Siyaset Forum

Siyaset Forum (https://www.siyasetforum.com.tr/index.php)
-   Köşe Yazıları (https://www.siyasetforum.com.tr/forumdisplay.php?f=124)
-   -   Hadise Bülent Arınç'ı temsil eder mi? (https://www.siyasetforum.com.tr/showthread.php?t=104082)

montenegro 05-19-2009 11:04

Şam Yolculuğu ve Rahip Bahîra
Siyer kitabları Allah Resûlü’nün ilk yolculuğunu amcası Ebu Talib’le ve henüz on iki yaşında iken yaptığını naklederler. Bu yolculuk Şam’a yapılmaktadır. Kervan bir yerde konaklar; Allah Resûlü de kervana gözcü olarak bırakılır. Diğerleri istirahata çekilmek üzere bir hana yerleşirler. Bazılarının, yanlışlıkla “Buhayra” dedikleri rahip Bahîra, gelmekte olan bu kervanı seyrederken dikkatini çeken bir hâdise olmuştur. Kervanın üzerinde bir bulut vardır ve bulut, sürekli kervanı takip etmektedir. Kervan durunca durmakta, yürüyünce de harekete geçmektedir. Bunun üzerine Bahîra kervanda bulunan herkesi yemeğe da’vet eder. Daha önceleri kervanlarla hiç ilgilenmeyen Bahîra’nın bu davranışı herkesi şaşırtmıştır. Efendimiz hariç herkes bu da’vete icabet eder. Fakat rahip gelenler içinde aradığını bulamamıştır. Bunun üzerine kervanın başında kimsenin kalıp kalmadığını sorar. Aldığı cevab üzere O’nu da çağırtır. Daha O’nu görür görmez, hükmünü verir. Ve Ebu Talib’e O’nun kim olduğunu sorar. “Oğlum” deyince de, Bahîra buna pek inanmak istemez, zira, onun tesbitlerine göre bu O’dur. O’nun babası, henüz O doğmadan vefat etmiş olmalıdır. Ve, daha sonra Ebu Talib’i bir kenara çekip, bu yolculuktan vazgeçmesini tavsiye eder. Çünkü ona göre yahudiler haset insanlardır. Bu çocuğun simasından O’nun son peygamber olduğunu anlayabilirler ve kendilerinden olmadığı için de O’na bir kötülük düşünebilirler, mülahazasıyla, Ebu Talib’e: “Sen bu yolculuktan vazgeç” der. Ebu Talib denileni yapar.. bir mazeret bulup kervandan ayrılır ve Mekke’ye geri döner.19
Bahîra, hakikatı söylüyordu. Fakat bilemediği bir husus vardı. O Allah (cc)’ın himayesindeydi ve O’nu hayatının sonuna kadar Allah (cc) koruyacaktı ki, “ ” yani “Ey Habîbim! Allah seni (iç ve dış mihrakların şerrinden) koruyup muhafaza edecektir.” (Maide, 5/67) âyeti de bunu ifade etmektedir. Evet, Rabb’i, O’na böyle diyordu.. ve dediğini de yerine getirecekti...
Şam’a İkinci Seyahat
İki Cihan Serveri, ikinci seyahatını da yirmi beş yaşlarında yapar. Bu defa da Hz. Hatice’nin gönderdiği kervanın başındadır ve onunla iş ortaklığı yapmaktadır. Bu seyahatında da Bahîra ile karşılaşır. Rahip iyice ihtiyarlamıştır. Allah Resûlü’nü görünce de bir hayli sevinir. Zira o, hep böyle bir günü beklemişti. Allah Resûlü’ne: “Sen peygamber olacaksın. Ah keşke senin nübüvvetini ilân ettiğin güne yetişebilsem, yetişebilsem de ayakkabılarını taşısam ve sana hizmet edebilsem.” O, o günlere yetişemedi; fakat bu kabûllenmenin, ona, ahirette çok şey kazandırdığı kesindi; muhakkaktı.
Herkes O’nu Bekliyordu
O’nu bekleyen ve O’nu müjdeleyenlerin sayısı sadece bir-iki kişiye münhasır değildi, bunlar çoktu ve Zeyd b. Amr da bunlardan biridir. Aşere-yi mübeşşereden meşhur sahâbe Saîd b. Zeyd’in babası ve Hz. Ömer’in amcası olan Zeyd, Hanîflerdendi. Bu zât, putlardan yüz çevirmiş ve onların hiçbir fayda ve zarara muktedir olamayacaklarını haykırmış tulûa beş dakika kala gurub edenlerden biriydi. Bunun da beşaretleri olmuştu ve en mühimi de şu sözleriydi: “Ben bir din biliyorum ki onun gelmesi çok yakındır; gölgesi başınızın üzerindedir. Fakat bilemiyorum ki ben o günlere yetişebilecek miyim?”
Zeyd, bir esintiden müteessir olmuş ve vicdanı hakka karşı tamamen uyanmış biriydi; bir olan Allah (cc)’a inanıyor ve O’na teslimiyetini arzediyordu. Ancak ne inandığı Allah’a, “Allahım” diyebiliyor, ne de O’na nasıl ibadet edeceğini bilebiliyordu.
Sahâbe-i Kiram’dan Âmir b. Rebî’a, bize şunu naklediyor: “Zeyd b. Amr’dan işittim, birgün şöyle diyordu: ‘Ben Hz. İsmail’in, sonra Abdülmuttalib’in soyundan gelecek bir nebî bekliyorum. O’na yetişebileceğimi zannetmiyorum; ama îman ediyor, tasdik ediyor ve kabul ediyorum ki, O, hak nebîdir. Eğer senin ömrün olur da O’na yetişirsen, benden O’na selâm söyle! Sonra da, sana O’nun şemailinden haber vereyim de sakın şaşırma!’ dedi. Ben de ‘buyur anlat’ dedim. Devam etti: ‘Orta boyludur. Ne çok uzun ne de çok kısadır. Saçları tam düz de değildir, kıvırcık da değildir. İsmi Ahmed’dir. Doğum yeri Mekke’dir. Peygamber olarak gönderileceği yer de burasıdır. Ancak daha sonra kavmi, O’nun getirdikleri, onların hoşlarına gitmediğinden, O’nu Mekke’den çıkaracaklardır. O Yesrib (Medine)’e hicret edecek ve getirdiği din oradan yayılacaktır. Sakın ondan gafil olma! Ben diyar diyar dolaştım ve Hz. İbrahim’in dinini aradım. Bütün konuştuğum yahudi ve hristiyan âlimleri bana, (senin aradığın daha sonra gelecek) dediler ve hepsi de bana biraz evvel sana anlattığım şeyleri anlattılar ve sözlerinin sonunu da şöyle bağladılar: O, son peygamberdir ve O’ndan sonra da bir daha peygamber gelmeyecektir.’ ”
Âmir b. Rebî’a devam ediyor: “Gün geldi ben de Müslüman oldum. Allah Resulü’ne, Zeyd’in dediklerini bir bir anlattım. Selâmını söyleyince toparlandı ve Zeyd’in selâmını aldı. Ardından da şöyle buyurdu: Ben Zeyd’i Cennet’te eteklerini sürüye sürüye yürürken gördüm.” 20
Varaka b. Nevfel bir hristiyan âlimiydi ve Hz. Hatice’nin de akrabasıydı. Allah Resûlü’ne ilk vahiy gelmeye başladığında, Hatice Validemiz (r.anha) durumun ne olduğunu öğrenmek için ona gelmiş ve Varaka’dan şu cevabı almıştı: “Ya Hatice! O doğru sözlü bir insandır. Gördüğü, nübüvvetin ilk başlangıcında görülmesi gerekenlerdir. O’na gelen Namûs-u Ekber’dir. Hz. Musa’ya ve Hz. İsa (as)’ya da o gelmiştir. Yakın zamanda O, peygamber olacaktır. Eğer o günlere yetişebilirsem, ben de O’na îman eder ve mutlaka müzahir olurum.”21
Abdullah b. Selâm ise bir yahudi âlimiydi. İslâm’a girişini bizzat kendisinden dinleyelim: “Allah Resûlü Medine’ye hicret edince herkes gibi ben de görmeye gittim. Etrafında birçok insan vardı. Ben içeriye girdiğimde mübarek dudaklarından şu sözler dökülüyordu: “Önünüze gelene selâm verin ve yemek yedirin.” O’nun sözlerindeki büyüye ve çehresindeki derinliğe vurulmuştum. Hemen orada şehadet getirip Müslüman oldum. Çünkü O’nda gördüğüm sima ancak bir peygamberde olabilirdi.” 22
Abdullah b. Selâm (ra) mühim bir şahsiyetti. İbn-i Hacer (ra), “İsâbe”de kaydettiğine göre, Hz. Yusuf’un neslinden geliyordu23. İtibarlı bir insandı. O’nun şahitliği bizzat Kur’ân’da tebcîl edilerek ve delil getirme sadedinde anlatılıyordu:
“De ki: Hiç düşündünüz mü; şayet bu, Allah katından ise ve siz de O’nu inkâr etmişseniz, İsrailoğullarından bir şahit de bunun benzerini görüp inandığı halde, siz yine de büyüklük taslamışsanız (haksızlık etmiş olmaz mısınız?) Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez” (Ahkâf, 46/10).
Âyette zikredilen Benî İsrailli şahit, Abdullah b. Selâm’dır. Her ne kadar bazı müfessirler, bu sûrenin Mekkî oluşunu nazara alarak zikredilen şahsın Hz. Musa (as) olacağını söylemişlerse de, bu âyetin Medenî olduğu görüşü daha kuvvetlidir. Yani Ahkâf sûresi Mekkî olmakla beraber sadece bu âyet Medenî’dir. Ve Abdullah b. Selâm’dan bahsetmektedir.
Neden İnanmadılar?
Aslında bütün yahudi ve hristiyanlar, Allah Resûlü’nü bilip tanıyorlardı. Ama kin ve hasetleri inanmalarına mâni oluyordu. Hem bu tanıma, o kadar kesin ve netti ki inanmak için sadece Allah Resûlü’ne bir kere bakmaları yeterliydi. Zira onlar, Allah Resûlü’nü bütün şekil ve şemailiyle tanıyorlardı. Kur’ân-ı Kerîm bu hakikata şöyle işaret etmektedir:
“Kendilerine kitap verdiklerimiz, O’nu öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. (Buna rağmen) onlardan bir grup, bile bile gerçeği gizler.” (Bakara, 2/146). Âyette, bizzat Allah Resûlü’nün ismi zikredilmeyip de “O’nu” denmesi işaret ediyor ki, ehl-i kitap bütünüyle, son gelecek peygamber kastedilerek “O” dendiğinde hep Tevrat ve İncil’de adı geçen Zât’ı anlıyorlardı. O da, hiç şüphesiz ki, Hz. Muhammed Aleyhisselâmdı. Ve O’nu öz evlatlarından daha iyi tanıyorlardı.
Hz. Ömer (ra), Abdullah b. Selâm’a sorar:
-Allah Resûlü’nü öz evladın gibi tanıyor muydun?
Cevap verir:
-Öz evladımdan daha iyi tanıyordum.
Hz. Ömer, ikinci defa “Nasıl?” diye sorunca da şu cevabı verir: “Evladım hakkında şüphe edebilirim. Belki, beni, hanımım kandırmıştır. Fakat Allah Resûlü’nün son peygamber olduğundan zerre kadar şüphem yoktur.” Bu cevap Hz. Ömer’i öyle sevindirir ki, kalkar ve Abdullah b. Selâm’ın başından öper. 24

