasını emretmektedir. Hz. Süleyman'ın emri üzerine yapılan eklemelerle taht daha güzelleştirilip, zenginleştirilmiş olabilir. Bu yöntemle Hz. Süleyman'ın, kendi zenginliğinin çok daha üstün olduğunu ve hatta Sebe Melikesi'nin mal ve mülkünün üstünde dahi hakimiyeti olduğunu ifade etmek istemiş olması muhtemeldir. Ayette ayrıca Müslümanların her konuda olduğu gibi sanatta da mükemmeli aradıklarına işaret ediliyor olabilir. Sebe Melikesi'nin tahtının ne kadar güzel ve gösterişli olursa olsun, Hz. Süleyman'ın üstün sanat kabiliyeti karşısında bu tahtın zayıf kaldığına dikkat çekilmiş olabilir. Burada karşımıza Hz. Süleyman'ın üstün sanat kabiliyetinin bir örneği de çıkmaktadır. Süleyman Peygamber, sanat ile teknolojiyi en güzel şekilde kaynaştırmış ve bunlarla insanları aklına ve sanat gücüne hayran bırakmış olabilir. Taht için kullanılan "değişikliğe uğratmak" ifadesi de dikkat çekicidir. Böyle bir değişikliği günümüzde bilgisayar programları ile yapmak son derece kolaydır. Yani bir tahtın resminin internet aracılığı ile başka bir yere gönderilmesi, daha sonra bu resmin üzerinde çeşitli bilgisayar programları ile değişiklikler yapılması mümkündür. Bu ayette de ahir zamanda kullanımı son derece yaygınlaşacak olan benzer bir teknolojiye işaret olabilir. Böylece (Belkıs) geldiği zaman ona: "Senin tahtın böyle mi?" denildi. Dedi ki: "Tıpkı kendisi. Bize ondan önce ilim verilmişti ve biz Müslüman olmuştuk." Allah'tan başka tapmakta olduğu şeyler onu (Müslüman olmaktan) alıkoymuştu. Gerçekte o, inkar eden bir kavimdendi. (Neml Suresi, 42-43) Hz. Süleyman'ın bu soruyu sormasının bir nedeni, Sebe Melikesi'nin dikkatini ölçmek olabilir. Ayetten anlaşıldığı gibi Melike, zeki ve ihtiyatlı bir insan olduğunu hissettirmiş, Hz. Süleyman'ın kendisine sorduğu soruya da temkinli bir cevap vermiştir. Doğrudan "Evet, benim tahtımdır" veya "Hayır, benim tahtım değildir" gibi kesin bir cevap vermemiş, bunun yerine ortalı bir cevabı seçmiştir. Sebe Melikesi, Güneş'e tapan bir kavim içinde yaşıyordu. Ancak Hz. Süleyman'ın samimi ve etkileyici bir dille yazdığı mektubunu okuması ve ardından Hz. Süleyman'ı ziyaret ederek, onun ihtişamlı hakimiyetine şahit olması, iman edip Müslüman olmasına vesile olmuştur. Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum." (Neml Suresi, 44) Ayette Sebe Melikesi'nin Hz. Süleyman'ın sarayına girdiğinde zeminin derin bir suyla kaplı olduğunu zannettiği bildirilmektedir. Bu durumla ilgili çeşitli yorumlar yapılabilir: Bu sarayın zemini için ayette kullanılan "saydam cam" ifadesi ile, o dönemde kullanılmış farklı bir teknolojiye işaret ediliyor olabilir. Nitekim Sebe Melikesi, basacağı yerin zemin olduğunu fark edememiştir; bu da, Hz. Süleyman'ın köşkünün zemininin o dönemde bilinen zeminlerden daha farklı bir özelliğe sahip olduğu ihtimalini akla getirmektedir. Saydam cam olarak ifade edilen zemin, dev bir televizyon ekranı olabilir. Sarayın giriş zeminine dev bir ekran yerleştirilmiş olabilir. Bu ekrana su görüntüsü verilmiş, çeşitli ışık oyunlarıyla insanların yerin su ile kaplı olduğu izlenimini edinmelerihedeflenmiş olabilir. (Önceki sayfalardaki resimlerde görüldüğü gibi, günümüzde de bu tarz teknolojilere, iç dekorasyonda sıkça başvurulmaktadır.) Böylece Sebe Melikesi ekranın üstünde yürüdüğünde su üstünde yürüdüğü hissine kapılmış olabilir. Ayette daha farklı bir teknolojiye de işaret ediliyor olabilir. Günümüzde simülatörlü gözlüklerle insanın kendisini, bulunduğu yerden daha farklı bir mekanda zannetmesi sağlanabilmektedir. Ayette geçen ifade de, ahir zamanda ortaya çıkacak olan bu teknolojiye bir işaret olabilir. Hz. Süleyman'ın da Sebe Melikesi geldiğinde böyle bir durum oluşacağını bildiği anlaşılmaktadır. Çünkü o, sahip olduğu teknolojinin çok üstün ve alışılmışın dışında olduğunun farkındadır. Allah bu ayetleriyle, ahir zamanda gelişmiş teknoloji ile üretilecek dekorasyon malzemelerinde suyun yoğun olarak kullanılacağına dikkat çekmiş olabilir. Suyun estetik ve temiz görünümünün kullanıldığı bu ürünler, Hz. Süleyman dönemindeki ihtişama benzer güzellikler meydana getirebilirler. Bu kıssada karşımıza çıkan Hz. Süleyman'ın yüksek sanat anlayışı Müslümanlar için çok güzel bir örnektir. Bu anlayış onun Allah'a olan güçlü sevgisinin ve Allah'ın yaratışındaki harikuladeliklere olan hayranlığının bir ifade şeklidir. İman eden sanatçılar tarih boyunca çok güzel eserler ortaya çıkarmışlardır. Allah'ın izniyle, ahir zamanda da Müslümanların sanat gücünde çok büyük bir artış yaşanacaktır. Allah'ın yaratışındaki güzelliklerden ilham alan ve O'na karşı büyük bir sevgi duyan sanatçılar eşsiz sanat eserleri meydana getirecek, resim, müzik ve mimari alanındaki bu güzel gelişmeler tüm dünyayı saracaktır. Bu büyük gelişmenin öncüsü ise Allah'ın izniyle İslam dünyası olacaktır. |
Hazreti Süleyman (a.s)
HZ. SÜLEYMAN’IN VEFATI
Böylece onun (Süleyman'ın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkca ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azab içinde kalıp-yaşamazlardı. (Sebe Suresi, 14) Pek çok peygamberin ölümü hakkında Kuran'da pek bilgi verilmezken, Hz. Süleyman'ın ölümü hakkında çok önemli bazı detaylar bildirilmektedir. Ayetlerden anlaşıldığına göre, Hz. Süleyman öldüğü esnada çevresinde cinler bulunmaktaydı ve muhtemelen bu cinler kendilerine Hz. Süleyman tarafından verilen görevleri tamamlamak için çalışıyorlardı. Ancak cinler, onun ölümünü fark etmedikleri için çalışmaya devam ettiler. Bu ayette, cinlerin gaybı bilmediklerine dikkat çekilmektedir. Şayet gaybı bilselerdi, hiç şüphesiz Hz. Süleyman'ın ölümünü de hemen fark edebileceklerdi. Çünkü ayette "aşağılanıcı bir azap" kelimesiyle vurgulandığına göre cinler son derece ağır ve yorucu bir iş yapmaktaydılar. Bu işi yapmalarının en önemli nedeni ise Hz. Süleyman'dan korkmaları idi. Eğer gaybı bilip, Hz. Süleyman'ın öldüğünü fark etseler, işlerine devam etmeyip, bırakabilirlerdi. Ancak onlar asa kırılıp, Hz. Süleyman yere düşünceye kadar, onun ölümünü fark etmediler. Ayrıca bu ayetle ilgili şunu da belirtmek gerekir: Ayette geçen "ağaç kurdu" ifadesinin Arapçası "dabbetul-arzi"dir. Dabbe kelimesinin anlamı, "hayvan, canlı"dır. Bu kelime "Debbe" kökünden türemiş bir isimdir. "Debbe" hafif yürüme, debelenme demektir. Hayvanlar ve haşereler için kullanılır. "Arzi" kelimesi ise "yer" anlamındadır. Dolayısıyla bu ayette ismi geçen "dabbetul-arzi" ağaç kurdunun yanı sıra, herhangi bir yer hayvanı olarak da düşünülebilir. |
Hazreti Süleyman (a.s)
HZ. SÜLEYMAN’IN EMRİNDEKİ CİNLER VE HAYVANLAR
