![]() |
Kaynak tatlıaşkım.com
Hun İmparatoru başbuğ Attila *Attila Hunlar'ın başına geçtiğinde 40 yaşındaydı babası Muncuk erken öldüğü için amcası Rua'nın yanında yetişmişti. Onunla seferlere katılmış devlet yönetimini, Hun siyasetini öğrenmişti. Amcası Rua 434'de ölünce devleti büyük kardeşi Bleda ile yönetti *Bleda, eğlenceye düşkün ve liderlik, devlet adamlığı özellikleri az birisi idi. ikinci plânda kalmış 445'de ölünce devlet idaresi çok güçlü bir asker, devlet adamı ve lider olan Attila'nın eline geçmiştir. *Amcası Aybars devletin doğusunu, Oktar batısını yönetiyorlardı.*İç isyanlar çıkınca Attila'dan yardım istediler . İsyanlar Hun birliklerince bastırıldı. Belçikaya saldıran Cermen asıllı Burgond'lar Hunlar tarafından püskürtüldü. Hunlarla Burgondların mücadelesi Alman destanlarında anlatıldı *hunlar 436 da Almanya'yı hakimiyetlerine aldılar devletlerinin sınırlarını Kuzey Denizi'ne ve Atlas Okyanusu'na kadar genişlettiler.**440'da Bizans Hun kaçaklarına sahip çıkıyor, yüksek makamlara getiriyordu. Bizanslı tacirler ticaretde Hunları aldatıyorlar Türk mezarlarını açtırarak mezarları soyuyorlardı tüm bu sebeplerden Attila Bizansın üzerine yürüdü 442 de Belgrad Niş Trakyadaki bizans kalelerini ele geçirdi *Balkanlar'da Hunlar'a karşı durabilecek güçler ortadan kaldırıldı 445 yılında Bleda'nın ölümüyle Hun İmparatoru olan Attila gücünün doruklarında yükseliyordu Batı Asya ile Orta Avrupa'nın tek hâkimi Attila idi.**Bizans, anlaşmalara uymadı Attila, ikinci Balkan Seferine 447 de çıktı. Attila ve Avrupa Hun ordusu; Sofya; Filibe, Breslav, Lüleburgaz gibi şehirleri ele geçirdi. Teselyadan Büyük Çekmeceye ulaştı. Bizans kuşatma tehdidi altındaydı.İmparator Theodosios, Attila'dan barış istedi. Anatolios Barışı 447 de yapıldı.**Balkanları ve Bizans'ı kontrole alan Attila, siyasetini değiştirerek, Batı Romaya yöneldi.Roma ordusunu güçlendiriyordu. Attila Roma'ya karşı Vandallarla anlaştı. kendisiyle evlenmek isteyen Romalı Prenses Hanoria'nın isteğini kabul etti Honaria ile evlenince Roma'nın yarısı kendisine verilecek yönetime ortak olacaktı. *Attila'yı oyalayan Romalılar, onun teklifini kabul etmedi Bunu savaş sebebi sayan Attila, 200 bin kişilik ordusu ile Ren Nehrinden Galya'ya girdi. savaşta kimin gelip geldiği belli olmadı ancak Attila büyük bir başarı kazandı Galya'yı Roma ordusundan temizledi kral Aetyus Roma'da otoritesini kaybetti. Attila İtalya seferine çıktığı zaman karşısında duracak Roma ordusu kalmamıştı.*Attila 452 yılında 60 yaşında şüpheli bir şekilde Öldü, Yerine sırasıyla oğulları İlek, Dengizik ve İrnek, Hun Hakanı oldular. önceki Hun hakanları gibi başarılı olamadılar. 470 yılında Avrupa Hun İmparatorluğu dağılmıştı. |
EN GÜZEL DUA ZİKİRDİR
ELİMİZİ SEMAYA KALDIRIYORUZ TÜM ŞEHİTLERİMİZE TÜM ÖLMÜŞLERİMİZE TÜM SEVDİKLERİMİZE VE TÜM İNSANLARA ALAHIN 99 İSMİ İLE İSTİYORUZ ALLAH *ER-RAHMAN*ER-RAHİM**EL-MELİK* EL-KUDDÜS*ES-SELAM*EL-MÜMİN*EL-MÜHEYMİN* EL-AZİZ*EL-CEBBAR*EL-MÜTEKEBBİR*EL-HALIK* EL-BARİ*EL-MUSAVVİR*EL-GAFFAR*EL-KAHHAR* EL-VEHHAB*ER-REZZAK*EL-FETTAH*EL-ALİM* EL-KABID*EL-BASIT*EL-HAFID*ER-RAFİ*EL-MUİZ* EL-MÜZİLL*ES-SEMİ*EL-BASİR*EL-HAKEM* EL-ADL*EL-LATİF*EL-HABİR*EL-HALİM*EL-AZİM* EL-GAFUR*EŞ-ŞEKUR*EL-ALİYY*EL-KEBİR* EL-HAFIZ*EL-MUKİT*EL-HASİB*EL-CELİL* EL-KERİM*ER-RAKİB*EL-MÜCİB*EL-VASİ* EL-HAKİM*EL-VEDUD*EL-MECİD*EL-BAİS* EŞ-ŞEHİD*EL-HAKK*EL-VEKİL*EL-KAVİYY* EL-METİN*EL-VELİYY*EL-HAMİD*EL-MUHSİ* EL-MÜBDİ*EL-MUİD**EL-MUHYİ*EL-MÜMİT* EL-HAYY*EL-KAYYUM*EL-VACİD*EL-MACİD* EL-VAHİD*ES-SAMED*EL-KADİR*EL-MUKTEDİR* EL-MUKADDİM*EL-MUAHHİR*EL-EVVEL*EL-AHİR* EZ-ZAHİR*EL-BATIN*EL-VALİ*EL-MÜTEALİ* EL-BERR*ET-TEVVAB*EL-MÜNTEKİM*EL-AFÜVV*ER-RAUF*MALİKÜL MÜLK*ZÜL-CELALİ VEL İKRAM EL-MUKSİT*EL CAMİ*EL GANİY*EL-MUĞNİ EL-MANİ*ED-DARR*EN-NAFİ*EN-NUR* EL-HADİ*EL-BEDİ*EL-BAKİ*EL-VARİS* ER-REŞİD*ES-SABUR* Tüm şehitlerimize ve tüm ölmüşlerimize bir fatiha okuyalım Bismillahirrahmânirrahîm.Elhamdü lillâhi rabbil'alemin Errahmânir'rahim Mâliki yevmiddin İyyâke na'budü ve iyyâke neste'în İhdinessırâtel müstakîm Sırâtellezine en'amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn amin Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.Hamd o âlemlerin Rabbi,O Rahmân ve Rahim,O, din gününün maliki Allah'ın.Ancak sana ederiz kulluğu, ibadeti ve ancak senden dileriz yardımı, inayeti. Hidayet eyle bizi doğru yola,O kendilerine nimet verdiğin mutlu kimselerin yoluna; o gazaba uğramışların ve o sapmışların yoluna değil. |
Kaynak kırmızılar.com Başbuğ Attila Dönemi
*Rua'nın ölümüyle*Attila*ve*Bleda, Hun İmparatorluğu'nun başına geçti. Attila, babası Muncuk'un ölümüyle amcası Rua'nın yanında yetişti savaşlara katıldı,* yönetimde tecrübe kazandı. *Attila ve Bleda Doğu Romadaki Hun kaçaklarıyla ilgili görüşmeler yapılmaktaydı. Attila ve Bledanın elçileri*Roma*konsülü*Sırbistan'da karşıladılar. Görüşmeyi at sırtında yapmak isteyen Attila ve Bleda'ya karşı Roma elçileri at sırtında uzun süre oturmamış Roma elçilerinin zor halleri, Attila ve Bleda için alay konusu olmuştur.Doğu Roma ile Hunlular arasında Margos Antlaşması** imzalanmıştır. *Margos Antlaşmasına göre Doğu Roma Hunlara ödediği vergiyi iki katına çıkaracak Hunların düşmanlarıyla antlaşma yapmayacak, ticari ilişkiler devam edecek.Hun esirleri iade edecek.adam başına 8 Solidus altın ödeyecek.Attila ve Bleda Margos antlaşmayla Hun İmparatorluğunun doğusuna* yapılacak seferlerde Bizans tehditlerini* ortadan kaldırmıştır. *Margos antlaşmasından sonra,*atilla bizanstan Hun kaçakları alarak idam etmiştir, Bizans'dan gelen altınlarla da İskitya Seferine hazırlanmıştır. 435*yılında Attila ve Bleda, Volgada* Bizans'ın teşvikiyle isyan eden*Akatlar*ve*Ak-Oğuzlar'ın üzerine yürümüştür. edilen galibiyetle* oğlu*Ellak'ı Akatların başına şef tayin etmiştir. *Hun orduları*Orta Asyadan* Kara Denize ve* Baltık sahillerine inmiş her yerde düzen ve istikrar sağlanmıştır Attila ve Bleda ordularıyla hun imparatorluğu*435-440*yıllarında en geniş sınırlara ulaşmış* 4 milyon km²'lik bir coğrafyaya hükmetmiştir.*441*yılında Romada barbar istilaları başlamıştır Vandallar,*Batı Romanın*Afrika* eyaletlerini istila etmiş*Kartaca'yı ele geçirmiştir. Doğu Roma ise*Sasanilerin*Ermenistan'ı istilası, Anadoludaki isyanlarla zor zamanlar geçirmektedir. Attila ve Bleda, margos antlaşmasını değiştirmek istemiştir romanın* karşı koyamayacağı bir saldırıyla daha fazla ganimet istenmiştir Saldırının bahanesi* ise Doğu Romanın Margos Antlaşması'na uymaması ve Hun mezarlarını talan etmesidir *Hun orduları Attila ve Bleda önderliğinde, roma şehrini yerle bir etmiş* Margus kalesinde Piskopos teslim olarak canı bağışlanırsa orduyu kaleye* sokma teminatını verir. Attila ve Blade Margus kalesini fetheder. sefer sonunda Doğu Roma* Hun ordularına karşı koyamayacağını anlamıştır.*443*yılında* Attila ve Bleda ordusunu koçbaşları ve mancınıklarla donatarak Balkanlara hakim olmak için ordusunu Nis,*Sofya,*Filibe ve Lüleburgaz şehirlerine sırayla göndermiştir.çıkan anlaşmazlıklar üzerine, Attila ağabey'i Bleda'yı*445*te öldürerek Hun İmparatorluğunun tek hakimi olmuştur.*Bizansı itaat altına almak için*446*da ordularını harekete geçireren Attila Bizans ordularını imha etmiştir. ordularını Yunanistan'a gönderen Attila, Constantinopolis ve Termopylae'ye kadar birçok yeri tahrip etmiştir 447*yılında Hunlular ile Bizanslılar arasında Anotolyos Antlaşması yapılmıştır *antolyos antlaşmasına göre Doğu Roma yıllık* vergiyi 3 katına 700 pound altından 2.100 pound altına çıkaracak.Doğu Roma savaş tazminatı olarak 6.000 pound altın ödeyecek Tuna nehrinin güneyinde asker bulundurmayacak. Hun esirlerini iade edecek kaçak adam başına 12 Solidus altın ödeyecek.*Hunlara ödenen vergiler sonucunda asilzadeler varlıklarını kaybetmiş, halk isyan etmiş ve bizansta birçok insan açlıktan ölmüş veya intihar etmiştir. |
Kaynak kırmızılar.com Başbuğ Attila Dönemi
*Batı Romadan çeyiz olarak imparatorluğun* yarısını isteyen attila, teklifi kabul edilmeyince Batı Romaya yürüdü.*Katalon Ovası'nda Attila,200 bin kişilik bir ordu Roma ordusu da* 200 bin kişi ile* gelmişti. Hun düşmanları bizans*ordusuyla birleşmişlerdi.*20 Haziran*451*de iki dünyanın savaştığı.*Katalon Savaşı 24 saat sürdü *Katalin savaşında* büyük kayıplar verildi. Roma ordusu dağıldı. Roma'yı destekleyenlerin ordusu dağıtıldı kralları savaşta öldürüldü Attila Romaya Galya'ya tüm dünyaya yenilmezligini kabul ettirdi*450*de başlayan*Galya*seferi Katalon savaşıyla kapandı.*Constantinopolis'de tutsak olan*romalı Valentinianus'un kızkardeşi*Honoria,*Attila'ya kendisini kurtarıp evlenmesi için bir yüzük yolladı.* Valentinianus, Attila'nın isteğini reddetti Honoria'yı Romada üst düzey bir valiyle evlendirdi. Attila,*451*de ordularıyla İtalya harekatına çıkmıştır. *Hun İmparatoru Attila,*italyada bir kale-şehir olan*Aquilia'nın surlarına ulaşmıştır Bu şehir,*Batı Roma sınırlarındaydı Şehir çok sağlamdı, muhafızları Gotlardan oluşturulmuş tecrübeli askerlerdi ve komutanları Got*Prensi Antala*idi. şehir yaklaşık 3 ay direndi ve yağma yapan Hun ordusu, yiyecek sıkıntısı çekiyordu Attila durumun sakıncasını Görüyor, böyle* kuvvetli bir kaleyi geride bırakmayı düşünmuyordu. *Geri çekilmek bizans karşısında aciz ve beceriksiz görülmektir. kararsız kalan Attila,bir leylek sürüsünün Aquilia şehrini bırakıp gittiğini görür. askerlerini cesaretlendirmek için askerlerine hitap eder "Üstün* yaratılan kuş sürüsü, şehrin güvenlik sağlamadığına kanaat getirerek yuvasını bırakıp gitmektedir. Bu şehri kuvvetten ve imkandan mahrum olduğunun işaretidir. düşmanlarımız kuşatmamıza* dayanamayacaktır.demiştir. *Attila'nın sözleri askerleri etkilemiş Hun askerleri, koçbaşları ve mancınıklarla saldırıya geçmiştir. Surlarda açtıkları gedikten şehrin içine giren ordu, şehri yağma etmiş ve bizanslıları affetmeyerek öldürmüştür. Batı Roma nın en korunaklı şehiri haritadan silinmiş bizans İmparatorluğu doğu kapısı ortadan kaldırılmıştır. *Aquilia şehri düştükten sonra Attilanın ordusu İtalya'ya girmiş Altinum,*Padova,*Vicenza,*Verona, Brixia**Bergamo*şehirlerini harabeye çevirmiştir. Pavia*ve*Milan* şehirleri razılıkla boyun eğip,evleri her türlü zarar ve ziyandan kurtulmuştur. Hunlar başeğmeyenlere karşı acımasızdırlar *Hunların*yaptıkları karşısında tüm avrupa'yı dehşet ve korku kaplamıştır. Kimse zafer ihtimali görmediğinden, Hunlarla savaşmayı kabul etmemiştir. Bizanslılar ve barbar kabileler Attila'dan çekinmişler* Roma imparatorluğuna* asker göndermeyi reddetmiştir. Durum ümitsizdir *İmparator*Valentinianus**Roma'ya kaçmış kendini güvende hissetmemektedir. İmparatorluğun kurtulması için elçilerini Attila'ya göndermiştir Hun Hakanı'nın yatıştırılmış, avrupa* istilasından vazgeçirilmiş avrupa başeğerek ve ezikliği kabul etmiştir*Piskopoz ve Aziz*Sixtus'un Gök Tanrısı adına Attila'dan, Roma'yı bağışlamasını talep etmiştir. Attila, Papa'ya su sözleri söylemiştir Siz şaşırmışsınız. Tanrı'nın oğlu mu olur? O tektir.” Papanın* hitapları İmparator*Valentinianus'un hediyeleri Attila'nın İtalya'yı işgalini önlemiştir Attila ganimetleri evlenenlere* çeyiz vermiştir italya seferi veba salgını nedeniyle yarım kalmıştır *Kuzay İtalya'dan topladıkları ganimet Roma seferindeki orduda patlak veren* memnuniyetsizliğin karşılığı olmuştur. İtalya bu seferden kurtulmuştu Hun ordusu sapasağlamdı, saldırı gücü şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da dehşet ve ihtişamını koruyordu. *Attila İtalyadan gitmeden önce,*prenses Honoria*kendisine gönderilmez ve düğün hediyesi* 500.000*Solidus*altın verilmezse, İtalya'ya döneceğini, acımasız davranacağını söyledi İsteği yerine getirildi Attilanın Konstantinopolis'e gönderdiği elçiler Bizans'dan*haraç* istedi İmparator*kuşatılmamak için yüklüce altını Hun İmparatorluğu'na göndermiştir.*453'de Attila öldü ve tahta büyük oğlu*İlek*geçti. oğulları* Dengizek* ve*İrnek*savaştı hun kabileleri ayrıldı ve devlet dağıldı Attila'nın ölümünden* sonra Hunlar*Nedao Muharebesi'nde yenildi. İlek'in yerine* geçen Dengizik de*469'da öldü ve bu Hun İmparatorluğu'nun sonuydu *Attila'nın en küçük oğlu İrnek Hun budunlarıyla doğuya* göç etti. Karadeniz'in kuzeyindeki Türklerle bugünkü*Bulgarların*ataları oldular "Bulgar" kelimesi"bulgalanmak = bulanmak = karışmak" kelimelerinden türemiştir karışan anlamındadır |
Kaynak aytisan.com Bleda’nın Ölümü
*Türk tarihinde önemli kardeş hükümdarlar ve komutanlar vardır. Bumin Kağan ile İstemi Yabgu, Bilge Kağan ile Kül Tigin, Çağrı ve Tuğrul Beyler, Attila ve Bleda* bunların örnekleridir. İkili yönetim taht kavgaları için değil, büyük coğrafyaları yönetmek içindir. taht bir hedefti nice taht kavgaları verildi. Taht için nice kanlar döküldü *kardeşi İbrahim’i öldüren I. Murat, tahta geçtikten sonra kardeşi Yakup Çelebi’yi boğdurtan Yıldırım Beyazıt fetret devrindeki felaketi önlemek için kardeşi İsa Çelebi ve Musa Çelebi’yi öldürten Çelebi Mehmet, devletin devamı için bedeller ödemek zorunda kalan nice hanlar hakanlar nice bedeller ödendi taht için devletin devamı ve ilahi kelimetullah için*Türk tarihindeki ikili yönetim, Doğu ve Batı olarak ayrılan devletin yönetimini kolaylaştırmak içindir. Miras için mücadeleye girişmeyen bu kardeşler, devleti beraber yönetdi. Rua’nın ölümüyle oğlu Bleda, Hun tahtına çıktı, Tuna prensi Attila devletin işlerini yönetmekteydi.Bleda’nın vefatı 445 e kadar iki kardeş Hun Hükümdarlığı’nı idare etti. *Attila, Bleda’nın vefatıyla ölüm tarihi 453 e kadar tek başına hükümdar oldu. Hunlar Orta Avrupa’da rakipsiz hale geldiler.Attila’nın gayesi büyük bir Hun İmparatorluğu kurmaktı. kavimleri itaat altına alıp hükümdarlığını Hun ırkıyla kuvvetlendirmek istedi* ırkını ve budununu .Tarihimizdeki Türk hükümdarlar gibi, tek çatı altında toplanmak istedi *Bleda’nın ölümü hakkındaki en muhtemel iddia, kardeşi Attila tarafından öldürülmüş olmasıdır. Bleda, zevk ve sefasına düşkünlüğünden 10 yıl süren hükümdarlığında etkisizdi keyfi kararlar verdi. “Rivayete göre Bleda Tuna kenarında bir şehir yaptırmış ve şehre Buda demişti Macaristan’ın başkenti Budapeşte isminin Bleda’dan geldiği tahmin edilmektedir. * *Bleda’nın eşinin kendine ait bir köyü vardı.”Bunların hepsinin Attila’nın kardeşi Bledanın öldürmesine sebep olduğu öne sürülmektedir, ölümü hakkında yorumlar vardır* Macar şairleri Bleda’nın Attila tarafından sihirli kılıç ile öldürdüğünü yazmıştır. Bir kısmıda Attila ile Bleda’nın düellosunda Bleda zehirli ok kullanmış ancak Attila’ kazanmıştır |
Kaynak türktarihim.com Başbuğ Attila Dönemi
*434 yılında, Rua’nın ölümüyle yönetim, Rua’nın kardeşi Muncuk’un iki oğluna kaldı. Bleda ve kardeşi Attila, hun yönetimine geçtiler. Yaşça büyüktü ve yönetim Bleda daydı Bleda, etkisiz kaldı savaşları Attila yönetiyordu. Attila, Ağabeyi Bledanın başarısız idaresi nedeniyle kardeşi Attila ile mücadeleye girdi. İmparatorluk 10 yıl kadar bu şekilde yönetildi. Attila, 445 yılında ağabeyi Bledayı öldürerek yönetimi tek başına eline aldı.**Attila’nın amacı, hem Doğu hem Batı Romayı egemenlik altına almaktı. Doğu Roma ile ilişkiler kötüydü. Doğu Roma baskı altına alınmış ve Doğu Roma Hunlara vergi ödüyor ve Hunlar üzerindeki oyunları devam ediyordu. Ruanın ölümüyle Attila, Doğu Roma üzerine yürüdü ve savaşı kazandı Margos antlaşması imzalandı. vergi iki katına çıkartıldı.* *Doğu Roma, margos antlaşmasına uymuyordu. Attila, 441 de Doğu Roma’nın üzerine yürüdü. Trakyaya ilerledi vergi üç katına çıkartıldı.Balkan yolu açıldı*Doğu Roma, Hunlarla yaptığı antlaşmaya aykırı hareket ederek Hunlara bağlı kavimleri isyana teşvik etti. Ticareti bozdu* Attila, Doğu Romaya iki koldan saldırdı Yunanistandan* Tselya’ya kadar ilerledi. Sofya, Lüleburgaz, Flibe şehirlerini ele geçirdi.Büyük Çekmece yakınlarına ulaştı. Doğu Roma ile Antolyos antlaşması imzalandı vergi üç katına çıkartıldı, savaş tazminatı ödetildi Tuna Doğu Roma askerlerinden arındırıldı.* *Attila, 451 de Batı Roma imparatorunun kızıyla evlendi çeyizi olarak Batı Romanın yarısını istedi.* büyük bir savaşa girildi. Attila ordusunu Galya’ya gönderdi.kendiside 200 bin kişilik bir ordusuyla kendisine denk bir kuvvetle romayla Katalon ovasında savaştı Savaş 24 saat sürdü.çok şehit verildi savaş henüz sonuçlanmamıştı Batı Roma Askerleri, yenilgiyi kabul etti. Attila, Galyayı işkal ederek yenilmezliğini tüm dünyaya kabul ettirdi *Attilanın amacı Doğu Romayı fethetmekti* 452 yılında sefere çıktığında kendisine* karşı koyacak kimse* yoktu. ordusuyla Alpleri aştı* İtalyanın kuzeyini ele geçirdi Papa* Attiladan Hristiyanlık merkezi olan* Roma’nın yıkılmamasını istedi Veba* sorunu vardı. Doğu Roma egemenlik altına alındı Attila, 453 yılında karısı tarafından zehirlendi |
Kaynak vikipedi.com Başbuğ Attila Dönemi
*Hun imparatoru, Bizans tarihçisi*Priskos'un tasvirine göre kısa boylu, hafif çekik gözlü ve yanık tenli resmedilmiştir.434–453 te hunlara hükmetmiştir ülkeyi kardeşi Bleda*ile yönetmiştir kendisinden sonra Çocukları İlek,*Dengizik*İrnek geçmiştir Babası Muncuk Handır 395 te doğmuş 453 te 58*yaşında ölmüştür*Babası*Boncuk Han ölünce Amcası*Rua, onu yanına almıştır.* Vizigotlara*karşı*Roma ile* ittifak yapan Attila bir süreliğine*Roma'ya*Flaviusun davetlisi olarak gitmiştir. kardeşi Bleda ile Hun İmparatorluğu'nun yönetmiştir Bleda*445 te ölünce, Attila*tek başına Hun hükümdar olmuştur. aşık olduğu esir kız Nakara ile evlenen Attila'nın bir oğlu olmuş, eşi Nakara doğum sırasında ölmüştür*Batı*ve*Doğu Roma imparatorluğuna*seferler düzenleyen Attila Orta Çağ*batı kaynaklarında ve bizansda acımasızlığı ile anılır. Kendine Avrupa'da Tanrının Kırbacı denir *Cermen ve Alman efsanelerinde Attila, çok büyük ve iyiliksever bir hükümdardır. Attila'nın sarayında Germen hükümdarlar yaşar. Nibelungen Destanı, Hun-Germen mücadelelerini anlatır Attila, Etzel adında büyük otoriter, barışsever asilere karşı kılıç kuşanan asil ruhlu bir hükümdardır. *Avrupa Hun İmparatorluğu'nun başkenti* Etzelburg atilla adından gelmektedir. Katalon Savaşında*Roma ordusu dağılmış, Batı Got kralı ölmüştür. 1380 yılında Attila.Batı Roma seferindeyken*Papa Leo'nun araya girmesiyle* Roma seferini durdurdu* Romalıları haraca bağladı. rivâyete göre, Attila, son eşi*İldiko tarafından öldürülmüştür.*Mezarının yeri bilinmemektedir. Cenazesine katılanlar, mezarın* bilinmemesi için öldürülmüştür.* tarihçiler*Tuna Nehri'nin altına gömüldüğüne,inanmaktadır Nehir uzundur birçok ülkeden geçmektedir kazılarda bürokratik sorunlar çıkacağından kazı çalışması yapılamamaktadır. *Bizanslı tarihçi*Priskos*Attila'yı şöyle açıklıyor: "Kısa boylu, geniş göğsü olan, gözleri küçük, burnu yassı ve ince grimsi sakalları olan, bronz tenli." Attila'nın isminde tartışmalar vardır Türk kaynaklarında Volga Nehri'nin eski ismi olan Atıl/İtil/Atal kelimelerine oralı anlamı veren illa kelimesiyle birleşmesi sonucu Attila ismi oluşmuştur. *at/atıl/atılmak anlamına gelir. Atillaya Türk efsanelerinde Atlı Han da denirdi.*Macarcada yargı*anlamına gelen Ítélet kelimesinden türemiştir.İngilizce'ye Etele, Etla Almanca'da ise Etezel olarak geçmiştir.*Macaristan'daki kullanımı Attila iken*Türkiye'de Atilla veya Atila şeklindedir. *Anthony Quinn**Sophia Loren'in yer aldığı sinema filmi.Civilization Rome Total War: Age of Empires The Conquerors: Attila Total War: Attila adlı bilgisayar oyunları vardır |