SEVDALİNKA 05-19-2009 11:09

GREKÇE, PARAKLET KELİMESİNİ DOĞRULAMAKTADIR:
Bazı Müslümanların yapmaya çalıştıkları şey, bu kelimenin (PARAKLETOS) sesli harflerini (a-a-e-o), öbür kelimenin (PERİKLYTOS) e-i-y-o gibi harfleriyle değiştirmektir. Seslilerin kelimeye dahil edilmediği dönemlerde, İbranice ve Arapça gibi dillerde yazarın hangi sesli harfi kullanacağ konusunda birtakım tartışmalı boşluklar vardır. Ama aynı şey Grekçe'de yoktur; çünkü tüm sesli harfler Grekçe metinlerde açıkça yazılır.

GREK EL YAZMALARI "PARAKLETOS" KELİMESİNİ DOĞRULAR:
Eğer bu kelimenin nasıl yazıldığı konusunda herhangi bir kuşku varsa, bunu mevcut el yazmalarından anlamak mümkündür. Bunlar, en eski el yazmaları olan Codex Siniaticus ve Codex Alexandrianus (ki şu anda Londra'da British Müzesindedirler) da dahil olmak üzere her isteyenin araştırmasına açıktırlar. Zaten, Yeni Anlaşma'nın Muhammedin devrinden öncelere giden 70'den fazla Grekçe el yazması vardır ve bunların hiçbirinde de PERİKLYTOS kelimesi kullanılmaz.


ÖYLEYSE MUHAMMET "PARAKLETOS" OLAMAZ:
Bir müslüman için, İncil ve Tevratın dışında Kur'andaki Al A'raf (7:157) suresinde işaret edildiği gibi, Muhammed'in geleceğine ilişkin bir kanıt bulabilmek konunun asıl amacını oluşturmaktadır. Nasıl ki Kur'an için tek otorite Muhammet'se Muhammet için de tek kaynak Kur'andır. Bunun dışında Muhammet için başka kriter yoktur. Bu da dolaylı olarak sürekli öne sürülen ama yapılan araştırmalar sonucu geçerliliği olmayan bir iddiadan öte gitmez. İncil'de Muhammed'e ilişkin olarak İsa tarafından ortaya konulan bir peygamberlik olmadığından; müslümanlar kendi peygamberlerinin güvenilirliğini sağlamak için bir dış kanıt bulma konusunda oldukça büyük sıkıntı çekmektedirler.


