![]() |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FETÂNET:
Peygamberlerde bulunması lâzım olan sıfatlarından biri. Peygamberlerin; bütün insanların en akıllısı, en zekîsi ve en anlayışlısı olmaları. Peygamberler (aleyhimüsselâm) hakkında bilinmesi vâcib olan sıfatlar beştir. Sıdk (doğruluk), Emânet (güvenilirlik), Tebliğ (Allahü teâlâdan aldıkları emir ve yasakları insanlara bildirmek), İsmet (günahsızlık) ve Fetânet. (Kutbüddîn-i İznikî) Peygamberler güzel ahlâk sâhibidirler. Mâlâyânîden (fâidesiz iş ve sözden), insan tabiatının nefret ettiği şeylerden uzaktırlar. İnsanlar arasında asîl olmayan soydan peygamber gelmemiştir. Çünkü peygamberlerin soy zinciri, asîl ve temiz kimselerdir. Kaba, görgüsüz, aşağı tabîatlı, ahmak, geri zekâlı kimselerden peygamber gelmemiştir. Peygamberler çok akıllı ve zekî olup, fetânet sâhibidirler. (Kâdızâde Ahmed bin Muhammed) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FETİH SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin kırk sekizinci sûresi. Fetih sûresi, hicretin altıncı yılında Hudeybiye andlaşması dönüşünde Mekke ile Medîne arasında nâzil oldu (indi). Yirmi dokuz âyet-i kerîmedir. İslâmiyet'in yakında elde edeceği fethi, başarı ve zaferi müjdelediğinden Sûret-ül-Fetih denilmiştir. Sûrede; Peygamber efendimiz ve mü'minler için verilen ve verilecek olan nîmetler, münâfıkların ve müşriklerin uğrayacağı azâb hatırlatılmakta ve cihâddan geri kalanlar ve daha başka konular anlatılmaktadır. Allahü teâlâ Fetih sûresinde meâlen buyuruyor ki: (Habîbim) biz seni mü'minlerin (İnananların) îmânına, kâfirlerin (inkar edenlerin, inanmayanların) küfrüne (inkârına) şâhid, mü'minleri Cennetle müjdeleyici, kâfirleri de Cehennem ateşi ile korkutucu olarak gönderdik. (Âyet: 8) Kim Allah'a ve peygamberine îmân etmezse, inanmazsa, muhakkak ki biz o kâfirler için pek şiddetli bir azab hazırladık. (Âyet: 13) Kim Fetih sûresini okursa, sanki Mekke'nin fethinde Resûlullah ile berâber bulunmuş gibidir. (Hadîs-i şerîf-Tefsîr-i Kâdı Beydâvî) Ramazan'ın birinci gecesi kim namazda, Fetih sûresini okursa, Allahü teâlâ o kimseyi bütün sene korur. (Hadîs-i şerîf-Rûh-ul-Beyân) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FETRET:
1. Aynı cinsten iki hâdise (olay) arasındaki kesinti devresi. Peygamber efendimize sallallahü aleyhi ve sellem kırk yaşında iken ilk vahy gelerek peygamberliği bildirildi. Kırk üç yaşına kadar geçen fetret devresinde vahiy gelmedi. Fakat İsrâfil aleyhisselâm ara sıra gelip, Peygamber efendimize bâzı şeyleri öğretirdi. Bu hâl üç sene kadar sürdü. Kırk üç yaşında iken Cebrâil aleyhisselâm gelerek Müddessir sûresinin ilk âyetlerini getirdi. Böylece Peygamber efendimiz insanları dîne dâvet etmekle vazîfelendirildi. İlk vahiyle bu zaman arasına fetret devri adı verildi. (Ahmed Cevdet Paşa, Halebî) 2. İki peygamber veya iki hükümdâr arasında peygambersiz ve hükümdârsız geçen zaman. Şit aleyhisselâmın vefâtından sonra insanlar bozuldu. Âdem ve Şit aleyhimesselâmın bildirdiği hükümler unutulup, terk edildi. Bu fetret döneminden sonra, hazret-i İdrîs peygamber gönderildi. Ona otuz suhuf (forma) verildi. (Sa'lebî) Hazret-i Îsâ ile Peygamber efendimiz arasındaki fetret devri bin senedir. (Abdülhakîm Arvâsî) Osmanlı târihinde, Ankara savaşından sonra Yıldırım Bâyezid'in ölümü ile oğlu Çelebi Mehmed'in başa geçtiği târihler arasındaki zaman fetret devridir. (Osmanlı Târihi Ansiklopedisi) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FETVÂ:
Herhangi bir işin dîne (İslâmiyet'e) uygun olup olmadığına dâir müftî tarafından verilen cevâb. Elini göğsüne koy! Helâl şeyde kalb sâkin olur. Harâm şeyde çarpıntı olur. Şübheye düşersen yapma! Din adamları fetvâ verseler de yapma! (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Ma'sûmiyye) Bir kimseye câhilâne bir sûrette fetvâ verilse, bunun günâhı, fetvâyı verene âit olur. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Mâce) Fetvâ veren âlime müftî denir. Müftînin müctehid (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkarabilen bir âlim) olması lâzımdır. Böyle olmayana müftî denmez, fetvâyı nakledici denir. Bunlar fetvâları meşhûr fıkıh kitablarından alırlar, müctehidlerin sözlerini bildirirler. (İbn-i Hümâm) Fıkıh kitablarına uymayan fetvâlar yanlıştır. Bunlara bağlanılmaz. (Abdurrahmân Silhetî) Din ilminde konuşan kimse, Allahü teâlânın kendisine; "Benim dînimde sen nasıl fetvâ verdin, nasıl söz söyledin?" suâlini sormıyacağını zannediyorsa, dinde gevşeklik etmiş olur. (İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe) Yetmiş imâm (âlim) şâhidlik etmeden, fetvâ vermeğe başlamadım. (İmâm-ı Mâlik) Din ve dünyâ işlerinde bilmiyerek fetvâ verene melekler lânet eder. (Hâdimî) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FETTÂH (El-Fettâh):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarına hayır kapılarını, dileklerine kavuşmak istiyen kullarına kapalı kapıları açan, peygamberlerini düşmanlarının elinden kurtarıp, memleketlerin fethini müyesser (kolay) kılan; evliyâsına (sevdiği kullarına) melekûtünün (gözle görülmeyen âlemin) kapılarını açıp, kalb gözlerinden perdeyi kaldıran. Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: O (Allahü teâlâ) Fettâh'tır. Alîm'dir. (Sebe' sûresi: 26) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FEVÂİT:
Kasten, bilerek terketmekle olmayıp, dînin kabûl ettiği herhangi bir sebeble, özürle kaçırılmış farz veya vâcib namazlar. Fâitenin çoğuludur. (Bkz. Fâite) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FEY':
Dönmek. Muhârebe bittikten sonra, kâfirlerden zorla veya harp yapılmadan sulh yoluyla alınan mal. Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: Allah'ın, (fethedilen diğer kâfir) memleketlerin ahâlisinden Peygamberine verdiği fey'; Allah'a, Peygamberine, hısımlarına (Resûlullah'ın akrabâsı olan Hâşim, Muttaliboğullarına), yetimlere (babaları ölmüş fakir müslüman çocuklarına), yoksullara (ihtiyâç sâhibi müslümanlara), yolda kalanlara âiddir. Tâ ki (bu mallar) içinizden (yalnız) zenginler arasında elden ele dolaşmasın (fakirler bundan mahrum edilmesin). Peygamber size ne getirdiyse (ne emrettiyse) onu alın, size ne yasak etdiyse ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azâbı (Peygambere muhâlefet edenlere karşı) çetindir (pek şiddetlidir). (Haşr sûresi: 7) Fedek arâzisi, sulh (barış) ile alındığı için o da fey' idi. Düşman tarafından hediye olarak gönderilen mallar da Resûlullah efendimiz için fey' olup, O'nun tasarrufunda (idâresinde) idi. Dilediği gibi harcardı. (Ebû Ubeyd bin Sellâm) Harâc (gayr-i müslim vatandaşlardan alınan vergi) ve cizye de (gayr-i müslim vatandaşların hür ve mükellef olan erkeklerinden, seneden seneye alınan vergi) fey'dir. (İmâm-ı Ebû Yûsuf) Fey-i Zevâl: Güneş, gün ortasında (Nısf-ün-nehârda), tam tepeye gelince görülen en kısa gölge uzunluğu. Asr-ı evvelin vakti; bir şeyin gölgesinin boyu, fey-i zevâl artı kendi boyu olunca başlar. Asr-ı sâninin vakti, bir şeyin gölgesi, fey-i zevâl artı kendi boyunun iki misli olunca başlar. Asr-ı evvel, İmâm-ı Ebû Yûsuf ile İmâm-ı Muhammed'e göre, Asr-ı sânî İmâm-ı A'zam'a göre ikindinin başladığı vakittir. (İbn-i Hümâm, Ahmed Ziyâ Bey) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FEYZ:
Akma. Peygamber efendimizin mübârek kalbinden, evliyânın kalbleri vâsıtasıyle akıp gelen mânevî bilgiler. Din büyüklerinin yanına boş olarak gelmelidir ki, dolmuş (faydalanmış) olarak dönülebilsin. Onların acıması, ihsânda bulunması için, boş olduğunu bildirmek lâzımdır. Böylece feyz yolu açılır. (İmâm-ı Rabbânî) Bir kimse âlimlerin sohbetinde bulunur fakat onlara hürmet etmezse, ilâhî feyz ve bereketlerden mahrum kalır ve âlimlerdeki nûrlar kendinde görünmez. (Ebû Ali Sekafî) Kendisinden ilim öğrendiği zâtta, ayıp ve kusur arayan, onun ilminden, feyz ve bereketinden faydalanamaz. (Abdullah binMenâzil) Evliyâ mezarlarını ziyâret ederek, feyz vermeleri için yalvar. Fâtiha ve salevât okuyup sevâblarını mübârek rûhlarına göndererek onları Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için vesîle yap. (Mazhar-ı Cân-ı Cânân) Gelince feyz ü ihsânın, günâhkâr kimseye bir an, Onun râhı (yolu) dü-âlemde (dünyâ ve âhirette) selâmet yâ Resûlallah! (Yaman Dede) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FIKH (Fıkıh):
Bilmek, anlamak. İslâmiyet'i bilmek. Dinde yapılması ve sakınılması lâzım gelen işleri bildiren ilim. İbâdetlerin en kıymetlisi, fıkıh ilmini öğrenmek ve öğretmektir. (Hadîs-i şerîf-Mecmûa-i Zühdiyye) Allahü teâlâya fıkıhtan daha üstün bir şeyle ibâdet edilmedi. Muhakkak ki, bir tek fıkıh âlimi, şeytan üzerine bin âbidden daha şiddetlidir. Her şeyin bir direği vardır. Bu dînin direği de fıkıhtır. (Hadîs-i şerîf-Hilyet-ül-Evliyâ) Fıkıh ilmini öğrenmek, her müslümanın üzerine farzdır. Ey müslümanlar, öğrenin veya öğretin ve fıkıh öğrenin de câhil olarak ölmeyin. (Hadîs-i şerîf-Edeb-üd-Dünyâ ved-Dîn) Fıkhın bânîsi (kurucusu) Ebû Hanîfe'dir (İmâm-ı a'zam). Fıkhın dörtte üçü ona âittir. (İmâm-ı Rabbânî) Fıkıh ilmi dört büyük kola ayrılır: 1) İbâdât: Namaz, oruç gibi ibâdetler. 2) Münâkehât: Evlenme ve boşanma ile ilgili hususlar. 3) Muâmelât: Alış-veriş, kirâ, şirketler vb. 4) Ukûbât: Cezâlar. (Ahmed Zühdî Efendi) Fıkhın ibâdât kısmını kısaca öğrenmek her müslümana farzdır. Münâkehât ve muâmelât kısımlarını öğrenmek farz-ı kifâyedir. Başına gelenlerin öğrenmesi farz olur. (İbn-i Âbidîn) Fıkıh bilgisi, ekmek su gibi lâzımdır. (İbn-i Âbidîn) Fıkıh Usûlü: Fıkıh bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nâsıl çıkarıldığını öğreten ilim. (Bkz. Usûl-i Fıkıh, Fıkıh) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FIRKA:
Cemâat, topluluk, bölük, grup. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: Ey Peygamberim! Dinde fırka fırka ayrılanlarla senin hiç bir ilgin yoktur. Onların cezâlarını Allahü teâlâ verecektir. Kıyâmet günü Allahü teâlâ, dünyâda işlediklerini onlara hatırlatacaktır. (En'âm sûresi: 159) Benî İsrâil, yetmiş bir fırkaya ayrılmıştı. Bunlardan yetmişi Cehennem'e gidip, ancak bir fırkası kurtulmuştur. Nasârâ (hıristiyanlar) da yetmiş iki fırkaya ayrılmıştı. Yetmiş biri Cehennem'e gitmiştir. Bir zaman sonra benim ümmetim de yetmiş üç kısma ayrılır. Bunlardan yetmiş ikisi Cehennem'e gidip, yalnız bir fırkası kurtulur. Cehennem'den kurtulan fırka, benim ve Eshâbımın gittiği yolda gidenlerdir. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî) Doğru yol Ehl-i sünnet yoludur.Peygamber efendimiz ve Eshâbının gittiği doğru yol, Ehl-i sünnet âlimlerinin gösterdiği yoldur. Zamanla yanlış fırkalar unutuldu. Şimdi, İslâm memleketlerinin çoğu bu doğru fırkadadır. (M. Sıddîk bin Saîd) Fırka-i Dâlle: Âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere kendi görüş ve akıllarına göre mânâ vererek, doğru yoldan ayrılıp dalâlete (yanlış ve bozuk yollara) sapmış fırkalardan her biri. Fırka-i dâlleden hiç kimseye evliyâlık kemâlleri (üstünlükleri), mânevî yüksek hâller, tasavvuf zevkleri verilmemiştir. (Abdülhak-ı Dehlevî) Fırka-i dâllenin ortaya çıkmasının sebebi Kur'ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere yanlış mânâ vermeleridir. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) Fırka-i Nâciye: Kurtuluş fırkası. Cehennem'den kurtulacağı bildirilen fırka. İslâm dîninde doğru îtikâd üzere olanlar. Peygamber efendimiz ve Eshâbının ve bu büyüklere tâbi olan Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda bulunanlar (Bkz. Ehl-i Sünnet ve Cemâat). Ey mü'minler! Ehl-i sünnet ve cemâat denilen fırka-i nâciyenin yoluna sarılınız! Çünkü, Allahü teâlânın yardımı, koruması ve saâdete ulaştırması, yalnız bu yolda bulunanlar içindir. Allahü teâlânın gadabı ve azâbı, bu fırkadan ayrılanlar içindir. (Seyyid Ahmed Tahtâvî) Hadîs-i şerîfte, müslümanların yetmiş üç fırkaya ayrılacakları bildirildi. Bu yetmiş üç fırkadan herbiri kendilerinin fırka-i nâciye olduklarını söylemektedir... Hâlbuki fırka-i nâciyenin alâmetini, işâretini Peygamber efendimiz şöyle bildirmektedir: "Bu fırkada olanlar, benim ve Eshâbımın gittiği yolda bulunanlardır." İslâmiyet'in sâhibi kendini söyledikten sonra, Eshâb-ı kirâmı da söylemesine lüzûm olmadığı hâlde, bunları da söylemesi; "Benim yolum, Eshâbımın gittiği yoldur. Fırka-i nâciyenin yolu, yalnız Eshâbımın gittiği yoldur" demektir. Eshâb-ı kirâmın yolunda giden, hiç şüphe yok ki, Ehl-i sünnet ve cemâat fırkasıdır. (İmâm-ı Rabbânî) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FISK:
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymama, isyân, günâh. Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Allahü teâlâ size îmânı sevdirdi, onu kalbinize yerleştirdi ve size; küfrü, fısk olan işleri ve isyânı çirkin gösterdi. (Hücurât sûresi: 7) Bir müslümanın evlâdı ibâdet edince kazandığı sevâb kadar, babasına da verilir. Bir kimse, çocuğuna fısk, günâh öğretirse, bu çocuk ne kadar günâh işlerse, babasına da o kadar günâh yazılır. (Hadîs-i şerîf-İhyâ) Her işte nefsin arzularına uymak, nefse tapınmak olur. Nefsine uyan, küfre veya bid'ate, dinden olmayan bir işin içine yâhut fıska düşer. (Muhammed Hâdimî) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FITR BAYRAMI:
Müslümanların iki dînî bayramından birisi olan Ramazan bayramı. Fıtr bayramında, bayram namazından önce tatlı (hurma veya şeker) yemek, gusül abdesti almak, misvâk kullanmak (dişleri fırçalamak), en yeni elbisesini giymek, fıtrayı namazdan önce vermek, yolda yavaşca tekbir söylemek müstehabdır (dînen iyi ve güzel işlerdir). (İbrâhim Halebî) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FITRA:
Fitre; ihtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak nisab (dinde zenginlik ölçüsü) miktârı malı, parası olan her hür müslümanın Ramazan bayramının birinci günü sabahı fakirlere vermekle yükümlü oldukları belli miktardaki buğday veya arpa yahut hurma veya kuru üzüm veya kıymetleri kadar altın veya gümüş. Buna sadaka-i fıtr veya fitre de denir. (Bkz. Sadaka-i Fıtr) Fıtra olarak 1750 gr buğday veya buğday unu veya 3500 gr arpa veya bu miktar hurma veya kuru üzüm verilir. Bunların kendisi verilebildiği gibi, kıymeti kadar altın veya gümüş de verilebilir. Buğday, un vermek gücü olursa bunların kıymeti kadar ekmek verilebilir. Ekmek verirken, ağırlığına değil, parasına, kıymetine bakılır. Hanefîde kıymeti çok olanı, Şâfiîde buğday vermek efdaldir, daha iyidir. (Tahtâvî) Fıtra, Ramazân-ı şerîfte veya Ramazan'dan önce veya bayramdan sonra da verilebilir. (İbn-i Âbidîn) Misâfir olanın da fıtra vermesi lâzımdır. (İbn-i Âbidîn) Hanefî mezhebinde zevc (koca), zevcenin (hanımın) fıtrasını kendi mülkünden onun izni olmadan vermesi câizdir. Yine zevc, zevcesinin ve evinde olanların fıtralarını izinleri olmadan karıştırıp verebileceği gibi, toplamı kadar buğdayı veya değeri olan altını bir defâda ölçüp bir veya birkaç fakire verebilir. Fakat ayrı ayrı hazırlayıp sonra karıştırması veya ayrı ayrı vermesi ihtiyatlı olur. (İbn-i Âbidîn) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FITRAT:
1. Hilkat, yaratılış. El, ayak, göz, kulak, dil ve diğer âzâlar (organlar); kalbin emrinde ve hizmetindedir. Bu âzâlarda kalb dilediği gibi tasarruf eder (bunları kullanır) ve onları istediği yöne yöneltir. Bu âzâlar, fıtraten kalbe itâate (uymaya) mecbûrdur. Ona aslâ karşı gelip, isyân etmezler. (İmâm-ı Gazâlî) 2. İslâmiyet'e elverişli yaratılış. Bütün çocuklar, fıtrat üzere dünyâya gelir. Bunları sonra anaları, babaları hıristiyan, yahûdî ve mecûsî yapar. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Buhârî) 3. Peygamberlerin sünneti. On şey fıtrattandır: Bıyığı kısaltmak, sakalı uzatmak, misvâk kullanmak, mazmaza (ağızı yıkamak), istinşak (suyu burnuna çekmek), tırnak kesmek, ayak parmaklarını yıkamak, koltuk altını temizlemek, kasıkları temizlemek, su ile istincâ (önden ve arkadan çıkan necâseti temizlemek). (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî) Fıtratullah: Allahü teâlânın dîni, İslâmiyet. Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: O hâlde (Ey Resûlüm!) yüzünü hanîf (muvahhid olarak yâni tevhîd inancı üzere olduğun hâlde) dîne, fıtratullaha çevir ki, O, insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yarattığı bu dîni değiştirmeye kimsenin gücü yetmez. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu (hak dînin İslâm olduğunu) bilmezler. (Rûm sûresi: 30) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FİDYE:
Bir şeyin yerine geçmek üzere verilen bedel. 1. Çok yaşlı ve hasta olan kimsenin tutamadığı oruç, ölüm hastalığına yakalananın kılamadığı namaz, vefât etmiş kimsenin namaz ve oruç borçları için ve hacda, ihramlının hastalık özründen dolayı ihramın bâzı yasaklarını işlemesine karşılık vermesi gereken bedel. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: O, size farz kılınan oruç, sayılı günlerdir. O günlerde sizden kim hasta, yâhut seferde olur da iftâr ederse, tutamadığı günler sayısınca sıhhat bulduğu ve râhat ettiği başka günlerde oruç tutar. Fazla ihtiyarlık ve devamlı hastalık gibi sebeplerle oruç tutmaya güç getiremeyenler üzerine bir yoksul doyuracak kadar fidye vermek lâzımdır. Bununla berâber kim fidyeyi çok verir, yâhut hem oruç tutar, hem de fidye verirse, onun için daha hayırlı olur. Size seferde (yolculukta) oruç bozmak ve yaşlı hâlinizde fidye vermek izni verilmişken, yine oruç tutsanız hakkınızda hayırlıdır, eğer orucun fazîletini bilirseniz. (Bekara sûresi: 184) Bir kimseyi namaz ve oruç borcundan kurtarmak için yapılan muâmeleye iskat denir. Her günlük oruç ve her vakit namaza karşılık verilmesi gereken fidye bir fıtradır. Hacda ihramlının işlediği yasak sebebiyle vermesi gereken fidye ya oruç, ya sadaka, yahut nüsuktur. Oruç fidyesi üç gün oruç tutmaktır, sadaka fidyesi, altı fakire birer fıtra (meselâ 1750 gr buğday) vermektir, nüsuk fidyesi ise, kurban kesmektir. (İbn-i Âbidîn) İhtiyar olup, ölünceye kadar Ramazan veya kazâya kalmış oruçlarını tutamıyacak kimse ve iyi olmasından ümîd kesilen hasta gizli yemelidir.Zengin ise, her gün için bir fıtra yâni beşyüz yirmi dirhem (bin yedi yüz elli gram) buğday veya un veya kıymeti kadar altın veya gümüş para, bir veya bir kaç fakire fidye olarak