Kaynak gizliilimler.tr.gg Başbuğ Attila Dönemi
*Attila, 5.yüzyılda Avrupa'da yaşamış Hun hükümdarıdır. 406 yılında Macaristan'da İtil kıyılarında doğdu. Adının manası,*“İtil’de doğandır. Babası, Avrupa Hun Devleti'nin kurucusu* Muncuk Han'dır.Amcası Rua, babası ölünce onu yanına aldı. Vizigotlar'a ve Romayla beraber cenk ettiler uruş yaptılar*Attilla Roma'ya kral Aetius'un davetlisi olarak gitti. Amcası Rua'nın ölünce kardeşi Bleda ile birlikte doğuda Hazar Denizine batıda Alpler ve Baltık Denizi'ne 4 bir tarafa diyardan diyara bir uca uzanan Hun İmparatorluğu'na ortak hükümdar oldular*Attila, Kurnaz bir savaşçıydı. Acımasız ve gururluydu. göçebeleri, Türkler'i, Moğollar'ı, Ru ve Avrupa kavimlerini toplayarak büyük bir savaş devleti kurdu.dünyanın hâkimi olmak istiyordu Büyük İskender gibi tüm dünyaya hâkim olmak ihtirası ile dolan Attila, büyük emelini* gerçekleştiremedi. Ancak tarihin tanıdığı en büyük cihangiri oldu*445'te, İlk iş olarak imparatorluğun batısını idâre eden ağabeyi Bleda'yı öldürttü tek başına Hun hükümdarı oldu. aşık olduğu Nakara adlı esir bir kızla evlendi Attila'nın bir oğlu oldu, doğum sırasında eşi Nakara öldü *Attila, Gençliğinde barış için rehin olarak Roma'da tutuldu Roma kültürünü ve zaaflarını inceledi Latince'yi ana dili gibi öğrendi Hükümdar olunca** Romalılar hakkındaki bilgilerini en iyi şekilde değerlendirdi*Atilla Avrupa kıtasına hakim oldu devlet sınırları Asya'ya taştı. orduları ile Batı ve Doğu Romayı istila etti* bizansda acımasızlığı ile tanında Avrupa'ya korku ve dehşet saçtı Avrupada*"Tanrı'nın Kırbacı", "Tanrı'nın Gazâbı"olarak nam saldı*Germenler ve Almanlar atillaya* efsaneler yazdılar destanlar çığırdılar* Attila, çok büyük ve iyiliksever bir hükümdardı. sarayında Germen hükümdarlar yaşadı meşhur alman efsanesi Nibelungen Destanı, Hun-Germen mücâdelelerini anlattı kendisine almanlar etzel adını verdi* Etzel büyük bir otoriter barışsever ve yalnız âsilere karşı kılıç kuşanan asil bir hükümdardır. *Avrupa Hun İmparatorluğu'nun başkenti Etzelburg adı atilladan gelmektedir.Katalon Meydan Savaşı'nda, Roma ordusunu dağıttı Got kralları öldürüldü Attilanın ordusu tüm avrupaya yayıldı dünya imparatorluğu için Bizans'a* saldırdı.* 500.000 kişilik orduyla İtalya'ya yüründü. Avrupa, Attila'ya karşı birleşti. kesin bir netice alınamadı. birçok avrupa şehri ele geçirildi *Attilanın hedefinde Doğu Roma vardı Bizans kuşatıldı aman dileyen İmparatoru yıllık vergiye bağlandı. vergi* ödemeyen imparator, bunu pahalıya ödedi. Balkanlar ve Mora ele geçirildi. Bizans vergisi iki misline çıkartıldı Bizans İmparatoru Valentinianus, suikastçiler* göndererek Attila'yı öldürtmeye teşebbüs etti. teşebbüsü sonuçsuz kaldı. İmparator suikastçinin kafasını kestirip Attila'ya gönderdi |
Rabbim kafirler, müşrikler, münafıklar topluluğuna karşı bizlere yardım eylesin. Nusretini üzerimizden eksik eylemesin. Bizler şehitliğin ne olduğunu biliriz. Rabbim bizlere de şehadet nasip eylesin. Şu an mücadele veren, harp içinde olan ordumuza Rabbim yardım eylesin, güvenlik güçlerimize muvaffakiyetler nasip eylesin, muzafferiyetler ihsan eylesin. Bu hakkın batıla karşı büyük bir micadelesidir.*
Ebrehe'nin ordusunu yerle bir eden yüce Mevla'mız Esma'ül hüsna'sı kuvvetine ebabillerin ağzından düşen çamur taneleri gibi ordumuzun silahından çıkan her bir kurşunu isabetli olarak yerine nasip eylesin. Rabbim güvenlik güçlerimize, kahraman Mehmetçik'imize muzafferiyetler nasip eylesin. Düşmanlarımızı mağlup eylesin. Onları Kahhar ism-i şerifi hürmetine kahreylesin, perişan eylesin. Devletimizin, milletimizin üzerinde en küçük dahi bir parçasında gözü olanların gözünü kör eylesin, kalbini mühürlesin. Onlara fırsat vermesin. Şu an Suriye'de ordumuza karşı kurulmuş olan her türlü tuzağı düşmanların kendi başlarına makuz eylesin. Birliğimizi, dirliğimizi Rabbim daim eylesin |
Kaynak gizliilimler.tr.gg Başbuğ Attila Dönemi
*Bizans imparatoru Valentinianus evlenmemeye mahkum ettiği kız kardeşi, rahibe Attila'ya nişan yüzüğü göndererek evlenmeye hazır olduğunu bildirdi. Avrupa'ya dehşet saçan Attila, Bizansa sert bir mesaj göndererek, nişanlısının kapatıldığı manastırdan serbest bırakılmasını ve çeyiz olarak Batı Romanın verilmesini istedi. *Büyük Türk-Hun İmparatoru'nun karşısında avrupa kara kara düşüncelere daldı. huzursuzluk ve korku Bizans'ı kapladı. Doğu Romada bitip tükenmeyen korkulu günler ve aylar başladı, *Batı Roma seferinde Papa Leon ve ordusu Attila'nın önünde diz çöküp af dilemiştir.salgın hastalıklar yüzünden Attila, Roma'yı istilâ etmekten vazgeçti.ve vergiye bağladı.*tüm Avrupayı kasıp kavuran Attila avrupayı korku ve dehşet içinde bıraktı son derece âdil ve cihangir bir hükümdardı Avrupa, kendisini barbar gözüyle gördü. zalimlere karşı tanrının kırbacı ünvanıyla nam saldı *Attila, istilâcı değil yaman bir komutan mükemmel bir hükümdardı. milletine medenî bir düzen verdi dünyada ilk posta teşkilatını kurdu *Attila, bir kahramandı Türk ve Macarların atasıydı zalimler ona barbar dedi avrupalılar onu zâlim, acımasız ve çirkin olarak tanıttı. Attila barbar değildi uygarlığın koruyucusu ve bekçisiydi *Attila'nın kendisini bizzat gören Priscus adlı bizanslı tarihçiye, göre Kısa boylu, geniş göğsü ve başı olan, gözleri küçük, burnu yassı ve ince grimsi sakalları olan, bronz tenli.sert ve acımasız Batılılar kendisine Tanrının Kırbacı"*ismini verdi. ihanet edenleri kazığa otururdu*Attila'nın ismi Türk kaynaklarında göre Volga Nehri'nin eski ismi olan*"Atıl/İtil/Atal"*kelimelerine*"oralı"*anlamı veren*"illa"*kelimesiyle birleşmesi sonucu Attila ismi oluşmuştur. at/atıl/atılmak anlamına gelir. Türk efsanesinde kendisine Atlı Han' denirdi. *Macar kaynaklarında yargı ve adalet anlamına gelen Ítélet kelimesinden türemiştir. İngilizce'ye Etele, Etla Almanca'da ise Etezel olarak geçmiştir. Macaristan'daki kullanımı Attila Türkiye'de ise Atilla veya Attila şeklindedir. |
Kaynak gizliilimler.tr.gg
Başbuğ Attila ölümü ve mezarı *Attila, 453 te İldiko adlı bir kadınla evlendiği gerdek gecesinde içtiği içkiyle şüpheli şekilde öldürüldü Elli sekiz yaşındaydı son derece dinç ve kuvvetli idi. Zifaf gecesinde Avrupa'yı tir tir titreten cihangir, yatağında ölü bulundu. Ağzından, burnundan boşanan kanlarla, bütün yatak kıpkırmızı olmuştu. Ölümünün nedeni anlaşılamadı. *Cenazesi, ölüm gününde çok büyük bir törenle kaldırıldı. Ceset altın bir tabuta konulmuştu.tabut, gümüş, ve demir bir mahfazanın içine yerleştirilmiş ve toprağa verilmişti.Attila, ölümünden sonra, rahatsız edilmeden ebedî uykusunu uyumak isterdi. Bunu, vasiyet etmişti. *mezarını kazıp kendisini toprağa verenler, vurularak öldürüldü. mezarının yanından geçen çayın yönü değiştirildi. Sular başka tarafa, akıtıldı. büyük cihangirin son arzusu yerine getirildi ve koca imparatorluk, dağıldı *Attila'nın mezar yeri bilinmemektedir. Cenazesine katılanlar, mezarın bilinmemesi için öldürülmüştür. Tuna Nehri'nin yatağının değiştirilmiştir hazineleriyle birlikte Attila'nın nehrin altına gömülmüş, nehir yatağı tekrar eski haline getirilmiştir. Nehir aşırı uzundur ve bir çok ülkeden geçtiği için bürokratik sorunlar çıkacağından kazı yapılamamaktadır.*Attila'nın mezarının başında strava denilen cenaze yemeği yenmiş ve define başlanmıştır. Attila'nın cesedi altın, gümüş, ve demir tabutlara konmuştur bu gücünü göstermek içindir. Demir, kavimleri yendiğinin, altın ve gümüş Roma imparatorluğunda kazandığı mevkinin işaretidir*Gömme geceleyin ve gizlice yapıldı silâhları krallığını gösteren eşyalar onunla birlikte mezara kondu. İnsana has aç gözlülükten dolayı, hazine çalınmasın ve, kabrin yeri bilinmesin diye mezarı kazanlar öldürüldü. *5000 köle Attilanın mezarı için Tizsa nehrinin yatağını değiştiriyor. kuru nehir yatağında bir çukur açılıp tabut içine indiriliyor. baş şaman tarafından beyaz kutsal toz ile üzerleri kaplanan okçular köleleri öldürüyorlar. Temizlik bitince okçulara 24 saat mezar artlarında kalacak şekilde at koşturmaları emrediliyor. bentler yıkılarak nehrin yatağına akması sağlanıyor.*Macarlara göre Attila'nın mezarının bulunması mümkün değil. Fakat onun zaferleri paylaşılamıyor. Macar ovasının güneyindeki Zsadany köyünde Kral Arpad'ın kalesinin bulunduğu 500 m.lik bir tepe Attilanın kalesi imiş.Bu tepe Dobogóko yerleşiminin yakınlarında Tápiószentmártonda atillaya ait kalıntılar 1993 te bulunmuş. Ören yeri Sovyetlerce askeri hava alanı olarak kullanılmış. Varşova paktı çökünce kampda parçalar bulunmuş. |
Kaynak ehlisünnetbüyükleri .com
CELÂLEDDÎN MUHAMMED RÛMÎ MEVLANA *Evliyânın büyüklerindendir Kadirîdir Babası Muhammed Behâeddîn-i hazretleri; efendimizin rü’yâda medhettiği ve “Sultân-ül-ulemâ Âlimlerin sultânı” dediği kıymetli bir âlim ve evliyadır Hazreti Ebû Bekr ’ın soyundandır. Annesi Mü’mine Hâtun, sâliha bir hanımdır Asıl ismi Muhammed, lakabı Celâleddîndir. Horasan’ın Belh şehrindendir Rum diyârından Anadolu’ya hicret etmiş “Rûmî’ diye anılmıştır Mevlâ” efendi, “Mevlânâ ise efendimiz demektir.*Molla Hünkâr” 1207 de Belh’de doğdu. Beş yaşlarında melekler ve evliyâ kulları kendisini ziyâret ederlerdi. Onlarla konuşur, arkadaşlık ederdi. mübârek benizleri sararıp solardı. Babası Sultân-ül-Ulemâ, evliyâların oğlunu ziyâret etmelerinden memnun olur şöyle buyururdu Oğlum Muhammed’e görünen şahıslar, Allahü teâlânın velî kullarıdır. Şefkat ve merhametleriyle oğlumla sohbet ediyorlar. ona öğretiyorlar, melekler âlemini gösteriyorlar. oğlum küçüktür.onun heyecanlanmasına engel olun.” *Sultân-ül-Ulemâ hazretlerinin talebeleri şöyle anlatır: “Hocam Muhammed Behâeddîn-i Veledin mübârek el yazısında şöyle yazılıydı: Belh’te, oğlum Celâleddîn Muhammed beş yaşında Cum’a günleri evlerin damlarında dolaşır, Kur’ân-ı kerîm okurdu. her Cum’a . Namaz vaktine kadar sohbet ederdi *Birgün bir çocuk “Gel damdan dama atlayalım” diye bahse tutuşurlar. Mevlana şöyle cevap verir “Ey kardeşler! Bu thareketi, kedi, köpek ve diğer canlılar da yapar. Allahü teâlânın şerefli kulu olan insana, hiç böyle şeyler yakışır mı? rûhanî kuvvetiniz ve candan isteğiniz varsa, gelin göklere uçalım, Melekût âleminin konaklarını dolaşalım” diye cevap verir. *Mevlana hazretleri maneviyatı yüksek bir insandı maddi dünyaya önem vermezdi ruhen ve maneviyaten gökyüzünde melekut alemine çıkardı toplulukta onun gözden kaybolduğunu görenler ruhen sarsılır feryat ederdi Bütün çocuklar, Celâleddîn’e hayrandı *Mevlana arkadaşlarına şöyle seslendi beni aldılar Gökyüzünde dolaştırdılar melekler âlemini gösterdiler. çığlığınız gelince,beni buraya getirdiler” “Eğer sizin üzüntünüz ve babamın şefkati olmasa idi, bu alçak âleme dönmezdim” dedi.*Babası Sultân-ül-Ulemâ, ve üçyüz yakınıyla Belh’ten ayrılıp, Nişâbûr’a yola çıktılar. Nişâbûr’da Ferîdüddîn-i Attâr hazretleri onları karşıladı. ikramlarda bulundu. beş yaşında olan Celâleddîn Rü’yâsında nûr yüzlü bir ihtiyâr, gördü ona altı tane dalı olan bir gül verdi.rü’yâyı babasına anlattı Sultân-ül-Ulemâ rü’yâyı şöyle ta’bîr etti: “Altı tane dalı olan gül, altı cildlik bir kitap yazacağına işârettir.” dedi *Ferîdüddîn-i Attar hazretleri“Altı dallı güle kavuşuncaya kadar kitap ile meşgûl olursunuz” diyerek, Celâleddîn’e kitap hediye etti. Mevlanaya rü’yâsında gül veren Ferîdüddîn attar hazretleri idi Ferîdüddîn-i Attâr, Mevlânâ’yı sevdi kendisine çok duâ etti.*Mevlana ve ailesi Nişâbûr’dan Bağdad’a gelip, Müstensıriyye Medresesi’ne yerleştiler . medresenin kapıları her gece kilitlenirdi. Mevlânâ abdestini alıp, medrese kapısına geldiğinde Allahın izni ile kapı açılır, ibriğini cennetin nehrinden abdest için babasına getirirdi. Medresenin kapıcısı bu hâdiseye nail oldu. Mevlânâ’nın babası konuyu kimseye açma, yoksa helak olursun” dedi.*Bağdad’dan, Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevvereye gelen rumi ailesi. Şam Erzincan Larende’ye yerleştiler.Larende beyi Emîr Mûsâ, kendilerine medrese yaptırdı. Sultân-ül-Ulemâ zâhirî ve bâtınî ilimlerde mevlanayı yükseltti.onu Seyyid Şerâfeddîn Semerkandî hazretlerinin kerîmesi Gevher hanımı nikâh ederek evlendirdi. *Larende’de, Mevlânâ’nın annesi Mü’mine hâtun ve ağabeyi Muhammed Alâeddîn vefât etti. Mevlânâ’nın, Sultan Veled ve Alâeddîn Çelebi adlı iki oğlu dünyâya geldi. Larende’de yedi yılda, Sultân-ül-Ulemâ hazretlerinin ismi, Selçuklunun her köşesinde duyuldu. Konya’daki Sultan Keykûbâd, Sultân-ül-Ulemâ’yı Konya’ya da’vet etti. Mevlânâ’nın babası, 1230 da Konya’ya hicret etti. |
Kaynak ehlisünnetbüyükleri .com
CELÂLEDDÎN MUHAMMED RÛMÎ MEVLANA *Sultan Alâeddîn, Konya’da mevlana ailesine medrese yaptırdı. Mevlânâ hazretleri, burada babasından ilim öğrendi. Konya’daki iki sene sonra babası büyük âlim Sultân-ül-Ulemâ vefât etti. Mevlânâ yirmiyedi yaşında idi. *Mevlânâ’nın çocukluk yıllarında kendisini zâhirî ve bâtınî ilimlerde yetiştirdi Seyyid Burhâneddîn mevlananın babası Sultân-ül-Ulemâ’nın talebesiydi. Tirmîzde yaşardı. Eyvah! Hocam Sultân-ül-Ulemâ vefât etti. Haydi namaz kılalım” diyerek, talebeleriyle gıyaben hocasının cenâze namazını kıldı gecelerden birinde, rü’yâda hocasını gördü. Hocası Sultân-ül-Ulemânın Burhâneddîn Oğlum Celâleddîne ilim öğret emriyle, yollara düştü. *Mevlânâ, Konya’da tahsiline devam etti Seyyid Burhâneddîn, onu dereceye yükseltmek için Mevlânâ’yı, ilmde riyâzet ve mücâhede yaptırdı Haleb ve Şamdaki âlimlerden ilim öğrenmesi gerektiğini anlattı. Mevlânâ’yı Haleb’e ve Şam’a gönderdi. *Mevlânâ Nusaybin’de hıristiyan papaz toplantısına rastladı. Papazlar Mevlânâ’yı görünce, bir oğlanı havaya attılar Oğlan, havadayken “Beni kurtarın, yoksa düşüp öleceğim” dedi. Papazlar çâre bulamadılar. oğlan; yanınızdaki zâtın yardımı olmazsa, muhakkak helak olurum” dedi.Mevlânâ; “Onu ancak Kelime-i şehâdet kurtarır” buyurdu. Oğlan hemen Kelime-i şehâdet getirdi ve yere indi. Bu hâli gören papazların hepsi de müslümanlıkla şereflendiler.*Haleb’de ve Şam’da; Muhyiddîn-i Arabî, ve Kirmânî gibi zamanın âlim ve evliyâsıyla sohbet edip, ilim öğrenerek. teveccüh kazanan Mevlânâ Şam Medresesi’nde Hızır aleyhisselâm ile görüştü. Hızır ona yardım etdi mevlanaTefsîr, hadîs, fıkıh, mantık, usûl, edebiyat, matematik, gibi zâhirî ilimlerde mütehassıs oldu. *Gündüzleri ilim öğrenir, gece ibâdet eder, Allahü teâlâyı zikreder, Kur’ân-ı kerîm okurdu vakitlerde tövbe ve istiğfar ederek ağlar, gözyaşları sel gibi akardı. Allahü muhabbeiyle yanar, O’na kavuşmak arzusuyla tutuşurdu. Tasavvufta ilmde büyük derecelere kavuştu*Mevlânâ hocalarından icâzet alıp, Kayseri’ye hicret eden Seyyid Burhâneddîn hazretlerini ziyâret etti. feyz ve teveccühlerini , duâsını aldı. Konya’ya döndüler.Seyyid Burhâneddîn, Mevlânâ’nın tahsilde ilerlemiş olduğunu gördü. *Buyurdu ki; “Karnınızı aç tutunuz. oruç tutunuz. oruç, hikmet hazînelerinin anahtarıdır. Oruç tutmak; Kalb gözünün açılmasına, kalbin rikkate gelmesine sebeb olur.” *Seyyid Burhâneddîn hazretleri sürekli oruç tutar, onbeş gün ağzına lokma koymazdı Nefsini engellemek için köpeklere hazırlanan yemek artıklarının yanına gider, nefsine; “Ey nefs! Beni emrin altına almak mı istiyorsun? istiyorsan, yemek artıklarını ye, ve beni kabûl et!” diyerek nefsiyle mücâdele ederdi. nefsini rûhuna köle ederdi. Mevlânâ hazretleri, işte böyle bir rehberin terbiyesi ile yetişiyor olgunlaşıp pişiyordu. *Mevlânâ hazretlerinin olgunlaşınca Seyyid Burhâneddîn Evlâdım! bildiğim ne varsa hepsini öğrettim. senin olgunlaşman, büyük mertebelere kavuşman Tebrîz’li Şems’in gelmesine bağlıdır. Onun şefkat kanatları engelleri aşar, ma’nevî hâllere kavuşursun. O, seni tasavvufun mahrem noktalarına çeker, sen ona, âlemi anlatırsın. birbirinizi tamamlar yeryüzünün en büyük iki dostu olursunuz. buyurdu. *Mevlânâ hazretleri hocasına, Kayseri’ye gitme diye ısrar ettiyse de kabûl ettiremedi. Mevlânâ, Seyyid Burhâneddîn hazretlerini Kayseri’ye uğurladı. Kayseri’de Seyyid abdestini alıp hizmetçisine; kapıyı kapa Seyyid Burhâneddîn vefât etti” diye bağır” buyurdu. Hizmetçi dışarı çıktı *Seyyid secdeye kapandı Yâ Rabbî! Seni ve Resûlünü çok seviyorum. Sana kavuşmak arzum son haddîne ulaştı. Beni sevgime ve arzuma bağışla. Lâ ilahe illallah, Muhammedün Resûlullah” dedi ve rûhunu teslim etti. *Kayseri bir anda ana-baba gününe döndü. Mevlânâ hazretlerine haber salındı. Hocası seyyid burhanettin hakka kavuşmuştu Cenâze hazırlıkları yapılıp kefenlendi. Mevlânâ Kayseri’ye gitti. Hocasına Kur’ân-ı kerîm okudu Seyyid in kitapları Mevlânâ’ya teslim edildi. kitaplarda Şems-i Tebrîzî’nin meşhûr “Makâlât” isimli eseri vardı.*Mevlânâ hazretleri, Konya’daki kelâm ve tasavvuf âlimi Sadreddîn-i Konevî hazretlerinden ilim öğrendi. feyz ve teveccühlere mazhar oldu, ma’nevî yolda yükseldi derecelere kavuştu. Sadreddîn-i Konevî anlatır: “Rü’yâmda Fahr-i kâinat efendimizi gördüm. Yanlarında Eshâb-ı ile medreseye teşrîf etmişlerdi. Sofanın ortasına oturdu Mevlânâda geldi efendimiz Mevlânâ’ya iltifât ettiler *Efendimiz Hazreti Ebû Bekr’e dönerek, “Yâ Ebâ Bekr! Ben Celâleddîn ile, öğünürüm onun ilimi ameli feyz ve nûru ile ümmetimin gözleri aydın olur. O benim oğlumdur” buyurdular. *Sadrettin konevinin rüyasında Mevlânâ’ efendimizin sağına oturdu. aleyhisselâm Mevlânâ’nın derecesinin yüksekliğine işâret buyurdular. Sadrettin konevi rüyasını talebelerine anlattı ki, mevlananın hatırını gözetip, ilminin yüksekliğini anlasınlar.” |
EN GÜZEL DUA ZİKİRDİR
ELİMİZİ SEMAYA KALDIRIYORUZ TÜM ŞEHİTLERİMİZE TÜM ÖLMÜŞLERİMİZE TÜM SEVDİKLERİMİZE VE TÜM İNSANLARA ALAHIN 99 İSMİ İLE İSTİYORUZ ALLAH *ER-RAHMAN*ER-RAHİM**EL-MELİK* EL-KUDDÜS*ES-SELAM*EL-MÜMİN*EL-MÜHEYMİN* EL-AZİZ*EL-CEBBAR*EL-MÜTEKEBBİR*EL-HALIK* EL-BARİ*EL-MUSAVVİR*EL-GAFFAR*EL-KAHHAR* EL-VEHHAB*ER-REZZAK*EL-FETTAH*EL-ALİM* EL-KABID*EL-BASIT*EL-HAFID*ER-RAFİ*EL-MUİZ* EL-MÜZİLL*ES-SEMİ*EL-BASİR*EL-HAKEM* EL-ADL*EL-LATİF*EL-HABİR*EL-HALİM*EL-AZİM* EL-GAFUR*EŞ-ŞEKUR*EL-ALİYY*EL-KEBİR* EL-HAFIZ*EL-MUKİT*EL-HASİB*EL-CELİL* EL-KERİM*ER-RAKİB*EL-MÜCİB*EL-VASİ* EL-HAKİM*EL-VEDUD*EL-MECİD*EL-BAİS* EŞ-ŞEHİD*EL-HAKK*EL-VEKİL*EL-KAVİYY* EL-METİN*EL-VELİYY*EL-HAMİD*EL-MUHSİ* EL-MÜBDİ*EL-MUİD**EL-MUHYİ*EL-MÜMİT* EL-HAYY*EL-KAYYUM*EL-VACİD*EL-MACİD* EL-VAHİD*ES-SAMED*EL-KADİR*EL-MUKTEDİR* EL-MUKADDİM*EL-MUAHHİR*EL-EVVEL*EL-AHİR* EZ-ZAHİR*EL-BATIN*EL-VALİ*EL-MÜTEALİ* EL-BERR*ET-TEVVAB*EL-MÜNTEKİM*EL-AFÜVV*ER-RAUF*MALİKÜL MÜLK*ZÜL-CELALİ VEL İKRAM EL-MUKSİT*EL CAMİ*EL GANİY*EL-MUĞNİ EL-MANİ*ED-DARR*EN-NAFİ*EN-NUR* EL-HADİ*EL-BEDİ*EL-BAKİ*EL-VARİS* ER-REŞİD*ES-SABUR* Tüm şehitlerimize ve tüm ölmüşlerimize bir fatiha okuyalım Bismillahirrahmânirrahîm.Elhamdü lillâhi rabbil'alemin Errahmânir'rahim Mâliki yevmiddin İyyâke na'budü ve iyyâke neste'în İhdinessırâtel müstakîm Sırâtellezine en'amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn amin Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.Hamd o âlemlerin Rabbi,O Rahmân ve Rahim,O, din gününün maliki Allah'ın.Ancak sana ederiz kulluğu, ibadeti ve ancak senden dileriz yardımı, inayeti. Hidayet eyle bizi doğru yola,O kendilerine nimet verdiğin mutlu kimselerin yoluna; o gazaba uğramışların ve o sapmışların yoluna değil. |
Kaynak ehlisünnetbüyükleri .com
