Siyaset Forum

Siyaset Forum (https://www.siyasetforum.com.tr/index.php)
-   Osmanlı Tarihi (https://www.siyasetforum.com.tr/forumdisplay.php?f=137)
-   -   SULTAN II. Abdülhamid'in Bir Günü... (https://www.siyasetforum.com.tr/showthread.php?t=15282)

aksavaşçı 12-27-2007 18:25

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Güç
Sultan Abdülhamid Han, M. De Grece'e; "Çalışma odama, Müslüman ülkelerin iyice belirli bir şekilde yeşil renkle işaretlenmiş olduğu bir haritayı asmıştım. Elçiler, özellikle de İngiliz'i her kabul edişimde parmağımı haritaya doğru götürüyordum.Bu da onları endişelendirmeye yetiyordu." (144)

İngilizler de boş durmuyor, çok yaygın ajan ağı ve zengin bütçesiyle, kadın ve para ile cahilleri aldatarak sahte şeyh, derviş ve alimleri beslemek suretiyle muhalefeti körüklüyordu. Bunlar vasıta- sıyla yeni eserler yazılıyor, Kadirilik, Ahmedilik gibi sapık tarikat- lar kuruluyor, Türkler'den halife olunmayacağı propangandası ve halifeliğin ancak Araplar'dan olacağından yola çıkarak "Arap milliyetçiliği" tezi savunuluyordu.

Bilhassa Afganlı bir gazeteci olan Cemaleddin-i Afgani'nin 19. Yüzyılın sonlarında İngilizler'in propagandası etkisinde kalarak "Peygamberliğin sanatlardan bir sanat ve İslamiyetin ilmi ilerlemeyi engellediği" beyanı ve Mısır başta olmak üzere İslam ülkelerindeki hilafete karşı propagandası, Mısır'da kurduğu mason locasına Muhammed Abdun'u da yanına alarak takip ettiği politika Müslümanlar arasında ayrılığa sebep olmuştur. (145) Abdülhamid Han bunu getirterek İstanbul'u terketmesi yasaklandı. Bunun gibi Emperyalist ülkelerin kullanabilecekleri önemli şahsiyetleri Sultan Abdülhamid İstanbul'da tutarak zararları te'sirsiz ya da en aza indirilmeye çalışıldı.

İngilizler'in Arap vilayetlerinden biri olan Suriye'de misyonerlik ve masonluk faaliyetlerini artırarak Arap milliyetçiliğini körüklemeleri ve "Türk zulmüne" karşı ayaklanma çağrılarına karşı
Abdülhamid Han, bu vilayetin tanınmış ve söz sahibi kişileri Saray'a alarak onlardan faydalandı. Suriyeli Müslümanlar da sonuna-kadar Sultan'a sadık kaldılar. Araplar'a sempati ve onları kendisine bağlamak için de Saray'ın muhafız birliği içine bir de "Arap Alayı" dahil etti. İngiliz ajanlarına karşı Hafiye (istihbarat) teşkilatını devreye sokarak yapılan propaganda ve faaliyetlerden haberdar edilerek karşı harekete geçildi. (146)

Nihayetinde İngilizler Sultan'in tahttan indirilmesi sonrasında devletin sürüklendirildiği l. Dünya harbinde emellerine ulaşacaklar ve ittihat ve Teraki liderlerinin ihanet derecesine varan hareketleri ile Ortadoğu yavaş yavaş elimizden kayıp gidecektir.

Milleti birbirine kenetleyen en büyük amil iman birliğidir.

Osmanlı Devletinden ayrılan gayrimüslimlerin milli ve manevi değerlerine sarılarak dindaşları ile hareket ettiklerine gören Abdülhamid Han, Müslümanların da toprak olarak da olmasa dahi gö-96 nül bağı, yardımlaşma ve tek bir İslam halifesinin kontrolünde ha-• reket eden bir İslam dünyasını istiyordu. Ancak bu şekilde Batılı devletlerin oyununu bozabilirdi. Abdülhamid Han'ın takip ettiği bu siyasetle Müslümanların ortak değerlerini işleyerek Müslümanların birliğini temine çalışmış, böylece revaçta olan ve dünyanın başına bella olan milliyetçilik akımından devleti kurtarmaya çalışmıştır. (147)

II.Abdülhamid Han, Batılı devletlere karşı iman birliğinin önemli bir güç olduğunu ve bu gücün de korunması gerektiğini belirterek şunları söylemiştir: "İman birliği bizi büyük bir ailenin fertleri gibi birbirimize yaklaştırır. Bu sebeple hiçbir zaman Osmanlı devleti üzerinde fazla durmamak, buna mukabil, hepimizin Müslüman olduğunu bilhassa belirtmekte fayda vardır. Her zaman heryer-de Emir-ü'1-Mü'minin başta gelmeli, osmanlı İmparatorluğu unvanı ise ikinci sırıda belirtilmelidir. Çünkü devletin sosyal bünyesi ve politikasının esası da din üzerine kurulmuştur. Maalesef İngilizler zararlı politikalarıyla İmparatorluğumuzun bir çok yerinde ırkçılık fikirlerinin tohumunu ekmeye muvaffak olmuşlardır. Araplar ile Arnavutlar başkaldırmalardır. Suriye'de de bu hususta hazırlıklar vardır." (148)

"Müslüman milletlerle irtibatımız sıklaştırılmalıdır."

Sultan anlatmaya devam ediyor:

"Dindaşlarımın yaşadığı memleketlerin Büyük Devletler'in elinde olması çok acıdır. Osmanlı Devletine 20 milyon Müslüman katılmıştır. Buna rağmen Müslümanlar'ın gözü İstanbul'dadır. Düşmanlarımız maddi kuvvetimizi yıkmaya muvaffak olsalar dahi, manevi kudretimiz baki kalacaktır. Müslümanlar'ın bulunduğu yerlerle irtibatımız daha sıklaşmalı, birbirimize daha fazla yaklaşmalıyız.İstanbul için yalnız bu birlikte ümit vardır. İslamiyet'in birliği devam ettiği müddetçe İngiltere, Fransa, Rusya, Hollanda vs. Elimizde sayılır. Çünkü tabiyetlerinde bulunan Müslüman memleketlerinde, Halife'nin bir sözü Cihad'ı meydana getirmeye kafidir ve bu Hıristiyanlar için felaket olur. Henüz zamanı gelmiş değil, ama bir gün mü'minler birden kalkınacaklar ve tekbir insan gibi hareke-tederek gavurların boyunduruğunu kıracaklardır. İngiliz idaresinde 85 milyon, Hollanda kolonisinde 30 milyon, Rusya'da 10 milyon vs. Toplam 250 milyon Müslüman kurtuluş için Allah'u tealaya yalvarmaktadırlar ve Hazreti Muhammed'in (sallallahu teala aleyhi ve sellem) vekili olan Halife'ye ümitlerini bağlamışlardır. Büyük Dev-letler'in yanında sesi zayıf çıkan bir varlık olduğumuzu kabulede-bilir miyiz? "(149)

Birlik ve Beraberliğin temelini din deşkil eder.

Tanzimat devri boyunca bazı okumuşlar ile devlet adamlarının propagandasını yaptığı, müşterek vatan, menfaat ve hanedana bağlılık fikrini esas alan "Osmanlıcılık" ideolojisinden beklenen netice elde edilemedi. Temelde, Osmanlı topraklarında yaşayan gayrimüslimleri Müslümanlarla kaynaştırıp, bağımsızlık arzularını önlemeyi hedefleyen "Osmanlıcılık" ne Balkanlardaki kopmaları durdurabildi ne de Doğu Anadolu'da Ermenistan devleti kurma hazırlıklarını bertaraf edebildi. Bilhassa Tanzimatçı zihniyetin devletin temelini teşkil eden İslam dinine karşı tutumları ve azınlık hakları terennümleri, gayri Müslimlerin Osmanlı devletinden Türk-Rus harbi sonunda büyük çoğunlukla ayrılmaları bu politikanın hezimetinin ana sebeplerinin başında gelir. Abdülhamid Han ise Osmanlı devletinin varlığının ancak İslam birliği ile olacağına inanıyordu. Yapılacak en
akıllı iş, Müslümanlarla irtibatın sıklaştırılması, ortak hedef ve idealler etrafında dayanışmanın gerçekleştirilmesi idi. Bu dayanışma, yalnız ülke içi meselelerde değil, devletler arası meselelerde de ortak bir şuur çerçevesinde hareket etmeyi öngörüyordu. Aksi takdirde, yakın bir gelecekte, gayri Müslim topluluklar koparıldığı gibi. Müslümanlar yavaş yavaş devletten ve Hilafet'ten uzaklaştırılacaktı.

Irkçılık sirkenin balı bozduğu gibi devletlerin de birliğini bozar.

II. Abdülhamid Han'la yakın ilişkiler içerisinde bulunan Prof. Arminus Vambery Sultan Abdülhamid Han'ı Türkler'e dair açık ve net bir konuşma yapmaya zorlayınca Sultan; "Milliyet meselelerine dokunmamalıyız. Bütün Müslümanlar kardeştir. Ve milliyete dair herhangi bir ayırım ciddi anlaşmazlıklara ve çelişkilere sebep olabilir" demiştir.Abdülhamid Han'ın İslam alemine karşı yakınlığı ve İslam ha-
üleşinin önemi daha önce ve bilhassa Hindistan'da Müslümanlara telkin edilmiş ve Osmanlı'yı desteklemeleri temin edilmişti.

Rus-Türk harbinde bu te'şirini göstermiş ve Hindistan Müslümanları Osmanlı Devleti'nin yıkılmasıyla Müslümanların başsız kalacağı telkini ile camilerde dualar etmiş ve yardımlar toplanmıştı. Ve hatta gönüllü olarak yazılan Hindistan Müslümanlarının çok azı İngilizlerin engel olmasıyla ancak gelebilmişlerdi. İstanbul'a gönderilen yardımlar ise 123843 Osmanlı lirası idi. (150)

II. Abdülhamid Han, Osmanlı devletine tabi olan ve olmayan İslam devletleri ile Müslümanların yaşadığı bölgelere; Çin, Fas, Hindistan, Buhara, Mısır, Tunus ve Kafkaslar'a din adamları ve özel temsilciler gönderildi. Eb'ul-Huda, Şeyh Rahmetullah, Seyyid Hüseyin el Cisr ve Muhammed Zafir bunlar arasında idi.

İslam Birliği Elçileri

II. Abdülhamid Han tarafından, Panislamizm siyasetinin uygulamasında, seyyid. şeyh ve derviş gibi din adamlarına önemli gö-

revler verildi. Buharalı Şeyh Süleyman Efendi, Rusya Müslümanları ile halife arasında bir köprü vazifesi yapmaktaydı. Asya'ya yollanan derviş ve seyyidler de, İslam birliğinin birer erleri olarak çalışıyorlardı. Padişah, tatar, Gürcü ve Çerkez göçmenleriyle de işbirliği yapıyor, Hkand, Hive ve Buhara'dan gelen hacılarla yakından ilgileniyordu. Eb'ul-Huda, Darfur ve Sudan şeyhleri de İngilizler'e karşı bu görevi yapıyordu. Orta Asya ve Hindistan'a gönderilen medrese talebeleri ise, halifenin birlik mesajlarını Müslümanlar'a iletiyordu.

Tarikatların bu hizmette rolü büyük oldu. Yakınlık, uzaklık aranmadan, İstanbul'dan Müslüman ülkelere Patişah'ın emriyle özel 'heyetler gönderildi. Kuzey Afrika'daki Fransız yayılmacılığına karşı Şazeliye ve Medeniye gibi tarikatların devletle işbirliği yapmaları sağlanırken, bazı temsilciler de Halife'nin mesajını ulaştırmak üzere Çin, Malezya, Siyam ve Japonya'ya yollanıyordu. O zaman Çin Müslümanlarının nüfusu 70 milyon tahmin ediliyordu. 28 Nisan 1901'de Enver Paşa başkanlığında Çin'e bir heyet gönderildi. Buradaki çalışmalarını tamamladıktan sonra Sibirya üzerinden Avrupa'ya, oradan da İstanbul'a aynı yıl içerisinde geri döndü.( 151)

II.Abdülhamid Han, Çin'den Japonya'ya kadar dünyanın bütün Müslümanları ile irtibata geçerek Osmanlı Devletinin vazgeçilmez ve karşı gelinmez bir güç olduğu imajını vermeye devam ediyordu.
Sultan, bilahare Muhammed Ali ismindeki temsilcisini yine Çin'e göndererek Müslümanlarla irtibatını sağlamlaştırdı. Arapça ve İngilizce bilen Muhammed, Çin'de Wang adında bir imamın misafiri oldu ve hizmetlerini oradan yürüttü. 1906'da Ali Rıza Efendi ve Bursalı Hafız Hasan Efendi isimli hocalar da Pekin'e gönderildi. Burdaki hizmetler İngiliz ve Fransızları rahatsız etmişti. Çin'deki faaliyetler, kısa bir zaman sonra meyvesini verecek, 1908'de Pe-kin'de 11. Abdülhamid adına "Darü'l Ulum'il Hamidiye" (Hamidiye Üniversitesi)ni açmaya muvaffak olacaklardır. Kapısında Osmanlı bayrağının bulunduğu okulda 100 den fazla öğrenci okutan hocalardan Hafız Hasan Efendi 1908 sonlarında. Ali Rıza Efendi daha sonra İstanbul'a döndüler. Pekin'de tam 38 cami vardı ve bu camilerde binlerce Çinli Müslüman ibadet ediyor, vaazlar dinliyordu. Ülkenin çeşitli bölgelerinde açılan İslam okullarında eğitim veriliyor. Abdülhamid Han için dualar ediliyordu. Sultan'ın özel temsilcisi Muhammed Ali, Çin'e gelmeden önce aynı grevle Siyam, Kosinşin ve Japonya'yı da ziyaret etmiş, Japonya'nın Yokohama limanında bir cami inşası için, devlet adamları ve Müslüman tücarlarla görüşmüştü.(152)

Sultan Abdülhamid Han sadece Çin'e değil, Japonya'ya kadar heyetler göndererek buradaki İngiliz propagandasını tesirsiz hale getirmeye gayret etti. 1889-1990 tarihinde Japonya'ya Ertuğrul Fır-kateyn'i gönderilerek Japonlarla ilişkilerin başlangcını temin etti.

Eylül 1877 tarihinde Japon asilzadelerinden Prens Komatsu Halifeyi ziyaret etti. İade-i ziyaret bahanesiyle Ertuğurul gemisi Japonya'ya gönderildi. Bu gemi, uğradığı her limanda büyük ilgiyle karşılandı, Bombay ve Kolomba'da iskeleye 30 bin Müslüman toplandı ve Osmanlılara büyük tezahürat yapıldı. İngilizler bu ilgiden rahatsız olarak karalama kampanyası başlatmışlardı. Gemi dönüş yaparken Eylül 1890'da Kii Yarımadası yakınlarında fırtınaya yakalanarak battı. (153)

Rus harbinden 3 sene sonra 1880'de İstanbul'a Japonya'danPrens Hebi'nin başkanlığında bir heyet geldi. Asıl gayesi Avrupa'yı gezmek, Japon ilerleyişinin temellerini kuvvetlendirmek olan heyet, istanbul'a uğramayı, Türkiye'nin halini de görmeyi ihmal etmemişti. Resmi bir sıfatı olmayan heyete, sarayın alaka göstermemesi gayet normalken, Abdülhamid Han aksini yaparak heyeti yaverleri ve tercümanlarına karşılatmış, Beyoğlu'nun en iyi otelini ikametlerine vermiş ve bütün masraflarını üzerine almıştı.

II. Abdülhamid Han, Doğu milletlerinden biri olan Japonların baş döndürücü ilerleme hamlelerini büyük bir merakla takip ediyordu. Vatanına ait yükseltme sırlarım belki onların vaziyetinde kendi çözebilecek bir mana arıyordu. Bu sebeple heyetle ilgilenmiş, Japonları Yıldız'a davet ederek kendilerine göz kamaştırıcı bir ziyafet vermiş, onları yakından görmek ve tanımak istemişti. Ve böylece iki ülke arasında bir yakınlığın temelleri atılmıştı.


aksavaşçı 12-27-2007 18:25

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Sahsiyeti Muhufaza
II. Abdülhamid Han. Japonlar ve Japonya mevzuunda başlıca emeli, Avrupalılaşırken. şahsiyetini elde tutan ve ondan feda etmeyen bu milleti, şiddetle atıldığı yükselme yolunda gerçek dine de

ulaştırmak niyetindeydi. Nitekim, Japonya'da "Dinleri İnceleme" adında bir de teşkkül kurulmuş ve kongre tertiplenmişti. O güne kadar Japonya'da pek fena ve kaba şekilde yürütülen İslam propagandası, işte bu vesileyle birdenbire Japon halkının ruhuna yöneltilebi-lir ve Doğnun bu maazzam milleti elinde Müslümanlık yepyeni bir hamleye kavuşabilirdi. Abdülhamid Han buna çok ehemmiyet verdi. Japonlar tarafından istenilen din kitaplarını, kütüphanesinin en-nadide eserleri arasından seçip gönderdi ve bu kitapların arasına bir de üzerindeki insan emeği bakımından madde ölçüsüyle paha biçi-lemez bir Kur'ın Kerim ilave etti.Toplanacak kongre üstünde de en derin şekilde müessir olmayı düşünürken, misyonerler ve kozmopolitler tarafından araya bin fesat sokuldu ve başarı yolları kapatıldı. Mikado ise, yine aynı fesatlar yüzünden böyle bir kongereye lüzum görmediğini ve halkının dilediği dini seçmekte hür olduğunu ilan etti.

1904 Rus-Japon Harbinde koca Rusya'yı dize getiren Japonların ruhundaki ham mistiği anlayan ve onu İslamiyetle kemalleştir-mek isteyen Abdülhamid, böylece Japonlar nezdinde gizli bir müttefik muhafaza etmekten başka bir imkan bulunmadığını anladı.(154)

Hicran Olmuş Bir Hatıra Demir tavında dövülür

Sultan Abdülhamid Han, Fethi Okyar'a "hicran olmuş" bir ha-tıraşını anlatıyor;

"Şimdi size hicran olmuş bir hatıramdan bahsetmenin sırasıdır beyefendi oğlum... Tarihini sarih olarak söyliyemiyeceğim, fakat, Ruslara karşı kazandıkları zaferin arifesinde idi. Japon İmparatorluk ailesine mensup bir Prens, beni ziyarete geldi. İmparatorundan hususi bir mektup getiriyordu. Benden, İslam dininin muhtevasını, iman esaslarını, gayesini, ibadet kaidelerini izah edecek kudrette bir dini-ilmi heyet istiyordu. Bunun sebebi vardı. Orada İslamiyeti yaymayı, mukaddes vazife sayan Abdürreşit İbrahim isimli, aslı Ka-zanlı olan bir Müslüman aliminden mektup almış, Japonya'daki İs-lami tamim hareketine yardımcı olmam istenmişti. İslam aleminin Halifesi idim. Bir taraftan daima iftihar ettiğim ve hizmetkarı olma-
ya çalıştığını bu ali vazife, diğer taraftan ruhumda bu mahiyette şerefli hizmete duyduğum hasretle, mümkün olan herşeyi yaptım, fakat bu yardımım daha çok maddi sahada kaldı. Çünkü Abdürreşit İbrahim Efendi, bizim din adamlarımızdan başka hüviyet içinde idi. Türkçe, Arapça, Farsça'dan başka'Rusça, Japonca biliyordu. Avru-payı baştan aşağı dolaşmıştı; Çin'i bile görmüştü. Kırk yaşından sonra Fransızca ve Latince'yi de öğrendiğini yazmıştı. Japonya'da Şinto dininin değişen şartlar içinde Japon münevverlerini tatmin etmediğini, mantık,akıl,ilim,ruh birliği ve cihanşümul (evrensel) felsefeyi temsiledecek bir dini-manevi hareketin, Japon milletince benimseneceğini, İslamiyetin de aslında bütün bu vasıfları ihtiva ettiğini, sadece hakikatleri izah edecek kudret ve ilmi-manevi kifayette şahsiyetlere ihtiyaç olduğunu yazmıştı. Japon imparatorundan, ailesinden bir Prensin ziyareti ile böyle bir mektup da alınca, mevcudun ehemmiyeti hadise olarak önümde idi.

Fakat, bizdeki din adamlarının ilmi ve manevi seviyelerini çok iyi biliyordum; Pederim merhum Sultan Abdülmecid'in büyük 102 ümitlerle genişlettiği Tıbbiye için Avrupadan getirttiği ecnebi mual-• limlerden dersalanlarm kafir olacağım söyleyen ulema benim saltanatımda da yerindeydi. Bugün gördüğünüz ve sizin de yetiştiğiniz mekteplerin çoğunu ya ben açtım, ya da bugünkü hale getirdim. Mekteb-i Sultanı (Galatasaray) ve harkesin serbestçe okuyabileceği metteplere bakınız: Nüfusa göre en az olan Türk talebedir. Bu, sadece iktasidi sebeplerle değildir. Bilhassa Anadoluda, bu mekteplerde okumanın selabet-i diniyeyi zedelediği hala telkin ediliyor. Eğer Harbiye'ye Hıristiyanları alma izni verilse, değil bizdeki ekalliyetler, Yunanistan'dan, hatta belki Rusya ve diğerlerinden talebe gelir: Ben saltanata geldiğim zaman, sadece Kuleli Askeri İadesi vardı. Ülkede yedi yerde askeri idadi, Selanik Harbiyesi, Selanik ve Konya'da hukukmektebini ben açtım. Bunlardan gayem, mülkiyeyi de, ilmiyeyi de tatminkar hale getirmekti. Ne ise...Bunları tarih birgün elbette yazacak...Düşündüm ki, Japon İmparatorunun istediği Müslüman din alimleri kendi ülkemizde olsa, ve onları ben bulabilsey-dim, Japonlardan evvel kendi milletimin ve Halife, yani Peygamberimizin vekili olarak İslam aleminin istifadesini teinin ederdim...Şöhret yapmış ilmiye mensuplarını tanıyordum. İçlerinde şahsen hürmeteşayan çok şahsiyet vardı. Ekseriyetle de şahsen faziletli idiler.Fakat ilmi kudretleri oklusu kadar cihanı telakki tarzları, bu

kadar büyük ve İslamiyetin mukadderatı üzerinde tesir yapacak mevzuu ele almaya, neticelendirmeye müsait değildi...Fakat Japon İmparatorunun istediği Müslüman din alimlerini yetiştirecek feyyaz membalar da artık mevcut değildi. Medreselerimiz birer ilim-irfan kaynağı olmaktan mahrumdu...Bu gibi işlerin muayyen başlama devri ve zamanı var.Saltanat müddetim sırasında en çok hatırladığım hakikatlerden birisi demir tavında dövülür darb-ı meselemiz (atasözümüz) olmuştur." (155)

Abdülhamid Han, İtalyanlara karşı, Bıngazi ve çevresinde geniş tesirleri olan Sunusiler'i destekleyerek onlara silah ve para yardımında bulunuluyordu. Aynı zamanda Sunusi Şeyhlerine maaşlar, nişanlar veriliyor, tekke ve zaviyeleri vergiden muaf tutuluyordu.

Sunusi kabilesi, Bingazi'nin güneyinde ve Büyük Sahra'nın ortasındaki yemyeşil Kufra Vahası'da yaşayan cesur, bağımsızlıklarına düşkün bir kabileydi. Sultan, Arabiyi, Fransızca ve Alman-ca'yı iyi bilen bir askerini, Azamzade Sadık Müeyyed Paşa'yı Ku-ra'ya Sunusiler'e iki defa göndererek onlara Osmanlı İmparatorlu- 103 ğu'na bağlılık ve sadakat yemini ettirdi. Sunusiler, bu sadakat yeminlerine 1911 'den 1919'a kadar çok sadık kaldılar. Kumandanlarının Türk subaylardan oluştuğu Sunusiler, sekiz yıl İtalyanlara karşı savaştılar. (156)

Şeyh Zafir'in kardeşi Seyyid Hamza, beş bin kuruş maaş ve üçüncü rütbeden Mecidi'ni şansı ile Trablusgarb'a yollanmış, daha sonra, başarılı hizmetlerinden dolayı ilmiye rütbesi ile taltif edilmişti. Bunun gibi, Seyyid Beşir de Bingazi'de İslamiyete hizmetle görevliydi. Tunuslu şeyhlerle irtibat kurulması görevi, Şeyh Zafir'e verilmişti. Zafir, şeyhleri konağında ağırlıyor ve onlara halifeden maaş bağlanmasını sağlıyordu. Sultan, bu arada, Trablusgarb'ın Tunus sınırında yaşayan aşiretlere de on bin adet tüfek göndermiş onları muhtemel İtalyan saldırısına hazırlıklı hale getirmişti.


aksavaşçı 12-27-2007 18:26

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
isbirligi
Trablusgarp'ta meşhur bir tarikat olan "Medeniler Tarikatı"nın şeyhi Muhammed Zafir İstanbul'da Yıldız Sarayı'nda oturuyordu. Medeniler ve Şazeliye tarikatlarının mensupları İslam halifesi olması hasebiyle Sultan'a bağlı ve itaatkardılar. Bunlar, bölgelerinde Fransa'nın emel ve hilelerine karşı çıkıyorlardı. 12 Şubat 1902 tarihli bir Fransız belgesinde bunlara karşı alınacak tedbirlerle ilgili şunlar yeralıyordu. "Bir tek kelimeyle söyleyecek olursak, Osmanlı hükümeti, İslam taassubunu Avrupa'ya karşı kendine bir silah yapıyor ve bu silahı, kendisiyle mücadele edilmez bir duruma koymaya çalışıyor...Afrika'ya sızma gayemizin ışığı altında, maddi varlıklar ve manevi tesirleri yönünden çok zor bir durumda bulunan Müslüman tarikatlarına aman verilmemesi, acil ve temel asas olmalıdır. " (157)

Fransız sömürgelerinin çoğunluğunu teşkil ettiği Afrika Müslümanları tarikatlar bünyesinde teşkilatlanmış olması sebebiyle Sultan, buradaki şeyhlerle yakın ilişkiler kurmuş bunlar vasıtasıyla Osmanlıya sevgi ve bağlılık sağlanmıştır.