Önceki bölümlerde Hz. Süleyman'ın ordusundaki kuşların ve karınca vadisinde karşılaştığı karınca topluluğunun cin olabileceklerine kısaca değinmiştik. Bu canlıların son derece şuurlu davrandıklarına dikkat çekmiştik. Özellikle karınca vadisindeki karınca topluluğunun hiçbir hayvanda görülmeyen bir şuur sergilediklerini, Hz. Süleyman'ın ordularını tanıyıp, kendilerini nasıl korumaları gerektiğinin bilincinde olduklarını ifade etmiştik. Bu bölümde de Hz. Süleyman kıssasında ismi geçen diğer bazı canlıların benzer özelliklerine değineceğiz. (Hüdhüd) Derken uzun zaman geçmeden geldi ve dedi ki: "Senin kuşatamadığın şeyi, ben kuşattım ve sana Saba'dan kesin bir haber getirdim. Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona herşeyden verilmiştir ve büyük bir tahtı var. Onu ve kavmini, Allah'ı bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar." (Neml Suresi, 22-24) Ayetlerde görüldüğü gibi, Hüdhüd son derece şuurlu hareket eden bir varlıktır. Sebe Ülkesi'ne gitmiş, orada detaylı bir istihbarat faaliyetinde bulunmuş ve geri geldiğinde öğrendiği herşeyi son derece tutarlı yorumlarla Hz. Süleyman'a aktarmıştır. (Süleyman:) "Durup bekleyeceğiz, doğruyu mu söyledin, yoksa yalancılardan mı oldun?" dedi. "Bu mektubumla git, onu kendilerine bırak sonra onlardan (biraz) uzaklaş, böylelikle bir bakıver, neye başvuracaklar?" (Neml Suresi, 27-28) Hüdhüd'ün açıklamasının ardından Hz. Süleyman ona yeni bir görev vermiştir. Bunlar herhangi bir kuşun yapabileceği işler değildir. Burada karşımıza, Hüdhüd'ün sıradan bir kuş değil, bir cin olma ihtimali çıkmaktadır. İkinci ihtimal ise, Hüdhüd'ün bir kuş olup, cinlerin yönlendirmesiyle hareket ediyor olmasıdır. Kuşları denetledikten sonra dedi ki: "Hüdhüd'ü neden göremiyorum, yoksa kaybolanlardan mı oldu?" (Neml Suresi, 20) Ayette Hüdhüd için "kaçtı", "gitti" gibi ifadeler kullanılmamakta "kaybolanlardan olduğu" söylenmektedir. Burada kaybolma kelimesi ile dikkat çekilen, cinlerin, insanların kendilerini görebilecekleri boyuttan çıkıp, kendi boyutlarına geçmeleri ve bir anda "görünmez" hale gelmeleri olabilir. Hani ona akşama yakın, bir ayağını tırnağı üstüne diken, öbür üç ayağıyla toprağı kazıyan, yağız atlar sunulmuştu. O da demişti ki: "Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim." Sonunda bu atlar (koştular ve toz) perdesinin arkasına saklandılar. "Onları bana geri getirin" (dedi). Sonra (onların) bacaklarını ve boyunlarını okşamaya başladı. (Sad Suresi, 31-33) Ayetlerde söz edilen atların da Hüdhüd gibi "toz perdesinin arkasına saklanarak" gözden kaybolmaları dikkat çekicidir. Buradaki perde arkasında saklanma da atların cinlerden olup, insanların göremeyeceği cin alemine bir anda geçmelerine işaret olabilir. Veya bunlar gerçekten at olup, cinler tarafından yönlendiriliyor da olabilirler. Ayette geçen "... Onları bana geri getirin..." ifadesi, bu atların başkaları tarafından Hz. Süleyman'a getirildiğini açıklamaktadır ki, bunlar da cinler olabilir. Böylece onun (Süleyman'ın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkca ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azab içinde kalıp-yaşamazlardı. (Sebe Suresi, 14) Yine yukarıdaki ayette "ağaç kurdu" olarak geçen, Arapçası ise "dabbetü'l-arzi" olan canlının da bir cin olma ihtimali vardır. (En doğrusunu Allah bilir) Andolsun, Biz Süleyman'ı imtihan ettik, tahtının üstünde bir ceset bıraktık. Sonra (eski durumuna) döndü. (Sad Suresi, 34) Hz. Süleyman'ın tahtı üzerine bir deneme olarak bırakılan cesedin de bir cin cesedi olma ihtimali vardır. Ceset taht üzerine bırakılmış, sonra da bir anda cinler alemine geri alınmış olabilir. Ayette geçen "... Sonra (eski durumuna) döndü." şeklindeki ifade böyle bir olayın gerçekleştiğine işaret ediyor olabilir. Tahtın üzerine bırakılanın bir insan cesedi olup, cinler tarafından bir anda geri alınıyor olması da mümkündür. Nitekim Süleyman kıssasında cinlerden bir İfrit'in Sebe Melikesi'nin tahtını çok kısa bir sürede bir yerden bir yere getirtebileceği de ifade edilmektedir. |
Hazreti Süleyman (a.s)
HZ. SÜLEYMAN VE HZ. ZÜLKARNEYN ARASINDAKİ BENZERLİKLER
Dünyada büyük bir hakimiyet kurduğu, Kuran'da bildirilen bir diğer Müslüman lider de Hz. Zülkarneyn'dir. Hz. Süleyman'ın hayatı ile Hz. Zülkarneyn'in hayatı arasında birçok yönden büyük benzerlikler bulunmaktadır. -------------------- Yeryüzünde İktidar Sahibi Olmaları Allah Hz. Zülkarneyn'e de, aynı Hz. Süleyman'a olduğu gibi, "yeryüzünde sapasağlam bir iktidar" (Kehf Suresi, 84) vermiştir. Ayette geçen "sapasağlam" ifadesiyle hem ekonomik, hem askeri, hem de siyasi açıdan güçlü bir iktidarın önemine dikkat çekilmiş olabilir. Hz. Zülkarneyn bu gücü sayesinde doğudan batıya büyük bir coğrafyaya hakim olmuş, nizam vermiş bir liderdir. (Hz. Zülkarneyn hakkında detaylı bilgi için bkz. Kehf Suresi'nden Ahir Zamana İşaretler, Harun Yahya, 2001, Kültür Yayıncılık) -------------------- Akıllı ve İmanlı Liderler Olmaları Kuran'da Hz. Zülkarneyn'e "herşeyden bir yol (sebep)" (Kehf Suresi, 54) verildiği bildirilir. Bu ifadeyle, Hz. Zülkarneyn'in ferasetli, basiretli, herşeye çözüm bulan, akıllı bir lider olduğuna işaret edilmektedir. Hz. Süleyman da, Kuran'da, cinlerin, şeytanların yönlendirilmesinden devlet yönetimine kadar her konuda akıl örnekleri anlatılan bir peygamberdir. Hz. Zülkarneyn, kitap boyunca ihtişamını anlattığımız Hz. Süleyman gibi çok güçlü ve tüm dünyaya nam salmış bir devletin başındadır. Kuran'da diğer kavimlerin ondan yardım talebinde bulunduğu ve karmaşık gibi gözüken sorunlarına çözüm istedikleri haber verilmektedir. Yönetimi altında bulunmayan topluluklarca dahi "yeryüzünde bozgunculuğu ve fitneyi önleyen bir kişi" olarak tanınmakta, sıkıntı içinde olan halklar ona başvurmaktadırlar. Kehf Suresi'nde "iki seddin önünde, hemen hemen hiçbir sözü anlamayan" şeklinde tanıtılan bir kavmin ondan yardım istediği şöyle bildirilir: Dediler ki: "Ey Zu'l-Karneyn, gerçekten Ye'cuc ve Me'cuc, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyorlar, bizimle onlar arasında bir sed inşa etmen için sana vergi verelim mi?" (Kehf Suresi, 94) |
Hazreti Süleyman (a.s)
Üstün Askeri Güçleri
Kitabın önceki bölümlerinde detaylı olarak gördüğümüz gibi Hz. Süleyman'ın çok güçlü orduları bulunmaktadır. Neml Suresi'nde şu şekilde bildirilir: Sen onlara dön, biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil ve biz onları ordan horlanmış-aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız. (Neml Suresi, 37) Hz. Zülkarneyn'in de Hz. Süleyman gibi çok büyük bir askeri güce sahip olduğunu yine Kehf Suresi'ndeki bazı ayetlerden anlarız: … Dedik ki: "Ey Zu'l-Karneyn, (istiyorsan onları) ya azaba uğratırsın veya içlerinde güzelliği (geçerli ilke) edinirsin." Dedi ki: "Kim zulmederse biz onu azablandıracağız, sonra Rabbine döndürülür, O da onu görülmemiş bir azabla azablandırır." (Kehf Suresi, 86-87) Hz. Zülkarneyn yeryüzünde bozgunculuk çıkaran inkarcı toplulukları azaba uğratmakta, onların insanlara zulmetmelerine izin vermemektedir. Bunu da büyük askeri gücü sayesinde gerçekleştirmektedir. Bu ayetlerden, dünya hakimi olacak bir devletin çok büyük bir askeri güce sahip olması gerektiği anlaşılmaktadır. |
Hazreti Süleyman (a.s)
Adaletle Hükmetmeleri
Hz. Süleyman'ın adil yönetimini önceki sayfalarda detaylarıyla anlattık. Hz. Zülkarneyn'in uygulamalarının çok adaletli, hakkaniyetli olduğunu da Kuran'da anlatılan kıssasından anlamaktayız. Hz. Zülkarneyn'in kendisinden bozgunculuğa karşı yardım isteyen bir halka, hemen yardım etmesi bunun delillerindendir. Her iki kıssada da adil bir yönetime dikkat çekilmesi ise şunu göstermektedir: Dünyanın dört bir yanında güvenliği, huzuru, adaleti ve istikrarı sağlayabilmek için askeri ve polisiye güçle birlikte, çok güçlü bir hukuk sistemi de büyük bir önem taşır. |
Hazreti Süleyman (a.s)
Hediye Kabul Etmemeleri