MEVLANA VE ŞEMS İKİ AŞIK *büyük bir ilim meclisi kurulmuştu Konya’nın büyükleri toplanmışlardı. Sadreddîn-i Konevî seccade üzerindeydi Mevlânâya seccadeye oturmasını söyledi. Mevlânâ; “Terbiyesizlik edip seccadenize oturursam, kıyâmette hesabını nasıl verebilirim?” deyince, Sadreddîn Senin oturmakta fayda görmediğin seccade bize de yaramaz” buyurup, seccadeyi kaldırdı.*Mevlânâ hazretlerinin hocalarından biri de Şems Şems-i Tebrîzî=Tebrîz’in Güneşi”, demektir şems seyahat eder uğradığı memleketlerde iyi bir dost için duâ ederdi. rü’yâsında, Konya’daki Celâleddîne gidip onun yetişmesiyle emrolundu Şems-i Tebrîzî, Allahü teâlâya şükür ederek; “dosta canım feda olsun” dedi. *Şems Konyada. Şekerciler hanına geldi Günlerini orada geçirirken, kapıda Allahü teâlânın mahlûkâtı hakkında tefekkür ediyordu. Mevlânâ hazretleri Şems hazretlerine selâm verdi bu yabancıyı hiç görmedim. nurlu bir yüzü var” diye düşündü, atının yularını bir el tuttu Mevlânâ elin sahibinin o yabancı nur yüzlü şems olduğunu gördü*Buyurunuz dedi.şems “İsminiz dedi, o da; “Mevlânâ Muhammed” dedi. Şems aleyhisselâm mı, yoksa Bâyezîd-i Bistâmî mi büyüktür?” diye sordu. Mevlânâ hazretleri, “Elbette ki efendimiz büyüktür. Bütün mahlûkât ve Bâyezîd, O’nun hürmetine yaratıldı” buyurdu *Şems-i Peki aleyhisselâm, “Biz seni lâyıkıyla bilemedik yâ Rabbî!” dediği hâlde, niçin Bistâmî; “Sübhânî” “Benim şânım yücedir” dedi. Bunun hikmetini nedir Mevlânâ şöyle cevap verdi: efendimizin mübârek kalbi bir derya idi ona ne kadar aşk-ı ilâhî tecellî etse, muhabbetle , Allahü teâlânın sevgisi ile dolsa onu kuşatırdı. O da Yâ Rabbî! verdiğin ni’metleri arttır” diye dua ederdi*Bâyezîd-i Bistâmî’nin kalbi, geniş olmadığı için, ilâhî feyzlere tahammül edemiyerek tecellî ile taşardı”. Şems Allah” diyerek yere yığıldı. Mevlânâ hazretleri, Şems-i kaldırdı. nûr yüzlü zâta o kalbinde muhabbet hâsıl olmuştu onu hürmet ve edeble evine götürdü. *Mevlananın hocası Seyyid Burhâneddîn hazretleri şemsin geleceğini söylemişti mevlana Şemse Muhterem efendim! evimiz size lâyık değil zât-ı âlînize sâdık bir köle olmaya çalışacağım. Kölenin nesi varsa efendisinindir. bu ev sizin, çocuklarım evlâtlarınızdır” diyerek hizmetine koştu*Gece-gündüz yanından ayrılmıyor sohbetlerini büyük bir zevkle dinliyordu. Ondan ayrılmıyor, talebelerine insanlara câmiye gitmiyordu. Yanlarına sadece oğlu Sultan Veled giriyordu Hergün Şems- ile sohbet eder Allahü teâlânın yarattıklarına tefekkür ederler, namaz kılarlar, cenâb-ı Hakkı zikrederek muhabbetlerini tazelerlerdi. *Birgün Şems-i hazretleri, Mevlânâ ile sohbet ediyordu. Şems Mevlânâ’nın kitaplarını havuza attı. Mevlânâ kitapları suda görünce üzüldü keşke hocası Ferîdüddîn-i Attâr ın hâtırası ıslanmasaydı” ah etti. Bunun üzerine Şems kolunu sıvayarak havuza soktu. Kitabın birisini çıkardı. Çıkan kitap hocasının kitabı idi ve hiç ıslanmamıştı. *Mevlânânın Yanında kitaplar vardı. Şems kitapları sordu. Mevlânâ; “Sen anlamazsın” diyince Şems, kitapları suya attı. Mevlânâ; “Ah! Babamın bulunmaz yazıları gitti!” diyerek üzüldü. Şemseddîn, elini uzatıp sudaki kitapları aldı. Hiçbiri ıslanmamıştı. Mevlânâ sorunca şems Sen anlamazsın.” buyurdu. Mevlânâ, Şems-in kerâmetini görünce bağlılığı arttı sarsılmaz, bir kale oldu. *Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled, şöyle anlatır: “Ansızın Şems hazretleri babam ile görüştü. Babamın gölgesi, onun nûrundan yok oldu. Onlar birbirlerine öyle muhabbetliydi ki, etrâfı görmüyorlardı. Şems Allahü teâlânın sıfatlarından bilgilerinden muhabbettinden bahsediyor, babam büyük bir haz ile dinliyordu. *Eskiden herkes babama uyardı, şimdi babam Şems’e uydu. Şems, babamı muhabbete da’vet ettikçe babam. Allahü teâlânın muhabbetiyle yanıp kavruldu. Babam onsuz yapamıyor, yanından ayrılmıyordu. aylarca sohbet ettiler. babam, büyük ma’nevî derecelere yükseldi.” |
Kaynak ehlisünnetbüyükleri .com
MEVLANA VE ŞEMS İKİ AŞIK *Mevlânâ ile Şems-i hazretlerinin sohbetini hazmedemiyenler, Şemse hakaret ettiler Bu söylentiler, Mevlânâ’nın kulağına geldi. Diyorlardı ki: “şems Konya’ya geleli, Mevlânâ bizden uzaklaştı. Gece-gündüz sohbet ediyorlar bize iltifât göstermiyorlar. Yanlarına kimseyi almıyorlar. Mevlânâ, Sultân-ül-Ulemâ’nın oğludur Tebrîz’de ne olduğu belirsiz bir kimseye gönül bağlasın. bize sırt çevirsin. Hiç Horasan ile Tebrîz bir olur mu? *Horasan toprağı kıymetlidir.denince Mevlânâ şu cevabı verdi Hiç toprağa i’tibâr olunur mu? Bir İstanbullu, bir Mekkeliye galip gelirse, Mekkelinin İstanbulluya tâbi olması ayıp sayılır mı?” *Şems hakkındaki söylentiler durmayınca mevlananın yanında duramayarak Konya’daki kıymetli dostunu, mübârek ahbabını bırakarak Şam’a gitti. Mevlânâ çok üzüldü. ayrılık acısına sabredemiyordu. Ayrılık, onda takat bırakmıyordu. Şems’in muhabbeti ile yanıyordu. “Şems, Şems!” diyer yakıp kavuran kasideler söylüyordu *Mevlana şemsinden ayrılmış gözyaşları pınar olmuş akıyor pınarlar kağıtlara damlıyordu mevlana gözü yaşlı mektûplarımımı Şamdaki mübarek Şems-ine gönderiyordu. “Şems’inden yalan dahi olsa haber getirene üzerindeki elbisesini verirdi. *birisi; “Şems-i Tebrîzî’yi Şam’da gördüm.dedi. Mevlânâ, herşeyini ona verdi. Arkadaşları, yalan söylüyor” deyince, Mevlânâ Ona verdiğim yalan haberinin müjdesidir. Onun hakîkî haberini getirene canımı veririm” diye cevap verdi. *aylar geçti. Mevlânâ, dayanamadı oğlu Sultan Veled’i Şam’a gönderdi. Oğlunu çağırıp, “Sür’atle Şam’a git orada. Şems-hazretlerinin gören biri var Onu küçümseme O, Allahü teâlânın sevdiği evliyâ kutuplarındandır selâmımı ve duâlarımı bildir, vaziyetimi, hasretimi istirhâm et!” dedi. *Sultan Veled hazırlıklarını tamamlayıp yola çıktı. Şam’da, Şems-i buldu. Ayrılığa sebep olanların tövbesini ve Mevlânâ’nın nasıl bir harap hale geldiğini sözyledi. Şems, Konya’ya gitmek üzere ata bindi, Şems-i Sultan Veled’in ata binmesi için ısrar ettiyse de O; “Sultânın yanında, hizmetçinin ata binmesi yakışık almaz. Hizmetçilerin, efendisinin arkasında yürümesi gerekir diyerek ata binmedi. *Sultan Veled, şemsle Konya’ya yaklaştıklarını babasına bildirdi. Mevlânâ müjdeyi getireni zengin etti. Konya’da tellâllar Şems’in Konya’ya teşrîf ettiğini çığırdı. sultan vezirler hâkimler tüm halk Büyük bir bayram havası ve coşku içinde, mübârek velî Şems hazretlerini karşılamaya çıktılar. *Şems ile Sultan Veled konyaya geldi. Sultan Veled atın yularından tutmuş, ağır ağır ilerliyorlardı. muhteşem manzarayı seyredenler heyecana kapıldılar. Mevlânâ atın dizginlerine yapıştı. Göz göze geldiler. Şems’in Mevlânâ, üstadının ellerini sevinç gözyaşlarıyla öptü. yanık sesli hafızlar Kur’ân okudu. Herkes büyük bir hazla Kur’ân-ı dinledikten sonra, sıra Şems hazretlerinin ellerini öptü.*Şems-i Tebrîzî. Sultan Veled’i Mevlânâ’ya anlattı. Mevlana çok memnun oldu ve “Benim bir serim birde sırrım vardır. Başımı sana feda ettim. Sırrımı oğlum Veled’e verdim. Sultan Veled’in bin yıl ömrü olsa hepsini ibâdetle geçirse, ona verdiğim sırra evliyâlıkta ilerlemesine sebep olduğum derecelere kavuşamaz” dedi. |
Kaynak ehlisünnetbüyükleri .com
MEVLANA VE ŞEMS İKİ AŞIK *Mevlânâ ile Şems-i odaya çekilip sohbete başladılar. dışarı çıkmadan, yanlarına oğlundan başkasını almadan, ma’nevî âlemde kendilerinden geçtiler. Halk, Şems gelince Mevlânâ’nın sâkinleşip, kendilerine nasihat edeceğini, sohbet edeceklerini ümîd ederken, tam tersine mevlana eskisinden fazla Şems’e bağlandı muhabbetleri ziyâdeleşti*Şems-i hazretleri, Mevlânâ’yı evliyâlığın en yüksek derecesine çıkarmak için elinden geleni yapıyor riyâzet ve mücâhede yaptırıyordu. halk, Mevlânâ’nın görünmemesinden Şems’e kızdılar. Şems Sultan Veled’e dedi ki; “Ey Veled! Hakkımda sû-i zana başladılar. Beni, Mevlânâ’dan ayırmaya söz ettiler. Bu seferki ayrılığımın acısı çok derin olacak!” *1247 senesinin Aralık ayının Perşembe gecesiydi. Mevlânâ ile Şems sohbet ediyor, Allahü teâlânın muhabbetinden ve evliyâlıkdan anlatıyorlardı. Bir kapı çalındı Şems hazretlerine hücum ettiler. Şems-in “Allah!” diyen sesi duyuldu. Mevlânâ dışarı çıktı. kimse yoktu. Yerde kan lekeleri vardı. *Sultan Veled’i uyandıran mevlana şemsini sordu tüm aramalara rağmen, Şems- hazretlerinin mübârek cesedini bulamadılar. Sultan Veled, rü’yâsında Şems-in cesedinin kuyuya atıldığını gördü. yanına en yakın dostlarını alarak, kuyuya gittiler. Cesed hiç bozulmamıstı. Cesedi Mevlânâ’nın medresesine defn ettiler. *Şems-in den ayrılan, Mevlânâ çok üzüldü. Ayrılık hasreti ile beyitler, kasideler söyledi. Ayrılığı Evliyâlık hâlleriyle, nazımlarıyla öyle güzel anlattı o zamana kadar öylesini kimse söyleyemedi. Hazreti Ali’den gelen feyz ve bereketleri, onun kadar güzel anlatan olmadı. Şems-e olan muhabbetini eserlerinde “Şems” ve “Hâmûs” kelimeleriyle anlattı*Mevlânâ şemsinin ölümüyle talebeleri arasına karıştı, dersler verdi evliyâlar yetiştirdi en meşhûru, Hüsâmeddîn Çelebi idi. Câmilerde nasihatler etdi İnsanların hasta kalblerine, tatlı, serin şerbetler vererek şifâ oldu*İlim ve faziletiyle şöhret oldu ki, ilim talebeleri, her taraftan huzûruna geldi Her zaman etrâfında beşyüz dinleyici olurdu. Suâller sorar, müşkül çözerdi.*Mevlânâ, kitâb ve sünnetten zerre kadar ayrılmadı, tasavvufda üstün oldu. Binlerce talebesini büyük bir i’tinâ ile yetiştirdi. talebe sayısı arttı, medreseleri çoğaldı. Büyük âlimler yetiştirdi*Şems anlattı ki: “Hocam Sellebâf hazretlerinin hizmetinde çok yüksek kerâmetlere nail oldum. benim sırrımdan hocam âciz kaldı. ben de Mevlânâ hazretlerinin gizli hâllerini bilmekte âciz oldum. evliyâlar, keşke biz de Mevlânâya yetişmiş olsaydık diye arzu ederlerdi.”*Şems anlatır: “Her kim*“Âlimler, peygamberlerin vârisleridir”*hadîs-ine vâkıf olmak isterse. Mevlânâ’nın hareketlerine, ahlâkına, davranışlarına baksın. Onun gibi olmaya çalışsın. Onu sevsin. Onda enbiyâ ve evliyânın vasıfları toplanmıştır. emsalsizdir. Cennet onun rızasında, Cehennem onun gazâbındadır. Fakat Mevlânâ’nın sırrı, âlemde gizli kaldı, onu kimse keşfedemedi. *Mevlânâ nın talebelerinden Selâhaddîn Zerkûb kuyumculuk yapardı. Mevlânâ, dükkândan geçerken, altına şekil veren her çekicin; “Allah, Allah!” dediğini kalb gözüyle anladı. dükkân sahibini medreseye da’vet edip, iltifâtlarda bulundu. Selâhaddîn, Mevlânâ’nın sohbetlerinden haz, duydu kuyumculuğu bıraktı. hergün medreseye gidiyor, hocası Mevlânâ’nın sözlerini sahrada susuz kalan kimse gibi, içiyordu. *Mevlânâ yeni talebesi zerkubiyi çok sevdi feyz ve teveccüh etti Selâhaddîn evliyâlğa yükseldi Sultan Veled’e, Selâhaddîn’in kızını istedi ve akraba oldu. Selâhaddîn, on sene Mevlânâ sohbetiyle şereflendi, Mevlânâ’nın sağlığında vefât etti. *Selâhaddîn’in vefâtıyla Mevlânâ hazretleri, Çelebi Hüsâmeddîni yetiştirdi. Çelebi ı Mesnevî’yi yazdı Mevlânâ Mesnevî’nin ilk onsekiz beytini kendisi diğer beyitleri ise, kendisi söyleyerek Çelebi Hüsâmeddîn’e yazdırdı. Böylece bir benzeri yazılmamış olan Mesnevî-i şerîf meydana geldi. |
Kaynak ehlisünnetbüyükleri .com
MEVLANA VE MENKIBELER *Şemseddîn Attâr anlatır: Mevlânâ câmide va’z ederken, mevzû; Hızır ile Mûsâ aleyhimesselâmın kıssasına geldi. Bu kıssayı, bir fesahat ve belagatla anlatıyordu ki, herkes nefesin kesip, can kulağı ile dinliyordu. yanımdakiler şöyle diyordu Sanki hızır yanımızda sen Hızırsın, ne olur, ihsân eyle!” *Hızır aleyhisselam şöyle buyurdu hazret-i Mevlânâ varken, benim ihsânda bulunmam deniz yanında teyemmüm gibi olur. müşkilleri o halleder” deyip, gözden kayboldu. Ben Mevlânâ hazretlerinin yanına gittiğimde, Ey Attâr. Hızır aleyhisselâmın sözleri doğrudur” diyerek sözümü kesti.*Mevlânâ bir gencin, bir ihtiyârın üstüne oturduğunu görür. Ve hazret-i Ali’nin sabah namazında önde yürüyen yahudî bir ihtiyârı, yaşına hürmeten geçmediğini, namaza geç kalınca, Cebrâil aleyhisselâmın Resûlullahın sırtına lutf ile elini koyup durdurduğunu ve hazreti Ali’nin namaza yetiştiğini anlatır*Yahudi ihtiyâra hürmet edilince, müslüman ihtiyâra daha çok hürmet edilir. ömrünü dîne uymakla geçirmiş ihtiyârlara saygı ve hürmet gösteren gençler. Allahü teâlâ katında yüksek mertebe kazanacağını düşünmelidir .gençler nasihatleri dinlemeli mükemmel bir ders alıp, ona göre hareket etmelidir *Bir yerde büyük bir cemiyette Âlimlerden biri, bugün Mevlânâya, karşı geleceğim dedi. Sadreddîn Konevî nasihat etti Mevlânâ kapıdan girince La ilahe illallah Muhammedün Resûlullah, söylüyince. Bana karşı çıkıyorsan çık, ters cevap veriyorsan ver” kibirli adam, tövbe edip Mevlânâ’nın elini öptü, sâdık talebelerinden oldu.*Sultan Rükneddîn’in hanımı anlatır: Mevlânâ hazretleri aniden bu evden çıkın, evi boşaltın” buyurdu. Çıkar çıkmaz ev yıkıldı. Hepimiz kurtulduk. Mevlânâ’nın şükrânesi olarak. Sultan Rükneddîn, bin altını Mevlânâ’nın talebelerine dağıttı.beyler, Sultan Rükneddîn’i Aksaray’a da’vet etti Mevlânâ gitme dedi. Ancak o gitti ve öldürüldü.*İmâm İhtiyârüddîn anlatır: “Birgün Mevlânâ Hüsâmeddîn Çelebi’ye gidiyorduk. Mevlânâ’nın bir arşın yükseğe çıktı Hayretimden kendimden geçtim. Ayıldığımda Mevlânâ hazretleri gitmişti kendilerine yetiştim. Bana “İnsan oğlu bir kuştan daha mı âciz ki, havaya kalkmasına hayret ediyorsun?” buyurdu. *Bağ. Sohbetinde Mevlânâ, Hüsâmeddîn Çelebi’ye; Şeyh ziyâeddîn’in dergâhı Çelebi’nin olsun” buyurdu. Çelebi; “Efendim! Başkalarının makamında gözüm yoktur” dedi. Mevlânâ, “benim gönlümden geçti” buyurdu. sohbet bitince.Şeyh Ziyâeddîn’in dergâhında öldüğü haberi getirildi ve Hüsâmeddîn Çelebi oraya müderris ta’yin edildi.” *Mevlânâ, Allahü teâlânın yarattığı mahlûkâta merhametliydi. Nefîsüddîn Sivâsî’ye bir ekmek aldırdı. Ekmeğiyle bir viraneye gitti. Mevlânâ ekmeği yavrulamış bir köpeğe kendi elleriyle yediriyordu. Mevlânâ dedi ki; “Bu hayvan yedi gündür açtır ve yavrularına şefkatle bakmış ve hiç yanlarından ayrılmamıştır. *efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde;*“Merhametlilerin en büyüğü olan Rahmân, kullarından merhametli olanlara merhamet eder. Ey ümmet ve Eshâbım Siz de O’nun yarattıklarına merhamet ediniz ki, size de semâ ehli merhamet etsin”*buyurdu. *Mevlananın sözleriyle talebesi Nefîsüddîn ağlayarak Mevlânâ’nın ellerini öptü hayvanlara bile merhametli olan siz, ahbâb ve dostlarınıza da merhamet edersiniz” dedi. Mevlânâ; “Evliyâullahın merhameti çoktur; tüm mahlûkâta ve ahbâblarına şüphesiz merhamet eder” buyurdu.*Mevlânâ’yı dostlarından kırk kişi evlerine da’vet etti O da davete icabet edip sohbetlerde bulundu Ertesi sabah Mevlânâ hazretleri bizde idi ve sohbet etti dediler. Hâlbuki Mevlânâ, kendi husûsî odasında sabaha kadar ibâdetle meşgûl idi. |
Rabbim kafirler, müşrikler, münafıklar topluluğuna karşı bizlere yardım eylesin. Nusretini üzerimizden eksik eylemesin. Bizler şehitliğin ne olduğunu biliriz. Rabbim bizlere de şehadet nasip eylesin. Şu an mücadele veren, harp içinde olan ordumuza Rabbim yardım eylesin, güvenlik güçlerimize muvaffakiyetler nasip eylesin, muzafferiyetler ihsan eylesin. Bu hakkın batıla karşı büyük bir micadelesidir.*
Ebrehe'nin ordusunu yerle bir eden yüce Mevla'mız Esma'ül hüsna'sı kuvvetine ebabillerin ağzından düşen çamur taneleri gibi ordumuzun silahından çıkan her bir kurşunu isabetli olarak yerine nasip eylesin. Rabbim güvenlik güçlerimize, kahraman Mehmetçik'imize muzafferiyetler nasip eylesin. Düşmanlarımızı mağlup eylesin. Onları Kahhar ism-i şerifi hürmetine kahreylesin, perişan eylesin. Devletimizin, milletimizin üzerinde en küçük dahi bir parçasında gözü olanların gözünü kör eylesin, kalbini mühürlesin. Onlara fırsat vermesin. Şu an Suriye'de ordumuza karşı kurulmuş olan her türlü tuzağı düşmanların kendi başlarına makuz eylesin. Birliğimizi, dirliğimizi Rabbim daim eylesin |
Kaynak ehlisünnetbüyükleri.com
MEVLANA VE MENKIBELER *Mevlananın Hanımı anlatır: “Birgün Mevlânâ kayboldu. bulamadık. Uyandığımda Mevlânâ’yı namazda gördüm. Mübârek ayakları tozlu idi. ayakkabılarında kırmızı kumlar gördüm. Mekke’de bir velî dostum vardır. onunla sohbet ettim. O kum, Hicaz’ın kumudur” buyurdu. kısa zamanda nasıl gittiği aklıma geldi. O da şöyle buyurdu “Allahü teâlânın velî kulları gönül gibi, bir anda her yeri dolaşabilir.” *Oğlu Sultan Veled anlatır: “Birgün babamla halvethânedeyken, yeşil cübbeli üç kişi selâm verdiler Bunlar çok nâzik ve nurlu kimselerdi babama; bunlar kimdi” dedim. Buyurdu ki: “Bunlar ricâl-i gayb denilen evliyâların kırklar zümresindendirler. birisi vefât etmiş, bizim sakayı istediler, o günden sonra sakayı göremedim. Babamın vefâtında saka başsağlığına geldi ve yine kayboldu.”*Mevlânâ’yı sevenler vasıyyetlerinde Mevlânâ hazretlerinin kabirde, Kur’ân okumasını istirhâm etti. Mevlânâ kabirlerde Kur’ân okudu. Vefât edenlerden çocuklarının biri, rü’yâsında babasını görünce; “Babacığım Bu dereceye nasıl vâsıl oldunuz?” diye sordu. Babası Beni kabre koyunca Münker ve Nekir melekleri suâl sordular ve oraya çok güzel bir melek geldi. Onlara; “Allahü teâlâ bu zâtı Mevlânâ’ya bağışladı. Onu bırakınız! dedi. O günden beri hamdolsun hâlim iyidir *Mevlânâ’nın talebelerinden Muhammed anlatır: “Konya’nın soğuk kış günlerinde, herkes evinden çıkmaz iken, hocam Mevlânâ medresede sabaha kadar namaz kılardı. elleri ve ayaklar soğuktan çatlar ve kanardı. talebeleri üzülür hocalarına ağlarlardı. *Mevlânâ’nın mübârek hanımı anlattı: “Mevlânâ hazretleri, namaza durdu. Sükûnet ve tevâzuyla Kur’ân-ı kerîm okuyor, gözlerinden yaşlar akıtıyordu. hayretle ona bakıyorduk. Namazdan sonra tesbihini çekip, cenâb-ı Hakka yalvarıp yakararak duâsını yaptı. bu hâli bana çok te’sîr etti, ağlamaya başladım. *Mevlananın hanımı“Ey efendi! Dünyâda ve âhırette günahkârların ümîdi sensin. ibâdetde korkar, ağlar, yalvarırsan, biz tenbel hâlimizle kıyâmetde ne yaparız?” diye sordum. buyurdu ki: “Allahü teâlânın verdiği ni’metlerin,ve ihsânların yanında benim yaptığım ibâdet ve yalvarışlar kusur ve eksiklikten başka birşey değildir. *Bütün korku ve yakarışlarımla; “Ey Kerîm olan Allahım! Benim gibi bir âcizin, bir çaresizin kuvveti ve takati ancak bu kadardır, ma’zûr buyur yâ Rabbî” demek istiyorum.sana lâyık ibâdeti kim yapabilir?”*Mevlânâ hazretleri, müslim veya gayr-i müslim herkese yaptığı iyilik ile meşhûrdu. Konstantiniyye’de meşhûr bir hıristiyan papaz, Mevlânâ’yı görmek için Konya’ya geldi. Papaz Mevlânâ’ya hürmet gösterdi. Mevlânâ da tevâzu gösterdi. iltifâtta bulundu. Papaz ve hıristiyanlar, Mevlânâ’nın iltifâtı tevâzusu ve olgunluğuna dayanamayıp, Kelime-i şehâdet getirip müslüman oldu*Mevlânâ, oğlu Sultan Veled’e buyurdu ki: “Oğlum! Cennette olmak istersen, herkes ile dost geçin, kin tutma, tevâzu göster. alçak gönüllü olmak asıl sultanlıktır.” *Mevlânâ, ezân-ı şerîf ayakta veya dizi üstünde huşû’ ile dinlerdi. ezân-ı şerîf duâsını okuyup, salevât-ı şerîfe söylerdi. namazda talebelerine, namazı vaktinde kılmalarını tavsiye ederdi. Buyururdu ki: Belhde bir kimse ezan zamanı işini bırakır, iki dizi üstüne oturur salevât-ı şerîfe getirir, ezan duâsını okurdu.vefât etti. Cenâzesinde ezân-ı şerîf okununca . Cenâze doğruldu, ezan bitinceye dek diz üstü oturdu Sonra tekrar yattı. *Cenâzeyi kabre koyduklarında, suâl melekleri geldiler. Bu sırada Allahü teâlâdan bir hitâb geldi ki: O kulum. İsmim anıldığı zaman. İsmimi azîz tutarak hürmetle beklerdi. Siz de onu ziyâret edip azîz tutun.”*Selçuklu Sultânı Rükneddîn, Mevlânâ’ya beş kese altın gönderdi Mevlânâ’ya altınları arz edilince; “Beni seviyorsanız, altınları çamurun içine atın” buyurdu. *Talebeleri mevlananın emriyle altınları çamurun içine atdılar dünya malına tamah edenlet çamurun içine girdiler üstleri, başları, yüzleri çamurdu ve pislikti kirden görünmez bir hâle geldiler. *Mevlânâ, insanların vaziyetlerini göstererek altınlar, dünyâ ehlinin üstünü başını batırır âhıret ehlinin kalbini karartır, kirletir. günahlara sevkedip, ibâdetden alıkoyar. Dünyâ için çalışın ancak Dünyâ malını kalbinize koymayın *Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyâya, yarın ölecekmiş gibi âhırete çalışın Burada dikkat edilecek nokta; hırs yapmadan kanâat edin.âhıret saadeti için çalışıp kazanın niyetinizi düzeltin. İslâmiyet, insanlara faydalı olmayı emreder. *En büyük saadet, en büyük sermâye, helâlinden kazanıp, hayır ve hasenatı âhırete göndermektir. asıl sermâye, mal, mülk, para sahibi olmak değil, ilim, amel, ihlâs ve güzel ahlâk sahibi olmaktır” buyurdu. |