ÖYLEYSE PARAKLETOS KİMDİR

Müslümanlar için bir diğer problem de İncil'de adı geçen Yuh 14:16 nolu ayetin sözlerinde yatar. ×öyleki; "Ben de Baba'dan dileyeceğim ve O sonsuza dek sizinle birlikte olsun diye bir başka Yardımcı gönderecek". Pek çok müslüman Kitabı açıp Yuh 16:7 ile birlikte bu ayeti okur ve Kitabı kapatır. Onların kavrayamadıkları husus Kitabın bir bölümünü alıp diğer yerleri görmezlikten gelmeni çok sakıncalı olduğudur. Bir okuyucu gerçekten de samimi bir şekilde ilgileniyorsa kendi amacına uygun olan ayetleri veya tümceleri okumadan önce bölümün tümüne bakmalıdır. Ve bunu yaptığında görecektir ki İsa Mesih, Yuhanna 14:16 ve 16:7 nolu ayetlerde, gelecek Parakletos'un kimliği ve gelişiyle ilgili ayrıntılı bilgiler vermektedir.

Yuhanna 14 ve 16 ncı bölümlere göre İsa gelecek Parakletosun bir insan olamıyacağını söyler, şöyleki:
* Yuh.14:16..."o sonsuza dek sizinle birlikte olacak" (oysa bir insan sonsuza dek yaşamaz).
* Yuh.14:17..."o gerçeğin ruhu olacaktır" (bir insan ruhtan farklıdır).
* Yuh.14:17..."dünya onu ne görür" (oysa insan görülür).
* Yuh.14:17..."ve ne de onu tanır" (oysa insan tanınır).
* Yuh.14:17..."ve o içinizde olacaktır"(bir insan başkasının içinde olamaz).


İsa kendisini işaret ederek Parakletosun özel bir misyonu olduğunu söyler, şöyleki:
* Yuh.14:26..."Babanın benim adımla göndereceği"
* Yuh.14:26..."size söylediğim tüm şeyleri hatırlatacak"
* Yuh.16:08..."o günah karşısında tüm dünyanın suçluluğunu gösterecek"
* Yuh.16:14..."o beni yüceltecek"


İsa Parakletosun bir ruh olduğunu yineler:
* Yuh.14:17..."Gerçeğin Ruhu"
* Yuh.14:26..."Yardımcı (Parakletos) Kutsal Ruh"


YANIT 50 GÜN SONRA GELEN KUTSAL RUHTUR
Metinden de anlaşıldığı kadarıyla hiç bir peygamber veya ruhsal varlık parakletosun yerini tutamaz. Bunları göz önüne alın: "o, sonsuza dek onlarla birlikte olacak, başkaları tarafından ne görülecek ve ne de tanınmayacak ve İsa Mesih'i yüceltirken söylediklerinin tümünü onlara hatırlatacak." İncil'de bu nitelikleri taşıyan bir tek varlık görülmektedir o da İsa'nın gösterdiği ve parakletos olarak betimlediği İncil'in Kutsal Ruh'udur. O, yukarıda söylenen tüm şeyleri yerine getirecektir.

Göğe alınmadan hemen önce İsa, Elçilerin İşleri 1.nci bölümde Kutsal Ruh için (Yuh.14:16 ve 16:7'de vaadettiği) şöyle söylemektedir:

* Elçi.1:1 "Baba'nın vermiş olduğu ve benden duyduğunuz sözün gerçekleşmesini bekleyin"
* Elçi.1:5 "Sizler birkaç güne kadar Kutsal Ruhla vaftiz edileceksiniz"


Görülüyor ki İsa'nın kendisinden bahsettiği "yardımcı" güçle donanarak, O'nun göğe alınışından 10 gün sonra (dirilişin 50.nci günü olduğu için Pentikost günü denilir), ama Muhammedin doğuşundan tam 570 yıl önce gelen Kutsal Ruh'tur.

Kutsal Ruh vaadi
Yuh.16:7 40 GÜN SONRA
İsa'nın göğe alınışı 10 GÜN SONRA
Pentikost Elçi 2:1 570 YIL SONRA
Muhammedin doğuşu


PEKİ SÖYLENENLER İÇİN NE DİYELİM?
Kur'an Sure 7:157 ve 61:6, daha önceden Tevrat ve İncil'de açıklanan bir peygamberden (Muhammet, Ahmet) bahsetmektedir. Öyleyse bu bölümlerin bulunması gerekmektedir. Çünkü, onlar olmadan, ölümlü bir insanın yaptığı tanıklıkla kendisini bir milyarın üstündeki bir müslüman topluluğuna peygamber olarak kabul ettirecek bir başka kanıtı olmayacaktır. Ama, bununla birlikte gelecek bir peygamberden bahseden bu tür bildiriler İncil'in her hangi bir bölümünde yoktur. Oysa, Müslümanlar ise bu ayetlerin (Yuh. 16:7, 14:16) kendi peygamberlerini (Ahmed) işaret ettiğine inanırlar. Acaba öylemi? Pekala! vaadedilen bu "danışman" bir peygamber mi, yoksa özellikle İncil'de vurgulanan Kutsal Ruh mudur? Sizler tüm bu ayetleri okurken buraya kadar anlatılanları da şöyle bir düşünün. Bir sonuca ulaşmanız gerekir. Ve gözlerinizin önündeki kanıtlara dayanarak, İncil'in Yuhanna 14:16 ve 16:7.nci bölümlerinde behsedilen kişinin gerçekten kim olduğuna kendiniz karar verin.

Al A'raf Suresi 7:157
"...yanlarındaki İncil ve Tevrat'ta buldukları, okuyup yazması olmayan peygambere uyanlar..."
Al Saff Suresi 61:6
Meryem oğlu İsa:"Ey İsrailoğulları! doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat'ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı "Ahmed" olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah'ın size gönderdiği bir peygamberim" demişti.
Yusef Ali'nin tercümesinden alındı.

montenegro 05-19-2009 11:10

aynı yazıları kopyalayıp laf kirliliği yapma onlara cevabını verdik yöneticiler silin lütfen şu yazıları

montenegro 05-19-2009 11:11

Şam Yolculuğu ve Rahip Bahîra
Siyer kitabları Allah Resûlü’nün ilk yolculuğunu amcası Ebu Talib’le ve henüz on iki yaşında iken yaptığını naklederler. Bu yolculuk Şam’a yapılmaktadır. Kervan bir yerde konaklar; Allah Resûlü de kervana gözcü olarak bırakılır. Diğerleri istirahata çekilmek üzere bir hana yerleşirler. Bazılarının, yanlışlıkla “Buhayra” dedikleri rahip Bahîra, gelmekte olan bu kervanı seyrederken dikkatini çeken bir hâdise olmuştur. Kervanın üzerinde bir bulut vardır ve bulut, sürekli kervanı takip etmektedir. Kervan durunca durmakta, yürüyünce de harekete geçmektedir. Bunun üzerine Bahîra kervanda bulunan herkesi yemeğe da’vet eder. Daha önceleri kervanlarla hiç ilgilenmeyen Bahîra’nın bu davranışı herkesi şaşırtmıştır. Efendimiz hariç herkes bu da’vete icabet eder. Fakat rahip gelenler içinde aradığını bulamamıştır. Bunun üzerine kervanın başında kimsenin kalıp kalmadığını sorar. Aldığı cevab üzere O’nu da çağırtır. Daha O’nu görür görmez, hükmünü verir. Ve Ebu Talib’e O’nun kim olduğunu sorar. “Oğlum” deyince de, Bahîra buna pek inanmak istemez, zira, onun tesbitlerine göre bu O’dur. O’nun babası, henüz O doğmadan vefat etmiş olmalıdır. Ve, daha sonra Ebu Talib’i bir kenara çekip, bu yolculuktan vazgeçmesini tavsiye eder. Çünkü ona göre yahudiler haset insanlardır. Bu çocuğun simasından O’nun son peygamber olduğunu anlayabilirler ve kendilerinden olmadığı için de O’na bir kötülük düşünebilirler, mülahazasıyla, Ebu Talib’e: “Sen bu yolculuktan vazgeç” der. Ebu Talib denileni yapar.. bir mazeret bulup kervandan ayrılır ve Mekke’ye geri döner.19
Bahîra, hakikatı söylüyordu. Fakat bilemediği bir husus vardı. O Allah (cc)’ın himayesindeydi ve O’nu hayatının sonuna kadar Allah (cc) koruyacaktı ki, “ ” yani “Ey Habîbim! Allah seni (iç ve dış mihrakların şerrinden) koruyup muhafaza edecektir.” (Maide, 5/67) âyeti de bunu ifade etmektedir. Evet, Rabb’i, O’na böyle diyordu.. ve dediğini de yerine getirecekti...



