![]() |
Yorumumu yazdıktan sonra acaba kırbacı yiyenler için ne değişecek demiştim ki aklıma Engin NOYAN'ın sohbetinden bir bölüm geldi aklıma: Bir kısım kişilerde kul korkusu ALLAH korkusundan daha üstün geldiğinden İsraildeki soykırıma ses çıkaramıyor" demişti. Şimdi konuya uyarlarsak, diyelim ki bu kırbaçlananlar bir daha alkol almadı. Ama bunu neden yapmış olacak? Allah korkusu ile mi yoksa KUL KORKUSU ile mi?Allah'ın gösterdiği toleransı, merhameti kullar göstermiyor ne yazık ki.
Yine Engin NOYAN'ın sohbetindeki en etkileyici kısımla bitireyim sözümü: Doğruca Firavun'a gidin; çünkü o gerçekten her türlü ölçüyü aştı/azdı! Ona yumuşak bir söz söyleyin - ola ki düşünüp ders alır ya da derin bir korku/haşyet duyar! (20 TâHâ 43-44) "Âlemlerin Rabbi Yüce Allah, azze ve celle, geleceği bütünüyle bildiğine göre, yukarıda, “ola ki (le‘allehû) düşünüp ders alır ya da derin bir korku/haşyet duyar!” şeklinde, olabilirlik üslubu içinde geçen ifâdeler, açıktır ki, Firavun'un tepkileri konusunda Âlemlerin Rabbi Yüce Allah, azze ve celle, adına bir “şüphe”yi ya da “belirsizliği” îma etmemekte, fakat sadece mesajı taşıyana, günahkâra hitâb tarzını belirlerken, kendi adına aklında tutması gereken ihtimalleri işâret etmektedir. Yani, Hz. Mûsâ'ya (a.s.), Firavun'a hitab ederken, onun aklını başına getirecek ya da en azından onun gözünü yıldıracak bir üslup seçmesi öğütlenmektedir (Râzî). Öte yandan, her Kur’ânî anlatım değişmeyen bir Hakîkati ya da Hakîkatleri ortaya çıkarmak, yahut insan davranışlarıyla ilgili evrensel bir ilkeye açıklık kazandırmak amacını taşıdığına göre, açıktır ki, Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, Hz. Mûsâ'ya (a.s.) belirli bir günahkâr için verdiği emir bütün çağlar için ve bütün tebliğ çabaları için geçerlidir." |
evet evet devlet bireyin kötü alışkanlıklar edinmesini istemiyor , o yüzden içki satışı serbest ama içene dayak ... kendileride bilmiyorki ne yaptıklarını ...
tabii evet iran !!! güzel fikir , uyuşturucu kullanımının had safhada olduğu , yollarda kollarında şırıngalarla kendinden geçmiş baygın insanların bulunduğu , gizli fuhuş yuvalarıyla dikkat çeken , hani vatandaşlarının Palandöken'e gelip deli gibi içip dağıttıkları iran dimi ... |
KaraEşref sözlerinin çoğuna katılıyorum ama şıkarı azaltma konusunda içki satışını yasaklamak olmaz. Senin deyimine göre bu yine sınava müdaheledir , "senin doğruna" yönlendirmedir. Eğer birey kendi yolunu kendi çizecek ise birilerinin düşündüğü doğrultuda çizmemesi gerekir. Sen senin yanlış bulduğun şıkkı silersen senin doğruna yönlendirmiş olursun insanları. Mesela benim doğrum ırkçılıksa ki bu sana göre yanlış olabilir ve eğer ben bu şıkkı önüne sürüpte sana halkların kardeşliği seçeneğini göstermezsem bu sağlıklı bir seçim yapmanı dolayısıyla kendi doğrunu bulmanı engeller. Yani içkiyi yasaklarsan o insan içkinin nasıl birşey olduğunu bilemez ama ben içki içipte nefret eden , insanlar bunu nasıl içebiliyorlar diyen birsürü kişi tanıyorum.
İnsanlar kendi seçimlerini kendileri yapmalı , yönlendirmelerle baskılarla yetişen insanlar ürkek korkak çekingen olurlar ve sonunda yapılan haksızlıkları elleri kolları bağlı oturup seyreder sıranın kendilerine gelmesini beklerler. |
Alıntı:
Biz, bize verilen nefsi kontrol etmek ve önümüze sunulan yanlışlara düşmemekten de sorumluyuz. Dikkatin için teşekkürler.. |
ne güzel işte kötü örnek olanı ve kendi vücudana zarar verene ufak bir cezaa :) bizim ülkemizde herşeye hoşgürü varda ne oluyorr...herşeye hoşgürü var ama başörtüye asla anlayışı hakim:w:
|
Alıntı:
4 şahit getirmede o konuda iddia üzerine gereklidir..önce bir kuranı kerim mealini baştan sona oku sen |
Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
İÇKİ İÇME CEZASI (HADD-I ŞÜRB) Içki içmek Mâide suresi 90. âyetle kesin olarak yasaklanmıştır. Fakat cezası Hz. Peygamberin sünneti ve uygulamasıyla sabittir. Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir, içki içene 40 sopa (celde) vurdular. Hz. Ömer zamanında içki içenler çoğalınca o, arkadaşlarıyla istişare etti. Haddin en az miktarı olan 80 değnek vurulmasını kararlaştırdılar (bk. Dârimî, Hudûd,10; A. b. Hanbel, IV, 389). Içki içme cezası uygulanabilmesi için içen kimsenin akıllı, ergin müslüman ve konuşabilen bir kimse olması lâzımdır. Sarhoş olarak yakalanan ve içki içtiği şahidler vasıtasıyla tesbit edilen kimseye bu ceza uygulanır. "Rasûlullah (s.a.s)`a şarab içmiş bir adam getirdiler. Rasûl-i Ekrem: "Ona hadd vurunuz" buyurdu. Ebu Hüreyre demiştir ki: Bizden bir kısmı eliyle, (bazıları da) ayakkabısı ve elbisesiyle dövdüler. (Dayaktan sonra) çekilip gidince: Allah seni rüsvay etsin!` dediler. Peygamber (s.a.s): "Böyle söylemeyiniz, ona karşı şeytana yardım etmeyiniz` buyurdu" (Buhârî, Hudûd, 4; Müslim, Hudûd, 35; Ebû Dâvud, 35, 36; Tirmizî, Hudûd,14,. 15). Aklınızı başınıza devşirin arkadaşlar. Neye karşı çıktığınızın farkında mısınız??? |
sen önce doğru gör ve doğru dürüst bir üslup kullan.. kapak mapak diye cevap yazarak dinimize hizmet ettiğini mi zannediyorsun sen ?? benim cevabıma kapak yapıyorsun öyle mi ?
|
yorumların bazılarını okudum. bu olay kimimizin beğenisini kazanırken kimimizin hiç hoşuna gitmemiş. aynı partiye mensup olmamıza rağmen farklı görüşlere sahip olmamız AK Partinin güzelliğini yansıtıyor fakat olumsuz görüş bildirenler neden sinirli oluyorlar anlamıyorum? dikkatimi çekti kırbaç olayını tasvip edenler sadece yorumlarını yazmışken, tasvip etmeyenler, işe önce tasvip edenleri eleştirerek başlamış.
