![]() |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
Ahkâm-ı Fıkhiyye:
Fıkıh ile ilgili hükümler. Bedenle yapılması ve sakınılması lazım gelen şeyler, emirler ve yasaklar. (Bkz. Fıkh) Her müslümanın kendisine lâzım olan ahkâm-ı fıkhiyyeyi öğrenmesi ve yapması lâzımdır (Yûsüf Sinâneddîn Âmesi). Ahkâm-ı fıkhiyye dört büyük kısma ayrılır: 1- İbâdât (Namaz, oruç, zekât, hac, cihad), 2- Münâkehât (Evlenme, boşanma, nafaka ve dalları), 3- Muâmelât (Alış-veriş, kirâ, şirketler, fâiz, mîrâs), 4- Ukûbât (Cezâlar). (Ahmed Zühdi Efendi) Ahkâm-ı İctihâdiyye: Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfte açıkça bildirilmeyip, müctehid denilen âlimlerin açıkça bildirilenlere benzeterek elde ettikleri hükümler. Ahkâm-ı Mâneviyye: Allahü teâlânın zâtına ve sıfatlarına âit bilgiler, tasavvuf bilgileri. Peygamber efendimizin vazîfelerinden biri de, Kur'ân-ı kerîmin ahkâm-ı mâneviyyesini, ümmetinin yüksek (olgun) olanlarının kalblerine akıtmaktır. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
AHLÂK:
İnsanda yerleşmiş huylar. Hulkun çokluk şeklidir. (Bkz. Hulk) İyi huyları tamamlamak, iyi ahlâkı dünyâya yaymak için gönderildim. (Hadîs-i şerîf-Câmi'us-sagîr, Künûz-üd-dekâik) İnsanları memnûn etmek için malınız yetmez. Ancak güleryüz ve güzel ahlâkla onları memnun edebilirsiniz. (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Ebû Dâvûd) Allahü teâlânın en sevdiği şey, güzel ahlâktır. (Hadîs-i şerîf - Ahlâk-ı Celâlî) İçinizde en sevdiğim kimse, ahlâkı en güzel olanınızdır. (Hadîs-i şerîf-Edeb-ül-müfred) İslâm âlimlerinin çoğuna göre insanlar iyiliğe, yükselmeğe elverişli olarak doğar. Sonra nefsin kötü arzûları ve güzel ahlâkı öğrenmemek ve kötü arkadaşlarla düşüp kalkmak kötü huyları meydana getirir. (Ali bin Emrullah) Ahlâk İlmi: Kötü huylardan uzaklaşıp, güzel huylar edinme yollarını öğreten ilim. Ahlâk ilmi, çok şerefli, pek kıymetli, en lüzumlu bir ilimdir. Çünkü rûhun kötülükleri bu ilim ile temizlenebilir. Rûhun iyi huyları, sıhhati, kuvveti bununla kolayca elde edilir. Kuvvetli rûhlar ahlâk ilmi sâyesinde güzel ahlâk sâhibi olur. Kirlenmiş, hasta rûhlar da, bu ilim yardımı ile temizlenir, iyi ahlâka kavuşur. (Ali bin Emrullah) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
Ahlâk-ı Hasene:
Güzel huylar. Dînin ve aklın beğendiği huylar. Ahlâk-ı hasenenin alâmeti, insanlardan gelen sıkıntı ve eziyete katlanmaktır. (Abdülhakîm Arvâsî) Ahlâk-ı hasenenin on alâmeti vardır: Çok îtirâz etmemek. Adâlet sâhibi olmak. Kendini beğenmemek. İnsanların ayıplarını örtmek. Müslüman kardeşinin kusurunu görünce hüsn-i zân etmek (onu iyiye yorumlamak ve hakkında iyi düşünmek). Başkasından gelen eziyet ve sıkıntılara katlanmak. Nefsine (kendine) zulmetmemek. Kendi ayıplarına bakıp başkalarının ayıplarını araştırmamak. Herkese karşı güler yüzlü, yumuşak ve tatlı sözlü olmak. (Yûsuf bin Esbat) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
Ahlâk-ı İlâhiyye:
Allahü teâlânın sıfatlarına ve isimlerine uygun sıfatlarla sıfatlanmak. Allahü teâlânın ahlâkı ile ahlâklanmak. "Velî olmak için ahlâk-ı ilâhiyye ile ahlâklanmalıdır." demişlerdir. Bu sıfatlar evliyâda meydana gelir. Fakat bu benzerlik yalnız isimdedir ve uygunluk sıfatların topluluğundadır. Yoksa sıfatların husûsiyetlerinde berâber olunmaz. (İmâm-ı Rabbânî) Allahü teâlânın bir ismi "Melik"tir. Bu, her şeye hâkim, gâlib demektir. Talebe tasavvuf yolunda ilerlerken, kendi nefsine hâkim, gâlib olur ve başkalarının kalblerine tesir etmeğe başlarsa ahlâk-ı ilâhiyye ile ahlâklanmış olur. Allahü teâlânın bir ismi de Semi'dir. Yâni işiticidir. Talebe, doğru sözü herkesten kabul eder ve gizli hakikatleri, can kulağı ile duyarsa, bu sıfatla huylanmış olur. Bir sıfatı da "Basîr"dir. Yâni Allahü teâlâ herşeyi görür. Talebenin kalb gözü açılır ve firâset ışığı ile kendi ayıblarını ve başkalarının iyi huylarını görürse yâni başkalarını kendisinden daha üstün görürse ve Allahü teâlânın her an gördüğünü göz önünde bulundurarak, hep Allahü teâlânın beğendiği şeyleri yaparsa, bu sıfatla huylanmış olur. Bir sıfatı da "Muhyî"dir. Yâni Allahü teâlâ dirilticidir. Talebe unutulmuş sünnetleri canlandırır, meydana çıkarırsa, bu sıfatla sıfatlanmış olur. Bir sıfatı da "Mümit" öldürücü demektir.Talebe sünnetlerin yerine yerleşmiş olan bid'atleri, dinde sonradan çıkarılıp din diye yapılan şeyleri men eder yok ederse, bu sıfatla sıfatlanmış olur. Bütün sıfatlar bunlar gibidir. (Hâce Muhammed Pârisâ) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