Hz. Süleyman'ın Sebe Melikesi'nin gönderdiği hediyeyi kabul etmediğini ve hediyeleri getiren elçilere çok hikmetli bir karşılık verdiğini belirtmiştik. Hz. Süleyman'ın cevabı şu şekildedir: (Elçi hediyelerle) Süleyman'a geldiği zaman: "Sizler bana mal ile yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır; hayır, siz, hediyenizle sevinip öğünebilirsiniz" dedi. (Neml Suresi, 36) Hz. Zülkarneyn de yapacağı yardım karşılığında kendisine vergi vermek isteyen bu kavme şu karşılığı vermiştir: Dedi ki: "Rabbimin beni kendisinde sağlam bir iktidarla yerleşik kıldığı (güç, nimet ve imkan), daha hayırlıdır… (Kehf Suresi, 95) Hediyeyi kabul etmeyip, bu teklifi yapan kişilere tüm mülkün tek sahibinin Allah olduğunu hatırlatmaları onların samimi birer Müslüman olduklarının bir delilidir. Bu örnekler her Müslüman lider için çok önemli öğütler taşımaktadır. |
Hazreti Süleyman (a.s)
Daima Allah'a Yönelip Dönmeleri
Hz. Süleyman'ın güzel ahlak özelliklerinin anlatıldığı bölümde, onun her an Allah'a yönelip dönen, ihlas sahibi bir kul olduğunu ayetlerle açıklamıştık. Süleyman Peygamber herhangi bir başarı elde ettiğinde, bir zafer kazandığında ya da Allah'tan kendisine bir nimet verildiğinde hemen Allah'a yönelip O'nu tesbih etmekte, tüm gücün Allah'a ait olduğunu zikretmektedir. Hz. Zülkarneyn de aynı güzel ahlaka sahiptir. Söz konusu kavmi bozgunculardan korumak için yaptığı seddin etkili olması karşısında Allah'ı şöyle zikretmiştir: Böylelikle, ne onu aşabildiler, ne onu delmeye güç yetirebildiler. Dedi ki: "Bu benim Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin va'di geldiği zaman, O, bunu dümdüz eder; Rabbimin va'di haktır." (Kehf Suresi, 97-98) |
Hazreti Süleyman (a.s)
Cinlere Hükmetmeleri
Bilindiği gibi Peygamberimiz, geçmişte yeryüzünde büyük hakimiyet kurmuş iki liderin Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn olduğunu bildirmiştir. Bu durumda Hz. Süleyman'da olduğu gibi, Hz. Zülkarneyn döneminde de cinler üzerinde bir hakimiyet kurulmuş olması söz konusu olabilir. İnsanların, kendilerine karşı Hz. Zülkarneyn'den yardım istedikleri Yecüc ve Mecüc isimli kavmin de bir cin topluluğu olma ihtimali olabilir. Bu iki kıssada ve özellikle de Hz. Süleyman'la ilgili anlatılanlarda yoğun olarak cinler konusundan söz edilmesi, muhtemelen ahir zamana da işaretler içermektedir. Allah, ahir zamanda da cinleri ve şeytanları insanların hizmetine verecek olabilir. (En doğrusunu Allah bilir) |
Hazreti Süleyman (a.s)
Katran veya Erimiş Bakır Madeni Kullanmaları
Hz. Zülkarneyn, Yecüc ve Mecüc'ü, ayette "aynel kıtri" olarak geçen maddeyi kullandığı bir set inşa ederek etkisiz hale getirmiştir: "Bana demir kütleleri getirin", iki dağın arası eşit düzeye gelince, "Körükleyin" dedi. Onu ateş haline getirinceye kadar (bu işi yaptı, sonra:) dedi ki: "Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim." (Kehf Suresi, 96) "Aynel kıtri" kelime anlamı olarak "erimiş bakır madeni"nin yanı sıra "katran" manasına da gelmektedir. Kuran'da Hz. Zülkarneyn'in kullandığı "aynel kıtri"nin Hz. Süleyman'ın da emrine verildiği şöyle bildirilir: Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgara (boyun eğdirdik); erimiş bakır madenini (aynel kıtri) ona sel gibi akıttık. Onun eli altında Rabbinin izniyle iş gören bir kısım cinler vardı. Onlardan kim bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından taddırırdık. (Sebe Suresi, 12) Hem Hz. Zülkarneyn'in hem de Hz. Süleyman'ın "aynel kıtri"yi kullanması dikkat çekici bir benzerliktir. Hz. Süleyman, emrine verildiği bildirilen bu madde sayesinde kendi dönemindeki cinler ve şeytanlar üzerinde hakimiyet kurmuş olabilir. "Aynel kıtri" olarak geçen bu maddenin katran olma ihtimali vardır. Katran "gömlekleri katrandandır..." (İbrahim Suresi, 50) ayetiyle bildirildiği gibi cehennemde de bulunan bir maddedir. Ayette Hz. Süleyman'ın emrine verilen bu maddeden bahsedildikten hemen sonra, cinlerin de ona hizmet ettiğinden söz edilmesi dikkat çekicidir. Hz. Süleyman da, Hz. Zülkarneyn de cinleri kontrol altına almak için bu maddeyi kullanmış olabilirler. Bu maddenin, cinlere etki eden bir özelliği olabilir. (En doğrusunu Al |
Hazreti Süleyman (a.s)
Ahir Zamana Yönelik Müjdeler
Hz. Süleyman'ın ve Hz. Zülkarneyn'in yaşadıkları dönemlerde gerçekleşmiş olan bu dünya hakimiyeti tüm Müslümanlar için çok büyük bir müjdedir. Çünkü bu kıssalarda ahir zamana yönelik önemli işaretler bulunmaktadır. Allah'ın sınırlarını titizlikle koruyan, İslam ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak için ciddi bir çaba sarf eden ve hiçbir zorluk karşısında yılgınlık göstermeyen Müslümanlar, tarihin her döneminde mutlaka üstün geleceklerdir. Allah'ın yardımı ve desteği mutlaka onların yanında olacaktır. Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn yukarıda saydığımız özelliklerinin dünyadaki karşılığını güçlü bir hakimiyetle (ve elbette Allah'ın diğer pek çok manevi lütfu ile) almışlardır. Ahir zamanda aynı hakimiyet Allah'ın izniyle mutlaka gerçekleşecektir. Bu, Allah'ın iman edenlere bir vaadidir. Bu hakimiyeti gerçekleştirecek olanlar ise, Peygamberimizin çeşitli hadislerinde de işaret edildiği gibi, söz konusu üstün vasıfları asırlardır karakterinde taşıyan şerefli Türk Milleti olacaktır. Üç kıtaya nizam vermiş Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasçısı olan Türk Milleti, İslam ahlakını tüm dünya üzerinde hakim kılacak ve dünya halklarının özlemini çektikleri huzuru, barışı, sevgi ve neşe dolu bir dünyayı mutlaka oluşturacaktır. Adaletli, hoşgörülü, merhametli ve inanç sahibi Türk Milleti, bu görevi hakkıyla yerine getirecektir. |
Hazreti Süleyman (a.s)
KURAN’DA TARİF EDİLEN İKİ FARKLI YÖNETİM
Yönetim şekilleri hakkında Kuran'da haber verilen iki önemli örnek vardır. Bunlardan biri Sebe Melikesi'nin ülkesindeki yönetim, diğeri ise Firavun'un baskıcı yönetimidir. Hz. Süleyman'ın Güneş'e tapan Sebe Ülkesi'ni iman etmeye çağıran bir mektup yollamasının ardından gelişen olaylar, bu devletin yapısı hakkında bazı fikirler vermektedir. Sebe Melikesi'nin yanında kavmin önde gelenlerinden oluşan bir grup bulunmaktadır. Sebe Melikesi Hz. Süleyman'dan gelen mektubu okuduktan sonra bu gruba danışmaktadır. Yani bu devlette tek bir hükümdarın karar hakkı söz konusu değildir, hükümdarla birlikte devletin yönetiminde söz sahibi olan bir grup da vardır. Sebe Melikesi, yanındakilerin fikrine önem vermekte, onlar da Melike'nin otoritesine ve kişiliğine saygı göstermektedirler. Bu yönüyle, Sebe Devleti'nde demokrasi benzeri bir yönetim şekli uygulanmış olması mümkündür. Firavun'un yönetim tarzı ise ilk bakışta Sebe Devleti'ndekine benzer gibi gözükür. Onun yanında bulunan önde gelenlerin de yönetimde çok büyük bir etkiye sahip oldukları görülmektedir. Ancak bu kişiler Firavun'u yanlış yönlendirmekte, ona, fitne ve zulme sebep olacak emirler vermektedirler. Araf Suresi'nde Firavun'a şu şekilde hitap ettikleri bildirilir: Dediler ki: "Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver (vereceğin cezayı ertele), şehirlere de toplayıcılar yolla." (Araf Suresi, 111) Firavun dönemindeki yönetim tarzını oligarşi olarak tanımlamak mümkündür. Oligarşi, "azınlık yönetimi" demektir. Bir sistemde, siyasi güç sadece sınırlı bir grubun elinde ise, o sistem bir oligarşidir. Oligarşinin gücü ise çoğu zaman askeri veya maddi gücünün miktarı ile doğru orantılıdır. Oligarşide yönetici kadrosu birkaç kişiden oluşabileceği gibi daha geniş kapsamlı da olabilir. Ancak her koşulda halka oranla bu küçük bir azınlıktır. Bu kişiler