her kişiye ayrı cevap vermek yerine kırbaç olayını olumsuz bulanlara genel olarak yanıt vermek istedim. Bazı kardeşlerim bu uygulamanın çağdışı olduğunu belirtmiş. sizce bu çok bayağı bir yorum değil mi? şuna veya buna karşıyım diyorsunuz sebep ne dendiğinde çünkü çağdışı diyorsunuz. çağdışılıktan kastınız ne? özgürlük mü? veya bana bir tane çağdaş ülke örneği verebilir misiniz? hangi kriterlere uyan ülkeler çağdaş oluyor? bir kardeşim yorumuma oldukça şaşırmış. aslında fena bir yorum yapmamış. Kişilerin ancak Allah tarafından cezalandırılabileceğini belirtmiş. fena bir yorum değil ama oldukça eksik. elbette insanlar ahirette Allah tarafından cezalandırılacaklar fakat bu demek değildir dünyada bireylerin yapmış oldukları her hareket cezasız kalsın ? Allah, dünyada düzenin kurulabilmesi için şeriat kurallarını belirtmiştir. bu kurallarda neyin yasak olduğu neyin cezasının verileceği anlatılmıştır. yani islamiyette hırsızlık yapan bir kişiye 'vah benim canım kardeşim sen hırsızlık ettin ama cezanı biz değil öbür tarafta Allah verecektir, git işine devam et' mi denecek? bu durumda kötü olan birey yaptığı hırsızlık işinde engelle karşılaşmayacağı için işini daha da büyütecek ve çok daha fazla kişinin canını yakacaktır. bu yüzden kurallar gereklidir. ceza olmazsa olmazdır. cezanın olmadığı bir toplumda iyiler ezilmeye kötüler güçlenmeye, ezmeye devam ederler. bu yüzden iyilerin ezilmemesi için kötülerin canlarını yakmak şarttır. aksi takdirde düzenin kurulması mümkün değildir. bazı kardeşlerim içki içene ceza vereceğine içki satışını yasakla demişler. biraz bilgileri olsa şeriatla yönetilen ülkelerde içki içmenin yasak olduğu gibi içki satışının da mutlak süretle yasak olduğunu anlayacaklardı. sizin mantığınıza bakılırsa şeriatı uygulayan bir devlet halkına gel içki dükanı aç diyecek önüne polis koyup kim içki alıyorsa onu cezalandıracaktır. bu mümkün mü? mantığınız alıyor mu? dikkat ederseniz şeriatın uygulandığı İran'da içki satışı yasak, şeriatın kısmen uygulandığı Arabistan'da içki satışı yasak. yani dediğiniz gibi içki satmak serbest ama içmek yasak değil her ikisi de yasak. içkiyi üretmek çok zor bir şey değil. kişinin içki içmesi için ille de gidip markete içki almasına da gerek yok. kendisi üretebilir veya kaçak yollarla içkiyi üreten birinden gizlice alıpta içebilir. bu yüzden şeriatın uygulandığı ülkelerde içki satışı zaten yasaktır. Osmanlı devleti islami kuralların hüküm sürdüğü bir ülkeydi. bu ülkede hırsızlık yapanların cezası kol kesmekti. 600 yıllık Osmanlı devletinde kaç kişinin kolu kesilmiş biliyor musunuz? sadece 6. yani ortalama 100 yılda bir ceza. zaten kaynaklarda da Osmanlı devletinde hırsızlığın yok denecek kadar az olduğu belirtiliyor. bunun sebebi nedir? elbette cezalar, verilen eğitim, dini inanç. birey ne kadar da eğitilmiş olursa olsun cezai bir müeyyideyle karşılaşmayacağını bilse kötü işlere girme olasılığı artar. bu yüzden cezalar caydırmacı olduğundan hırsızlık yapılmıyor. Şimdi sormak istiyorum: Koskoca 600 yıl hüküm süren ve sadece 6 hırsızlığın yaşandığı bir ortam mı isterseniz yoksa ülkemizde olduğu gibi günde binlerce hırsızlık olayının yaşanması fakat bunlara cezalarının tam anlamıyla verilememesini mi? bir düşünün hayatınızda mutlaka bir şeyleriniz çalınmıştır. ben daha geçen hafta ayakkabımı çaldırdım. sizin de birçok eşyanız çalınmıştır. hırsızlık yapana caydırı cezalar verilseydi bunlar yaşanmayacaktı. Günah işleyenler için, biz ceza vermeyelim bırakalım Allah ahirette cezalarını verir diyenlere şu soruyu sormak istiyorum. Dünyanın -size göre çağdaş- olan ülkelerinden birinde yaşıyorsunuz. örneğin Hollanda. bu ülkede uyuşturucu satmak/içmek serbesttir. gerekçesi kişisel özgürlüklermiş. 12- 13 yaşındaki kardeşiniz ailenizden ahlaki ve dini terbiyeyi almasına rağmen çevrenin etkisiyle uyuşturucuya başladı. kısa bir süre sonra dozu arttırdı, komaya girdi ve hayatını kaybetti. böyle bir durumda 'suçlunun cezasını nasıl olsa Allah ahirette verir, biz oturalım oturduğumuz yerde mi diyeceksiniz? yoksa zararlı maddelerin yasaklanmasını, bunu özendirtenlere, satanlara cezanın verilmesini mi isteyeceksiniz? Alkol Peygamber Efendimiz'in sözüyle kötülüklerin anasıdır. Alkol sadece içene zarar vermez. çevresine ailesine de zarar verir. bu içki içen adam, insan olsa gider eşine çocuklarına para götürür. o erkeğin görevi evine para götürmek, ailesine bakmaktır. neden eşinin çocuklarının rızkını alkole yatırıyor? karısına, çocuklarına zarar değil mi? alkol içecek sonra direksiyon başına geçecek kaza yapıp masum insanların ölümüne sebep olacak. bunun örneklerini çok gördük ülkemizde. daha geçen günlerde alkollü sürücü aynı aileden 5 kişinin ölümüne yol açmadı mı? Alkol içecek şuurunu kaybedecek etrafını yakıp yıkacak, adam öldürecek, birini bıçaklayacak vs vs. sadece kendisine değil herkese zarar verecek. bu yüzden alkol kullanımını minimum seviyeye indirmek, toplumun huzur ve güvenini sağlamak için bu tür cezalar gereklidir. |
Alıntı:
Arkadaşım, şunu bil ki, google ile hiçbirşey öğrenemezsin. Sen birde, google'a çok güvenip, kapak olsun demişsin. Aslında bu konuyu, sitemizde din ve mezhepler konusunda bilgili olan arkadaşlarımız, detaylıca açıklasa daha iyi olur. Ben hanefiyim, diğer mezheplerin konuya yaklaşımı nedir tam bilmiyorum. Yorumu yazan arkadaşımız şafi olsa gerek. Konuyu üstünkörü aktarmak yerine, kendi mezhebinin yorumunu buraya aktarsaydın, emin ol daha verimli olurdu. Birincisi, bize Maide suresinden bir alıntı yapmışsın. Hiç kimse "alkol haram değildir" demedi. Diyemezde. Bunu diyen zaten dinden çıkar. Alkolün bir damlası bile haramdır ve dinimizce yasaklanmıştır. İçilemez. Şu ana kadar da bunun aksini söyleyen olmadı. Buna rağmen sanki "içki haram değildir" demişiz gibi bu sureyi önümüze koyman çok anlamsız. Peki biz neyi tartışıyoruz? Cezayı. Ceza konusunda mezheplerde farklılıklar vardır. Çünkü Kur'an'da içki konusunda bir cezadan söz edilmemiştir. Peygamber Efendimiz'in uygulaması ise mezheplerce farklı yorumlanmıştır. Hanefi mezhebine göre şarabın iki yönü vardır. Alkol olduğu için diğer alkollü içecekler gibi haramdır. Fakat şarabın diğer bir özelliği daha vardır; o da şarabın pis olmasıdır. Zina nasıl pisse, şarapta pistir ve bu yüzden cezayı gerektirir. Yani alkol olduğu için değil pis olduğu için kırbaçlanır. Oysa hurma, arpa gibi şeylerden yapılan içkiler, sadece haramdır. Alkol, haram olduğu halde, rakı, bira içip, şarap içmeyen hanefilere rastlamışsındır. İşte bunun sebebi, hanefilerin şarabı pis kabul etmesinden kaynaklanır. Peygamber Efendimizin şarap içeni cezalandırması konusunda, hanefiler şarabın pis olmasını gösterirler. Çünkü eğer alkol için cezalandırılmış olsaydı, hurmadan, baldan yapılan içkileri tüketip hadlerini aşmayanlarda cezalandırılmalıydı. Oysa onlar, hadlerini aşmadıkları sürece cezalandırılmıyordu. Şafiler ise bunu kabul etmez ve alkol içtiği için cezalandırıldığını söyler. Çünkü Peygamber Efendimizin bir rivayete göre "Sarhoş eden her içki şaraptır" dediği söylenir. Aslında konu derin ama bu konunun konuşulmasına bile gerek yok. Çünkü haberi okursan alkol satışı yapıldığı söyleiyor. Hangi mezhep olursa olsun içki satışının yasak olduğu kesindir. Buna rağmen içki satıp peşine insanları kırbaçlatmak dinle bağdaştırılamaz. Uyuşturucu satıp, içenleri hapse atmak kadar saçmadır bu. |
İçki İçene Uygulanacak Cezanın Miktarı
İçki içene uygulanacak ceza, had cezaları kapsamına girmektedir. Dolayısıyla içki içen yani sarhoşluk veren herhangi bir maddeyi içen herkese had vurulması gerekir. Nebi (sav) şöyle buyurmaktadır: "Kim içki içerse onu kırbaçlayınız.” * http://www.hilafet.com/kitaplar/Isla...da_Ceza/09.htm |
Az olsun çok olsun sarhoşluk veren her şeyin içki sayıldığı sabittir. İçki içene had uygulanması ve bu haddin (cezanın) da celd (kırbaç vurmak) olduğu hususunda sahabe icma etmiştir. İçki içene had uygulanmasının sabit olduğu ve bu haddin 40 değnekten az olmayacağı konusunda ittifak etmişlerdir.