verir. Ramazanın başında veya sonunda toptan hepsi bir fakire de verilebilir. Fidye verdikten sonra kuvvetlenirse, Ramazan oruçlarını ve kazâ oruçlarını tutar. Fidye vermeden ölürse, ıskat yapılması için vasiyet eder. Fakir ise, fidye vermez. Duâ eder. (İbn-i Âbidîn) Namaz ve oruç borçlarının iskâtı (düşürülmesi) için vasiyet eden meyyitin (ölünün) velîsi yâni mîrâsını yerine sarf için vasiyet ettiği vasîsi, vasîsi yoksa vârisi (mîrascısı), mîrâsın üçte birinden, herbir vakit namaz için, vitr namazı için ve kazâ edilmesi lâzım olan bir günlük oruç için birer fıtra meselâ bin yedi yüz elli gram) buğdayı fakirlere (veya fakirlerin vekillerine) fidye olarak sadaka verir. (Tahtâvî) 2. Bir kimsenin harpte esirlikten kurtulması için verilen bedel (para, mal). Hanefî mezhebinde, esirler fidye karşılığında salıverilmez. Fakat İmâm-ı Muhammed'e göre, müslümanların mal ve paraya ihtiyaçları varsa, fidye karşılığında serbest bırakılabilir. (İbn-i Hümâm) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FÎL SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin yüz beşinci sûresi. Fîl sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi). Beş âyet-i kerîmedir. Sûreye, Kâbe'yi yıkmak isteyen Yemen vâlisi Ebrehe'nin, arasında fillerin de bulunduğu bir orduyla hücûmunu anlattığı için, Sûret-ül-Fîl denilmiştir. Sûrede, İslâmiyet'ten önce de kutsal sayılan Kâbe-i muazzamaya karşı girişilen bir saldırının fecî âkıbeti anlatılmaktadır. (İbn-i Abbâs, Kurtubî) Allahü teâlâ Fîl sûresinde meâlen buyuruyor ki: (Ey Resûlüm!) Rabbinin, fil sâhiblerine neler ettiğini görmedin mi? O, bunların hîlelerini boşa çıkarmadı mı? Onların üzerine bölük bölük kuşlar gönderdi. Ki bunlar, onlara (fil sâhiblerine) pişkin tuğladan (yapılmış) taşlar atıyordu. Derken (Allahü teâlâ) onları yenik ekin yaprağı gibi yapıverdi. (Âyet: 1-5) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FİNÂ:
Şehir kenarı, büyük mezarlıklar (fabrika, mektep, kışlalar) ve kasabadakilerin harman yapmak, hayvan koşturmak, eğlenmek için devamlı kullandıkları yerler. Finâ ve kasabadakilerin kullandıkları deniz ve göl kısımları şehirden sayılır. Seferî sayılmak için buraları da aşmak lâzımdır. Finâ iki yüz metreden daha uzakta ise, veya arada tarla varsa şehirden sayılmaz. Böyle köyleri aşmak lâzım değildir. Yalnız finâyı aşmakla seferî olunur. Finâ büyük şehirlerde ikiyüz metreden uzak olunca da şehirden sayılır. (İbn-i Âbidîn) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FİRÂSET:
Allahü teâlânın, mü'minlere ihsân ettiği işlerin iç yüzüne vâkıf olma kuvveti. Mü'minin firâsetinden korkunuz. Zîrâ o, Allahü teâlânın nûru ile bakar. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî, Taberânî) Mürşid-i kâmiller (rehber zâtlar), firâsetleri ile talebenin kâbiliyetini anlarlar. (Abdullah Ensârî) Harama bakmaktan gözünü muhâfaza edenin, kendini nefsin arzularına kapılmaktan koruyanın, sünnete uyarak zâhirini (dışını) süsleyenin, helâl lokma yemeyi alışkanlık edinenin firâseti şaşmaz. (Şah Şücâ Kirmânî) Firâset, îmân kuvvetinden doğar. Kimin îmânı daha kuvvetli ise o nisbette firâseti keskin yâni isâbetli ve doğru olur. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FİRDEVS CENNETİ:
Sekiz Cennet'in altıncısı. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: Hakîkaten îmân edip de iyi amel ve harekette bulunanlar (var ya), onların konakları da Firdevs Cenneti'dir. (Kehf sûresi: 107) Cennet'te yukarıya doğru birbirlerinin üstünde bulunmak sûretiyle yüz derece ve mertebe vardır. Genişlikleri de çok fazladır. Firdevs, makam bakımından en âlâsıdır. Cennet'in dört nehri olan bal, süt, su, şarap (Cennet şarabı) Firdevs'ten akar ve o Firdevs'in üstünde arş-ı âlâ vardır. Öyle ise Allahü teâlâdan Cennet'i istediğiniz zaman, Firdevs'i isteyiniz. (Hadîs-i şerîf-İhyâ) Dünyâda alçak gönüllü olanlara müjdeler olsun; kıyâmet günü onlar kürsî sâhibleridir. Dünyâda ara bulup barıştıranlara müjdeler olsun; kıyâmette Firdevs Cenneti'ne onlar vâris olacaklardır. (Hazret-i Îsâ) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FÎSEBÎLİLLÂH:
Allah yolunda. Bir işin karşılıksız, sâdece Allahü teâlânın rızâsı için yapıldığını ifâde eden bir tâbir. |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FİTNE:
Ayrılık, karışıklık, kargaşa; insanı hak ve hakîkatten saptıracak şey. İnsanları sıkıntıya, belâya düşüren, müslümanların zararına sebeb olan iş. Düşmanlığa sebeb olan şey. Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: ... Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür... (Bekara sûresi: 191) Kıyâmet kopmadan önce, her yeri fitneler kaplıyacak. Fitnelerin zulmeti, ortalığı karanlık gece gibi yapacak. O zaman evinden mü'min olarak çıkan kimse, akşama kâfir olarak evine dönecek. Akşam mü'min olarak evine gelen, sabaha kâfir olarak çıkacak. O zaman oturmak, ayakta kalmaktan hayırlıdır. Yürüyen koşandan daha iyidir. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed İbni Hanbel) Fitne uykudadır, uyandırana Allah lânet etsin! (Hadîs-i şerîf-Berîka) Zamânımız fitne zamânıdır ve yakındır ki, fitneler dünyâyı sarar. (İmâm-ı Rabbânî) Fitne çıkaran âlimden ve câhil âbidden (çok ibâdet edenden) sakınınız. Bunların hâline meftûn olan (gönlünü kaptıran) için ikisi de fitnedir. Hem de çok tehlikelidir. (İmâm-ı Şa'bî) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FUDÛL:
İhtiyâçtan fazla, lüzumsuz ve boş şeyler. Fudûl olan şeyleri kullanmak, tahrîmen mekrûh, farza mâni olursa haram, yâni büyük günâh olur. (Abdullah Mûsulî) Zarûrî lâzım olanları bırakıp, fudûllerle uğraşmak, kıymetli ömrü faydasız şeylere harc etmek olur. Hadîs-i şerîfte; "Allahü teâlânın bir kulunu sevmemesinin alâmeti, onun mâlâyânî (faydasız şeyler) ile vakit geçirmesidir" buyruldu. Dinde zarûrî olan bilgiler o kadar çoktur ki, insan fudûl ile uğraşmaya vakit bulamaz. Her şeyden önce îtikâdı düzeltmek lâzımdır. (İmâm-ı Rabbânî) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FUKARÂ-YI SÂBİRÎN:
Dilenmeyip sabreden ve şerî'ate (İslâmiyet'e) uyan fakirler. Fukarâ-yı sâbirîn ve agniyâ-yı şâkirîn (şükreden zenginler)den hangisinin efdal (daha üstün) olduğu ihtilâflıdır. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, fakirliği ihtiyâr (tercih) etmişti. "Rabbim beni doyuruyor, içiriyor" buyururdu. Fakirlik, ibâdete ve hizmete mâni olursa, taât (ibâdet) yapmağa kuvvet kazanmak için zengin olmak efdâldir, daha iyidir. Böyle zenginlik büyük nîmettir. (Abdullah-ı Dehlevî) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FURKÂN SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin yirmi beşinci sûresi. Furkân sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi). Yetmiş yedi âyet-i kerîmedir. Hakkı bâtıldan ayıran mânâsına Kur'ân-ı kerîmin isimlerinden olan ve birinci âyet-i kerîmede geçen Furkân kelimesi, sûreye isim olmuştur. Sûrede; Kur'ân-ı kerîmin gönderilmesinin hikmetleri, müşriklerin (Allahü teâlâya ortak koşanların) Kur'ân-ı kerîm ve Resûl-i ekremin karşısındaki inatçı tutumları, Allahü teâlânın kudret ve azameti (büyüklüğü, ululuğu), peygamberlik, kıyâmet hâlleri, hâlis mü'minlerin özellikleri anlatılmaktadır. (Kurtubî, Taberî) Allahü teâlâ Furkân sûresinde meâlen buyuruyor ki: İnsanı sudan yaratarak soy-sop veren Allah'tır. (Âyet: 54) Kim Furkân sûresini okursa, geleceği şüphesiz ve muhakkak olan kıyâmet gününde,Allahü teâlâya mü'min olarak kavuşur ve hesâbsız olarak Cennet'e girer. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri) FUSSİLET SÛRESİ: Kur'ân-ı kerîmin kırk birinci sûresi. Secde sûresi ve Hâ mîm de denir. Fussilet sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi). Elli dört âyet-i kerîmedir. Üçüncü âyet-i kerîmede, açıklandı mânâsına olan Fussilet kelimesi sûreye isim olmuştur. Sûrede; Kur'ân-ı kerîme inanmayan müşriklerin (puta tapanların) lâyık oldukları cezâlar, geçmişteki inkârcı kavimlerin başlarına gelen musîbetler, Allahü teâlânın varlığı ve birliği, Kur'ân-ı kerîmin indirilişindeki hikmetler, müslümanların ahlâkı, dünyâ ve âhiret mertebeleri anlatılmaktadır. (İbn-i Abbâs, Râzî) Allahü teâlâ Fussilet sûresinde meâlen buyuruyor ki: O Kur'ân'a hiç bir taraftan değişiklik gelmez. Çünkü O'nu, her işi hikmetli ve Mahmûd olan indirmiştir. (Âyet: 42) Kim Fussilet sûresini okursa, Allahü teâlâ her harfine on sevâb verir. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FÜCÛR:
Günâh işlemek. Yalandan sakının, o fücûr ile berâberdir ve her ikisi de Cehennem'dedir. (Hadîs-i şerîf-İhyâ-u Ulûmiddîn) Fücûr sâhibleri dünyâ lezzetlerine düşkün olur. İslâmiyet'in ve aklın beğenmediği taşkınlıkları yapar. Yimekte, içmekte ve evlenmekte dinde mekruhlara ve haramlara sapar. Çirkin, kötü işlerden zevk alır. (Ali bin Emrullah) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FÜLÛS:
Altın ve gümüşten olmayan mâdenî paralar, pul. Fels'in çoğulu. (Bkz. Fels) Değerini, kıymetini kayb eden fülûslar kıymetlerinden ödenir. (İmâm Ebû Yûsuf) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FÜRÛ':
Dal, asıldan türeyen. Fer'in çokluk şeklidir. 1. Fıkıh ilminde (İslâm hukûkunda) çocuklar, torunlar ve onların çocukları. Mîrâs hukûkunda Zevil-erham denilen akrabâlar on sınıftır. Birinci sınıfı ölenin fürû'u olup şunlardır: Kızının çocukları ve oğlunun kızının çocukları ve bunların çocuklarıdır. (M. Mevkûfâtî) 2. Ahkâm-ı şer'iyye yâni İslâm dîninde ibâdet, münâkehât (nikâh, boşanma, nafaka), muâmelât (alış-veriş, ticâret, kirâlama v.b) ve ukûbâtla (cezâlarla) ilgili hükümler. Müctehid denilen büyük âlimlerin birbirlerinden ayrılmaları yalnız dînin fürû'undadır. Usûl-i dinde yâni îtikâd ve îmân (inanç) bilgilerinde hiç ayrılıkları yoktur. (Şehristânî) |
Dini Terimler Sözlüğü (F)
FÜTÜVVET:
Cömertlik. Başkasını, kendisine tercih etmek. Başkalarının işlerini düzeltmeye çalışmak ve faydasına koşmak. Fütüvvetin başka değişik târifleri de yapılmıştır. Bunlardan bâzıları şöyledir: Kendi nefsinde başkasının üzerine bir meziyet, üstünlük görmemek. Hatâlarını îtirâf edenleri affetmek, hiç kimseye şahsî düşmanlık beslememek. Ahlâk güzelliği. Dostların aybını örtmesi, bilhassa, düşmanlarının başına gelen belâlara sevinmekten sakınması fütüvvetin îcâblarından, gereklerindendir. (Er-Riyâdü't-Tasavvufiyye) Fütüvvetin en üstünü, kemâli, kâinâtın efendisi, cezâ gününün şefâatçısı, sevgili Peygamberimize mahsûstur ki; o günde herkesin, "Nefsim! Nefsim!.." diyerek kendi hâlleriyle meşgûl ve telâş içinde oldukları o dehşetli günde; "Ümmetim! Ümmetim!" niyâzını, şefâat kapılarının anahtarı yapacak ve kalblerin mahşer korkusuyla müthiş bir ızdırap içinde titrediği o vakitte, aslâ kendisini düşünmiyerek, ümmetinin başları üstüne himâye kanatlarını açacak ve bütün mahşer meydanını fütüvvet gölgesinin himâyesine alacaktır. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) |
All times are GMT +3. The time now is 06:17. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025