halkı kendi menfaatlerine göre, keyfi olarak yönetirler. Firavun düzeni de ayetlerden görüldüğü gibi bir oligarşidir. "Firavun'a ve ileri gelen çevresine; fakat onlar büyüklendiler. Onlar, 'büyüklenen-zorba' bir topluluktu." (Müminun Suresi, 46) ayetinde bildirildiği gibi, Firavun ve çevresi de kendi isteklerini zorbalıkla yaptıran bir topluluktu. Firavun'un yanındaki danışmanlar, büyücüler ve askerlerden oluşan oligarşik sınıf, halkın Firavun sistemine bağlı kalması için onu fikri yönden egemenlik altına almış, kitlelere Firavun'un üstün bir varlık olduğu yalanını telkin etmişti. Firavun ve yakın çevresi halka zulmetmekteydi. Bunu haber veren ayet şöyledir: Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı. Çünkü Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı. (Yunus Suresi, 83) Firavun sisteminin zalimliğini gösteren çok açık başka bir kanıt da, ülkedeki insanları, ırk veya inançlarına göre "fırkalara" (zümrelere) ayırması ve bir kısmına kasıtlı olarak zulmetmesidir. Özellikle İsrailoğulları'nı hedef alan bu zulümden bir ayette şöyle söz edilir: Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır'da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı. (Kasas Suresi, 4) Araf Suresi'nin 127. ayetinde ise Firavun'un, "kahir bir üstünlüğe" sahip olduğu bildirilir. Bu kahredici üstünlük Firavun'un güçlü ordusundan kaynaklanmaktadır. Bu sistemin ne kadar gelişmiş ve gücün ne kadar büyük olduğunu Firavun'un askerlerine verdiği emirlerden anlayabiliriz: Bunun üzerine Firavun da şehirlere (askerler) toplayıcılar gönderdi. (Şuara Suresi, 53) Dediler ki: "Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver, şehirlere de toplayıcılar yolla." (Araf Suresi, 111) Yukarıdaki ayetlerin de işaret ettiği gibi, Firavun çok baskıcı bir devlet mekanizmasına ve özellikle istihbarat sistemine sahipti. Öyle ki; belli bir hiyerarşi içinde ülkenin en ücra köşelerini bile denetleyebiliyordu. Bu denetim, Firavun yönetiminin katı disiplinini ve baskıcı uygulamalarını da göstermekteydi. Sebe Melikesi'nin Hz. Süleyman ile görüştükten sonra, Allah'a iman ettiğini ve Hz. Süleyman'a tabi olduğunu belirtmesi ise, Sebe Ülkesi'nde bu tarz bir baskının söz konusu olmadığına bir işaret olabilir. Sebe Melikesi'nin bu sözleri Kuran'da şöyle bildirilir: ... Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum." (Neml Suresi, 44) Sebe Devleti'nin yönetim şekli, ayetlerden de anlaşıldığı gibi, dönemin şartlarına göre "demokratik" ruha sahip bir sistemdir. Firavun sisteminin aksine, insanlar üzerinde bir baskı mevcut değildir. Devlet yönetiminde en önemli kararların dahi istişare ile alındığı, devlet kademeleri arasında uyum ve işbirliğinin sağlandığı, karşılıklı hoşgörünün, vicdan özgürlüğünün yaşandığı, hakların gözetildiği bir modeldir. Allah bizlere Firavun ve Sebe kıssalarındaki farklı sistemleri açıklayarak, hem din ahlakına şiddetle karşı olan bir sistemi, hem de din ahlakına yatkın bir toplum yapısının temel esaslarını öğretmektedir. |
Hazreti Süleyman (a.s)
SEBE HALKININ UĞRADIĞI SON
Sebe Devleti'nin çok güçlü ordulara sahip olduğundan çeşitli ayetlerde bahsedilir. Sebe ordusunun komutanlarının Kuran'da aktarılan bir ifadesi, bu ordunun son kararı Sebe Melikesi'ne bıraktığını göstermektedir. Komutanlar, Sebe'nin kadın yöneticisine (Melikesi'ne) şöyle derler: ... Biz kuvvet sahibiyiz ve zorlu savaşçılarız. İş konusunda karar senindir, artık sen bak, neyi emredersen (biz uygularız). (Neml Suresi, 33) Ancak Sebe Devleti'nin bu askeri gücü onlara hiçbir fayda sağlamamış ve peygamberlerinin uyarılarını dinlemeyen ve Allah'ın nimetlerine nankörlük eden Sebe halkı, nesiller sonra korkunç bir sel felaketiyle cezalandırılmıştır. Kuran'da Sebe halkının yaşadığı yerler şöyle tarif edilmektedir: Andolsun, Sebe' (halkı)nın oturduğu yerlerde de bir ayet vardır. (Evleri) Sağdan ve soldan iki bahçeliydi. (Onlara demiştik ki:) "Rabbinizin rızkından yiyin ve O'na şükredin. Güzel bir şehir ve bağışlayan bir Rabb(iniz var)." (Sebe Suresi, 15) Yukarıdaki ayetlerde de vurgulandığı gibi, Sebe halkı, estetik yönüyle çarpıcı, bereketli bağ ve bahçeleri olan bir toprakta yaşıyordu. Ticaret yolları üzerinde bulunan ve bu nedenle de refah düzeyi oldukça yüksek olan Sebe Ülkesi, dönemin en gözde beldelerinden biriydi. Hayat şartlarının ve ortamın böyle olumlu olduğu ülkede Sebe halkına düşen, ayette bildirildiği gibi "Rablerinin rızkından yemek ve O'na şükretmek"ti. Ama öyle yapmadılar ve nankörlerden oldular. Ayetlerde Sebe halkının tavrı şu şekilde haber verilir: Ancak onlar yüz çevirdiler, böylece Biz de onlara Arim selini gönderdik. Ve onların iki bahçesini, buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde az bir şey de sedir ağacı olan iki bahçeye dönüştürdük. Böylelikle nankörlük etmeleri dolayısıyla onları cezalandırdık. Biz (nimete) nankörlük edenden başkasını cezalandırır mıyız? (Sebe Suresi, 16-17) Sebe halkı, başarılarını ve zenginliklerini kendi çabalarının bir sonucu sandılar. Yüz çevirmelerinin karşılığını ise ayette bildirildiği gibi büyük bir selle aldılar ve helak oldular. Bu Allah'ın inkar eden tüm kavimlere verdiği İlahi bir karşılıktır. Allah'ın nimetlerine nankörlük eden, elçilerin gösterdiği hidayet yoluna uymayan ve gönderilen kitapları inkar eden her halk, mutlaka bu yaptıklarının karşılığını hem dünyada hem de ahirette alacaktır. Bu adetullahın (Allah'ın kanununun) bir sonucudur. Allah Hud Suresi'nde şu şekilde buyurmaktadır: Bunlar, sana doğru haber (kıssa) olarak aktardığımız (geçmişteki) nesillerin haberleridir. Onlardan kimi ayakta kalmış, (hala izleri var, kimi de) biçilmiş ekin (gibi yerlebir edilmiş, kalıntısı silinmiş) dir. Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmettiler. Böylece Rabbinin emri geldiği zaman, Allah'ı bırakıp da taptıkları ilahları, onlara hiçbir şey sağlayamadı, 'helak ve kayıplarını' arttırmaktan başka bir işe yaramadı. (Hud Suresi, 100-101) |
Hazreti Süleyman (a.s)
Arim Seli İle Helak Olan Sebe Kavmi
Tarihi kaynaklara göre Sebe halkı, Güney Arabistan'da yaşamış olan dört büyük uygarlıktan birisidir. Sebe halkı, tarihte medeni bir kavim olarak bilinmişlerdir. Bu kavmin en önemli eserlerinden olan Marib Barajı da, ulaştıkları teknolojik seviyenin önemli göstergelerindendir. Sebeliler daha uygarlıklarını kurma aşamasındayken buraya bir baraj inşa etmiş, sulama yapmaya başlamış ve bu baraj sayesinde de çok ileri bir refah seviyesine kavuşmuşlardı. Marib'deki bu barajın yüksekliği 16 metre, genişliği 60 metre ve uzunluğu da 620 metreydi. Hesaplara göre baraj aracılığıyla sulanabilen toplam alan 9.600 hektardı ki, bunun 5.300 hektarı güney, geri kalanı ise kuzey ovasına aitti. Bu iki ova, Sebe kitabelerinde bazen "Marib ve iki ova" diye anılırdı.1 İşte Kuran'daki "sağdan ve soldan iki bahçe" ifadesi, muhtemelen bu iki vadideki gösterişli bağ ve bahçelere işaret eder. Bu baraj ve sulama tesisleri sayesinde bölge, Yemen'in en iyi sulanan ve en verimli kesimi olarak ün yapmıştı. Bu baraj, MS 5 ve 6. yüzyıllarda geniş çaplı onarımlar görmüştü. Ancak bu onarımlar barajın MS 542 yılında yıkılmasını önleyemedi. Bu tarihte yıkılan baraj, Kuran'da bahsedilen "Arim seli"ne yol açmış ve büyük tahribata neden olmuştu. Sebe halkının yüzlerce seneden beri işletmekte olduğu bağları, bahçeleri ve tarım