Ahlâk-ı Zemîme:
Kötü ahlâk. Dînin ve aklın beğenmediği huylar. İnsana dünyâda ve âhirette zarar veren her şey, ahlâk-ı zemîmeden meydana gelmektedir. Zararların, kötülüklerin başı kötü huylu olmaktır. (Ali bin Emrullah) Ahlâk-ı zemîme kalbi, rûhu hasta eder. Hastalığın artması, kalbin, rûhun ölümüne sebeb olur. En kötü huy, küfür yâni îmânsızlıktır. (İmâm-ı Rabbânî) Kendinde ahlâk-ı zemîme bulunan kimse, buna yakalanmasının sebebini araştırmalı, bu sebebi yok etmeye, bunun zıddını yapmaya çalışmalıdır. Çünkü, insanın alıştığı şeyden kurtulması zordur. Kötü şeyler nefse tatlı gelir. (Hâdimî) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
AHMAK:
Aklı az, görüşü kısa olan. Akıllı kimse, nefsine uymaz ve ibâdet yapar. Ahmak olan nefsine uyar, sonra Allah'ın rahmetini bekler. (Hadîs-i şerîf-Berîka) Anadan doğma körlerin görmesini sağlamak, hattâ ölüleri diriltmek bana zor gelmedi. Fakat, ahmak olana, doğru sözü anlatamadım. (Îsâ aleyhisselâm) Ahmakla arkadaşlık etmekten kaçın. Çünkü, ekseriyâ sana iyilik yapayım derken, zararı dokunur. (Hazret-i Ömer) Dünyâyı ele geçirmek için âhireti vermek ve insanlara yaranmak için Allahü teâlâyı bırakmak ahmaklıktır. (İmâm-ı Rabbânî) Ahmağa verilecek en güzel cevap, sükûttur. (İbn-i Hibbân) Ahmaklar arasında bulunan horlanır, âlimler arasında bulunan hürmet görür. (Ca'fer-i Sâdık) Bile bile hatâda ısrâr eden ahmaktır. (Abdülhakîm Arvâsî) Bir kimsenin ahmak olduğuna alâmet, kendi aybını bırakıp, başkasının aybıyla uğraşmasıdır. (Sırrî-yi Sekatî) Mahlûkâtın, yaratılmışların en ahmağı nefistir. Çünkü dâimâ kendi aleyhine, zararına olan şeyleri ister. (İmâm-ı Rabbânî) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
AHMEDİYYE:
1. Evliyânın gözbebeği İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî hazretlerinin tasavvuftaki yolu. Bu yola Müceddidiyye-i Ahmediyye de denir. Ahmediyye yolunun büyüğü İmâm-ı Rabbânî hazretleri bir nasîhatlerinde şöyle buyurdu: Her şeye kalbi bağlamaktan kurtulmadıkça, Hak teâlâya bağlanılamaz. İnsana lâzım olan önce Ehl-i sünnete uygun inanmak, sonra Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymak, sonra tasavvuf yolunda ilerlemek, ihlâsı elde etmektir. İhlâs ile yapılan bir iş, senelerle yapılan ibâdetlerin kazancını hâsıl eder. Dünyâya düşkün olanlar âhirette zarar görür. 2. Hindistan'da Gulam Ahmed Kâdiyânî tarafından kurulan sapık bir yol. (Bkz. Kâdiyânîlik) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
AHRÂRİYYE:
Evliyânın büyüklerinden Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin tasavvuftaki yolu. Ahrâriyye yolunun büyüğü Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri bir sohbetlerinde şöyle buyurdu: Bizim yolumuzda el helâl kârda (işte), gönül ise hakîkî yârda yâni Allahü teâlâdadır. Biz bu yolu, tasavvuf kitablarından değil, Allahü teâlânın kullarına hizmetten elde ettik. İnsanın yaratılmasından maksat, kulluk yapmasıdır. Kulluğun özü de, hiçbir zaman Allahü teâlâyı unutmamaktır. Söz, değerli bir şeydir. Fakat zamânında ve yerinde olmalıdır. |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
AHSEN-İ TAKVÎM:
En güzel boy ve sûret. Bedenen ve rûhen en güzel olan. Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Biz insanı ahsen-i takvîm üzere yarattık. (Tîn sûresi: 4) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
AHVÂL:
Hâller. Tasavvuf yolunda bulunan kimselerin, kalblerinde meydana gelen değişmeler. Hâl'in çokluk şeklidir. (Bkz. Hâl) Kalbe gelen bütün mânevî ahvâli, keşifleri (buluşları) bize verseler fakat kalbimizi Ehl-i sünnet îtikâdı ile süslemeseler kendimi mahv olmuş ve hâlimi harâb bilirim. Bütün harâblıkları, felâketleri üzerime yığsalar, lâkin kalbimi Ehl-i sünnet îtikâdı ile şereflendirseler hiç üzülmem. (Ubeydullah-ı Ahrâr) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
AHZÂB GAZVESİ (Harbi):
Hendek gazvesinin diğer adı. Hendek gazvesinde, müslümanlara karşı Kureyş, Gatafan ve yahûdîlerden meydana gelen birkaç düşman kuvveti birleşip savaştığı için bu harbe Ahzâb gazvesi denmiştir. (İmâm-ı Süyûtî, Begâvî) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