Fransa'nın Cidde Konsolosu, Dışişleri Bakanı Delcasse'yenin 20 Nisan 1902 tarihli yazısı; "Şazeliye, Medeni (tarikatları)...kuvvetli teşkilatları, müntesiplerinin çokluğu, sahip oldukları zenginlik ve yukarıdan gelen özel himaye talebiyle, bu iki teşkilat, bugün için Türk siyasetinin en faal ve en korkulacak aletleridir" (158) Fransızlar bu faaliyetler karşısında haccın zorlaştırılıp azaltılmassı, tirakatlara bir takım imtiyazlar verilerek aralarındaki rekabetin artırılması ve Mekke Şerifi'nin desteğinin kazanılması çalışmalarını başlatıyordu.

İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Avrupalı devletler Abdülhamid Han'ın takip ettiği bu politikasından aşırı derecede rahatsızlık duymaktaydı. Bilhassa İngiliz ve Fransızların rahatsızlığı sömürgelerinin çoğunluğunun Müslüman ülkelerinin oluşturmasıydı. Bu nedenle bu iki ülke Sultan'a karşı temkinli ve iyi geçinme politikası yürütme zorunda kalmışlardır. Ve bilhassa İngilizler, Sultan'ın Hindistan'daki faaliyetlerinden aşırı derecede rahatsızlık duyuyordu. İngiltere, Abdülhamid Han'dan aşırı derece çekiniyor, ona karşı bir hareketten korkuyorlardı. 4.10.1877 tarihinde-Hindistan Genel Valisi Hytton 'un Kraliçe'ye yazdığı bir mektupta; "Eğer kamuoyu baskısı veya dışarıdaki bir siyasi güçlük yüzünden Majesteleri'nin hükümeti Türkiye'ye karşı bir saldırgan politika izlemeye zorlanırsa, Hindistan'da bir Müslüman ayaklanması ile karşılaşmamızın muhtemel olduğunu düşünmekteyim." Diyordu. (159)

25 Mayıs 1880 tarihli İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi La-yard'ın düşünceleri: "Sultan, Hindistan Müslümanları'nı bize karşı kışkırtarak ikinci bir ayaklanmaya sebep olabilir. Bunu yapmak için Müslümanlar'm lideri bütün gücü ve nüfuzunu kullanacaktır." (160)

Hindistan'daki 1857'deki İngilizler'e karşı yapılan "sipahi ayaklanması"nı bastıran İngilizlerin Babürlü Devleti'ne son vermesi sonrasında Hindistan Müslümanları Osmanlı halifesine ümit bağlamışlardı. 11. Abdülhamid Han da bu bağlılıktan azami derecede istifade ederek İngilizlerin Müslümanlara karşı baskılarını asgariye indirmeye çalıştı.

Seylanlılar cuma hutbelerini II. Abdülhamid Han adına okutarak kendilerini Osmanlı'nın bir tebaası sayıyorlardı. Hindistan Müslümanları Osmanlı lehine miting yapıyor, Kraliçe ve İngiliz hükümetinden Ermeniler'e destek verilmemesi isteniyordu. 1897'de Yunanistan'a karşı kazanılan zaferde Hindistan Müslümanlarının sevinç gösterileri ve halifeyi tebrik mesajları ise İngilizleri büsbütün korkutmuş ve Müslümanların daha fazla problem olacağını belirtmislerdi. (161)

II. Abdülhamid Han'ın emrinde çaksınlar arasında Afganistan'da Kabil Başmollası, Buhara Kadısı, Hindistan, Cava ve Çin cemaat reisleri de vardı. Orta Afrika'daki İslami çalışmalar da Büyük Sahra'nın güneyindeki Bornu'da hızla sürüyordu. 1885'de Bornu hükümdarına birçok hediye ve bir nişan gönderilmiş, bu jest iki ülke arasında sıcak bir yakınlaşma doğurmuştu. Bir diğer Afrika ülkesi Zengibar'da ise, Beyrut Tiaret Mahkemesi reisi Abdülkadir Efendi, Halife Abdülhamid adına faaliyetteydi. 1877 hac mevsiminde Hicaz'da coşkuyla ağırlanan Zengibaı hakimi Seyyid Bergoş'un bütün ihtiyaçları vali tarafından yerine getirilmişti. Böylece, Osmanlı ile Zengibar arasında dostluğun ilk tohumları atılacak, iyi ilişkiler daha sonra Seyyid Bergoş'un kardeşi zamanında devam edecekti.

II. Abdülhamid Han, 1880'de Fas Şerifi Hasan ile de irtibata geçti. Doğu Afrika'da Medeniye gibi Şazeli tarakıtının bir kolu olan Yeşrutiye'nin de Sultan'la irtibatı vardı. Somali'de Şeyh Üveys ve rakibi Muhammed Abdullah Hayın da Sultanla irtibat halindeydi. Zengibar hükümdarı Sultan Ali İstanbul'a bağlı olduğunu söylerken İstanbul'la bağlantısı olmadığı halde Fas Rif bölesi emiri Abdülkerim bile Abdülhamid'in İslam Birliği politikasını destekliyordu. (162)

II. Abdülhamid Han, misyonerlerin faaliyetlerini de yakın takibe aldırmıştı. Padişah'a bu konuda sürekli raporlar gelmekteydi. Diğer taraftan, Buhara ve Hindistan'da teşkilatlanmış olan tekkeler vasıtasıyla, önemli işler yapılıyordu. Maddi ihtiyaçları İstanbul'dan gönderilen paralarla karşılanan bu tekkelerin görevi, merkezlere uğrayan hacı ve seyyahlarla yakından ilgilenmek, onları ağırlamak ve İslam kardeşliği üzerine sohbetler yapmaktı. Bazı tecrübeli ve ilmen temayüz etmiş dervişler ise, çeşitli kafilelerle seyahat ediyor, padişahın temsilcisi olarak İslam birliği fikrini Orta Asya içelrine yayıyorlardı. (163)

Dünya Müslümanlarının Batılı emperyalist devletlere karşı birleşmesi gerektiği fikrinde olan 11. Abdülhamid han, aradaki mezhep ihtilaflarına rağmen, İran'la bile ortak hareket etmeyi, Şiirler'in de desteğini sağlamayı düşünüyordu.

Hz. Hüseyin'in (radıyallahu teala anh) kabrinin tamiri ve camiin birtakım giderleri için 14.200 kuruş, Medine'deki Hz. Hatice ve Hz. Amine'nin (radıyallahu teala anhuma) türbelerinin onarımına 70.000 kuruş sarfetmişti. Ayrıca, Hicaz'a çeşitli hediyeler gönderilerek, Müslüman halkın halifeye olan bağlılıkları pekiştirilmişti. .(164)

Bağdat, Basra, Necef ve Kerbela gibi Şii nüfusun yoğun olduğu bölgelerde İstanbul'a öğrenci getirilerek ilim tahsil etmeleri sağlanmış, daha sonra bunlar uygun maaşlarla kendi mahallelerinde va-zifelendirilmişlerdi. Mesela Şevket, Mahmud ve Abdülbaki isimlerindeki öğrenciler İstanbul'da tahsillerini tamamladıktan sonra, padişahın emriyle, vaizlik ve öğretmenlik yapmak üzere memleketlerine gönderilmişlerdi. Delim, Horasan, Mendeli, Şamara, Anh ve Şefaatiyle gibi kasabalar ahalisine ise Sünni akaidini öğretmek amacıyla hocalar tayin edilmiştir.

Abdülhamid han, İranlı alimlerin sempatisini kazanmak için ayrı bir gayret sarfediyor, bu alimlere hediyeler, nişanlar gönderip, maaşlar bağlatıyordu. Basra'da İslami faaliyetler çerçevesinde 1901'de bir ortaokul açılmış, iki tanesinin de inşaatını başlatmıştı.

Yeni Politikada, Doğu Anadolu'nun özel bir ağırlığı vardı. İngiliz, Rus ve Fransızların bağımsızlık vaadiyle kışkırttığı Ermenilere karşı, Müslüman aşiretler, İslam birliği çerçevesinde teşkilatlandırılıyordu. Padişah, halife ve hami sıfatıyla yaklaştığı aşiret reislerini taltif ediyor, İstanunbul'a getirtiyor ve onlarla beraber namaz kılıyordu. İşte o yaklaşım ve sıcak ilgi sayesindedir ki, bu insanlar, devlete sadakatlarını gösterecek, topraklarını sahiplenecek ve Ermenilerin hayallerini boşa çıkaracaklardır.

Panislamizm siyaseti, devletin çok uzak topraklarında Yemen'de de tatbike çalışılıyordu. Gerçi Yemen halkının ekseriyeti Zeydi idi ve Osmanlı hilafetini reddediyordu ama bu gerçek padişahın mücadele azmini kırmıyor, onları İngilizlere karşı uyarmaktan vazgeçmiyordu. İstanbul'a devat edilen seyyid ve şeyhler ihsanlara boğulyor, çeşitli rütbelerle onurlandırılıyordu. Bunların yaraşıra, Yemen'in imar ve inşaı ile idari problemlerinin halledilmesine de önem verilmekteydi. Yemen demiryolu projesi, San'a-Umran şose yolu inşaı, Yemen telgraf hatları gibi yatırımlar, okul, cami ve medrese inşaatları, bölgeye seyyar öğretmen ve din adamları gönderilmesi, hep bu önemin tezahürleriydi. Padişah, bir ara, Yemen'den davet ettiği 109 kişiyi Yıldız'da ağırlayarak, fikirlerini almış, bölgenin problemlerini öğrenmiş, isteklerini belirlemişti. Bu önemli istişarenin ardından, vilayetin imarı, vergilerin dezene konması, ziraatın geliştirilmesi, çocukların eğitimi, ilkokulların yaygınlaştırılması, idareci ve memurların seçiminde hassas olunması gibi önemli kararlar alınarak ön çalışmalar başlatılmıştı.

II. Abdülhamid han, ülke içinde olduğu gibi, emperyalist devletlerin kıskacındaki Müslüman çocukların eğitimiyle yakından ilgileniyordu. Ona göre, kültür emperyalizminin tesirini kırmak, İslamiyeti yeni nesillere doğru öğretebilmek, ancak eğtimle mümkündü. Üstelik, Müslümanların büyük çoğunluğu yeterli öğretim ve eğitim görmemiş, cahil kalmış kimselerdi. Abdülhamid han, bu gerçekten hareketle, sömürgelerdeki Müslümanlar'ın eğitimi için zaman zaman hocalar tayin edıp gönderiyordu. Bunlardan bir tanesi de Sultan Abdülaziz zamanında Ümit Burnu'na yollanmış olan Bekir Efendi idi. Bekir Efendi, orada tahminlerin de üstünde başarılı hizmetler yapmış, kendisinden sonra aynı misyonu devam ettirecek dört Zenci Müslüman yetiştirmişti. İngilizcenin yanısıra mahalli dilleri de öğrenen Bekir efendi, Sultan abdülhamid Han'ın saltanatının ilk yıllarında İstanbul'a gelerek istişarelerde bulunmuş ve Ümit Burnu müslümanları için 3.000 adet kitap göndermesini padişahtan rica etmişti. Ümit Burnu Müslümanlar'ın eğitim çalışmaları, Bekir Efendinin ölümünden sonra oğlu Ahmed Ataullah tarafından sürdürüldü. Ahmet Efendi, Kimberlley'e giderek İslamiyet'i buralarda yaymaya ve bölge Müslümanları'nı aydınlatmaya başladı. 1889'da gayretlerinden dolayı padişahça taltif edildi. . (165)

Saray, dünyanın her tarafından gelen ya da davet edilen Müslüman temsilcilerin toplandığı yer olurdu. Orta Afrika ve Batı Çin memleketlerine varıncaya kadar dünyanın dört bir yanından gelen Müslüman temsilcileri Yıldız Sarayı'nda misafır ediliyor,davletli ve davletsiz bütün bu temsilcilere Abdülhamid Han bizzat hitap ediyor hitaplarında İslam kardeşliği ve birlik ruhunu işleyerek onları coşturuyordu. Uğurlanırken bunlara, bölgelerinde dağıtılmak üzere,masrafları Sultan'ın kendi
kendi hazinesinden karkendi hazinesinden karşılanarak bastırılmış Kur'an-ı Kerim veriliyordu. (166)

Mekke ve Medine gibi kutsal şahirleri bağrında saklayan Arabistan, Abdülhamid için çok daha ayrı bir önem arzediyordu. Üstelik, saltanatı boyunca Müslümanlığa eski ihtişımını kazandırmayı hedefleyen bir lider ve halife için, bu hususun tartışılması daha mümkün değildi, Şüphesiz, kutsal topraklarda sözü geçmeyen bir halifenin otoritesinin zedeleneceği yönlendirici vasfının ortadan kalkacağı aşikardı. Sultan Abdülhamid Han, bunu herkesten iyi biliyor, herkesten iyi değerlendiriyordu. . ( 167)

Hac mevsiminde Karadeniz yoluyla İstanbul'a gelen Tatar, Kalmuk,Kırgız,Kafkas ve K3ffcar Türkler'iyle, Afganlar ve Türkmenler, Anadolu yakasındaki Valide Camii'nde toplanıyor, iaşe ve ibadeleri devlet hazinesinden sağlanıyor ve sonra da Abdülhamid Han'ın temin ettiği gemilerle Cidide'ye hac için gidiyorlardı. İstanbul, hac zamanlarında ve bilhassa Kuzey ve Kuzeydoğu ülkelerindeki Müslümanlar'ın toplandıkları bir şehir olurdu. (168)
Hac'tan dönen hacıların gidiş ve dönüş harçlıkları karşılanır, bunlardan bölgeleri ile ilgili bilgeler alınır, bazılarına ülkelerine dönerken basılı kitaplar verilirdi. (169)

Arabistan'daki İslam Birliği politikası daha çok şahsi münasebetler şeklinde kendisini gösteriyor ve aşiret reislerinin gönüllerini kazanmak amacıyla onlara ihsan ve iltifatlarda bulunma, maaşlar bağlama, İstanbul'da ağırlama gibi faaliyetler, birinci boyutu oluşturuyordu. İkinci boyutu ise, dini ve siyasi yönleri de olan müşahhas ve etkili çalışmalardı. Bunlar, Müslümanları ortak bir şuur ve ideal etrafında toplamayı amaçlayan "dini dayanışma" ve bölgenin kalkındırılması idi.

Özellikle, dini dayanışmayı kuvvetlendirecek ve Müslümanlar'ın kendilerine güvenlerini sağlayacak olan iktisadi ve teknik yatırımlar çok önemliydi. Bunun için, Abdülhamid Han'la hız kazanan yatırımlar devreye sokuldu. Bölgeye tren yolları, telgraf hatları, okullar, yollar yapılmaya başlandı. Şehirlerde tramvaylar işletiliyor, elektirik enerjisiyle aydınlatma çalışmaları başlatılıyordu. Arabistan'ın kalkındırılması için hazırlatılan büyük projelerden bir kısmı gerçeleştirilmişti. Mesela, Şam-Hayfa-Medine arasında toplam 1.464 km'lik tren yolu, Batılıların "Osmanlılar böyle bir dev projeyi gerçekleştiremezler" . demelerine rağmen, tek kuruş borç almaksızın yapılabilmişti. Finansının üçte biri Müslümanların bağışlarıyla karşılanan bu muhteşem eser, Abdülhamid Han devrinin ve onun İslam Birliği siyasetinin belki eri önemli meyvesi oldu. Üstelik bununla yetinilmemiş, Medine'den Mekke ve Cidde'ye ve yine Medine'den Bağdad'a ve Yemen'e kadar uzanacak yeni demiryolu projeleri hazırlanmıştı. ( 170)

Son senelerde yapılan araştırmalar, Abdülhamid Han'ın yalnız Müslüman ülkelerde değil, İngiltere ve Amerika gibi Hıristiyan ülkelerde dahi İslam Birliği için çalıştığı göstermektedir. Nitekim 1903'de Abdullah Suhravvardy tarafından kurulan bir derneğe "Pan-İslam" Muhammed Webb adlı bir Amerikalı Müslüman'a da, padişahın maddi desteğiyle "Moslem World" adlı dergiler neşrettirilmiştir.

Abdülhamid Han, büyük zorluklar ve problemlerin yaşandığı bir dönemde, emperyalist Batılı güçlere karşı varolma savaşı vermiş ve bu savaşta yabancıların da takdir ettiği dehasını en iyi şekilde kullanmıştı. Bu yandan "denge siyaseti" ile büyük güçlerin Osmanlı'ya karşı ortak hareket etmelerini önlemiş, diğer yandan Dünya Müslümanlar'nı Osmanlı devleti ve hilafet etrafında kenetlenmeye çağıran Panislamizm politikasıyla da, önemli başırılar kazanmıştır. Onun, en azından Müslümanların lideri ve hamisi olduğunu duygu ve fikir olarak kabul ettirebilmesi Osmanıl devleti'nin itibar ve nüfuzunun arttırmıştır. Bunun en bariz örneklerinden biri, Hicaz Demiryolu inşası sırasında sergilenen Müslüman dayanışması ve kardeşliğidir. Bu dayanışma Padişahın tahttan indirilmesinden sonra da sürmüş, Balkan, Trablusgarp, ve 1. Dünya savaşlarında, yüzbinlerce Müslüman'dan Osmanlı Devletine yardımlar akmıştır.

Abdülhamid Han'ın halinden sonra, kısa zamanda Balkan-lar'ın ve Arap topraklarım birer birer kaybedilmesi ise, padişahın siyasi çizgisindeki isabetliliği en açık şekilde göstermektedir. Nite-kimjttihaddçılar bile sonunda Panislamizm politikasına sarılmak- tan başka çare olmadığını anlamışlardır.

aksavaşçı 12-27-2007 18:26

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Birlik Ve Beraberlik
II. Abdülhamid Han, dışta takip ettiği "İslam Birliği" siyasetini içte de yürütüyor, halkın birlik ve beraberliğine azami gayret sarfediyordu. Bilhassa içteki muhalif unsurları bertaraf için ve onlara halk desteğini kırmak için bütün yurtta eğitim hizmetlerini yaygınlaştırmış onlara dini İslamı tam ve doğru olarak verecek alimler, veliler göndererek irşat etmiştir. Kalkınmayı köy ve kasabalara kadar indirdi ve halkın gönlünde taht kurdu. Ziraata önem verdi, eğitim ve öğretimi köylere kadar yaygınlaşatırdı. Camisi olmayan yerleşim birimlerine camiler yaptırdı, eski camileri tekkeleri tamir ettirdi.

II. Abdülhamid Han, takip ettiği bu politika ile devletin yegane İslam devleti ve halifesi olmasını sağladı. Gayrimüslimlerin etkinlik ve hakimiyetlerini azalttı. Hıristiyan memur sayısını azaltarak Müslüman memur sayısını artırdı. Emperyalist Avrupalı devletlerin silahlandırdığı Hıristiyan cemaatlere karşı Müslümanları silahlandırdı. Avrupalı devletlerin Müslümanlara karşı tahriklerini çok uygun bir politika takip ederek bertaraf etti. Ramazan ve Kurban bayramlarında halkın gönlünü alır, Ramazanda emekli, dul ve yetimlere yardım edilirdi. Şiddetli geçen kışlarda, dar gelirli ailelere kömür, odun ve yiyecek yardımı yapılır, bütün tarikatlara özel ilgi gösterilir, tekkelerin bazı tarikat şeyhlerine nişanlar, rütbeler verilirdi. Cami görevlileri, vaiz, hatip ve hocalara her yıl 30 bin kuruş hediye verilmesi adet edinilmişti. İstanbul'un Müslüman mahallelerinde meyhane açılıp içki satılması yasaklanmıştı. (172)

II. Abdülhamid Han, memleketin her tarafına okullar, hastahâneleı, yollar, çeşmeler, eşi bulunmayan modern bir tıp fakültesi yaptırdı. Mekteb-i Mülkiyyeyi, bir müze, hukuk mektebi ve dîvân-ı muhasebatı [sayıştay], Beyoğlu kadın hastahânesi, güzel sanatlar akademisi, yüksek ticâret mektebi, yüksek mühendis mektebi ve yatılı kız lisesini açtı. Ve devam edersek; Terkos suyunu İstanbul'a getirtti ve mülkiye lisesini açtı. Alman çeşmesi yapıldı. Bursada ipekçilik mektebi, Halkalı zirâ'at ve baytar mektebi ve Kâğıthane'de bir poligon kurdurdu. Bursa demiryolunu ve Aşiret mektebini yaptırdı. Üsküdar lisesi ve Rüşdiyye mektebleri ve yeni postahâne binası ve Osmanlı bankası ile Reji binalarını ve (Yafa-Kudüs) demiryolu ile Ankara demiryolu yapıldı. Yine hamîdiyye kâğıd fabrikası, Kadıköy havagazı fabrikası ve Beyrut limanı rıhtımını yapdırdı. Osmanlı sigorta şirketi ve Küçüksu barajı ve (Manastır-Selânik) demiryolu yapıldı. (Şâm-Horan) demiryolu ve (Eskişehir-Kütahya) demiryolu yapıldı. Hamîdiyye yüksek ticâret mektebi ve (Galata-Tophâne) rıhtımı, Dolmabahçe saat kulesi yapıldı. (Beyrut-Şâm) demiryolu, Dâr-ül-aceze binası, mum fabrikası, (Afyon-Konya) demiryolu, Sakız limanı rıhtımı, şimdiki İstanbul lisesi binası, (İstanbul-Selânik) demiryolu yapıldı. Ereğli kömür ocakları çalışdırıldı. Tuna nehrinde Demirkapı kanalını, kapahçarşı ta'mîrini yapdırdı. Yunan zaferini kazandı. Akıl hastahânesini yapdırdı. Şişlide Hamîdiyye Etfâl hastahânesini yaptırdı. Medîne-i münevvereye kadar telgraf hattı yaptırdı. [Hamîdiyye Hicaz demiryolu Zerkaya kadar işledi. Kâğıthânedeki Hamîdiyye suyu yapıldı. Yeni balıkhane, Haydarpaşa rıhtımı, ma'den arama mektebi, Samda tıbbiyye-i mülkiyye yapıldı. Haydarpâşada askerî tıbbiyye mekteb-i, dilsiz ve sağırlar mektebi açıldı. Bingâzîye telgraf hattı yapıldı. (İstanbul-Köstence) kablosu döşendi. Haydarpaşa istasyonu binası yapıldı. Beşiktaş tepesindeki Yıldız sarayını ve önündeki cami'i yaptırdı. Velhâsıl Av-rupada yapılan yeniliklerin hepsini en modern şekilde yurdumuzda yaptırdı. Ne yazık ki, tahttan indirilince, bütün bu ilerlemeler durdu ve memleket kana boyandı. Abdülhamîd hân, (İstanbul-Eskişehir-Ankara) ve (Eskişehir-Adana-Bağdâd) ve (Adana-Şâm-Medîne) demiryollarını yapdırdığı zaman, başka memleketlerde bu kadar demiryolu yoktu. Din bilgileri, fen ve edebiyat üzerine çok kitap bastırdı. Köylere kadar kurslar açtırdı. Parasız kıtâblar gönderdi.

Bütün bu hizmetler halkı Sultan'a daha da bağladı ve halkın gözünde "evliya sultan" oldu. Ve çoğu bölgelerde muhaliflerinin antipropagandasına rağmen halk kendisinden evliya, veli diye bahsetmiştir. Bu hizmetler semeresini vermiş ve muhalefet (okumuş-bürokrasi) sultana'a karşı ihtilal ve ayaklanma girişimlerini başarısız kılmıştır. Müslüman halkı kullanamayacağını anlayan Jön Türkler gayri müslim tebaayı da yanına alarak ordu ile sultanı devirmeye karar verdiler.

