![]() |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BELÂ:
Allahü teâlânın insanları imtihan etmek, denemek için verdiği maddî ve mânevî üzüntü, sıkıntı, musîbet, âfet. Kulumu bir belâ ile ibtilâ (imtihân) ettiğim vakit sabreder ve ziyâretçilerine beni şikâyette bulunmazsa, ona etinden iyi et, kanından iyi kan veririm. İyileştiği vakit günahsız olarak iyileşir. Onu öldürürsem rahmetime yâni Cennet'ime gider. (Hadîs-i kudsî-Muvattâ) Şüphe edilen altını, ateşle muâyene ettikleri gibi, Allahü teâlâ insanları, dertle, belâ ile imtihan eder. Bâzısı belâ ateşinden hâlis olarak çıkar. Bâzısı da bozuk olarak çıkar. (Hadîs-i şerîf-Kimyâ-ı Seâdet) Mü'mine; dert, belâ, üzüntü, hastalık, eziyet gibi sıkıntı verici şeylerden biri gelirse, Allahü teâlâ bunu günâhlarına keffâret (bedel) eyler. (Hadîs-i şerîf-Müslim) Peygamberler (aleyhimüsselâm) hep dert ve belâ içinde yaşadı. Hattâ "Belâlar, mihnetler (sıkıntılar) en çok peygamberlere, sonra evliyâya, sonra bunlara benziyenlere gelir" buyruldu. (Ahmed Fârûkî) Dert ve belâ gelince Allahü teâlâya sığınmalı, âfiyet vermesi, kurtarması için duâ etmeli, yalvarmalıdır. Allahü teâlâ duâ edenleri, sıhhat, selâmet ve âfiyet istiyenleri sever. (Ahmed Fârûkî) Birinize dert ve belâ gelince Yûnus Peygamberin duâsını okusun. Allahü teâlâ onu muhakkak kurtarır. Duâ şudur: "Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn." (Senâullah Dehlevî) Bir kimse sıkıntı ve belâya uğrarsa; "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil'azîm" desin. (Ca'fer-i Sâdık) Kazâ gelmez Hak yazmasa Belâ gelmez Kul azmasa (Atasözü) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BELÂGAT:
1. Sözün düzgün, kusursuz ve yerinde söylenmesi. Kur'ân-ı kerîm gibi ilâhî belâgat ve îcâza (az sözle çok mânâ ifâde etme özelliğine) sâhip bir kitap, yalnız Türkçeye değil, hiç bir dile hakkıyla çevrilemez. (H. Hüsnü Erdem) Kur'ân-ı kerîmin aslındaki îcâz ve belâgatini muhâfaza ederek tercüme etmek mümkün değildir. Fakat meâl (geniş açıklamalı) olarak tercümesi mümkündür. (H. Hüsnü Erdem) 2.Sözün düzgün, kusursuz ve yerinde söylenmesini öğreten edebî ilmin adı. |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BELÂDET:
İyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayıramama; ahmaklık. (Bkz. Ahmak) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BELED SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin doksanıncı sûresi. Beled sûresi Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). Yirmi âyettir. Şehir mânâsına olan beled'e yemin ile başladığı için bu ismi almıştır. Bahsedilen şehir, Mekke-i mükerremedir. Sûrede, insanın yaratılışından, tabîatından, kendi kuvveti ile gururlanmasından bahsedilmekte, Allahü teâlânın insanlara ihsân ettiği nîmetlerden, sıkıntı ve darlıkta olanlara yardım etmenin üstünlüğünden, seâdet ehli ile böyle olmayanlardan bahsedilmektedir. (İbn-i Abbâs, Taberî) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BELKIS:
Süleymân aleyhisselâm zamânında Yemen'de Sebe' şehrinde hüküm süren Himyerîlerden bir kadın sultan. Süleymân aleyhisselâm babası Dâvûd aleyhisselâmın yerine geçti. Sultan ve sonra peygamber oldu. Mescid-i Aksâyı yaptı. Yedi senede tamamladı. Sonra hükümet sarayını yaptı. Bundan sonra Belkıs'ı Filistin'e çağırdı. Belkıs geldi. Görüştüler ve Belkıs îmân etti. Süleymân aleyhisselâm Belkıs ile evlendi. Belkıs'ın Süleymân aleyhisselâm ile mektuplaşması ve Kudüs'e gelmesi Kur'ân-ı kerîmde Neml sûresinde uzun bildirilmektedir. (M. Sıddık bin Saîd) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BELVÂ-YI ÂM:
Umûmî sıkıntı, meşakkat, kaçınılması mümkün olmayan zorluk. |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BENÎ ÂDEM (Âdemoğlu):