alanları tamamen yok olmuştu. Barajın yıkılmasından sonra Sebe kavminin de hızlı bir gerileme sürecine girdiği görülmektedir; barajın yıkılmasıyla başlayan bu sürecin sonunda Sebe Devleti'nin de sonu gelmiştir. Bu tarihsel gerçekler ışığında Kuran ayetlerini incelediğimiz zaman, ortada çok büyük bir uyum olduğunu görürüz. Arkeolojik bulgular ve tarihsel gerçekler, Kuran'da yazanlara işaret etmektedir. Kuran'da Sebe kavmine gönderilen azaptan "Seyl-ül Arim" yani "Arim seli" olarak bahsedilmektedir. Kuran'da geçen bu ifade, aynı zamanda bu selin meydana geliş şeklini göstermektedir. Zira "Arim" kelimesinin bir anlamı da baraj ya da settir. Dolayısıyla "Seyl-ül Arim" ifadesi de, setin yıkılması sonucunda meydana gelen bir sele işaret etmektedir. "Kutsal Kitap Doğruyu Söyledi" (Und Die Bibel Hat Doch Recht) kitabının yazarı Alman arkeolog Werner Keller de, Arim selinin Kuran'a uygun olarak gerçekleştiğini kabul ederek şöyle yazar: "Böyle bir barajın olması ve yıkılarak şehri tamamen harap etmesi, Kuran'daki bahçe sahipleriyle ilgili verilen örneğin gerçekten de meydana geldiğini kanıtlıyor." 2 Sebe halkının yaşadığı ve artık tümüyle ıssız bir harabe konumuna gelmiş olan Marib, şüphesiz, Sebe halkıyla aynı hatayı işleyen tüm insanlar için bir ibrettir. Onlar Allah'ın nimetlerine nankörlük edip zalimlerden olmalarının karşılığını bu felaket ile almış, sahip oldukları tüm zenginliklerini bir anda kaybetmişlerdir. (Detaylı bilgi için Bkz. Kavimlerin Helakı, 6. Baskı, Harun Yahya, 2001, Vural Yayıncılık |
Hazreti Süleyman (a.s)
ESKİ AHİT’TE HZ. SÜLEYMAN
Kitap boyunca Hz. Süleyman'ın birçok özelliğinin yanı sıra üstün sanat anlayışının ve zenginliğinin de üzerinde durduk. Onun her göreni hayran bırakan sarayından, emrinde çalışan cin ve şeytanları kullanarak yaptığı sanatsal çalışmalardan bahsettik. Aralarında bina ustalarının ve dalgıçların bulunduğunu, emrindeki şeytanların, Kuran'da bildirildiği üzere "kaleler, heykeller, havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar" yaptıklarını anlattık. Daha önce de belirttiğimiz gibi Allah Hz. Süleyman'ı -aynı babası Hz. Davud gibi- İsrailoğulları'na peygamber olarak göndermiştir. Hz. Süleyman onları Allah'ın ayetleriyle uyarmış, güzel ahlaklı olmaya davet etmiştir. Bu nedenle, İsrailoğulları'nın kitabı olan Eski Ahit'te de Hz. Süleyman hakkında pek çok bilgi yer almaktadır. Öncelikle Eski Ahit'in yapısını açıklamak gerekir. Eski Ahit, Hz. Musa'ya verilen Tevrat'ı, Hz. Davud'a verilen Zebur'u (Mezmurlar) ve çeşitli Yahudi peygamberleri tarafından yazıldığı kabul edilen veya onların hayatını anlattığı kabul edilen yazıları içeren bir kitaplar bütünüdür. Yahudiler tüm Eski Ahit'e inanırlar. Hıristiyanlar ise hem Eski Ahit'e hem de ona ilave olarak "Yeni Ahit" adını verdikleri ve Hz. İsa hakkındaki "İncil" adlı dört kitabın ve diğer bazı mektupların bulunduğu ikinci bir kitaplar bütününe inanırlar. Ancak Kuran'a göre, Tevrat, Zebur ve İncil, Allah'ın vahyinden sonra insanlar tarafından tahrif edilmişdir. Bu tahrifat nedeniyle mevcut Eski Ahit ve Yeni Ahit'e birer İlahi kelam olarak değil, içinde hak kısımlar bulunma ihtimali olan, ancak bunun yanında çeşitli efsane ve hurafeler de içeren kaynaklar olarak bakmak gerekir. Dolayısıyla Eski Ahit'ten, daha ziyade tarihsel bir kaynak olarak yararlanmak doğru olur. Bu tarihsel kaynağın doğruluğunu ise Kuran'a mutabık olup olmamasına göre anlayabiliriz. Hz. Süleyman'ın hayatının aktarıldığı Eski Ahit kitaplarındaki açıklamalarda ise pek çok tarihi bilgi bulmak mümkündür. Bunlar arasında özellikle de Hz. Süleyman'ın dünya üzerindeki güçlü hakimiyetinin, üstün hikmet sahibi bir kul olduğunun, Allah'a olan güçlü imanının anlatıldığı açıklamalar Kuran'la son derece mutabıktır. Eski Ahit'te Hz. Süleyman'ın krallığının Nil ve Fırat Nehirleri arasında kalan toprakları içerdiği yazılıdır ki, o dönemde dünyanın ekonomik ve kültürel merkezi olan Mezopotamya'da bu kadar geniş bir alana hakim olmak, dahası Sebe örneğinde olduğu gibi civar ülkeleri yönlendirecek bir güç göstermek, elbette çok büyük bir siyasi iktidarın işaretleridir. Bunun yanısıra Eski Ahit'te Hz. Süleyman'ın zenginliği ile ilgili verilen bilgiler de son derece dikkat çekicidir. Onun sarayının yapılışı, yardım aldığı kişiler, sarayını yaparken kullandığı malzemeler hakkındaki detaylar ve sarayın büyüklüğü ile ilgili bilgiler şu şekildedir: |
Hazreti Süleyman (a.s)
Hz. Süleyman Allah'ın Dilemesiyle Büyük Bir Ev Yapmıştır
Allahım Rabbin ismine bir ev yapacağım... Ve yapmak üzre olduğum ev büyüktür... (2. Tarihler, Bab 2/2-5) Ve işte, bana bol kereste hazırlasınlar diye kullarım senin kullarınla beraber olacaklar; çünkü yapacağım ev büyük ve şaşılacak bir şey olacaktır. (2. Tarihler, Bab 2/9) Ve tunçtan bir mezbah yaptı; uzunluğu yirmi arşın (4 arşın 1.78 metreye denk gelmektedir), ve genişliği yirmi arşın, ve yüksekliği on arşın. (2. Tarihler, Bab 4/1) Ve kıral Süleyman'ın Rab için yaptığı evin uzunluğu altmış arşın, ve genişliği yirmi, ve yüksekliği otuz arşındı. Ve evin mabedi önünde olan eyvanın (teras) uzunluğu evin genişliğine göre yirmi arşındı; ve onun genişliği evin önünde on arşındı. Ve ev için kafesle kapalı pencereler yaptı. Ve evin duvarı etrafına bitişik, hem mabedin, ve hem de iç odanın etrafındaki evin duvarlarına bitişik katlar yaptı; ve etrafında yan odalar yaptı. Alt kat beş arşın genişliğinde, ve orta kat altı arşın genişliğinde, ve üçüncüsü yedi arşın genişliğinde idi; çünkü kirişler evin duvarını tutmasın diye evin duvarı etrafında dış tarafta omuzlar bıraktı. (1. Krallar, Bab 6/2-6) |
Hazreti Süleyman (a.s)
Evin Yapımında Hünerli İşçilerle Çalışmıştır
Ve şimdi, babam Davud'un hazırlamış olduğu, Yahudada ve Yeruşalimde yanımda bulunan hünerli adamlarla beraber olmak üzre bana bir adam gönder, altın, ve gümüş, ve tunç, ve demir, ve erguvanî, ve kırmızı, ve lâcivert işlerinde hünerli olsun, ve her türlü oyma işlerini oyabilsin. Ve bana Libnandan erz ağacı, ve servi, ve sandal ağacı gönder; çünkü bilirim ki, senin kulların Libnandan kereste kesmeği bilirler. (2. Tarihler, Bab 2/7-8) |
Hazreti Süleyman (a.s)
Oyma İşlerinde Çeşitli Ağaçları Kullanmışlardır
Ve ev yapılmakta iken, taş ocağında hazırlanmış taştan yapıldı; ve yapılırken evin içinde ne çekiç, ne balta, ne de demir bir âlet sesi işitilmedi. Orta yan odaların kapısı evin sağ tarafında idi; ve dolambaçlı merdivenle orta kata, ve orta kattan üçüncüye çıkarlardı. Evi böyle yaptı, ve onu bitirdi; ve evi erz ağaçlarından kirişler ve kalın tahtalarla örttü. Ve bütün eve bitişik katları her birinin yüksekliği beş arşın olarak yaptı, ve onları erz ağacı kerestesile eve bağladı. (1. Krallar, Bab 6/7-10) Ve iç odada her biri on arşın yüksekliğinde zeytin ağacından iki kerubi (Kerubiler Yahudi inancına göre Sfenkse benzeyen, aslan vücutlu, insan başlı, kanatlı meleklerdir) yaptı. Ve kerubinin bir kanadı beş arşındı, ve kerubinin obir kanadı beş arşındı; bir kanadının ucundan obirinin ucuna kadar on arşındı. Ve obir kerubi on arşındı; her iki kerubi bir ölçüde ve bir biçimde idi. Bir kerubinin yüksekliği on arşındı, obir kerubininki de böyle idi. Ve kerubileri iç evin içine koydu; ve kerubilerin kanatları gerilmişti, şöyle ki, birinin kanadı bir duvara, ve obir kerubinin kanadı obir duvara değiyordu; ve kanatları evin