Ve nihayetinde 1908 Jön Türk ihtilali de, Makedonya'daki Ordu'da mektepli Enver, Niyazi ve Eyüp Sabriler'in dağa çıkıp isyan etmeleri ile başladı. 2. Meşrutiyeti getiren bu ihtilalde dikkat edilirse halk yoktur. Halkın sessiz kalmasının sebeplerinden biri de teşkilatsız ve bilinçsiz olması idi. (173)

Sultan Abdülhamid Han, Müslümanlar arasında İslam şuurunun canlı tutulması, halkın cehaletten kurtularak milli ve manevi değerlerine sarılmasını temin etme maksadıyla her tarafa hocalar ve Kuran'ı Kerimler, İslami eserler göndererek halkı bilgilendirmeye çalıştı. Diğer taraftan Batılı devletleri'ni "Cihad" ile tehdit ederek Osmanlı ve İslam ülkelerindeki yayılmacı, yıkıcı ve parçalayıcı faaliyetlerini engellemekti.

aksavaşçı 12-27-2007 18:26

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Milletleri Seviyelerine Göre Idare
Arnavutlar Osmanlı devletinin en Batı ucunda kalıyordu. II. Abdülhamid Han, Arnavutluk'a daha bir başka ehemmiyet verirdi. Arnavutların şecaat ve sadakatleri hakkında kuvvetli bir kanaati vardı. Arnavutlara karşı bu itimadı, onun için bir siyasetin temelini teşkil ediyordu.

Rumeli'de Arnavutlar Abdülhamid Han'ın siyasetinin bir istihkamı gibi telakki olunuyordu. Buna rağmen 93 harbi hezimeti sonrasında imzalanan Berlin Andlaşması nın ağır şartlarıyla Müslüman Boşnaklar artık Osmanlıdan ayrılmış Avusturya'nın idaresine verilmişti. Balkanlar'da Müslüman teba olarak sadece Türkler ve Arnavutlar kalmıştı. Fakat Arnavutların da bir kısım topraklarının Berlin Andlaşması'ınca Karadağ'a verilmesi kararlaştırılmış ve Arnavut halkı buna tepki göstermişlerdi. Sultan Abdülhamid Han da bir karış toprak verilmesinden yana değildi. Halkın bu tepkisini destekleyerek Yakova, Prizren ve Derbe şehirlerinin kadı, müdderris ve müftüleri ile Arnavutluk'taki askeri yetkililere bu karara mani olmamalarını tavsiye ediyordu. Nihayetinde silahlanan Arnavutlar Karadağlıları Gosine'ye sokmadılar. Sultan bu konuda Arnavutlar'ı harekete geçirmişti. Bunun üzerine Gosine ve Plavay'ı Arnavutlara 'terke mecbur kaldılar Fakat yalnız Ülgün üzerinde direndiler. Bu olay sonrasında Arnavutlar arasında bağımsız bir Arnavutluk devleti Fikri gizliden gizliye giderek artmaya başladı. 1881 Şubatı'nda 130 delegenin katılmasıyla Debre'de yapılan bir gizli toplantıda Ohri başkent olmak üzere bağımsız bir Arnavutluk devleti talebini haber alan Sultan, Derviş Paşa komutasında 20 bin kişilik bir kuvveti bunların üzerine göndererek onları dağıtmış, elebaşları Rodos ve Anadolu'ya sürülmüştü. Arnavut halkına da şu bildiriyle seslenmişti;

"Müslümanların halifesi olduğumdan hepinizin babası sayılırım. Huzur ve rahatınızın bozulmaması için uykumu, rahatımı ve her türlü arzularımı terk eyledim. Müslüman olan evlatlarımın bir bölümü olan Arnavutlar'ı babalık himayemden nasıl uzaklaştırabilirim? Böyle aldatacı fikirlerde bulunan beş on kadar vatan haininin fesat ve telkinlerine kulak verilmesin....Zira, bunlar, hem kendilerine ve hem de devletleriyle birlikte soylu bir kavme zülüm etmek alçak düşüncesinde bulunduklarından ve sizi o maksatla fesatçılara yaklaştırmak isteyenlerden (burada, Hud suresinin 'zalimlere yaklaşmayınız ki, vücudunuza ateş yapışmasın. Sizin Allah'tan başka dostunuz yoktur. Zalimlere yaklaşatıktan sonra size hiç kimse yardım edemez.") ayet-i celilesiyle sakınmanızı isterim. Ve tekrar ederimki, şu fesatçı düşüncelerde bulunanlar beş on kişiden ibarettir. Yoksa umum Arnavutluk halkı bugünkü idareden memnundur...Bu gibi vatan hainleri ve fesatçıları kendi ellerinizle tutup hükümete teslim etmenizi ve halifenize her bakımdan bağlanmanızı size emir ve tenbih ederim. ( 175)

II. Abdülhamid Han, Arnavutlar'ı Balkanlar'da Osmaniı hakimiyetinin sağlam asli unsurlarından olması hasebiyle elde tutulmasına büyük önem veriyordu. Bu nedenle ayrılıkçıları şiddetle takip ediyor ve etkesiz hale getirirken halkın gönlünü kazanmak uğrunda büyük gayretler sarfediyordu. Makedonya'da Osmanlı devletinin elinde bulunan şehirleri Arnavut taburları koruyor, Sultan'm sarayında onlardan muhafız birlikleri bulunuyordu. Savaşçı, gözü pek Arnavutlar, Sırp, Bulgar ve Yunan saldırılarına karşı gerilla harbi veriyordu. Bütün bu önemli görevleri sebebiyle Arnavutlar'a Rumeli'nin Kürtleri deniliyordu. (176)

Sultan, Arnavutlar Osmanlı Devleti'ne sadık kaldıkça, kendi tahtında emin olduğu gibi, Balkanlı Hıristiyan unsurların da Osmanlı'ya kolay silah çekemeyeceğinden emindi. Arnavutlar, Balkanlarda bir nevi Osmanlı'nın sırtını koruyorlardı. (177)

Arnavutların kendilerine özel kabiliyet ve adatlerini bilen Sultan, onları kazanmak için onlara "özel statü" uyguladı. Bunun esası, Sultan'a bağlılık karşılığı Arnavutlar'ın yönetimde serbest bırakılması teşkil ediyordu.

Ve hatta Arnavutlar'dan vergi alınmıyor, istekliler, askerlik yapıyordu. Sultan, Arnavutlar ve Kürtler'den bahsederken; "Ben , her milletin, seviyesine uygun bir tarzde idare edilmesine taraftarım" diyordu. (178)

Sultan, Arnavutların güvenini kazanmak için onların ileri gelenlerini nimet ve ihsanlara boğardı. Avlonyalı Arnavut Ferit Paşa'yı sadrazam yapmıştı. Arnavut kabileleri arasında kötü bir anane olarak sürüp gelen ve bu sebepten birçok yuvanın yıkılmasına yolaçan kan davalarını diyet komisyonları kurarak, fertleri öldürülen ailelerin kanbedelini kendi hazinesinden ödeyerek Arnavutlar'ın sulh ve sükuna kavuşmasını sağlamıştı.

Sultan'ın kendine has memnuniyet verici idare tarzı Arnavut halkı tarafından benimsenmiş, Halka olan itimat ve sevgileri artarak kötü fikirlerin bu milletin içinde gelişmesini önlemişti . Ve halk bütün Müslüman teba gibi halifelerine "alim. zahid ve veli" diyorlardı.

aksavaşçı 12-27-2007 18:27

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Simendifer Politikasi
Bağdat Demiryolu

Abdülhamid Han'ın yaptığı demiryollarının gayesi birinci derecede askeri ve siyasi, ikinci derecede de iktisadi ve ticaridir.

Vatanın müdafası için herşeyden önce demiryolu inşaası zaruret teşkil ediyordu. 1877 Türk-Rus harbinde zarureti büyük çapta ortaya çıkmıştı. Balkan isyanlarıyla bu harpten alınan dersler, ondan sonra Rumelide hemen iki hattın yapılmasını gerektirmiş ve ilk olarak Selanik-İstanbul hattıyla, Manastır-Selanik demiryolu vücuda getirildi. Abdülhamid düşmanlarının bile; "eğer bu hatlar Abdülaziz devrinde yapılmış ve 300 milyon altın borcun onda biri bu işe harcedilmiş olsaydı, 1875 Balkan ayaklanmalarını hemen bastırmak ve belki de Türk-Rus harbini önlemek mümkün olurdu." Şeklindeydi. Nitekim bu hatların 1897 Türk-Yunan Harbinde muazzam faydaları görüldü. (180)

II. Abdülhamid Han zamanında Türk topraklarına döşenen demiryolları, evvela Rumeli'de 1993, sonra Anadolu'da 2507 kilometreye yükseldi.Halbuki Berlin Muahedesinden evvel demiryollarının uzunluğu toplam 1145 kilometreden ibaretti.

Abdülhamid Han'ın demiryolu siyaseti, dış politikası ile içice idi. Batılı teşebbüs ve sermaye ve teknik merkezlerinin Türk demiryollarını doğrudan doğruya üzerlerine alamaycaklarını başka tavizler talep edeceklerini anlayarak demiryollarının inşası için işi siyasi bir faydaya bağlayarak hem devlet emniyetini garinti altına almak, hem de memleketi büyük bir askeri ve iktisadi kıymete kavuşturmayı düşünerek harekete geçti.

Yükselen endüstrisiyle İngiltere'nin karşısına dikilmekte olduğunu gördüğü Almanya'ya kollarını açtı ve karadan Hindistan demiryolunun en hassas istikametini çizen Anadolu-Bağdat demiryolunu Almanlara ihale etti. Böylece, Batılı iki büyük ve rakip devleti, kendi topraklarında tecelli edici bir karşılaşmaya davet ederek rekabeti kızıştırdı. Birinden birini tutmakla öbürünün şerrinden korunuyor ve hem devlet emniyetini sağlayıcı . hem de vatanı demiryoluna kavuşturucu bir nimete erdiriyordu. Şartlarda da bu hesaba göre bir kolaylık ve hafiflik temin ediliyordu. (181)

Avrupa'da sanayi inkılabı sonucunda ulaşımda demiryolu teknolijinin ortaya çıkması, ulaşımda meydana getirdiği kolaylık, Doğu Akdeniz'i Basra Körfezi'ne demiryolu ile bağlamak projeleri gündeme geldi. İngilizler, Hindistan hakimiyeti için 1840'lı yılların başından itibaren yoğun bir çalışma başlattılar ve projeler hazırladılar. 1856'da William Andrew , İskenderun'dan başlayıp Fırat Vadisi'ni geçerek Hindistan'a ulaşacak bir demiryolunun İngiltere'nin Hindistan'daki hakimiyetini iyice artıracağından bahsediyordu. 1869'da Süveyş kanalının açılması ve buranın kortrolunun 1881 'de İngilizlerin eline geçmesi İngilizleri deniz yolunun daha rahat olması hasebiyle bu projeden vazgeçirtti. Bundan sonra projeyle Almanya ilgilenmeye başladı. Almanya , Berlin'den Bağdat -Basra'ya kadar uzanacak 3B Projesi (Berlin-Bosfor-Bağdat) demiryolu ile hem Anadolu ve Mezopotamya'nın ekonoik zenginliklerinden faydalanmak hem de Basra limanına kadar uzanacak bu demiryoluyla İngiltere'yi Hindistan'da tehdit etmek istiyordu. Bu demiryolu Almanlar için büyük bir önem arzediyordu.

Alman İmparatoru 11. Wilhelm, Bağdat demiryolunun imtiyazını almak için 1888 ve 1898'de iki kez Sultan'ı ziyarete gelmiş ve neticede Bağdat Demiryolu imtiyazı Almanlara verilmişti. İngiliz ve Fransızlar, bu hattın, Doğu Akdeniz-Suriye-Irak hattında yeralmasını isterlerken, Almanlar Anadolu içlerinden geçmesini istiyorlardı. İngiltere ve Fransa'ya verilecek yukardaki hat imtiyazına Sultan, bu hattın güneydeki Osmanlı vilayetlerini devletten koparacağı endişesi ile bakıyordu. Bu nedenle Anadolu içlerinden geçmesini isteyen Almanlar'ı tercih etti. (182)

II. Abdülhamid Han Bağdat demiryolunun Osmanlı devletine faydasının ekonomik ve askeri alanda büyük olacağına inanıyor, kalkınmanın özellikle İmparatorluğun Asya topraklarına yöneltilmesi İslam birliği politikasına uygun olacağı ve buradaki Müslümanlarla kaynaşmanın daha kolay ve rahat olacağına inanıyordu. Demiryolunun Anadoludan geçerek Bağdat'a ulaşması ile zirai ürünlerinin çürümesi önlenecek, yok pahasına satılmayacak, madenler atıl kalmayacatır. Askeri yönden faydalarına gelince; askerin intikalinin ve ihtiyacının daha çabuk ve seri sağlanması, geçtiği yerlerde kuvvetin sağlamlaştırılması başta geliyordu.

Bağdat Demiryolu Projesi Avrupa'da Hasta Adamı tedavi edici ve kuvvetlendirici bir unsur olarak değerlendirildi. Ortadoğu'ya Alınan emperyalizmini tesis edici bir yol olarak görülen Bağdat Demiryolu, İngiliz ve Fransız koloniyalizmi içinde bir tehdit olacaktı. Bu tehdit, 1904'den sonra İngiltere, Fransa ve Rusya'yı bira-raya getirdi. Almanya'nın Drang Nacysa ve Rusya'yı bir araya getirdi. Almanya'nın Drang Nacy Osten (Şark'a doğru) yolu kesilmek isteniliyordu. Bağdat Demiryolu Projesi, Avrupa'da 1. Dünya Harbinin önemli sebeplerinden birisini teşkil etti. (183)

Sultan II. Abdülhamid, İngiliz, Fransız ve Ruslar'ı da tatmin edecek, seslerini kısacak bir demiryolu imtiyazları verdi. Böylece Dengeci bir politika ile serlerini def etmeye çalışıyordu.

Batı Anadolu'da İzmir-Kasaba arasındaki demiryolu yapımı Fransızlar'a da Suriye ve Lübnan'da imtiyazlar verildi. Ruslara da "Karadeniz Andlaşması"yla Doğu Anadolu ve Karadeniz Bölgelerinde demiryolu yapımı imtiyazları verildi. (184)

Bağdat Demiryolu ile emperyalist devletlerin emelleri altüst oldu.Bağdat Demiryoluyla , Hindistan korkusunu aşılayarak İngilizleri dize getirmiş, Rusları İskenderun istikametinde "ılık denize inme" politikasından vageçirtmiş, Hicaz demiryoluyla da İslam birliği idealini pırıldatarak fevkalade korkutmuş ve Rusları Filistin'deki "Makamat-ı Mukaddese" koruyuculuğundan dönmeye mecbur bırakmıştır. Abdülhamid Han'a düşmanı dahi bu dahiyane politikasını şöyle dile getirecektir: "Artık Büyük Petro'ların, İkinci Katerina'ların emelleri altüst olmuştu. Çar, Avrupa 'da,Osmanlıların tarihi mirasçısı sevdasından vazgeçtiği gibi, Filistin'de Mukaddes toprakların koruyucusu olmak fikrinden de yavaş yavaş vaz geçiyordu. İşe Büyük bağdat hattı Rusya'nın bütün siyasi teşebbüslerine mani oldu."

aksavaşçı 12-27-2007 18:27

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
HICAZ DEMIRYOLU
Abdülhamid Han'ın en önemli hizmetlerinden birisi de Hicaz demiryolu olmuştur. Bu demiryolu projesi ile Şam ile Medine ve Mekke şehirleri birbirine bağlanıyordu. Bu yol ile Hicaz ve Yemen'de Sultan'ın otoritesi kuvvetlenecek, Mısır'da nüfuzunu artıracaktı. Demiryolu ile Hicaz ve Yemen'e askerlerimiz emniyet içinde sevetmek mümkün olacak, hac farizasının yerine getirilmesini de kolaylaştıracak, az da olsa geçtiği yerlerin ziraat ve ticaretini canlandıracaktı.

Hicaz Demiryolu, askeri ağırlıklı hat olması sebebiyle bölgede en çok İngiltere'yi tehdit edeceği için, özellikle adı geçen devlet, demiryolunun yapılmasını istemiyordu. İngilizler sabote için Arab kabileleri arasında, eski anane ve adetlerin bozulacağı, her sene hazineden aldıkları avaitin (gelir, irat) kesileceği, deve ve at kervanlarının ortadan kalkacağı vb. gibi propaganda yapıyorlardı. Üstelik, Şeyhlere bol para hediye ve silah dağıtarak onları inşaat aleyhine tahrik ediyorlardı. (186)

Suriyeli Arab ve Sultan'ın özel sekreteri İzzet Paşa'nın Demiryolu yapımı için madalya çıkararak İslam dünyasından yardım toplama talebi kabul edildi. II.. Abdülhamid Han, 50 bin lira ödeyerek yardımda bulunanlar listesinin en başında yeraldı.(187) Bütün Müslüman ülkelerinden özellikle Hindistan Müslümanları, İran,Tu-nus, Cezayir, Rusya Müslümanları, Doğu Türkistan, Sumatra, Java, Malezya'dan büyük yardımlar gelmiş, Afganistan Sultam Amir Han da en yüksek yardımı yapan kişiler arasında yeralmıştı. Ve Nihayetinde Bu yardımlar sonrasında l Eylül 1900'da hicaz Demiryolu inşaatına başlanıldı. (188)

Osmanlı devleti, Hicaz demiryolu için yardım kampanyası başlatınca İngilizler Hindistan veMısır'daki gazeteleriyle bunu baltalamaya çalışarak Türkler'in Hicaz Demiryolunu yapacak kabiliyet ve iktidarda olmadıklarını,Müslümanları soymak içinyenibir bahane uydurduklarını, Müslümanlar'ın boş yere aldanıp para vermemelerini propaganda ediyorlardı.Mıasır'daki İngiliz konsolosu da halkı demiryolu aleyhine tahriketmiş, fakat bütün bu İngiliz propaganda ve tahrikleri biri netice vermemişti. (189)
30 Ağustos 1908'de Hicaz demiryolu faaliyete geçti. İstanbul'dan kalkan tren Medine-i Münevvere'ye kadar ulaşabiliyordu. İlk tren, İstanbul'dan gelen misaferlerle birlikte 27 Ağustos Perşembe günü, Şam şehrinden Medine istikametine hareket etmişti. Trende, devlet adamlarından müteşekkil kalabalık bir heyetten başka, yerli ve yabancı pekçok gazeteci bulunuyordu. Özel trenin bir büyük salon-vagonu, bir lokantası, bir cami vagonu ve üç yolcu vagonu vardı. Hız, o zaman için mükemmel sayılabilecek olan 40-60 km arasındaydı. Tren yalnızca iki şey için duruyordu. İkmal ve namaz...Çöl kumlan üzerinde cemaatle namaz kılınırken, ikmal için develerle su getiriliyordu. Tren 30 Ağustos Pazar günü öğleden sonra saat iki sularında Medine-i Münevvereye varıldı.

Makedonya ve Ermenistan gibi Osmanlı bütünlüğünden koparılmak istenen Arap illerinin dolayısıyla İslam beşiği topraklarının müdafası, İslam alemine, Kabeye doğru giden yolların telkin edeceği maddi ve manevi bağ ve bağlılık değeri ve bu değerin içinde, hac yolunun transit merkezlerini bu hat üzerinde toplayıcı ve bütün yolları Halifenin vatanına bağlayıcı özelliğiyle büyük bir ehemmiyet arzediyordu. Abdülhamid Han'ın bu demiryolu politikasıyla ince siyasetinin dehasını ortaya koyduğunu düşmanları tarafından itiraf edilmiş bir gerçek oldu. (190)

Aradan birkaç yıl geçtikten sonra İngiliz casusu Lavvrance, peşine taktığı bedevilerle Hicaz demiryoluna sabotajlar yaptı. Hicaz'daki isyanlar için bölgeye asker şevki yapılamadı. Ve nihayetinde Medine İngilizlerin komutasında Osmanlının elinden çıkmıştı.

aksavaşçı 12-27-2007 18:27

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
MERHAMET ADALETI ASINCA
Merkezi Selânikde bulunan üçüncü ordunun bazı subayları, İngiliz casusları tarafından bol para, makam ve çeşitli vaadlerle aldatıldı. 7 Temmuz'da teğmen Atıf tarafından Şemsî paşa öldürüldü. Masonların ve Yahudi destekçilerinin idare ettiği ve ellerinde İngiliz, Fransız silâhları bulunan hareket ordusu İstanbul'a yürüdü. Halîfe, merhametinin çokluğundan hazret-i Alînin içtihadına uyarak, bunlara karsı kovmadı. Böylece devleti ele geçirenler yasına ettiler.

Liderler Adil olmalıdırlar. Kimlere karşı nasıl merhamet edileceğini iyi hesaplamak zorundadırlar. Aksi takdirde sosyal dengenin bozulmasına sebep olabilirler.

Peygamberimiz zamanında, Mekke kâfirleri de, Medine'ye hücum edince, Peygamberimiz, Bedr, Uhud ve Hendek'de, az kuvvet ile cihâd ederek, bunların Medine'ye girmelerine mâni' oldu. Sultan Abdülhamid Han, İslam alimlerinin eserlerinden iktibas ettiğimiz Ayeti Kerimenin meali şerifi: (İsyan edenler ile harb edip, bunları itaate getirin!) emrine uymadı. İslam alimleri Sultan Abdülhamid Han'ın Peygamberimizin bu sünnetine ve bu farza uymadığı için, facia ve felâketlere sebep olduğunu belirtmektedirler.

II. Abdülhamid Han, herşeyin hesabını huzuri ilahide bir gün vereceğine inanarak ve insanların da felakete sürüklenmelerine gönlü razı olmayarak çok hassas davranır bu nedenle merhameti adaletine galip gelirdi. Merhamet ve şefkatindendir ki "hiçbir Müslüma-mn burnu kanamasın" diyerek O muhteşem saltanatı terketti.

Adalet lidere değil, lider adalete tabi olmalıdır.

II. Abdülhamid Han, adalet teşkilatını devrinin alim ve fadıl-larından olan Ahmed Cevdet Paşa (Mecelle'nin yazarı) ve Abdur-rahman Paşa'ya teslim etti. Her işe el atan, kendi eli olmadan hiçbir işe güvenmeyen Abdülhamid Han, Allah korkusu ve şeriat saygı ve sevgisiyle üstüne titrediği adalet sahasını en emin insanlara bıraktıktan sonra ona asla karışmaz, adalet cihazının istiklalini, kendi adına kaza icra edildiği halde, nefsinden ve makamından üstün tutardı. Adalet ona değil, o adalete tabiydi.

Memur tayinlerinde bile Sultan Abdülhamid Han'ın müdahale etmediği sadece bir sınıf memur vardı ki o da hakimlerdi. (192)

33 Yıllık saltanatı boyunca sadece bir kişinin idamını onay-
ladı.

II. Abdülhamid Han'ın devrinde sadece bir kişi bile onun iradesiyle öldürülmemiştir. Yine onun devrinde, hakimlerin verdiği haklı idam hükümlerinden de hiçbiri onun tarafından tasdik edilme-
mis ve bu cezalar daima süresiz hapse döndürülmüştür. Sadece sarayda meydana gelen bir olaydır ki o da idam fetvası veren Şeyhülislamın zoru ve sarayda cereyan etmesindeki nezaket ve padişahın merhameti istismara yeltenici karekteri bakımından tasdikle neticelenmiş ve faili Beşiktaş'ta asılmıştır. (193)

Sebebine gelince; Haremağası içtikten sonra rakibi haremağa-sının odasına girmiş ve onu tabancayla vurmuş ve daha başka numaralar yaptıktan sonra Padişahın odasına girmeye kadar yeltenmiş olan biriydi. Sultan Abdülhamid Han bu suçu işlemiş olan kişiyi dahi idam cezasının dışında tutma ihtimaline karşı bütün devlet büyükleri ayaklanmış ve Şeyhülislam huzuruna çıkarak;

"Şahane merhametinizi tebcil ederim, Fakat Şeriatın emriyle bu adam da idaı;ı edilmeyecek olursa, ortada ibret misali diye hiçbir şey kalmaz" diyerek cezanın tasdikini istemiş, Sultan da 33 yıllık saltanatı esnasında verdiği ilk ve son idam kararı olmuştur. (194)

Şeriatın ölüm cezası verdiği yerde affa giden Abdülhamid Han, bu hakkını da şeriatten alıyor ve her iki halde de şeriatın yolunda olmak üzere,daima merhameti ahirete tercih ediyordu. II. Abdülhamid Han'a yapılan iftiralar karşısında dayanamayan eski dahiliye nazırlarından Reşit Bey bir yazısında şunları söyleyecektir: "Ben artık ömrümün sonuna gelmiş bir insanım. Allahu Tealaya ve ebedi hayat ve hesap gününe inanıyorum. Artık insafa gelmenin ve hakikati göstermenin zamanı gelmiştir. Abdülhamid'in öldürdüğü tek insan mevcut değildir. " (195)

Mabeyn baş katibi Es'ad Bey, yazdığı "Hatırat-i Abdülhamid-i han-ı sani" isimli eserinde; Sultan'ın güzel ahlâkım, dîne olan bağlılığını, edep ve hayasının derecesini, aklım, ilmini, adaletini, millet için durmadan çalıştığını, hiç can yakmadığım, düşmanlarına bile iyilik ettiğini, masonların aldattıkları ve maşa olarak kullandıkları kişileri bile af ettiğini çok güzel bir şekilde anlatmaktadır.


aksavaşçı 12-27-2007 18:27

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
SÜRGÜN POLITIKASI
II. Abdülhamid Han. kendisini kukla gibi kullanmak isteyen ve hatta suikast, ölümle tehdit eden ve devlete zararlı olabilecek kuvvetli ve nüfuzlu devlet adamlarını İstanbul'da tutmayarak onları uzak yerlerde görevlendirdi. İhtilal provaları içerisinde yer alan paşalar bile hapis ve ölümle cezalandınlmayıp, mevcut görevlerine eş görevlerle İstanbul dışına sürüldüler. Aleyhte olan işsiz aydınlar bile kendilerine memuriyet verilerek İstanbul'dan uzaklaştırıldı. Merhametinin çokluğundan düşmanlarını bile sıkıntı çekmelerine gönlü razı değildi.