Kaynak ehlisünnetbüyükleri.com
MEVLANA VE MENKIBELER *Mu’înüddîn Pervane, Konya’nın hatırı sayılır zâtlarını yemeğe da’vet etti. Hocası Mevlânâ hazretleri de mecliteydi. Yemekten sonra, sohbete Herkesin önüne, bir tabak içinde bir mum konuldu. Mevlânâ’ya altınla süslenmiş bir mum koydular. Mevlânâ; “Önüme mumun yerine küçük bir mum getirin” dedi.Mevlânâ; “Bu küçük mum, sizin iri mumlarınızdan iyidir onların canıdır, diyerek Küçük mumdan sonra herkesin mumları sönüverdi. Mevlânâ; “Meraklanmayın, tekrar yakarız” diyerek elini salladı ve mumların hepsi yandı*Emîr Ahmed anlatır: “Mevlânâ’nın ismine vasıflarına âşık olmuştum. Hergeçen gün ona olan kavuşma arzum artıyordu Bir gece iki rek’at namaz kılıp, Allahü teâlâya çok duâ ve niyazlarda bulundum.En’âm sûre-i şerîfini okuyarak uyudum. Rü’yâmda Mevlânâ hazretlerini gördüm. *Simâsıyla aynen oydu. Rüyamda mevlana Bizim eve gelmişti. koşarak huzûruna yaklaştım hürmetle ellerinden öptüm. Beni kucakladı ve alnımdan öptü. Eline aldığı makas ile alnımdan saçımı keserek; “Bu, Mesnevî âlimi olacaksın ” buyurdu. Uyandığımda, saçlarım ve makas yastık üzerindeydi rü’yânın te’sîri altında idim. Annem ve babamın izini ile Konyada Mevlânânın talebesi olmakla şereflendim.Kısa zamanda Mesnevî hakkındaki her soruyu cevaplandırdım *Bedreddîn Tirmizî simya ile uğraşırdı, Mevlânânın ziyâretine geldi. oğlu Sultan Veled’e Altın vereceğini va’d eyledi. Mevlânâ cevap vermedi. Birkaç gün sonra Bedreddîn’in laboratuvarına gitti. Mevlânâ, demirden ve diğer madenlerden yapılmış eşyaları Bedreddîn’e vermeğe başladı. Bedreddîn, her eeşyanın en yüksek som altından yapılmış olduğunu hayretle gördü. *Mevlânâ, talebesi Bedreddîne simya ile uğraşmayı bırak. Çünkü âhırete gidince, simya dünyâda kalacaktır. öyle bir simya ile uğraş ki, seninle âhırete gitsin. İşte o dîn ilmidir. Bu, kalbden mâsivâyı çıkarıp. Allahü teâlânın beğendiğini kalbe doldurmakla olur” buyurdu.*Hafız Muhammed anlatır: “Hacca gidip vazîfemizi yaptık Hacı arkadaşlarımızı zaman zaman Mevlânâ’ya götürüyor, sohbetlerine teşvik ediyorduk Birgün mevlana şöyle bir cevap verdi: “Hacda bir konakda uyumuştum. kâfilem beni unutmuştu yol bilmiyordum. Cenâb-ı Hakka yalvararak göz yaşlarıyla istikâmete yürüdüm büyük bir sahrada heybetli kimseler helva pişirmekteydiler kime pişiriyorsun? diye de sordum. Bana; “Bu helvayı Sultân-ül-Ulemâ’nın oğlu Mevlânâ için pişiriyorum. Hergün buradan geçer Birazdan gelir. Sabredersen görürsün” dediler *Kaybolmuş ve kafilemden ayrılmıştım Mevlânâ geldi. İkram edilen helvadan yedi, kerem sahibi Mevlânâ hazretleri bana tebessüm ederek; “Hiç merak etmeyiniz, yalnız gözünüzü yumup biraz sonra açınız” buyurdular. gözlerimi Açtığımda kâfilenin yanındaydım, işte Mevlânâ hazretlerini sevmemin arkadaşlarıma tavsiye etmemin sebebi *Mevlânâ’yı sevenlerden biri ticârete İstanbul’a gitmek için Mevlânâ’dan izin istedi. Mevlânâ hazretleri izin verdim İstanbul’da şu adreste bir kilise ve içinde şu vasıflarda bir zat bulacaksın. selâm söyle” buyurdu. Tüccâr; emredileni yaptı O Mevlânâyı gördü.ve bayıldı. Kendisine geldiğinde, kilisede sâdece selâm getirdiği zat vardı. *Ayrılmak için izin istedi o zât da; “Mevlânâ’ya selâm söyledi Tüccâr oradan ayrılıp, Konya’da Mevlânâ’nın huzûruna gitti, uzaktan selamını getirdiği zat Mevlânâ’nın önünde diz üstü oturuyordu tüccar bayıldı Ayıldığında, Mevlânâ; “Ey tüccâr! gördüklerini, kimseye söyleme” buyurdu. tüccâr, tüm malını İslâma harcadı ve Mevlânâ’nın talebesi olmakla şereflendi. Dünyâ ve âhıret saadetine kavuştu |
Kaynak ehlisünnetbüyükleri.com
MEVLANA VE MENKIBELER *Eflâtun kilisesinde bir kimse Üzerine rahip elbisesi giyer, kilisede İslâmiyetin üstünlüğünü anlatır, insanların müslüman olmasına vesile olurdu Mevlânâ hazretlerinin talebelerin çok saygılı davranırdı. sebebi nedir diye sordular. O da Biz Mevlânâ’nın kerâmetlerini gördük,isterseniz anlatayım. *Birgün kırk papaz, Mevlânâ’ya suâl için giderken, kendisiyle bir fırında karşılaştık. biri; “Kur’ân-ı kerîm Meryem sûresinde yetmişbirinci âyetde İçinizden, hiçbiri istisna edilmemek üzere, müslüman ve kâfir herkesin Cehennemden geçeceği bildiriliyor. Madem herkes Cehenneme girecek, o zaman İslâmiyetin üstünlüğü nerededir dedi. Mevlânâ; Âyet-i kerîmede herkes Cehenneme uğrayacaktır. Mü’minler Cehenneme uğradığında, Cehennemin ateşi te’sîr etmiyecektir. Cehennem; “Ey mü’min, çabuk geç, nûrun ateşimi söndürüyor” diyecektir. *Mevlana şöyle buyurdu ateş, Allahü teâlânın emriyle ateş kâfiri yakacaktır. şimdi size göstereyim” diyerek elbiselerimizi çıkarmamızı istedi. hırkasını çıkarıp, bizim gömleklerimizi sardı. fırına attı. fırının kapağını açıp, elini aleve soktu. hayretler içindeydik Hırkada en ufak bir yanık yoktu, bizim gömleklerimiz yanıp kül oldu *Mevlânâ Ey rahipler biz ateşe böyle uğrarız. Siz de uğrarsınız” deyince, insanlar insaf edip, Kelime-i şehâdeti getirerek müslüman olduk.İslâmiyet için çalıştılar, hıristiyanların doğru yola gelmesi için uğraştılar İşte Mevlânâ ve talebelerine hürmet ve iltifât edilmesinin sebebi budur.” *Mevlânâ’nın Celâleddîn isimli talebesi vardı “Birgün Mevlânâ hazretleri bir at hazırlamasını emretti. O da atların en güçlüsünü eyerlemek için huzûrdan ayrıldı. at huysuzdu eğerlenemiyordu Mevlânâ’nın yanında, at sakinleşti, huysuzluğu kalmadı. Mevlânâ ata binip, kıble istikâmetinde yola çıktı. *Mevlana atın üzerinde ter içindeydi Atı çok zayıflamıştı Cesâret edip sebebini soramadık. Ertesi gün bir at daha emretti. Akşama geldiğinde; “Elhamdülillah! Ey cemâat’ Müjdeler olsun ki, kâfir, Cehennemin dibini boyladı” dedi. *Şam tarafından bir kâfile müslümanlar ile Moğolların savaşını anlattılar. Dediler ki; “Düşman çoktu. Müslümanlar mağlup olmak üzere idi Mevlânâ hazretleri, bir atın üzerinde savaş meydanında göründü. En ön saftaydı; “Allah, Allah” nidalarıyla düşmana hücum edip önüne geleni tek vuruşta ikiye bölüyordu. *Müslümanlar, Mevlânâ’nın akıl almaz yardımıyla morali düzeliyor yapılan hücumlarla düşman püskürtülüyirdu. Mevlânâ hazretleri düşman komutanını öldürdü, kâfirler kaçmaya başladılar.” *haberi işitince, hocam Mevlânâ’nın huzûruna çıktım. Beni görünce Ey gözümün sultânı Müslüman askerlere yardım ederek zafere kavuşturan süvari kimdir?” deyince, mübârek ellerini öptüm. Lütfedip buyurdular ki: “Ağlama ey Celâleddîn! Bize cân-ı gönülden hizmet edenler, dünyâda ve âhırette gam ve kederden kurtulur.” *Kâdı Sirâceddîn talebelerine; “Bugün Mevlânâ’yı soru yağmuruna tutalım. Ve hiç birisine cevap veremesin” dedi. Mevlânâ hazretleri tecessüm etti. Kâdı Sirâceddîne bakıp kayboldu. Kâdı, Mevlânâ geldi” talebeler; görmedik efendim” dediler. Sirâceddîn’in düşüncelere daldı. Mevlânâ tekrar göründü. kadı ve talebelerine selâm verip ayrıldı. kadı ve talebeleri, odaya çıktıklarında, odada yazılar gördüler, , Mevlânâ’ya soracağı soruları ve cevaplarını yazmış idi. *Kâdı Sirâceddîn ve talebeleri,mevlananın karşısında hayretden dona kaldılar. büyük âlim ve evliyânın hakkındaki kötü düşüncelerinden pişman oldular. Hep birlikte Mevlânâ’nın talebesi olmakla şereflendiler. *Salâhaddîn Malatî anlatır: “Gençliğimde İskenderiyye’ye ticârete gitmiştim. Gemimiz girdaba yakalandı, kurtulmamız imkânsızdı. Korku içinde idik.adaklar adadık Tövbeler ettik Helâllaşip. kurtuluş duaları duâları ettik *Konyalı olmam sebebiyle, aklıma Allahü teâlânın evliyâ kulu Mevlânâ hazretleri geldi. Hemen; “Yâ hazret-i Mevlânâ! İmdâdımıza yetişmen için yalvarıyorum” diye seslendim.herkesin gözü önünde, Mevlânâ hazretleri gemimizin yanıbaşındaydı Gemimizi girdaptan kurtardı ve kayboldu. * Mevlânâ’nın huzûruna çıktığımızda bize; “Elhamdülillah. Allahü teâlânın sevdiği kullarından birine tâbi olanlar, dünyâda da âhırette de halâs olur, kurtulurlar” buyurdu. hepimiz Mevlânâ’ya talebe olmakla saadete kavuştuk.” |
Rabbim kafirler, müşrikler, münafıklar topluluğuna karşı bizlere yardım eylesin. Nusretini üzerimizden eksik eylemesin. Bizler şehitliğin ne olduğunu biliriz. Rabbim bizlere de şehadet nasip eylesin. Şu an mücadele veren, harp içinde olan ordumuza Rabbim yardım eylesin, güvenlik güçlerimize muvaffakiyetler nasip eylesin, muzafferiyetler ihsan eylesin. Bu hakkın batıla karşı büyük bir micadelesidir.*
Ebrehe'nin ordusunu yerle bir eden yüce Mevla'mız Esma'ül hüsna'sı kuvvetine ebabillerin ağzından düşen çamur taneleri gibi ordumuzun silahından çıkan her bir kurşunu isabetli olarak yerine nasip eylesin. Rabbim güvenlik güçlerimize, kahraman Mehmetçik'imize muzafferiyetler nasip eylesin. Düşmanlarımızı mağlup eylesin. Onları Kahhar ism-i şerifi hürmetine kahreylesin, perişan eylesin. Devletimizin, milletimizin üzerinde en küçük dahi bir parçasında gözü olanların gözünü kör eylesin, kalbini mühürlesin. Onlara fırsat vermesin. Şu an Suriye'de ordumuza karşı kurulmuş olan her türlü tuzağı düşmanların kendi başlarına makuz eylesin. Birliğimizi, dirliğimizi Rabbim daim eylesin." |
Kaynak ehlisünnetbüyükleri.com
MEVLANA VE MENKIBELER *Tebrîzli bir tüccâr, ticârete Konya’ya gelmişti. evliyâdan biri var mıdır? dedi. Ona Mevlânâdan bahsettiler. Tebrîzli Mevlânâyı duymuştu. huzûra çıktı“Efendim, namazımı kılıyor, Allahü teâlânın emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınıyorum. Hayır-hasenât yapıyor, kimseye zararım olmuyor. kalbimde ibâdetlere bir soğukluk var. Huzûrum yok. Sebebini bulamıyorum. yardım etmenizi istirhâm ediyorum” *Mevlânâ, şöyle buyurdu“Ey Tacir Allahü teâlânın velî kullarından biriyle karşılaştın. Onu beğenmedin, ona hakaret ettin. huzûrsuzluğun sebebi budur. Tüccâr duvara baktığında, duvardan pencere gibi bir boşluk meydana geldi boşluktan velî bir kul içeri girdi. Mevlânâ huzûrsuzluğun çâresi odur gidip, özür dile, affına kavuş buyurdu. *Mevlânâ, Muhakkak o kulu bul, hakkını helâl ettirip duâsını al. selâmımızı söyle” dedi. Tacir; “Peki efendim” deyip mübârek zâtı buldu. özür dileyip Mevlânâ’nın selâmını söyledi. Affedip hakkını helâl etmesini istirhâm eyledi. mübârek zât; “Öyle bir kapıya sığınmışsın, öyle bir kimseden yardım taleb etmişsin ki, reddetmek mümkün değil. Seni Mevlânâ hazretleri hürmetine affettim. *Mevlânâ’nın talebelerinden biri, hac yapmaya Hicaz’a gitti. hanımı, Arefe gecesi bir tepsi helvayı , Mevlânâ ve talebelerine gönderdi. Mevlânâ, helvayı talebelerine dağıttı tepsiden hiçbir şey eksilmedi. Alanlar doyuncaya kadar yediler, yine eksilmedi. *Mevlânâ mübârek elleriyle helva tepsisini sahibine gönderdi ancak helvayı getiren hanım, tepsisini bulamadı. hanımın beyi Kâ’be’den dönünce tepsi, eşyalarının arasındaydı Kadın hayretden dona kaldı. *Kadın Beyine; “Ben Arefe gecesi bir tepsiyi Mevlânâ’nın talebelerine göndermiştim. Tepsiyi bulamadım.deyince, hacdan gelen kocası Arefe gecesinde hacı arkadaşlarımla sohbet ediyorduk. çadırın kapısından bir el tepsiyi uzattı. elin sahibini araştırmadık. tepsiyi eşyaların arasına koydum. Bu Mevlânâ’nın bir kerâmetiydi *Mevlânâ’nın talebesi hacca gitti. Hicaz’da her yerde Mevlânâ ile karşılaştı. Kendisine yardımda bulundu. Mekke-i mükerremede, Kâ’be-i muazzamada, Medîne-i münevverede, Minâ’da, Arafatda, ziyâretlerde, her tarafta yanındaydı hac bitince talebesi Konya’ya döndü. Ve mevlana şöyle buyurdu Sen Hicazda giderken izin istedin ve himmet rica ettin. Biz de her tarafta görünerek yardımda bulunduk” buyurdu.*Mevlânâ “Ey Emîr! Allahü teâlânın sevdiği kulları olan velîler, Hakkın kudret deryasında balık gibidirler, istedikleri zaman, istedikleri yere giderler. sevenler ve talebeleri yardım talebinde bulunursa, imdata yetişir, müşkülden kurtarırlar. *Mevlânâ’yı sevenlerden biri, Mısır’a ticâret için gitmeye hazırlandı. Akrabası gitmemesi için çok zorladı ise de, o vazgeçmedi. yakınları, Mevlânâ’dan onu engellemesi için rica ettiler. Mevlânâ o kimseyi dinlemedi yola çıktı. Gemisine bir küffâr gemisi saldırdı. genç de esîr alındı *büyüklerinin sözünü dinlemeyen genç esir alındı Memleketinden uzak diyarlarda çalıştırıldı başındaki felâketlerin sebebini Allahü teâlânın sevdiği kulunun sözünü dinlememekten olduğunu anlayıp,pişman oldu, kırk gün kırk gece tövbe etti. *Tövbe eden genç rü’yâsında Mevlânâ’yı gördü. Ona; “Yarın senden şeyler soracaklar. sorulara biliyorum, de” ve. Bir ilâç ta’rîf etti. Genç sevince gark olup, sabahı iple çekti. Sabahleyin ona“Doktorlukla ilgin var mı?” diye sordular. Genç Var” deyince, onu hükümdâra götürdüler. *hükümdâr hastalıktan kurtulamamıştı genç, şu otlardan getirin” dedi. Genç, hepsini karıştırdı Hasta, Allahü teâlânın izniyle şifâ buldu. Hükümdâr şifâya kavuşunca, gence; “Bir muradın varsa söyle, Mal, mülk dedi genç; “Ben, hiçbir şey bilmeyen bir kimseyim. Ailemden izinsiz para için evden çıktım. Beni esîr getirdiler. tövbe ettim ve af diledim. kurtulmam için Allahü teâlâya vesile eyledim. *hocam Mevlânâ, sizi kurtarmam için ilaç ta’rîf eyledi. Gördüğünüz himmeti ve bereket iledir Hükümdâr Mevlânâ’nın büyük bir velî olduğunu anladı. Esirleri serbest bıraktı. Çok parayla zengin eyledi, memleketlerine gönderdi. Mevlânâ’ya da pekçok hediyeler verdi. |
Kaynak ehlisünnetbüyükleri.com
MEVLANA VE MENKIBELER *Mevlânâ, talebeleriyle beraber cellâda rastladı cellâda olan iltifâtlarına talebeleri şaşırdı. Efendim! Bu kimse insanların ölümüne sebebtir Onunla ilgilenmenize hayret ettik. Acaba hikmeti nedir?” diye sorunca Mevlânâ Bu kimse, Allahü teâlânın sevdiği ve insanlar arasında gizlediği evliyâ kullarındandır. Evliyâ olduğunu kendisi bilmemektedir. iltifât etmemin sebebi budur” diye cevap verdi. Talebeler, cellâda durumu bildirince cellat Şükür secdesine kapandı. Mevlânânın talebesi oldu *Moğolların Anadolu vâlisi Noyan Hân, Konya’yı muhasara etti. Konyalılar ızdıraplı günler yaşadı. Mevlânâya Efendim merhamet ediniz. Noyan, Konya’yı kuşattı Çoluk- çocuk Korkuyoruz. yardım etmezseniz, sonumuz felâket olur. Çünkü Noyan, halkı kılıçtan geçirip, malları yağmaladı tedbir istiyoruz” dediler. *Mevlânâ; Allahü teâlâya tevekkül edin.i’tikâd ile cenâb-ı Hakka duâ edin. İnşâallah sıkıntınız def olur” buyurdu.*Mevlana meydanın ortasında Kıbleye dönerek namaz kıldı. binlerce Moğol askeri vardı. Askerler noyana koşup; “Şehirden yaşlı biri çıktı. Mavi kaftanlı, gri sarıklı, heybetli biri” Meydanda namaz kıldı. Hiç bir korkusu yoktu yanına yaklaşmaya cesâret edemedik..” dediler. *Noyan, mevlanayı “Ok yağmuruna tutarak derhal öldürün!” dedi. okçular ellerini sadaklarına attıklarında kolları yerinden kalkmaz hâle geldi. Hiçbiri ok atamıyordu. Noyan, süvarilere; “Atlarla kılıçlarla saldırın!” emrini verdi. fakat atların ayakları toprağa battı. atlar, askerleri çekemez hâle geldiler*Noyan’ın okunu çekip yayını gerdi. Nişan alarak Mevlânâ’ya fırlattı. Attığı üç ok da kendi önüne düştü. Vâli Noyan, iyice öfkelenip atını emretti. Atını bir türlü hareket ettiremedi. Hiddetlenen noyan mevlanaya hücum etmek istedi. Fakat ayakları tutulup yüzüstü düştü. Konya halkı hep bir ağızdan tekbîr getirdiler. *Noyan Mevlânâ karşısında acizliğini anlayınca; “Bu hiç bir insana benzemiyor. Bu Allahü teâlânın himâyesindedir Bu kadar askerî gücüm var ve, kendisiyle mücâdele edemedik bir adım bile atamadık. bununla iyi geçinmekte, anlaşma yapmakta fayda vardır” diyerek, askerini toplayıp konya muhasarasından vaz geçti. *Mevlananın Celâleddîn isimli talebesi anlatır: “Hocam Mevlânâ, beni Kayseri’de Emîr Pervaneye gönderdi tenbîh eyledi. Huzûrdan ayrıldığımda Emîr Pervaneye cevap verme. Sâdece ağzını aç, gerekeni senin ağzından biz konuşuruz” buyurdu. Emîr, gönderilen mektûbu okudu sonra Mübârek hocamızı sordu sâdece ağzımı açtım. sonrasını hatırlamıyorum, Ayıldığımda, Pervane ve talebeleri ağlıyordu Mevlânâ hazretlerinden uzak kalmak, hizmetiyle şereflenememek ne kötü, yazıklar olsun bize” dediklerini işittim. *Emîr Pervane bana; “Ey Celâleddîn! Seninle sözlerinin bu kadar te’sîr ettiğini hiç hatırlamıyorum. sözlerinde müthiş bir kuvvet var. sebebi nedir?” diye sorunca. anlattıklarıma. hayret ederek; “Allah! Allah! Mevlana Konya’dan uzak diyarlara sesleniyor binlerce yıl ötesinden bugüne sesi ulaşıyor Rabbimizin sevdiği kulunu, bizim gibi yarım akıllı kimseler anlıyabilir mi? Onun üstünlüğünü ta’rîf edebilir mi?” dediler. |
Kaynak ehlisünnetbüyükleri.com
MEVLANANIN VEFATI *Mevlana Buyurdu ki: “Ey bizi sevenler! Sevgili Peygamberimizin gittiği Ehl-i sünnet yolundan yürüyüp, bu yolu ihyâ etmelidir. Allahü teâlânın sevdiği ameller ve ibâdetler ile, helâl yoldan rızk kazanarak, râzı olunan kullar zümresine dâhil olmalıdır. *Hep helâli istemeli, helâl yiyip, içmeli ve helâlinden giymelidir. Söylediklerimiz, dinlediklerimiz, düşündüklerimiz helâl olmalı. Her hareketimiz efendimizin hareketlerine uymalıdır *Herkes, san’ata sahip olmalı din ilimlerini öğrenmelidir. Talebelerimden bunu istiyorum. Bizim yolumuzda olanlara, kıyâmet günü bu yol yardımcı olur, yüzlerin ak olmasına çalışırız. Ancak, edebe riâyet etmeyenler ve Ehl-i sünnet yoluna muhalefet edenler, kıyâmet gününde huzur göremiyeceklerdir.”*Mevlanaya Birbirine dargın olan iki kişi getirdiler şöyle buyurdu Allahü teâlâ, insanları su gibi latîf, mütevâzi, yumuşak huylu, ba’zılarını da toprak, taş gibi sert mizaçlı yarattı. *Su, toprağa karışır, meyvelerin büyümesini, canlıların içerek hayatlarına devam etmesini sağlar. sulardan rûhlara ve bedenlere gıda te’min edilip, menfaat sağlanır. Su toprağa gitmese, topraktan ve sudan istifâde edilemez. *Ey Nûreddîn! arkadaşın toprak hükmünde olup, yerinden kalkmaz ve barışmaz ise, sen su gibi tevâzu üzere olup, anlaş. iki küs olan kimseden hangisi önce davranırsa, Cennete önce girecek sevâb kazanacaktır. Dolayısiyle, barışdan herkes istifâde edecektir.Bunu dinleyen iki küs sevâb kazanmak gayretiyle hemen barıştılar. *Bir kimse, geçiminden şikayet etti Mevlânâ hazretleri a’zâlarından birini kesip, yerine bin altın verseler râzı olur musun?” diye sordu. Hayır, dedi Mevlânâ buyurdu ki: “Ey kardeşim! Madem ki râzı olmazsın, niçin şikâyet edersin Fakirim diyorsun, altından kıymetli a’zâların var ve vücûdun sıhhatte iken bunları bedavadan ihsân eden Allah'a niçin şükretmiyorsun? Allahü teâlâ; “kulum ni’mete şükrünü eda ederse, ben ni’meti arttırırım” buyurdu. *Mevlana hastaydı birisi gelerek, “Döşeği kaldırın” buyurdu. Talebeler hayret etti Çünkü hoca hasta idi. Siz kimsiniz ki, hocam hasta iken yatağından kaldırıyorsunuz size ne eyledi?” diye sordular. O da; “Ben Azrail’im. Rabbimizin emrini yerine getirip Mevlânâ’yı âleme da’vete geldim” dedi. *Mevlana“Rabbimiz. hazretleri bizi kendi yanına da’vet ediyor. gitmek zamanı gelmiştir. Yâ Azrâil Beni Rabbime çabuk kavuştur!” deyip, şehâdet getirdi.fânî hayâta gözlerini yumdu.” *Mevlânâ vefât edince, Gasl gördüklerini şöyle anlatır: “Mevlânâ’nın mübârek cesedini yıkadım. ayrılık acısıylan ağlamaktan kendimi alamadım. hareket etmeye kadir olamadım. vücûduna sarılınca. Mevlânâ’nın eli bileğimi tuttu. Korkumdan aklım gitti. Bayılmışım.*Mevlana Diyordu ki: “Nûr, nûra karıştı. Âşık, Ma’şûka kavuştu. endişe yoktur. Çünkü, Allahü teâlânın velî kulları için, korku yoktur onlar mahzûn olmazlar. Mü’minler ölmezler, fânî âlemden, sonsuz âleme nakil olunurlar.” *Mevlânâ’nın vefâtında, köylerden, şehirlerden, kadın-erkek, gayr-i müslim, yahûdiler ve hıristiyanlar, her mezhebten mahşeri bir kalabalık Konya’ya toplandılar. herkes cenazede hazır oldular. Herkes kendi inancıyla cenâzeye hizmet ediyordu |