İnsanoğlu. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Ey Benî Âdem! Yiyin, için, isrâf etmeyin. Çünkü Allahü teâlâ, isrâf edenleri sevmez. (A'râf sûresi: 31) (Ey Benî Âdem!) Şeytana itâat etmeyin, o size ap-açık bir düşmandır diye size Kur'ân-ı kerîmde bildirmedim mi? (Yâsîn sûresi: 60) Allah katında Benî Âdem'den daha şerefli bir varlık yoktur. (Hadîs-i şerîf-Şa'bul-Îmân) Ey Benî Âdem! Benim malım, benim malım dersin. O maldan senin olan; yiyerek yok ettiğin, giyerek eskittiğin ve Allah için vererek sonsuz yaşattığındır. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim) Mağrûr olma Benî Âdem! Ölmemeğe çâren mi var? Yakası yok ak gömleği, Giymemeğe çâren mi var? (Yûnus Emre) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BENÎ HÂŞİM (Hâşimoğulları):
Peygamber efendimizin dedesi Hâşim bin Abdi Menâf'ın soyundan gelenler. Allahü teâlâ, İsmâil (aleyhisselâm) evlâdından Kinâne ismindeki kimseyi ve onun sülâlesinden, Kureyş adlı zâtı beğenip, seçti. Kureyş evlâdından da, Benî Hâşim'i seçti. Onlardan da, beni beğenip seçti. (Hadîs-i şerîf-İmâm-ı Müslim) ...Ey Benî Hâşim! Nefslerinizi ateşten (Cehennem'den) koruyunuz. Ey kızım Fâtıma, nefsini ateşten kurtar. Çünkü sizleri kurtarmak için Allahü teâlânın sizinle ilgili irâdesini önleyecek hiçbir şeye sâhib değilim. (Hadîs-i şerîf-Mişkât) Kureyş kabîlesi; Hâşimî, Emevî, Nevfel, Abdüddâr, Esed, Teym, Mahzûm, Adiy, Cumah ve Sehm adında on kola ayrılmıştı. Zemzem dağıtmak ve Kâbe'yi tâmir ve tezyîn (süsleme) işi, Benî Hâşim'e verilmişti... (Muhammed Nişancı) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BENÎ İSRÂİL (İsrâiloğulları):
Ya'kûb aleyhisselâmın, on iki oğlundan gelen evladı ve torunları. Ya'kûb aleyhisselâmın diğer adı İsrâîl olduğu için, soyundan gelenler bu isimle anılmışlardır. Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Îsâ bin Meryem de bir zamanlar şöyle demişti: "Ey Benî İsrâil! Ben size Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş bir peygamberim. Benden evvel (gönderilmiş olan) Tevrât'ın tasdîkçisi, benden sonra gelecek bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim, ki o peygamberin ismi Ahmed'dir (Muhammed'dir). (Saf sûresi: 6) Benî İsrâil yetmiş bir fırkaya ayrılmıştı. Bunlardan yetmişi Cehennem'e gidip, ancak bir fırkası kurtulmuştur... (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Tirmizi-Milel-Nihâl Tercümesi) Ümmetimin âlimleri, Benî İsrâil'in peygamberleri gibidir. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî) Benî İsrâil Yûsuf aleyhisselâmdan sonra Mısır'da çoğaldı. Fakat burada zulüm ve hakâret gördüler. Bu durum Mûsâ aleyhisselâm zamânına kadar devâm etti. Mûsâ aleyhisselâm onları Mısır'dan alıp Şeria vâdisinin doğusundaki bölgeye yerleştirdi. Zamanla hazret-i Mûsâ'nın dînine uyanlar azaldı. Hazret-i Îsâ gelince, Mûsâ aleyhisselâma verilen Tevrat'ın hükmünü kaldırdı. Benî İsrâile, hazret-i Îsâ'nın dînine uymak lâzım oldu. Fakat onlar, Îsâ aleyhisselâma îmân etmeyip, Tevrat'a uymakta inad ettiler. Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm son peygamber olarak gelince de Îsâ aleyhisselâmın dîninin hükmü kalktı. Herkesin İslâmiyete uyması lâzım oldu. Fakat Benî İsrâil Peygamber efendimizi kıskandıklarından O'nun peygamberliğine ve İslâmiyete inanmadılar. (Harputlu İshak Efendi, Nişancızâde, Rahmetullah Efendi) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BENCİLLİK:
Kendini beğenmek, kendini büyük görmek, enâniyet. (Bkz. Enâniyet) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BENÛL-AHYÂF:
İslâm mîrâs hukûkunda Eshâb-ı ferâiz adı verilen (Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde hisselerini, paylarını bildirdiği) kimselerden ana bir erkek ve kız kardeşler. Benûl-Ahyâf tek kişi olduğunda hissesi mîrâsın altıda biridir. Birden fazla oldukları zaman mîrâsın üçte birini alıp aralarında paylaşırlar. Erkek ve kadın aynı miktârda alır. Ölenin çocuğu veya oğlunun çocuğu, yâhut babası, dedesi varsa, Benûl-Ahyâf mîrâs alamaz. (Abdürreşîd Secâvendî) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BENÛL-ALLÂT:
İslâm mîrâs hukûkunda baba bir, ana ayrı kardeşler. Benül-a'yân (ana-baba bir erkek ve kız kardeşler) ve Benûl-allât; oğul, oğlun oğlu, baba, dededen biri bulunduğu zaman vâris, mîrasçı olamazlar. (Secâvendî) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BENÛL-A'YÂN:
İslâm mîrâs hukûkunda; ölenin aynı ana ve babadan olan erkek ve kız kardeşlerinden her biri. Benül-A'yân; oğul, oğlun oğlu, baba ve dededen biri bulunduğu zaman vâris olamaz. (Abdürreşîd Secâvendî) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BERÂÂT SATIŞI:
Zekât toplayan âmillerin (memurların), köylüden alacakları zekât ve uşrun cins ve miktârını gösteren ve berâât adı verilen senedlerin satışı (Bkz. Bey'). Berâât satışı câiz değildir. Zîrâ verilen senetlerdeki yazılı mal mevcûd değildir. (İbn-i Âbidîn). |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BERÂE SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin dokuzuncu sûresi. Tevbe sûresi de denir. (Bkz. Tevbe Sûresi) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BERÂET (Berât):
1. Temize çıkarmak. Bir şahsın, hakkında iddia edilen suçtan uzak olduğunun veyâ işlediği söylenilen suçun gerçekte suç olmadığının anlaşılması. Allahü teâlâ dört kimseyi dört şeyle töhmetten (iftiradan) berât ettirmiştir. Yusuf aleyhisselâmı şâhitle, Mûsâ aleyhisselâmı elbisesini taşıyan taşla, hazret-i Meryem'i çocuğunu konuşturmakla, hazret-i Âişe'yi Nur sûresi 26. âyet-i kerîmesiyle berât ettirmiştir. Hazret-i Âişe'nin berâeti için birçok âyet-i kerîme nâzil olmuştur. (Muhammed bin Hamza) 2. Kurtuluş vesîkası. Abdullah bin Ömer radıyallahü anhümâ bir gün Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem huzûruna geldi. Peygamber efendimiz ona çok iltifat ederek; "Kıyâmet günü herkesin berâeti, her işi ölçüldükten sonra verilir. Abdullah'ın berâeti ise dünyâda verilmiştir" buyurdu. (Hadîs-i şerîf-Tezkiye-i Ehl-i Beyt) Âhirette pek çok kimse, hesâba çekilmeden Cennet'e girerler. Onlar için mîzân (terâzi) kurulmaz. Onlara verilen sayfalar üzerine; "Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah. Bu filânın oğlu filânın Cennet'e girmesinin ve Cehennem'den kurtulmasının berâetidir" yazılır. (İmâm-ı Gazâlî) Berâet-i Zimmet: Aksine bir delil bulunmadığı müddetçe şahsın suçsuz ve borçsuz olması. Berâet-i zimmet asıldır. Meselâ bir kimse başka bir kişi üzerinde şu kadar alacağım vardır diye iddiâ etse, borçlu olduğu iddiâ edilen kimse borcunu inkâr etse ve borcu olmadığına dâir yemin etse onun sözüne bakılır. Çünkü her şahıs zimmetten yâni borcdan ârî (uzak) olarak yaratılmış olduğu için, Berâet-i zimmet asıldır. (İbni Nüceym-i Mısrî) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BERÂT GECESİ:
Şâban ayının on beşinci gecesi. Berât gecesini büyük nîmet, fırsat biliniz! Çünkü belli bir gecedir. Şâban'ın on beşinci gecesidir. Kadr gecesi, çok büyük ise de, hangi gece olduğu belli değildir. Bu gece, çok ibâdet yapınız. Yoksa kıyâmet günü pişmân olursunuz! (Hadîs-i şerîf-Riyâd-un-Nâsihîn) Berât gecesinde çok duâ etmeli, kötü sondan, îmânsız ölmekten Allahü teâlâya sığınmalı, Cehennem ateşinden kurtuluş berâtı, bereket, rahmet, mağfiret ve âfiyet dilemelidir. (Muhammed Rebhâmî) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BEREKÂT:
Bereketler, hayırlar, iyilikler, bolluklar. Bereket'in çokluk şekli. (Bkz. Bereket) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BEREKET:
1. Allahü teâlânın bol nîmet vermesi. Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: Böylece İbrâhim'i ve (kardeşi oğlu) Lût'u (Irak'daki Nemrûd'dan) kurtarıp, içinde âlemlere (ağaçlar, tatlı meyveler, ırmaklar vb. şeylerle veya pek çok peygamber çıkarmak sûretiyle) bereketler verdiğimiz arza (Şam diyârına) çıkardık. (Enbiyâ sûresi: 71) Bir kadın, Resûlullah'a hediye olarak bal göndermişti. Resûlullah efendimiz balı kabûl edip boş kabı geri gönderdi. Kab bal ile dolu olarak geri geldi. Kadın gelerek; "Yâ Resûlallah! Hediyemi niçin kabûl etmediniz. Acaba günahım nedir?" deyince, Resûlullah efendimiz; "Senin hediyeni kabûl ettik. Gördüğün bal, Allahü teâlânın hediyene verdiği berekettir" buyurdu. (Hadîs-i şerîf-Mir'ât-ı Kâinât) Senenin bereketi, bahârından belli olur. (İmâm-ı Rabbânî) 2. Hayır, fayda. Şeytan her işinizde sizinle berâber bulunur. Hattâ yemekte bile. Birinizin lokması düşerse, onu alıp tozunu temizleyip yesin. O lokmayı şeytanlara bırakmasın. Çünkü bereketin hangi lokmada olduğu bilinmez. (Hadîs-i şerîf-Müslim) Ticârete hiyânet karışınca bereket gider. (Hadîs-i şerîf-Tergîb vet-Terhîb) Bir kimse Allahü teâlâ emr ettiği için çalışır, rızkını helâl yoldan ararsa, ezelde belli olan rızkına kavuşur. Bu rızık ona bereketli olur. (Seâdet-i Ebediyye) Az bir mal, bereketli olunca, çok kimsenin rahat etmesine, çok iyi işlerin yapılmasına vesîle olur. Bereketli olmayan çok mal vardır ki, sâhibinin dünyâda ve âhirette felâketine sebeb olur. O halde malın çok olması değil, bereketli olmasını istemelidir. (İmâm-ı Gazâlî) 3. Rahmet. Kur'ân-ı kerîm okunan eve bereket gelir. Melekler oraya toplanır. Şeytanlar oradan kaçar. (Ebû Hüreyre) Kur'ân-ı kerîm okunan eve bereket iner. Bu zaman yapılan duânın kabûl olması umulur. (Abdülhakîm-i Arvâsî) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BERR:
1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). İhsân eden, iyilik eden, yâni her iyilik kendisinden olan, îmân edip, iyi ameller yapmayı nasîb edip, bunlara karşılık âhirette sevâb ve dünyâda sıhhat, kuvvet, mal, makam, evlâd ve yardımcılar veren. 2. Îtikâdı doğru, amelleri ibâdetleri iyi, ahlâkı güzel, ihlâslı sâlih müslüman. Çoğulu Ebrârdır. (Bkz. Ebrâr) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BERZÂH ÂLEMİ:
Dünyâ ile âhiret arasındaki âlem; kabir âlemi. Berzâh âleminde ölülerin hâli, dirilerin hâli gibi değildir. Dünyâ hayâtında hem his (duygu), hem de irâde (istek) ile hareket vardır. Berzâh hayâtında ise, hareket etmek lâzım değildir, elem (acı) ve azâb duymaları için yalnız hissetmeleri yetişir. (Ahmed Fârûkî) 2. Tasavvufta âlem-i misâle verilen ad. (Bkz. Âlem-i Misâl) Berzâh âlemi, âlem-i ervâh (ruhlar âlemi) ile âlem-i ecsâd (madde âlemi) arasında yer alır. Ayna gibidir. Diğer iki âlemdeki hakîkî varlıklar ve mânâlar bu âlemde latîf şekillerde görünürler. Çünkü iki âlemdeki her hakîkate ve her mânâya uygun birer şekil, heyet, görünüş bu âlemde bulunur. Bu âlemde kendiliğinden hiçbir hakîkat, hiçbir madde ve mânâ yoktur. Buradaki şekiller, heyetler, öteki âlemlerden aks eden görüntülerdir. Aynada hiçbir şekil ve sûret yoktur. Aynada bir şekil görünürse, başka yerden gelen görünüştür. Âlem-i misâl de böyledir. |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
Berzâh-ı Kübrâ:
Kabirden kalkıp, mahşer yerinde hesâbın görülüp Cennet veya Cehenneme gidilinceye kadar geçen zaman. Berzâh-ı kübrâda, insanların dağılmış, çürümüş, erimiş parça ve kemikleri bir araya getirilir. (Muhammed Ma'sûm) Berzâh-ı Sugrâ: Kabre konduktan kıyâmet kopup kabirden kalkıncaya kadar olan zaman. Ervâh (rûhlar) ve berzâh-ı sugrâ, fazla düşünmeye ve üzerinde inceleme yapmaya gelmez. Bu konuda zan ve tahmin ileri sürmek doğru değildir. Nasslar (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler) ile sâbit olanlara (bildirilenlere) kısaca îmân etmek lâzımdır. Onun etrâflı olarak bilinmesini Allahü teâlânın ilmine havâle etmelidir, bırakmalıdır. (Ahmed Fârûkî) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BESMELE:
Bismillâhirrahmânirrahîm sözü. Kur'ân-ı kerîme saygı göstermek, E'ûzü okuyarak başlamakla olur ve Kur'ân-ı kerîmin anahtarı Besmeledir. (Hadîs-i şerîf-Tefsîr-i Yâkûb-i Çerhî)) Hoca çocuğa, Besmele okur, çocuk da söyleyince, Allahü teâlâ, çocuğun anasının, babasının ve hocasının Cehennem'e girmemesi için senet yazdırır. (Hadîs-i şerîf-Tefsîr-i Dürr-ül-Mensûr) Cehennem'de azâb yapan on dokuz melekten kurtulmak isteyen Besmele okusun! Besmele on dokuz harftir. (Abdullah ibni Mes'ûd) Besmelenin mânâsı: «Her var olana, onu yaratmakla iyilik etmiş ve varlıkta durdurmakla, yok olmaktan korumakla iyilik etmiş olan Allahü teâlânın yardımı ile bu işi yapabiliyorum. Ârifler (evliyâ), O'nu ilâh olarak tanıdı. Âlemler, O'nun merhâmeti ile rızık buldu. Günah işliyenler, O'nun rahmeti ile Cehennem'den kurtuldu» demektir. (Yâkûb-ı Çerhî) Besmele öyle bir sözdür ki ağzı temizler, kalbden gamı ve sıkıntıyı giderir. (Abdülkâdir Geylânî) Abdest almağa, yemeğe, içmeğe ve her mübârek işe başlarken Besmele çekmek Peygamber efendimizin âdet-i şerîflerinden olup sünnettir. (İbn-i Âbidîn) Besmeleyle başlıyalım kitâba Allah adı en iyi bir sığnakdır Nîmetleri sığmaz ölçü hisâba Çok acıyan, afvı seven bir Rab'dır. (Seâdet-i Ebediyye) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BEŞER:
İnsan, âdemoğlu (Bkz. Benî Âdem). BEŞÎR: 1. Müjdeleyici mânâsına Peygamber efendimizin isimlerinden. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: (Ey Muhammed!) Biz seni; mü'minleri, inananları beşîr, kâfirleri de azâb ile korkutucu, uyarıcı olarak gönderdik. (Bekara sûresi: 119) 2. Kabirde mü'minlere suâl soran melekler. Kabirlerde kâfirlere ve âsî müslümanlara azâb edecek melekler ve kabirde suâl soracak melekler vardır. Suâl meleklerine münker ve nekir denir. Mü'minlere soranlara ise mübeşşir ve beşir denir. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BETÛL:
Peygamber efendimizin mübârek kızı hazret-i Fâtımâ'nın lakabı. İlimde ve ictihâdda hazret-i Âişe, zühd (dünyâya rağbet etmemekte) ve dünyâdan kesilmekte, uzak durmakta ise, hazret-i Fâtıma daha ileridir. Bunun içindir ki, hazret-i Fâtımâ'ya Betûl denilmiştir. (Abdülkâdir-i Geylânî) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BEVÂDİH:
Tasavvufta, insan kalbine gayb âleminden âniden gelen şeyler. Bevâdih kalbe gelen ferahlık ve sevinçtir. Sâhibini güldürür. Yâhut hüzün ve kederdir; sâhibini ağlatır. Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin; "Bir zaman güldüm, bir zaman ağladım. Ve şimdi ne gülüyor ne ağlıyorum." buyurması bevâdih hâline işârettir. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BEY':
Satmak, satış yapmak, alış-veriş. İki kişinin mallarını gönül rızâsı ile değişmeleri. Âyet-i kerîmede meâlen buyruldu ki: Allahü teâlâ bey'i, helâl ve fâizi haram kıldı. (Bekara sûresi: 275) Bey' ve şirâ (alış-veriş) bilgilerini öğrenmeden ticâret yapmak helâl olmaz. Her tâcirin bir fıkıh âlimi bulup, işlerini buna danışarak yapması, böylece fâizden ve fâsid (bozuk) alışverişten kurtulması lâzımdır. (Ebü'l-Kâsım Semerkandî) Bir kimse İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe hazretlerinden sordu ki: "Vakitlerimi ibâdet ile geçirmek istiyorum. Bana bir şey yaz da, hep onu yapayım?" İmâm-ı a'zam rahmetullahi aleyh, bey' ve şirâ bilgilerini yazıp verince; "Bu tüccarlara lâzım olur. Ben evimde oturup ibâdet ile meşgûl olacağım" dedi. Cevâbında; "Yiyecek ve giyecek lâzım olmayan kimse var mı? İslâmiyet'in alış-veriş kısmını bilmeyen, haram lokmadan kurtulamaz ve ibâdetlerinin sevâbını bulamaz. Zahmetleri boşa gider ve azâba yakalanır ve çok pişman olur" buyurdu. (Kerderî, M.Rebhâmî) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
Bey'-i Bâtıl:
Sahih olmayan, yâni dînen bulunması lâzım gelen şartların hepsi veyâ bir kısmı bulunmayan alış veriş. (Bkz. Bâtıl) Bey'-i bil Vefâ (Vefâ ile Satış): Alıcı ve satıcının, satıştan vazgeçmek hakkına sâhip olduğu alış-veriş. |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
Bey'-i Fâsid:
Aslı İslâmiyet'e uygun, fakat sıfatı uygun olmayan satış. Bir kimse satın aldığı bir malın bedeli olan paranın yarısını peşin verip, yarısını da yolcum gelince vereyim dese, bu alış-veriş Bey'-i fâsid olur. Çünkü yolcunun geleceği târih yâni paranın kalan kısmının ödeneceği târih belli değildir. Bu durum ise, satışın sıfatı bakımından uygun olmaması demektir. (Zeylaî) Bey'-i fâsid, câiz değildir ve haramdır. Büyük günâhtır. Fâsid satışla alınan mal, müşteri teslim alınca, kendi mülkü olursa da, yemesi, giymesi haramdır. Alanın ve satanın bu satışı bozması, geri vermesi vâcibdir. Geri çevirmezlerse, vâcibi terk ettikleri için günâha girerler. (Hamzâ Efendi) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
Bey'-i Mekrûh:
Aslı ve sıfatı İslâmiyet'e uygun ise de kendisine dînin yasak etmiş olduğu bir şey karışmış olan satış. Satın almıyacağı bir malın fiyatını, başka müşteriler arasında yükseltmek, iki kişi bir malın fiyatında uyuşmuş iken bu malı, daha yüksek fiyatla satın almak istemek Bey'-i mekrûhdur. Bey'-i Mevkûf: Aslı ve sıfatı sahîh ise de başkasının hakkı karışan alış-veriş. |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
Bey'-i Sahîh:
Aslı ve sıfatı İslâmiyet'e uygun olan satış; doğru ve sıhhatli alış-veriş. Bey'i sahîhin geçerli olması için, alıcı ve satıcının aynı kimse olmaması, yâni bir kimsenin hem satıcıya, hem alıcıya vekil olarak kendi kendine satış yapmaması, satanın ve alanın akıllı olmaları, akd yapılması yâni birinin îcâb (teklif) edip karşısındakinin, onu; ayrılmadan önce kabûl etmesi yâni söz kesilmesi, mebî'in (satılan malın) ve semenin (bedelin) mütekavvim (kıymetli, kullanılması mübâh ve mümkün olan) mal olmaları lâzımdır. Satılan malın felsin îtibârî kıymetinin yâni (piyasadaki yarım gram altının kuruş cinsinden değerinin on beşte birinden aşağı olmaması lâzımdır. (Bkz. Fels) (İbn-i Nüceym) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BEYÂN:
Açık olmak, açıklamak, bildirmek. Konuşma, yazma, anlama, anlatma, ifâde etme. Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: (Allahü teâlâ) insanı yarattı. Ona beyânı öğretti. (Rahmân sûresi: 3-4) Beyânın öylesi vardır ki büyüleyici bir tesire sâhiptir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî) Beyândan bilmediklerimizle bizleri nîmetlendiren Allahü teâlâya hamd olsun. (Ahmed Mekkî Efendi) Beyân İlmi: Düzgün ve yerinde söz söyleme yolunu öğreten belâgat ilminin teşbîh (benzetme), mecâz, kinâye gibi konularını anlatan ilim. (Bkz. İlm-i Beyân) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BEYT-İ MA'MÛR:
Meleklerin kıblesi. Göklerde meleklerin devâmlı tavâf ettikleri yer, makam. Beyt-ül-ma'mûrda her gün yetmiş bin melek namaz kılar. Bir kere namaz kılana bir daha sıra gelmez. Meleklerin büyüklerinden Kerûbîyân melekleri gece ve gündüz tesbih ederler, hiç usanmaz ve yorulmazlar. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Münzir) Beyt-i ma'mûr üçüncü, altıncı veya yedinci kat semâdadır. Onun gökyüzündeki kıymeti, Kâbe-i Muazzamanın yeryüzünde kıymeti gibidir. (Sa'lebî) Beyt-i ma'mûr, Beyt-i Harâm'ın (Kâbe'nin) üst tarafına düşmektedir. Yere düşecek olsa, onun üstüne düşer. Orayı her gün daha önce hiç görmemiş yetmiş bin melek ziyâret eder. (Ezrâkî) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BEYTÜ'L-MUKADDES (Beyt-ül-Makdis):
Kudüs'deki Mescid-i Aksâ. (Bkz. Mescid-i Aksâ) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BEYTULLAH:
1. Mekke-i mükerremede Mescid-i harâmın ortasında bulunan mukaddes binâ. Kâbe-i muazzama; müslümanların kıblesi; Fazîlet ve kıymetini bildirmek için Beytullah buyurulmuştur. Rivâyet edildiğine göre, Allahü teâlâ Âdem aleyhisselâma buyurdu ki: Ey Âdem! Sen sağ oldukça Beytullah'ı tâmir et. Senden sonra gelecek peygamberler ve ümmetler de zaman zaman onu tâmir edecekler. En son peygambere kadar bu böyle sürüp gidecek. (Ezrâkî) 2. Câmi, mescid. Beytullah olan câmi ve mescidlerde ibâdet etmeyip, dünyâ kelâmı ile meşgul olmak tahrîmen mekruhtur. Yâni harama yakın günahtır. Ateş odunu yiyip bitirdiği gibi câmide dünyâ kelâmı konuşmak da, insanın sevâblarını giderir. (Tahtâvî) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BEYTÜLMÂL:
İslâm devleti hazînesi, mâliye teşkîlâtı. Beytülmâl, devlet gelirlerini muhâfaza eder, gerekli yerlere sarfeder, devletin gelirleri ile giderleri arasında dengeyi sağlamaya çalışır ve bütçenin bütün vazîfelerini görürdü. (İsmâil Nablüsî) Beytülmâlın gelirleri dört yoldan sağlanırdı: 1) Zekât malları, 2) Ganîmetin, çıkarılan mâden ve defînelerin beşte biri, 3) Gayr-i müslimlerden haraç ve cizye olarak alınan mallar, 4) Vârisi olmayan zenginlerin bıraktığı mal ve yerde bulunup sâhibi bulunmayan mallar. (Îmâm-ı Serahsî) Beytülmâlden, ayırım yapmadan bütün fakirler, zekât me'murları, âlimler, öğretmenler, vâizler, din dersi öğrenen talebeler, borçlular, seyyidlerle şerîfler yâni Peygamber efendimizin soyundan gelenler ve askerlerin hepsi haklarını alırlardı. (Abdülganî Nablüsî) İmâm-ı Ebû Yûsuf bir suâle bilmiyorum deyince; "Hem Beytülmâlden maaş alıyorsun, hem de cevap vermiyorsun" dediler. Bunun üzerine İmâm-ı Ebû Yûsuf; "Beytülmâlden, bildiklerim kadar ücret alıyorum. Bilmediklerim için alsaydım, Beytülmâlde bulunanların hiç biri yetişmezdi" dedi. (Taşköprüzâde, İbn-i Hacer) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BEYYİNE:
Açık delîl. 1. Kur'ân-ı kerîm. Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: (Ey Mekkeliler! Bu kitâbı, Kur'ân-ı kerîmi) "Bizden evvel kitap yalnız iki taifeye (yahûdî ve hıristiyanlara) indirildi. Biz ise (konuştuğumuz dilde olmadığından) onu okumaktan gâfilleriz" dememeniz için yâhut; "Bize de kitab indirilseydi, muhakkak onlardan daha fazla hidâyete ererdik" dememeniz içindir. İşte size Rabbinizden (konuştuğunuz dilde) apaçık bir beyyine, bir hidâyet ve bir rahmet gelmiştir. Artık Allahü teâlânın âyetlerini inkâr eden ve onlardan yüz çevirenlerden daha zâlim kimdir?Elbette biz âyetlerimizden yüz çevirenleri, bu kabahatleri sebebiyle şiddetli bir azâb ile cezâlandıracağız. (En'âm sûresi: 156-157) 2. Mûcize. Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Semûd (Kavmine) de kardeşleri Sâlih'i (gönderdik). O, dedi ki: "Ey kavmim! Allahü teâlâya ibâdet edin. Sizin O'ndan başka hiç bir ilâhınız yoktur. İşte size, Rabbinizden (benim peygamberliğimi ve sözümün doğruluğunu gösteren) bir beyyine geldi (ki, Allahü teâlânın kudretiyle vâr olan) işte bu devedir. Onu (kendi hâline) bırakın, Allahü teâlânın arzında otlasın. Ona bir fenâlıkla dokunmayın ki, sonra acıklı bir azâba uğrarsınız." (A'râf sûresi: 73) 3. Delil, şâhid. Tevâtür (yalan üzerinde birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluğun verdikleri haber) ile bildirilenlere uymıyan beyyine kabûl olunmaz. (Ali Haydar Efendi) 4. Âdil olan iki erkek veya bir erkek ile iki kadın şâhid. Beyyine müddeî (dâvâcı) içindir Yemin ise dâvâlıya âittir. (Hadîs-i şerîf-Câmi'us-Sagîr) Allahü teâlânın hakkı bulunan bir günâhı işliyeni gören kimsenin, bir şâhid yanında ta'zîr (suçluyu sözle azarlama) yapması lâzımdır. Bir müslümana fâsık diyen kimsenin ta'zîr edilmesi; o müslümanın hakkının korunması içindir. Bir kimse, kendini, ta'zîrden kurtarması için beyyine ile sözünü isbât etmesi lâzımdır. (İbni- Âbidîn) 5. Peygamber efendimizin isimlerinden. (Bkz. Beyyine Sûresi) Beyyine Sûresi: Kur'ân-ı kerîmin doksan sekizinci sûresi. Beyyine sûresi Medîne'de nâzil olmuştur (inmiştir). Sekiz âyettir. Birinci âyet-i kerîmede açık delîl mânâsına olan el-Beyyine kelimesi sûreye ad olmuştur. Bahsedilen beyyine, Peygamber efendimizdir. Sûrede; inanmayanların îmân etmeleri için istedikleri en açık delil olan Peygamber efendimiz gözleri önünde olduğu hâlde, yine inançsızlıklarında devâm ettikleri bildirilmektedir. (Senâullah Dehlevî, Vâiz-i Kâşifî) Beyyine sûresinde buyruldu ki: Muhakkak ki, îmân edib de sâlih ameller işliyenler işte bunlar yaratılanların en hayırlılarıdırlar. Onların mükâfâtı, Rableri katında (ağaçları altından) ırmaklar akan Adn Cennetleridir; içlerinde ebedî olarak kalacaklardır. Allahü teâlâ onlardan râzı, onlar da Allah'tan râzı olmuştur. (Ayet: 7,8) Kim, "Lem yekünillezîne Keferû" (Beyyine) sûresini okursa, kıyâmet günü, hayrın (iyiliğin) kaynağı ile berâber olur. (Hadîs-i şerîf-Envâr-ut-Tenzîl ve Esrâr-üt-Te'vîl) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BÎ'A:
Hıristiyanların mâbedi, tapınak, kilise. Bî'adaki küfür alâmetleri boşaltılırsa, namaz kılmak mekruh olmaz. (Alâüddîn Haskefî) Bî'aya gidip hazret-i Îsâ'dan, Meryem anadan bir şey isteyenin îmânı gider. (İbn-i Âbidîn) |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BÎ'AT (Bey'at):
1. Sözleşme, söz verme, teslimiyet. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: Ey Resûlüm! Mü'min kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zinâ etmemek, kız çocuklarını öldürmemek, herhangi bir iyilik husûsunda sana isyân etmemek üzere, seninle bî'atleşmeye geldikleri zaman bî'atlerini kabûl et. Onlar için Allah'tan mağfiret (günahlarının affını) dile. Muhakkak ki Allahü teâlâ tövbe edeni affedici, tâatle, beğendiği işleri yapanlara pek merhametlidir. (Mümtehine sûresi: 12) 2. Devlet başkanı durumunda olan kimseye, senin başkanlığını, idâreciliğini kabûl ettim, iyi ve faydalı her sözüne itâat edeceğim, şeklinde söz vermek, bağlılığını bildirmek. Bu çeşit bî'at, Peygamber efendimizin vefâtından sonra Benî Sakîfe denilen yerde hazret-i Ebû Bekr halîfe seçilirken görülür. Burada Ebû Bekr'e ilk bî'atı, hazret-i Ömer yaptı. Bundan sonra İslâm devletlerinde devlet başkanına itâat edilmesi ve sözünün dinlenmesi için bî'at esas oldu. Zamanla bî'at için merâsimler yapıldı. Bu, çeşitli devirlere ve devletlere göre farklılık gösterir. Osmanlı Devletinde de, bî'atın önemli bir yeri vardı. Her pâdişâhın tahta çıkışında merâsimler yapılırdı. Resmî bî'at, Topkapı Saray-ı Hümâyûnunda Bâbüssaâde önünde icrâ olunması eskiden beri âdetti. Bî'at sırasında el tutuşmak âdeti, zamanla kaldırılmış, yerine etek öpmek usûlü getirilmiştir. (Yeni Rehber Ansiklopedisi) 3. Tasavvufta bir terim. Bî'at tâbiri tasavvufta üç mânâyı ifâde eder: Birincisi, büyük bir zâtın yanında, günah işlememek için söz vermektir. Buna tövbe bî'atı denir. Büyük günâhlardan biri işlenince, bu bî'at bozulur. Yeniden bîat etmek lâzımdır. İkincisi, intisâb etmek, bağlanmak, bereketlenmek için bir velîye veya onun hakîkî mensuplarına bîat etmektir. Onlar için bildirilen müjdelere ve şefâatlarına kavuşulur. Bî'atin üçüncü mânâsı, evliyâ zâtlardan gelen feyizlere, mânevî bilgilere kavuşmak, onlardan faydalanmak için yapılır. (Abdullah-ı Dehlevî) Bî'at-ı Rıdvân: Hudeybiye'de Semûre ismindeki ağacın altında 400 Eshâb-ı kirâmın Peygamber efendimize, emirlerini kayıtsız şartsız yerine getireceklerine dâir verdikleri söz. Kur'ân-ı kerîmde Bî'at-ı Rıdvân yapanlar hakkında meâlen buyruldu ki: Andolsun ki, Allahü teâlâ, seninle o ağacın altında bî'at ettikleri vakit mü'minlerden râzı olmuştur. (Feth sûresi: 18) Ağaç altında gerçekten bî'at edenlerden hiç biri, Cehennem'e girmeyecektir. (Hadîs-i şerîf-Tezkiye-i Ehl-i Beyt). |
Dini Terimler Sözlüğü (B)
BÎ-ÇÛN VEBÎ-ÇİGÛNE:
Hiçbir şeye benzemeyen, nasıl olduğu anlaşılamayan. Allahü teâlânın nasıl olduğunun bilinemeyeceğini ve akıl ile anlaşılamayacağını, idrâk olunamayacağını ifâde eden bir terim. Allahü teâlâ bî-çûn ve bî-çîgûnedir. Akıl neyi düşünür neyi tasavvur (hayâl) ederse etsin, O değildir. Allahü teâlâ ötelerin ötesidir. (İmâm-ı Rabbânî) Allahü teâlâyı anlatan en iyi kelime, en geniş ibâre, Şûrâ sûresi on birinci âyetindeki: "Onun benzeri gibi hiç bir şey yoktur." sözüdür ki, buna Fârisî dilinde "bîçûn ve bî-çîgûne" denir. (İmâm-ı Rabbânî) |
All times are GMT +3. The time now is 12:49. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025