II. Abdülhamid Han, merhametinin çokluğu sebebiyle kanunlara uymayan ve bir görevden uzaklaştırılması gereken kişilere karşı sürgün politikası uygular, sürgünler, ekonomik yönden mağdur edilmez, kendilerine maaş bağlanarak sürülürlerdi. Bu tarz sürgünlerde bir kısmı hiçbir vazifeye sahip olmayan sadece bir maaşla ikamete memur edilir, bir kısmı da memuriyetle gönderilirdi.

Peyami Safa'nın Babası İsmail Safa

Merhum Necip Fazıl'dan nakledelim; "Bizzat Peyami Safa'dan dinlediğime göre (Boer)lere İngilizler tarafından yapılan şiddetli zulümler üzerine bütün Avrupa İngilizler aleyhine ayaklanırken, babası şair İsmail Safa, birkaç edebiyatçı arkadaşıyla İngiliz Elçiliğine gitmiş ve aynı muamelenin Türkiye'ye yapılmasını sefirden istemişler... Bundan sonra Peyami Safa'nın değil, benim fikrim olarak söyliyeyim ki, vatana hiyanet çapında ve idamlık bir suç olan bu harekete karşı Abdülhamid, İsmail Safa'yı oğlu Peyami iki yaşındayken Sivas'a sürmüş ve ayda bilmem kaç altın maaş bağlayarak orada oturtmuş...İsmail Safa da, Sivas'ta veremden ölmüş...

-Vay. hain Abdülhamid benim babamı öldürdü!

Peyami'nin kanaati buydu ve benden bir gün su cevabı almıştı:

-Abdülhamid senin babanı öldürmedi, kesesinden besledi. Ben onun yerinde olsaydım, babanı astırırdım!.

Yine Peyami Saf a'dan dinlediğime göre, Abdülhamid bu sürgün hakkında hesap soran İngiliz sefirine şöyle diyor:
-Siz burada yabancı bir devletin temsilcisi misiniz, yoksa beni murakabe etmeye memur bir fevkalade komiser mi? Huzurdan çıkı-
nız ve bir daha böyle mevzular üzerinde benden görüşme istemeyiniz! Aynı hareket, İngiltere'de yapılsa acaba yapana nasıl bir ceza verirdiniz diye sormaya lüzum görmüyorum!

Peyami'ye bu naklinden sonra şöyle demiştim:
-Ne yazık ki, ben bunu bilmediğim halde Abdülhamid'i haklı
görüyorum da sen, bile bile, onu takdir etmek için elinde en büyük
vesika varken aleyhinde bulunduruyorsun!..

Peyami Safa, Abdülhamid aleyhtarları arasında en hafifi, en zararsızıdır; ve bu aleyhtarlıkta ruh haleti herkesde daima birbirinin aynıdır. Tek fikir ve hakikat kaygısı olmayan nefs ve şahıs kini..." (196)

Sultan Abdülaziz ve Sultan V. Murat'ın hal'inde aktif rol oynamış olan Mithat Paşa'ya karşı II. Abdülhamid Han, daha şehzadeliği zamanında temkinli olmaya çalışıyordu.


aksavaşçı 12-27-2007 18:28

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
Abdülaziz Han'in ÖldürülmesiAbdülaziz Han, Sultan Abdülmecid Hanın vefatından sonra 1861 yılında, 32 yaşında padişah oldu.

Abdülaziz Han, güçlü kuvvetli, ata sporlarından güreşe, ciride, ava meraklı, kahraman yapılı bir hükümdardı. Halk kendisini sevmekte, ikinci bir Yavuz olarak görmekteydi. Üzerinde durduğu en mühim mesele ordu ve donanmanın yeniden tanzim edilmesi, yeni usullere göre tekamül ettirilmesiydi. Avrupa'dan elde edilen kredilerin pek çoğu bu sahada sarf edildi. Donanma, dünyanın sayılı donanmalarından birisi oldu. Nizamiye, ihtiyat, redif ve müstahfız adıyla 700.000'i aşkın askeri bir kuvvet hazırladı. Bunların top ve tüfek ihtiyaçları için de modern tesisler kurdurdu.

II. Abdülaziz Han, zeki, anlayışlı ve dünya siyasetine vakıf olduğu için saltanatının ikinci yılında (1863) Mısır'ı ziyaret etti. Kalabalık bir heyetle beraber, Mısır'a yapılan bu gezi çok gösterişli oldu. Yavuz Sultan Selim'den sonra Mısır'a gelen ilk Osmanlı sultanına halk çılgınca sevgi gösterilerinde bulundu. Sultan Abdülaziz. Kahire'yi at üstünde dolaştı. Bu seyahat Mısır halkının Hilafet makamına olan bağlılıkının güçlenmesini sağladı.

1867 yılında Paris'te açılan büyük bir sergiyi görmek için imparator Napolyon'un davetini kabul ederek Fransa'ya gitti. Oradan, ingiltere, Belçika, Almanya, Avusturya, Macaristan yoluyla memlekete döndü. Bu seyahatlerinde Fransa imparatoru Üçüncü Napolyon, İngiltere Kraliçesi Victoria, Belçika Kralı İkinci Leopold, Prusya Kralı Birinci Wilhelm, Avusturya İmparatoru ve Macaristan Kralı Birinci Fransuva-Josef, Romanya Prensi Birinci Karol ile görüştü. Sekiz ülkeye gitti. Beş hükümdarla görüştü. Ve bu seyahatlarının çoğunda şehzade Abdülhamid Han'ı yanında götürdü.

Balkanlarda Rusya ve diğer devletlerin desteklemesi ile çıkan isyanlar, devrinin en mühim hadiselerindeııdir. Rumeli ve Girit'teki gayri müslim halkın ayaklanmaları devletin başına büyük gaileler açtı. Karadağ, Sırp, Bulgar ve Girit isyanları ile hükümet hem nüfuz, hem de mali bakımdan kayıplara uğradı. Karadağ'a yapılan savaşlar kazanılarak bu mesele bir müddet için kapandı. Sırbistan'da bazı kalelerdeki askerlerin geri çekilmesi ile anlaşma yapıldı. Girit'teki isyan, başarılı bir askeri harekat ile bastırıldı.

Mahmud Nedim Paşanın sadareti, hem dışta hem de içte devletin itibarının sarsılmasına sebeb oldu. Tarafdarı olduğu Rus Sefiri İgnatiyef'in tavsiyeleri ile hareket eden Mahmud Nedim Paşa, aldığı kararlarla Avrupa devletlerinin tepkisini çekti. Bilhassa devletin senelik ödediği borcunu beş sene müddetle ödenmeyeceğini bildirmesi üzerine Avrupa'da Osmanlılar aleyhine gösteriler yapılmasına yol açtı. Zaten Rusya'nın da istediği buydu. Nitekim, Ruslar bu karışıklıktan faydalanarak Balkanlarda Panislavizm propagandasını yaygınlaştırıp büyük huzursuzluklar çıkardılar. 1875 yazında Bosna-Hersek'te isyanlar çıktı. Bunu Rusya'nın teşviki ile 1876'da Sırbistan'ın Osmanlı Devletine savaş ilanı takip etti. Osmanlı Devleti sıkıntılar içinde olmasına rağmen Sırbistan'ı kısa sürede mağlub etti. Ardından Bulgaristan'da karışıklıklar çıktı ise de mahalli kuvvetlerle bastırıldı.

Sultan Abdülaziz Han, Balkanlardaki tehlikeli gelişmeyi önlemeye çalışırken daha önce görevlerinden azl edilmiş bulunan Hüseyin Avni, Midhat, Mütercim Rüşdi paşalar ile Hasan Hayrullah Efendi ihtilal hazırlığı yapıyorlardı. Bilhassa Hüseyin Avni Paşa, Mahmud Nedim Paşa tarafından azledilip, sürüldüğü için padişaha kin bağlamıştı. "Kinim dinimdir" diyen bu adam, padişahı tahttan indirip öldürmeye karar verdi. Londra'ya gidip İngilizlerle bu işi planladı. İkinci adam olan Midhat Paşa ise, batı kültüründen ve din bilgilerinden tamamen yoksun birisiydi. Tuna valiliği zamanında yaptığı işler, bilhassa İngilizler tarafından reklam edilerek şişirilmişti. İçki masalarında devlete ait kararlar alırdı. Memleketi kurtaracak tek insanın kendisi olduğuna inanırdı

Hüseyin Avni, Midhat, Mütercim Rüşdi ve Süleyman paşalar, padişahın tahttan düşürülmesi için geniş bir propagandaya giriştiler. Halkın gözünde Sultan'ı küçültmek için çeşitli iftiralar yaydılar. 30 Mayıs 1876 Cuma günü sabahı, saat 04.30'da harekete geçtiler. Taşkışla'dan gelen taburlarla, Mekteb-i Harbiyyenin 300 kadar talebesi, Dolmabahçe Sarayını çevirdi. Donanma da deniz tarafını kontrol altına aldı. Sultan Abdülaziz Han kayıkla alınıp, Topkapı Sarayına götürülerek, Sultan Üçüncü Selim Hanın şehid edildiği odaya hapsedildi. Sonra Fer'iyye Sarayına götürüldü.

4 Haziran 1876'da Avni Paşa, çoktan planlamış olduğu cinayeti saraydan elde ettiği adamlarına yaptırdı. Cezayirli Mustafa Pehlivan, Mabeyinci Fahri Bey, Yozgatlı Pehlivan Mustafa Çavuş ve Boyabatlı Hacı Mehmed Pehlivan, Sultan Abdülaziz Hanın kaldığı odaya zorla girdiler. Büyük mücadeleden sonra iki bileklerini kesip dışarı kaçtılar. Avni Paşa çığlıkları duyar duymaz, Kuzguncuk'taki yalısından Fer'iyye Sarayına geldi. Henüz ölmemiş olan Sultan Abdülaziz Han, pencereden çıkartılan adi bir perdeye sarılarak yakın bir karakola nakledildi. Ölüm raporunu imzalamak istemeyen iki doktordan birini Avni Paşa hemen Trablusgarb'a sürdü. Diğerinin de apoletlerini söktü. Üç pehlivana maaş bağlanarak gerçeği açıklamaları önlendi. Sultan Abdülaziz'in naaşım yıkayan imamlar, sonradan verdikleri ifadelerde, Sultanın iki dişinin kırık olduğunu, sakalının sol tarafının yolunduğunu, sol memesinin altında büyük bir çürüğün bulunduğunu belirtmişlerdir. Pehlivanlar da, yaptıklarını sonra itiraf etmişlerdir. İsmail Hami Danişmend 5 ciltlik İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi adlı kitabında Sultanın ölüm sebebinin intihar olmayıp, cinayet olduğunu 31 delil ile izah etmektedir. İntihar eden bir kimsenin iki bileğini küçük bir makasla kendisinin derince kesmesi adli tıbba göre mümkün değildir. Sultanın cenazesi 5 Haziran 1876 günü büyük bir merasimle kaldırıldı. Babası Sultan İkinci Mahmud Hanın Çemberlitaş'taki türbesine defnedildi.


aksavaşçı 12-27-2007 18:28

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
SALTANAT
Abdülhamid Efendi'y i büyük bir görev ve sorumluluk bekliyordu. Kendisine şimdi Sultanlık teklif edilecekti. O vatan ve milletin selameti için bu fırsatı kaçırmayacaktı:

"Tarihin acımasız çarkını, İmparatorluğu korumak, daha da iyisi, onu onarmak için durdurmak zorundaydım. Bu nedenle, ne derece tehlikeli olursa olsun, Mithat Paşa'nın söndüğü fırsatı yakalamaya kararlıydım. Görevimi beni ona çağırıyor, iradem beni oraya itiyordu." (197)

Bilahare Abdülhamid Han, Mithat ve Rüştü paşalarla yaptığı görüşmeyi şu şekilde dile getirecektir:

"Biraderim Sultan Murat'ın hastalığı üzerine bana gelmişlerdi. Bana sordular: Hükümet şekillerinden hangisini tercih buyurursunuz? Meşrutiyet'i mi, yoksa mutlakiyeti mi? Dediler. Ben kendile-126 rine cevaben, Avusturya imparatoru, Macaristan'a gider, başına Ma-* car şapkasını giyer, Macar olur. Avusturya'ya gider oralı olur. Bu misali vermekten maksadım, yani biri gemi kaptanı nasıl ki icabe-den hale göre gemisine kumanda verir ve idare ederse, ben de kumanda mevkiine geçince, memleketin selameti hangi idare şeklinde olduğuna kanaat hasıl edersem, onu ihtiyar ederim dedim...Onlar benim bu cevabımı kafi görmediler. Ama bunu bana hissettirmediler, fakat ben anladım. Fikrimi daha açıkça söylemek icap etti. Onun için şu sözleri de ilave ettim. Benim şimdiki kanaatim şekli meşru olan meşrutiyettir. Çünkü mutlakiyyet idaresinde iyi kötü her işte mesuliyet hükümdara aittir. Yönetici ve diğer alakadarlar, hiçbir mesuliyet kabul etmezler. Fakat Meşrutiyet'te böyle değildir. Hükümdar daha az mesuliyet altında kalır. Bütün mesuliyet idarecilere aittir. Dedikten sonra güldüm. Latife olsun diye. Bilmem amma belki bu, sizin işinize gelmez dedim. Onlar da gülüştüler. Sonra ben de onlara "Eh söyleyin bakalım; Bu babtan sizin fikriniz nedir? Diye sordum. Rüştü Paşa fikrini açıkça söyledi. Onun düşüncesi, bizde daha Meşrutiyet olmayacağı merkezinde idi..."(198)

Mithat ve Rüştü Paşalar, Sultan V. Murad'ın Hal'i ve Abdülhamid Etendi'nin tahta çıkmasına kesin karar verdiler.Ve Abdülhamid Han, Tahta çıkmış, kendisini tebrik için ziyarete gelenlere şu nasihati etmiştir:

"Devletimizin halini düzeltmek için birliğe muhtacız. Nazarımda birlik her kuvvete faiktır. İttifak, yöneticilerden başlayıp, tabaka tabaka herkesin zihninde yerleşmelidir. Ve umur-u devlet de bu noktaya tevcih etmelidir. Bu encümenin tertibi de aranızda zeval bulmaz bir ittifak rabıtasını tesis etmek maksadına mebni olduğundan ümit ederim ki siz de bu niyetimi iyi karşılarsınız. Bunun için meselenin birliğini daima faaliyetlerinizle ispat etmenizi emir ve tavsiye ederim. "


aksavaşçı 12-27-2007 18:28

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
HALK IÇINDE OLMAK
Dolmabahçe Sarayı'nda oturan Sultan, tahta çıkışının ilk günlerinden başlamak üzere halkın arasında bulunuyor, halkın oturduğu yerde oturuyor, halk ile birlikte namaz kılıyor, halkın dertlerini dinliyor ve halkın ne istediğini, hastalığın nasıl teşhis edileceğini araştırıyordu.

Sultan, Rüştü ve Talat Paşalar tarafından kendisinin bir kukla gibi kullanılmak istendiğini biliyordu. Fakat kukla olmayacak, Osmanlı devletini ayakta tutmak ve halka hizmet için hertürlü sıkıntıya girmeye başvuracaktı.


aksavaşçı 12-27-2007 18:29

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
MEMLEKET MENFAATI
Mithat Paşa ve taraftarlarının Avrupalılara yaranmak için hazırladıkları ve Sultan İkinci Abdülhamid Han'a kabul ettirdikleri Kanuni-i Esasi 23 Aralık 1876'da ilan edildi. Kanuni esasi, Batılılara şirin gözükmek ve Gayri Müslimlerin haklarının Müslümanlarla eşit hale getirilmesi maksadına matuftu. Nitekim Kanuni Esasi ilan edildiğini bildiren top sesleri duyulunca o sırada Batılı devletlerin Osmanlı'daki gayri Müslim tebaayla ilgili yeni düzenlemeleri zorla yaptırmak üzere toplandıkları İstanbul Konferansı, Haliç Tersanesinde devam ediyordu. Hariciye Nazırı Saffet Paşa;

"Bu işittiğimiz top sesleri Kanun-i esasinin ilanını müjdelemektedir. Gayri Müslimlerin haklarının Müslümanlarla eşit hale ge-

tirildiğini belirtmektedir. Artık toplantımız lüzumsuz olur" dediyse de Avrupalı devletler Kanu-i esasi çocuk oyuncağıdır diyerek karşılık verdiler. (199)

Cahil, şöhret, Mevki ve makam peşinde koşan yöneticiler büyük felaketlere sebep olurlar.

Halk o zaman Mithat Paşa'yı bir kurtarıcı gibi görmekte idi. II. Abdülhamid Han, Kanuni Esasi hakkında

"Madem ki millet, kendi mukadderatını bir de kendisi idare etmek tecrümesinde bulunmak istiyor, milletin istediği olsun dedim ve eldeki layihalar arasında Mithat Paşa'nm küçük bir düzeltme ile onaylayarak bilinen Hatt-ı Hümayunu çıkardım. Mithat Paşa'nm layihasını öncelikle kabul etmek zorundaydım. Çünkü Mithat adının ebced hesabıyla "Deva-i Devlet" olduğunu keşf ve ilan etmiş olan hasta bir halka, yine onun hazırladığı devayı vermek zorundaydım...Başka türlü susturamazdım." (200)

II. Abdülhamid Han, milletin menfaatine olacak herşeyi yapmaya hazır idi. Nitekim bir keresinde Tahsin Paşa'ya : "Bir hükümdar için lazım olan şey memleketin menfaatidir. Eğer bu menfaat Kanun-u Esasinin ilanında ise, o yapılır; fakat iyi tatbik olunur mu, Türkün menfaati mahfuz kalır mı. burasını kestiremiyorum." Diyordu.

Kanuni Esasinin ilanını Hıristiyanlar ve diğer azınlıklar sevinçle karşıladı. Mithat Paşa, Ermeni ve Patrikleri ziyaret etti. Ve Kanuni esasinin uygulanması için onlardan destek istedi. Böylece Osmanlı tarihinde ilk defa bir Sadrazam Ermeni ve Rum patriklerini ziyaret ediyordu. (201)

O dönemle ilgili Abdurrahman Şerefin tespitleri ilginçtir;

"Kanuni esasi ilam bir dahili ihtiyacı tatmin ettikten başka, ortaya çıkmış olan siyasi pürüzü hafifletmeye ve dindirmeye yardımcı olması için bir parmağa sürülen bal gibi ortaya konmuştu. İçte tesiri gençler ve safdillerce hasıl oldu ama dışta ihtiyat ile karşılandı. Rusya başbakanı Gorcakof ise; maymun taklitçiliği tabirini kullan-

mıştı. İngiliz basını, tatbikattaki problemlere dair uzun makaleler ve neşriyat yapıyordu. Aklımız bir karış yukarıda gezen bizler de onları bilgisizlikle suçluyorduk. Bir gün Mektebri Sultam Müdürü Sani-si (İkinci Müdürü) mösyö Grane ile görüştüm. Tarih öğretmenliğinden yetişmiş bu ihtiyar bana "geçirdiğiniz şekil değiştirmede yeni usûlden doğabilecek sarsıntılara memleketinizin hayırlısıyla mukavemet etmesi temennimdir. Zira bu çeşit inkılaplara alışkın olmayan milletlerde dayanılmaz sarsıntılar meydana gelir" demişti. Ben ise ihtiyar öğretmenin sözlerine kulak bile asmadım. Çünkü Kanuni Esasinin ilanıyla memleketimizin, tarihinde okuduğumuz ingiltere gibi olduğu zannı içinde idim."(202)

İşte bir ilacın her bünyeye uygun olacağını zanneden bir gençliğin, Yeni Osmanlı gençliğinin durumu. Aşağı Yukarı Mithat Paşa ve arkadaşlarını destekleyen gençliğin,kişilerin durumu bundan ibaretti.

Mithat Paşa ve arkadaşaları Sultan Abdülhamid Han'ın hiçbir işe karışmamasını bir kukla olarak kalmasının taraftarı idi ve bu şe- 129 kilde kendisini tahta çıkarttıklarım ima ediyordu. Ama Sultan Ab- • dülhamid, bunu kabul etmiyor, mücadelesine devam ediyordu.

Tersane (İstanbul) Konferansı, Balkan Krizine bir çözüm yolu bulmak amacıyla 23 Aralık 1876'da altı Avrupa devleti delegesinin katılmasıyla toplandı. Konferans'in Osmanlı Devleti aleyhine olan kararlarını atıl bırakmak gereçekçesiyle Meşrutiyet'in (Kanun-i Esasi'nin) ilanı da bu güne denk getirilmişti.

İstanbul Konferansı'nda Büyük Devletlerin delegelerinin Osmanlı devletine kabul ettirmek istedikleri yenilik şartları çok ağırdı. Adeta Balkanlar için Bir sevr andlaşması özelliğindeydi. Sırbistan ve Karadağ'da harpten önceki statüko korunacak, yalnız ileride bir ihtilaf çıkmasını önlemek için adı geçen iki prensliğe bir miktar toprak bırakılacaktı. Bosna-Hersek ve Tuna vilayeti dışında Bulgaristan'a muhtariyet verilecekti. Osmanlı askeri buralarda yalnız kalelerde kalabilecek, ahalinin elindeki silahlar toplanacak. Müslümanlar ve Hıristiyanlar'dan meclisler kurulacak, mahalli gelirlerin bir kısmı hazineye aktarılacak, iş bu teşkilatın icrasına uluslararası bir komisyon nezaret edecekti. (203)

Bilhassa İngiliz delegesi, Ruslara karşı üstünlük elde etmek gayesiyle İstanbul Konferansı şartlarının kabulünü istiyor ve bu hususta Padişah ile Mithat Paşa ile görüşüyordu. Mithat Paşa ülkenin felaketine sebebiyet verecek bu kararlara karşı göğüs gereceğini Kanuni Esasi'nin çıkması ile buna gerek kalmadığını belirtiyor ve kabul etmiyordu.


aksavaşçı 12-27-2007 18:29

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
MITHAT PASA'NIN INGILIZLERDEN TALEBI
Bununla birlikte "Kanuni Esasi"nin korunması ve tatbiki için hukuk danışmam Krikor Odyan Efendi'yi gizlice Londra'ya göndererek İngiliz desteğini istedi. 10 Ocak 1877'de Londra'ya ulaşan Odyan Efendi, Mithat Paşa'nm mektubunu İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Debre'ye verdi. Mithat Paşa mektubunda; "Reformları öngören Anayasa'nın uygulanmasını Büyük Devletler'in güvencesi altına almasını, yani uygulamanın Babıali için uluslararası bir zorunluluk haline sokulmasını önerdi. ..Padişah, Avrupa şemsiyesi altındaki Anayasa'yı kolay kolay çiğneyemeyecek, değiştiremeyecek ve 130 rafa kaldıramayacaktı. Bu şekilde Balkan Slavları için hak arayışın-• daki Avrupa'yı ve özellikle Rusya'yı surturmayı, öte yandan Sultan Abdülhamid Han'ın elini kolunu bağlamayı amaçlıyordu.

Bu talep Avrupalı Devletlerin Osmanlının içişlerine karışması demekti. Buna rağmen İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Debry, Mithat Paşa'nm teklifini red etmiş, bu konuların tartışma yerinin Londra değil, İstanbul Konferansı olduğunu söylemiştir. (204)

Mithat Paşa'nm bu işini haber alan Padişah kalır olmuş ve bu konuda şunları söylemiştir;

"Mithat Paşa en yakın çalışma arkadaşlarından biri olan Anayasa yazıcılarından Odyan Efendi'yi sözlü bir mesaj ve Britanya hükümeti için eliyle yazdığ bir mektupla Londra'ya göndermişti. Bir Anayasa elde etmekle öğünüyor ve vaadlerimden dönmek durumunda onu güvenceye almalarını İngiltere'den istiyordu. Karşılğın-da da bu devlete, onun şevketli ilgisine layık olabilmek için, dileyeceği bütün hizmetleri yerine getirme taahhüdünde bulunuyordu. Dehşete kapılmaktan ziyade daha da allak bullak olmuştum. İmparatorluk'un en üst düzeyindeki sorumlulardan birisinin, hükümdar-larının yetkilerini kırpmak için bir yabancı gücün müdahalesini dilenmesini aklım almıyordu. Çevrem öfkemden haberdar olmuştu. Mithattan nefret eden çalışma arkadaşlarım ellerimi ovuşturuyorlardı. Ona çoktan istifasını vermiş... daha da iyisi, hapse atılmış ve yargılanmış gözü ile bakıyordum."


aksavaşçı 12-27-2007 18:30

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
KİN
"Kinim Dinimdir" diyen Mithat Paşa'dan Abdülhamid Han her zaman çekinmiştir. Mithat Paşa'ya karşı takip ettiği siyaseti Mahmut Celaleddin Paşa'dana dinliyelim:

" Gerçi, tahttan indirmek içindeki rolü sebebiyle Mithat Paşa'nm da devlet idaresinden uzaklaştırılması Saray'ca gerekli görülüyordu. Fakat halk arasındaki şöhreti sebebiyle, cülusu müteakip böyle bir yola gitmek uygun görülmediğinden, bir defa onun da sadrazamlığa getirilmesi daha sonra ikbalinin zirvesinden düşürülmesi şekli tercih edilmişti." (205)

Sultan Abdülhamid Han da şöyle diyecektir:

"Mithat Paşa, hal'işine karışmakla, idare adamı olmaktan çıkarak ihtilalciler sınıfına geçti. Hükümdarların hiçbiri hal' işine karımış bir adama güven duyamaz. Meğer ki, hal edilen hükümdar yerine geçenin can düşmanı olsun. Ve dünyada hiçbir ihtilalci görülmemiştir ki, yıkmakta gösterdiği başarıyı yapmakta da göstermiş olsun..."

aksavaşçı 12-27-2007 18:30

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
RUSYA'YA KARSI ZORLU MÜCADELE
Rusya, Osmanlıyı tehdit ediyor, Balkanlarda bir kargaşa ve bağımsızlık hareketi başlatıyordu. Mithat Paşa ise Rus ile herhangi bir savaş ihtimalinde İngilizler'in Osmanlı'nın yanında savaşa gireceğine inanıyor ve onlara güveniyordu.