bak oku bu kısmı bu bile sana yeter

montenegro 05-19-2009 11:13

http://www.islamicvoice.com/august.2...ages/yusuf.jpg



















Müslüman olan Papaz`ın itirafları http://www.gencadam.net/images/M_images/printButton.png http://www.gencadam.net/images/M_images/emailButton.png Yazar Yusuf Ziya

Müslüman olan Amerikalı rahip Yusuf Estes anlattığı hidayet hikâyesinde ABD`de özellikle Katolik rahip ve vaizlerin İslâmiyet`e büyük ilgi duyduğunu ve hatta birçok rahibin İslâm üzerine doktora yapmakta olduğunu ifade ediyor.

Estes`e göre önyargısız rahiplerin İslâm hakkında genel kanaati olumlu yönde.

Şok edici bir haber - Meğer Müslümanlar, zaten İncil`e inanıyorlarmış...

O gün, 1991`in baharında, Müslümanların İncil`e inandığını öğrenmiştim. Şok oldum. Bu nasıl olabilirdi? Fakat bununla da kalmıyordu: Onlar İsa`ya da inanıyordu..
Müslümanlara göre de:

*Allah`ın sadık bir elçisi;

* Allah`ın peygamberi;

* Babasız bir şekilde mucizevî olarak doğdu;

* O Mesih`ti;

* O şimdi Allah`la beraber ve çok önemli bir yeri var;

* Kıyamet yaklaştığında geri dönecek ve inananların yanında imansızlara karşı duracak...

Ruhumu İsa`ya adadığım günden sonra, bir Müslümanı Hıristiyan yapmak, benim için olağanüstü bir gelişim olacaktı.

BİR BARDAK ÇAY EŞLİĞİNDE İNANÇ TARTIŞMASI

Adama çay içmeyi sevip sevmediğini sordum, sevdiğini söyledi. Oradan kalkıp, hep beraber, benim favori sohbet konum hakkında konuşmak üzere bir kafeteryaya gittik. Konu tabiî ki inançlardı. Saatlerce sohbet ettiğimiz kafeteryada şunun farkına vardım: Bu adam sessiz, sakin, hoş ve biraz da utangaç bir insandı. Benim söylediğim şeylerin her kelimesini dinledi ve bir kere olsun sözümü kesmeye yeltenmedi bile. Bu adamı sevmiştim ve iyi bir Hıristiyan olma potansiyeli sezmiştim. Ve bu işin olacağına, kesin gözüyle bakmaya başlamıştım. Halbuki, başıma gelecekler hususunda, ufacık bir bilgim dahi yoktu.


MUHAMMED EVİMİZE TAŞINIYOR

Herşeyden evvel, babama, bu adamla iş yapmaya, mutlaka, devam etmesi gerektiğini söyledim. Ve Texas`a yaptıkları iş seyahatlerinde, bu adama bazen eşlik etmek istediğimi de söyledim. Gün be gün, beraber bolca vakit geçirmeye ve bir çok konuda konuşmaya başladık. Sohbet aralarında radyolarda ve seminerlerde verdiğim vaazlardan, konuşmalardan örnekler sunuyordum. Bu zavallı adamı “kurtarmaya” iyice niyetliydim. Allah hakkında konuştuk, hayatın anlamı, yaratılışın gayesi, peygamberler ve görevleri, Allah`ın buyruklarını insanlara nasıl vahyettiği konularından bahsediyorduk. Ayrıca bir çok şahsî deneyimlerimizi ve hatıralarımızı da paylaşıyorduk.

Bir gün, artık arkadaşım olan Muhammed`in, şimdiye kadar kaldığı evden taşınmak zorunda kaldığını ve geçici bir süre için camide ikamet edeceğini duydum. Babama gittim ve Muhammed`i şehirdeki büyük evimizde ağırlamak istediğimi söyledim. Ne de olsa güvenilir bir insandı ve gönül rahatlığı ile evimizde onu misafir edebilirdik. Israrlarımız netice verdi ve Muhammed evimize taşındı.

VAAZLARA DEVAM

Tabiî ki, ben hâlâ Texas civarındaki kiliseleri ve oradaki pederleri ziyarete zaman buluyordum. Bunlar Texas`ın Oklahoma bölgesinde ve Mexico bölgesinde yaşıyordu. Bunlardan biri, arabadan daha büyük olan bir haçı, tıpkı İsa`nın çarmıha gerilmeye götürülürken yaptığı gibi, omuzunun üstüne almış ve cadde ve sokaklarda bu şekilde dolaşıyordu. Bunu yapmayı seviyordu, zira yoldan geçen arabalar duruyor ve bu adama ne yaptığını soruyordu. O da onlara Hıristiyanlık ile ilgili nasihatler veriyor, vaaz ediyordu.

PEDERİN KALP KRİZİ

Bir gün, haçı omuzunda taşıyan peder arkadaşım kalp krizi geçirdi. Yakınlardaki bir hastaneye sevkedildi. Sık sık kendisini hastanede ziyaret ediyordum. Çoğu zaman bu ziyaretlere Muhammed`i de götürüyordum. Orada peder arkadaşımla birlikte, inancımız hakkında güzel bilgiler paylaşmayı umuyordum. Peder arkadaşım bu ziyaretlerden pek haz almıyordu. Anlaşılan, İslâm hakkında şeyler duymak hoşuna gitmemişti. Bir gün, yine böyle bir ziyaret esnasında, peder ile aynı odayı paylaşan bir hasta tekerlekli sandalye üzerinde odaya girdi. Yanına gittim ve adını sordum. Adam adının önemli olmadığını ve kendisinin Jüpiter gezegeninden geldiğini söyleyiverdi. Bir an, “kardiyoloji servisinde miyim, yoksa ruhsal hastalıklar servisinde miyim” diye içimden geçirdim.