Kaynak ehlisünnetbüyükleri.com
MEVLANANIN VEFATI *Mevlânâ’nın vefatında kitapları, güzel sesle okunup ağlanıyordu insanlar göğüslerini yumrukluyor elbiselerini yırtıyor cenâzenin etrâfında dolanıyorlardı. bu hâl müslümanları rahatsız etti Mu’înüddîn Pervane halka şöyle seslendi Mevlânâ; müslüman, ilim ve irfan sahibiydi Sizin, çığırtkanlık yapmanızın sebebi nedir? halkı izdihama sokmanızın hikmeti nedir? Böyle bir kimseyle sizin uzaktan ve yakından ne münâsebetiniz vardır?” dedi. *Gayrı müslimler mevlanayı şöyle anlatır “O, bizim Peygamberlerimizin güzel huylarını, üstün sıfatlarını üzerinde taşıyan büyük bir güneş idi. Bütün âlem onun ışığı ile aydınlanıyordu. O, her düşküne, her çaresize yardımcı oluyordu. *“Mevlânâ dünyâda bir ekmek gibi idi. Ekmekten vazgeçen, onu sevmiyen varmıdır biz Mevlânâ’dan vazgeçemeyiz. hasret acısına sabredemeyiz” dedi. *Mevlânâ hazretlerinin tabutunu götürmek için halk hücum ediyordu. çiğnenenlerin haddi hesabı yoktu. Mahşerî kalabalık tabutu elden ele alıyordu. izdihamdan tabut parçalandı, yerine yenisi getirildi altı tabut değiştirildi. Nihâyet musalla taşına kondu. *Şerâfeddîn-i Kayserî anlatır: “Sadreddîn-i Konevî hazretleri, Mevlânâ’nın cenâze namazını kıldırmaya geldiğinde, hıçkırık geçirdi. Mevlânâ’nın vefâtına çok üzülmüştü. Talebelerinden ba’zıları; “Efendim Namazdaki hâlinizin hikmeti nedir?” dediler. Ve o şöyle açıkladı “Namaz kıldıracağım vakit, meydanda meleklerin saf saf dizilip,efendimizin arkasında cenâze namazı kılmaktaydılar Gökteki meleklerin hepsi mavi elbiseler giyinmiş ağlıyorlardı” buyurdu.*Mevlânâ’nın talebelerinden Fahreddîn anlatır: “hocam Mevlânâ’nın emriyle kitab yazdım bana, hırkasını hediye etti. gönlüme; az değil mi?” gibi düşünceler geldi.düşüncemi Allahü teâlânın izniyle anlayıp bana Yanlış düşünüyorsun” diyerek bir hikâye anlattı*Bir zamanlar Bağdadlı biri geçimi için sepetiyle kapı kapı dolaşırdı birgün Sarayda sepetine,bir kâğıt koyuverdiler. İçinde yiyecek vardı hayret koskoca saraydan ufacık bir yiyecek diyerek çok kızdı pâdişâhın şânına yakışır mı?” dedi Kâğıdı açtığında pişirilmiş bir tavuk tavuğun karnına ise altın doldurulmuştu *Mevlânâ hazretlerinin hikâyesini dinleyince utandım. pişman oldum. özür diledim. Bir daha kötü düşünmeyeceğime söz verdim. uzun yıllar geçti.hocam vefât etti. Konya’da kıtlık başladı Yağmurlar yağmadı, insanlar ve hayvanlar yiyecek bulamadı. Mahlûkâtlar perişan oldu. *Konyalılar yağmur duâsı için, Mevlânâ hazretlerinin hırkasını istediler. Duâ yerine vardıklarında, hoca, hırkayı giydi. Mevlânâ’yı vesile ederek Allahü teâlâya yalvardı, bereketli bir yağmur yağdı Günlerce devam etti. Kuraklık kalktı. Konyalılar Hırkanın bereketiyle çok zengin oldu*Mevlânâ’yı talebesi Fahreddîn vefât etmiş idi. Onu rü’yâda gördüler. Hâli iyi idi. “Bu mertebeye nasıl kavuştun?” diye sordular, “Mevlânâ’nın türbesi yapılırken bir direk lâzımdı. cân-ı gönülden yardım ettim istedikleri direği verdim, İşte bu sebeble Allahü teâlâ beni mağfiret eyledi” diye cevap verdi.*Muhammed Hadim şöyle anlatır: “Mevlânâya kırk yıl hizmet ettim. odasında yatak, ve yastık yoktu Bir gece bile, yatarken yan yattığını bilmiyorum. ezan sesini duyunca dizleri üzerine oturur veya ayağa kalkarak, ezan bitene kadar vaziyetini bozmazdı. ömründe ezan okununca hiç bir zaman ayağını uzatmamış ve yatmamıştır.”*Mevlânâ olgun, âlim ve velîydi tüm mezhepleri ve alimleri hayran bıraktı merhameti, insan sevgisi, gibi üstün vasıfları, İslâm dîninin emrettiği güzel ahlâkın nümûnesiydi. İslâm ahlâkının kemâli onda mevcûttu. Hazreti Mevlânâ’ya, yalnızca şâir demek Mevlânâ’yı çok eksik ve anlamaya, sebep olabilir. *Ben sağ olduğum müddetçe Kur’ân’ın kölesiyim. Ben Muhammed aleyhisselâm yolunun tozuyum. |
Kaynak ehlisünnetbüyükleri.com MEVLEVİLİK
*Mevlânâ tasavvufta Hak âşığıdır, İlmi ve nasihatleri deryadan saçılan hikmet damlalarıdır. O, bir tarikat kurucusu değildir. Yeni usûller ve ibâdet şekilleri ihdas etmemiştir. Allahü teâlânın aşkı ile dolu, evliyâ Celâleddîn-i Rûmî ney ve çalgı çalmadı. Mûsikî dinlemedi raks etmedi. Kırkyedibinden ziyâde beyti ile dünyâya nûr saçtı *Ney, rebap, tambur gibi çalgı âletleriyle yapılan törenler ve âyinler, ilk defa onbeşinci asırda ortaya çıkmıştır, ilk mevlevî besteleride bu döneme rastlar. Bu târih, Mevlânânın devirinden 3-4 asır sonrasıdır. Mesnevîde geçen “Ney” kelimesi, edebiyatçılar tarafından çalgı âleti ney şeklinde düşünülmüş yanlış olarak, kendisinin ney çaldığı veya dinlediği sanılmıştır.*“Mesnevîye her memlekette, açıklama ve şerhler yapıldı. Mrsnevinin en meşhuru Abdülmecîd Hân zamanında, 1847’de Matba’a-i Âmire’de bastırılan mevlana camii mesnevisidir Mesnevî’nin birinci beytinde Dinle neyden, nasıl anlatıyor, ayrılıklardan şikâyet ediyor derken ney kelimesiyle kastedilen kâmil, yüksek insan demektir. Bunlar herşeyi unutmuştur. Zihinleriyle Allahü teâlânın rızâsını aramaktadır. *Ney, Fârisî dilinde, yok demektir. varlıkdan yok olmuştur. Ney çalgı, içi boş bir çubuktur Neyin üçüncü ma’nâsı, kamış kalemdir, ney derken insan-ı kâmil kasd edilir. Kalemin yazması kendinden olmadığı kâmil insanın hareketleri ve sözleri Allahü teâlânın ilhamı iledir.”*Abdülhamîd Hân zamanında Ankara vâlisi Abidin Paşa, Mesnevîde ney’in insan-ı kâmil olduğunu, isbât etmektedir. Mevlevîlik, câhillerin eline düşdüğünden, ney’i çalgı sanarak, ney, dümbelek gibi şeyler çalmağa, dans etmeğe başlamışlar, ibâdete haram karıştırmışlardır. *Dînimizin ve Celâleddîn-i Rûmî’nin beğenmediği oyun âletleri, tekkelerden toplanarak, tasavvuf türbelerine konmuş türbeyi ziyâret edenlerden ise mevlananın çalgı kullandığını zan ederek aldatmaktadır hakîkat güneşini tanıyanlar, elbette aldanmayacakdır. *Mevlana hazretleri Ney çalmaz, ilâhi okumaz oynayıp zıplamaz yüksek sesle zikr bile yapmazdı. Mesnevî”sinde sevgiliye kavuşmağı, cân-u gönülden iste. Dudağını ve damağını oynatmadan, Rabbin ismini kalbinden söyle!” demektedir. *Mevlânâ’yı tanımıyanlar, ney, saz, def gibi çalgılar çalarak, gazel okuyup dönerek, dans ederek, nefslerini zevklendirmişlerdir. dînimize uygun olmayan hâllere ibâdet adını vermişler kendilerini din adamı olarak tanıtmışlar Mevlânâ böyle yapardı. Ve Biz mevleviyiz, onun yolundan gidiyoruz diyerek, asıldan uzaklaşmışlardır. |
Kaynak ehlisünnetbüyükleri.com
Mevlana mesnevî ve hikayeler Mesnevî’de 47 bin, Dîvân’da ise 50 bin beyit bulunmaktadır. Celâleddîn-i Rûmî Mesnevî”sini nazm şeklinde yazarak, düşmanların değiştirmesine imkân bırakmamıştır. Mesnevî’sinden başka; Dîvân-ı kebîr, Fîhi Mâfih, Mektûbât. Mecâlis-i Seb’a gibi kıymetli eserleri de vardır.Papağanın hürriyeti ve verdiği ders:Bir tüccârın, kafeste hapis mehâretli bir papağanı vardı.Tüccâr, Hindistan’a doğru gitmeye niyet etti. köle ve câriyelerine ne istediklerini sordu. Ve hepsine söz verdi.Papağana isteği sorulunca Oradaki papağanlara benim hâlimi anlat.*Kafeste hapsedilmiş, zavallı papağan size âşıktır.O biçarenin size selâmı var. Âciz vücûdunun kurtuluşu nedir, ayrılıktan dolayı hasretinizle inlemem lâyık mıdır?*Sizin yeşil ağaçlarda dolaşmanız, benim hapis hayâtı yaşamam reva mıdır Ben mahpusum, siz ise gül-bahçelerindesiniz Bu mudur dostların vefası? *İncîl’de Peygamber efendimiz ismi, safa denizinin incisidir O’nun pâk cemâl-i şerîfi, mübârek cismi ve güzel ahlâkını hiristiyanlar vasf etmişti. Peygamberimizin temiz ismiyle sevâba girmek niyetiyle,Nâmını yüceltirler, hürmet ederler yüz sürüp öperlerdi.*değersiz biri. Peygamber ismiyle alay ederken ağzı çarpıldı.Peygamberimizin huzûrunda yalvardı. Dedi ki; “Ey ma’rifet ilminde yücelmiş insan Ben, sana cahilliğimden kızıyordum. Şimdi halkın alay ettiği kimse oldum.” *Allahü teâlâ bir kimseyi zelîl etmek isterse, önce ona sâlih kimseleri zemmettirir.*Eğer bir kula da iyilik murâd ederse, o sâlih kimsenin ayıplarını ve kusurlarını ona göstermez.*Hak teâlâ, kimin mağfiretini arzu ederse, onu acz ve tevâzu sahibi eyler.*Allah rızâsı için ağlayan göz ile, O’nun için yanan gönül ne güzeldir.*Her ağlamanın sonunda gülmek vardır. Âkıbeti görenler, zevk ve safânın kölesi olur.*Su bulunan yerde yeşillik olur. Gözyaşı, Allahü teâlânın rahmetine vesile olur.*Ağlayan göz ile kuyu dolabı gibi inle ki, can bahçen bahar gibi yeşersin.*Gözyaşı dök ki, ağlayanlara şefkatin olsun. Rahmet dilersen, zayıflara merhamet et. *Bir kimse Azrailden korkup,Kuşluk vaktinde Süleymân aleyhisselâmın adâlet sarayına koştu. Süleymân aleyhisselâm sordu O da; “Azrail bana heybetle baktı” Rüzgâra emredin,Beni Hindistan’a bıraksın! canımı kurtarabilirim” dedi.*Hz süleyman İnsanlar fakirlikten kaçarlar. Hırs ve emelleri için kavga ederler.*Sen fakirlik, gayret ve hırsını Hindistan kabûl et.Hz Süleymân rüzgâra emr etti.ve yanındaki zat bir anda Hindistan’a götürüldü. *Süleymân aleyhisselâm, Azrail aleyhisselâma sordu nasıl heybetli göründün de,o zat gurbeti vatana tercih etti?*Ey Allahü teâlânın elçisi! heybetli olmanın sebebini söyler misin Bu nasıl bir hâldir ki, can korkusu verdi biçâreye evini yurdunu terk ettirdi.”Azrail aleyhisselâm; “Ey kemâl sahibi! O yanlış anladı.Ben ona hışımla bakmadım. teaccüb ettim.*Allahü teâlâ, Onun rûhunu Hindistan’da al” diye emretti. O Hindistan’a nasıl gider, diye düşündüm. Allahü teâlânın emriyle, onun canını orada aldım” dedi.*Dünyânın bütün işlerini, bilip kıyasla! Gözünü aç, iyi düşün.Kimden kaçıyorsun? İnsanın kendinden kaçması imkânsızdır. Allahü teâlâya teslim ve râzı olmak en güzelidir. |
Kaynak ehlisünnetbüyükleri.com
MİMÂR SİNAN *Türk’e şeref, cihâna yüzlerce eser veren bir san’atkâr ve Osmanlı mîmârıdır Koca Sinân 1490 da Kayseri’nin Ağırnas köyünde doğdu. Sultan Selîm zamanında devşirme olarak İstanbul’a geldi. iyi bir eğitim ve öğretimden sonra acemi oğlanlar kışlasına verildi. Acemi oğlanlar çok sıkı bir askerlik eğitiminin yanında büyük inşâatlarda ve gemilerde hizmet eder askerlik ve meslek öğrenirdi. Sinân marangozluk öğrendi. Acemi oğlanlığı dokuz yılda tamamladı, 1521de Sultan Süleymân’ın Belgrad seferine yeniçeri olarak katıldı. kabiliyeti sebebiyle yeniçerilikte terfî etdi. 1522’de Rodos seferine atlı sekban olarak katılıp, 1526 Mohaç muhârebesinden sonra, takdir edilerek acemi oğlanlar bölük komutanına terfî ettirildi. Daha sonra kapıbaşı olup, 1534 Alman ve Bağdâd seferlerine zemberekçi başı oldu *1533 te Sultan Süleymân’ın İran seferinde Van gölüne geldiklerinde, sadrâzam Lütfi Paşasahile gitmek ve düşmanı gözetlemek istedi. Mîmâr Sinân’a kadırga yapması emredildi. Sinân’ın iki haftada üç adet kadırga yaptı Lütfi Paşa, gemilerin idaresini ona verdi. büyük bir îtibâr kazandı. İran seferinden dönüşte, yeniçeri ocağında itibârı yükseltildi hasekilik rütbesi verildi.1537 Korfu, Pulya ve 1538 Kara Boğdan seferlerine katıldı. batı ve doğunun mîmârîsini tedkîk etdi doğu ve batı üslûbunu birleştirerek orijinal eserler verdi. Kendisi şöyle anlatmaktadır: “Asker ocağına girdikten marangozluğa merak ettim, iyi ustalar yanında, yetiştim. Bıkmadan çalışarak san’atın inceliklerini öğrendim. Kendimi göstermek için fırsat gözledim *ülkeler gezip görgümü arttırmak istiyordum. fırsat çıktı. Selîm Han’ın ordusunda Acem ve Arab diyarlarını gezdim. Mimarlığı öğrendim. Gördüğüm her binadan, harabeden ibretle dersler aldım.” Kara Boğdan seferinde, ordunun Prut nehrini geçmesi için köprü yapılması gerekiyordu. bu işi kimse başaramadı. Lütfi Paşa, Sultan Süleymâna bunu ancak Sinân’ın yapabileceğini arzetti. Pâdişâh’ın verdiği emirle Sinân, ordudaki bütün mîmâr ve neccârları toplayarak on üç gün gibi kısa sürede köprüyü yapıp ordunun karşıya geçmesini sağladı.olaydan sonra, başmîmâr Acem Ali, ve vezîriâzam Ayas Paşa vefât ettiler. Ayas Paşa’nın türbesini yapmak için yeni başmîmâr Mîmâr Sinân tayin edildi. 1538 yılında Mîmâr Sinân, hassa başmîmârı oldu.*Mîmâr Sinân’ın, mîmârbaşı olduktan sonra verdiği üç büyük eser, onun san’atını gösterir ilki, İstanbul Şehzâdebaşı Câmii ve külliyesidir. Şehzâdebaşı Câmii, bütün câmilere öncülük etmiştir. Külliyede imâret, mutfak kervansaray ve medrese bulunur Süleymâniye Câmii, Mîmâr Sinân’ın İstanbul’daki en muhteşem eseridir. kalfalık eseridir Yirmi yedi metre çapındaki büyük kubbe, gayet nisbetli ve ahenklidir Sükûn ve asaleti ifâde eden sâde ve ahenkli görünüşü ile Süleymâniye Câmii, olgun bir mimarîyi temsil eder Sekiz ayrı binadan meydana gelen Süleymâniye Câmii ve külliyesi, Fâtih’ten sonra şehrin ikinci üniversitesidir Mîmâr Sinân’ın en güzel eseri, seksen yaşında yaptığı ve ustalık eserim dediği Edirne’deki Selimiye Câmii’dir. *Edirne’deki Selimiye Câmii için Mîmâr Sinân şöyle der: minareleri hem nâziktir san’attan anlayanlar takdir eder. Ayasofya kubbesi gibi bir kubbenin İslâm ülkelerinde yapılmadığını söyleyip duran kefere-nin mîmâr geçinen takımına cevâb olarak Allah’ın yardımı ile Selimiye kubbesinin bir zra’ ziyâde eyledim” mimarbaşı çok değişik konularla uğraştı. 1573’de Ayasofya’nın kubbesini onararak duvarlar yaptı. Bu günlere sağlam gelmesine sebeb oldu. Eski eserlerin görünümlerini bozan yapıların yıkılması onun göreviydi Zeyrek Câmii ve İstanbul hisarına yapılan ev ve dükkanların yıkımını sağladı.caddelerin genişliği, evlerin yapımı ve lağımlar ile uğraştı. yangın tehlikesine dikkat çekip ferman yayınlattı. *Hassa başmîmârı olarak çok değişik konularla ilgilendi Mîmâr Sinân, yapım işlerinin en ufak detaylarıyla bile ilgilenirdi. İslâm ahlakıyla ahlâklanmış mütevazı bir insan idi.Mühründeki El-hakîr-ül-fakîr Mîmâr Sinân” yazısı, bunun en iyi isbâtıdır Türk mimarîsinin ve, İslâm âleminin büyük mîmârı doksan küsür hayat sürdü. 364 yapıya imza attı. Eserlerinin büyük kısmı İstanbul’dadır. Osmanlı ülkesinde damgasını vurmadığı köşe yoktur. 1538’de vefât edip, Süleymâniye Câmii’nin yanında kendi yaptığı mütevazı ve sâde türbeye defnedilen Sinân, uzun bir ömre yüzlerce eserini İslâm âlemine yadigâr bıraktı Mîmâr Sinân dinlenmeden çalışıp, alın teriyle elde ettiği servetini bağışladı |
Kaynak ehlisünnetbüyükleri.com
MİMÂR SİNAN *Mîmâr Sinân’ın ailesini, mahalle ve çevresini, bütün müslümanları ve insanları düşündü köyü Ağırnas’da vakfettiği çeşme su içmeye gelen hayvanların dinlenmesi için çeşmenin etrafında geniş bir alanı kurdu Din ve dil eğitimini, dünyâ îmârının âhireti insanlar ve hayvanları ihmâl etmeyen Mîmâr Sinân, Allah rızâsının dışında bir şey düşünmeyip, ölümünden sonra rahmet ve hayır duâ ile anılmaktan başka bir şey gözetmediğini belirtir. Mîmâr Sinân, Avrupalı rönesans san’atçılarından farklı bir şekilde, İslâm san’atına bağlı kaldı tecrübe ve tekniğiyle mimarlığa çok önemli eserler kazandırdı. Arab, Selçuk, Roma, Bizans ve Orta Avrupa medeniyetlerini inceledi hassa başmîmârı olarak büyük bir teşkilâtı idare edti *Mîmâr Sinân’ın başmîmârlığınfa Osmanlı Cihân Devletiydi Türk-İslâm devleti olarak dünyânın en güçlü devleti idi. kudretli devletin güçlü san’atçısı Sinân elli senelik mimarlık döneminde kendisine düşeni hakkıyla yerine getirdi. Mîmârî dehâsı disiplin kabiliyeti ile dünyânın hiç bir yerinde görülmeyen hassa mimarları teşkilâtını geliştirdi. teşkilât, devletin her tarafına mîmârî götürdü. Sarayda, mimarî atölyeler kurdu. atölyeleri mimarbaşı, hattatbaşı, doğancıbaşı gibi büyük devlet me’murları yönetti. Atölyelerden, Sultanahmed Câmii’ni yapan sedefkâr Ahmed Ağa ve Dâvûd Ağa gibi mimarlar yetişti Sinan, Selçuklu dönemini taş işçiliğini çok yakından bilir ve sentezlerdi *her eserinde ayrı bir sisteme yöneldi. Eserlerinde iç mekân ferah, aydınlığa renkli cama yer verdi Sinân, her mîmârî eserinde günümüzde de geçerli mimarlık ilkelerini bundan dört asır önce ortaya koydu. san’atı ile asırlar ötesi bir mîmârî dehâ olarak anıldı Mîmâr Sinân; seksen dört câmi, elli iki mescid, elli yedi medrese, yedi dârülkurrâ, yirmi türbe, on yedi imâret, üç dârüşşifâ, beş su yolu, sekiz köprü, yirmi kervansaray, otuz altı saray, sekiz mahsen ve kırk sekiz adet hamam olmak üzere üç yüz altmış dört eser vermiştir. Kynak yunusemre.gov.tr *Tapduk Emre, kesin olmamakla 1200 ile 1300’lü yıllarda Aksarayda İç Anadoluda yaşamıştır. Tapduk Emre, Hacı Bektaş Veli, Mevlâna ile çağdaştır hakkınfaki bilgiler çok azdır. Tapduk Emre, Yunus Emre’nin hocasıdır. Yunus Emre gibi bir Ulu yetiştirmiştir. dergâh sahibi pir, rehber ve mürşittir. Yunus Emre gibi gönül erenleri yetiştirmiştir. Tapduk Emre, Hacı Bektaş Veli ile ile ilişkiler geliştirmiştir. Rum erenleri, Hacı Bektaş Veli’ye giderken Emre’ye “haydi sen de gel”, dediler. Emre, çok güçlü idi “Dost divanında erenlere nasip veren Hacı Bektaş gibisini görmedik”, dedi ve Hacı Bektaş’a gitmedi. Emre’nin sözünü Hünkâr’a ilettiler. Hünkâr, Emre’yi çağırttı. Hacı Bektaş, “siz, dost divanında erenlere nasip veren Hacı Bektaş adında bir kimse görmedik demişsiniz, *siz nasip veren elin nişanesini bilir misiniz?”, diye sordu. Emre, “divanda perde vardı, bir el, bize nasip verdi. elin avucunda yeşil ben vardı, görsem tanırım”, dedi.Hacı Bektaş elini açtı. Emre, Hacı Bektaş’ın güzelim yeşil benini gördü “tapduk Hünkârım”, dedi. Bundan sonra adı, Tapduk Emre kaldı. Emre tacı Hünkâr’a teslim etti. Hünkâr, tacını tekbirle giydirdi. izin alıp makamına döndü. Tapduk Emre Anadolu erenidir. Ehlibeyt öğretisiyle derviş yetiştirmiştir. Bunlar arasında ünü günümüze gelen ve düşünceleri ile insanlığı kucaklayan Yunus vardır. Yunus çiftçilikle geçinen fakir bir adamdı Bir senelik kıtlıkta . fakirleşen Yunus, kerametlerini duyduğu Hacı Bektaş-ı Velinin dergahına geldi. Pirin ayağına yüz sürdü *Hacı Bektaş-ı Veli yunusa lutf ile muamele edti misafir etti. Dervişler Pir’e Yunus’u anlattılar Gafil Yunus buğday istedi. Pir “isterse o alıca nefes edeyim dedi Yunus buğdayda ısrar edti. Hacı Bektaşi üçüncü kez isterse her çekirdek sayısınca himmet edeyim dedi. Yunus buğday isteyince pişman oldu. kusurunu itiraf etti. Hacı Bektaş onun Tapduk Emre’ye gitmesini söyledi. Yunus himmete kavuşmak kırk yıl Tapduk Emreye hizmet etti. Yunus’u asırlardır gönül Sultanı yapan bu himmettir. Eli böğründe Yunus gider Tapduk’un kapısına. Tapduk’a kul olur. Yıllarca şeyhine odun taşır. ondan feyz alır. pişer. Yunus’un Şeyhine taşıdığı odunlarda hiç eğri bulunmaması Tapduktan kaçmaz. Yunus’a odunları gösterir: *Yunus, der. Bakıyorum, dağdan kestiğin odunlar kuru, hepsi düz. Meraklandım. Ormanda hiç eğri odun yok mu?” Yunus Gülümser. Vereceği cevabı Öylece, dudaklarına geldiği gibi söyledi: “Ormanda eğri odun var var amma, Senin dergahından içeri odunun bile eğrisi giremez, efendim.” Yunus’un Sarıköy de yatmakta olduğu yazar, Onun gömülü olduğu yer Türk Milletinin ve bütün Müslümanların cefakar ve vefakar göğsüdür. Bu Yunusu anlayabilmek ve anlatabilmek için yeter bir kanıttır. |