Abdülhamid Han, Rusya'ya karşı devamlı temkinli, en yakınımızda gayet büyük ve korkunç bir düşman olduğunu belirtirdi.

Mithat Paşa gerektiğinde harp istiyordu. Sultan Abdülhamid

Han ise aksine harbi istemiyor, harbin kazanılsa bile felaket olduğuna inanıyordu. Harp çıkmasından çekinen Sultan, Mithat Paşa'dan konferans kararlarının değiştirilerek kabulü ile harbin önüne geçilmesini istemiş, fakat bunu başaramamıştı. Hatta bu uğurda onu azil ile Rüştü Paşa'yı yeniden sadarete getirmeyi bile düşünmüştü.

Paşayı saraya çağırarak : "Paşa Hazretleri! Sizi buraya çağırmanın sebebi, Konferans'in kararı Babıali'de Meclis-i Unıumi'ye konulup müzakere olunacatır. Bunun üzerine hazırlanan raporun birkaç yerinin değiştirilerek kabulünü Mithat Paşa'ya söyledimse de kabul etmedi. Raporun içindekiler bütün devleti savaşa sevk için meydan okuyor. Devletlerden müttefikimiz yoktur. O ise vardır diye ısrar ediyor. Saffet Paşa da iki derede bir arada kalmış adam gibi ne yapacağını bilmeyip, ağlıyor. Bana gelince ağlayıp, Mithat Paşa'ya gidence ne diyeceğini bilmiyor. Benim nazarımda Saffet Paşa'dan başka kimse göremiyorum. Sizin ise Anadolu'lu bir Türk ve pederim zamanından beri devletin nan-ı nimetiyle nimetlenmiş, tec-, 22 rübeli bir zat olduğunu biliyorum. Sizi makama getireyim. Meclis-i —j— Umumi'de devlet için ileride meydana gelecek sıkıntıyı bildirin. Benim arzumun da bu olduğunu bildirin." (207)

Savaşları kazananlar da kaybederler.

Sultan, İstanbul Konferansından istediği kararlan çıkartama-mıştı. Bunu, özellikle Mithat Paşa'nm altından çıktığına inanıyordu. Mithat Paşa sadarete getirilince Sultan Abdülhamid Han onu sıkı bir takibe almıştı. Özellikle, Sadrazam'ın konağında olup bitenleri yakından izliyordu. Paşa'nm konağı, Kanuni Esasi ilanının müteakip yeni Osmanlılar'ın sürekli toplantı yeri olmuştu. Her akşam burada içki içiliyor,sarhoşluğun tesir ile sultan'm kulağna kadar gelen ve onu rahatsız edici uygunsuz konuşmalar yapılıyordu. (208)

" devrid ü bürid ü şekest ü bi best"

Mithat Paşa aynı zamanda sözlerine itiraz edenlere derin kin duyar, yüzüne karşı meth edilmekten de aşan hoşlanırdı. Bu ise liderliğin, yöneticiliğin en zayıf yönlerindenden olup onların felaketini hazırlayan sebeplerdir.
Mithat Paşa'nm mizacı diktatörceydi. "Yıkıcı atılganlığı ile nam salmış olup, her işte kendi görüşüne tutkun olmakla dediğim dedik bir adamdı. Yükselmek hırsı ile dolu olduğu için 'Yeni Osmanlılar' adını alan cemiyetin başkanlığına geçerek 600 yıllık devletin yapısını bir anda değiştirmek, ülke ve milletin törelerini ve geleneklerini istediği kalıba sokmak gibi elde edilmesi imkansız bir kudretin kendisinde bulunduğunu sanmış ve çok defa "devrid ü bürid ü şekest ü bi best" (parsaladı, kesti, kırdı ve bağladı) şiirini anarak, devletin idare ağını parçalamayı, saltanatın otoritesini kırmayı kafasına koymuştu" (209)

Haddini Bilmek

Sultan Abdülhamid Han Mithat Paşa hakkında şunları ifade etmektedir;

"Sadrazam olduğunun ilk gününden itibaren bana adeta emir verir kesildi. Ve işlerinde Meşrutiyet'ten ziyade istibdada yatkındı. Mithat Paşa'yı yakından tanıyanlar rey ve icaraatında ne kadar müstebid (katı) olduğunu gizlemezler. Paşa, hürriyeti yalnız nefsi için istiyordu. Diyorlar ki, bizde Kanuni Esasi'yi Koyan Mithat Pa-şa'dır. Halbuki o öteden beri Meşrutiyet taraftan idi Lakin ismini bazı kitaplarda, methini işitmekle hasıl olmuş bir taraftarlıktı. Mithat Paşa, Meşrutiyet idaresinin Avrupa'da temin etmiş olduğu faydaları yalnız görmüş, fakat bu ilerlemenin diğer sebeplerini tetkik etmemiştir. Sulfatömör, her hastalığa, her bünyeye yaramadığı gibi usul-i Meşrutiyet de her kavme her milletin bünyesine fayda olmayacağını zannederim. Şimdi ise ( 1. Meşrutiyet'in tatili yıllarında) zararlı bulunduğuna eminim. Mithat Paşa, Kanuni Esasi'nin behemehal ilan olunmasını teklif ettiği zaman hiçbir devletin Kanuni Esasi'ni tetkik etmemiş ve bu babta esaslı bir fikir edinememiş idi. Rehberi Odyan Efendi idi. Odyan Efendi ise, o zaman bile bizde en mümtaz bir hukukşinas değildi. Zannederim ki, bu bilgisizlik Mithat Paşa ile Taif Kalesi'ne kadar beraber gitti." (210)

Mithat Paşa, aynı zamanda Sultan'a gayri Müslimlerden vali tayin edilmesi ve bunların da harp okuluna alınmasını isteyen bir dilekçe göndermişti. Abdülhamid Han ise bunu kabul etmeyerek : "Devletin temelini yıkacak olan istekler" şeklinde nitelendiriyordu. (211)

II. Abdülhamid Han'ı bir kukla gibi kullanamayacağını anlayan Mithat Paşa, sert bir mektup yazmaya karar verir. Bu mektubunda: "Meşrutiyeti getirmek ve ilandan maksadımız İstibdadı ortadan kaldırmak ve Zat-i Şahanenizi vazifesinde ikaz ve vükelayı devletin vazifesini tayin ve milletimizin meyamnda süratli gelişmeyi tamin edip elbirliğiyle ve gerçekten memleketin ıslahına çalışmaktır...Padişahım, Osmanlılar, kendi kendilerini ıslah ve idare iktidarına haiz olmalıdırlar. Usul-i Meşrutiyetle idare olunan her memlekette nizam nedir bilir misiniz? Tarife hacet yoktur. Bendenize emniyet ediniz efendim, bununla beraber rical-i milletten de emini olunuz..." (212)

Sultan'a karşı takındığı bu tavırları neticesinde 5 Şubat 1877 günü sürgüne gönderildi. Ve ne İngiltere'den ne de halktan beklediği tepkiyi bulamadı.

II. Abdülhamid Han, bu konuya şu şekilde değinir: "Mithat Paşa, sadaretinde milletin kendisini sevdiğine o kadar inanmıştı ki, azlettiğim anda büyük bir ihtilal çıkarak benim hal' ve belki de idam edileceğimi bile saklamaya gerek görmedi. Halbuki, ben onu Avrupa'ya uzaklaştırdığım zaman, hiç kimse ağzını açmadığı gibi, birçok vezirler ve devletadamları beni kutlamışlar, şairler bana övgüler, ona yergiler yazarak, gazetelerle, kitaplar bunları yayınlamışlardı...

Kendisine hürriyet vermiş olan bir velinimetinin, henüz eserinin mürekkebi kurumadan, sadaretten ve memleketten uzaklaştarıl-masına halkın suskunluğu, aydının teşekkür ettiği bir memleketin Meşrutiyet idaresine ne kadar layık olduğunu ben söylemek istemem. Beni istibdad idaresinin en büyük taraftarı ve dünypamn en büyük müstebidi ilan edenler, hakikati hiç olmazsa ben dünyadan el çektikten sonra itiraf etsinler ve onlar da benden el çeksinler..."

aksavaşçı 12-27-2007 18:30

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
BIR KARIS TOPRAK UGRUNA
Yeni birTürk-Rus Harbi'nin çıkıp çıkmaması, Osmanlı Devletinin İstanbul Konferansı kararlarını kabul edip etmemesine bağlanmış görünüyordu. Bu kararlar. 18 Ocak'ta toplanan Meclis-i Umumi'de rededildi. Böylece Harbin olma ihtimali çok yükseldi. Rusya, Avrupa devletlerinden çekinerek taleplerini de azaltmıştı.31 Mart tarihinde Londra'da Büyükelçiler arasında "Londra Protokolü" adıyla anılan bir protokol imzalandı. Protokolde, İstanbul Konferansı kararlarında Osmanlı Devleti lehine değişiklik yapılıyordu. Osmanlı Meclis-i Mebusam bu protoklu 10 Nisan'da redet-ti. İngiltere'den çekinmeye devam eden Rusya, bir adım daha gerileyerek Petersburg'a bir elçi gönderilmesinin vaadedilmesini ve Karadağ'a yalnızca Nikşik kazasının verilmesini istedi. Bulgarlar sindirilmiş, Sırbistan'la sulh yapılmış, sıra Karadağ ile barış andlaş-masına gelmişti. Ona Nikşik verilse idi iş bitecekti. Burada Müslüman bulunmayan Türk düşmanı bir ilçe idi. Rus Çarı da giderek bütün isteklerini bu ilçenin Karadağ'a verilmesine kadar indirgemiş, verilmesi halinde harbin önüne geçileceğini, aksi takdirde bunun kendisi için bir "onur meselesi" yapılacağını söylemişti. Bu istek de Meclis-i Mebusan'da "bir karış dahi olsa toprak vermeyiz" denilerek retedilince, sulh müzakereleri için gelen "Karadağ memurları" İstanbul'u terk ile Hocabey (Odesa) yolu ile Kişnev ordugahına giderek ve Rus İmparatorunun himayesine sığınarak kendisinden yar- 135 dım vaadi almışlardı ki, bu keyfiyet Rusya ile harbin açılmasına • başlıca sebep oldu.

II. Abdülhamid Han, harp istemiyor. Osmanlı devleti için bir felaket olduğunu, devletin içindeki iç çatışmanın yanında dışta bir başarı elde etmesinin zor olacağım çok iyi biliyordu. Ama dinletemedi.

Harp taraftarlarının başını çeken Mithat Paşa, Konferans kararlarını kabullenmektense harbi tercih ediyordu. Genlerde bu uğurda doldurulmuştu. Medrese talebeleri Saray'n önüne gelerek "harp isteriz" diye bağırıyordu. Sultan Abdülhamid Han bu konuda şunları yazar: "Zat-ı Şahaneyi oraya (Saray'ın meydanına) kadar devletle biz muhabere isteriz, mutlaka muharebe olmalıdır. Padişah 11 sen gençsin korkma, bizim milyonu aşkın askerimiz vardır, biz gömleğimize varıncaya kadar fedakarlığa hazırız" (Kocabaş)

Hatta Sultan, V. Murat'ın tekrar tahta çıkarılması söylentileri ve kendisinin "Moskof taraftan" olması propagandasıyla savaş lehine iyice sıkıştırılmış, bu sebeplerden hastalanmıştı.
Meclis-i Mebusan'da Rus, Ermeni. Yahudi azınlıklar da vardı. Bunlar bilhassa bir harbin çıkmasında Mithat Paşa'yı destekliyordu. Aynı zamanda Mithat Paşa Sultan'ı yanlış bilgilendiriyordu. Mithat Paşa'nın her zaman 500 bin askerimizin hazır olduğundan sözetme-si, askeri yönetimin defter kayıtlarına dayanıyordu. Gerçek durum ve askerin gönderilmesi işi bunun askerlik kertesini ve ihtiyatlar da içinde olduğu halde toplanan askerlerin değerinin yetersizliğini ortaya koydu.

Milletin bu kadar dahili karışıklarla uğraştıktan sonra Rusya gibi güçlü bir devletle, müttefiksiz olarak savaşa girecek güçte olmadığı delillerle ortadaydı. Böyle iken, savaşın çıkmasını çabuklaştırmaktan başka tedbirler alınmadı ve meclislerde ""Atı-yedi yüzbin silahlı askerimiz hazırdır, durumumuzu harpten başka bir şey düzeltmez gibi sözler söylemekten geri durulmadı. (214)

Savaş hazırlığı olmadan savaşa kalkışmak en büyük ahmaklıktır.

İngiliz delegesi Salisbury Sultan'ı ve Sadrazam Mithat Paşa'yı devamlı harbin Türkiye için felaket olacağı, İngiltere'nin destek vermeyeceği uyarısına rağmen Mithat Paşa diretiyordu. Bunun üzerine Sultan Abdülhamid Han, Mithat, Saffet, Namık, Said ve Redif Paşalar'la Şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi'nin katıldıkları toplantıda, onlara şunları söyliyecektir:

"Ahali ve herkese Rusya ile savaşacak yedi yüz bin asker olduğunu bildiriyorsunuz. Halbuki Ahmet Muhtar Paşa'dan alınan telgrafta 300 bin asker yerine 30 bin asker olduğunu bildiriyor-lar.Lord Salisbury da böyle bir uyarmada bulunuyor. Halbuki siz şimdiye kadar İngiltere'nin Devlet-i Aliyye'nin dostu olduğunu, her hususta birlik olduğunu, yardım edeceğini, gerek bana ve gerekse gazetelerle halka açıklamış bulunuyorsunuz. İngiltere devletinin resmi delegesi bir savaş halinde İngiltere'nin Devlet-i Aliyye'ye yardım etmeyeceğini resmen bildirmiştir. Bu durumda beni ve halkı aldattığınız, kandırdığınız anlaşılıyor. Avusturya'nın Bosna-Her-sek hakkında Rusya ile ittifak halinde olduğu da bilinmektedir. Yu-nanlılar'ın niyetleri de malum...Devlet, Karadağ'a karşı 30-40 bin asker bulundurmak zorundadır. Devletin elindeki tüfek cephane de

ek******. Bu durumda savaşa girmek büyük sorumluluktur. Bundan daha büyük alçaklık tasarlanamaz. Bir taraftan softalar Saray'a kadar gelip savaş diye bağırıyor, öte yandan da en küçük çocuklar ellerinde tüfeklerle gösteri yapıyorlar. Uykumu ve sıhhatimi yitirdim. Bu duruma acele ve kesin bir çare bulunmalıdır." (215) Bu sert ikaza rağmen "İngilizler bize vaat ediyorlar" diyerek direten Mithat Paşa devleti acımasız bir harbin pençesine terk edecektir.

Ve nihayetinde Rusya, 24 Nisan 1877 tarihinde Osmanlı devletine harp ilan etti. II. dülhamid Han'ın tahmin ettiği gibi Osmanlı yalnız kalmıd


aksavaşçı 12-27-2007 18:31

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
KAHRAMANLIK
II. Abdülhamid Han, komutanların ehliyetsizlikleri sebebiyle harbe müdahele etti. Fakat bütün çabalarına rağmen maalesef harp keybedildi. Edirne Ruslar'ın eline geçince ateşkes ve sulh istendi.

Sulhun istendiği 1878 Şubat'ında Osmanlı devleti en buhranlı günlerini yaşıyordu. Başkent İstanbul kaybedilme tehlikesiyle karşı karşıya idi. Rus orduları buraya bir günlük mesafede bulunuyordu. Bunun üzerine Sultan Abdülhamid Han, Rus ordusu Başkomutanı Grandük Nikola'ya bir mektup yazarak İstanbul'a girmemesi için onu uyardı. Mektubunda şöyle diyordu:

"Eğer İstanbul'a girmeye teşebbüs ederseniz, şimdi Mesudiye Zırhlısı'na bizzat bineceğim, Ayastefanos önüne gelip Rus ordusunu topa tutacağım. Şayet mağlup olursam, cephaneliği ateşe verip berhava olacağım. (216)

Grandük Nikola'nın Osmanlı Donanmasının teslimi isteğine ise cevabı şu olmuştur: "...Yeminle beyan ederim ki, Donanma-ı Humayun'un elden çıkarılmasına katiyyen rey ve rızam yoktur. Her türlü fedekarlığı eder, fakat donanma maddesini esasından reddederim. Ve mucip sebeplerini dahi beyana muktedirim. İcabında donanmayı kayıp etmemek için canımı fedaya hazırım."

Sultan, Osmanlı devletinin harbe hazır olmadığını, Meşrutiyet meclisinden İstanbul Konferansı kararlarının tadil edilerek kabul

edilmesini istemişti. Bu durum, Nikşık kazasının Karadağ'a verilmesi ve Petersburg'a bir elçi gönderilmesi noktasına kadar gelmişti. Meclis-i Mecubun'a Hariciye Nazırı Saffet Paşa'yı göndererek "Hükümetin sulh taraftarı olduğunu " bildiriyor, son antlaşma şartlarının kabul edilmesini istiyordu. Fakat Meclis'ten aleyhte karar çıkmıştı. Sultan, bu karardan hiç memnun olmadı. Kanuni Esasi gereği son kararı Meclis verecekti ama Sultan kendi kararının da en azından gözetilmesini ummuştu. Ama umduğu olmamıştı. Kendisini uzun bir zaman sonra ziyaret edecek olan Enver Paşa'y a şunları söyleyecektir:

"Padişah olarak bu memleketin tarihinde ilk Meclis-i Mebu-san-ı ben açtırdım. Fakat mebusların kafi derecede olgunlaşmamış olduğunu görünce, aynı meclisi ben kapattım. Bilir misiniz ki Osmanlı Meclis-i Mebusan'ın verdiği ilan-ı harp kararı bize neye ma-

loldu?"
Ve II. Abdülhamid Han; "93 Harbi için Karadağ'a bir karış toprak tekretmekten sakındık. Fakat sonra bunun yerine az kaldı Os-138 manii İmparatorluğu'nü İstanbul kapılarına yürüyen Rus ordularına • teslim edecektik."

aksavaşçı 12-27-2007 18:31

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
DEHA
II. Abdülhamid Han, tahta geçince bir sene beş ay devlet idaresine karıştırılmadı. Memleketi sadrazam Midhat paşa ve arkadaşları idare etti. Bunlar, 24 Nisan 1877 günü Rus harbine sebep oldular. Bu savaş Mâlî 1293 senesine rastladığı için (93 harbi) denildi. 93 harbi Edirne mütârekesine kadar dokuz ay sürdü. Müşir [Mareşal] yaptıkları Süleyman paşa, Şıpka geçidindeki gafletiyle en seçkin Türk birliklerinin harcanmasına sebep oldu. Bu hezimete kahramanlık denilerek, başkumandan yapıldı. Fakat, Filibe'ye ve oradan Edirne'ye kaçtı. Edirne'de de tutunamayıp mütâreke istedi. Mütâreke Abdülhamid hânın, kraliçe Viktorya'ya çektiği telgraf üzerine mümkün olabildi.

Ruslar ve Bulgarlar, onbinlerce Türk kadın ve çocuğunu kestiler. Bir milyondan fazla Türk, Bulgaristan'dan, İstanbul'a göç etti. O zaman Rusya'nın nüfûsu doksan, Osmanlıların ise altmışdört milyondu. Sultân Abdülhamîd hân. faciaları görünce. Edirne mütâreke-
sinden 13 gün sonra, 13 Şubat 1878'de Meclis-i mebûsânı kapattı. Devlet idaresini eline aldı. Mebusların ancak yüzde kırkı Türktü. Bu parlamento devam etseydi, Osmanlı devleti, daha o zaman parçalanacaktı. Sultân Abdülhamîd hânın ilk ve büyük başarısı, bu felâketi görmesi ve önlemesi oldu.


aksavaşçı 12-27-2007 18:32

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
HATAYI KABULLENMEK
Meclis-i Mebusan'ın (Meşrutiyet'in) kendi ifadesiyle ehliyetsizler elinde olması Osmanlı için bîr felaket olduğunu söyliyen Pa-tişah bütün tepkilere rağmen takip edeceği politikayı şu şekilde ifade edecektir:

" Babam Sultan Abdülmecid'i taklit ederek, bağımsız müesseseler vasıtasıyla ve ikna yoluyla ıslahat yapılmasına teşebbüs et
mekle büyük hata ettim. Bundan sonra büyük babam Sultan Mahmut'un yolunu takip edeceğim. Büyük babam, korunması Allah ta
rafından bana verilen milletimin ancak kuvvet ve şiddetle idare edilebileceğini anlatmıştı." (218)

Patişah, Hanedan ve devleti bir emanet olarak görür. Onu en güzel şekilde korumak için hiçbir fedakarlıktan kaçınmaz.

Meclis-i Mebusan'ın Osmanlı devleti için bir felaket olduğuna ikna olan Padişah, kapatmasına karar verir. Ve 28 Şubat 1887 tarihli muhtırasında şunları söyler:

" Meclis,devlet,memleket ve saltanat aleyhine giriştiği beklenmedik politikalarıyla dost ve düşmanın alay konusu durumuna düşmüştür. Milletin vekilleri ve memleket çakırlarının hizmetçileri olması lazım gelen mebuslar, paraya olan açgözlüklerinden bir takım nüfuzlu kişilerin dalkavukları kertesine düşmüşlerdir. Hıristiyan mebusların herbirisi, kendi milletlerinin emel ve maksatlarını yürürlüğe koymaya pek çok çalışıyorlardı. Ermeniler, Ermenistan hakkında nutukları çekiyorlar; Rumlar da Tırhala ve diğer yerler hakkında isteklerini yaptırmaya girişerek Meclıs'in içinde, vekillere emretmeye cesaret etmişlerdir. Mebusan Meclisi, devlet ve memleketin gelişmesine yarayacak yerde az zaman içinde bir çok zararın meydana çıkmasına sebep oldu. En sonunda memleketin maddi II. Abdülhamid Han'ın Liderlik Sırları Mehmet AYDIN

ve manevi gücünü felç eden Rusya savaşına sebep olmakla sonuçlanmıştır. Bir müddet daha devam etmiş olsaydı,daha pek çok zararlar gittikçe büyüyüp korkunç şekil alacağını tahmin etmek güç değildir. Allah korusun, memlekette, nifak tohumları ve aldatmalar öylesine gelişir.öylesine genişlerdi ki her tarafta karışıklıklara ve ihtilaller çıkmasına sebep olurdu...İşte henüz tecrübesiz ve memleketin gerçek yararlarının neler olduğunu tam olarak kavramamış ve bir taratan da birçok fesatçı ve sinsi düşmanların hile ve desisselerine kapılarak devlet ve millet için esaslı tehlike sebepleri olan bir takım maddelerini, bilerek veya bilmeyerek, mutlak ve gelişme sebepleri sanan kişilerin elinde,Kanuni Esasi'nin zararlı ve tehlikeli bir silah olduğu görüldüğünden, Meclis'in süresiz olarak tatiline, saltanat ve devletin hayat ve huzuru adına zaruret duyulmuştur. " (219)

Bir kanunun, bir memlekette, devletin ve halkın hayatını teminat altına aldığı halde, aynı kanun bir diğer memleketi harap edebilir. Çünkü kanun halkın din, yaratılış, mizaç ve ahlakına uygun olmalıdır.