İçki içene uygulanacak sopa cezası konusunda Nebi (sav)’den rivayet edilen hadisleri inceleyen kimse, içki içene kırk sopa vurulması gerektiğini görür. Kırk sopadan daha fazla vurulması da caizdir. Rasulullah (sav)’in içki içen kimseye kırk sopa vurduğuna delalet eden hadislere gelince; Müslim, Hudayn b. el-Münzir hadisinde, el-Velide sopa vurulması olayında Ali (ra)’in şöyle dediğini tahric eder: "Nebi (sav) kırk sopa vurdu. Ebu Bekir kırk, Ömer de seksen sopa vurdu. Hepsi de sünnettir." * Tirmizi’nin Ebu Saîd’den yaptığı rivayet ise şöyledir: "Rasulullah (sav) zamanında iki ayakkabı ile kırk defa vuruldu. Mis’ar der ki: Zannediyorum bu, içki haddinde idi." * |
içki içen adama kırbaç vurulduğu için acıma eğilimi gösteren kardeşlerim, yukarıdaki yorumumu ve aktardığım bilgileri iyi okuyun. bilip bilmeden yorum yapmayalım.. eğer Peygamber Efendimiz "Kim içki içerse onu kırbaçlayınız.” * diyorsa bir bildiği vardır heralde dimi? bu cezanın gerekliliğini yukarıda uzun uzun anlattım.
adam içki içecegine gidip karısına çocuklarına ekmek götürsün. karısını çocuklarını düşünmeyip zıkkımlanan, kendisine ve çevresine zarar veren adamlara kırbaç cezası çok normal değil mi? |
valla bugüne kadar içki konusunda çok hadis ayet okumuştum ama sizinkini ilk defa gördüm şimdi.. eğer peygamberimiz öyle demişse öyle yapılsın tabi..ama bu bence diğer insanları dinimize karşı korkutacak soğutacaktır uzaklaştıracaktır...zaten yukardan bakılırsa içki hemen haram kılınmamış, yavaş yavaş kılınmış..bizde heralde böyle yaklaşmalıyız içenlere
|
İslam hukukunda ceza
İÇKİ HADDİ (İÇKİ İÇEN KİMSEYE UYGUILANACAK CEZA) İçki, Maide Sûresindeki şu ayetle haram kılınmıştır: "Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?" * Bu ayet indiği zaman Allah Rasulü (sav); "Artık içki haram kılındı.” * dedi. Ebu Saîd’in Nebi (sav)’den rivayet ettiği hadiste Allah Rasulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz ki Allah içkiyi haram kılmıştır. Kime bu ayet ulaşır ve yanında içki namına bir şey varsa artık o içilmez ve satılmaz. Bunun üzerine insanlar yanlarında ve evlerinde içki olarak ne varsa Medine sokaklarına döktüler.” * Ayette yer alan "hamr" kelimesinden kasıt, sarhoşluk veren her şeydir. Yoksa yalnızca üzümden yapılan içki değildir. Üzüm ve üzüm dışındaki maddelerden yapılan ve sarhoşluk veren her şey bu kapsama girer. İbni Ömer (ra) dedi ki: "Ömer, Rasulullah (sav)’in minberinde yaptığı konuşma şöyle dedi: "İçkinin haram olduğunu bildiren bir hüküm inmiştir. İçki beş şeyden yapılmaktadır: Üzümden, hurmadan, buğdaydan, arpadan ve baldan.” * Ömer, bu konuşması ile, Maide ayetinde yer alan "içki" kelimesinden maksadın, sadece üzümden yapılan içki olmadığına, kendisinden içki yapılabilen her maddeyi kapsadığına dikkat çekmektedir. Enes hadisi de bunu teyid etmektedir. Buhari, rivayet etti. Dedi ki: Bize Müsedded, Müsedded de babasından rivayet etti. "Enes’ten işittim, şöyle dedi: Ben, bir mecliste bulunan amcalarıma Fadih denilen içkiyi dağıtıyordum -onların en küçüğüydüm-. Bu esnada içkinin haram kılındığı söylendi. Bana, onu dök dendi. Ben de elimdeki içkiyi ters çevirip döktüm. Enes’e dedim ki: O gün onların içkileri neydi? Dedi ki: Taze ve olgun hurma karışımından yapılmış bir içkiydi. Ebu Bekir b. Enes dedi ki: Bu da, o gün onların içkileri idi. Enes de bunu doğruladı." * Bu rivayet, sahabenin içkinin haramlılığından, sarhoşluk veren her şeyi anladıklarına delalet etmektedir. Bunu, Ebu Seleme b. Abdurrahman’ın rivayet ettiği şu hadis de teyid etmektedir: Aişe (r.anha)’dan: Dedi ki: "Rasulullah (sav)’e bal şarabı hakkında sordular. Bal şarabı Yemen halkının içeceğiydi. Rasulullah (sav) dedi ki: "Sarhoşluk veren her içecek haramdır. ” * İçildiği zaman sarhoşluk veren her şeyin haram olduğunu belirten daha birçok hadis vardır. Numan b. Bişr’den, Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: "Buğdaydan içki yapılır. Arpadan içki yapılır. Kuru üzümden içki yapılır. Hurmadan içki yapılır. Baldan içki yapılır.” * İbni Ömer’den. Nebi (sav) şöyle buyurdu: "Sarhoşluk veren her şey içkidir ve sarhoşluk veren her şey haramdır.” * Aklı uyuşturan, gideren her şeyin içki olduğu böylece sabit olmaktadır. Ve sarhoşluk veren her şey de haramdır. Buna göre ister üzümden, ister hurmadan, ister arpadan, kahveden veya başka maddelerden yapılsın, aklı gideren ve sarhoşluk veren her şey haramdır. Habeşliler kahveden içki yapmaktadırlar ki bu Habeş İmparatoru’nun özel içkisidir. Yine ispirto, kolonya ve cin v.b. birer içkidir. Çünkü bunlar sarhoşluk vermektedirler. Rasulullah (sav) ise; "Sarhoşluk veren her şeyin haram” olduğunu söylemektedir. Buna göre "Hamr" kelimesinin şer’î anlamı lügat anlamının dışında bir anlam ifade etmektedir. Bu şer’î mana Rasulullah (sav)’in, hadislerinde dile getirdiği anlamdır. Ayette yer alan "hamr" kelimesi, ister üzümden yapılsın, isterse başka maddelerden yapılmış olsun sarhoşluk veren her şeyin haram olduğu anlamına gelmektedir. İçkinin haramlılığı herhangi bir illetten kaynaklanmamaktadır. Tıpkı ölü etinin haram olması gibi "hamr" olduğu için haramdır. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır: "Ölü eti size haram kılındı." * Bu ayette ölü etinin haram kılınması herhangi bir illete dayanmamaktadır. Sadece ölü olduğu için haram kılınmaktadır. Aynı şekilde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz ki içki, kumar, putlar ve fal okları pisliktir." * İfadesinden; "Artık vazgeçtiniz değil mi?" * Sonuna kadar olan kısımdaki yasaklama herhangi bir şekilde illetlendirilmemiş, yalnızca sakınılması gerektiği emredilmiştir. Herhangi bir illete mebni olmaksızın, özellikle "hamr" olduğu için haram kılınmış olması da buna delalet etmektedir. İbni Abbas Nebi (sav)’in şöyle dediğini rivayet eder: "Hamr (içki), aynı ile haram kılınmıştır. İçildiğinde sarhoşluk veren her şey de haramdır.” * Yani "hamr" olduğu için haramdır. Özetle içkinin haramlılığında herhangi bir illet yoktur ve illetlendirilmez de. İçki İçene Uygulanacak Cezanın Miktarı İçki içene uygulanacak ceza, had cezaları kapsamına girmektedir. Dolayısıyla içki içen yani sarhoşluk veren herhangi bir maddeyi içen herkese had vurulması gerekir. Nebi (sav) şöyle buyurmaktadır: "Kim içki içerse onu kırbaçlayınız.” * Az olsun çok olsun sarhoşluk veren her şeyin içki sayıldığı sabittir. İçki içene had uygulanması ve bu haddin (cezanın) da celd (kırbaç vurmak) olduğu hususunda sahabe icma etmiştir. İçki içene had uygulanmasının sabit olduğu ve bu haddin 40 değnekten az olmayacağı konusunda ittifak etmişlerdir. İçki içene uygulanacak sopa cezası konusunda Nebi (sav)’den rivayet edilen hadisleri inceleyen kimse, içki içene kırk sopa vurulması gerektiğini görür. Kırk sopadan daha fazla vurulması da caizdir. Rasulullah (sav)’in içki içen kimseye kırk sopa vurduğuna delalet eden hadislere gelince; Müslim, Hudayn b. el-Münzir