TEKERLEKLİ SANDALYEDEKİ ADAM

Bu adamın kimsesiz bir depresif olduğunu ve birilerine ihtiyaç duyduğunu hissettim. Bunun üzerine ona Allah`tan bahsetmeye başladım. Eski Ahitten pasajlar okudum. Ona Nuh`un hikâyesini anlattım. İnsanlarını ve şehrini bir gemi üzerinde terk etmek zorunda kalışını ve sonra tufanın gelip heryeri yerle bir edişini anlattım. Daha sonra Ninova`ya dönüşünü hatırlattım. Anlatmak istediğim, problemlerimizden kaçamayacağımız ve onlarla yüzleşeceğimizdi.

KATOLİK RAHİP

Bu hikâyeyi anlattıktan sonra, adam bana baktı ve özür diledi. Kaba davranışından dolayı üzgün olduğunu, ancak son günlerde çok büyük sorunlar yaşadığını söyledi. Daha sonra ise, bana itiraflarda bulunmak istediğini söyledi. Ben de ona, “Ben Katolik bir rahip değilim. Benimle günah çıkartamazsın” dedim. Bunun farkında olduğunu söyledi ve şu cevabı verdi: “Aslında ben bir Katolik rahibim.”

Şok olmuştum. Ben, bir papaza, Hıristiyanlığı anlatmaya çalışıyormuşum meğer. Dünyada neler oluyor böyle.

LATİN AMERİKA`DAKİ RAHİP

Rahip, bana, hikâyesini anlatmaya başladı. 12 yıldan fazla kilise için Orta Amerika, Mexico ve New York`ta misyonerlik yaptığını anlattı. Hastahaneden çıktıktan sonra kalacak yeri olmadığını, kimsesi olmadığını söyledi. Bunun üzerine babama büyük evimizde Muhammed ile birlikte bir misafire daha yerimiz olup olmadığını sordum. Babam kabul etti. Rahip de razı oldu. Ve evimize taşındı.

RAHİPLER İSLÂMI ÖĞRENMELİ Mİ? EVET!

Evimize doğru giderken, rahip ile İslâm hakkında yanlış bildiğimiz şeyleri paylaştım. Benim için sürpriz oldu, ama rahip de bunları bildiğini söyledi. Ve bu konuda daha çok şeyler söyledi. Rahip, bana, Katolik papazların, İslâm üzerine eğitim aldıklarını ve bazılarının bu hususta doktora bile yaptıklarını söyleyince, adeta şok geçirdim. Bu beni oldukça aydınlattı, fakat sürprizler daha bitmemişti.


İNCİL`İN FARKLI VERSİYONLARI

Rahip evimize taşındıktan sonra, her akşam yemeğinin ardından dinler hakkında sohbetler etmeye başladık. Birgün babam, İncil`in Kral James versiyonunu getirmişti, ben ise revize edilmiş standart İncil versiyonunu getirmiştim, eşimde ise, daha farklı bir İncil versiyonu vardı (Sanırım Jimmy Swaggart`ın “Modern insana iyi haber”i gibi birşeydi).

Rahipte ise, tabiî ki İncil`in Katolik versiyonu vardı. Bizler hangi İncil`in doğru olduğu konusunda, Muhammed`i Hıristiyan yapmak için uğraştığımızdan daha fazla vakit kaybediyorduk.

KUR`ÂN`IN SADECE BİR VERSİYONU VAR VE HÂLÂ AYNEN DURUYOR

Tartışmamız sırasında, bizi dinleyen Muhammed`e dönüp, 1400 yıl içinde Kur`ân`ın kaç versiyonunun ortaya çıktığını sordum. O bana dünyada sadece bir adet Kur`ân olduğunu söyledi. Bunun asla değiştirilmediğini ve asla değiştirilemeyeceğini de ekledi. Bununla birlikte, Muhammed sayesinde, Kur`ân`ın farklı ırklardan yüzbinlerce insan tarafından, aynı şekilde ezberlendiğini de öğrendim.

Asırlar boyunca Kur`ân milyonlarca insan tarafından ezberlenmiş, nüshadan nüshaya, âyet âyet, sûre sûre geçirilmiş, eksiksiz ve hatasız bir şekilde günümüze aktarılmış. Bugün 9 milyonun üzerinde insan, Kur`ân`ın her âyetini, kelimesi kelimesine ezberlemiş durumdaymış.

BU NASIL OLABİLİR?

Bu, bana imkânsız gibi geldi. Her şey bir yana, İncil`in orijinal dili günümüzde kullanılmayan ölü bir dil ve orijinal İncil nüshaları da asırlar içinde kaybolmuştu. Öyleyse, bir kutsal kitabı, asırlar boyu, âyet âyet aynen muhafaza etmek, nasıl bu kadar kolay olabilmişti.


Kaynak : http://www.islamicvoice.com/august.2003/journey.htm



montenegro 05-19-2009 11:17

Yüzlerce Cevşen dağıttım



Vatikan Büyükelçiliği İstanbul Temsilcisi George Marovitch, gazetemizin Cevşen kampanyasını değerlendirdi. Sözlerine “Siz gazete olarak büyük bir hizmet ediyorsunuz. İnsanların kalplerini aydınlatıyorsunuz” diyerek başlayan Marovitch “Cevşen kampanyası çok hayırlı bir iş. Okuyuculara takdim edilecek olan bu kitap, manevî bir hazinedir. Ben de bu manevî hazineyi, eski İstanbul Müftüsü Selahaddin Kaya Bey vasıtasıyla keşfettim” dedi.

Kendisinin de bir kampanya başlattığını ifade ederek “Çevremdeki Müslüman ve Hıristiyan herkese yüzlerce Cevşen dağıttım” diyen Marovitch, Kur’ân’daki “Allah’ı çokça zikredin ki kurtuluşa eresiniz” âyetine dikkat çekerek “İşte Cevşen, bu zikirlerden biridir” dedi. “Hazineler çalınmak istenir bazen. Ama bu manevî hazineyi kimse çalamaz. Cevşen, çalınmaz büyük bir hazinedir” diyen Marovitch “Duâ bizi Allah’a yaklaştırıyor. Hayvandan farkımızı da ortaya koyuyor” dedi. Sabah, öğle ve akşam olmak üzere günde üç vakit Cevşen’den bir bölüm okuduğunu ifade eden Marovitch “Böylece milyonlarca Müslüman kardeşimle birlikte bu duâyı okumuş oluyorum. Bu duâ bizi birbirimize kenetliyor. Cevşen Allah’a yakınlaşmak için en büyük duâdır” dedi.


İsmail Tezer / İSTANBUL
27.01.2006
27 Ocak 2006
Yeni Asya Gazetesi

montenegro 05-19-2009 11:20

Vatikan Büyükelçiliği İstanbul Temsilcisi:"Allah Birdir, Hz.Muhammed(SAV) Allah'ın Son Peygamberi" http://www.gencadam.net/images/M_images/printButton.png http://www.gencadam.net/images/M_images/emailButton.png Yazar M. İsmail TEZER http://www.yeniasya.com.tr/2005/03/30/resim/13a.jpgDinlerarası diyalogda Bediüzzaman’ın öncü ve örnek bir zat olduğunu söyleyen Vatikan Büyükelçiliği İstanbul Temsilcisi George Marovitch “Bediüzzaman’ı hergün duâlarımda anıyorum. Onun gibilere evliya diyorum. Hakikaten bizlere çok güzel örnek oldular. O, diyalogda öncü olmuştur. Ondan sonra çok diyalog hareketleri ve girişimleri yaşadık” diyor.
Gözlerimiz İslâma kapalı kalmış


Müslüman-Hıristiyan diyaloğuna nasıl bakıyorsunuz?