ortasında birbirlerine değiyorlardı. Ve kerubileri altınla kapladı. (1. Krallar, Bab 6/23-28) Ve içerde ve dışarda çepçevre evin bütün duvarlarına kabartma şekiller, kerubiler, ve hurma ağaçları, ve açılmış çiçekler oydu. Ve içerde ve dışarda evin döşemesini altınla kapladı. Ve iç odanın girilecek yerine zeytin ağacından kapı kanatları yaptı; üst eşikle kapı süveleri duvarın beşte biri idi. Böylece zeytin ağacından iki kapı kanadı yaptı; ve üzerlerine kabartma kerubiler, ve hurma ağaçları, ve açılmış çiçekler oydu, ve onları altınla kapladı; ve altını kerubilerle hurma ağaçları üzerine döşedi. Mabedin girilecek yerine de zeytin ağacından duvarın dörtte biri olmak üzre kapı süveleri (çerçeve) , ve servi ağacından iki kapı kanadı yaptı; ve bir kanat iki parçadan olup katlanırdı, ve obir kanat iki parçadan olup katlanırdı. Ve üzerlerine kerubiler, ve hurma ağaçları, ve açılmış çiçekler oydu; ve oyma işine uydurulmuş altınla onları kapladı. Ve iç avluyu üç sıra yonulmuş taşla, ve bir sıra erz ağacı kiriş ile yaptı. (1. Krallar, Bab 6/29-36) Ve Süleyman on üç yıldır kendi evini yapıyordu, ve bütün evini bitirdi. Ve Libnan ormanı evini yaptı; uzunluğu yüz arşın, ve genişliği elli arşın, ve yüksekliği otuz arşın olarak, direkler üzerinde erz ağacı kirişler olmak üzre erz ağacından dört sıra direkler üzerinde idi. Ve direklerin üstünde olan kırk beş kirişin üzeri erz ağacı ile örtülü idi; bir sırada on beş. Ve kirişler üç sıra idi, ve pencere pencereye karşı idi, üç kat. Ve bütün kapılar ve süveler kirişlerle dört köşeli yapılmıştı; ve pencere pencereye karşı idi, üç kat. Ve direkler eyvanını yaptı; uzunluğu elli arşın, ve genişliği otuz arşındı; ve önlerinde bir eyvan; ve önlerinde direkler ve eşik vardı. Ve taht eyvanını, orada hüküm vereceği hüküm eyvanını yaptı; ve döşemeden tavana kadar erz ağacı ile kaplı idi. Ve kendi oturacağı ev, eyvanın iç tarafındaki avlu da, aynı yapıda idi... (1. Krallar, Bab 7/1-8) |
Hazreti Süleyman (a.s)
Yanında On Binlerce İnsan Çalışmıştır
... Ve Süleyman, babası Davudun İsrail diyarında olan bütün garipleri saydığı sayıdan sonra onları saydı; ve yüz elli üç bin altı yüz kişi bulundular. Ve onlardan yük taşıyan yetmiş bin, ve dağlarda taş kesen seksen bin, ve kavmi işletmek için iş başı olarak üç bin altı yüz kişi koydu. (2. Tarihler, Bab 2/17-18) Ve kıral Süleyman bütün İsrail'den angaryacılar topladı; ve angaryacılar otuz bin adamdı. Ayda on bin adam olmak üzre bunları sıra ile Libnana gönderdi; bir ay Libnanda, ve iki ay evde kalırlardı; ve angaryacıların başında Adoniram vardı. Ve Süleymanın yük taşıyan yetmiş bin, ve dağlarda taş kesen seksen bin adamı, bunlardan başka Süleymanın işte çalışan kavmin üzerine hükmeden, işin başında bulunan üç bin üç yüz baş kâhyaları vardı. Ve kıral emretti, ve onlar evin temelini yonulmuş taşla atmak için büyük taşlar, değerli taşlar kestiler. (1. Krallar, Bab 5/13-17) |
Hazreti Süleyman (a.s)
Hz. Süleyman'ın Yaptığı Evin Temeli
... Ve Allah evinin yapılması için Süleymanın attığı temeller şunlardır. Uzunluğu arşınla, eski ölçüye göre, altmış arşın, ve genişliği yirmi arşın. Ve evin önünde olan eyvanın uzunluğu, evin genişliğine göre, yirmi arşın ve yüksekliği yüz yirmi... (2. Tarihler, Bab 3/2-4) |
Hazreti Süleyman (a.s)
Evin Hem Dışı Hem de İçi Halis Altınla, Tunçla ve Değerli Taşlarla Kaplanmıştır
... Ve onu içerden halis altınla kapladı. Ve büyük eve servi ağaçlarından tavan yapıp onu saf altınla kapladı; ve onun üstüne kabartma hurma ağaçları ve zincirler işledi. Ve güzel olsun diye, evi değerli taşlarla süsledi; ve altın Parvaim altını idi. Ve evi, kirişlerini, eşiklerini, ve duvarlarını, ve kapılarını altınla kapladı; ve duvarlara kerubiler oydu. Ve kudsülakdas evini yaptı; onun uzunluğu evin genişliğine göre yirmi arşındı, ve genişliği yirmi arşın; ve onu altı yüz talant kadar saf altınla kapladı. Ve çivilerin ağırlığı elli sekel altındı. Ve yukarı odaları altınla kapladı. (2. Tarihler, Bab 3/4-9) Ve Süleyman evi içerden halis altınla kapladı; ve iç odanın önüne altın zincirler çekti; ve onu altınla kapladı. Ve bütün evi altınla, bütün evi tamamen kapladı; iç odanın bütün mezbahını da altınla kapladı. (1. Krallar, Bab 6/21-22) Ve bütün kuvvetimle Allahımın evi için, altın şeyler için altın, ve gümüş şeyler için gümüş, ve tunç şeyler için tunç, demir şeyler için demir, ve ağaç şeyler için ağaç; akik taşları, ve kakılacak taşlar, ziynet taşları, ve çeşit çeşit renkli taşlar, ve her türlü değerli taşlar, ve pek çok mermer taşları hazırladım. Ve bundan başka, mukaddes ev için hazırlamış olduğum herşeyden fazla olarak, mademki altın ve gümüş hazinem vardır, Allahımın evine olan sevgim uğruna onu, Ofir altınından üç bin talant altını, ve evlerin duvarlarını kaplamak için yedi bin talant saf gümüşü; altın şeyler için altını, ve gümüş şeyler için gümüşü, sanatkarlar elile de yapılacak bütün işler için veriyorum... (1. Tarihler, Bab 29/2-5) Ve Süleyman Allahın evindeki bütün kapları, ve altın mezbahı, ve üzerinde huzur ekmeği bulunan sofraları; ve usule göre iç odanın önünde yanmak üzre halis altından kandiller ile beraber şamdanları; ve altından (bu da tam altından) çiçekleri, ve kandilleri, ve maşaları; ve halis altından makasları, ve leğenleri, ve kaşıkları, ve tablaları yaptı. Ve evin girilecek yerine gelince, onun, kudsülakdasa açılan iç kapı kanatları, ve evin, mabedin kapı kanatları altın idi. (2. Tarihler, Bab 4/19-22) ... Ve babası Davudun tahsis ettiği şeyleri, gümüşü ve altını, ve bütün takımları Süleyman içeri getirdi, ve onları Allah evinin hazinelerine koydu. (2. Tarihler, Bab 5/1) Bunların hepsi, içerden ve dışardan, temelden dama kadar, testere ile kesilmiş, yonulmuş, ölçüye göre taştan, değerli taştandı; dışardan büyük avluya kadar da böyle idi. Ve temel değerli taşlardan, büyük taşlardan, on arşınlık ve sekiz arşınlık taşlardandı. Ve üstünde ölçüye göre değerli taşlar, yonulmuş taş ve erz ağacı vardı. RAB evinin iç avlusunda, ve evin eyvanında olduğu gibi büyük avlunun da çevresinde üç sıra yonulmuş taş ve bir sıra erz ağacı kirişleri vardı. (1. Krallar, Bab 7/9-12) Ve tunçtan on ayaklık yaptı; bir ayaklığın uzunluğu dört arşın, ve genişliği dört arşın, ve yüksekliği üç arşındı. Ve ayaklıkların işi şu biçimdi: yan levhaları vardı; ve pervazlar arasında yan levhaları vardı; ve pervazlar arasında olan yan levhalarında aslanlar, öküzler, ve kerubiler vardı; ve yukarı pervazlar da böyle idi; ve aslanların ve öküzlerin altında sarkık çelenkler işlenmişti. Ve her ayaklığın dört tunç tekerleği, ve tunç dingilleri vardı; ve onun dört ayağının omuzları vardı; her birinin yanında çelenkler olarak omuzlar kazanın altında dökülmüştü. Ve onun ağzı başlığın içinde ve yukarıda bir arşındı; ve ayaklık işine göre ağzı değirmi (yuvarlak), bir buçuk arşındı; ve ağzında da oymalar vardı, ve onların yan levhaları yuvarlak değil dört köşeli idi. Ve dört tekerlek yan levhaları altında idi; ve tekerleklerin dingilleri ayaklıkta idi; ve bir tekerleğin yüksekliği bir buçuk arşındı. Ve tekerleklerin işi araba tekerleği işi gibi idi; dingilleri ve ispitleri, ve parmakları ve başlıklarının hepsi dökme idi. Ve her ayaklığın dört köşesinde dört omuz vardı, ayaklığın omuzları kendisindendi. Ve ayaklığın başında yarım arşın yüksekliğinde yuvarlak bir şekil vardı; ve ayaklığın başındaki kollar ve yan levhaları kendisindendi. Ve her birinin genişliğine göre kollarının düz yerlerine, ve yan levhalarına, kerubiler, aslanlar, ve hurma ağaçları, ve çepçevre çelenkler oydu. Böylece on ayaklığı yaptı; hepsinin dökümü bir, ölçüsü bir, ve biçimi birdi. (1. Krallar, 7. Bab/27-37) |