Kaynak vikipedi
Ahmed Yesevi *Tarihte bilinen ilk büyük*Türk*mutasavvıfıdır Tam adı:*Ahmed bin İbrâhim bin İlyâs Yesevîdir Yesevîlik*akımının mimârıdır" Hazret-i*Türkistan"* nâmıyla da meşhurdur müridi*Hacı Bektaş Veli gibi Alevi*âlimdir. öğretileriyle*Alevî-Bektâşî Tarikâtı*ile Sünni İslam'ı etkilemiştir. Kuvvetli bir medrese tahsili gördü din ilimleri ve tasavvufu öğrendi Babası*Ali el-Mûrtezâ'nın soyundan olan*"Şeyh İbrâhim",*mürşidi*ise*Hanefî*âlimlerinden*Nakşîben dî*Şeyhî*Yûsuf el-Hemedânî'dir.Anadolu'ya hiç gelmemesine rağmen Anadolu'da sevilen*"Hoca Yesevî", Mevlana Hacı Bektaş gibi Anadolu ekolleriyle Anadolu'daki tasavvufunda büyük tesirler meydana getirdi inandıklarını ve öğrendiklerini yerli halka ve göçebe köylülere anlattı*Karahanlılar'ın hüküm sürdüğü çağlarda* Orta Asyada önemli yer tutan,*Türkistan*şehri Sayram kentinde doğan Ahmed Yesevî,* Yesi'de*Arslan Baba'ya katıldı Menkıbeye göre*Arslan Baba Yesi'ye gelerek*Ahmed Yesevî*ile buluştu İslâm Peygamberi Muhammed sav ın kendisine teslim ettiği emanetleri vermesi, terbiyesi ile ilgilenerek onu irşat etmesi hz Muhammedin mânevî işaretine dayanmaktaydı. Babası Hace İbrâhim Şeyh ve mânevi babası*Arslan Baba'nın vefatlarıyla Nakşîbendiyye-*şeyhi Hâce Yûsuf el-Hemedânî'nin yanında eğitimini tamamladı Yesevi'nin*isimlerini zikrettiği şahsiyetleri Melâmetîyye Kalenderiyye* çevrelerine mensuptur müridlerden*Kutb'ûd-dîn Haydar, 12. yüzyıldan itibaren*Kalenderî kolu Haydarîliğin kurucusudur.*İmâm Muhammed Bakırın soyundan gelenlerin hepsine*Hâce*unvanı verilmiştir Ahmed-i Yesevî Kul Hâce Ahmed*olarak anılır *Hâce Yûsuf el-Hemedânî'nin vefatı üzerine irşata önce*Berkî*daha sonra Şeyh Endâkî*Endâkî'nin ölümü üzerine Ahmed-i Yesevî irşad postuna oturur.[mürşidi*Hâce Yûsuf el-Hemedânî'nin olduğu talimatıyla irşat makamını Gucdevanî'ye devrederek*Türkistan'da*İslâmiyeti*yaymak maksadıyla*Yesi'ye döner. En büyük eseri*"Divan-ı Hikmettir Ahmet Yesevî,*Türklere*İslam'ı kolaylaştırarak benimsetmiştir. İslam inancını, Türk gelenek, ve yaşam tarzı ile sentezlemiştir Ahmed Yesevî,*Yesevîlik*tarikatı kurucusudur İslâm'ı yeni kabul etmiş Türk topluluklarına ifanı tanıtmıştır. Türkistan*Türkleri'nin İslam’ı kabul ettiği 10. yüzyıl, Türk dünyası için tarihi bir dönüm noktasıdır Bu yüzyıldan itibaren Türkler İslamiyeti benimsemişdir. *Ahmed Yesevî, *İslâm*şeriatını öğretirken bir yandan da*İslâmiyet'i*Türklere sevdirmeyi,*Ehl-i Beyt âkidesini*yaymayı kendine gaye edinmiştir. Yesevî, Arapça ve Farsçayı çok iyi bilmesine rağmen eserlerini Türkçe vermiştir. Edebiyatçı* Yahya Kemal ın Ahmet Yesevî hakkındaki yorumu şöyledir.Şu Ahmet Yesevi kim? Bir araştırın göreceksiniz. Bizim milliyetimizi asıl O'nda bulacaksınız Hoca Ahmed Yesevi Türbesi Kazakistan'ın güneyindeki*Türkistan kentinde 1389 ile 1405 yılları arasında*Timur tarafından yapıldı. 2002 de UNESCO*tarafından dünya tarih eseri olarak kabul gördü. Ahmet Yesevî'nin türbesi Türkiye Cumhuriyeti tarafından TİKA marifetiyle tamir edilmiştir.Divan-ı Hikmet*şiirleri, Türk tasavvuf edebiyatının çok önemli en eski kitabıdır.Akaid, İslam esaslarının yer aldığı temel eseridir.Fakr-Nâme*öğrencileri tarafından yazılmıştır |
Kaynak ehlisünnetbüyükleri.com
AHMED YESEVÎ Türkistan’da yetişen büyük velilerden. İsmi, Ahmed bin İbrâhim bin İlyâs Yesevî olup, Pîr-i Türkistan, Hazret-i Türkistan,* Hâce Ahmed, Kul Hâce Ahmed diye tanınır. Babası Hâce İbrâhim’in nesebi Hazreti Ali’nin oğlu Muhammed bin Hânefiyye’ye ulaşır. Soyu, Hazreti Fâtıma vâlidemize dayanmadığı için seyyid değildir. Annesi evliyâdan Mûsâ isimli bir zâtın kerîmesi olup, sâliha, bir hâtun idi. Ahmed Yesevî ( radıyallahü anh ) yedi yaşında iken babası vefât etti. Yetim* büyüdü. Doğum târihi* bilinememektedir. 562 senesinde Yesi’de vefât etti. Kabri oradadır. Timur Hân, onun için muhteşem bir türbe yaptırmıştır. Ahmed Yesevî ( radıyallahü anh ),* çocuk iken kendisinde garîb hâller, yaşındı fevkalâdelikler meydana geliyordu. Hızır aleyhisselâm ile sohbet ediyordu. Çok küçükken annesinin, yedi yaşında iken de babasının vefâtı ile, Gevher adındaki ablasının yanında yetişti.meydana gelen bir hâdise, Hâce Ahmed’in şöhretinin bütün Türkistan’a yaydı Türkistan’da Yesevî adlı bir hükümdâr hüküm sürmekte idi bütün velîleri toplatıp, onların duâsı ile önemli bir mes’eleyi halletmeyi düşünmüştü velilerin duâ ve niyazları neticesiz kalınca katılmayan velileri tespit ettirmiş. Hâce İbrâhim’in oğlu Ahmed’in,* çocuk yaşta olduğu için çağırılmadığını anlamıştı gelmesi istenmiş. Çocuğun ablası, “Babamızın vasıyyeti var, tanınma zamanını babamızın türbesindeki ekmek sofrası ta’yin edecektir. sofrayı açabilirsen, zamanın gelmiştir var git!” demiş. Türbeye giden Hâce , sofrayı* açmış,* hükümdârın istediği yere gelmiş. Veliler kendisini hazır beklemekte imişler. Hâce Ahmed sofradaki ekmeği, duâ* için gösterince, veliler Fâtiha okumuşlar ekmeği paylaştırılmış hepsine kâfi gelmiş.veliler Hâce Ahmed’in büyüklüğünü ve mertebesini anlamışlar. Hâce Ahmed* sırtındaki babadan kalma hırkaya bürünerek, duâsının neticesini beklemiş. gök yüzünden seller boşanmış velîlerin seccadeleri su üstünde yüzmüş. Ahmed hırkasından başını çıkarınca, seller durmuş, güneş çıkmış. Karaçuk dağı ortadan kalkmış kerâmete şâhid olan hükümdâr, Hâce Ahmed’den, adının kıyâmete kadar bakî kalması için niyazda bulunmasını dilemiş. Hâce Ahmed hazretleri Âlemde her kim bizi severse, senin adınla bizi yâd eylesin” demiş. o günden beri ikisinin ismi birlikte, “Ahmed Yesevî” şeklinde anılır olmuş. Hâce Ahmed, Yesi’li olduğundan, Yesevî diye kabûl edilmektedir.Ahmed Yesevî ( radıyallahü anh ), Baba Arslan hazretlerinin talebesidir. Onun kalblere hayat ve huzûr veren sohbetlerine teveccühlerine kavuşmakla, kısa zamanda çok yüksek makam ve derecelere kavuştu. Baba Arslan hazretlerinin vefâtıyla, onun ma’nevî işâreti ile, Buhârâ’ya gitti.* Ehl-i sünnet âlimlerinin en büyüğü Yûsuf-i Hemedânî’den* ilim tahsil etti. İnsanlara ilim öğretmek, doğruyu göstermek için icâzet aldı. O büyük zâtın halifelerinden oldu. Onun vefâtından sonra Buhârâ’da kaldı. Talebeler yetiştirdi talebelerin terbiye ve yetiştirilmesini, Yüsuf-i Hemedânî’nin en büyük talebesi Abdülhâlık Goncdüvânî hazretlerine havale edip, kendisi Yesi’ye döndü. talebeleri .her geçen gün çoğalıyordu. Büyüklüğü ve şöhreti Türkistan, Mâverâünnehr, Horasan ve Harezm’e yayıldı. çocuk yaşta iken başlıyan evliyâlık dereceleri artıyordu. âlimlerin ve evliyânın en büyüklerinden, en üstünlerinden oldu. Hanefî* idi. bütün ilimlerde âlim idi. babası ve diğer velîler gibi, o da devamlı* Hızır aleyhisselâm ile görüşür, sohbet ederdi. Büyüklüğü ve kerâmetleri herkesçe* bilinirdi. Dîvân-ı hikmet eserinde, yedi yaşından elli yaşına kadar geçen zamanını anlatmıştır. Ahmed Yesevî hazretleri vakitlerinin* çoğunu Allahü teâlâya ibâdet ve, talebelerine ilim öğretmekle geçirirdi. kaşık ve kepçe yapardı. Bir öküzü vardı. öküzün sırtına bir heybe asar, içine* yaptığı kaşık ve kepçeleri koyardı. öküz pazara çıkar, istiyenler kaşık veya kepçe alır ücretlerini heybeye koyarlardı. Ücretini vermeyen olursa, öküz kimsenin peşini bırakmaz, nereye gitse peşinden giderdi. Aldığı şeyin ücretini heybeye koymadıkça, o kimsenin yanından ayrılıp başka yere gitmezdi. Öküz, akşam olunca Hâce Ahmed hazretlerine gelirdi. Hâce hazretleri heybedeki paraları talebelerine* sarfederdi.Yesevî hazretlerinin şöhreti, kerâmetleri her tarafa yayılıp talebeleri yüz bine yaklaşınca, çekemeyenler, Allahü teâlânın evliyâsına düşman olanlar, ona iftira edip, sohbete örtüsüz kadınlar da geliyor, erkeklerle birlikte oturuyor dediler bunu yaydılar. makam sahipleri, durumu araştırdı Ahmed Her şeyin, herkese açık olduğunu kanunlardan* uygunsuz bir şeyin bulunmadığını Söylenilenlerin asılsız olduğunu, bu zâta iftira uydurulduğunu bildirdiler. Hâce Yesevî ( radıyallahü anh ), kendisine iftira edenlere bders vermek istedi. meclise geldi. Elinde ağzı mühürlü bir kutu vardı. Orada bulunanlara Baliğ olduğu günden bu âna kadar, sağ elini avret mahalline hiç uzatmamış bir velî* istiyorum. Kim vardır? kutuyu ona teslim edeceğim” buyurdu. Hiç kimse çıkamadı.Yesevî’nin ( radıyallahü anh ) talebelerinden, Hâce Atâ isimli zât geldi. Hâce Ahmed kutuyu bu talebeye verip, kutuyu Horasan ve Mâverâünnehre götürmesini emretti.bildirilen âlimler ve Hâce hazretlerine iftira edenler geldi Herkes, kutuyu merak ediyordu. talebe, kutuyu açtı. Kutu açılınca, herkes donakaldılar. Kutuda bir miktar ateş ve pamuk vardı. Ateş kıpkırmızı* duruyor, pamuğa birşey olmuyordu.* herkes hayretler içindeydi Hâce hazretlerinin kerâmeti karşısında, onu sevenlerin muhabbeti* arttı. hatâlarını anlayıp tövbe ettiler. Hazreti Hâceye hediyeler gönderip özür dilediler. Vr Hâce hazretlerinin talebesi oldular. Merv şehrinde Mervezî nâmında bir müderris vardı Ahmed Yesevî hakkındaki uydurma sözler onada gitmişti. Bu yalanlara aldanıp, kendisini* imtihan etmek,* niyetiyle, ma’iyyetine dörtyüz müşavir kırk müftü alarak yola çıktı.sohbetinde binlerce kişinin* bulunduğunu öğrenmişti. üçbin mes’ele ezberledim. Hepsine suâl sorar, onları imtihan ederim” diye düşündü. Ahmed Yesevî hazretleri talebelerinin hafızasından* mes’eleleri* sildi. Hâce hazretlerine“Allahın kullarını doğrudan ayıran sen misin?” dediler. Hazreti Hâce, misâfirimiz ol! buyurdu. Üç gün sonra* kürsü kuruldu. Mervezî kürsüye çıktı. Hâce Ahmed mes’elenin Mervezî’nin hafızasından silinmesini emretti. Mervezî, konuşmak istedi. Fakat hafızasında hiçbir mes’ele yoktu defterinden okumak istedi. defterinin* yazıların da silinmişti Mervezî, kusurunu anlayıp tövbe etti.* ma’iyyetiyle beş sene kaldı. Çok mertebelere, yüksek derecelere kavuştu. Ahmed Yesevî ( radıyallahü anh ) bunu, insanlara Allahü teâlânın dinini anlatmak vazîfesiyle Horasan’a gönderdi.* halkı irşâd ettiler Horasan’daki evliyâlar, Ahmed Yesevînin büyüklüğünü,* bildikleri ve ona olan muhabbetlerinin artması için, kendisiyle görüşmek, istediler. Büyük bir toplantı tertîb ettiler. Allahü teâlâ, evliyâsını çok sevdiği için, onlara* insanların yapmaktan âciz oldukları birçok şeyi kolay kılmıştır., bir anda bir yerde, biraz sonra çok uzak bir yerde bulunabilirler. aynı anda başka başka yerlerde görülebilirler. Bu, Allahü teâlânın ihsânıdır, işte, Ahmed Yesevî hazretlerini toplantıya da’vet için yola çıkan velî, Allahü teâlânın izni ile turna misâli uçarak Yesi’ye geliyordu. Hâce hazretleri* yanına talebelerinden ba’zılarını aldı. Bunlar da turna şeklinde uçmaya başladı Nihâyet, Semerkandda karşılaştılar. aşağıda büyük bir tüccâr, nehirden geçerken akıntıya kapılıp, malı ve hayvanları suya gitti. tüccâr, sudan selâmetle kurtulması hâlinde, kalan malının yarısını Allah rızâsı için vereceğini adadı Hâce Ahmed Yesevî tüccârın sıkıntısını keşfederek aşağıya indi. tüccârı* sahile çıkardı. turna şeklinden, normal hâline döndü. tüccâr, kendisini kurtaran zâta sarılıp* teşekkür etti ve malının yarısını verdi.Hâce hazretleri istenilen yerde sohbet edip,* memleketine döndü. Nehirden kurtardığı tüccârın* parasını, talebelerine* sarfetti. |
Kaynak ehlisünnetbüyükleri.com
AHMED YESEVÎ Ahmed Yesevî ( radıyallahü anh ),* çocukluğundan itibâren, efendimizin sünnetine tâbi olmakta gevşeklik göstermedi. 63 yaşına geldiğinde* efendimiz* âhırete teşrîf etmişti yesevide 63 yaşından sonra yeryüzünde bulunmayı kendisine münâsip görmeyip yer altında bir hücre yaptırdı. Oraya merdiven ile inilirdi. Mezar misâli olan o yerde, vefât edinceye kadar, devamlı ibâdet Allahü teâlâyı düşünmekle meşgûl oldu. Talebelerine ilim öğretmeye orada devam etti. Kendisini vefât etmiş, kabre konmuş hissederek, huşû’ ile ibâdetlerini yaptı. evliyâlık yolundaki makam ve dereceleri kat kat arttı. 63 yaşından, vefât ettiği 125 yaşlarına kadar, orada ibâdet etti. Zamanın hükümdârı Kazan Hân, Ahmed Yesevînin* Cum’a namazını nerede kıldığını merak edip, Hâce’nin talebelerine sordu* müezzinler Cum’a ezanı okuyordu Talebe, Hâce’nin huzûruna vardığında Gel elimden tut! Cum’a namazına, bugün seninle beraber gidelim” buyurdu. Talebe “hocasının elinden tuttu. kendilerini, büyük bir câmide safda gördüler. Talebe, namazdan sonra hocasını bulamadı. Câminin kayyımı, “Ey derviş! Burası Mısır’dır bu câmi Câmi-i Ezher’dir. Senin hocan, Cum’a namazlarını burada kılar” dedi. Talebe Ertesi Cum’a* hocası ile* bir anda Yesi’ye geldiler. Hâce hazretleri, talebesine gördüklerini Kazan Hân’a anlatmasını söyledi. Kazan Hân’ın kendisini Hâce hazretlerine gönderdiği sırada başlayan* ezan, henüz bitmemişti. Kazan Hân ve orada bulunanlar, Hâce hazretlerinin* kerâmeti karşısında birşey diyemedi Onun büyüklüğünü, anladılar. Yesi şehrinde Sabran diye bir kasaba vardı. ahalisinin hıristiyan olup, müslümanlara ve Yesevî hazretlerine düşmandı.* Yesevînin büyüklüğü, kerâmetleri yayıldıkça ve ona bağlı olanlar arttıkça, Sabranlıların Hâceye düşmanlıkları artıyordu. Ona iftira etmek istediler. içlerinden birinin öküzünü kestiler. ayaklarını bıraktılar. kadıya gidip Öküzlerinin çalındığını, kesildiğini, kan izlerini öküzlerinin Ahmed Yesevî tekkesine girdiğini* bildirdiler. Kâdı izin verip, Hâce’nin tekkesine girip, öküzlerini arayabileceklerini bildirdi Hazreti Hâce, kalb gözleri ile iftiracıların* tertîbini görmüştü içeri girmelerine izin verildi. İftiracılar, öküzün yanına vardılar.* maksatlarına kavuşmuş olduklarını zannediyorlardı , Hâce hazretlerinin kerâmeti ile, iftiracılar köpek oldular.öküz etine hücum edip* bitirdiler. Ve esas halleri anlaşılmış oldu. birgün Hâce’yi hırsızlıkla itham etmeye karar verdiler. sığırı parçalayıp* gizlice Hâceye bıraktılar. Hazreti Hâceden başka kimse yapılanı farketmedi. Ertesi gün sığırı aramak behânesi ile, kasaba halkı tekkenin önünde toplandı Sığırlarını aramak için içeri girmek istediler. Hâce hazretleri ahmakların yaptıklarına çok üzüldü ve “Girin köpekler! Girin itler!” diye söylendi. Gelenler, Hâce hazretlerini üzmenin dünyâdaki çok ufak bir cezası olarak,* birer köpek şekline girip, parçalanmış sığır etine hücum ettiler.Bu hâle düştüklerine üzülüp, pişmanlıklarını bildirdiler. Hâce hazretleri bunları eski hâline çevirdi. Fakat* hainliklerine alâmet olmak üzere, vücûdlarında belirti kaldı. belirti hâli, onlardan çocuklarına* intikâl etti. Emîr Timur Buhârâ’ya gitmek üzere yola çıktığında Türkistan’a uğradı. Timur* rü’yâsında Ahmed Yesevî’yibgördü. Kendisine; “Ey yiğit’ Buhârâ’ya çabuk git! İnşâallah* sana fetih nasîb olur. Senin başından çok hâdiseler geçse gerek.* oradaki insanlar enin gelmeni bekliyorlar” buyurdu. Timur müjdeye çok sevinip, Allahü teâlâya şükretti. Ve Ahmed Yesevî türbesi üzerine çok mükemmel bir türbe yaptırılması* emirini verdi. Bugün bu türbe bütün haşmetiyle durmaktadır. İngiliz Schuyler’in yazdığı Türkistan seyahatnamesinde, Hâce Ahmed Yesevî’nin câmii ve Timur Hân ın kabri üzerine yaptırılan muhteşem türbesi hakkında diyor ki: “Bu büyük câminin arka kısmında türbeli ikinci bir mescid* ilâve edilmiş câminin dış avlu kapısı fevkalâde büyük ve kemerlidir. Kapının yanında penceresiz iki tane yuvarlak kule yükseliyor. Kapı büyük bir san’at eseri olarak işlenmiş kubbe, binayı daha da güzelleştirmektedir. Zelzelelerle dökülmüş, harabe hâline gelmiş bu muazzam bina, ilk hâlinde kimbilir ne kadar güzeldi?Câminin avlusunda çok güzel bir medrese var. Arka kısmında Arslan Babâ’nın, Ahmed Yesevî’nin ve hanım efendisinin türbesi var. Türkistan’ın her tarafından akın akın* Hâce hazretlerinin türbesi ziyâret edilmekte, Câmi-i hazret isimli bu câmide namaz kılınmaktadır. Ahmed Yesevî ( radıyallahü anh ) halifelerinden Seyyid Mensûr Atâ ( radıyallahü anh ), Hâce hazretlerinin yer altındaki ve “Çilehânesini* görünce çok üzüldü. çok sıkıntılı bir hâldedir herhalde diye düşündü. birdenbire gördü ki, daracık zannettiği yerin bir ucu doğuda, diğer ucu* batıda. kalbinden geçirdiklerinin yersiz olduğunu anlayıp, dedi ki; “Allahü teâlâ, evliyâsına sıkıntı çektirmez. insanların onlarda sıkıntı görmeleri acı çekiyor zannetmeleri, hakîkatte onlar için bir ni’mettir. Bu saadet sahibleri, görünüşte çok acı zannedilen o sıkıntılardan öyle zevk ve tad alırlar ki, iyiliklerinde o tadı duymazlar. Allahü teâlâ,* mübârek veli kulu için, daracık* hücreyi çok geniş yapar. Ma’nevî bakımdan Öyle lezzetler, tadlar ihsân eder ki, zâhir olarak çektiği sıkıntılar, o lezzetler yanında hiç kalır. Onun rûhu, zevk ve neş’eden uçmaktadır. Vücûdunu bin parçaya bölseler ne gam...” Hâce Ahmed Yesevî’nin talebelerin her biri bir memlekette İslâmiyeti yayıyordu. Hâce hazretlerinin talebelerinden olup Moğolların katliâmından kaçıp kurtulmak sûretiyle Anadoluya gelenler çok olmuş, onun yolu Anadolu’da da tanınmış ve yayılmıştır. Hâce hazretleri, herkese iyilik eder, kendisinden kimseye rahatsızlık gelmezdi. insanların saadeti, rahatları için gayret ederdi. Dergahı fakir ve yoksullar, yetim ve çaresizler için sığınaktı Anadolu’nun, Türklere yurt olması için büyük gayretler gösterdi. Telkinleri ile, Alparslan’ın Malazgirt zaferini, Anadolu’nun Müslüman Türklere yurt olmasını* hazırladı Ahmed Yesevîye bağlananların Yeseviyye yolundaki müridin, riâyet etmeleri* lâzım olan belli başlı edebler şunlardır: Kendisinden dinini öğrendiği üstadının, talebelerinden efdal olduğunu bilmek ve ona teslim olmak. Ona uymak, onun huzûrunda yemekler yemek, geceleri uyumak,, geceleri nafile namaz kılmaktan ve gündüzleri nafile oruç tutmaktan farksız hattâ daha fâidelidir. Çünkü birincisinde, teslimiyyet var. İkincisinde , kendi bildiğine göre hareket etmek vardır. Mürîd gayet uyanık, zekî ve dikkatli olmalı ki, hocasının sözlerinden,* işâretlerinden hemen anlıyabilsin. 3. Hocasının bütün sözlerinden ve işlerinden râzı ve* itaatkâr olmalıdır. 4. Hocasının husûsî hizmetinde bildirdiği, emrettiği bir hizmeti yaparken gayet atîk, dikkatli, ağırbaşlı olmalı, ağır canlı olmamalıdır. İsteksizlik, gevşeklik, hocasının rızâsızlığına sebeb olabilir. Onun rızâsızlığı ise, silsile yoluyla Peygamber efendimize, dolayısıyla Allahü teâlâya gider. Sözünde sağlam, güvenilir ve va’dinde sâdık olmalıdır. Hocasının büyüklüğü husûsunda hiçbir zaman şek ve şüpheye düşmemeli* Allah korusun, bu hüsrana sebeb olur. Ahde vefa ve hocasına olan teslimiyyetinde çok sağlam olmalıdır. Hocasının ufak bir işâreti ile bütün mal ve mülkünü onun emrettiği yere feda etmeye hazır olmalı,* en ufak tereddüt hâli bulunmamalıdır. Hocasına âit* hâl ve sırları tutmasını bilmeli, bunları uygun olmayan şekilde ifşa etmekten çok sakınmalıdır.