AHZÂB SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin otuz üçüncü sûresi. Ahzâb sûresi Medîne-i münevverede inmiştir. Yetmiş üç âyet-i kerîmedir. Sûre, ismini, birleşik düşman ordusu anlamına gelen ahzâb kelimesinden almıştır. Sûrede İslâm düşmanlarının, İslâmiyet aleyhindeki çalışmaları ve sonunda hüsrana uğradıkları, Peygamber efendimize ve mü'minlere eziyet ve sıkıntı verenlerin şiddetli azâba uğrayacakları,Resûlullah efendimizin mübârek zevcelerinin ve diğer müslüman âilelerin tesettüre (örtünmeye) nasıl riâyet edecekleri, kâfirlerin âhirette şiddetli azab görecekleri ve çok pişman olacakları, üzerlerine düşen vazîfeleri yerine getirdiklerinde, takvâya sarılıp günahlardan sakındıklarında mü'minlerin, cenâb-ı Hakk'ın pekçok ihsânlarına kavuşacakları anlatılmaktadır. (İbn-i Abbâs, Begâvî, Râzî) Ahzâb sûresinde meâlen buyruldu ki: Ey îmân edenler! Allahü teâlâyı çok zikr ediniz, her zaman hatırlayınız, hiç unutmayınız... (Âyet: 41) Ey peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına (ihtiyaçları için dışarı çıkacakları zaman) dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle... (Ayet: 59) Kim Ahzâb sûresini okur ve âilesine ve câriyesine öğretirse, kabir azâbından kurtulur. (Hadîs-i şerîf-Envâr-üt-tenzîl ve Esrâr-üt-te'vîl) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
AKÂİD:
Akîdeler. Akîde kelimesinin çoğulu. İslâm dîninde inanılacak şeyler, îmân bilgileri. Âkıl ve baliğ olan (ergenlik yaşına ulaşan) erkek ve kadının birinci vazîfesi, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları akâid bilgilerini öğrenmek ve bunlara uygun olarak inanmaktır. Kıyâmette Cehennem azâbından kurtulmak, onların bildirdiklerine inanmaya bağlıdır. (İmâm-ı Rabbânî) Ehl-i sünnetin akâidde iki kolu vardır: 1) Mâturîdiyye mezhebi. 2. Eş'ariyye mezhebi. Birincisinin imâmı Ebû Mansur Mâturîdî, ikincisininki İmâm-ı Ebü'l-Hasen Eş'arî hazretleridir. İkisinin bildirdiği îmân esasları aynıdır. Yalnız aralarında, teferruatla ilgili, îzah, ifâde ve uslub tarzından doğan cüz'î farklılıklar vardır. (Taşköprüzâde) Hudâ Rabbim nebim hakkâ Muhammeddir Resûlüllah Hem İslâm dînidir dînim, kitâbımdır kelâmullah Akâidde, Ehl-i sünnet oldu mezhebim, hamdolsun Amelde, Ebû Hanîfe mezhebi, mezhebim vallah (İbrâhim Hakkı Erzurumî) Akâid İlmi: Îmân esaslarını anlatan ilim dalı. Akâid ilmi, îmânın esaslarını geniş ve derin olarak anlatır. Bu ilme önceleri Fıkh-ı ekber, sonraları Kelâm ilmi denildi. Akâid ilmi ile ilgili ilk eser İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin yazdığı El-Fıkhu'l-Ekber'dir. Daha sonra Ehl-i sünnet îtikâdını anlatan pekçok eser yazıldı. (Muhammed Muhyiddîn) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
AKÇE:
Osmanlı Devletinin ilk zamanlarından îtibâren bastırılan ve kullanılan gümüş para birimi. İlk sikkesi gümüşten yapıldığı için ak (beyaz, parlak) para mânâsına akçe denildi. Buyurdu akçeye sikke kazalar Ki Osman bin Ertuğrul yazalar (Hadîdî) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
AKD:
Anlaşma, sözleşme. Nikâh, hibe (bağış), vasiyet, alış-veriş gibi işlerde taraflardan birinin teklifi, diğerinin kabûlü ile gerçekleşen sözleşme. Ticâret, vekâlet ve bütün akdlerde, senet yazmak şart değilse de, ödünç vermekte lâzım, nikâhta ise müstehâbdır. (İbn-i Âbidîn) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
ÂKIL:
Akıllı kimse; iyi ve kötüyü, faydalı ve zararlıyı birbirinden ayırabilen kimse. Çocuk yedi yaşında âkıl olur. Yedi ile onbeş yaş arasında iken akıllı çocuk denir. (Hamza Efendi) Âkıl olmayan çocukların bütün sözleşmeleri bâtıldır, hükümsüzdür. (İbn-i Âbidîn) Âkıl olan bir çocuk, şeker, meyve gibi kendine yarar şey isterse ona satmak câiz değildir. Çünkü velîsi izin vermemiş demektir. Eğer, tuz, pirinç gibi evle ilgili bir şey isterse, satmak sahîh (geçerli, doğru) olur. Çünkü velîsinin izin verdiği anlaşılır. Bunun izin ile alış-veriş etmesi câizdir. Çocuk akıllı olmamış ise, velîsinin izni olsa da, alış-veriş etmesi sahîh olmaz. (Hamza Efendi) Âkıl isen kıl namazı çün seâdet tâcıdır Sen namazı şöyle bil ki mü'minin mîrâcıdır. (Seâdet-i Ebediyye) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
Âkıl-Bâliğ:
Faydalı ve zararlı olanı birbirinden ayırabilen ve evlenme çağına gelip gusül abdesti almaya başlayan akıllı kimse. Âkıl bâliğ olduktan sonra kişi yetim sayılmaz. (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ul-Ehâdîs) Âkıl ve bâliğ olan erkeğin ve kadının birinci vazîfesi, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları inanılacak şeyleri öğrenmek ve bunlara uygun olarak inanmaktır. Kıyâmette yâni öldükten sonraCehennem azâbından kurtulmak, onların bildirdiklerine inanmaya bağlıdır. (İmâm-ı Rabbânî) Her müslümanın, çocuğuna âmentüyü (îmânın altı şartını) ezberletmesi, mânâsını, farzları (emirleri) ve haramları (yasakları) öğretmesi lâzımdır. Âkıl bâliğ olunca; îmânı, İslâm'ı bilmeyen kimse müslüman olmaz. (İbn-i Âbidîn) Âkıl bâliğ her müslümanın, her gün beş vakit namaz kılması farzdır. Kız ve oğlan çocuk yedi yaşına gelince, namaz kılmalarını emretmek velîsi üzerine vâcib (lâzım) olur. Oruç tutmaları için de emreder. On yaşına gelince, namaz kılmaları için el ile hafifçe vurulur. Sopa ile dövülmez. Falaka ile vurulmaz. El ile üçten fazla vurulmaz. Velîsinden başkası döğmez. (İbn-i Âbidîn, Ebû Bekr Râzî el-Cessâs) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
ÂKILE:
Kâtilin, öldürme işindeki yardımcıları, bunlar yoksa öldürmede kendisine yardım eden kabîlesi (köylüleri, şehirlileri) ve akrabâsı. Kâtilin cinâyeti işlemesine mâni olmadıkları, bilakis bu hususta onu koruyup, gözettikleri ve kâtil, onlardan kuvvet alarak bu suçu işlediği için âkıle, cinâyete karışmış gibi olurlar. Kâtil ile birlikte diyeti (para cezâsını) yüklenmeleri bu sebeptendir. (Kıvâmuddîn Kâkî) Kâtilin ödeyeceği diyet, ödemeleri için âkıleye taksim edilir, paylaştırılır, üç senede alınır. Kadın, deli ve çocuk âkıleye katılmaz. (İbn-i Âbidîn) Müslüman olan kâtilin âkılesi ve vârisi (öldüğünde malından mîrâs alacak kimse) yoksa, diyetini beytülmâl verir. Yâni hükûmet verir. Beytülmâl yoksa, kendi üç senede öder. (İbn-i Âbidîn) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
ÂKİBET:
1. Son, netîce. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: (Habîbim!) De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın, sonra da bakın ki (peygamberleri) yalanlıyanların âkibeti nasıl olmuştur. (En'âm sûresi: 11) Niyet hayır ise âkıbet de hayır olur. (Abdülhakîm-i Arvâsî) 2. Dünyâda zafer, âhirette sevâb ve kurtuluş. Kur'ân-ı kerîmde buyruldu ki: O hâlde (Habîbim) sen de (Nûh gibi, kavminden gelen eziyetlere ve peygamberlik vazifesinin ağırlığına) sabret. Âkibet; hiç şüphesiz, takvâya erenlerindir (günâhlardan sakınanlarındır). (Hûd sûresi: 49) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
AKÎDE:
İnanılacak şey. (Bkz. Akâid ve Îtikâd) AKÎKA: Çocuk nîmetine karşılık, Allahü teâlâya şükr niyeti ile kesilen hayvan. (Çocuk doğduğunda) yedinci günü akîka hayvanı kesilir, ismi konur, saçı traş edilir. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî, Ahmed bin Hanbel) Akîka, erkek çocuğu için iki, kız çocuğu için bir koyun kesmektir. (Hadîs-i şerîf-Şir'ât-ül-İslâm) Hicretin sekizinci yılında, oğlu İbrâhim dünyâya gelince, yedinci günü Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem İbrâhim'in başını traş ettirip, saçının ağırlığı kadar gümüş sadaka verdi ve akîka olarak iki koç kesti. Saçlarını gömdü. (İmâm-ı Kastalânî) Çocuğa yedinci günü isim koymak ve başını kazıyıp, saçının ağırlığı kadar, erkek için altın veya gümüş, kız için gümüş sadaka vermek ve erkek için iki, kız için bir akîka hayvanı kesmek müstehâbdır. Akîka hayvanı, kurbanlık hayvan gibi olmalıdır. Sonra da kesilebilir. Hanefî mezhebinde, etleri pişmiş veya çiğ olarak, zengin, fakir herkese verilebilir. (Seyyid Alizâde) Akîka, çocukları belâlardan, hastalıklardan korur. Akîkası yapılanlar, kıyâmette anaya babaya ayrı bir şefâat ederler. (Seyyid Alizâde) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
AKL (Akıl):
İdrâk kuvveti, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırmaya yarayan kuvvet. ... Akıl, sâhibini iyiliğe götürür, kötülükten alıkor. Aklı olgunlaşmadıkça kişinin dîni doğru ve îmânı kâmil (olgun) olmaz. (Hadîs-i şerîf-İhyâ) Sizin akılca en üstününüz, Allah'tan en çok korkanınızdır. En güzeliniz, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyet edeninizdir. (Hadîs-i şerîf-İhyâ) Kişi güzel ahlâk ile gündüz oruç tutup gece ibâdet edenler derecesine ulaşır. Fakat akılca kâmil (olgun) olmadıkça, ahlâkı kâmil olmaz. Aklı olgunlaşınca, îmânı da olgunlaşır. (Hadîs-i şerîf-İhyâ) Akıllı kimsenin, dünyâ ile ilgili bir menfaati kaçırdığı zaman, bunu kendine gam ve üzüntü yapması uygun değildir. Çünkü üzülmekle ele bir şey geçmez. Fazla üzülmek akla zarar verir. (İbn-i Hibbân) Akıl göz gibidir, din bilgileri ışık gibidir. Akıl yalnız başına din bilgilerini, faydalı ve zararlı şeyleri anlayamaz. Bunun için Allahü teâlâ, peygamberleri ile râzı olduğu, beğendiği yol olan İslâmiyet'i bildirdi. Aklın eksikliği peygamberlerin gönderilmesiyle tamamlandı. (İmâm-ı Rabbânî) Akıl ile anlaşılan şeyler, his uzuvları ile anlaşılanların üstünde olduğu ve bunların yanlışını çıkardığı gibi, yâni his uzuvlarımız, akıl ile anlaşılan şeyleri anlıyamayacağı gibi, akıl da, Peygamberlik makâmında anlaşılan şeyleri kavramaktan âcizdir. İnanmaktan başka çâresi yoktur. (İmâm-ı Gazâli) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