Bu tabiî dünya barışı ve yarınlar için çok önemlidir. Çünkü şimdi dünyada çok Müslüman var. Eskiden savaş vardı. İnancımızı kötü yaşadığımız için senelerce savaştık. Şimdi birbirimizle görüşüyoruz. Hepimizi Allah’ın yarattığını biliyoruz çünkü. Kur’ân-ı Kerim diyor ki: “Allah isteseydi, hepinizi bir ümmet yaratırdı. Fakat O ayrı ayrı yarattı, birbirinizle güzellikte yarışasınız diye.” Nasıl ki bir bahçede güller ve zambaklar, renk ve kokuları ayrı ayrı çiçekler vardır. Allah bizi yarattı, tâ ki en güzelini vermek için. Güzelliklerde yarışmak için birbirimizi tanımalıyız. Birbirimizi keşfetmeliyiz. Diyalog bunu sağlıyor. Meselâ İslamda olan güzellikleri görmeyebiliyoruz bazan. Eskiden gözlerimiz kapalıydı. Şimdi bakıyoruz, İslâm’da da güzel, manevî zenginlikler var. Papa Roncalli kendi zamanında bunu görmüştü. Müslümanlar da Hıristiyanları daha iyi tanırlarsa aynı güzellikleri paylaştığımızı görürler. Bir konuşmada dinliyordum, biri dedi ki: “Bizler tek kanatlı bir meleğiz. Birbirimize sarılırsak o zaman uçabiliriz. Yoksa tek kanatlı kalırsak uçamayız.” İşte diyalog bunu sağlıyor.


Hiçbir şey baskıyla olmaz


Gerek Türkiye’de, gerekse bazı Avrupa ülkelerinde anti-demokratik uygulamalara şahit oluyoruz. Başörtüsü ve haç gibi dinî inancı simgeleyen ritüellerin yasaklanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?


Bu mevzu epey tartışılıyor tabiî. Müslümanlar bile kendi aralarında tartışıyor. Aslında bu meseleler bir zamanların ihtiyacı gibidir. Meselâ bizim zamanımızda bütün kadınlarımız kiliseye başörtülü geliyorlardı. Birisi başörtüsüz gelseydi onu almıyorlardı, çıkarıyorlardı. Ama şimdi yavaş yavaş kadınlar başörtüsüz de geliyor. O zamanda cemiyetin buna ihtiyacı vardı.

Eskiden Anadolu’daki Hıristiyanlar da kiliselerine ayakkabılarını çıkararak giriyorlardı. Çünkü çok çamur vardı. Ama bizim Avrupa’daki kiliselere ayakkabıyla giriyorlar. Bu zamanda bu olabilir, yollar ter temizdir. Ama çamurlu yerden geldiğinde içeriyi kirletirsin. Ondan sonra başını koyuyorsun, olmaz tabiî. O halde ayakkabıyı çıkaracaksın. İşte ben, bunlar zamanın gereği olan şeylerdir diyorum.

Ama bazıları inançları için yapıyor tabiî. Bizde meselâ rahibeler örtünüyorlar. “Biz kendimizi Allah’a vakfettik. Bunu, birisine kendimizi beğendirmek için yapmıyoruz” diyorlar. O yüzden örtünüyorlar, ama istemeyenler de örtünmüyor.

Şuna da çok dikkat etmek lâzım. Bazı yerlerde kuvvetler vardır, baskı yapıyorlar, “Bu olmasın” diyorlar. “İlle sen örtüneceksin” diyorlar. Bu olmaz tabiî. Meselâ, bazılarına zorla oruç tutturuluyor, bunun kıymeti olmaz. İsteyerek olması lâzım. Ben değil, Allah sana mükâfatını verecektir, en son yargıç O olacaktır. Fakat o kişileri teşvik etmeli. Hiç bir şey baskıyla olmaz.


Bediüzzaman’ı duâlarımda anıyorum


Bu konuda Bediüzzaman Hazretlerinin de fikirleri var? Bunlar hakkında ne düşünüyorsunuz?


Ben Bediüzzaman’ı hergün duâlarımda anıyorum... Onun gibilere evliya diyorum. Hakikaten bizlere çok güzel örnek oldular. O, diyalogda öncü olmuştur. Ondan sonra çok diyalog hareketleri, girişimleri yaşadık. Yeni Asya, Zaman gazetesi ve başkaları da hep Bediüzzaman’dan ilham almıştır. Ondan önce de yine Mevlânâ vardır bu konuda. Bütün dünyayı kucaklamıştır. “Kim olursan ol, gel” diyor. Çünkü Allah’ın sevgisi o kadar engin ve zengindir ki, herkesi kucaklıyor. İnsan günah işledi mi pişman olunca yine onu affediyor. Bütün dinlerde bu vardır. İşte Mevlânâ’nın sözü de budur: Her kim olursan ol, gel. Allah daima seni kucaklıyor.



Hz. İsa’nın yeryüzüne inmesi konusuyla ilgili düşünceleriniz nelerdir?


Bu İncil’de de vardır. Fakat günü ve saati bildirilmiyor. Her zaman hazır olmak lâzım. Peki insan nasıl hazır olacak? Günahtan uzak kalarak, Allah’ın bize verdiği emirleri yerine getirerek... Çünkü bizim için dünyanın sonu öleceğimiz zamandır. Büyük kıyameti bilemeyiz, ama bizi ilgilendiren bizim kendi kıyametimizdir. Bizim yapacağımız şey; Allah’ı sevmek, Allah’a duâ etmek ve buna göre gitmek. Yani Hz. İsa’yı hergün bekliyoruz. Ama önemli olan ona hazır olmak.


Peki Hz. İsa gelince sizce onun misyonu ne olacaktır?


O geleceği zaman dünyada bir değişiklik olacaktır. Hak etmiş olanlar ve onu sevmiş olanlar mükâfatlarını alacaktır tabiî. Onu sevmeyenler ise ben inanıyorum ki çok az kişi olacaktır. Fakat Cennette de dereceler vardır. Meselâ su dolu bir bardak düşünelim. Bardak ne kadar büyük olursa daha çok dolacaktır. Yani kim bardağını büyütürse, o daha çok Cennetten istifade edecek. Bunu anlatmak zordur tabiî. Cennette birbirimizi kıskanmayacağız. Dünyada hakettiğimiz mutluluğa varacağız. Ama evliyalar vardır ki daha fazla iyilik yapmıştır. Dolayısıyla onlar Allah’ın verdiği mutluluktan daha fazla istifade edecekler.


Allah üç değil, tektir


Hz. İsa’yı nasıl görüyorsunuz?


Üç Allah olduğunu hâşâ söyleyemeyiz. Allah doğmayan, yaratılmamış ve ezelden beri var olan sonsuzdur. Aynı zamanda o bir akıldır. Akıl ne yapıyor peki? Düşünüyor. Ebediyen düşünüyor. O halde Onun düşüncesi Onun meyvesi olur. Nasıl ki düşündüğün zaman bir eser ortaya çıkarıyorsun, yazı yazıyorsun, senden doğuyor bu. O zaman Allah ebediyen düşündüğünde ve Onun bütün düşüncesi mükemmel olduğunda, o zaman işte biz Ona bir isim veriyoruz. Yani Onun düşüncesinin meyvesine isim veriyoruz. Buna Onun kelâmı, kelimesi diyoruz ki o da Hz. İsa’dır.