* Hocasının* hareketlerini, sözlerini ve nasihatlerini* ta’kib etmeli, bunlara uymakta kaçamak ve gevşeklik yapmamalıdır. ihmalkâr davranmanın zararlarını düşünmelidir. Allahü teâlâya kavuşmak yolunda, kendisini vesile, vâsıta yaptığı hocası için, her fedâkârlığı yapmağa hazır olmalıdır. Onu sevenlere dost olmalı Onu sevmeyenlere, onun sevmediklerine ve istemedikleri şeylere meyl ve muhabbet etmeyi öldürücü zehir bilmelidir. Ahmed Yesevî hazretlerinin en mühim eseri, “Dîvân-ı hikmet”tir. sâde bir lisan ile ve manzûmeler vardır. manzûmelerin konuları* şunlardır: insanları müslüman olmaya teşvik edici, Muhammed aleyhisselâmı öven, tâbi olmakla derecelere kavuşmuş olan velilerin anlatıldığı kısımlardır. Muhammed aleyhisselâma ümmet olmanın büyük se’âdet olduğu, insanı se’âdet-i ebediyyeye kavuşturan İslâmiyet yolunun* kıymeti, Allahü teâlâyı ve O’nun dostlarını herşeyden çok sevmenin lüzumu, âhırete, Cennet ve Cehenneme inanmanın hazırlanmanın ehemmiyeti, dünyânın geçici olduğu, lezzet zevklere, mal, mevki, görünüş ve gösterişe aldananların zavallılıkları çok güzel dile getirilmiştir. Herkes tarafından anlaşılan şiirleri çok rağbet görmüş, kısa zamanda* uzaklara* yayılmıştı. Ahmed Yesevî hazretleri,* şiirleri* İslâmiyete çok hizmet etmiş, binlerce insanın müslüman olup saadete kavuşmasına vesile olmuştur. Ahmed Yesevî ( radıyallahü anh ) buyurdu ki: “Ey Dostlar! Sakın ola ki, câhil olanlarla dostluk kurmayınız.” “Akıllı ve uyanık kimse isen, dünyâya hiçbir zaman gönül bağlama. Şeytan seni kandırıp, dünyâya meylettirirse seni idâresi altına alır* seni* felâketlere sürükler* haberin bile olmaz.” “Himmet kuşağını çok kuvvetli bir şekilde beline sarmayan insan, dünyâya olan meyl ve muhabbetten kurtulamaz. Allah yolunda göz yaşları dökerek ağlamadıkça, Allahü teâlâya âit ince sırlara kavuşamaz ve bu yolda hiç ilerlenemez.” “İslâmiyetin emir ve yasaklarına uymakta gevşek davranan kimse, insanı Allahü teâlâya kavuşturan yolda ilerleyemez. Gönlü ve kalbi ile dünyâ düşüncelerinden sıyrılıp, yalnız Allahü teâlâya yönelmedikçe, hakîkat meydanında bulunmak mümkün değildir. Bunlar hakkı idrâk etmekten uzaktırlar.” “Ey dostlar! Allahü teâlânın aşkı ile yanıp deryanın* mahir dalgıcı olmadıkça, derin olan vahdaniyet denizine girilemez. ona girmek için çok usta bir dalgıç olmak lâzımdır.” “Gönlünde Allahü teâlânın aşkını taşıyanlar, dünyâ ile tamamen alâkalarını kesmişlerdir. Halk içinde Hak ile olurlar. Bir an Allahü teâlâyı unutmazlar.” “Ahkâm-ı İslâmiyyeyi tam bilmeyen, tatbik etmeyen bir kimse, evliyâlık yolunda bulunmağa kalkarsa, bunun îmânını şeytan çalar. Emîr ve yasaklara uymakta gevşek olanlar, sonra da evliyâlıkda ilerlediğini, zannedenler bu yanılırlar. hâllerinin rahmânî olduğunu zannederler. bilmezler ki, abdestte, namazda noksanları vardır ki, yediği içtiği haramdır. Kendisinde var zannettiği hâller, şeytanın oyunudur. Şeytan onu idâresine almış, istediği gibi hareket ettirmekte, o ise velî olduğunu zannetmektedir. Bunlar ne kadar zavallı ve bedbahttırlar.” günahlar sebebiyle, paslanmış gönüller için çâre şudur, Allahü teâlâya çok tövbe, istiğfar etmeli. Her zaman Allahü teâlâyı düşünmeli, O’nun râzı olduğu, beğendiği işleri yapmalı, hiçbir zaman O’ndan gâfil olmamalıdır. Malının çokluğu dillere destan olan Karun bile, malının hayrını, fâidesini göremedi. Nihâyet toprak altında yok olup gitti.” “Kâfir bile olsa, hiç kimsenin kalbini kırma. Kalb kırmak, Allahü teâlâyı incitmek demektir.” “Nefse uymak yolunda bulunan kimse rüsvâ olmuştur. Artık, yatarken, kalkarken onun yoldaşı şeytandır.” “Garîblere merhamet etmek, Resûlullahın ( aleyhisselâm ) sünnetidir. Nerede bir garîb görsen, ona olan merhametinden dolayı gözyaşların akmalıdır.” “Gönlü kırık, zavallı ve garîb birini görsen, yarasına merhem ol. Onun yoldaşı ve yardımcısı sen ol.” |
Kaynak ehlisünnetbüyükleri.com
HARUN REŞÎD Beşinci Abbasî halîfesi.* Ca’fer Mensûr’un oğludur. 765 ’de Rey’de Yemenli Cüreyşî kabîlesine mensup Hayzuran adlı bir kadından dünyâya geldi. Bir câriye olan Hayzuran, küçüklüğünde fıkıh ilmi okumuştur. Harun Reşîd, 786 yılında kardeşi Halîfe Hâdî’nin vefatı üzerine halîfe oldu. 809* yılında Tûs’da vefat edip orada defnedildi.Yetiştirilmesine büyük ihtimam gösterilen Harun Reşîd,* en mümtaz âlimlerden ilim öğrendi. Din ve fen tahsîl etti. Askerlik ve idarecilik* dersleri aldı. Kuvvetli şahsiyeti ile babasının takdirini kazandı. Genç yaşta Bizans seferinde orduya kumandan tâyin edildi. Onun komutasındaki İslâm ordusu, 780* yılında Üsküdar’a kadar geldi. Enbâr’dan başlamak üzere batı eyâletlerine vali tâyin edildi. 781 de* Bizans üzerine bir sefer daha yaptı. Kahramanlıklar gösterdi. Harun Reşîd, 786 da halifelik makamına geçti. halifeliği Abbasîlerin en parlak devriydi. Halîfe olunca, hocası Yahya Bermekî’yi vezîr tâyin etti. Çok hürmet duyduğu* hocasına vezirlikle birlikte tam bir salâhiyet de verdi. Harun Reşîd’in halîfeliğinde her eyâletde* karışıklıklar ve isyanlar çıktı. ayaklanmalar bastırıldı ve ortadan kaldırıldı. Harun Reşîd, İslâm Devleti’nin en büyük rakibi Bizansa her yıl sefer yaptı Mısır’dan Kıbrısa hareket eden Abbasî donanması, Antalya açıklarında Bizans* kumandanını esir aldı. 797* senesinde Harun Reşîd’in* katıldığı bir seferde, Orta Anadolu’da ki “Safsaf” kalesi alındı. Kumandanlarından Abdülmelik bin Salih, Niğde ile Aksaraydaki Melendiz* bölgesini* fethetti ve Ankara’ya ilerledi, hnparatoriçe İrene’nin sulh teklifi üzerine vergi* şartıyla anlaşma yapıldı. imparator Nikeseros, anlaşmayı bozup, vergiyi kesti. Bunun üzerine Harun Reşîd, Nikeferos’a kulakların işitmeyecek, fakat gözlerin görecek!” demiştir.* 804senesinde ikinci* Bizans seferine çıktı. Ereğli üzerine yürüdü. İmparator Nikeferos, Harun Reşîdden sulh istedi. Haraç vermesi ve yıkılan Bizans kalelerini tamir etmemesi şartıyla sulh yapıldı. Nikeferos sulhu bozdu. Kalelerini tamir ettiği gibi, 805 de Tarsusu alıp, Aynzerba’yı yakıp yıktı.Harun Reşîd,* 806 da büyük bir ordu ile Bizansa yürüdü. Bir aylık bir kuşatmadan sonra Ereğliyi* aldı. Tuvana’yı fethetti cami yapılmasını emretti. kumandanlar ise Anadolu’da yedi Bizans kalesini fethetti Balkanlarda, Bulgarlar tarafından tehdit edilen Bizans kralı Nikeferos, vergi ve sınırdaki kalelerini tahkim etmemek şartıyla anlaşma teklif etti. Harun Reşîd Bizans Devleti ile sulh yapdı.Abbasî donanması 805 te Kıbrıs üzerine yaptığı akında esir ve ganîmetler aldı. Kıbrıs halkı ile andlaşma yapıldı ve donanma döndü. 807 de Rodos adasına akın yapan donanma,* esir ve ganimetlerle döndü. Hazar cephesindeki sükûnet, Harun Reşîd zamanında bozuldu. Ermeniye’deki karışıklıkları hâlletmek için 797 de Sa’îd bin Selm, Ermeniye valiliğine tâyin edildi. Ermeni reisleri ve el-Bâb’ın kışkırtmasıyla Hazar halkı valiye cephe aldılar. 799 da Abbasî topraklarına giren Hazarlar, Kür nehrine* ilerlediler. köy ve kasabaları harap edilip, kadınlar ve çocuklar katledildi Harun Reşîd Selm’i valilikten alıp yerine Mezyed’i tâyin etti. vali kuvvetli bir orduyla Ermeniye üzerine yürüyünce, Hazarlar geri çekildi Fakat savaş yapılmadı. Harun Reşîd, üstün bir otorite ve kuvvet sahibi idi. Yüksek bir medeniyeti ve kültürü temsil ediyordu. Batıda Fransa kralı Şarlman, düşmanı Bizans’a karşı Harun Reşîd ile dost geçiniyor* hediyeler gönderiyordu. Harun Reşîd meşhûr Avrupalı krala bir duvar saatini* göndermişti. medeniyet ve kültürde çok geri olan Avrupalılar,* saatin çalışmasını görünce, içinde şeytan var diye korkmuşlardı.Abbasî Devleti çok kuvvetlendi. itibârı arttı. komşu devletler tarafından üstünlüğü tartışılmaz şekilde kabul edildi. Devlet muazzam bir istikrara kavuştu. Adalet ve medeniyet yaygınlaştı. Halk refaha ve huzura kavuştu. isyanlar, derhal bastırılıyordu. devletin sınırları çok genişledi. ilim ve san’at himaye ve alâka gördü İlim ve san’at ehli, çalışabilmek için her imkânı* buluyordu. Ticarî faaliyetler* çok gelişip, müslüman tüccarlar, Çin ve iskandinavya’ya* gidip ticâret yaptılar. devlet hazînesinin geliri görülmemiş bir derecede arttı. Harun Reşîd’e yardımcı olan kıymetli devlet adamları, komutanlar ve valiler vardı teydi. halîfenin ilim ehli devlet adamları fazla idi. İmâm-ı a’zam hazretlerinin iki büyük talebesinden biri olan büyük İslâm âlimi İmâm-ı Ebû Yûsuf, bu devrin kadısı idi. Mâlik bin Enes, İmâm-ı a’zam hazretlerinin meşhûr talebelerinden İmâm-ı Muhammed belli başlı âlimlerindendi. Harun Reşîd, faziletli bir halîfe idi. İlim sahibi ve cömertti güzel konuşurdu. Halîfeliğinde bir sene hacca, bir sene de cihâda giderdi. Bir defasında* yaya olarak hacca gitmiştir. Günde yüz rek’at namaz kılardı. Çok cömertti. Hiç bir iyiliği karşılıksız bırakmazdı, ilim ve san’atı severdi. Edebiyata meraklı olup, âlimlere, edîblere ve fakirlere yardımda bulundu. Her gün bin dirhem sadaka verirdi. Âlimlere* alçak gönüllü idi. Nasîhatları ve vazları ibretle dinler ve ağlardı. Harun Reşîd, bir gün -Atâhiyye yi yemeğe davet etti ona; “Benim dünyâ nimetleri arasındaki hâlimi* anlat” dedi. Bunun üzerine Ebü’l-Atâhiyye; “Kavuştuğun nîmetlerle, yüksek köşklerin gölgesinde sağ salim yaşa” dedi. Halîfe; “Güzel söyledin, deyince, Ebü’l-Atâhiyye; “Ölüm döşeğinde can çekişeceksin! o zaman aldandığını yakînen anlarsın!” dedi. Halîfe ağlamaya başladı. Fâzıl* Yahya, Ebü’l-Atâhiyye’ye; “Halîfe seni kendisini sevindirmek için davet etti, sen onu üzdün” deyince, Hârûn Reşîd; “Bırak söylesin, o bizi gaflet içinde gördü ve gafletimizin* artmasını istemedi” dedi. Zamanın meşhûr evliyası İbn-i Semmâk hazretleri, halîfeye gitmişti. Sohbette halîfe su istedi. Su getirilince İbn-i Semmâk halîfeye “Ey mü’minlerin emîri! Şayet suyu içemesen, içebilmek için* kaça satın alırsın?” Halîfe dedi ki: “Mülkümün yarısını veririm.” İbn-i Semmâk; “İç afiyet olsun” dedi. “Peki* içtiğin suyu vücûdundan atamasan, çaresiz kalsan, çâresine kadar verirsin?” Halîfe Mülkümün tamâmını veririm” dedi. İbn-i Semmâk hazretleri: “Bir içim su veya bu suyun vücûddan çıkarılması kadar kıymeti olan mülk ile övünülmez” dedi. Harun Reşîd çok ağladı. İmâm-ı Ebû Yûsufun* Harun Reşîd’e* nasîhatleri “Ey mü’minlerin emîri! Allahü teâlâ sana öyle bir vazife verdi ki, sevabı sevâbların, cezası* cezaların en büyüğüdür. Allahü teâlâ seni ümmetin işlerine me’mûr etti. vazifenin başına geçtikten sen, idarelerini emânet aldığın insanlar sebebiyle imtihana çekildin. Onların işlerini alarak ömrünü tüketmeye başladın. Bina; adalet ve doğruluk temelleri üzerine kurulmazsa işler adalet ve doğrulukla yürütülmezse Allahü teâlâ o binanın temellerini bozup, yapanların ve yardımcı olanların üzerlerine yıkar. Bu bakımdan Allah’ın sana ihsan ettiği vazifeleri ihmâl edip, hakların zayi olmasına sebeb olma! Çünkü bir işi yapmaya güç kuvvet veren Allahü teâlâdır. Bugünün işini yarına bırakma, yoksa işleri ve hakları zayi edersin. İstekler bitmeden ecel gelir çatar. Ecel gelip çatmadan sâlih amel işle. Çünkü ecel geldikten sonra ölünce amel yapılmaz. Çobanlar sâhiblerine karşı sürülerinden sorumlu idarecilerde, idare ettiklerinden Allahü teâlâya hesap vereceklerdir. Allahü teâlânın sana ihsan ettiği vazifede bir saat bile kalsan hakkı yerine getir. Çünkü âhıret gününde Allah indinde idarecilerin en mes’ûdu, tebeasını mes’ûd eden idarecidir. Doğruluktan ayrılma, yoksa idare ettiğin kimseler* doğruluktan ayrılır. Nefsin isteğine göre emir vermekten ve kızgınlıkla iş görmekten sakın. âhıretin, diğeri dünyân ile ilgili iki işle karşılaşırsan, âhıret işini tercih et. dünyâ fânî, âhıret bakîdir. Allah korkusuyla titre, Allah’ın emirlerinde insanlara farklı muamele yapma. Allahü teâlânın emirlerini yapmakta hiç bir kınayıcının kötülemesinden korkma Dâima temkinli ol. Temkinli olmak dil ile değil kalb iledir. Azabından korkarak ve rahmetini umarak Allahü teâlâya sığın. Sığınmak ve korunmak korku ve ümid iledir. Kim Allah’a sığınırsa, Allah onu korur. Dâima doğru yol, iyi bir akıbet, hakka ulaştıracak sağlam bir gidiş üzere ol. Zayi olmayacak bir iş ve herkesin gideceği âhıret için çalış. varılacak bu yer, kalblerin hopladığı, bahanelerin son bulduğu yerdir. O gün bütün mahlûkât, Allah’ın huzurunda baş eğer ve zillet içinde dururlar. O’nun hükmünü beklerler. Azabından korkarlar. Sanki her şey olmuş bitmiş gibidir. Kıyamet gününü bilip de amel etmeyenin, o gün çekeceği hasret ve duyacağı pişmanlığın haddi yoktur. O, ayakların kaydığı, renklerin değiştiği, duruşun uzadığı ve hesabın çetin olduğu gündür. O ne korkunç bir ayak kayması! O ne fayda vermez bir pişmanlıktır! Bu hayat gece ve gündüzün yer değiştirmesinden ibarettir. Durmadan biri diğerini* tâkib ediyor. Gece ve gündüz zaman her yeniyi eskitir, her uzağı yaklaştırır, vâd edilen her şeyi getirir. Allah herkesi ona göre cezalandırır. Allah’ın hesabı çabuktur, öyleyse Allah’tan kork, sakın! ömür az, iş mühim, dünyâ ve dünyâdakiler fânîdir. Âhıret devamlı kalma yeridir. Mahşerde, haddi aşanların yolunu tutarak, Allah’ın huzuruna çıkma Şunu iyi bil ki, kıyamet gününün hâkimi* Allahü teâlâ, kullarına mevki ve makamlarına göre değil, niyet ve amellerine göre hükmedecektir. dikkatli ol. boşuna yaratılmadığın gibi başı boş da bırakılmayacaksın. Şüphesiz yaptıklarından hesaba çekileceksin. Nasıl cevap vereceğini düşün. Bil ki, kıyamet günü insanoğlunun ayakları, Allahü teâlânın huzurunda hesaba çekildikten sonra kayacaktır.Ey mü’minlerin emîri! suâllerin cevâbını hazırla! Çünkü bu gün amel defterine yazılan, dünyâda işlediğin, her şeyden yarın âhırette sana sorulacaktır. İşlediğin her şeyin şahitler huzurunda açığa çıkarılacağı günü hatırla Ey mü’minlerin emîri! Korunması emredilen şeyi koru, bakıp gözetilmesi emredileni gözet. Bu vazifeleri Allah rızâsı için yapmanı tavsiye ederim.Eğer bunları yapamazsan kolay yürünecek volda etrafı görmez olur, alâmetler, ortadan kalkar, gerçekler kaybolur. O geniş yol sana daralır... Nefsine karşı koy... Emrinde olanların zarar ve telefine sebep olma. Yoksa Allah onların haklarını senden alır. Sen de kendi hak ve sevabını kaybedersin... Allah’ın, idaresini sana emânet ettiği kimselerin* işlerini unutmazsan, sende unutulmazsın. Onlardan ve haklarından gafil olmazsan, sende aldatılmazsın. Şu fânî dünyâda kalbin ve dilin Allah’ı zikretmekten, Resûlüne salât ve selâm getirmekten nasibini alsın...” GÖZLER KORKUDAN DİKİLİR KALIR! Harun Reşîd bir gün insanlara şöyle hitâb etti: Nimetlerinden dolayı Allahü teâlâya hamd ederiz. O’na karşı muvaffak olmamız için, yardım isteriz. Düşmanlarına karşı, O’ndan zafer dileriz. O’na kâmil bir îmânla îmân ederiz, işlerimizi O’na havale eder. O’na güvenip dayanırız. şehâdet ederim ki, Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur. ortağı yoktur. şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm Allahü teâlânın kulu ve Resûlüdür. Allahü teâlâ O’nu Cennetle müjdeleyici ve Cehennemle korkutucu olarak gönderdi. Muhammed aleyhisselâm peygamberlik vazifesini tebliğ etti. Ümmete nasihat, Allah yolunda muharebe eyledi. Allahü teâlânın rızâsına uygun iş yapanlar için yaptığı iyi vâdleri ve emrine karşı gelenler için yaptığı tehdidleri bildirdi. Vefatlarına kadar bu vazifeyi yerine getirdi. Resûlullah efendimize salât ve selâm olsun. Ey Allah’ın kulları! Size tekvâyı tavsiye ederim. takva günahları örter, iyilikleri kat kat yapar. Takva, Cennet’i kazanmaya ve Cehennem’den kurtulmaya vesiledir. Sizi öyle bir günden sakındırırım ki, o gün gözler korkudan dikilir kalır, sırlar ortaya dökülür. Siz geçici dünyâ hayâtından, ebedî âhıret yurduna göçeceksiniz, öyleyse, tövbe etmek suretiyle, Allahü teâlânın mağfiretine, takva ile merhametine, Allahü teâlâya ve hidâyetine koşunuz. Allahü teâlâyı anmak; O’nun rahmetine, O’nun hidâyetine kavuşturur. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde buyuruyor:*“Rahmetim, dünyâda her şeyi kuşatmıştır. Fakat âhırette merhametim, yalnız benden korkarak kâfir olmaktan ve günah işlemekten kaçınanlara, zekâtını verenlere, Kur’ân-ı kerîme Peygamberlerime**inananlara mahsustur.”*(A’raf sûresi: 156). şüphe yok ki ben, tövbe eden, îmân edip, sâlih amel işliyen, sonra da hak yolda sebat gösteren kimse için gaffarım*bağışlayıcıyım Tâhâ sûresi Siz hâdiseleri biliyorsunuz. babalarınızı, dedelerinizi, dostlarınızı, ölüm, kapıverdi. ölüme mâni olamadınız. Onlar dünyâdan ayrıldılar. Ellerinde imkân kalmadı. dünyâ onları, hesapları görülmek üzere amelleri ile baş başa bıraktı. Dünyâda günah işlemiş, kötü işler yapmış olanlar, cezasını görecekler, amel-i sâlih işliyenler mükâfat göreceklerdir. Allahü teâlânın kitabı Kur’ân-ı kerîmdir. Allahü teâlâ, buyuruyor ki:*“Kur’ân-ı kerîm okunduğu zaman hemen O’nu dinleyin ve susun. Olur ki, merhamet olunursunuz.”*(A’raf sûresi).” |
Kaynak vikipedi.com
Mehmed Ebussuud Efendi, "Ebū s-Su'ūd" veya "Hoca Çelebi" (d.*30 Aralık*1490,*İskilip*– ö.*23 Ağustos*1574,*İstanbul) Osmanlı Şeyhülislam'dır. Ailesi iskilipli olduğu için "İmadi" olarak da anılır 30 Aralık 1490 da Çorum İskilipde doğdu. Ebüssuûd Efendi’nin ailesi Irakta kalmış anne tarafından Ali Kuşçu'nun torunudur 1533'de İstanbul kadılığına atandı;*Bursa*kadılığına geçti ve 1537'de Rumeli*kazaskerliğine verildi. Sultan*I. Süleyman*devrinde 1545 de* Şeyhülislamlığa*getirildi .Başarılı olduğu için Sultan I. Süleyman'in ölümünden sonra,*II. Selim*devrinde de görevini sürdürdü.sultanlarla birlikte çalışarak verdiği fetvalarla I. Süleyman'ın*Yezidilere*karşı hareketlerini ve*II. Selim'in*Kıbrıs seferini destekledi Karagöz*oyunları ve kahve içilmesi ile ilgili fetvalarda verdi Kanuni ve II. Selim devrinde önemli kanun hareketlerinde bulundu. Kanuni Sultan Süleyman'ın karşısında "padişah emriyle nâ-meşrû’ olan nesne meşrû’ olmaz" çıkışını yaptı Osmanlı topraklarında islam coğrafyasında itibar sahibiydi eserlerinin etkisi günümüze kadar devam etti.Kanunnameler hazırlattı alimler yetiştirdi ilmiye sınıfı zayıflamamıştır. Ebussuud aynı zamanda şairdi. Kanuni döneminde, Osmanlı yasalarına yaptığı katkılara rağmen Ebussuud Efendi, Kızılbaşlara Türkmen Alevilerine acımasızdı Ebusuud Efendi 23 Ağustos 1574'te vefat etti.Mezarı Eyüp'te Daru'l Hadis'in yanında Ebussuud Haziresindedir. 22 adet eseri ile çeşitli risaleleri vardır. "İrşadü’l-Aklu’s-Selim Mezaye’l-Kitabü’l-Kerim" adlı tefsiri en önemli eserleridir 2011 de*Muhteşem Yüzyıl*adlı dizide*Tuncel Kurtiz*tarafından canlandırıldı. |
Kaynak beyaz tarih.com