hadisinde, el-Velide sopa vurulması olayında Ali (ra)’in şöyle dediğini tahric eder: "Nebi (sav) kırk sopa vurdu. Ebu Bekir kırk, Ömer de seksen sopa vurdu. Hepsi de sünnettir." * Tirmizi’nin Ebu Saîd’den yaptığı rivayet ise şöyledir: "Rasulullah (sav) zamanında iki ayakkabı ile kırk defa vuruldu. Mis’ar der ki: Zannediyorum bu, içki haddinde idi." * Yine Ebu Saîd’den; "Rasulullah (sav) zamanında içki haddinde iki ayakkabı ile kırk defa vuruldu. Ömer zamanında ise her ayakkabı yerine bir kırbaç kullanıldı." * Bu hadislerin tümü içki içen kimseye kırk kırbaç vurulacağına açıkça delalet etmektedir. Bun nassların tümü kırk adede işaret etmektedir. Ali (ra)’ın söylediği; "Nebi (sav) kırk sopa vurdu" * hadisi tek başına bu hususta yeterlidir. Bunu, Müslim’in, Enes (ra) yolu ile tahric ettiği şu hadis de teyid etmektedir: "Nebi (sav)’e içki içen bir adam getirildi. Ona yaprakları soyulmuş iki hurma ağacı ile yaklaşık kırk defa vuruldu." * "Nebi (sav) (içki içen kimseye) ayakkabılarla vurdu." * "Rasulullah (sav) yirmi kişiye emretti ve onların her biri ayakkabı ve hurma dalı ile ikişer defa vurdular." * Bu hadislerin tümü tam anlamıyla kırk sayısını zikretmemekte, hadiste geçtiği üzere "yaklaşık kırk defa" ifadesi kullanılmaktadır. Öyleyse kırktan fazla olması caiz olduğu gibi az olması da caizdir. Fakat kırkla sınırlandıran hadisler kırktan az olmasını engellemektedir. Çünkü bu hadisler kırk adede delalet etmektedirler. Kırktan daha az sayıda olacağına işaret eden başka hadisler yoktur. Dolayısıyla bu durumda kırktan az olma ihtimali ortadan kalkmakta, kırktan fazla olma ihtimali devam etmektedir. Çünkü hadislerde yer alan "kırk" lafzı ile "yaklaşık kırk defa" lafzı bir araya getirildiğinde kırktan az olma durumu ortadan kalkar. Böylece bu hadisler haddin "kırk" olacağı yönündeki sözü teyid ettiği gibi kırktan fazla sayıda olmasının caiz olacağı anlamını da vermektedir. Diğer taraftan içki haddi için belli bir sayı açıklamayan yalnızca Rasulullah (sav)’in had vurulması emrini verdiğini belirten hadisler de vardır. Enes’ten: "Nebi (sav) içki haddinde hurma dalları ve ayakkabılarla had vurulmasını emretti. Ebu Bekir ise kırk sopa vurdu." * Ukbe b. el-Haris’ten: "Numan ya da oğlu içki içmiş olarak Allah Rasulü’nün huzuruna getirildi. Ve Allah Rasulü (sav) (had vurulmasını) emretti. O gün evde bulunup da vuranlardan birisi de bendim. Ona hurma dalları ve ayakkabılarla vurduk." * Saîd b. Yezid’den: "Biz Rasulullah (sav) zamanında, Ebu Bekir ve Ömer’in hilafetleri zamanında içki içen bir kimseye had vurmak üzere getirildik. Ellerimizdeki ayakkabılarla, ellerimiz ve elbiselerimiz ile vurduk. Ömer’in hilafetine kadar böyle hareket ettik. Ömer döneminde kırk sopa vuruldu. Ancak Ömer’in hilafetinin sonlarına doğru fısk artınca seksen kırbaç vuruldu." * Zühri’den: "Nebi (sav) içkide belli haddi farz kılmadı. Ancak orada bulunanlara, elleriyle ve ayakkabılarıyla adama -yeter çekin ellerinizi- deyinceye kadar vurmalarını emretti." Nesei güçlü bir sened ile İbni Abbas’tan şunu nakleder: "Nebi (sav) içki konusunda kesin bir had belirlemedi." * Nesei’nin İbni Abbas’tan tahric ettiği bir başka hadis ise şöyledir: http://www.hilafet.com/kitaplar/Isla.../09htm_h_1.gif "Rasulullah (sav) içki hususunda kesin bir had miktarı takdir etmedi." Hadiste yer alan http://www.hilafet.com/kitaplar/Isla.../09htm_k_1.gif kelimesi http://www.hilafet.com/kitaplar/Isla.../09htm_k_2.gif kelimesinden türemiş olup belli bir miktar ile, belli bir sınır ile sınırlamadı anlamına gelmektedir. Bu hadisler içki içen kimseye uygulanacak had konusunda belli bir had miktarından bahsetmemektedir. Hatta bazı hadisler Rasulullah (sav)’in içki hususunda belli bir haddi farz kılmadığını zikretmektedir. Öyleyse bu hadlerden şu anlaşılmaktadır: Sopa cezasının kırk adet ile belirlenmesi Rasulullah (sav) zamanında olmamıştır. Dolayısıyla bunlarla kırk adet ile sınırlandıran hadisler arasında bir çelişki vardır. Hatta hadisler, haddi belli bir sayı ile sınırlandırmayı açıkça ortadan kaldırmakta böylece de haddin kırk adet ile sınırlandırılmasıyla çelişmektedir. Öyleyse bu hadisler haddi kırk adet ile sınırlandıran hadislerle çelişir durumdadır. Buna cevap şudur: Haddi belli bir sayı ile sınırlandırmayan hadisler mutlaklık açısından değerlendirilir. Yani Rasulullah (sav) içki içene sopa vurulmasını emretmiş fakat haddin miktarını belirlememiştir. Enes hadisi şöyledir: "İçki (cezasında) hurma dalı ve ayakkabı ile vurulmasını emretti."* Bu hadis mutlaktır. Ukbe hadisi ise şöyledir: "Rasulullah (sav) evde bulunanlara ona vurmalarını emretti." * Bu hadis de mutlaktır. Her iki hadis, mutlaklık açısından açık ve nettirler. Sayı ve nitelik açısından kayıttan uzak mutlak bir nassın yanında sayı ve nitelik açısından kayıt bulunduran bir nass daha gelmişse mutlak olan nass mukayyet nassla sınırlandırılır ve kayd içeren nasslar tümü için geçerli olur. Burada ise, herhangi bir kayıttan uzak mutlak bir nassın yanında bir de mukayyed bir nass vardır. Dolayısıyla mutlak olanların, mukayyet nassla sınırlandırılacağında şüphe yoktur. Buna göre sayı zikredilmeyen hadisler sayı belirtilen hadislerle sınırlandırılır. Saib hadisi ise, belirli bir sayı ile kayıtlanmaksızın içki içen kimseye vurduklarına delalet etmekte olup mutlaklık açısından değil, haber verme açısından bir rivayettir. Saib hadisi, tıpkı daha sonra gelen Zühri ve İbni Abbas hadisleri gibi içki içen belli bir miktar ceza tespit etmemektedir. Rasul (sav)’in içki için belli bir sınır koymadığına nass teşkil eden bu hadisler, ispata değil nefye delalet etmektedirler. Dolayısıyla onların bilgilerine göre belli bir ceza belirlendiğini bilmediklerine yorumlanır. Rasul (sav) belli bir miktar ceza koyduğuna dair gelen diğer rivayetler bunun delilidir. Ebu Saîd hadisinde olduğu gibi: "Rasulullah (sav) içki içene iki ayakkabıyla kırk defa vurdu." * Ebu Davud’un, Abdurrahman b. Ezher’den rivayet ettiği hadis de böyledir: "Rasulullah (sav) içki içene kırk defa vurulmasını emretti." Bu rivayetler dikkate alındığında sayıyı nefy eden rivayetler onların bilgileri ile sınırlı kaldığı görülür. Dolayısıyla belli bir adedi ortaya koyan sahih hadislerle çelişmezler. Zira sayı belirtmeyen bu hadisler nefy ifade ederlerken kırk sayısını zikreden hadisler ise ispat ifade etmektedirler. Burada ise şu usul kaidesi uygulanır: "Nefy ile isbat birbiri ile çatıştıkları zaman ispat nefyin önüne geçer." Bu kurala göre belli bir had ispat eden hadisler muayyen bir haddi ifade eden hadislerin önüne geçer. İki delilin imali evladır. Bu nedenle onların bilgilerine göre nefy ihmal edilir. Bu ise diğerlerinin bundan başka bir şey bildiklerini nefyetmez. Yani Rasul (sav) tarafından içki için muayyen bir haddin tespit edildiği bilinmektedir. Tüm bu açıklamalara göre; "kırk" sayısına veya "kırk civarında"ki rakamlara nass teşkil eden hadislerle amel edilerek içki içen kimseye kırk sopa vurulması gerektiği belli olmaktadır. Buna göre içki için muayyen bir had vardır o da kırktır. Ancak kırktan fazla olmasının caiz olduğunun, kırktan az olmasının ise caiz olmadığının delili, haddin kırk civarında olduğunu ifade eden şu hadislerdir. Enes’ten: "Yaprakları soyulmuş hurma dalları ile yaklaşık kırk defa vuruldu."