Hazreti Süleyman (a.s)
Heykeltıraşlar Evi Süslediler
Ve kudsülakdas evinde heykeltıraş işi iki kerubi yaptı; ve onları altınla kapladılar. Ve kerubilerin kanatları yirmi arşın uzunluğunda idi; kerubinin bir kanadı ben arşındı, evin duvarına erişiyordu; ve obir kanat da beş arşındı, obir kerubinin kanadına erişiyordu. Öteki kerubinin de kanadı beş arşındı, evin duvarına erişiyordu; ve obir kanat da beş arşındı, öteki kerubinin kanadına yetişiyordu. Bu kerubilerin kanatları yirmi arşın yayılıyorlardı; ve kerubiler ayakta duruyorlardı, ve yüzleri eve doğru çevrilmişti. Ve perdeyi lâcivertten, ve erguvaniden, ve kırmızıdan, ve ince ketenden yaptı, ve üzerine kerubiler işledi. (2. Tarihler, Bab 3/10-14) |
Hazreti Süleyman (a.s)
Çok Büyük ve İhtişamlı Kazanlar, Şamdanlar Yaptılar
Ve on kazan yaptı, ve onlarda yıkanmak için beşini sağa ve beşini sola koydu; yakılan takdime olacak şeyleri onların içinde yıkarlardı; fakat deniz kâhinlerin yıkanması içindi. (2. Tarihler, Bab 4/6) Ve on altın şamdanı kanunlarına göre yaptı; ve beşi sağda ve beşi solda olarak onları mabede koydu. Ve on masa yaptı, ve beşi sağda ve beşi solda olarak onları mabede koydu. Ve altından yüz leğen yaptı. Ve kâhinlerin avlusunu, ve büyük avluyu, ve avlunun kapılarını yaptı, ve onların kapılarını tunçla kapladı. Ve denizi evin sağına, şark tarafına, cenuba doğru koydu. (2. Tarihler, Bab 4/7-10) Ve tunçtan on kazan yaptı; bir kazan kırk bat (37 litreye denk gelir) alırdı; ve her kazan dört arşındı; ve on ayaklığın üstünde birer kazan vardı. Ve beşi evin sağ tarafında ve beşi evin sol tarafında olarak ayaklıkları koydu; ve denizi evin sağına gündoğusu tarafına, cenuba doğru koydu. (1. Krallar, Bab 7/ 38-39) |
Hazreti Süleyman (a.s)
Savaş Kalkanları Dahi Altından Yapılmıştı
... Ve bütün Arap ili kıralları, ve memleketin valileri Süleymana altın ve gümüş getirdiler. Ve kıral Süleyman dövme altından iki yüz büyük kalkan yaptı; bir büyük kalkana altı yüz şekel dövme altın gitti. Ve dövme altından üç yüz küçük kalkan yaptı; bir kalkana üç yüz şekel altın gitti; ve kıral bunları Libnan ormanı evine koydu. (2. Tarihler, Bab 9/14-16) Ve kıral Süleyman dövme altından iki yüz büyük kalkan yaptı: bir büyük kalkana altı yüz şekel altın gitti. Ve dövme altından üç yüz küçük kalkan yaptı; bir kalkana üç mına (1 mına yaklaşık 983 grama denk gelir) altın gitti; ve kıral bunları Libnan ormanı evine koydu. (1. Krallar, Bab 10/16-17) |
Hazreti Süleyman (a.s)
Hz. Süleyman'ın Tahtı
... Ve kıral fil dişinden büyük bir taht yaptı, ve onu halis altınla kapladı. Ve tahtın altı basamağı, ve bir altın ayak iskemlesi vardı, ve bunlar tahta bağlı idiler, ve oturacak yerin her iki tarafında kollar vardı, ve kolların yanında iki aslan duruyordu. Ve altı basamak üzerinde, iki tarafında, on iki aslan duruyorlardı; hiçbir ülkede böyle şey yapılmamıştı. (1. Kırallar, Bab 9/17-19) Ve kıral fil dişinden büyük bir taht yaptı, ve onu saf altınla kapladı. Tahtın altı basamağı vardı, ve arka taraftan tahtın başı yuvarlaktı; ve oturulacak yerde iki taraftan kollar vardı, ve kolların yanında iki aslan duruyordu. Ve altı basamak üzerinde iki tarafta on iki aslan duruyorlardı; hiçbir ülkede böyle şey yapılmamıştır. (1. Krallar, Bab 10/18-20) Kıral Süleyman, Libnan ağaçlarından Kendine bir tahtırevan yaptı. Direklerini gümüşten yaptı, Tabanını altından, oturacak yerini erguvaniden... (Neşideler Neşidesi, Bab 3/9-10) |
Hazreti Süleyman (a.s)
Hz. Süleyman'ın Sofrası
Ve kıral Süleymanın içme kapları hep altından, ve Libnan ormanı evinin bütün kapları halis altındandı; Süleymanın günlerinde gümüş bir şeyden sayılmazdı. (2. Tarihler, Bab 9/20) Ve Süleyman evinin bir günlük yiyeceği otuz ölçek (1 ölçek 13 litredir) ince un, ve altmış ölçek un, on besili öküz, ve otlaklardan yirmi öküz, ve geyikler, ve ceylanlar, ve sığırlar, ve semiz tavuklardan başka yüz koyundu. (1. Krallar, Bab 4/22-23) Ve o kâhyalar kıral Süleyman için, ve kıral Süleymanın sofrasına gelenlerin hepsi için, her biri kendi ayında azık tedarik ederlerdi; bir şey eksik etmezlerdi. (1. Krallar, Bab 4/27) Ve Süleymanın bütün hikmetini, ve yaptığı evi, ve sofrasının yemeğini, ve kullarının oturuşunu, ve hizmetçilerinin duruşunu, ve onların esvaplarını, ve sakilerini, ve RABBIN evine çıktığı merdiveni Seba kıraliçası gördüğü zaman artık kendisinde can kalmadı. (1. Krallar, Bab 10/4-5) |
Hazreti Süleyman (a.s)
Hz. Süleyman'ın Atları
Ve atlarla cenk arabaları için Süleymanın dört bin ahırı vardı, ve on iki bin atlısı vardı, onları araba şehirlerine, ve kıralın yanına, Yeruşalime koydu. Ve Irmaktan Filistîler diyarına, ve Mısır sınırına kadar, bütün kırallar üzerine hükmetti. Ve kıral gümüşü Yeruşalimde taş değerine indirdi, ve erz ağaçlarını çoklukça Sefeladaki cemiz ağaçları gibi etti. Ve Mısırdan ve bütün memleketlerden Süleyman için atlar getirdiler. (2. Tarihler, Bab 9/25-28) ... Ve Süleyman'ın cenk arabaları için kırk bin ahır bölüğünde atları vardı ve on iki bin atlısı vardı. (1. Krallar, Bab 4/26) Ve Süleyman cenk arabaları ile atlılar topladı; ve kendisinin bin dört yüz arabası, ve on iki bin atlısı vardı; onları araba sehirlerine, ve Yeruşalime kıralın yanına koydu. Ve kıral gümüşle altını Yerusalimde taş mertebesine indirdi, ve erz ağaçlarını çoklukça Sefeladaki cemiz ağaçları gibi etti. Ve Süleymanın atları Mısırdan getirilirdi; kıralın tüccar takımı onları sürü ile bir bedele alırlardı. Ve bir cenk arabasını altı yüz, ve bir atı yüz elli şekel gümüşe, Mısırdan çıkarıp getirirlerdi; ve bütün Hittî kıralları için, ve Suriye kıralları için de böylece onların elile getirilirdi. (2. Tarihler, Bab 1/14-17) |
Hazreti Süleyman (a.s)
Eski Ahit'in Süleyman'ın Meselleri Bölümü'nden Açıklamalar
Eski Ahit'te yer alan Süleyman'ın Meselleri bölümünün, Hz. Davud'un Hz. Süleyman'a verdiği öğütleri içerdiği öne sürülmektedir. Elbette Eski Ahit tahrif edilmiş bir kitaptır ve bu kitapta yer alan açıklamaları Allah'tan gelen birer vahiy olarak kabul etmek mümkün değildir. Her ne kadar içinde tahrif edilmemiş bölümler olma ihtimali olsa da biz bu açıklamaları ancak güzel sözler olarak değerlendirebiliriz. Bu bakış açısıyla yaklaşıldığında, söz konusu bölümde Kuran'a mutabık çok sayıda güzel söz ve öğüdün bulunduğu görülmektedir. Güzel söz her nerede olursa olsun kabul etmek uygun olacağı için bu bölümde, Eski Ahit'teki Kuran ayetleriyle anlam açısından uygunluk gösteren bazı kısımlara yer verilmektedir. |
Hazreti Süleyman (a.s)
Tebliği Dinlemeyenler
Mademki ben çağırdım, ve siz çekindiniz; Elimi uzattım, ve bakan olmadı; Ve öğüdümün hepsini hiçe saydınız, Tedibimi de istemediniz; Ben de felâketinizde güleceğim; Size korku gelince, Üzerinize korku bir fırtına gibi gelince, Felâketiniz bir kasırga gibi gelince, Üzerinize sıkıntı ve kaygı gelince, istihza edeceğim. O zaman beni çağıracaklar, fakat cevap vermiyeceğim; Beni erken arayacaklar, fakat beni bulmayacaklar. Çünkü bilgiden nefret ettiler Ve Rab korkusunu seçmediler, Benim öğüdümü istemediler, Tedibimin hepsini hor gördüler; Bunun için kendi yollarının semeresinden yiyecekler, Ve kendi düzenlerine doyacaklar. Bön adamların döneklikleri kendilerini öldürecektir, Ve akılsızların kaygısızlığı kendilerini yok edecektir. Fakat beni dinliyen emniyette oturacaktır, Ve kötülükten korkusu olmayıp rahat bulacaktır. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 1, 24-33) |