Akl-ı Feâl:
İşrâkiyye (Yeni Eflâtunculuk) felsefesinde ukûl-ı aşerenin (on akılın) sonuncusu olup, yaşadığımız âlemle alâkalı akla verilen ad. Öldürme ve yaratma işlerine bakan mertebe. Felsefecilerin akl-ı feâl dedikleri yalnız onların hayâllerinde bulunup, kısa akılları ile ortaya attıkları bir şeydir. İslâm bilgilerine uymamaktadır. Bunların bozuk inanışlarına göre, insan sıkışınca Akl-ı feâle yalvarır, Allahü teâlâdan bir şey istemez. Allahü teâlânın dünyâda olup bitenlerle hiç ilgisi yoktur derler. Bunlar sapık fırkaların hepsinden daha aşağıdırlar. (İmâm-ı Rabbânî) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
Akl-ı Meâd:
Ebedî rahata kavuşmak, Cennet'te ebedî kalmak ve Cehennem azâbından kurtulmak için hâlini ıslâh etmeyi, düzeltmeyi düşünen, uzak görüşlü, dünyâya değil, âhirete değer veren akıl. Akl-ı meâd, peygamberlerde (aleyhimüssalevâtü vetteslîmât) ve evliyâda bulunur. Akl-ı meâdı kuvvetlendiren şeyler, ölümü ve âhireti düşünen kimselerle bulunmaktır. (İmâm-ı Rabbânî) Bir kimsenin nefsi mutmainne olunca yâni bütün varlığı ile Rabbine dönüp İslâmiyet'in emirlerine baş kaldıramaz hâle gelince, aklı da, akl-ı meâd olur. (Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî) (Bkz. Akl-ı Selîm) Dâimâ Allah adamları ile berâber olmak, akl-ı meâdın artmasına sebeb olur. (Behâeddîn-i Buhârî) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
Akl-ı Meâş:
Yemek, içmek, evlenmek, helâl, haram demeden kazanmak ve eğlenmek gibi hep bedenin râhatını ve nefsin menfaatini düşünüp, âhireti düşünmeyen akıl; akl-ı meâdın zıddı. Akl-ı meâş, dünyânın geçici lezzetlerine bakarak, (büyüklenmek, kıskanmak, kendini beğenmek, kin ve düşmanlık gibi) hâlleri kalb hastalığı saymaz. Akl-ı meâş kısa görüşlüdür. Akl-ı meâşı, mala düşkün ve dünyâya bağlı olanlar beğenir. (İmâm-ı Rabbânî) Akl-ı Sakîm: Kısa görüşlü akıl. Düşündükleri şeylerde ve yaptıkları işlerde yanılan ve çok kere pişmanlığa sebeb olan akıl. Akl-ı sakîm bâzan doğruyu bulur, bâzan yanılır. Yanılması daha çok olur. En akıllı denilen kimse, mütehassıs (uzman) olduğu dünyâ işlerinde bile çok hatâ eder. Bu sebeble din ve sonsuz olan âhiret işlerinde akl-ı sakîme güvenilmez. Düşündükleri şeylerde ve yaptıları işlerde yanılır. Hepsi üzüntüye ve pişmanlığa, zarâra, sıkıntıya sebeb olur. (Abdülhakîm Arvâsî) Herşeyi akl-ı sakîmle çözmek isteyen kişi, Tahta ayak takmış kimselere benzer. Kısa aklına uydurmak ister her işi, Dün yaptığını, bugün bozmak ister. (İmâm-ı Rabbânî) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
Akl-ı Selîm:
Selîm akıl, hiç yanılmayan, hatâ etmeyen akıl. Selîm akıl, peygamberlerde aleyhimüsselâm bulunur. Onlar her başladıkları işte muvaffak (başarılı) olmuşlardır. Pişman olacak, zarar görecek bir şey yapmamışlardır. Eshâb-ı kirâmın (Peygamber efendimizin arkadaşları). Tâbiînin (Eshâb-ı kirâmı gören büyükler), Tebe-i tâbiînin (Tâbiîni görenler) ve din imâmlarının rıdvânullahi aleyhim ecmaîn akılları, derece bakımından peygamberlerin akıllarından sonra gelir. Bunların akılları, din bilgilerinin hepsinin pek yerinde ve doğru olduklarını açıkça görür. Bu bilgileri bunlara isbât etmeğe, açıklamağa lüzûm olmadığı gibi, tenbih etmeğe, haber vermeğe de lüzum yoktur. (Abdülhakîm Arvâsî) İslâmiyet'i işitmeyen çok kimse vardır ki, akl-ı selîmleri olduğu için, bozulmuş, uydurulmuş dinlerin mensuplarına aldanmamışlar, astronomide, fen bilgilerinde ve bilhassa tıb ilminde gördükleri nizamlı (düzenli) hâdiselerin (olayların) birbirlerine bağlantılarını düşünerek hilkatin (yaratılışın) sırlarını, bu hesâblı düzenin hakîkatini anlamak istemişlerdir. Bunlar yine akl-ı selîmleri sâyesinde İslâmiyet'in bildirdiği güzel ahlâkın bir çoğunu bulup, müslüman gibi yaşamış, kendilerine ve başkalarına faydalı olmuşlardır. Allahü teâlâ bunları îmân etmelerine sebeb olacak rehberlere ve kitablara kavuşturacağını Ankebût sûresinde vâdetmektedir. (Abdülhakîm Arvâsî) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