* "Ayakkabılarla yaklaşık kırk defa vurdu." Nesei: "Yirmi kadar erkeğe emretti ve onların her biri iki defa vurdular."* Bu hadislerin tümü haddin kırktan az veya çok olduğuna delalet etmektedir. Ancak Rasul’ün "kırk" sözünü söylediği birçok hadisle sabit olduğuna ve nas da kırk sayısını işaret ettiğine göre kırktan az olması nefy edilir ve "kırk kadar" ifadesinin kırktan az şeklinde yorumlanması engellenir. Geriye kırk veya kırktan fazla miktar kalır. Bu ise kırktan fazla olmasının caiz olduğuna işaret etmektedir. Bunu Zühri’nin Nebi (sav)’den rivayet ettiği şu hadis teyit etmektedir: "Orada bulunanlara elleriyle ve ayakkabılarıyla bırakınız. yeter deyinceye kadar vurmalarını emretti." Bu hadis, "kırka" delalet eden hadislerle bir araya getirildiği zaman kırktan önce onlara ellerinizi çekiniz demediği anlaşılır. Fakat onlara kırktan sonra onlara ellerinizi çekiniz demiş olması caizdir. Bu nedenledir ki kırktan fazla olması doğrudur. Belki de sahabelerin hakkında ihtilaf ettikleri husus sayının ne olacağı hususudur. Nitekim Ömer (ra) içki içen kimseye vurulacak had hakkında ashab ile istişare etmiştir. Enes’ten: "Nebi (sav)’e içki içen bir adam getirildi. Ona yaprakları soyulmuş iki hurma dalı ile yaklaşık kırk defa vurdu. Dedi ki: Ebu Bekir de böyle yaptı. Ömer, halife olduğunda insanlarla istişare yaptı. Abdurrahman, haddin en hafifinin seksen olduğunu söyledi ve Ömer bunu emretti." * Ebu Şeybe, Ebu Abdurrahman es-Selmi’den, o da Ali’den: Dedi ki: "Şam halkından bir grup ayet-i kerimeyi tevil ederek içki içtiler. Bu konu hakkında (Ömer) istişare etti. Dedim ki: Onları tevbe etmeye çağırman gerekir. Eğer tevbe ederlerse onlara seksen kırbaç vur. Aksi halde boyunlarını vur. Çünkü onlar haramı helal yaptılar. Tevbeye çağrıldılar ve onlar tevbe ettiler. Sonra da seksener sopa vuruldu." Bu iki hadis, Ömer (ra)’ın, içki cezasının miktarı hakkında sahabe ile istişare ettiğine delalet etmektedir. Ömer’in, sahabelerle Şam halkından içki içen kimselere uygulanacak içki haddi hakkında istişare yapmadığı, onların içki içmeleri ve ayet-i kerimeyi tevil etmeleri hususunda istişare yaptığını söylemeleri mümkündür. İçki hakkında yapılan istişare içki içene uygulanacak içki haddinden ziyade ayetin tevili esası üzerine yapılmıştır. Bu nedenledir ki Ali ona, onları tevbe etmeye çağırmasını söylemiştir. Çünkü, onlar haramı helal yapmışlardır. Dolayısıyla tevbe etmedikleri takdirde öldürülmeleri, tevbe ettikleri takdirde ise seksen kırbaç ile cezalandırılmaları gerekmektedir. Yine bu olay, Şam halkından bir grubun yaptığı iş hakkında Ömer’in yaptığı bir istişareden ibarettir, denilebilir. Oysa Enes hadisinin, içki haddinin miktarı konusunda yapıldığını söylemek de mümkündür. Abdurrahman’ın "hadlerin en hafifi seksen (celd)dir" sözü de buna delalet etmektedir. İşte bu, yapılan istişarenin içki haddinin miktarı hususunda yapıldığının nassıdır. Durum böyle iken nasıl olur da Ömer, haddin miktarı hakkında istişare yapabilir. Hadisler içki içen kimseye 40 ya da kırk civarında değnek vurulacağına işaret etmekte ve Ömer’in de bunu bildiği sabittir. Öyleyse haddin ne olacağı hususunda yapılan istişarede; kırk adede işaret eden hadislerle kırk civarında olacağına işaret eden hadisler bir araya getirildiğini, Ömer’in kırktan fazla miktar hakkında istişare yaptığı ortaya çıkar. Yani Ömer (ra), içki içen kimseye uygulanacak haddin kırktan fazlası hakkında istişarede bulunmuş ve Abdurrahman b. Avf da hadlerin en hafifinin seksen kırbaç olduğunu söylemiştir. Bu durumda iki husus ortaya çıkmaktadır: Sahabeler haddin kırktan fazla olmasının caiz olduğunu anladılar. 2- Sahabelerin içki haddindeki ihtilafları, kırk kırbaç konusundan ziyade kırkın üstündeki rakam üzerinde olmuştur. Yine mü’minlerin emiri Ali b. Ebu Talib’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Eğer bir kimseye had vuracak olsaydım ve bu nedenle de ölseydi içimde bir sıkıntı hissetmezdim. Ancak içki içen kimse had vurulmasından dolayı ölürse onun diyetini öderdim. Çünkü Rasulullah (sav) bunu sünnet kılmamıştır." * Ebu Davud ve İbni Mace’de ise şu ifadeler yer almaktadır: http://www.hilafet.com/kitaplar/Isla.../09htm_h_2.gif "Rasulullah (sav)’in sünnet haline getirdiği şeyi biz mutlaka söylemişizdir." * Hadiste yer alan http://www.hilafet.com/kitaplar/Isla...9htm_h_2_1.gif ifadesi miktarını ve vaktini lafzıyla ve konusuyla belirlemedi anlamına gelmektedir. Bu hadiste Ali (ra); Rasulullah (sav)’in içki haddi için belirli bir miktar takdir etmediğini söylemektedir. Aynı zamanda Ali (ra) şöyle demektedir: "Nebi (sav) kırk defa, Ebu Bekir kırk ve Ömer de seksen defa vurdular. Bunların hepsi de sünnettir." * Durum böyle olduğu halde nasıl olur da, "Çünkü Rasulullah (sav) bunu sünnet kılmamıştır," diyebiliyor? Halbuki az önceki hadiste "Rasulullah (sav) kırk defa vurdu" diyordu. Öyleyse Ali (ra), http://www.hilafet.com/kitaplar/Isla..._h_Ali_3_1.gif sözü ile, Rasulullah (sav)’in kırk üzerinde bir miktarı belirlemediğini kastetmektedir. Adeta hadisin konusu kırktan fazlasına işaret etmektedir. Çünkü kırk meselesi, hakkında açık olarak gelen nasslardan (hadislerden) dolayı kesin olan bir husustur. Buraya kadar anlatılanların tamamı, sahabelerin kırktan fazlası üzerinde ittifak ettiklerini göstermektedir. Ali (sav)’den rivayet edilen hadise göre Rasulullah (sav)’in içki hakkında belli bir had belirlemediği şeklindeki ifade ve yine "Rasulullah (sav) içki hakkında haddi farz kılmadı" şeklindeki hadislerin tamamı ancak kırktan fazlası hakkında söylenmiştir. Bunun delili Ali (ra)’ın, Rasulullah (sav)’in kırk defa vurduğu şeklindeki sözü ve kırk sayısına delalet eden diğer hadislerdir. İçki içen kimseye uygulanacak olan haddin kırk sopa olduğunu belirten hadislerle, Rasul (sav)’in içki için belli bir had tespit etmediğini anlatan hadisler ve "kırk kadar" had vurduğunu belirten hadisler yan yana getirildiği zaman, kırktan fazla vurmasının caiz olduğuna delil olur. Ancak bu farklılık Rasulullah (ra) tarafından tespit edilmemiştir, seksen sopa, daha az veya daha çok olduğu sabit olmamıştır. Ancak kırktan fazla olduğu mutlak olarak sabit olmuştur. Ancak her ne kadar sahabenin (Allah onlardan razı olsun) içtihatları şer'î delil sayılmasa da görüşleri, sahih bir içtihatla ulaşmış oldukları şer'î bir hükümdür. Üstelik müçtehit tarafından şer'î bir hüküm olarak görüldüğü için de alınması doğrudur. Onların sözleri dikkate alınır ve görüşleri de kabul edilebilir. Bu nedenle kırktan fazlasına