Hazreti Süleyman (a.s)
Güzel Ahlaka Dair
İyiliğe hakkı olan adamlara, Elinden gelince iyiliği esirgeme. Yanında varken komşuna: Git de tekrar gel, Ve yarın vereyim, deme. Komşun yanında emniyette otururken, Onun için şer kurma. Sana karşı şer yapmadı ise, Bir adamla boş yere çekişme. Zorba adama imrenme, Ve onun yollarından hiçbirini seçme... Fakat Rabbin dostluğu doğrularladır. Rabbin lâneti kötülerin evindedir; Fakat salihlerin oturduğu yeri mübarek kılar. Gerçek Rab müstehzilerle istihza eder; Fakat alçak gönüllülere lûtfeder. Hikmetliler izzeti miras alacaklar; Fakat akılsızlar utancı alacaklar. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 3, 27-35) Doğrulukla yürüyen emniyetle yürür; Fakat yollarını iğrilten belli olur. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 10, 9) İyi adam Rabbden lûtuf bulur; Fakat niyetleri bozuk olanı Rab mahkûm eder. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 12, 2) Salihlerin düşünceleri haktır; Fakat kötülerin öğütleri hiledir. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 12, 5) Kötüler yıkılır ve yok olurlar; Fakat salihlerin evi durur. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 12, 7) Salihe hiç zarar değmez; Fakat kötüler şerle dolar. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 12, 21) Yüreğindeki kaygı insanı çöktürür; Fakat iyi söz yüreğini sevindirir. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 12, 25) Kibirden ancak kavga çıkar; Fakat iyi öğüdü dinliyenin yanında hikmet vardır. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 13, 10) Sözü hor gören kendi üzerine helâk getirir; Fakat emirden korkandır ki, mükâfat alır. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 13, 13) Yumuşak cevap gazabı yatıştırır; Fakat sert söz öfkeyi kışkırtır. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 15, 1) Söze dikkat eden iyilik bulur; Ve Rabbe güvenen mutlu olur. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 16, 20) İyi ad büyük zenginlikten, Ve lûtuf bulmak gümüş ve altından üstün tutulmalıdır. Zenginle fakir karşılaşırlar; Onların hepsini yaratan Rabdir. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 22, 1-2) Alçak gönüllü olmanın ve Rab korkusunun sonu, servet, izzet ve hayattır. Sapık adamın yolunda dikenler ve kementler vardır; Canını koruyan onlardan uzak kalır. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 22, 4-5) Kazancı çoğaltmak için fakiri ezen, Ve zengine veren, ancak yoksulluğa düşer. Kulağını iğ, ve hikmetli adamların sözlerini dinle, Ve yüreğini benim bilgime koy. Çünkü onları kendi içinde saklarsan hoştur... (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 22, 16-18) Oğlum, eğer senin yüreğin hikmetli ise, Benim yüreğim de sevinir. Dudakların doğru şeyler söylediği zaman, Benim gönlüm de sevinçle coşar. Yüreğin günahkârlara imrenmesin; Ancak bütün gün Rab korkusunda ol; Çünkü gerçekten bir son vardır; Ve ümidin boşa çıkmıyacaktır. Oğlum, dinle ve hikmetli ol, Ve yolda yüreğini doğrult. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 23, 15-19) Kendi babanı dinle, Ve ihtiyar olduğu zaman, ananı hor görme. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 23, 22) Hakikati satın al, ve onu satma; Hikmeti ve terbiyeyi ve anlayışı da. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 23, 23) Kötülük edenlerden ötürü kızma; Kötü adamlara da imrenme; (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 24, 19) Ve ben gördüm, derin düşündüm; Baktım, ibret aldım; (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 24, 32) Nefsine hâkim olmıyan adam, Yıkılmış ve duvarsız şehir gibidir. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 25, 28) Yarınki günle övünme; Çünkü gün ne doğuracak bilmezsin. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 27, 1) Yoksulları ezen fakir adam Süpüren ve ekmek bırakmıyan yağmur gibidir. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 28, 3) Kabahatlerini örten muvaffak olmaz; Fakat onları itiraf edip bırakan, merhamet bulur. Daima korkan adama ne mutlu! Yüreğini katılaştıran ise, belâya düşer. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 28, 13-14) Kendi yüreğine güvenen akıIsızdır; Fakat kim hikmetle yürürse, o kurtulur. Kim fakire verirse, onun eksiği olmaz; Fakat kim ondan göz çevirirse, o çok lânet alır. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 28, 26-27) Kanlı adamlar kâmil adamdan nefret ederler; Doğru adamlar ise, onun canını korurlar. Akılsız bütün öfkesini ortaya döker; Hikmetli adam ise, onu tutar ve susturur. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 29, 10-11) İnsanın basireti öfkesini geciktirir; Ve suç bağışlamak onun güzelliğidir. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 19, 11) Öğüt dinle ve terbiye al ki, Kendi sonunda hikmetli olasın. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 19, 20) Hileli terazi Rabbe mekruhtur; Fakat doğru tartı onun makbulüdür. Gurur gelince utanç da gelir; Fakat hikmet alçak gönüllüler iledir. Doğruların kemali kendilerine yol gösterir; Fakat hainlerin sapıklığı kendilerini helâk eder. Gazap gününde mal işe yaramaz; Fakat salâh ölümden kurtarır. Kâmil adamın salâhı kendi yolunu doğrultur; Fakat kötü adam kendi kötülüğü ile düşer. Doğruların salâhı kendilerini kurtarır; Fakat hainler kendi fesatları ile tutulurlar. Kötü adam öldüğü zaman bekleyişi boşa çıkar; Ve fesat ümidi yok olur. Salih sıkıntıdan kurtulur… (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 11, 1-8) |
Hazreti Süleyman (a.s)
İnkar Edenlerin Yoluna Uymamak
Çünkü senin yüreğine hikmet girecek, Ve canına bilgi hoş gelecek; Akıl sana bekçilik edecek; Anlayış seni koruyacak; Ta ki, seni şerir adamın yolundan, İğri sözlü adamdan korusun. Onlar karanlığın yollarında yürümek için, Doğruluk yollarını bırakırlar; şer yapmakla sevinirler, Şerrin iğriliğile mesrur olurlar; Onlar ki, yolları dolambaçtır, Ve yollarında iğridirler... (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 2, 10-15) Kötülerin yoluna girme, Ve şerir adamların yolunda yürüme. Sen ondan sakın, yanından geçme; Onun yanından sap da geç. Çünkü onlar kötülük etmezlerse uyumazlar; Ve kimseyi sürçtürmezlerse, uykuları kaçar. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 4, 14-16) |
Hazreti Süleyman (a.s)
Doğru Olanların Yolu
Ta ki, iyi adamların yolunda yürüyesin, Ve salihlerin yollarını tutasın. Çünkü memlekette doğru adamlar oturacaklar, Ve kâmiller orada kalacaklardır. Fakat kötü adamlar memleketten atılacaklar, Ve hainler ondan söküleceklerdir. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 2, 20-22) Salihlerin yolu ise, doğan ışık gibidir, Tam gün oluncıya kadar git gide parlar. Kötülerin yolu koyu karanlık gibidir; Neden sürçtüklerini bilmezler. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 4, 18-19) |
All times are GMT +3. The time now is 13:02. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025