AKLÎ VE NAKLÎ İLİMLER:
Fen ve din bilgileri. (Bkz. Ulûm-u Akliyye ve Ulûm-u Nakliyye) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
AKRABÂ:
Aralarında neseb (soy), süt ve evlilik bakımından yakınlık bulunanlar. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Akrabâna (onları gözetmek, ziyâret etmek ve yardım etmek), fakîre ve yolcuya (durumlarına göre zekât ve yiyecek vermek sûretiyle) hakkını ver! Elindekini isrâf etme. (İsrâ sûresi: 26) Ey ümmetim! Beni Peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemin ederim ki, fakîr akrabâsı varken, başkalarına verilen zekâtı Allahü teâlâ kabûl etmez. (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb) Akrabânıza yardım ve iyilik ediniz. Hâllerini, hatırlarını sorunuz. Muhtâç iseler ellerinden tutunuz. Onları incitmekten çok sakınınız. Babanızın emrinden sakın çıkmayınız. Amcanızın derdiyle dertleniniz. Dayınızın hâlinden gâfil olmayınız. Diğer akrabânızı akrabâlık derecesine göre arayınız ve onlara yardımcı olunuz. Böyle yaparsanız Allahü teâlânın ikrâm ve ihsânlarına kavuşursunuz. (Muhammed Rebhâmî) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
AKTÂB:
Kutublar. Tasavvufta yüksek derecelere ulaşmış mübârek, kıymetli zâtlar Kutb'un çokluk şeklidir. (Bkz. Kutub) ÂL: Âile, akrabâ, tâbî. (Bkz. Ehl-i Beyt) Duâ olsun âline dahî eshâbına Tâbiîn, ensâr ve hem ahbâbına. (Süleymân Çelebi) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
A'LÂ SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin seksen yedinci sûresi. A'lâ sûresi, Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). On dokuz âyet-i kerîmedir. Birinci âyet-i kerîmedeki (en yüce) mânâsına gelen "A'lâ" kelimesi sûreye isim olmuştur. Sûrede, Allahü teâlânın her türlü noksanlıklardan tenzîh edilmesi, uzak tutulması, Resûllulah'ın nasîhatlarından kimlerin faydalanıp kurtulacağı, kimlerin de istifâde edemeyip, azâba uğrayacağı, insanların dünyâ hayâtını tercih ettikleri halbuki âhiretin dünyâdan daha hayırlı olduğu, çünkü dünyânın geçici, âhiretin ise devamlı olduğu ve daha başka hususlar bildirilmektedir. (İbn-i Abbâs, Kurtubî) A'lâ sûresi birinci âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle buyruldu: Rabbinin o yüce ismini tesbîh et (O'nun; zâtında, sıfatlarında ve isimlerinde O'na lâyık olmayan her şeyden münezzeh (uzak, temiz) olduğuna inan. O'nun adını başkasına verme). Dokuzuncu ve onuncu âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle buyruldu: (Habîbim) artık sen (fayda versin vermesin) insanlara nasîhat et, öğüt ver. Allahü teâlâdan korkan kimse, nasîhati, öğüdü dinleyecektir (ondan faydalanacaktır). Çok fâsık ve bedbaht olan o nasîhatlardan kaçınacak. O Cehennem ateşine girecek. (Âyet: 10-11) Belki siz dünyâ hayâtını, (âhirete) tercih edersiniz. Halbuki âhiret daha hayırlı ve devamlıdır. (Âyet: 16-17) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
ALAK SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin doksan altıncı sûresi. Alak sûresi, Mekke-i mükerremede nâzil olmuştur (inmiştir). On dokuz âyet-i kerîmedir. "İnsanı kan pıhtısından yarattı" meâlindeki ikinci âyet-i kerîmede (kan pıhtısı) mânâsına gelen "alak" kelimesi bu sûreye isim olmuştur. Sûre, ikra' (oku) diye başladığı için İkra' sûresi de denir. İlk beş âyet-i kerîmesi Kur'ân-ı kerîmin ilk inen âyetleridir. Sûrede çeşitli hususlar bildirilmekte ve bu arada Peygamber efendimize cephe alanlar, kavuştukları nîmete karşılık nankörlükte bulunanlar, gurûra kapılanlar tehdit edilmekte, Resûlullah efendimize, bu gibi kimselere iltifat etmemesi, secdeye (namaza) ve sâlih (iyi) işlere devam ederek Allahü teâlâya mânevî yakınlığa kavuşmaya çalışması emrolunmaktadır. (İbn-i Abbâs, Kurtubî, Taberî) Alak sûresinde meâlen buyruldu ki: İnsan, ihtiyâçsız olunca, elbette azar. (Âyet: 6) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
ÂLEM:
Allahü teâlâdan başka her şey, Allahü teâlânın yarattığı şeylerin hepsi, kâinât, varlıklar. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Elbette Allahü teâlânın bu âlemlere hiç ihtiyâcı yoktur. (Ankebût sûresi: 6) Bütün varlıklar, Allahü teâlânın varlığına alâmet (delîl) olduğu, O'nun varlığını gösterdiği için, mahlûkların (yaratılmışların) hepsine "Âlem" denmiştir. Varlıkların aynı cinsten olanlarının her birine de, âlem, meselâ, insanlar âlemi, melekler âlemi, hayvanlar âlemi, cansız maddeler âlemi denir. (Teftâzânî, Seyyid Şerîf Cürcânî, Senâullah Pânî Pütî) Âlem sonradan yaratılmıştır. Çünkü devamlı değişikliğe uğramaktadır. Böyle her değişen şey sonradan var edilmiştir. Âlem de devâmlı değiştiği için, o da sonradan yaratılmıştır. (Reyhâvî) Cisimlerin, maddelerin, durmadan değişmeleri, birbirlerinden meydana gelmeleri sonsuz olarak gelmiş değildir. Yâni âleme, böyle gelmiş, böyle gider denilemez. Bu değişmelerin bir başlangıcı vardır. Değişmelerin bir başlangıcı var demek, âlemin var oluşunun bir başlangıcı var demektir. Yâni âlem yok iken, hepsi yoktan yaratılmış ve yine yok olacaklardır demektir. Âlemi yoktan yaratan ise, hep var olan, hiç değişmeden, sonsuz var olan Allahü teâlâdır. (Ahmed Âsım Efendi) Mihneti kendine zevk etmektir âlemde hüner, Gam ve neşe insanda, böyle gelir böyle gider. (Seâdet-i Ebediyye) Âlem-i Kebîr (Büyük Âlem): İnsandan başka bütün mahlûkât, kâinat ve içindekiler. Âlem-i kebîrdeki mahlûkların en şereflisi ve en büyüğüArş'dır. (İmâm-ı Rabbânî) Âlem-i Ecsâd: Yerler, dağlar, gökler gibi, ölçülebilen ve tartılabilen madde âlemi. Buna âlem-i halk, âlem-i şehâdet ve âlem-i mülk de denir. |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
Âlem-i Emr:
Arşın üstünde olup, madde olmayan, ölçülemeyen ve herkesin anlayamayacağı âlem. Buna, âlem-i melekût ve âlem-i ervâh (rûhlar âlemi) ve mekânsızlık âlemi de denir. Âlem-i emrde sırayla; kalb, rûh, sır, hafî, ahfâ denilen beş latîfe (makam, mertebe) vardır. (Ahmed Fârûk-i Serhendî) Âlem-i halkın ötesi, âlem-i emrdir. (İmâm-ı Rabbânî) Âlem-i emr bâzı bakımlardan âlem-i halktan üstün ise de, küllî fazîlet yâni her bakımdan üstünlük âlem-i halktadır. (İmâm-ı Rabbânî) Âlem-i Ervâh: Ruhlar âlemi. (Bkz. Âlem-i Emr) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
Âlem-i Mânâ:
1. Rüyâ âlemi. Peygamber efendimizi âlem-i mânâda görmek büyük bir devlet, büyük bir nîmettir. Nitekim hiç bir kâfir, hiç bir zındık, hiç bir mürted, hiç bir sûretle Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı âlem-i mânâda göremez. Zîrâ münâsebetleri yoktur. (Abdülhakîm-i Arvâsî) Âlim ve sâlih bir zât olan Yûsuf bin Hüseyin'i mânâ âleminde gördüler. Allahü teâlâ sana ne muâmele yaptı, dediler. Rahmetiyle muâmele etti. Ne ile dediler. Hiç bir zaman ciddî söze şaka karıştırmadığım için, dedi. (İmâm-ı Gazâlî) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
2. Âlem-i emr. (Bkz. Âlem-i Emr)
Âlem-i Melekût: Madde, his, akıl, ölçü âleminin üstündeki âlem. İlimlerin hepsi his yolları ile değildir. Bir kısmı da âlem-i melekûta âittir. Bu dünyâ için yaratılmış olan hisler, âlem-i melekûtun bilinmesine perde olurlar. Onlardan kurtulmadıkça aslâ o âleme yol bulunmaz. (İmâm-ı Gazâlî) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
Âlem-i Misâl:
Varlıkların kendilerinin değil de sûretlerinin, görünüşlerinin bulunduğu âlem. Âlem-i misâl, âlem-i şehâdet gibi vardır. Vehim ve hayâl değildir. Âlem-i misâl bütün âlemlerin (yaratılmışların) en genişidir. Âlemlerin hepsinde bulunan her şeyin âlem-i misâlde bir sûreti, bir görünüşü vardır. Akla hayâle gelen şeylerin, mânâların bu âlemde bir sûreti, görünüşü vardır. (İmâm-ı Rabbânî) Âlem-i Sagîr: Yaratılmışların hepsinden kendisinde bir nümûne bulunduğu için insana verilen ad. İnsan, âlem-i kebîrdeki (insan dışında bulunan âlemdeki) her şeyi kendinde topladığından, mahlûkların (yaratılan varlıkların) en kıymetlisi olduğu gibi, kalb de âlem-i sagîrde bulunan her şeyi kendinde topladığı için çok kıymetlidir. Kalbe Âlem-i asgar (en küçük âlem) ismi verilmektedir. (İmâm-ı Rabbânî) Âlem-i Süflî: Dünyâ. Âlem-i Zâhir: Görünen âlem, dünyâ. |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
ALEVÎ:
Hazret-i Ali'ye mensûb olan. 1. Hazret-i Ali'nin hazret-i Fâtıma'dan olan çocukları: Hazret-i Hasan, hazret-i Hüseyin ve kıyâmete kadar çocukları. Hazret-i Hasan'ın çocuklarına şerîf, hazret-i Hüseyin'in çocuklarına seyyid denir. 2. Hazret-i Ali ve çocuklarını sevenler ve onların yolunda gidenler. Bunlar diğer Eshâb-ı kirâmın da hepsini severler. Ehl-i sünnet müslümanları böyledir. 3. Bu isimden faydalanarak diğer müslümanları kendi inançlarına çekmek isteyen Eshâb-ı kirâm düşmanı kimseler. Hurûfî denilen bozuk kimseler, temiz müslüman olan hakîkî Alevîleri aldatmak için kendilerine Alevî diyorlar. Bu güzel ismi maske olarak kullanıyorlar. (Yeni Rehber Ansiklopedisi) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