Biz inanıyoruz ki Allah ebediyen vardır. İlk insanları mükemmel olarak yaratmıştı. Onları Cennet’te yaratmıştı. Fakat sonra onlar Cenneti ebedî kazanmak için bir imtihandan geçirildiler. İyilik ve kötülük ağacından yemeyeceksin diye... Tabiî şeytana uyularak bir günah işlendi. O zaman o günahla Allah’ın huzurunda ebedî yaşama hakkını kaybettiler ve Cennetten çıkarıldılar. Biz inanıyoruz ki Allah insanları o zaman da seviyordu ve vaad etti ki bir kurtarıcı gönderecek. O zaman Allah’ın ebedî düşüncesi bir insan vücuduna gelmiştir. İsa da Allah’ın o ebedî düşüncesidir. Müslümanlar da Allah’ın kelâmı, kelimesi diyorlar ona.

Allah’ın kelâmı o insanda yaşadı, örnek oldu. Ve tabiî o, İncil yazın demedi. Kendi hayatında vardır ve bizim İncilimiz İsa’dır ve ondan dolayıdır ki İncil’i sokaklarda dağıtmaya karşıyız. Çünkü İncil bizim hayatımıza örnek olmalıdır. Biz birbirimizi seveceğiz, saygı göstereceğiz. Fakirleri, açları doyuracağız. Hz. İsa gibi yaşayacağız. Budur İncil, bizim hayatımız olacaktır. Ama sonradan zaman geçince şahitleri onu yazılı olarak yapmışlardır. Bundan dolayı meselâ diyoruz Luka’ya göre, Yuhanna’ya, Matta’ya, Markos’a göre... Nasıl ki bir maçı her yazar farklı yorumluyor. Fakat sonuç 3-0 ise 5-0 diyemez. Artık herbiri kendine göre İsa’nın hayatını anlatıyor. Ama İncil birdir, İsa’nın hayatının kendisidir.

Yani Allah’ın tek olduğunu, üç Allah’a inanmadığımızı ifade etmek istiyorum. Tek Allah inancına sahibiz, ama tabiî Allah’ın içinde hayat vardır ve o düşünüyor ve o düşüncesi daima bir meyve veriyor, o düşünce dünyada bir vücut almıştır. Bizim gibi insan olmuştur. Yani Allah bizim hayatımızı paylaşmıştır. Bu sevginin en büyüğüdür. İnsan birini sevdiği zaman onunla bir olmak istiyor.


Hz. Muhammed de Allah’ın peygamberi


Hz. Muhammed’e nasıl bakıyorsunuz?


Siz de biliyorsunuz ki İnciller Hz. Muhammed’in doğumundan önce yazılmıştır. Tabiî o, 6. asırda gelmiştir. İnciller ondan bahsedemezdi. Bundan dolayıdır ki, Hıristiyanlar için İslâm bir “acaba”dır. Fakat insan bir ağacı meyvelerinden tanıyor. Bakıyoruz ki, Hz. Muhammed gelmiş, oradaki putperestleri Allah’ın yoluna ve sevgisine getirmiş. Kaç kişi onun vesilesiyle kötü yoldan ayrılmıştır. Beş vakit namazı ve iyilikleri getirmiştir. O zaman ben diyorum ki, bu da oradaki insanlar için Allah’ın peygamberi olmuştur. Tek Allah inancını getirmiştir. Ama İncil bunu bahsedemez, çünkü daha önce yazıldı.

Yavaş yavaş diyalogla birbirimizi tanıyor, hürmet etmeye bakıyoruz. Eskiden bazı kitaplarda vardı ki; Hz. Muhammed’i kötü bir adam ve savaşçı olarak görüyorlardı. Halbuki şimdi birbirimizi tanıdığımız için bunlar değişiyor. Kötü bir ağaç iyi bir meyve veremez. Öyle de hakikî İslâm o değildir. Şimdi bazıları deli gibi insan öldürüyorlar. Bunu değil İslâm kimse tasvib etmez. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de de var: “Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir.” (Maide Sûresi: 32) Dünya üzerinde görüyoruz ki birçok haksızlıklar var. Çünkü insanlar yolunu şaşırmış. Öyleyse el ele verip dünya üzerindeki haksızlıkları kaldırmalıyız.

Yani Hz. Muhammed’i Allah’ın peygamberi olarak görüyoruz, ama kilise olarak bunu resmen neşredemiyoruz. Ama biz yaşantımızda bunu görüyoruz. Madem ki bu kadar milyarlarca insanı Allah’ın sevgisine getirdi, o halde o şimdi Cennette değilse kim olacaktır? Demek ki diyorum o kadar iyilik neticesi şimdi Meryem Ana, Hz. İsa, bütün evliyalarla sen de Allah’ı görüyorsun, o halde burada el ele verip Müslümanlar-Hıristiyanlar beraberce sana doğru yürüyelim. Bu yavaş yavaş olacak. Ve şimdi ben bir kere daha söylemiştim: Noel zamanı Hz. İsa’nın doğumu kutlanır, neden Hz. Muhammed’in de doğumu kutlanmasın. O kadar insanı böyle güzel bir yola getirmiştir.


Yani Hz. Muhammed’i son peygamber olarak görüyor musunuz?


Tarihî bakımdan sondur. Fakat Allah’tan insanlara revelasyon verilmiştir. Yani Hıristiyanlara inanacakları şey verilmiştir. Ama Allah bazılarına belki bir İslâm olarak göstermiştir. Yani bu yerinde vardır, ama, Allah ışığı oraya getiriyor. Allah yeni bir şey getirmiyor. O peygamber üzerine de ışığını getiriyor. Hz. Muhammed insanlara bu ışığı getirmiştir. Şimdi beraberce çalışıldığı zaman bu tam olarak ortaya çıkarılacaktır.


Demek ki şimdi biz elimizden geleni yapacağız. En önemlisi Allah’ı sevmek ve başkalarını da kendimiz gibi sevmek. Kendi için istediğini kardeşleri için de istemek. Bu temeldir. Her dinde bu vardır. Birbirimizi sevmeye çalışacağız. Sevginin kaynağı Allah’tır. Demek ki işte bu sevgide yürürsek, Hıristiyan olalım, Müslüman olalım, Yahudi olalım doğru yoldayız. İslam ne demek? Allah’a teslim olmuş, kendini bırakmış, itaat etmiş. Kim Allah’a teslim olmuşsa İslâmdır, Müslümandır. Yani kendini Allah’a teslim etmiştir. Biz de başka türlü seviyoruz. Kurtulmak için vaftiz olmak lâzımdır diyorlar. Peki vaftiz nedir? Yine Allah’a kendini vermektir, yeniden doğmaktır. Demek ki birisi Allah’ı çok seviyorsa ve diyorsa “Allah’ım ben Senin dediğini yapmak istiyorum”, işte manen vaftiz olmuştur bize göre. Onun için birbirimizi buluyoruz buralarda. Müslüman olsun, Hıristiyan olsun, Yahudi olsun geliyoruz, Allah’ın sevgisinde buluşuyoruz. İnsanı, Allah’ın yarattığını, yani birbirimizi seveceğiz ki Allah’ı da sevmiş olalım.