Abdülhamid Han'ın Meşrutiyet'in o zamanın şartlarına uymadığını ve millet ve memleket için zararlı olduğunu muhtelif zamanlarda dile getirdiği sözleri;

" Meşrutiyet'le idare edilebilmek için memleketimiz kafi derecede olgun değildir. Bu bizim için biri felaket olur; çünkü bu idare bütün fertler arasında eşitlik icap ettirir. Biz de ise böyle bir şey düşünülemez. İmparatorluğumuz, Türkler'den, Araplar'dan, Rum-lar'dan, Ermeniler'den Bulgarlar'dan, Ulahlar'dan, Arnavutlardan, Yahudiler'den teşekkül etmiştiri. Bu unsurlar kazai istiklallerinden ve kiliselerini kendileri idare temek hakkından vazgeçmek istemezler. Bundan başka müşterek bir dilimiz olmadğı da malumdur.Gene bu unsarlardan hiçbirinin anadilinden vazgeçip Türkçe'yiresmi dil olarak kabul etmeyeceği de aşikardır. Bu şartlar altında Osmanlılar'da milli his nasıl köklenebilir? Zaten Hıristiyan tabaamız.büyük devletlerle işbirliği yapmaktadır. Slavlar'ı Rusya, Ermeniler'i İngiltere, Rumlar da kah biri, kah öbürü himaye etmektedir.

Bir kanunun, bir memlekette, devletin ve halkın hayatım teminat altına aldığı halde, aynı kanun bir diğer memleketi harap edebi-

lir. Çünkü kanun halkın din, yaratılış, mizaç ve ahlakına uygun olmalıdır.

aksavaşçı 12-27-2007 18:32

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
JÖN TÜRKLER
"Bizim Jön Türkler hayalperesttirler. Çünkü bizde Kanuni Esasi'yi meşruti hükümeti ilan etmek, umumi bir kargaşalığı davet etmek, herkesi birbirine düşürmek demektir. Bu, bütün Osmanlı İmparatorluğu'nü sarsar. İngilizler'in, her vesileyle Jön Türkler'i tutmaları dikkat çekicidir ve bizim memleketimizde Kanunu Esasi'yi getirmek için ellerinden geleni yaparlarken aynı şeyi Hindistan için reddetmektedirler. Halbuki Hindistan'ın umumiyeti bizimkine benzemektedir. Orada herşeyden evvel kast teşkilatını yok etmek icabeder.

Orada da bizimki gibi Müslüman,Hıristiyan, Budist, Brahman gibi gayrimütecanis kitilelerin aynı mecliste beraber çalışmaları pek güçtür." (221)

Osmanlı Devleti'ni çok yakın takibe alan ve her defasında fitne ve fesatlarla kadın ve para ile yöneticileri elde etmeye ve gayri Müslimleri aleyhte kullanmaya çalışan İngilizler, Meşrutiyet'in iyi bir şekilde işleyişinin de kendi felaketleri olacağını bilmekte idiler. Bunun için her türlü hile ve desise ile Osmanlı'da siyasi istikrarı baltalamaya çalışmışlardır.

İngilizler bu nedenle Jön Türkleri, kendilerine muhalif olan Sultan Abdülaziz ve Abdülhamid hanın politikalarını bertaraf etmek için desteklediler. İngilizler Birinci ve İkinci meşrutiyeti etkisis hale getirmeyi başarmışlardır.

İkinci Meşrutiyet sonrası 31 Temmuz 1908'de İngiliz Dışişleri Bakanı Edvvard Grey, İstanbul Büyükelçileri G. Lowther'e gönderdiği bir telgrafta: "Şayet Türkiye Anayasa'yı tam olarak ayakta tutar ve kendisi de kuvvetlenirse bunun sonuçlan bizim şimdi göre-meyceğimiz kadar uzaklara gidebilir. Bu hareketin Mısır'daki tesiri inanılmayacak kadar büyük olacaktır. Kendisini Hindistan'da hissettirecektir. Biz şimdiyekadar idaremiz altında bulanan İslamlara kendi dinlerinin başkanı olan milletin (Türkler"in) kötü bir despot
tarafından idare edildiğini söylüyorduk. Halbuki biz idare ettiğimiz İslamlar için iyi bir despottuk ve bizim idaremiz altında daha mesuttular. Zira bu insanlar mukayese imkanına sahip değillerdi. Dolayısıyla farkın kendi lehlerine olduğunu kabule hazırdılar. Fakat şimdi Türkiye bir anayasa yapar, parlamento kurar ve hükümet şeklim değiştirirse. Mısırlılar da bir anayasa isteyeceklerdir. Bizim bu kuvvete karşı koymamız çok güç olacaktır. Şayet Türkiye'de anayasa iyi işler ve Türkiye'de işler iyi giderse Mısır'da ayaklanmalar ola-catır. Bu vaziyette bizim durumumuz çok garip kaçacaktır. Biz asla ne Mısır halkıyla ne de Türk hükümetiyle mücadeleye girmeyeceğiz. Bizim mücadelemiz Türk halkının hisleriyle olacaktır. Bunu, yakın veya uzakta çok dikkatli ele alınacak bir konu olarak veriyorum. Bu hususun haricinde bütün reform hareketlerini tutar görünün ve bana bilgi verin. "(222)

İngiliz casusu Fitz Maurice de 25 Ağustos 1908 tarihindeki Londara'ya gönderdiği raporunda, aynı endişeleri dile getirmiş, Osmanlı Meclis-i Mebusan'ındaki gayri Müslim mebusları tavlayarak 142 Meşrutiyet'in işleyişini baltalamaya çalışmıştır.

aksavaşçı 12-27-2007 18:32

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
BÜNYEYI IÇTEN TAHRIP ETMEK
İstanbul Patriklerinden olan Gregorios, Sultan İkinci Mahmûd Han zamanında çıkan Rum İsyanının baş planlayıcısıydı. Bu suçundan 1821 'de Patrikhane kapısında îdam edildi. Patrik Gregorios'un Rus Çarı Aleksandra yazdığı mektup, târihî önemi hâiz olup, ibret verici olması bakımından mühimdir.Mektupta şöyle demektedir:

"Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak imkânsızdır. Türkler, Müslüman oldukları için çok sabırlı ve mukavemetli insanlardır. Gayet mağrurdurlar ve izzet-i îmân sahibidirler. Bu hasletleri, dinlerine bağlılıkları ve kadere rızâ göstermeleri yanında kumandanlarına, büyüklerine olan itaat duygularından gelmektedir.

Türkler zekîdirler ve kendilerini müsbet yolda yönetecek reislere sâhib oldukları müddetçe de çahşkandırlar.Gâyet kanâatkârdır-lar.Onların bütün meziyetleri, hattâ kahramanlık ve şecaat duyguları da, geleneklerine olan bağlılıklarından, ahlâklarının güzelliğinden ileri gelmektedir.

Türklerde evvelâ itaat duygusunu kırmak ve manevî rabıtalarını (bağlarını) kesretmek (parçalamak), dînî metanetlerini (sağlamlığını) zaafa uğratmak (zayıflatmak) icâb eder. Bunun da en kısa yolu, an'anât-i milliyetlerine (millî geleneklerine), maneviyâtlarına uymayan haricî fikirler ve hareketlere alıştırmaktır.

Maneviyâtları sarsıldığı gün,Türkleri kendilerinden şeklen çok kudretli, kalabalık ve zahiren hâkim kuvvetler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve maddî vâsıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün olabilecektir. Bu sebeple Osmanlı Devletini tasviye için mücerred olarak harb meydanındaki zaferler kâfi cleğildir.Hat-tâ, sâdece bu yolda yürümek Türklerin haysiyet ve vakarını tahrik edeceğinden, kendilerini anlamalarına sebeb olabilir.

Yapılacak olan, Türklere birşey hissettirmeden, bünyelerindeki tahribi tamamlamaktır."

Osmanlı Türklerinin tanıdığı hürriyetten istifâde edenler içinde böyle hâince çalışan şahıslar olmuştur. Patrikhanede, bu hâin pat- 143 riğin idam edildiği kapı hâlen kapalı olup, "Kin Kapısı" diye anıl- • maktadır.

aksavaşçı 12-27-2007 18:33

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
MILLETLERARASI REKABET POLITIKASI
Osmanlı Rusya ile başbaşa kalmıştı. Plenve düştü. Rusya, her an İstanbul'u istila edebilirdi. Bunun üzerine Sultan "milletlerarası rekabet" politikasını takip etti. İngiliz -Rus rekabetini çok iyi bilen Sultan, Rus orduları Edirne üzerine ilerlerken Harp Meclisi'ni topladı ve üyelerine hitaben:

"Harbi ben istemedim. Birtakım maceraperestler istedi ve milleti de peşlerinden sürüklediler. Görüyorum ki, mağlup olduk. Ne hale geldiğimiz de meydandadır. Şimdi asıl dava, İngiltere ve Rusya arasındaki rekabetten istifade ederek ayakta durabilmektedir." Bu düşünceye üyelerin olumlu yaklaşımı neticesinde uygulamaya konuldu.

İstanbul ve boğazların Ruslar tarafından ele geçirilmesi İngilizlerin Hindistan yolunun kapatılmasına, sıcak denizlere ulasan Ruslar'ın İngilizler için büyük tehlike olacağına inanılıyordu. İngilizler bu nedenle Boğazların ve İstanbul'un Ruslar tarafından işgalini istemiyordu. Sultan Abdülhamid Han, Ruslar İstanbul'a 10 Km. Mesafedeki Ayestefanos bugünkü Yeşilköy'e gelerek burada karargah kurdular. Sultan Abdülhamid Han, İngiliz Kraliçesi Viktoria'ya bir mesaj göndererek Rusya ile ateşkes ve sulh müzakerelerinin başlamasında arabuluculuk yapmasını istedi ve bir İngiliz donanmasının İstanbul'a getirilmesini usta politikası ile temin etti.
İngilizlerin araya girmesiyle ateşkes sağlandı. Sulh andlaşma-sı 3 Mart 1878'de Ayastefanos'da imzalandı. Sultan Abdülhamid Han, Ruslar'ın andlaşma şartlarını hemen hemen tamamını kabul etti. İyi bir diplomat olan Sultan, Ayastefanos Andlaşması ile verilen vilayetlerin bir kısmının ileride geri alınacağı ümidindeydi. Ve Koparılan her vilayetin İngiltere'nin öfkesini artıracağını umuyordu. Böylece sulh andlaşmasım,usta politikasıyla "milletlerarası rekabet doğurmak" ve bundan faydalanmak hesapları doğrultusunda yapıyordu.

Ayastefanos Andlaşmasın'da büyük Devletleri Rusya aleyhinetahrik eden önemli maddeleri, Balkanlar'da Rusya'nın kontrol ve nüfuzunda slav üstünlüğünün oluşturulmasına yönelik Tuna Neh-ri'den Ege Denizi'ne kadar uzanan Büyük Bulgaristan'ın kurulma-sı,Anadolu'da Rusya'nın Batum, Kars, Ardahan ve Beyazıd'ı ilhak ederek Mezopotamya ve Basra Körfezi'ne daha da yaklaşması üstelik, Ermeniler'le ilgili ıslahat vaadi kopararak onları nüfuzuna almak avantajlarını sağlamış olması teşkil ediyordu.

BeklenenTepkiler

Sultan Abdülhamid Han'ın beklediği ilk tepki İngiltere'den geldi. O'nu Avusturya takip etti. Bu iki devlet Balkanlar'da Rusya'nın ileri karakolu olacak kuvvetli ve büyük bir Bulgaristan istemiyordu. Ayastefanos Andlaşması'nın şartlarım öğrenen İngiltere'nin İstanbul Büyükelçisi Layard, durumu Başkan Lord Beacons-field'e şöyle bildirecektir. "Eğer İngiltere Sultan'ı terkedecek olursa, Sultan aklını kaçırabilir ve çeşitli tehdit ve entirikalara maruz kalabilir. Burada olup bitenler ciddiyetle mütaala edilmelidir. İngiltere'nin olduğu kadar, diğer Avrupa devletlerinin de menfaatlerine aykırı olan Ayastefanos Andlaşması'nı şayed mevcut şekliyle kabul edersek, o zaman biz Asya'daki nüfuzumuzu kaybetmiş oluruz. Acaba İniltere buna hazırmı? Eğer değilse, Türkiye bize hala çok faydalı olabilir. Sultan'ı Asya'daki müttefikimiz olarak kabul etmek ve vilayetlerden hala elinde bulunanları bir arada tutmak bizim menfaatlerimize uygundur. Ayastefanos Andlaşması şartlarından bazıları değişmedikçe, Avrupa'daki Türk İmparatorluğu'nün tamamen yok edileceği gibi Asya'da ve neticede Afrika'da da zayıflamasına sebep olacaktır." (225)

İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Salisburi de tepkisini şöyle dile getirecektir: "Ayastefanos Andlaşması'yla, Rusya hükümeti, Karadeniz civarında fevkalade bir tesire sahip olacak, şimdiden Ermeniler Rusya'nın nüfusuna düşecek,bunun sonucu Trabzon üzerinden İran'a yapılmakta olan yaygın Avrupa ticareti, Rusya'nın keyfine uygun olarak kısıtlanabilecek veya yasaklanacaktır."

Böylece Sultan Abdülhamid Han'ın usta politikasıyla İngiltere ve Avusturya ittifakı Osmanlı Devleti'ni birlikte Ruslar'a karşı himayeye karar vereceklerdir.

Avusturya, Viyana'dan Selanik'e büyük Avusturya politikasını takip ediyor, Bosna Hersek, Yeni Pazar ve Makedonya yoluyla Ege Denizi istikametinin açık bulunmasını istiyordu. Yunanistan, Sırbistan ve Romanya da menfaatlerine aykırı olduğu için Ayastefanos Andlaşması'na karşı çıktılar.


aksavaşçı 12-27-2007 18:34

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
BÜNYEYE UYGUN ILAÇ
1877-78 Türk-Rus Harbin'in kesin sulhunu görüşen Berlin Andlaşması imzalandı ve andaşmayla, Osmanlı toprakları adeta yağmalandı. Türk-Rus harbi felaketine sebep olan meşruti idaresinin memleket hayrına olmadığını anlayan Patişah, meşruti idaresini fesh edecek ve yeni bir politika ile enkaz halindeki ülkeyi yıllarca ince siyasetiyle dünyayı hayran bırakacak şekilde yönetecektir. Çeşitli zamanlarda yeni politikası hakkındaki beyanları;

"Harb sona erince herşey daha da berbat olmuştu. Harp sırasında, kumandanlarımızın dirayetsizliği, birçok yüksek rütbeli memurun satılmışlığı, muhaberede yenilmemiz ve İmparatorluğumuzun

bir kısım topraklarını kaybetmiş olması ruhi bir çöküntüye sebep olmuştur. Bu tabiidir. Fakat herşeye rağmen, Osmanlılar'm, kadere boyun eğme temayüllerinin bu derece tereddi etmemesi icab ederdi. Milleti düştüğü yeisten kurtarmak imkansız hale geldi. Hiç kimse rahatsız edilmesini keyfinin bozulmasını istemiyor...Herkes, her zaman olduğu gibi baştaki padişah ve müşavirleri icap edeni yaparlar diye düşünüyordu."

Korku ve kuşkular kesin karar kabiliyetini yok eder.

"Said Paşa, gerek sadrazamken, gerek değilken, kendisiyle ne zaman istişare etsem, kesin bir kanaat söylemezdi, Sorumluluktan, kamuoyundan, tarihten ve bunlar kadar benden korkardı. Bu korku ve kuşkular onda, kesin bir söz söyleme kabiliyetini yok etmişti."
"Ben hayatımda akıllı adam aradım, Ne yazık ki bulamadım" "Maneviyatı sönmüş, din, diyanet ve hamiyet damarları kurumuş olan işbu memurların kötü iş ve rüşvetleriyle ülke nereye kadar gö-türülebilirdi?"Hocaoğlu, (226)

"Güveneceğim adamları bulamıyorum, ne yapayım. Gördüğünüz gibi etrafım bencil, amansız ve namussuz insanlarla çevrili. Genç nesil arasında yetenekli, dürüst ve vatanperver adamlar yetişene kadar sağlığım için tehlikeli olsa dahi, yalnız başıma çalışmaya mecburum"

Yalnız başına koskoca bir devlet. Ve bu devleti nasıl idare edecekti.


aksavaşçı 12-27-2007 18:35

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
ZORUNLU MERKEZI YÖNETIM POLITIKASI
Avrupa'dan bağımsız bir politikanın takibi ve içte huzurun temini için bütün yetkilerin sarayda toplanmasına karar verir. Bu kararı üzerine Babıali'nin (Hükümet)in bütün yetkilerini Saraya taşır ve ülkeyi buradan idare etmeye başlar. Bu politikası nedeniyle idari, iktisadi, askeri, mali gibi bütün ülke meseleleri ile temas etme imkanını bulur.

II. Abdülhamid Han, her meseleyi öğrenmek ister, her şeyi sorar, herkesin halini tetkik eder, tayinleri lazım olan her memurun

tercüme-i halini okuturur ve bazan bunlardan biri arzu ettiği şekilde değilse o mefYıurun tayinini kabul etmezdi. Sadece Hakimlerin tayinine karışmaz, o makama kim münasip ise onun tayinini isterdi. Mülki ve askeri büyük memurların seçim ve tayinlerini yakından ve büyük bir alaka ile takip ederdi. Bu tayinlerin bazılarını hemen kendisi ve bazılarını da danışarak yapardı. (227)

II. Abdülhamid Han, saraydaki memuriyetlere tayinedilecek zatları kendisi imtihan ederek seçerdi. Yaşam tarzını, tabiat ve ahlaklarını incedeninceye tetkik ederdi. Yıldızda müstahdem memurların fotoğraflarından müteşekkil bir koleksiyonu vardı. Alacağı memurların kibarzade olmasına bakmaz şahsi liyakati, gayret ve faaliyeti olanlar daha çabuk itimadına mazhar olurlardı. Abdülhamid Han, hangi meslekte olursa olsun ehliyet ve dirayet sahiplerini asla gözünden kaçırmazdı.Saraydaki nedimleri arasında fakir aile evladından birçok kimseler vardı.Bunlar bu yüksek mevkie sırf mektepten birinci çıkmak sayesinde seçilirlerdi. Çünkü Abdülhamid han, okullarda böyle en iyi imtihan vererek çıkanları kendi kadrosuna alırdı.

Mabeyncilerin büyük bir kısmı resmi devlet mekteplerinden en iyi derece almış gençlerdi ve birkaç yabancı lisanı mükemmel konuşur ve yazarlardı.

aksavaşçı 12-27-2007 18:35

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
SADAKAT VE EHLIYETLI
Yöneticiler için İtaatkar ve sadık yardımcılar bulunmaz hazinedir

II.Abdülhamid Han, yanında bulunan insanların bir kısmından vazifeleri gereğince işinde uzmanlık (ehliyet-i ilmiye) arar, diğerlerinde ise bilgiden ziyade sadakate önem verirdi. Vükela (vekilleri) ile kendisi arasında aracılık yapan mabeyncilerin eğitim, söz kavrama ve aktarma, tebliğ liyakati ve kabiliyetine önem verir, bunlardan başka aradığı şey kayıtsıs şartsız sadakat ve itaat idi. (229)

Aynı zamanda insanların memnuniyetinden ziyade karamsarlığa düşmemelerine dikkat ederdi. (230)

Ülkenin yetişmiş devlet adamlarının, yöneticilerin düşman eline geçerek devlet aleyhine kullanılmamalanna da çok dikkat eder ve üzerinde hassasiyetle dururdu.

Komutanlar, valiler istek ve dileklerini doğrudan Sultan'a iletebiliyordu. Dış ilişkilerde de durum bundan ibaretti. Abdülhamid han, kendisini bu nedenle "istibdatçı" diye suçlayanlara kulak asmıyor, işi malum çevrelere bıraktığı takdirde çok hassas dengeler üzerinde bulunan devletin hemen dağılacağına inanıyordu. Nitekim, Sultan, bu endişesinde haklı çıkacak, 33 yıllık imparatorluk 11. Meş-rutiyet'ten sonra 10 yıllık kısa bir süre içerisinde yerle bir olacaktır.

Hileye Karşı Hile

Vembery hatıratında şunları yazar : "Açıkça söylemeliyim ki, Sultan Abdülhamid gibi devlet mekanizmasının kurumlarını elinde tutan başka bir lider dünyada yoktur. O, kelimenin tam anlamıyla yönetimin yüreği ve eksenidir." (231)

İngiliz Büyükelçisi Layard'a şunları söyliyecektir: "Tahta çıktığımda etrafımı, dolapçı ve beni esir etmek isteyen insanlarla çevrilmiş gördüm. Bunun üzerine hayatımı ve hanedanı muhafaza etmek için hileye karşı hile ile karşı koymam gerekti...""(232)

II. Abdülhamid han, devlet idaresini Abdülmecid han gibi sadrazam ve vezirlere bırakabilir veya Abdülaziz han gibi belirli bir alandaki işleri, üzerine alarak saltanatı sürdürebilirdi. Bürokrasinin bu isteğini Sultan Abdülhamid Han yapmadı. Eski dedeleri sultanların yaptığı gibi devlet işlerini bizzat kendi üzerine aldı. Ana gayesi, dedelerinden kalma mirası ve hanedanı yaşatmak, din-i İslamı aleme yaymaktı. Bu maksadına ulaşmak için herçareye başvurmaktan geri kalmadı. Hile yapanlara karşı hile yaptı. Düşmanlarını silahları ile vurdu. Abdülhamid han, mevcut şartlan gerçekçi bir gözle her cepheden inceleyerek ele alır, en uygun yolu seçer ve uygulamadan asla çekinmezdi.

Büyük başarılar, güçlü kadrolarla gerçekleştirilir.

II. Abdülhamid Han, idareyi yalnız başına taşımanın ağırlığını biliyordu. Fakat idareci bulamıyordu. Dürüst, vatansever, imanlı ku-
mandan ve yöneticileri tespitinde hemen görev dağılımından da asla çekinmedi. Çünkü yöneticiler liderin yükünü hafifletir, ona destek olurlar. Yeterli kadroya sahip olamayan liderler çabuk yıpranır, büyük hedefleri gerçekleştiremezler.

Mesela,Sadrazam Tunuslu Hayrettin Paşa hataları düzelmek için yardımcı olmuş fakat bilahare fitne ve fesatçılar araya girerek bu ilişkinin bozulmasına sebep olmuşlardır. Tekrar, yük Sultan'ın omuzlarında kalmıştır.II. Abdülhamid Han, saltanatının ilk günlerini Dolmabahçe Sa
rayı'nda geçirdi. Saray halka ve aydınlara açıktı. Buraya herkes ra
hatça girip çıkıyor, Sultan herkesle görüşüyor, halkın içine karışı
yordu. Sultan ve şehzadelere hiçbir kısıtlama yoktu. Öyle ki Sultan,
önceki üç selefinden daha iyi bir görüntü sergiledi. Çok iyi bir ni
yet, karakter, psikolojiye ve akıl yapısına sahipti. Dindarlığı, alkol
kullanmaması ve israftan uzak duruşu ile dikkati çekiyordu. Halk
arasında dolaşmakta, camilerde halk arasında namaz kılmakta, te
mas ettiği isanlarla samimi ve bir insan gibi konuşmaktaydı.

Dış ve iç tehlikelere karşı gereken tedbirleri almak korkaklık alameti değil, insanlık icabıdır.

Bilahare Yıldız Sarayı'na taşınan Padişah, ülkeyi buradan idare etmeye başladı. İç ve dış düşmanların saldırıları, suikast teşebbüsleri dinmek bilmedi. O ise bütün bu saldırılara karşı tedbirlerini alıyor onlara karşı koyuyordu. Düşmanların sinsi saldırılarına karşı devlet idaresini Sarayda toplamış, amcasıyla kardeşinin hal'i, 93 harbi ve ülkenin içinden çıkılmaz perişanlığı merkezi otoritenin kuvvetlendirmesine sebep olmuştur.

Sultan Abdülhamid Han'ın bu tedbirlerini düşmanlar "vehim, içine kapanıklık" olarak algılıyor, halkın gözünde düşürmeye çalışıyorlardı. Ama o bütün bu saldırı ve antipropagandalara rağmen tedbiri elden bırakmıyor,sebeplere yapışıyordu.
"Hayatıma kasd edildiğini ve birçok defa da suikastçıların muvaffak olmalarına ramak kaldığını biliyordum. Bu şartlar altında herkesten şüphe etmemde ve iyilik yapmak istediklerimden bile uzaklaşmamda şaşılacak bir şey yok. Bu tamamiyle beşeri ve anlaşılır bir iştir." (233)

Abdülhamid Han, kendisinde topladığı yetki ile dağılmak üzere olan devleti 33 yıl yıkılmaktan korumuş, 300 milyon altınlık borcu, otuzda birden daha aşağı bir seviyeye indirmiştir. İlk milli tesisleri kurmuş ve hem iç hem dış siyaseti kontrol altına almış ve hassas dengelerde götürmüştür. Zamanın şartları icabında bütün yetkileri Sarayda toplaması sayesinde hükümet ve devlet sırlarına nüfuz eden, Batı emperyalizimine karşı setler çekilmiş ve devrin memur kadrosundaki ahlak ve anlayış zaafı sarayca telefa edilmiştir. Abdülhamid Han'ın tahta çıkması sırasında sürüklendirildiği Rus harbi bir yana, bütün saltanatı boyunca verdiği ve zaferle bitirdiği Yunan Harbi de, Askeri hareketlerin saraydan idare edilmesi ve dışarıya hiçbir şey sızdırılmaması sayesinde ve en kısa zamanda başarı ile neticelenmiştir.

aksavaşçı 12-27-2007 18:35

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
HAFIYE TESKILATI
Devletler, dış düşmanların içteki sinsi faaliyetlerinin önlenmesi için güçlü istihbarata sahip olmak zorundadır. Sultan Abdülhamid Han da, emperyalist devletlerin ve ülke içindeki uzantılarının sinsi faaliyetlerinin tespiti ve bu faaliyetlerinin imhası için güçlü bir istihbarat teşkilatı kurdu. Yine Sultan'ın kurduğu bu güçlü istihbarat teşkilatını baltalamak için kendisini çekemeyenler onu "vehimlik" ve "korkaklık" la suçladılar.