işaret etmek üzere muayyen bir had olarak seksen kırbaç ceza tayin edilebileceği gibi kırk tane de olabilir. Dolayısıyla halifenin seksen kırbaç vurmayı emretmesi caizdir. Sahabeler (Allah onlardan razı olsun) kırk sopa vurdukları gibi seksen sopa da vurmuşlardır. Dolayısıyla haddin sayısı kırk tane de seksen tane de olabilmektedir. Sahabelerin hem kırk hem seksen adet had vurduklarına delalet eden hadisler çoktur. Ahmed ve Müslim Enes’ten şunu rivayet etmektedirler: "Nebi (sav)’e içki içmiş bir adam getirildi de adama iki ayakkabı ile kırk kadar vuruldu. Dedi ki Ebu Bekir de böyle yaptı. Ömer halife olduğunda ise arkadaşları ile istişare yaptı. Abdurrahman dedi ki: Haddin en hafifi seksendir. Ömer de bu şekilde emretti." * İbni Ebu Şeybe Ebu Abdurrahman es-Selmi’den, o da Ali’den, dedi ki: "Şam halkından bir grup içki içtiler ve içki ayetini tevil ettiler. Bu konu hakkında Ömer sahabelerle istişare etti. Ben (Ali) dedim ki: onları tevbe etmeye çağırmanı uygun görüyorum. Tevbe ederlerse onlara seksen sopa vurursun. Tevbe etmezlerse boyunlarını vurursun. Çünkü onlar haramı helal yaptılar. Onlar tevbe etmeye çağırılırlar ve tevbe ederlerse her birine seksen kırbaç vurulur." Hudayn b. el-Münzir’den, dedi ki: "Osman (ra)’ın yanında idim. Velid’i getirdiler. Sabah namazını iki rekat kılmış (kıldırmış) sonra da, daha ilave edeyim mi, demiş. Daha sonra iki kişi onun aleyhine şahitlik ettiler. Bunlardan birisi (Humran) onu içki içerken gördüğünü, diğeri de kusarken gördüğünü söyledi. Bunun üzerine Osman, içki içmedikçe kusmaz, dedi. Sonra da Ali’ye seslenerek; Ey Ali kalk ve ona sopa vur, dedi. Ali de Hasan’a kalk ve ona sopa vur dedi. Bunun üzerine Hasan şöyle dedi: Akrabalarından Hilâfet zevkini duymak isteyen birine emret. Bu tavır, sanki zoruna gitmişti. Bunun üzerine Osman şöyle dedi: Ey Cafer’in oğlu Abdullah, onu cezalandır. Abdullah b. Cafer ona vurmaya başladı, Ali de sayıyordu. Kırk tane olunca Ali ona, yeter artık, vurma, dedi. Ardından da şunu ilave etti: Nebi (sav) kırk defa vururdu. Bunların hepsi de sünnettir. Fakat (kırk defa vurmak) benim daha hoşuma gider." * Mü’minlerin emiri Ali (ra) içki içme hakkında şöyle dedi: "O kimse içki içtiği zaman sarhoş olur. Sarhoş olduğu zaman saçmalar. Saçmaladığı zaman ise iftira eder. İftira edene ise seksen kırbaç vurulması gerekir." Bu hadisler ve eserler, sahabelerin içki içen kimseye bazen kırk, bazen de seksen defa vurdukları hakkında açık ifadelerdir. Onların uygulamaları bu içki cezası ile istikrar bulmuştur. Kırk defa sopa vurulacağı hadisin nassı ile sabittir. Dolayısıyla sahabeler hadisin nassı ile amel ederek kırk defa vurmuşlardır. Onların içtihatlarının delili Ali (r.a)’ın: "Nebi (sav) kırk defa vurdu." * sözü değildir. Onlar içki içen kimseye seksen kırbaç vurulmasını içtihatlarına dayanarak uyguladılar. Kırktan fazla vurmanın caiz olacağı anlayışlarına dayanarak bunu yaptılar. Onlar, hadlerin en hafifinin seksen olması gerektiğini düşündüler. Çünkü onlara göre, içki içen kimse içtiği zaman saçmalar, saçmaladığı zaman iftira eder, iftira eden kimseye ise müfteri haddi yani kazf haddi uygulanır ki bu da seksendir. İşte sahabelerin takip ettikleri yol budur. Rasulullah (sav)’in kırk defa vurduğu ise sünnetle sabittir. Seksen kırbaç ise sahabenin büyüklerinden kaynaklanan içtihatlarla sabittir. Öyleyse içki içen kimseye uygulanacak had kırk ve seksendir. İşte bu iki had, içki içen kimseye uygulanacak olan haddir. Bu ikisi dışında bir haddin vurulması kesinlikle caiz değildir. Çünkü Nebi (sav)’den ve sahabelerden kırk ve seksen kırbacın dışında had uyguladıkları sabit olmamıştır. Dolayısıyla elli defa, doksan defa veya başka miktarın uygulanması caiz değildir. Çünkü bu ceza hadd cezasıdır, tazir cezası değildir. Zira bu iki miktar Rasulullah (sav) ve sahabeden gelen haberlerle sabit olmuştur. Dolayısıyla yalnızca bu iki had ile yetinilmesi gerekir. Ancak halifenin bu ikisinden birisini ceza miktarı olarak benimsemesi caizdir. Yani bu iki ceza miktarından birisini bağlayıcı bir ceza olarak emretmesi caizdir. Halife seksen sopa vurulmasını emredecek olursa sünnetle sabit olan kırk adet cezayı ve sahabelerin üzerinde ittifak ettikleri kırktan fazla olan seksen sopalık cezayı da içerisinde barındırmış olur. Şayet kırk sopa vurulmasını mecburi hale getirecek olursa, sünnetle sabit olanı emretmiş olur. Kırkın üzerine çıkarmak imam için farz değil caiz olan bir husustur. Dolayısıyla seksen sopa üzerine kırk sopa vurulmasını bağlayıcı hale getirmesi herhangi bir şeyi gerektirmez. İçki içen kimse, içtiği şeyin çoğunun sarhoşluk verdiğini bilirse içki haddi uygulanır. Ancak çoğunun sarhoşluk verdiğini bilmiyorsa had vurulmaz, içki haddinin vurulabilmesi için iki şeyden birisi ile içki içtiğinin sabit olması gerekir: İki şahitten birisi, içki içtiğine diğeride kustuğuna şahitlik etmesi had uygulaması için yeterlidir. Zira Hudayn hadisi şöyleydi: "İki adam içki içtiğine şahitlik ettiler. Bunlardan birisi (Humran) içki içtiğine diğeri de onun kustuğuna şahitlik etti." * |
[quote=M--U--R--A--T;494096]İçki İçene Uygulanacak Cezanın Miktarı
İçki içene uygulanacak ceza, had cezaları kapsamına girmektedir. Dolayısıyla içki içen yani sarhoşluk veren herhangi bir maddeyi içen herkese had vurulması gerekir. Nebi (sav) şöyle buyurmaktadır: "Kim içki içerse onu kırbaçlayınız.” * http://www.hilafet.com/kitaplar/Isla...htm[/quote] Şafi inancına göre; Çoğu sarhoş eden nebizden içen kimse, sarhoş olmayacak kadar içse bile, yine de had uygulanır. İmam Şafiî; "Bir içkinin sarhoş edici olduğu bir kimsenin ondan içtiğinde sarhoş olması ile anlaşılabilir. Bundan sonradır ki o içkiden içene had uygulanabilir" demektedir. İmam Şafiî, Ömer (r.a) zamanında şöyle bir olayın geçtiğini nakletmektedir: Ömer (r.a), cenaze namazı kılmak için çıktığında Saib´in sesini duydu. O şöyle diyordu: "Ben Ubeydullah ve arkadaşlarından şarab kokusu aldım. Hz. Ömer; "ne içtiklerini soruşturacağım. Eğer sarhoş edici ise onlara had uygularım" dedi. Süfyan, Saib b. Yezid´in onlara had uygulanırken hazır bulunduğunu söylediğini nakleder (İmam Şâfiî, el-Ümm, VI, 176-177) Hanefi inancına göre; Ebû Hanîfe'ye göre, yaş üzümden yapılan içkiye "şarap (hamr)", buğday, arpa, darı vb. maddelerden yapılana ise "nebîz" * denir. Kendi ihtiyarı ile az veya çok şarap içene sarhoş olsun veya olmasın içki cezası uygulanır. Nebiz içene ise sarhoş olmadıkça had cezası uygulanmaz. http://www.menzil.net/kitap_html/aile/s02.htm |
Hepimiz bir belge yayınlamaya başladık. Kur'an'da ceza konusuna dair hükümler olmadığı için üstelik peygamber efendimizin uygulamasında ise had cezası uygulanan kişinin kimliği, sadece şarap içtiği için mi yoksa taşkınlığı için mi yada diğer sebeplerden mi cezalandırıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Söz konusu belgeler rivayetlere ve yorumlara dayanır.