Vermek istediğiniz son bir mesaj var mı?


Hepimizin hedefi birdir: Allah’ı sevmek, Ona ibadet etmek, Onun yoluna gitmek ve bir gün ebedî hayatta Ona kavuşmak. Bu dünyada el ele verip, birbirimizi tamamlayarak—çünkü benim yapabildiğimi siz yapamayabilirsiniz, sizin yapabildiğinizi ben yapamayabilirim, Allah hepimize ayrı kabiliyetler vermiştir—Allah’ın istediği yolda ve Onun yardımıyla beraberce yürüyelim.
(Kaynak : Yeni Asya Gazetesi , 31.03.2005 - M.Ali Tezer röportaj)

montenegro 05-19-2009 11:23

kardeşim ben bir müslüman olarak zaten hz.isaya inanıyorum ,incilin Allahtan gelen bir kitap olduğuna inanıyorum benim hristiyan olmam bana bir şey katmaz benim hristiyan olmama gerek yok zaten ben senin itikatındaki çoğu şeylere inanıyorum benim kitabım ve peygamberim bana daha fazlasını veriyor

o halde git hadi yoluna güle güle

montenegro 05-19-2009 11:26

Biz, misyonerin bilgili Müslüman’ı etkileyerek Hıristiyanlaştırabileceğine inanmamaktayız. Bize öyle geliyor ki bakkaldan aldığı ekmeği yolunu şaşırmadan evine götürebilecek kadar aklı, mantığı, ilmi olan bir Müslüman, misyoner karşısında önce şu net soruları sormaktan kendini alamaz ve der ki:
- Müslüman, Hıristiyan olunca neyi kazanacak? Hangi eksiğini tamamlayacak? Hangi gerçek, Müslümanlıkta yok da Hıristiyanlıkta var ki Müslüman, Hıristiyan olsun da o gerçeği orada bulsun? Yok böyle bir eksiği Müslüman’ın. Öyle ise ne için Hıristiyan olacak Müslüman? Sebep ne? Misyonerlerin Müslüman’a teklifleri inanç yönünde olacak da diyeceklerse ki:
- Din demek peygamber ve kitap demektir. Hazreti İsa Allah’ın peygamberi, İncil de Allah’ın gönderdiği kitabıdır! Bunu böyle bilin!

Zaten Müslüman da bunu böyle bilmekte, böyle inanmaktadır. Bunun için Hıristiyan olmasına gerek yok ki? Müslüman’ken de böyle kabul ediyor, böyle inanıyor. Hatta Müslüman sadece Hazreti İsa ve İncil’in aslını tasdik etmekle kalmıyor, daha ilerisine gidiyor. İşte Bakara Sûresi 285′te, “Biz, peygamberler arasında ayrım dahi yapmayız! Hepsine de inanırız.”
Öyle ise misyonerler Müslüman’a neyi benimsetip, kimi kabul ettirecek? Müslüman’ın inkâr ettiği bir ilahi kitap ve peygamber mi var ki, onu anlatıp kabul ettirmek için Hıristiyanlığa çağırsınlar Müslüman gençleri?
- Müslüman, Hazreti Âdem’den başlayarak, geçmiş bütün ilahi kitapları ve peygamberleri hürmetle kabul edip sevgiyle kucaklıyor. İnkâr ettiği bir kutsal yoktur ki, misyonerler onu kabul ettirmek için Müslüman çocuklarını Hıristiyanlığa davet etsinler.
Demek ki, bütün ilahi dinleri kucaklayan İslam’ın içinde Kur’an’ın anlattığı manada gerçek Hıristiyanlık da vardır. Ama Hıristiyanlığın içinde İslam yoktur. Durum böyle olunca, biz misyonerleri İslam’a çağırsak yanlış olmaz. Çünkü içinde gerçek manada Hıristiyanlığın da bulunduğu tam bir dine çağırmış oluruz. Ama misyonerler Müslüman’ı Hıristiyanlığa çağırsalar yanlış olur. Çünkü içinde İslam’ın bulunmadığı eksik bir dine çağırmış olurlar. Yani tam olandan eksik olana davet olur bu. İlim de, mantık da, akıl da kabul etmez tam olanı bırakıp da eksik olana yönelmeyi.
Eğer misyonerler, “İsa, Allah’ın sadece peygamberi değil aynı zamanda da oğludur!” diyorlar da bunu kabul ettirmek için davet ediyorlarsa; bu iddiayı artık kendi aydın Hıristiyanları da kabul etmiyor, nerede kaldı bir Müslüman’a kabul ettirsinler de, haşa, “Allah baba, İsa da O’nun oğludur.” dedirtsinler.
Önyargısız düşünüldüğünde görülüyor ki, Müslüman’ın Hıristiyan olması, akılla, mantıkla, ilimle mümkün değil! Ama Hıristiyan’ın Müslüman olması hem aklın hem mantığın hem de ilmin gereğidir.
Çünkü kendi peygamberini ve kitabını inkâr etmeye mecbur olmuyor İslam’a girmekle. Yine Hazreti İsa Allah’ın yüce peygamberi, İncil’in aslı da yine Allah’ın gönderdiği kutsal kitabıdır. Öyle ise Hıristiyan neden çekinsin İslam’ı incelemekten. Kaybı yok, kazancı ise çoktur. Eksiğini tamamlamaktadır İslam’a girmekle. Anlaşılan odur ki, önyargıdan kurtularak düşünen Hıristiyanlar bir gün İslam’ın bu özelliğinin farkına varacak, kendi kutsalına layık olduğu yüce makamı veren İslam’ı inceleyerek:
- ‘Ben burada kendi kitabımı ve peygamberimi buluyorum, benim yerim burası olabilir’ diyebileceklerdir. Nitekim yer yer diyorlar da.
Ama Müslüman, Hıristiyanlık için bunu diyemeyecektir. Çünkü orada Müslüman’ın kitabı ve peygamberi yoktur. Bir kazancı da mevcut değildir. Kaybı ise pek çoktur. İslam’la kabul ettiği bütün ilahi dinleri ve peygamberi inkâr etmesi söz konusu olacaktır. Bu ise göze alınabilecek bir kayıp değildir. Hıristiyan bile olamaz bu kimse artık, ehl-i kitaptan da sayılamaz.
Bu sarsılmaz gerçeklerden dolayı diyoruz ki: Böylesine kesin bilgi ve sağlam inanca sahip olan Müslüman’ın misyonere karşı bilgiyi bırakıp da kaba kuvvetle mukabele etmesini hem İslam onaylamaz hem de Müslüman buna ihtiyaç duymaz. Çünkü İslam, ilmin gereği olan açık ve net bilgilerle anlatılır, cehaletin eseri olan kaba kuvvetle değil.

montenegro 05-19-2009 11:28

http://www.aleminsultani.com/efendimizin-hosgorusu.html


http://www.aleminsultani.com/islam-h...statuleri.html


All times are GMT +3. The time now is 02:12.

Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025