ALEYHİMÜRRIDVÂN:
Allahü teâlânın rızâsı onların üzerine olsun veya Allahü teâlâ onlardan râzı olsun mânâsına duâ ve hürmet ifâdesi. İkiden fazla Eshâb-ı kirâmın ismi anıldığında, işitildiğinde ve yazıldığında söylenir ve yazılır. Bir kişi için aleyhirrıdvân, iki kişi için aleyhimerrıdvân denir. Eshâb-ı kirâm aleyhimürrıdvân, peygamberlerden sonra mahlûkların (yaratılmışların) en üstünüdürler. (Ömer Nesefî) Eshâb-ı kirâm aleyhimürrıdvân, Peygamber efendimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) son derecede çok severlerdi. Uğrunda, canlarını, mallarını, mülklerini, çoluk-çocuklarını, baba ve analarını ve vatanlarını terk ve fedâ ettiler. (Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
ALEYHİSSELÂM:
Allahü teâlânın selâmı onun üzerine olsun mânâsına daha çok peygamberler ve dört büyük melek için kullanılan duâ ve tâzim (saygı) ifâdesi. İki kişi için aleyhimesselâm, daha çok kişi için aleyhimüsselâm denir. Muhammed aleyhisselâm; "Ümmetimin iki kötü huya yakalanmalarından korkuyorum. Bunlar nefse uymak ve ölümü unutup, dünyâ arkasından koşmaktır" buyurdu. (Hadîs-i şerîf-Berîka) Seâdet sâhibi o kimsedir ki, Azrâil aleyhisselâm gelip ona; "Korkma, Erhamürrâhimîne (Allahü teâlâya) gidiyorsun. Asıl vatanına kavuşuyorsun. Büyük devlete erişiyorsun" der. Böyle kimseye bundan daha şerefli sevinçli ve mutlu bir gün yoktur. (Abdülhakîm Arvâsî) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
ALEYHİSSALÂTÜ VES-SELÂM:
Peygamberler bilhassa Peygamber efendimizin ism-i şerîfi söylenince, yazılınca ve işitilince söylenen ve yazılan salât ve selâm (hayr duâlar) onun üzerine olsun mânâsına duâ ve tâzim (saygı) ifâdesi. İki kişi için aleyhimesselâm daha fazla için aleyhimüssalâtü ves selâm denir. Peygamber efendimiz aleyhissalâtü ves-selâm buyurdu ki: "Cehennem'e girmesi haram olan ve Cehennem'in de onu yakması haram olan kimseyi bildiriyorum. Dikkat ediniz! Bu kimse, insanlara kolaylık, yumuşaklık gösteren mü'mindir." (Hadîs-i şerîf-Buhârî) |
Dini Terimler Sözlüğü (A)
ÂL-İ İMRÂN:
İmrân âilesi. Süleymân aleyhisselâmın evlâdından İmrân bin Mâsân'ın kendisi veya onun kızı hazret-i Meryem ile oğlu hazret-i Îsâ. Âl-i İmrân'ın, Yâkûb aleyhisselâmın evlâdından İmrân binYeshâr'ın kendisi veya oğulları Mûsâ ile Hârûn aleyhisselâmın olduğu da bildirilmiştir. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Gerçekten Allahü teâlâ, Âdem'i, Nûh'u, Âl-i İbrâhim'i, Âl-i İmrân'ı (peygamberlik, rûhî ve bedenî üstünlükler vermek sûretiyle kendi zamanlarındaki) âlemlerin üzerine mümtâz kıldı (seçti). (Âl-i İmrân sûresi: 33) Âl-i İmrân Sûresi: Kur'ân-ı kerîmin üçüncü sûresi. Âl-i İmrân sûresi, Medîne-i münevverede nâzil olmuştur (inmiştir). İki yüz âyet-i kerîmedir. Otuz üçüncü âyet-i kerîmede geçen Âl-i İmrân kelimesi sûreye isim olmuştur. Sûrede, Allahü teâlânın birliği, yüce sıfatları bildirilmekte, bütün peygamberlerin tasdîk edilmesi emredilmekte, onların hepsinin Allahü teâlânın kulları olduğu, bâzısını inkâr etmenin bâzısını ilah edinmenin yanlışlığı açıklanmakta, müslümanlara, Allahü teâlânın maddî ve mânevî ihsanları hatırlatılarak, bir hikmetten dolayı zaman zaman karşılaştıkları zahmetlere, musîbetlere sabretmeleri tavsiye edilmekte ve daha başka hususlar bildirilmektedir. (İbn-i Abbâs, Kurtubî) Âl-i İmrân sûresinde meâlen buyruldu ki: Rabbinizden mağfiret istemeğe ve Cennet'e girmeğe koşunuz. Bunun için çalışınız. Cennet'in büyüklüğü gökler ve yer kadardır. Cennet, Allahü teâlâdan korkanlar için hazırlandı. Bunlar, az bulunsa da, mallarını Allah yolunda verirler. Öfkelerini belli etmezler. Herkesi af ederler. Allahü teâlâ, iyilik edenleri sever. (Âyet: 133-134) Kıyâmet gününde Kur'ân-ı kerîm ve onunla amel edenler getirilirler. Kur'ân-ı kerîmin önünde, (en uzun oldukları ve en çok hüküm kendilerinde olduğu için) Bekara ve Âl-i İmrân sûreleri bulunacaktır. Bu iki sûre sanki iki bulut yâhut aralarında bir nûr bulunan iki siyah gölgelik veya sâhiblerini müdâfaa eden (savunan) saf bağlamış uçan iki kuş topluluğu gibi olacaklardır. (Hadîs-i şerîf-Müslim) |
All times are GMT +3. The time now is 18:28. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025