Sultan Abdülhamid Han, amcası Abdülaziz Han ve kardeşi Sultan Murad'ın nasıl tahttan indirildiklerini, ne şekilde perişan edildiklerini bildiği için kendisinin de aynı akıbete uğramamasına büyük bir dikkat gösterir ve bütün tedbirlerini buna görer alırdı. Ve hatta İngilizlerin saraya kadar yerleştirdikleri ajanların varlığının tespitini dahi yapan Sultan'ın tedbirsiz davranması mümkün değildi.

Tahsin Paşa hatıratında senelerce Abdülhamid Han'ın hizmetinde bulunan Hacı Ali Paşa'dan Sultan'ın bir ara şüphelendiğini, kendisine acıdığı için şüpheyi merak ettiğini ve nihayette ingiliz ajanı olduğunu öğrenince hayrette kaldığını belirterek yabancıların saray içindeki entirikalarmı dikkat çekici bulduğunu belirtir. (235)

(Düşmanın şerrinden korunmanın ancak bütün hareketlerini yakından takip etmekle olacağına) inanırdı.

II. Abdülhamid Han, devlet bünyesinde haber alma mekanizmasının hayati önemini kavrayarak dünyada ilk defa, merkezi sisteme bağlı bir gizli polis, istihbarat şebekesi kurdu. Bu istihbarat teşkilatı sayesinde maddi ve mânevi fesatçıları tespit ederek ülke içerisindeki faaliyetlerini bertaraf etti.

Sultan Abdülhamid'in daimi misafirleri vardı. Devletin çeşitli yerlerinden getirilmiş Kürt liderleri, Arap alimleri gibi insanlardı. Yemeklerinin Saray mutfağından gönderildiği ve Hazine-i Hassa'dan kendilerine maaş verildiği aynı zamanda çocuklarının parasız okullarda okutulduğu bu insanlar sayesinde bulunduğu beldelerin ahalisi hakkında yakinen haberdar olurdu.

Aynı zamanda memlekette olup bitenlerden herkesten önce Abdülhamid Han haberdar edilirdi.

Abdülhamid han, yüksek mevki sahibi devlet adamlarına, bazı yabancı elçilerin ileri gelenlerine kendi kesesinden düzenli bir ödenek ayırmıştı. Bu şekilde büyük devlet adamlarını kendisine bağlamıştı. Bazı insanların şerrinden korunmanın ve devlet için fa-ideli hizmetler yaptırmanın ancak maddi menfaatle olabileceğine inanarak kendi kesesinden harcadığı çok olurdu. (236)

Vember II. Abdülhamid Han'dan şunları nakleder: "Haber alma düzeni bulunmayan bir hükümet, bir devlet ya da bir devlet adamı düşünülebilir mi? Zirvede bulunana kişi tüm yanı bışında olup biteni bilmezlik edemez. Amcam Aziz'in kanlı alın yazısına bakın. O benim için bir ders bir ibret olmamalı mı? Ben de jurnalleri keşfettim böylece. Sözgelişi azizim Vembery. onlar bana, sizin kısa zaman önce benim amansız muhaliflerimle ilişkiye girdiğinizi haber verdiler."(237)

II. Abdülhamid Han, amcası vakur bir patişah-olan Sultan Abdülaziz Han'ın ve temiz kalpli olan kardeşi V. Murat'ın hal'inin güçlü bir istihbarat teşkilatının olmayışına bağlıyordu. Sultan sarayı asker ve donanma ile ablukaya alınırken bile kendisine yönelik
hal' planlarından habersizdi. Haberi ancak. Hüseyin Avni Paşa'nın yatak odasının kapısını kendisini tevkif etmek için çaldığı sırada olmuştu.

Menfaat ve istihbarat

Sultan, Başkent'ten ülkenin en ücra köşesine kadar istihbarat ağını mükemmel denecek şekilde yaymıştı.. Bunun sayesinde ülkede olup bitenlerin hepsini takip ediyor, biliyordu. Ve bu teşkilatın paralarını bizzat kesesinden harcıyordu. Nimetin, ihsanın, kısaca menfaatin arkası kesilirse şebekenin gevşeyeceğini, hatta dağılacağım ve arzulanan nimetlerin son bulacağı muhakkak idi. İşte Sultan Abdülhamid han, bazen göze batacak kadar fazla para dağıtmaya sevkeden sebeb bu idi. Bunun ise, hususi hayatta iktisat ve tasarruf ile hiç bir münasebeti yoktur. (238)

Abdülhamid Han, cömert olduğu kadar düşmanının şerrini bertaraf için de eli açık bir Sultanidi. Ondan iyilik görmemiş, onun-nimetine ermerniş,etrafmda,düşmanlarıııa kadar,hemen hiç kimse yoktu. Mesela, İstanbul'da Batılı sefaretlerden birinin mensubunu adımadım takip ettiriyor, onun kumara düşkün olduğunu biliyor ve-belki bu noktadanbir zaafını kolluyor bir gece Avrupalı diplomatın muazzam bir para kaybedip ödeyemeyecek hale düştüğünü tespit edince de, onu hemenkendisinemüracat ettirerek borcunu ödüyor. Buşekilde adamı kendisine bağlıyor. (239)

Kendisini kurduğu güçlü istihbaret teşkilatı dolayısıyla suçlayanlara özetle şu cevabı vermiştir. "Geniş bir haber alma teşkilatı kurmamış olsaydım, etrafımı saran tehlikelere karşı kendimi korumam kabil olmazdı. Diğer hükümdarlar da mesala Çarlar da aynı şekilde hareket etmiyorlar mı?" (240)" "İmparatorluğun dahilinde cereyan eden hadiselerden haberdar olmadığımı söylüyorlar. Halbuki istihbarat teşkilatım o şekilde kurulmuştur ki, hiçbir şey benden saklanamaz...Fevkalade işleyen istihbarat teşkilatımın sayesinde ,kimin ne dediğini, kimin evinde ne söylendiğini gayet iyi biliyorum..."(241)

Güler yüz, tatlı dil ve sır saklamak başarının temel prensiplerindendir.

II. Abdülhamid Han, güleryüzlü ve tatlı dilli olması hasebiyle insanlar heybetine rağmen huzuruna çıkıp talep ve şikayetlerini rahatlıkla anlatabiliyorlardı. Bu hasletleri kendisinin birçok işinde muvvaffak olmasını temin etmesine sebep olmuştur.

II. Abdülhamid Han'ın bir meziyeti de her işi gizli tutması ve sır saklamasını çok iyi bilmesiydi. (242) Bu meziyeti dolayısıyla birçok olayların üstesinden gelmiş, düşmanların hilelerini bertarafetmiştir.

Basiret, emniyetin babasıdır.

Tahsin Paşa hatıratında şunları dile getirir; "Sultan Hamid bir gün bana basiret emniyetin babasıdır; Evvela basiret, sonra emniyet demişti. Bundan dolayıdır ki Sultan Hamid, lazım gelen bütün tedbirleri almadan hiçbir şeye ve hiçbir kimseye emniyet etmezdi.(243)

Kendisi güçlü bir teşkilatın kuruluşunu şöyle anlatacaktır: "Amacam Abdülaziz ve ağabeyim Murat'ın bahtsızlıklarına uğra mamak için gizli polisi yeniden örgütledim. İstihbarat elemanları raporlarını günü gününe veriyorlardı. Bu örgüt işime mükemmelen yaramaktaydı." (244)

Sultan Abdülhamid Han, casusluğun kötüye de kullanılabileceğini iyi bilmekte ve aldatıcı haberlerin doğru haberlerden ayrıt edilmesini istemektedir. Bu konuda şunları anlatır: "Dünyanın hiçbir yerinde entrikaların bizde olduğu kadar feci olabileceğini zannetmiyorum. Fakat kendilerine ehemmiyet payı çıkarmak isteyen gayretkeşlerin yazdıkları abartılı raporların diğerlerinden ayrılmasını istiyorum" "birçok insanların hafiyelerin, jurnalcilerin alçak, namussuz insanlar olduklarını, dinimizin de münzevirleri men ettiğini gayet iyi biliyorum...İktidara geldiğimden beri bana gösterilen zeli-lane dalkavukluktan iğreniyorum" diyordu. (245)
Sultan Abdülhamid Han, istihbarat şebekesini gevşetebileceği ihtimali ile yalan haber sahiplerini cezalandırmazdı. Ama onlara önem de vermezdi. Böyle kişilerin verdiği bilgilerin içinde doğru bilgiler olabileceği düşünülerek her haber, sultan tarafından değil, Saray'daki ilgili memurlar tarafından okunurdu. Ve hatta bazen bazı jurnaller okunmazdı. Hal'inden sonra kendi odasında sandıklar dolusu kapalı ihbar maksadıyla gönderilen zarflar bulunması bunun en büyük delilidir. Sultan'ın ehemmiyet verdiği istihbarı bilgiler, bunları takdim eden adamların şahısları ve mevkilerine bağlı idi. Sadrazam,Şeyhülislam ve nazırlara inhisar eden bu bilgiler ekseriyetle açar okurdu. Sultan'ın bilhassa jurnallere el sürmediği hal'inden sonra kendi dairesinde sandıklarla kapalı jurnal bulunmasıyla sabittir. (246)

Sultan, aslı bulunmayan istihbari bilgilere çok hiddetlenir ama bilgiyi veren kişiyi cezalandırmazdı. (247)

Meşrutiyetin ilanından bir müddet sonra, Abdülhamid han tahttan indirilince Yıldız'ı basıp bu hafiyelere ait raporları gözden geçirenler çoğunun altında, padişahın el yazısıyla "itibara değmez" tarsında notlar bulunduğunu hayretle görmüşler ve Abdülhamid'in kendi hafiyelerini de kontrol altında tuttuğunu görerek hayrete düşmüşlerdir. O hem vatanın selameti için hafiye kullanıyor, hem de 154 bunlara karşı emniyet tedbirleri almaktan ve itimatsızlık gözüyle • bakmatan geri kalmıyordu. (248)

Sultan'ın haber alma teşiklatı, çok ince metodlarla çalışmıştır. Bu teşkilat sayesinde, yabancılarla düşüp kalkanlar ve sefarathane-lere girip çıkanlar, Beyoğlu eğlence yerlerinde gezip dolaşanlar, bazı postahanelerden Avrupa postalarını gözetleyip kollayanlar, yabancı vapurlarından çıkıp şehri ziyaret edenler, Avrupa'ya gidenler ve oradan dönenler, bütün idare ve icra cihazlarında söylenip konuşulanlar ve düşünülüp tasarlananlar, maili ve iktisadi mahfellerde, fikir ve siyasi muhitlerde, jvrilip çevirelenler, hiçbir müdahale olmaksızın anı anına kayt ve zapt edilmiştir. (249)

Bir ara, Müşir Fuat Paşa'nın çıkarmak istediği askeri isyan, bu teşkilat sayesinde bastırılmış ve mensuplarından 146 subay ele geçirilerek çeşitli cezalara çarptırılmıştır. Kumandan ve elçilerin birçoğu, düşmanının devlet aleyhindeki faaliyetleri hakkında istihbarat bilgileri yolluyordu. Münir Paşa, Paris'te Türkiye aleyhindeki bütün hadiseleri takip ediyor, bir koldan Avrupa devletlerinin oyunlarını gözetlerken, diğer tarafdan Abdülhamid Han'a karşı Jön-Türk faaliyetlerini günü gününe Yıldız'ı haberdar ederdi.

Ermeni meselesi hakkındaki İngiliz Seferinin "Daha ne kadar Ermeni öldürecekseniz"? sorusuna Abdülhamid Han şu cevabı veriyordu;

"Filan gün, filan saatte Karadenızin filan noktasına yaklaşıp, karaya, Ermenileri Türklere karşı silahlandırmak için şu kadar sandık malzeme çıkaran ve komitecilere teslim eden İngiliz gemisinde, Türk başına kaç silah bulunuyorsa tam o kadar Ermeni ölderece-ğiz!"..Cevap karşısında dehşete düşen İngiliz seferi başını tutmuş ve Abdülhamid han da acı gülüşüne devam etmişti. (250)

Mert İnsanların ahlak ve meşrepleri zamanla değişmez. Fethi Okyar Bey'e de şunları söyliyecektir:

"...Jurnal bir hadisenin izahıdır, y..ni raporudur, fezlekedir, layihadır, izahnamedir. Bunlardan müstağni, bunlara ihtiyaç hissetmeyen hükümdar, devlet ve devlet adamı tasavvur edilebilir mi?
,rr Haber alamayacak da kararını hayalinden mi verecektir?..Yalnışlık- -^— lar, hatalar, hatta haksızlıklar olabilir ve olmuştur. Fakat ben, herşe-yi öğrenmek mevkiinde ve zaruretinde idim. Jurnal verenler içinde bugün onları tel'in edenler ve imha etmeye çalışanlar vardır ve çoktur. Neden bunlar içinde, sizin bugün söylediklerinizi o gün söyleyenler çıkmamıştır? Bunu hiç düşündünüz mü beyfendi oğlum? Bugün neden bu jurnaller teker teker neşredilmiyor? İmza sahiplerinin milletçe malum olmasından mı endişe ediliyor? Mert İnsanların ahlak ve meşrebi zamanın tahavvülü ile değişmez. Sabit kalır. Hatta ve nisyan da beşer içindir. Düşününüz ki, Devlet-i Aliyye-i Osmaniye, muhtelif din, ırk, millet, cins-ü mezhebin asırlardır kaynaşmaması kazanıdır.Her yerde olanları, devletin resmi hüviyeti içinde öğrenmek mümkün değildir. Başta olan, en yakın muhitinde cereyan edenden haber .alamıyor. Amcam Sultan Aziz'in kanlı akıbeti bunun misali değilmidir? Yanıbaşında, Sadrazam ve Seraske-ri'nin (Harbiye Nazırı'nın) tertip eyledikleri suikasdden haberdar olamamıştır." Başka bir zamanda; "Bana verilen hiçbir jurnal atılmamış, yakılmamıştır. Muntazaman tasnif ve muhafaza edilmiş-tir.Hepsi milletin önüne konulursa çok istifadeli ve ibretli olur." Demiştir. (251)

Günümüzde güçlü istihbarat teşkilatlarının ehemmiyeti daha da iyi anlaşılmaktadır. Bazı tarihçiler, Sultan Abdülhamid Han'ın kurduğu gizli teşkilatın günümüz CIA'sından da daha güçlü olduğunu ve CIA'nın bu konuda araştırmaları olduğu bildirilmiştir.

Nihayetindeolumlu ve olumsuz yönleriyle Sultan Abdülhamid Han'ın Osmanlı devletini 33 yıl ayakta tutmasının sırlarından birisi de Sultan'ın kuvvetli ve mükemmel denecek istihbarat teşkilatı olmuştur. Jön Türkler Sultan Abdülhamid Han'ı devirince bir millet ve devletin gözü kulağı olan istihbarat teşkilatını dağıttılar. Ama daha sonra bunun büyük bir hata olduğunu anlayarak yerine "Teşkilat-ı Mahsusa"yı kurdular.


aksavaşçı 12-27-2007 18:36

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
KAN-PARA VE TOPRAK
II. Abdülhamid Han, memleketin bütünlüğü konusunda çok büyük bir hassasiyet gösterir, düşmana bir karış toprak vermemek için sonuna kadar mücadele ederdi.

Osmanlı devleti içinde diğer gayri müslimler olduğu gibi Yahudiler de geniş bir hoşgörü ve adaletle yönetiliyorlardı. Kendilerine çeşitli imtiyazlar tanınmış, toplum içerisinde zenginleşmelerine, serbestçe ticaret yapmalarına izin verilmişti. 11. Beyazid zamanında İspanya'dan kovulan Yahudiler'e kucak açan tek ülke Osmanlı olmuştu. Aynı şekilde, 1850'li yıllarda Rusya'dan göçe zorlanan veya mallarım mülklerini geride bırakarak kaçmak zorunda kalan Kırım Yahudileri'ni de Osmanlı Devleti kabul etmişti. 1856'da Kerç'ten Osmanlı devletine göç eden Yahudiler'e, farklı mezhepten oldukları gerekçesiyle, kendi hahamlarını seçme ve o hahamın dini liderliği altında yaşamaları imtiyazını vermişti. 1857'de yine Kırım'da göç eden bir başka Yahudi muhacir grubu da Rumeli'nin en verimli arazilerinin yer aldığı Doburca'ya yerleştirilmişlerdi. (252) Böylece Osmanlı devleti, siyasi amaçlı olmayan Yahudi göçmenlerine 19. Yüzyıl boyunca hep sıcak yaklaşmış ve gelenleri kabul edip, Rumeli'de iskan etmişti. Yahudi göçlerinin siyasi bir mahiyet kazanmasından sonra Yahudilerle ilgili politikada önemli değişikler yapıldı. Özellikle 11. Abdülhamid döneminde alınan siyasi, ekonomik ve idari tedbirlerle Filistin'e yönelik Siyonist faaliyetler engellenmeye çalışıldı.

aksavaşçı 12-27-2007 18:36

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
INGILILIZ FITNESI
Avrupalı devletler, Yahudileri topraklarından çıkarıp Filistin'e yerleşmelerini teşvik ederek, hem ileride ortaya çıkabilecek siyasi ve sosyal sıkıntıları önceden bertaraf etmeyi, hem de bunlar vasıtasıyla Osmanlı devletinden yeni tavizler koparmayı hedefliyorlardı. İngiltere, himayesinde, Filistin'de kurulacak bir Yahudi Devleti ile Ortadoğu ve Hindistan'da çıkarları açısından faydalar ummaktaydı. Kurulacak bu devlet , İngilizler için bölgede bir üs vazifesi görebilirdi. Almanya ve Rusya da Siyonizm'in başarıya ulaşmasında ciddi menfaatleri vardı. Bunlar, bir yandan kendi bünyelerinde yasayan siyonist unsurları ihraç ederek rahatlamayı, diğer tarafdan da Yahu-diler'i dış politikalarında "malzeme" olarak kullanmayı düşünüyorlardı.

Siyonistlerin faaliyete geçmelerini sağlayan diğer bir sebep de Osmanlı devletinin içerisinde bulunduğu iktisadi, siyasi durum idi. Balkanlarda devletten kopmalar başlamış, Yunanistan, Sırbistan, Karadağ ve Romanya gibi yeni devletçikler ortaya çıkmıştı. Diğer 157 taraftan Osmanlı Devletinin mali ve ekonomik durumu da endişe * vericiydi. 1854'de başlayan dış borçlanmalar zamanla büyümüş, 93 harbinin ağır savaş tazminatı, hazinenin üzerine bir kabus gibi çökmüştü. 1875'de devlet, borç faizlerini bir süre için ödeyemeyeceğini ilan etmiş; 1881'de Avrupalı alacakların temsilcilerinden oluşan Düyun-i Umumiye idaresi devreye sokularak Osmanlı'nın bir çok gelir kaynaklarına el konulmuştu. Yahudi liderler, Osmanlı maliyesinin içinde bulunduğu bu çıkmazdan istifade edip, Padişah'ı da ikna ederek Filistin'e yerleşebileceklerini zannediyorlardı.


aksavaşçı 12-27-2007 18:37

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
ILERI GÖRÜSLÜ OLMAK
Avrupadaki mason locaları Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Harbi'ne girmesini büyük bir memnuniyetle karşıladılar. Çünkü Osmanlı devletinin yıkılması Filistin'de bir Yahudi Devletinin ortaya çıkması demekti. Bunun için İslâmiyyeti yok etmek için, yeni plânlar hazırlıyorlardı. Masonlar, ittihatçılara yaptırdıkları cinayetleri Mithat paşa ve arkadaşları gibi kişilerle daha 31 yıl önce ve çok rahat yaptırabilirlerdi. Fakat, çok akıllı, zekî, ileriyi görüşü keskin ve tam Müslüman olan, ikinci Abdülhamid hân, bunu anlamış, bu felâketleri önlemiş, islâm âlemine saadet, huzur sağlamıştı. Bunun için, bu yüce hakana, kızıl sultân, korkak, zâlim gibi isimler taktılar. Böylece gençleri aldatmağa, onun sevgisini, büyüklüğünü gönüllerden çıkarmağa uğraştılar


aksavaşçı 12-27-2007 18:37

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
YERI DOLDURULAMAYAN BIR SULTAN
Sultân Abdülhamid Han'ın kansız ve huzur içinde geçign jjg.resinden sonra memleket, siyâsî idamlar, sû-i kastlar ülkesi oldu.
Çok kimseleri idam ettiler. Birbirlerini, hattâ kendi başkumandanları olan Mahmûd Şevket paşayı da dört aylık sadrazam iken Hazîran 1913'te öldürdüler. Yerine getirilen Mısır prensi Sa'îd Halîm paşanın 3 sene, 7 ay ve 23 günlük ve bunun yerine gelen Talat paşanın bir buçuk senelik iktidarları zamanında memlekette; huzur kalmadı. Herkes, ölüm, hapis korkusu içindeydi. Can, mal ve namûs emniyeti kalmadı. İslâm düşmanlığı, küfr ve irtidâd moda olmağa başladı. Her vilâyette zâlimler çoğaldı. 1911 Arnavıutlar isyan etti. Mahmûd Şevket paşa çok büyük bir kuvvetle önleyemedi
Bunun üzerine Sultân Reşâd 16 Hazîranda Kosova'ya gitti. 522 sene önce, dedesinin zafer kazandığı yerde, 100 bin Arnavut ile Cum'a namazı kıldı. Huzuru temîn etti. Mahmûd Şevket Pasanın sekseniki taburla yapamadığını, sultân Muhammed Reşâd, bir gövde gösterisi ile yaptı.


aksavaşçı 12-27-2007 18:37

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
BUHRANLI GÜNLER
Meşrûtiyyetin başlangıcı, Osmanlı devleti için büyük felâket ve ziyanlara sebep oldu. Çünki 19H'de Trablusgarb İtalyan[ara bırakıldı. 1912'de Balkan harbi bozgunu yaşandı. İki büyük lafa [\& ilişkiler kesildi. Afrikada l milyon 100 bin, Rumeli'de 250 bm kilometrekare ecdad toprağı elden gitti. Birinci Dünya savaşınd;;l \ milyon kilometre kareden fazla toprak elden çıktı. Koca devlet ya&ma edildi. Bu felâketlere, ittihâd ve terakkinin, gafil, câhil, fırkacı mat. cı, bölücü idaresi sebeb oldu."

aksavaşçı 12-27-2007 18:37

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
OSMANLI KURTLAR SOFRASINDA
İttihatçıların Devleti Birinci Dünya Harbine sürüklemeleri ile milyonlarca Müslüman hayatını kaybetti. Osmanlılar, Birinci dünya savaşına 3 milyon askerle katıldı, 1 milyonu zayi edildi. Bunun 400 bini cephede şehit edildi. Müttefiklerin toplam mevcucıu 93 milyon'du. 3.5 milyonu cephede olmak üzere toplam 15,5 milyon insan öldü. Düşman ordularının mevcudu 43 milyon idi. 5,3 milyonu cephede olmak üzere toplam 23 milyon kişi öldü.

İttihat Terakki Fırkasının emr-i vakisi ile Birinci Dünya savaşına girdik. Dalmaçya'dan Filistin'e kadar çok cephede savaştık. Nihayette Hıristiyan Batı'nın hazırladığı "Sevr" şer programı ile Osmanlı devletinin yıkılışı gerçekleştirildi. (Enver-Cemal-Talat) paşalar, Almanya hayranı idiler. Almanya'nın kazanacağına inanmışlardı ama uzak görüşlü değildiler. İttihat Terakki, Ermeni, Yahudi, Rum, Makedon ve diğer gayrimüslim mensuplarının teşviki ve desteği ile Sultan Abdülhamid Han'ı devirdiler. Bunun da iki temel sebebi vardı;

1.Batı'nın Sultan Abdülhamid'in yakın bir gelecekte patlaması beklenen dünya savaşında tarafsız kalacağı korkusu. Şayet Osmanlı savaşa girmemiş olsa dünyanın süper gücü olarak varlığına devam edecek. Bunu önlemek maksadıyla Almanya, (İngiltere-Fransa-Rusya) ile anlaşarak Abdülhamid'in devrilmesinde işbirliği yaptılar, ikinci sebeb ise Yahudilere Filistin'de toprak vermeyen Sultan Abdülhamid'den intikam alınma arzusu.


aksavaşçı 12-27-2007 18:38

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
AYNI DININ MENSUPLARI
Birinci Dünya Savaşı"nda Türk ve Alman askerleri omuz omuza savaştılar. Bu sırada Kudüs'ü İngilizler işgal edince Alman subaylar sevinç çığlıkları attılar. Osmanlı paşalarından biri dayanamayarak Alman subaylarına; "Yahu aynı safta mağlup olmadık mı, siz işgalcileri ne diye alkışlıyorsunuz?" deyince şu ibret verici cevapla karşılaştı; "Evet her nekadar Osmanlı ve Alman olarak ayni safta çarpışıp mağlup olmuşsak da kazanan (haçlılar) oldu. Onlar bizim siyasi muhalifimiz, ama ayni dinin mensuplarıyız"

Neticede Sultân Abdülhamît Han'ı tahtından indirenler, sonunda memleketi düşman çizmelerinin altında bırakarak kaçtılar. İlk olarak Enver paşa, Tal'at paşa, doktor Behâeddîn Şâkir, doktor Nâzım, 30 Ekim 1918 de Mondros mütârekesini imza ettikten bir gün sonra, gece yarısı kaçtılar. Tal'at paşa Berlin'de, Enver 1922'de Türkistânda, Cemâl paşa 1922'de Tiflis'te öldürüldüler.