|
Alıntı:
Ulu Önder Atatürk de içki içiyordu ama yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük lideriydi. Keza II. Abdülhamit de Porto şarabı içerdi. İçki içip içmemekle bir şey belli olmaz. |
Alıntı:
Fatih Sultan Mehmet, Peygamber efendimizin hadis-i Şeriflerine mazhar olmuş bir evliyadır. Keza II. Abdülhamit çok müspet bir insandır. Lütfen yani, bilip bilmeden hayatını İslama hizmete adamış kişiler hakkında sû-i zanda bulunmayalım. |
Alıntı:
Fatih Sultan Mehmed Hanın ve Abdülhamid Hanın içki içtiği koca bir yalandır, kuru iftiradır, bunları söyleyen rüzi mahşerde bu büyük padişahların yüzüne nasıl bakacak.. İslam Gençliğinin bir şahsiyeti önder olarak görebilmesi için o kişinin yüksek ahlak seviyesine mazhar biri olaması gerekir... |
Alıntı:
II.Abdülhamit'in torunu Osman Ertuğrul da dedesinin Porto şarabını içtiğini açıkça söylemiştir, hatta Osman Ertuğrul'a "iç bak ilaç niyetine" dediğini de belirtmiştir. Ayrıca neden içki içmesinler ki ! İçmişlerse de içmişler. Ne var ki bunda ? |
Alıntı:
Özgün kardeşime bu konuda kısmen katılıyorum. Özellikle Fatih Sultan Mehmed, yaşamıyla, tavırlarıyla dört dörtlük bir insandır. Şahsi kanaatim, yeryüzüne gelmiş; şahsiyetiyle, zekasıyla en büyük hükümdar Fatih'tir. Halkla içiçe olmuş bir isimdir. Veli diye nitelendirilebilecek ve hatta Peygamber Efendimizin övgüsüne dahi mazhar olan bir isim için böyle bir yakıştırma çok ayıp olmuş. Özgün kardeşime katılmadığım hususa gelince. "Sadece Mustafa Kemal içerdi." demek, son derece iddialı, hiçbir dayanağı olmayan, çok yakışıksız bir söz. Böyle kesin bir kanıya varmak için tüm Osmanlı liderlerini özel hayatları da dahil çok iyi biliyor olmak lazım. Bunu değil Özgün, hiçkimsenin bilmesine imkan yoktur. Kimsenin arkasında böyle iftira niteliğinde yakışıksız, asılsız sözler söyleyip, günahlarını almamalıyız. Bu Atatürk'e yönelik olması da önemli değil. Sarı çizmeli Mehmet Ağa'da olsa aynı. Sanırım Özgün kardeşim, Fatih'e atılan iftiranın kızgınlığı ile bir anlık hata yaptı. Osmanlıya gelirsek. Osmanlı daha önce hanefi mezhebiyle ilgili yazdığım sebepler nedeniyle şaraba karşıydı. Hiçbir belgede rom içilerek eğlenceler düzenlendiğini göremezsiniz. Bunun bir yudumunu içen bile Osmanlı'da cezalandırılırdı. Rom, Osmanlı'da yasaklı içkiydi. Diğer içkiler de zaman zaman yasaklanmıştır. Rom dışındaki içkilere yönelik yasak, büyük zaferler kutlamalar sonrası 2 - 3 günlüğüne kaldırılırdı. Ama padişah yine de içmezdi. Osmanlı hükümdarları özel hayatlarına dikkat etmişlerdir. Çünkü Padişah aynı zamanda halifeydi. Hep bu bilinçle hareket ettiler. Fakat 19. yüzyılda osmanlıda başlayan batılılaşma ve modernleşme hareketleri, zevke ve eğlencelere düşkünlük sebepleriyle içki yasakları sınırlandırıldı. Sarhoş olduğu iddia edilen birkaç hükümdara da işte bu dönemde rastlarız. İkinci Mahmud gibi istisna sayılabilecek hükümdarlara bakarak "Osmanlı padişahları içkicidir" demek, Osmanlıya atılmış en büyük hakaretlerdendir. Asla kabul edilemez. Unutmayın ki; Osmanlı'da hükümdarlık yapmış olan toplam 36 padişah var. Bunların hiçbiri (haşa) peygamber değil. Sıradan, bizler gibi nefis yüklü insanlardı. Bu 36 padişah içinde sadece birkaç tanesinin özel hayatına dikkat etmemiş olmasını doğal karşılamak gerekir. Önemli olan genelin ne yaptığıdır. Genele bakacak olursanız, günümüzde bile, müslüman oldğunu iddia eden Türkiye dahil hiçbir ülke, Osmanlı'nın din konusundaki ileri seviyesine ulaşamamıştır. |
Alıntı:
|
Kaşgarlı Mahmud, 11. Yüzyılda Divanu Lügati Türk adlı eserinde Türk boylarının, çocuklarının dahi şarap içtiğini söyler.
İslamiyet'in kabulü ile şarap yasaklandıysa da Hayyam'dan Mevlana'ya dek tasavvufçular şaraba methiyeler düzmüşlerdir. Nedim, 17. Yüzyılda şu dizelerle methiyeler düzüyordu şaraba: "Haddeden geçmiş nezaket yal ü bal olmuş sana, Mey süzülmüş şişeden ruhgar-I al olmuş sana ." (İncelik haddeden geçmiş,boy pos olmuş sana, Sırça kaptan şarap süzülmüş, kırmızı yanak olmuş sana.) Çok mu beğenmişim kendimi? Ee...Zeus'un oğluyum... Ah çapkın babam...Gene bir gün Olympos'daki tanrı işlerinden sıkılmış,dünyaya inmiş, Hera'nın dırdırından kaçmak için. Bir ormana girmiş gezerken, yüreğinin sesi miymiş acaba onu o ormana sokan, yoksa babamdan da büyük bir güç müymüş bilmiyorum ama iyi ki de girmiş. Dalgın dinlerken ormanın binbir sesini annemi görmüş. Güzel Semele...Hiçbir ölümlü dili yetmez onu betimlemeye, tüm diller susar o şarkı söylerken; ve tarihin, benim bile bilmediğim kadar kadim tarihin en güzel sesleri yankılanır o konuşurken, karanlıklar hapsolur ışığa, geceyse güne karışır..." Yine içki dahil birçok yasağın kol gezdiği IV. Murad döneminde, sultanın şarabı kendisine yasaklamadığı biliniyor. Tanzimat döneminde Anadolu'da şarapçılık tekrar gelişiyor. Fransa'daki Floksera (asma hastalığı)nedeni ile sadece İzmir'den 7 milyon litre şarap ihraç olunuyor. 1913 senesinde 42 milyon litrelik üretim, savaş arifesi için ilginç bir ilginç bir rekor olmuştur. Cumhuriyetle birlikte gerek devlet (Tekel İdaresi) gerekse özel sektör yeni bir atağa geçer. "Ve gönlünü çalmış babam güzeller güzeli annemi. Annemse ilk defa aşık olmuş o gün, hem de aşkların en güzeliyle, en durusuyla. Aşkının büyüsüyle bana hamile kalmış o gün. Ama Hera...Ah kıskanç Hera aramızda kalsın Pan bile sevmez Hera'yı; babamıysa nasıl tavladığı hala bir sır, hakkında yüzlerce dedikodu türetilmiş ve hala türetilmeye devam edilen bir gizemdir Olympos'da...Arada bir zaman geçmiş, babamın çapkınlığı, Selene'nin güzelliği ta Olympos'a kadar gelmiş. Hera'nın kulakları Olympos'daki her dedikoduyu duyar hele bir de kendi işin içindeyse. Dedikoduları duyan Hera, tez dünyaya atmış kendini. Bir hemşire kılığında annemin karşısına çıkmış. Ve zavallı annemiyse kandırması hiç zor olmamış. Zeus'tan tüm gücünü göstermesini istemesini söylemiş aynı Hera'ya gösterdiği gibi. 'Sana aşıksa gösterir' demiş. Dünyalar güzeli annem inanmış ona. Ee, Hera bu, tüm hilelerin, tüm oyunların, tüm dalaverelerin tanrısı, annemse, her ne kadar Olympos'un en yakışıklı adamının kalbini çalsa da yalnız bir ölümlüymüş o zamanlar..." Son 5 yıldır Türk Şarapçılığı ise 5000 yıllık şarap mirasına yakışır atılımlar içinde. Özellikle Gelibolu-Çanakkale çevresindeki girişimler gelecek vaad ediyor. Bunların öncüsü, Türkiye'nin Fransız üzümlerinden üretilmiş ilk varietal/monocépage şarabı Sarafin. Gönül istiyor ki böyle girişimler çoğalsın ve Anadolu şarabı dünya vitrininde hakettiği yeri alsın. Ve Zeus'un tanrısal ateşi Selene'yi aşağıdaki dünyaya indirdi. Zeus omuzlarından, bir üzüm salkımı içinden doğdum ben. Boğa boynuzlarımda yılanlar oynaşıyordu doğduğumda. Sonra Hermes beni, Hera'nın gazabından korumak için teyzem Ino'ya verdi. Bana kız giysileri giydirip, kız gibi büyüttüler beni, sırf Hera bulamasın diye izimi." Sevgilinin güzeli gül, içkinin güzeli şarap kokar...Bazen şairlere ilham, bazen tablolara renk olmuştur şarap. Plutharc'a göre içkilerin en faydalısı, ilaçların en tatlısı ve yemeklerin en lezzetlisidir şarap; Sokrat'a göre; çok güzel ama dozu kaçırılmadan içilmesi gereken bir içkidir şarap; Hipokrat'a göre su ile karıştırılınca başağrısına, sindirim bozukluklarına, siyatiğe, ve ödeme iyi gelen bir ilaçtır şarap;Büyük doktor İbni Sina ayda iki kere sarhoş olmanın yararı olacağını savunmuştur; kimyacı Louis Pasteur'se şarabın en iyi ve sağlıklı içki olduğunu vurgulamıştır. "Ve büyüdüm...Hera'nın yalan gözleri bana hiç zarar veremedi. Belki babamdan korkmuştur aramaktan vazgeçmiştir;hiçbirşeyden korkmaz öyle kolay kolay ama... Belki de onca entrikanın içinde unutmuştur beni. ... Ve sonra yolculuklara çıkmaya başladım. Yarı insan yarı tanrı ben -babam sağolsun türümün tek örneği değilim - dünyayı gezmeye başladım; o, çok sevdiğim insanları tanıdım. Kabaran okyanusları gördüm, şiddeti tanıdım;savaşın ardından ağıt yakan kadınların sesine kulak verdim, acıyı ve merhameti öğrendim; gün doğmadan balığa çıktım Ege'nin sularında, sabretmeyi öğrendim; nice savaşlar gördüm, Arşipel'in yıkılışından Truva Zaferi'ne değin, ölümü, ölümün gözündeki korkuyu gördüm; hayvanlarla arkadaş oldum, insanlarıysa hep ama hep sevdim; kahrolası tanrılarıysa hiç sevemedim...Durun kızmayın bana, biliyorum, haklısınız, ama bazen kendimi bile sevmiyorum..." Anadolu'da şarabın tarihi işte böyle. Şarabın evrensel tarihiyse gene Anadolu'yla, topraklarımızla kesişiyor: Şarap Tarihi Prehistorik (Tarih Öncesi) Çağa kadar uzanmaktadır. Anadolu'da Hititler ve Mısır'da Mısırlılar şarap kültürünü başlatan toplumlardır. Daha sonra şarapçılık ve bağcılık Ege kıyılarındaki Yunanistan, İtalya, Fransa ve İspanya'ya kadar yayılmıştır. Şarap Hititler'de para eden ticari bir maldır. Anadolu'nun güney sahillerinde yaşayan Fenikeli gemiciler, şarabı önce Ege sahillerinden, adalara ve Yunanistan'a taşıyıp büyük paralar kazandılar. Şarap nakli, güneyde Fenikeliler, kuzeyde ise Trakyalılar tarafından sağlanıyordu. Hitit şaraplarının Asurlu tacirlerin yardımı ile Mezopotamya Bölgesi'ne geçtiği de bilinmektedir. Asurlu tacirler 250-300 eşeğin bulunduğu kervanlarla şarap naklini gerçekleştiriyorlardı. MÖ 1500 yıllarında Orta Yunanistan'da bağcılık ve şarapçılık gelişmeye başlamış ve MS 900 ortalarında şarap, ekmek kadar gerekli bir ihtiyaç maddesi haline gelmişti. Anadolu'da yetişen üzüm asmasının Fransa'ya geçişi MÖ 600 yıllarında Euxenus isimli Foçalı bir gemicinin sayesinde olmuştur. Hıristiyanlığın Avrupa'da yayılması sonucu, İsa'nın kanı olarak kutsal hale gelen şarap, Roma Devri'nde de gelişimini sürdürmüş ve kiliseler sayesinde tüm Avrupa'ya yayılmıştır. "İşte bu yolculuklarımdan birinde, Nysa'da, şarabı keşfettim. Kızgınlıkla vurduğum topraktan kırmızı bir sıvı fışkırdı. Toprağın insana en büyük hediyesidir aşk..." Şarabın bu resmi tarihinin yanında bir de en az gerçek tarihi kadar ilginç efsanevi bir de tarihçesi var:Nuh Peygamber, tufandan sonra hayvanları ile Ağrı Dağı eteklerinde yaşamaya başlar. Karınlarını doyurmak üzere civarda dolaşan hayvanlardan keçinin bir gün olağanüstü neşeli döndüğünü görür. Bu hal günlerce devam edince Nuh Peygamber keçisinin peşinden giderek, bu durumun yediği bir meyveden kaynaklandığını keşfeder. Kendisi de bu meyveyi çok beğenir ve hayatı pespembe gösteren üzüm suyunun müptelası olur. Nuh Peygamberi mutlu gören şeytan, onun neşesini kıskanarak, alevli nefesi ile asmaları kurutur. Nuh Peygamber üzüntüsünden yataklara düşünce, efsane bu ya, şeytan insafa gelip, bu meyveyi yeniden canlandırmak için ne yapılması gerektiğini söyler. Eğer meyvenin kökü açılır ve hayvanlardan yedisinin kanı ile sulanırsa, asma canlanacaktır. Aslan, kaplan, köpek, horoz, saksağan ve tilkiden oluşan kurbanlar seçilip, üzüm, kanları ile sulanır ve bir yıl sonra bitki tekrar canlanır,yaprak ve meyve vermeye başlar. Şarapla sarhoş olan kimselerin davranışları incelendiğinde, bu yedi hayvanın karakterini taşıyan haller görülür. Kah aslan gibi cesur, kah kaplan gibi yırtıcı, ayı gibi kuvvetli, köpek kadar kavgacı, tilki gibi kurnaz, saksağan gibi geveze olurlar. İran efsaneleri ise üzüm ve şarabın keşfedilmesini başka bir şekilde anlatır: Şarabın ilk defa Pişdadiyan sülalesinin ünlü hükümdarı Cemşit zamanında üretildiği söylenir. Cemşit, bol bol asma diktirerek, meyvelerinin halka dağıtılmasını emreder. Mahsül çok bol olunca, kışa saklamak üzere kaplarda muhafaza edilen üzümler, değişik bir lezzet alır, üstelik şırası da acımtıraktır. Bu suyu zehirli sanıp içmezler. Rivayete göre, Cemşit'in en gözde ve güzel cariyesi şiddetli baş ağrısından dolayı canından bezmiştir. Ölüp kurtulmak için bu kaplardaki zehirli sudan içip, hayatına son vermek ister. Fakat içtiği zehir, onu öldüreceğine diriltir, üstelik neşe içinde derin bir uykuya dalar. Uyandığında baş ağrısı kalmamış, vücudu ve ruhu dinlenmiştir. Durumu Cemşit'e anlatır ve hükümdar ve sevgilisi ömür boyu "Ab-I Hayat" tan (Hayat suyu) içip, neşeli ve mutlu yaşarlar. "Ve ben Dionysus...Bereketin tanrısıyım...Tanrılar korkun benden; ölümlüler ben sizin yanınızdayım. Ben katliamın tanrısıyım; ben eğlenceyim;ben ikilemim; ben en kadim deliyim...Ama yoruldum, çok yoruldum...Tüm bu deliliklerden; renklerin büyüsünden, seslerin tınısından, kokuların ahenginden yoruldum...Az kaldı;yakında ölümlü olmayı ve ölümü seçeceğim. Bir tek bilmek inanmak istiyorum, bekliyorum; bensiz de deliliğin devam edeceğine; bensiz de hayatın ani ve beklenmedik olacağına ...Hem bu değil mi hayatın en güzel yanı; dün bugünün aynı olsaydı, bugün dün olmaz mıydı...?" Şarap...İçkilerin en eskisi...Üzümün asaleti, bağbozumlarının geceleri...Yıllandıkça güzelleşen sarhoşluk...Ve bitirirken; şarap deyince Ömer Hayyam, Ömer Hayyam deyince şarap: Can bir şaraptır, insan onun destisi; Beden bir ney gibidir, kan o neyin sesi. Hayyam, bilir misin nedir bu ölümü varlık: Hayal fenerinde bir ışık pırıltısı. Dünyada akla değer veren yok madem, Aklı az olanın parası çok madem, Getir şu şarabı, alın aklımızı: Belki böyle beğenir bizi el alem! Kaynak: Mehmet Karal, Olcay Karaçelebi, insankaynaklari.com, Dinamik Dergisi Aralık 2000 sayısı |
Bu alıntıyı hangi siteden aldın cmbomlu kardeşim? Böyle basit şeylerle insanların zihnini bulandırmaya çalışmayın. Tasavvufu, divan edebiyatını bir parça bilseydin, böyle bir yazıyı yayınlamazdın.
Şarap, tasavvuf ve divan edebiyatında en çok kullanılan içecek maddesidir. Genellikle mey, bade; bazen de cam, sagar, ayak, kadeh, piyale, peymane.. gibi unsurlarla mecaz-ı mürsel yoluyla bahsedilir. -------------------------------------- MEY: Farsça, şarap demektir. Kuvvetli aşk ve bunun verdiği şevk. Sûfiler bu durumda iken amellerinde kusur yapmazlar. Dilber, sevgili, cevher-i can Meydir mihek'k-i aşıkân, âşûb-ı dil ârâm-ı can, Sermaye-i pir-i mugan pirâye-i bezm-i sanem. , Nef'î Görüldüğü gibi, "mey" mecazi bir kullanıma sahiptir. Yoksa bildiğimiz içki değildir. http://www.tasavvufalemi.com/sayfa.php?yaziNo=157 ---------------------------------------- Eğer amacınız Osmanlı'da genel anlamda bir içki alışkanlığı olduğunu kanıtlamaksa, içki alışkanlığı olan ve içki içen, şarap içen Bektaşiler vardı. Art niyetli yazılarla insanların zihinlerini bulandırmayın! |
Arkadaşlar anlamıyorum sizleri. Murat Bardakçı da kanıtlarıyla gösterdi ki Osmanlı padişahları içki içmiştir.
Hem ayrıca içseler ne olacak ki. Allah Allah. İçmişlerse içmişlerdir. Bunu namus meselesi yapmaya ne gerek var. |
All times are GMT +3. The time now is 05:32. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025