Tarih boyunca Müslümanlara karşı Hıristiyan-Yahudi-putperest-hindu işbirliği aksamadı. Aralarında kıyasıya mücadele ettikleri halde Müslümanlara karşı birleşmekten çekinmediler.Batı, Ortadoğu'da aynı dil, din, kültür ve milleti parçacıklara bölerek (Bayraklı kabileler) haline getirdi. Ve bugün dahi İslâm aleminin birleşmesini hertürlü çareye başvurarak engellemektedir.

Batı dünyası el ele vermiş savaştan uzak durup sadece ekonomi ile uğraşırken, dış güçler İslâm ülkelerini birbiriyle boğazlatıyor. Avrupa Birliği içinde sınırların kalkması, tek bir merkez bankası, tek para birimi, tek parlamento, tek adalet divanı ile "karşılıklı bağımlıhk" (interdependent) politikası benimserken; İslâm dünyası her konuda bölünmüştür.


aksavaşçı 12-27-2007 18:38

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
TARIH SIYASET DEGILDIR
İkinci meşrutiyetten sonra gelen yeni rejim, II. Abdülhamid Han'ın lehinde ve hatta tarafsız yazmayı ve konuşmayı tehlikeli sayıyordu. Bunun bir sebebi, ikinci Abdülhamîdin, asla mürteci', gerici olmamak şartı ile, muhafazakâr olması ve imparatorluğu otuz yıl şahsen adalet ile idare etmesidir. İkinci Abdülhamîd'i düşürenler birbirinden inkılâpçı oldukları için, tabîatiyle, bu hükümdarın muhâfazakârlığım beğenmemek durumunda kalmışlardır. Ancak târîh, siyâset değildir. Günün modasına göre söyleyen, yazan kimse, târîhçi değildir. Çünkü, siyâsî rejimler ve fikir modaları dâima değişir. Yakın tarihi halka kötü tanıtmak gibi hissî görüş, ilmî tetkîk yapılmasına mâm' olmakdadır. Ba'zı kıt görüşlü kimseler, günlük olayları küçültür, gölgede bırakır diye, eski kahramanları küçültürler. Târihî realiteden korkmak ma'nâsızdır. Türkiyede, yine de, ikinci Abdülhamîd aleyhindeki yalanları nakil etmek modası yürürlükdedir.


aksavaşçı 12-27-2007 18:38

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
KIZINA NASIHATI
Kızı Ayşe Sultan, Selanik'te "Ah Efendimiz! Bir an evvel şu meşrutiyeti keşke vermiş olsaydınız" deyince, II. Abdülhamid Han yüzüne bakarak .şu cevabı verir;

" Kızım, siz de mi yanlış düşünüyorsunuz? Ben daima meşrutiyet taraftarı idim. Hatta padişahlığımın ilk zamanlarında o zamanki idarecilere bunu kabul ettirmek için ısrar etmiştim. Sonradan bunu kaldırmamız, milletin çok büyük zararlara uğrayacağı anlaşılmasından dolayı idi.

Maazallah devletimizin dağılmasına ramak kalmıştı. Beni meşrutiyet taraftan olmamakla itham edenler emin olsunlar ki yanıldıklarım anlayacaklardır. Kızım, bunu iyi biliniz ki bu İkinci meşrutiyet'i kendi arzumla verdim. Eğer mani olmak isteseydim, yapacak şeyi de pek ala bilirdim. Esasen meşrutiyetin ilanından önce bütün devletlerin kanun-i esasiyelerine malik olmak, meşrutiyeti bu suretle ilan etmek istiyordum. Ne yapalım. Allah nasib etmedi. Milletimin başında tecrübeli bir baba gibi bulunmak, böylelikle vatanımın selameti uğrunda çalışmak azmu kararında idim. Düşmanlarım bu fırsatı bana vermediler. Türlü güçlükler ve iftiralar icat ettiler. Nihayet 31 Mart Vak'ası meydana çıkarıldı. Ben, muş-rute bir hükümdarın yapacağını bir adım aşmadım. Ne ileri, ne de geri gittim. Lakin beni başka türlü başlarından def edemezlerdi. Ben takdire inanırım. Bu bize Allah'tandır. Eğer 31 Mart Vak'asını ben ihdas etmiş olsaydım bu şekilde yüzüme gözüme bulaştırmazdım. Nasıl yapılacağını pekala bilirdim. Tarih bu hakikati birgün meydana çıkaracaktır. Bundan dolayı kalbim müsterihtir. Kızım! Şahsım için iki Türk'ün, asker evlatlarımın birbirini kırmasını, kan dökülmesini Allah hakkı için istemedim. Bana bu iftirayı yükleyenleri Al- 181 lahıma havale ediyorum. Kızım! Bizim memlekettte kaht-ı rical var- • dır. Karşımda aklına ve ilmine güvendiğim yalnız iki vezir görüyordum. Bunlardan biri Said Paşa, biri de Kamil Paşa idi. Her ikisi de çok değerli oldukları halde daima bir ipte oynayan iki cambaz gibiydiler. En sıkıştığını zaman bunlardan birini getiriyor, tecrübelerinden istifade etmek istiyordum. İşte ben tarihe karıştım. Meydan onlara kaldı. Kızım! Gördüğünüz bu zabit efendilerin cümlesi zamanımda yetişmiş., mektepten çiKmışlardır. Bugün ilmi irfan ocaklarımızdan çıkmış bunlar gibi birçok kimseler vardır. Maarifimiz de ilerlemiştir. Otuz sene evvelki gibi değiliz. İnşaallah idare ederler de devlet bir zarara uğramız. Kızım! Görüyorsunuz ki bize gazete, kitap vermiyorlar. Ahvali bizden gizliyorlar. Fakat maalesef gidişimizin iyi olmadığını hissediyorum. Fakat ahvali bilmiş olsa da ne faydası olacak? Bilmemeyi daha hayırlı görüyorum. Ben çok görmüş, çok çekmiş bir insanım. Şimdi yaşımız da ilerledi. Eski takat ve kuvvetimiz de kalmadı. Hayırlısı, çekilip, devlete millete dua ederek ibadetle ahır-i ömrümüzü geçirmektir. Şunun bunun hakkında fena söz söylemeyin. Kaderinize razı olun. Hayır ve şer Allah'tandır. Deyin. Hayırlısını isteyen kimseye intizar etmeyin. Bunlar boş şeylerdir. Biliyorsunuz ki ecdadımızdan bizden ziyade çekenler,

başlarına büyük felaketler gelenler hallerinden sonra bizim kadar da huzur ve rahat görmeyenler de vardır. İşte ben burada evladü ayalimle oturuyorum. Bu halime şükrediyorum. Siz de şükredin. Millete dua edin. Allah millete zeval vermesin. Namaz kılacağım. Abdest almak lazım" (300)

II. Abdülhamid Han, bir padişahtı. Dünya altınları, mücevherler hep elinin altındaydı. İsteseydi kendisini ve çocuklarını baştan başa altınlarla donatırdı. Fakat o Allahu tealadan korkan, kul hakkından sakınan, her şeyi İslaıniyetin emrettiği şekilde yapmaya çalışan bir sultandı. O hem padişah, hem de halife idi. İslam aleminin başı idi. Müslümanlara örnek olmak, hepsinden daha iyi İslamiyetı yaşamak, adaletle hükmetmek vazifesiydi. O da öyle yaptı. Devletin malına, parasına el sürmedi. Ticarette kazandığı parasının bir kısmını gelecek nesillere aktarmak için ayırmıştı.


aksavaşçı 12-27-2007 18:39

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
DÜNYA MALI
Tanzimatçılar, Abdülhamid Han'ı tahttan indirmekle kalmadılar, elindeki bütün mal varlığını talep ettiler. Ve hatta ticaretten kazandığı ve çocuklarının ihtiyaçlarım karşılamak için birikterdiği parasını bile istiyorlardı.

Hükümet, Sultan Hamid'in Doyçebank ve Selanik bankalarındaki nakit parası ile hisse senetlerinin alınmasına, ikinci ve Üçüncü Orduların ihtiyaçlarına kullanılmasına karar vermiş, paralar,hisse senetleri ve ehhamın bulundukları Avrupa merkezlerinden Selanik'e getirilerek sabık padişaha verilmesini, onun da bir mazbata ile Orduya teslimi için gerekli evrak hazırlanmıştı. Önce, banka umum müdürlüklerine Sultana Hamid'in para ve hisse senetlerinin Selanik'e gönderilmesi için hazırlanması mektupları imzalaması geriki-yordu(301)

Diretince de ölümle tehdit ettiler. Bunun üzerine:

"Ben kalabalık bir ailenin babasıyım. Padişah olduğum zaman şehzadeliğimde çalışıp kazandığım paranın bir kısmını cülus bahşişi olarak kendi kesemden verdim. Çünkü ben biraderlerim gibi avare yaşamaz, oturmaz, dinlenmez, çiftliklerimde çalışırdım. Kazandı-
ğım parayı benden sonra evladü iyalim alsın diye bankaya yatırdım. Ben hazineye ait mücevheratı da muhafaza ettim. Devletin parasını kimseye vermedim. Evlatlarıma bu paradan, mücevherattan bir dirhem dahi vermedim. Padişahlığımda devletin borçlarını hafiletme-ye muvaffak oldum. Oğullanma ancak bir han vermiştim. Kızlarım evlendiği zaman birer ev almıştım. Şadiye, Ayşe, Refia Sultanlar'ı evlendıremedim...Yalnız Şadiye ve Ayşe Sultanlara birer ev verdim. Refia Sultana o dahi kısmet olmadı. Bu kızlarıma birer taş yaptırmıştım. Çeyiz paralarını onar bin lira olarak ayırmıştım. Bunlar da zavallı çocuklarıma verilmedi. Ellerinden gitti. Haremlerimin (hanımlarımın) ellerinde hemen hiç para yoktur. Küçük erkek evlatlarım Abdürrahim, Nureddin, Abid efendiler beş parasızdırlar. Sonraları ne olacak? İşte bu sebeplerden dolayı bankadaki parayı veremem." (302)

Bu sözler üzerine ikna olmayı bırakın, tehdit etmeye başladı
lar. Herşeyini almak istiyorlardı. Ve hatta öldürmeyi. Ama halkın
sevdiği patişah ölürse halk ne der korkusu ile bunu yapamadılar. Ni
tekim Rasim Bey, "Vermezseniz sizi de kızlarınızı da bodruma indi-
rip hapsederler" tehdidinde bulunuyordu.

Sultan "Ben hayatta çok şey gördüm. Padişahlığımda hiç rahat huzur görmeden çatışmakla ömrüm geçti. Şehzadeliğim bahtiyardı. Halbuki bu zavallı masum evlatlarımın hali ne olacak? Bu üç kızımı evlendirmek bile nasip olmadı. Bu çocuklar benim felaketimle kavrulup hayatlarını kayebediyorlar. Burada gençlilklerini heba etmelerini asla istemem. Gitsinler, mesut olsunlar. Oğlum da tahsile gitsin. Bakınız ne hale geldi. Sinir içinde kıvranıyor" diyerek son derece üzülüyordu. Ama dinleyen kim. Yine Sultan Abdülhamid Han, bu zalimlere karşı belli şartlar ileri sürerek bankadaki parayı onlara teslim etti. (303)

Paraların tesliminden bir gün sonra Rasim bey, Abdülhamid Han'a "Efendim, bu paraları verdiğinizde gösterdiğiniz metanete hayran oldum. Vallahi ben on liramı düşürmüş olsam otorduğum odanın kapısını bulamayacak kadar kendimden geçer, kederimden ne yapacağımı şaşırırdım" deyince ;

"Rasim Bey! Mal habistir. Bir elden gelir, diğerinden çıkar. Siz benim elimde büyümüş, yetişmiş adamlarsınız. Ben ise nice şeyler görmüş geçirmiş insanım. Maruf tabiriyle sakalımı değirmende ağartmadım. Bana bunları Allah verdi. Yine o aldı" (304)

Hakan Hazretlerinin muhafazasına memur erkan-ı harp binbaşısı Ali Fethi Okyar Bey'e de "Bu istenen servet, senelerce, ceb-i hümayunumuzun aidatından ve Hazine-i Hassa'dan tasarrufu edilmiş olan meblağın sadece mütavasi birkısmıdır. Ben otuzki sene içinde şahsıma kanunen, örfen, irsen ayrılmış bu paraları, seleflerim gibi har vurup harman savurmadım, mektepler, hastahaneler, her türlü hayrat yaptım. Şimdi Ordumuzun ihtiyacı için isteniliyor. Feda olsun...Milletin verdiği millete gidiyor." (305)

"Adalet Bir gün Tecelli Edecek, Hak yerini bulacaktır. "

Daha sonra yine şahsına ait mücevher ve kıymetli ziynet Avrupa merkezlerinde satılarak bedelinin Osmanlı Donanma Cemiyetine armağen edilmesini belli şartlar muacehesinde kabu ediyordu. Bu şartlardan biri de hayatının emniyet ve kefalet altına alınması isite-ği idi. Bunun için Fethi Okyar Bey'e ; "Ben, ferdlerin en iyi veya en kötü şahsi düşüncelerinin, onların ancak kudret ve karar sahibi olabildikleri müddetçe kıymet ifade ettiklerinin sonsuz tecellilerine şahit olmuşumdur. Hayatımın teminat altına alınmasını sırf bu itibarla devletin Resmi taahhüdüne bağlanmasını istiyorum. Yoksa, adil bir mahkeme önüne çıkarılıp saltanatımın hesabını vermeye ve böyle bir mahkeme beni cezaya müstehak görürse bunu çekmeye hazırım." "..Allah adildir. Hakikat zayi olmaz. Birgün gelir, bu adaletle hak, doğruyu yanlışdan ayırır..." (306)

Sultan'ın Osmanlı Bankası'ndaki nakit mevcudu yüzüçbin ye-diyüz küsur Osmanlı altını idi. Doyçebank'ta ondört çanta içinde onaltı bin dörtyüz doksanüç Anadolu Şimendifer tahvili, doksanse-kiz Bonne de Jouissance, üç bin Selanik Limanı hisse senedi, Kre-diliyone'de elliiki bin dörtyüz otuzbur Osmanlı altını vardı. (307)

Sultan Abdülhamid Han, hiçbir yere çıkmama ve kimse ile temas kurmama yasağı bütün aile ve yanındakiler için de tatbik ediliyordu.

aksavaşçı 12-27-2007 18:39

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
ACI VE IZDIRAP
II. Abdülhamid Han ve maiyeti Selanik'e Alatini köşküne götürüldüğünde ve orada kaldıkları süre zarfından çok büyük acı ve ızdırap içerisinde bırakıldılar. Hapis hayatından daha zor şartlar...Ve Hatta kızı Şadiye sultan'in anlattığına göre oradaki askerlerin alçakça teklifleri ve Sultan'ı madden ve manen iflas ettirme çabaları korkunç derecede... 33 yıllık saltanat sürmüş bir Padişah'a yapılanların sadece bir miskalini kızından dinleyelim:

Güneş ve Havadan mahrum bırakılan bir Hayat...

"İlk yemeklerimizi hatırlarım; Büyük bir teneke tabla içinde getirildi.Pilav ve yoğurttan ibaret...Çatal ve bıçak yoktu.Ellerimiz-le,yiyebildiğimiz kadar yiyorduk. Babamın yemek takımını, kahvecisi, beraberinde getirmişti. Musluklar pis ve sular zehir gibi acıy-dı.Bu suyu avucumuzla içiyorduk. Bardak yoktu. Pancurların açılması yasak edilmişti. Güneş ve havadan da mahrumduk, üzerimdeki elbiseyi çıkarır, yıkardım. Kuruyuncaya kadar, çıplak oturur bek-lerdim. Diğerleri de aynenböle yaparlardı. Bahçede nöbetçi devriye-ler dolaşırdı.Kapıların anahtarları onlardaydı. Bizi dışarı çıkarmazlardı... Sarayımızın hazineleri, yaldızlı salonları, konforlu yatakları, ayaklarımıza kapanan Cevat Bey gibi murai memurlarımızın neka-dar kıymetsiz ve boş şeyler olduğunu; bu ot minderler üzerinde haşerelerle birlikte uyumaya, yıkadığım elbiselerin kurumasını, çıplak bir halde, beklemeye çalıştığım o anlar, bana öğretmişti... " (309)

Perdeler Yorgan Olunca...

Muhafız Süvari Yüzbaşı Fetih Okyar Bey'i dinleyelim; "...İşin en hazin tarafı Abdülhamid'in sevgili kızı ile, alelacele birkaç ça-mışırla saraydan çıkarılıp Sirkeceye getirilmeleri, oradan da ışıkları yanmayan bir vagon içinde,şimendiferle (tren) Selaniğe gönderilmeleri idi. Yolda, sudan başka bir şey verilmeyen sakit hükümdarla kızı, Selanikte uzun zamanden beri kullanılmayan, bomboş odaları ile insana herşeyden evvel hüzün veren bir köşkte ikamete mecbur edilmişlerdi. Bir çok geceler, çok üşüyen Abdülhamid, köşkün kadife perdelerinden birini yorganının üstüne örterek ısınmağa çalışmıştı"

aksavaşçı 12-27-2007 18:39

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
SEREF VE HAYSIYET
Ayşe Sultan'a Selanik'teki Alatini köşkünden sağlık sebebiyle ayrılarak İstanbul'a gitmesine izin verilir. Babasının dizlerinin dibine oturan Ayşe sultan'a Abdülhamid Han şu nasihati yapar:

"Melek evladım! Takdir böyle imiş. Söyleyeceklerimi iyi dinle. Kulağında kalsın. Ömrün oldukça unutma. Hanedanımız çilelidir. Hepsinin başına bu gibi şeyler gelmiştir. Fakat takdire tevekkül lazımdır. Dokuz ay benimle beraber kavruldunuz. Bundan fazla feda olmanızı istemem. Kızım, sana en büyük, en son nasihatim Hanedanımızın şeref ve namusunu canınızdan ziyade sakınmanızdır. Kızım olduğunuzu asla unutmayınız. Bana dokunacak her türlü hal ü hareketten sakınıp kendinizi muhafaza ediniz. İsmimi yere düşür-meyiniz. Melek evladım. Sen akıllı bir çocuksun. Senden daima iyilik beklerdim. Allah seni mesud etsin. Duam üzerinde bakidir. Kızım! Bugün amcanız yerimi işgal etmektedir. O na da benim kadar hürmetkar olur, itaat ederseniz beni çok memnun edersiniz. Onun 186 her emrine tabi olmanızı isterim. Politika icabı, biraderim, zevcele-* rinizi münasip bulmazsa karşı gelmeyiniz. Bütün hayatınızca afif olunuz. Mümkünse sık sık mektuplarınızı, sıhhat haberlerinizi almak isterim. " (311)

"BEN DE BİR NEFER GİBİ ÇARPIÇAŞAĞIM"

Alatini Köşkü muhafız kumandanı kolağası Resim Celaleddin Bey, II. Abdülhamid Han ile konuşmak için izin isteyerek huzuruna gelip; "Zat-ı hümayununuzu rahatsız ettim, beni mazur görünüz, dört düvelle harp halinde olduğumuzu söylemem gerekiyor!..." deyince, Sultan hayretle; "Dört düvelle mi?..Kim bunlar Rasim Bey? Hemen Allah ordu-yı hümayuna nusret, kuvvet versin, inşaallah zafer bizimdir?" deyince, Rasim Bey başını yere eğmiş, ağlayacak gibi konuşuyordu: "Yunanistan, Bulgaristan, Karadağ ve Sırbistan'la hakanım. Ve maalesef yenilmek üzereyiz!.. " Sultan, "Dört düvel birleşir de haberimiz olmaz mı Rasim Bey? Bu nasıl bir gaflettir! Bu devletler birleşemezler ki!.. Aralarında kilise kavgası var...Yıllar yılı süren Makedonya boğuşmasını hatırlamıyormusunuz?..." diye sordu. Rasim Bey; "Kiliseler kanununu çıkararak, Meclis-i Mebu-san ve ayan bu ihtilafı hal etti. Başımıza bu işlerin açılacağını kim

bilebilirdi ki? Selanik bugün yarın düşmek üzere...Sizi İstanbul'a götürecekler. Bunu hemen size haber vermek için emir aldım" dedi. Buna çok üzülen Sultan Abdülhamid Han, büyük bir öfke ile; "Rasim Bey! Rasim Bey!...Selanik demek, İstanbul'un anahtarı demektir! Ordumuz nerede, askerimiz nerede? Nasıl bırakılıp da gidilir?.. Bırakıp gidersek tarih ve ecdad bizim yüzümüze tükürmez mi?..Biraderim hazretleri buranın tahliyesine razı mı oldu? ..Hayır, ben razı değilim! Yetmiş yaşımda olduğuma bakmayın...Bana bir tüfek verin, asker evladlarımla beraber Selanik'i ben son nefesime kadar müdafaa edeceğim!" dedi. (312)

Fakat Sultan Reşad'ın selamı ve ricası iletilince, bir Osmanlı hanedanı mensubu olarak Padişah'ın iradesine boyun eğmek durumunda olan sultan Abdülhamid Han, İstanbul'a nakledilmeyi kabul etti."İmparatorluğumuz yıkılıyor"

Sabahın erken saatlerinde Ali Rıza Paşa ile Hadi Paşa Sultan'a gelmişler ve bunlara "kiliseler ittifak ettiler mi?" diye sormuş. " Bi- 187 zim elçiler, ateşeler uyudular mı? Dört devlet ittifak eder de hükü- * met nasıl haberdar olmaz? Ben makamda bulunduğum müddetçe daima bunların birleşmesini önledim. Bu ne gaflet! Allah devleti bu hale getirenleri kahrettsin. Demek selanik şimdi müdafaa edilmeden teslim ediliyor. Hayır, ben buradan gidecek değilim. Ben de herhangi bir şahıstan farklı olmadığım için müdafaaya iştirak etmek istiyorum. Bana da silah veriniz. Ölünceye kadar birlikte müdafaa edelim" diye tekrar ısrar eter. Paşalar gittikten sonra : "Felaket! İmparatorluğumuz yıkılıyor" diyerek üzüntüsünü dile getirmiş. (313)

Düşman Birleşirse...

Herşeye rağmen Selanik elden gidecek, sabık Padişah tekrar İstanbul'a getirilecektir. Kendisini Alman Sefaret gemisi almaya gelir. II. Abdülhamid Han, hanımları, çocukları ile gemiye binince Alman kumandan gelip İmparatorun selamını bildirir. Herhangi tarafa emir buyuruluyor ise o tarafa götürmeye hazır olduklarını ve emre amade bulundukları teklifini yaparlar. Sultan Abdülhamid Han da, gösterdikleri dostluğa teşekkür ederek vatana gitmek istediğini bildirir. Alman Konsolosunun teklifine de aynı cevabı verir.

aksavaşçı 12-27-2007 18:39

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
 
IKI GEMI IÇIN FEDA OLDUK
Birinci Dünya Harbine bir oyunla Türkiye dahil edilir. II. Abdülhamid Han büyük bir üzüntü ile olayları takip etmekte; "İki gemi için feda olduk. Üç büyük devlete karşı bu harbe girmemiz akıl karı değil. Vahim bir neticeden pek korkuyorum. Nasıl olur? Bu bir deliliktir" demiştir.

Tanzimatçılar Cihad ilan ederler. Bunun üzerine Padişah şaşırarak; "Cihadın kendisi değil, fakat ismi bizim elimizde bir silahtı. Ben bazen sefirleri tehdit etmek istediğim vakit 'Bir İslam halifesinin iki dudağı arasında bir kelime vardır. Allah bunu çıkartmasın' derdim. Cihad bizim için ismi olup da cismi olmayan bir küvetti. Bunun altında nasıl çıkacaklar, İngiltere buna aldanacak mı?" (314) diyerek üzüntülerini bildirmiştir.

İngilizlerle Fransızlar Çanakkale'ye saldırdıkları zaman İstanbul tehlikeye girdi diye telaş edilmiş ve hatta padişahın Konya'ya, Sultan Abdülhamid han'ın da Bursa'ya gideceği haberleri üzerine;
~

"Hiçbirimiz payitahtı terketmemeliyiz. Bu nedenle kendileri ölünceye kadar burada kalmalıdırlar. Biz bütün Hanedan, en küçük ferdimize kadar burada memleketi müdafaa ederek ölmeliyiz. Bizler son Bizans İmparatoru kadar da mı olamayacağız? Ben İstanbul'dan katiyyen çıkmanı. Burada ölmeye razıyım"


All times are GMT +3. The time now is 19:46.

Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025