Celaleddin Karatay: Devleti Savunan Adam Kemal Ramazan HAYKIRAN Tarih toplumda her dönem kahraman çıkarmışdır. Bu kahramanlar Milleti yükselten yeni ufuklara taşıyan büyük fetihlere imza atanlardır bilinir ve anılırlar. kahramanların en çok anılmayı ve övgüyü hak edenleri yükselişe imza atan milleti felaketlerden kurtarmayı başaranlardır Türk milleti için Moğol istilasında kendini gösteren Selçuklu devlet adamı Celâleddin Karatay önemlidir Geldi Bağdat'ın kıyısına çöktü ağaç* Ağlasın gayri ağlıyanlar Nice yangınlar çıktı suyunda nice savaşlar* Küle döndü sokaklarında güzeller, gül bakışlar Yine ümit var* Gün dönecek yine Gelecek saadet Rahmet inecek izbelere Saklıyor gamını şimdi cı Bağdat bir kocakarı* Geçmiş gençliğinin baharı Kayıp zamanlarda ara artık işveli yari ve tacı." dokuzuncu yüzyılda Bağdat’ta yaşanan karışıklıların ardından yazılmıştı bu mısralar Bağdat büyük ve ağırlıklara maruz kaldı Bunların en büyüğü Moğol yıkımıydı. XIII. yüzyılda baş gösteren Moğol istilası Bağdat başta olmak üzere bütün İslam dünyasında yıkma yol açtı. Türkiye Selçukluları da 1243 Kösedağ yenilgisinden sonra Moğol tahakkümüne girerek Anadolu’nun dirlik ve düzeni bozuldu kargaşa ortamında Selçukluyu korumaya çalışan sağduyunun timsali Selçuklu Devlet adamı Celâleddin Karatay’dır.*Türkiye Selçuklularının çöküşünde önemli işlere imza atan Celâleddin Karatay’ın doğumu bilinmiyor. Rum asıllı bir köledir Devrin Süryani tarihçisi Ebü'I-Ferec Karatayın Aaeddin Keykûbad'ın yetiştirmesi olduğunu ifade eder. Karatay Müslüman olmayan bir aileden gelmiştir Karatay, Keykûbad'ın tahta çıkışından ölümüne kadar sultanın hizmetinden ayrılmamıştır. Sultan tahta çıktığında önemli bir mevkidedir halife tarafından gönderilen elçileri uğurlayanların başındadır Alaeddin Keykûbad’ın saltanatı boyunca önemli yüksek memurluklarda bulunmuştur Karatay'ın devletdeki ağırlığı ve tesirinde Keykûbadın ona verdiği mevkii ve sultandan edindiği tecrübe ve bilgilerin büyük rolü vardır Keykûbad'ın ölümünden sonra yerine geçen oğlu Gıyaseddin 1243'te Kösedağ'da Moğollara karşı yenildi Celâleddin Karatay devlet adamlarıyla köşeye çekildi. tecrübesiz sultan ve genç komutanlar heyecan ve acemilikten ülkeyi tehlikeye sokmuşlardı. sultanın büyük bir ihtimam ile koruduğu ülkesi tecrübesiz yöneticilerin ve Moğol tehlikesinin içine düşmüştü. tecrübesiz kadro tecrübeli devlet adamlarını dinlemiyordu çıkar ve geleceklerini düşünen bazı devlet adamları Selçuklu Devletine ihanet ederek Moğol yöneticileri ile iş birliği yaptı.ihanet ve acemilik ülkeyi felakete sürükledi İşlerin kötüye gitmesi üzerine Şemseddin Muhammed ve Mühezzebüddin Ali gibi devlet adamları iş başına getirildi; Celâleddin Karatay Sultanın yanındaki eski görevleri ile birlikte hazine-i hassa emirliğine yani hazinenin başına getirildi Sultan Keyhüsrev'in ölümüne kadar bu görevde kaldı. Sultanın ölümünden sonra üç oğlunun saltanat sürdükleri dönemde etkin bir rol oynamaya başlayacaktı.Karatay’ı tarih sahnesine çıktı Zayıf ve ihtiraslı hükümdarların elinde zayıflayan devlet çıkar hesaplarıyla Moğollara yaklaşan memurların ihaneti sarsıldı. II. Gıyaseddin Keyhüsrev, Gürcü melikesinin kızından olan en küçük oğlu Alaeddini veliaht tayin etmişti. ölümünden sonra Vezir Şemseddin , Celâleddin Karatay, gibi devrin güçlü devlet adamları tahta büyük şehzade II. İzzeddin Keykavusu çıkarıldı. Karatay da naib-i saltanat görevine getirildi.Karatay, IV. Kılıcarslan'ın elçisinin katıldığı mecliste büyük kardeş dururken küçüğün sultan olmasının şeriata ve örfe uygun olmadığını, üç kardeşin birlikte tahta çıkarılmasının ve Kılıcarslan'la birlikte gelen 2000 Moğol süvarisinin geri gönderilmesinin gerektiğini söyledi. Nihayet kardeşler ve beyler yatıştırıldı. Keykavus ile Kılıcarslan arasında anlaşmazlık çıktı. Kılıcarslan mağlup oldu, kardeşi onu affetti. Karatay, üç kardeşin birlikte saltanat sürmelerini temin ederek devletin parçalanmasını önledi. Bu Türk devlet töresinde olan bir şey değildi. Celâleddin Karatay fitneyi önlemek ve düzeni temin amacıyla böyle bir uygulamayı icat etmişti. Onun büyük devlet adamlığı en çok bu uygulaması ile anılacaktır. Karatay'ın, Keykavus'un cülusundan ortak hakimiyetin başladığı 1249 a kadar yürüttüğü saltanat naibliği bu dönemde fitneyi önlemek amacı ile atabeglik mevkiine geçti Ölümüne kadar kaldığı bu makamda kardeşler arasında geçimsizliğe meydan vermedi, devlet adamlarının onları menfaat ve ihtiraslarına vasıta kılmalarını önledi. Onun sayesinde kardeşler birlikte hüküm sürmüş ölümünden sonra dirlik ve düzen bozulmuştur. Celâleddin Karatay, Moğol hükümdarı Mengü Han'ın huzuruna çıkmaya Moğolistan'a hareket eden Keykavus'u yolcu etmek için gittiği Kayseri'de vefat etti. Sivas'ta durumu öğrenen Keykavus memleketin başsız kaldığını görerek döndü. Kendi yerine küçük kardeşi Keykûbad'ı devlet adamlarıyla gönderdi. Karatay ölümünün ardından medresesinin yanındaki türbede defnedildi. Celâleddin Karatay Moğol istilasının Anadolu’yu kasıp kavurduğu bir ortamda baskıların en yoğun olduğu dönemde devlete sahip çıkan ülkede dirlik ve düzeni sağlamaya çalı*şan önemli bir devlet adamıydı. Karatay'ın dindarlığı hayır severliği, ahlaki meziyetleri devlet adamlığını tüm tarih yazdı ibadetle meşgul oldu zevkten sakındı Müslüman ve zimmi herkese ihsan ve iyilikte bulundu Mevlânâ'nın ona saygı duydu Karatay her tarafda mescid, medrese, kervansaray yaptırdı Kayseri Bünyan ilçesinde Karatay Kervansarayı, Konya'daki Karatay Medresesi ve Antalya’daki Darüssuleha'dan ibarettir. Moğollara boyun eğmek zorunda kalan Selçukluların son zamanlarındaki bozuk devlet mekanizması tecrübesiz devlet adamları birden yükselip yetki sahibi olmuştu Zayıf hükümdarlar vezir ve emirlerin sözüne bakar olmuşlar vezirlernçıkarlarını devletin üstünde tutarak Moğollar için çalıştı. İstila ve ihanetin Anadolu’yu kasıp kavurduğu çağda Celâleddin Karatay devleti savunmuş düzenin bozulmaması var gücü ile mücadele etmiş önemli sonuçlar almıştır.** |
Kaynak sorularlaislamiyet.com
Ömer Muhtar kimdir; İslam Tarihinde önemi nedir? Ömer b. Muhtar (1862-1931). Libya bağımsızlık hareketinin önderlerindendir Butnân'da doğdu. Libya'daki en büyük Arap kabileleri arasında sayılan Gays ailesindendir. İlk eğitimini babasından aldı. tahsil için kardeşi Muhammed ile Senûsîler'in Zenzûr Zaviyesi şeyhinin himayesine girdi. Eğitimini burada tamamladı. Ömer -Muhtâr,*1912'de Osmanlılar'ın Uşi Antlaşması sonucunda kuvvetlerini çekmesinin ardından, geride kalan askerleri Mısır'a götürmek isteyen Aziz el-Mısrî ile ona engel olmak isteyen Şerif -Senûsî'nin adamları arasındaki çatışma sonrasında, Senûsî tarafından ara buluculukla görevlendirildi Berka bölgesinin kumandasını üstlendi. I. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Osmanlılar'ın Afrika grup komutanı Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Paşa ile görüşmeye Butnân'a gitti. Ahmed -Senûsî'nin İstanbul'a götürülmesinin (1917) ardından, Osmanlı Devleti İdrîs Senûsî'yi onun halefi olarak kabul etmişti. İdrîs es-Senûsî'nin vekili sıfatıyla direniş kumandanlığına getirilen Ömer-Muhtâr, Cebelül ahdar'a geldiğinden itibaren, Enver Paşa ve Türk subaylarından aldığı bilgilerle emrine verilen gönüllüleri sayıları 100 ile 300 arasında değişen birliklere ayırdı. Kabileleri üç ayrı bölgede teşkilâtlandırdı her birine kaymakam ve kadı görevlendirdi, bunların tamamını kendine bağladı. Enver Paşa'nın Trablusgarp savaşında askerî eğitim için İstanbul'a gönderdiği, burada yetiştikten sonra direnişe katılan yerli subaylar onun yanında yer aldı. İdrîs Senûsî tedavi gerekçesiyle 1922'de Mısır'a gitmiş yerine kardeşi Muhammed Senûsî'yi vekil bırakmıştı. 27 Şubat 1923'te Ömer Muhtâr son gelişmeleri görüşmek üzere bir heyetle Mısır'a gitti. Arap ve İslâm dünyasına çağrıda bulundu. İdrîs Senûsî, Mısır'da güven içinde hayatını sürdürmesi karşılığında, ülkenin İtalya ile anlaştığını ileri sürerek yardım konusunda bir şey yapamayacağını söyledi. Ömer Muhtâra İtalyanlar cihaddan vazgeçmesini Mısır'da yaşamasını, Berkada kendisine köşk tahsis edilerek maaş bağlanacağını bildirdiler. teklifleri reddeden Ömer-Muhtâr Ebyârülgubâ'da İtalyan saldırısına uğradıysa da kurtulmayı başardı*(23 Nisan 1923).* Haziran ayında İtalyanlar'la Senûsîler arasında Ömer el-Muhtâr'ın da katıldığı büyük bir çarpışma oldun İdrîs Senûsî'nin kendisine ümit vermemesi üzerine Ömer Muhtâr, Ahmed Senûsî'ye 20 Şubat 1924 demektup gönderdi. İtalyanlar'ın İdrîs -Senûsî ile imzaladıkları anlaşmaların iptalini Trablusgarp halkının başsız bırakıldığını, düzensiz birliklerle Cebelül ahdar'da cihada devam edeceklerini bildirdi: kendilerine para, silâh ve erzak göndermesini talep etti. bütün bölgeleri gezerek Berka, Trablus ve Fizan'daki direnişleri tek idarede topladı Libya'da işgal edilmeyen şehirlerin ele geçirilmesi için sabırsızlanan Mussolini, 1925'te Bono'yu Trablusgarp sömürge valiliğine tayin etti. Ömer el-Muhtâr'a destek sağlayan, Fizan ve Kufra gibi yerlerin Cebelül ahdar ile irtibatlarının kesilmesine karar verildi. Ahmed -Senûsî'nin kardeşi Safıyyüddin'in idarecisi olduğu Cağbûb'u İdrîs Senûsî'den aldığı emirle direnmeksizin 9 Şubat 1929'da İtalyanlar'a teslim etti Ömer -Muhtâr'ı büyük bir destekten mahrum bıraktı. Ömer Muhtâr İtalyanlar'a vur kaç taktiği uyguladı . İtalyan işgal ordusu ile direnişçiler arasındaki çarpışmaların ilki*Rahîbe'de meydana geldi ve çok sayıda İtalyan askeri esir alındı.İkincisi*Akiretü'l-Matmûra'da oldu. Ömer Muhtârın önemli adamları çarpışmada kaybederken, İtalyanlar büyük kayıplar verdi 22 Nisan 1927'de Derne'de Ömer Muhtâr İtalyan ordusunun yedinci taburuna büyük zayiat verdirdi İtalyan işgalindeki bölgelerde Senûsî zaviyeleri camiler kapatılıp şeyhler tutuklandı. Bingazi işgal edildi Berka bölgesi direnişin merkezine dönüştü*İtalya 1928'de burayı işgale karar verdi. Berka bölgesine 1923-1929 yıllarında Mombelli. Teruzi ve Sicilliani vali tayin edilmişti Ömer-Muhtâr karşısında başarısız kaldılar 1929'da Trablusgarp ile Bingazi birleştirildi sömürge genel valiliğine Pietro getirildi. Yeni vali ahaliye kıymaya kararlıydı. Muhammed Senûsî ve Şârif el-Garyânî. İtalyanlar adına 6 Nisan 1929*da Ömer Muhtâr ile görüştüler direnişten vazgeçtiği takdirde Hicaz'a veya Mısır'a gidebileceğini, kendisine para verileceğini söylediler. teklifler reddedildi 10 Ocak 1930'da sömürge genel vali yardımcılığı ve Sirenayka valiliğine tayin edilenlerin en acımasızı Graziani*getirildi. Ömer Muhtâr kumandasındaki mücahidlerin Libya'dan ve dış dünyadan yardım almalarını önlemek için *Fizan, Kufra ve Mısır*bağları koparıldı. 15 Ocak 1930 da Cebelülahdar'daki direniş siperleri uçaklarla bombalandı 24 Ocak günü Fizan'in merkezi Merzûk, 25 Şubat'ta ise buranın batısındaki Gât kasabası işgal edildi.1928 başında İtalya'ya sürgüne gönderilen*Muhammed Rızâ*serbest bırakılıp Bingazi'ye dönünce Ömer el-Muhtâr'a İtalyanlar'a teslim olmasını istedi. red cevabı aldı İtalyanlar Rızâ tarafından Cebelülahdar ahalisine yazılan mektubu uçaklarla yerleşim yerlerine attılar. bölgenin halkını kamplarda topladılar. 23 Eylül 1930 da İtalyanlar'la yapılan Kerisse çarpışmasında muhtar ın yakın adamlarından kırk adamı şehid oldu. Trablusgarp direnişinin önemli bölgelerinden Kufra'nın merkezi Tâc köyü İtalyanlar'ın eline geçti (18 Ocak 1931). Direnişe en büyük destek Mısır'dan geldi Graziani*Akdeniz sahilindeki Sellûmda deniz kıyısından güneydeki Cağbûb'a uzanan yaklaşık*270 kilometrelik* mesafeyi 2 m. yüksekliğinde ve 3 m. genişliğinde dikenli tellerle kapattırdı. mücahidlerin yardım temin ettikleri tek yön kesildi ahali Aynül gazâle kampına kapatıldı, dört ay sonra 1934 e kadar kalacakları*Akile, Makrûn, Suluk ve Berîka kamplarına*dolduruldular mücahidlerin yerlilerle irtibatı kesildi. Verimli araziler İtalya'dan göç ettirilen ailelere verildi. Kamplarda bulunanların yarısı açlık ve hastalık yüzünden ölürken, bazıları mücahidlere bağlılıkları bahanesiyle idam edildi. Sadece Berîka kampında 1930-1932 yıllarında 30.000 kişi öldü. Ömer Muhtâr yaşının ilerlediği ve Mısır'a gidip yerleşmesi tavsiyelerine karşılık mücadeleyi sürdürdü azminden ötürü kendisine*"çöl aslanı"*unvanı verildi Ancak 11 Eylül 1931 de adamlarıyla birlikte Seyyid Râfi'in kabrini ziyarete gittiklerinde İtalyan çemberinde kaldılar. Ömer-Muhtâr İtalyanlar'a esir düştü, mahkemede* isyankâr"*olarak yargılandı ve idama mahkûm edildi*(15 Eylül 1931). Suluk kampında tutulan 20.000 civarındaki halkın önünde asılarak idam edildi. Afrika'daki Avrupa sömürgeciliğinin karşısında en önemli direniş hareketlerinden birini ortaya koyan Ömer Muhtâr, Berka halkının Senûsiyye içinde kendi rızalarını kazananlara verdiği*"seyyid"*unvanı ile ve*"şeyhü'ş-şühedâ"*olarak anıldı. Hayatı ve faaliyetleri pek çok araştırmaya konu oldu. Selam ve dua ile... |
Kaynak ehlisünnetbüyükleri.com
HACI BEKTÂŞ-I VELÎ Osmanlı devletinin kuruluş yıllarında yaşıyan evliyânın büyüklerindendir. İsmi, Seyyid Muhammed bin İbrâhim Atâ olup, lakabı Bektâş’tır. Horasan’ın Nişâbur şehrinde 1281 senesinde doğdu. Hacı Bektâş-ı Velî’nin nesebi Hazreti Ali’ye dayanır. 1338 senesinde Kırşehir’e yakın bir yerde vefât etti. Türbesinin bulunduğu kasabaya Hacı Bektaş ismi verildi.Bektâş-ı Velî, çocukken ilim öğrenmesi için ailesi tarafından Şeyh Perende’ye teslim edildi. Lokmân-ı Perende, Ahmed-i Yesevî hazretlerinin halîfelerindendi, ilimde derinleşmişti Bektâş-ı Velî’nin çocukken kerâmetleri görüldü. Lokmân-ı Perende onun yanına girdiğinde odayı nûr dolu görünce şaşırdı. Bektâş-ı Velî’nin iki yanında, Kur’ân-ı kerîm okuyan iki nûrânî zât duruyordu. Lokmân-ı Perende onun yanına girince, kayboldu. Lokmân-ı Perende, Bektâş-ı Velî’ye onların kim olduğunu sordu. O da; “Birisi Server-i âlem efendimiz diğeri ise Hazreti Ali idi” dedi. birgün Hacı Bektâş-ı Velî, hocasından ders dinlerken, namaz geldi. Hocası hizmetçisinden abdest için su istedi. Bektâş-ı Velî hocasına; “Bir nazar etseniz de, su buradan aksa, dışarıya gitmeye gerek olmasa” dedi. Hocası; “Benim kudretim buna yetmez” dedi. Hacı Bektaş, Allahü teâlâya duâ etti. Hocası “Âmin” dedi. medresenin ortasında latif bir su çıkıp, kapıya akmaya başladı. Pınarın başında çok güzel çiçekler açtı. Lokmân-ı Perende hacca gitti. Arafat’da kıbleye döndükleri esnada, talebelerine; “Yârenler! Bu gün Arefe günüdür. Şimdi bizim evde yemekler pişirilir” dedi. Bu söz, Allahü teâlânın kudretiyle, Bektâş-ı Velî’ye ma’lûm oldu. Tam o sırada hocasının evinde yemekler pişiyordu. Bektâş-ı Velî hemen tepsi yemeği aldığı gibi, hocasına sundu. Hocası Nişâbûr’a dönünce, Bektâş-ı Velî’nin kerâmetini herkese anlattı. Ona Hacı lakabını verdi. Horasan’da bulunan âlimler, Lokmân-ı Perende’ye hac mübârekesine geldiklerinde, medresedeki suyu görünce şaşırdılar. sebebini sordular. Lokmân-ı Perende; “Bu kerâmet, Hacı Bektâş’ındır” dedi. onun kerâmetlerini anlattı. Onlar bu kadar çok şeyin bir çocuktan zuhur etmesini tuhaf karşıladılar. Hacı Bektaş- âlimlere; “Ben, Resûl-i ekremin soyundanım. Bana bunları çok görmeyiniz. Bunlar, Allahü teâlânın bana ihsânıdır” dedi. Onlar, Hacı Bektâş-ı Velîye; “Eğer sır sahibi iseniz, nişanınız nerededir?” diye sordu Hacı Bektâş- elinin ayasındaki ve alnındaki iki yeşil beni gösterdi Hepsi hayret ettiler ve onun büyüklüğüne işâret olan benleri tasdik ettiler. Hacı Bektâş-ı Velî, tahsilini tamamladıktan sonra Anadolu’ya geldi Halka doğruyu göstermeye başladı kıymetli talebeler yetiştiren Hacı Bektâş kısa zamanda tanınarak büyük rağbet gördü. Anadolu’da bağlı olduğu “Ahîlik teşkilâtı” ile büyük hizmetler yapan Hacı Bektâş Osmanlı sultanları tarafından sevildi hürmet gördü. Osmanlı devletine büyük hizmetleri ve himmetleri oldu. Orhan Gazi zamanında teşkil edilen Yeniçeri ordusuna duâ ederek, askerlerin sırtlarını sıvazladı. İslâmiyetten ayrılmamalarını nasihat etti. Hacı Bektâş-ı Velî’yi pir Yeniçeri ordusu, ma’neviyatını ona bağladı. Hacı Bektâş-ı Velî, asırlarca Yeniçeriliğin piri, üstadı bilindi Bu bağlılık ve muhabbet, Yeniçerilerin sulh tâlim ve harplerdeki gayret ve kahramanlıklarında çok müsbet neticeler verdi. halk ile Yeniçeriler arasındaki yakınlık kuvvetlendi Yeniçeriler, dervişler gibi cihâd azmiyle kahraman ve fedakâr te’sîrler gösterdi Yeniçerilerin; “Allah, Allah! illallah! Baş Uryan, sine püryân, kılıç al kan, meydanda nice başlar kesilir. Kahrımız, kılıcımız düşmana ziyân! Kulluğumuz pâdişâha ayan! Üçler, yediler, kırklar! Pîrimiz, sultânımız Hacı Bektâş-ı Velî...” diyerek savaşa başlamaları, bunun ifadesidir. Hacı Bektâş-ı Velî, sık sık Hızır aleyhisselâm ile buluşurdu. Kayseri Saklan kalesinin batısında, Hacı Bektâş-ı Velî, Hızır (aleyhisselâm) ile buluştu. bir kişinin kavun ve karpuz ektiğini gördüler. Hızır (aleyhisselâm) ile Hacı Bektâş-ı Veli bir taşın dibine oturdular. Hacı Bektâş-ı Velî. İsmi Behâeddîn Çelebi olan bostan sahibine; “Kardeş!” diye hitâb etti. Bostan sahibi aNe buyurursunuz?” dedi. Hacı Bektâş-ı Velî Bostandan bir kavun koparıp getir, yiyelim” dedi. Bostan sahibi Behâeddîn Çelebi; “Başüstüne, olunca getiririm” deyince, Hacı Bektâş- “Diktiğin yeri kontrol et. Belki olmuştur” dedi. Bostan sahibi “İnşâallah” diyince verdiHızır (aleyhisselâm) Bir kere dolaş gör” buyurdu. Behâeddîn Çelebi bostana girdi. kavun kokusu geldiğini üç tane iri kavun olgunlaşmıştı birisini Hızır’a diğerini de Hacı Bektâşa verdi ve; “Ey erenler! birisini de çoluk-çocuğumuza götürelim” dedi. Hacı Bektâş-ı Velî kabûl etti. kavunları alıp Kayseri’ye döndüler. Bostancı, işiyle meşgûlken, aklına; “Bostan ekilirken kavun bittiğini cihanda kim gördü? O azîzler kerâmet ehli zâtmış. Bu iş onların kerâmetiyle oldu. yazıklar olsun ki, mübârek ellerini öpmedim” diye geldi ve üzüldü. Bostan ekmekten vaz geçip, onları aradı. “Son pişmanlık fayda vermez” deyip, kalan kavunla evine gitti. kapısından içeri girince, Hızır (aleyhisselâm) ile Hacı Bektâş-ın misâfir odasında oturduklarını gördü. Selâm vererek girdi. Elindeki o kavunu ortaya koydu. onların mübârek ellerini öptü. Hacı Bektâş-ı Velî bostan sahibine; “Kavunları kes de yiyelim” dedi. Onlara vermiş olduğu iki kavun da duruyordu. Çelebi kavunları kesti, bir kısmını ailesine gönderdi. Kalanını misâfirleriyle yediler ve Allahü teâlâya şükrettiler. Ellerini yıkadıktan sonra, Behâeddîn Çelebi “Size kim derler? fakire himmet edin” dedi. Hacı Bektâş-ı Velî; “Bana Bektâş-ı Velî derler. Bu azîze Hızır aleyhisselâm derler” dedi. Hacı Bektâş-ı Veli, Behâeddîn Çelebi’yi yanına çağırdı. Hacı Bektâş-ı Velî, onun sırtını sıvazladı. hayır duâ etti. Hızır aleyhisselâm ile Hacı Bektâş-ı Velî, Behâeddîn Çelebi’ye veda edip çıktılar. Kapının önünde ikisi de gayb oldular.“Velîlerin nazarı kimyadır, Karataş, nazar ile yakut olur.” O saatte Behâeddîn Çelebi, yüksek merhaleler katedip, velîliğe ayak bastı. Kalb gözü açıldı. şarktan garba olan yerleri seyr eyledi. Kendisine Bostancı baba dendi. kerâmetler gösterdi. Türbesi Kayseri’de olup ziyâret yeridir.” Hacı Bektâş-ı Velî, hergün gelip, dergâhında otururdu. Onu sevenler, “Galiba Hacı Bektâş- dergâh istiyor, o yüzden gelip buraya oturuyor” dediler. Daha sonra Hacı Bektâş-ı Velî’nin hizmetini gören Sarı İsmâil’e, Hacı Bektâş’ı sevenlerden biri, dergâh yaptırmaya niyet ettiğini söyledi. Sarı İsmâil durumu hocasına arz etti. Hacı Bektâş-ı Velî; “Ona söyle. usta getirsin. dâire çizelim. taş yonttursun, dedi. Sarı İsmâil, durumu bildirince, sevindi mimar getirdi. Hacı Bektâş mübârek eliyle dergâhın yerini çizdi. Taşların yontulması gecenin sabahı, herkes, dergâhın yapılmış olduğunu gördü. Dergâhı yaptıracak kimse, Sarı binanın yaptırılması için usta getirdim, taş getirdim ve sevâba kavuşmak istedim. Fakat kimse bir gecede yaptırmış” diyerek üzüntülerini belirtti Sarı İsmâil, durumu hocası Hacı Bektâşa bildirdi Hacı Bektâş-ı Velî; “Ey İsmâil! O beni sevene söyle, dergâh Allahü teâlânın izni ile bir anda yapıldı. Sevâbı onun amel deflerine yazılmıştır” dedi. O zât da Allahü teâlâya şükür secdesi yaptı.” Hacı Bektâş-ı Velî’nin kerâmetlerini işiten kimseler, onu görmek için dergâha geldi. Akşehir’de bir velî vardı. İsmi Mahmûd Hayran Sultan idi. Hacı Bektâş-ın üstünlüğünü duyunca, bir aslana binip, eline kamçı bir yılan alıp, üçyüz talebesi ile Hacı Bektâş-ı Velî’yi görmek ve ziyâret için yola çıktı. durumu Hacı Bektâş-ı Velî’ye haber vererek; “Akşehir’den aslana binip, eline yılanı kamçı olarak almış bir zât, üçyüz talebesi ile geliyor” dediler. Hacı Bektâş O, canlıya binip bize geliyor ise, biz de cansıza binip, onu karşılamaya gidelim” dedi taşın üzerine seccadesini sererek üzerine oturdu “Allahü teâlânın izniyle bizi ziyârete gelenlerden yana yürü” buyurdu. taş, derhâl yerinden ayrılıp, kuş gibi görülüp, yürüdü. Mahmûd Hayran Sultân ve talebeleri, Hacı Bektâş-ı taş üzerinde geldiğini görünce, hayretler içinde kaldı mahmûd Sultan, aslandan inip, yılanı serbest bıraktı. Hacı Bektâş-ı taşa; “Dur” diyerek işâret etti. Taş durdu. Seyyid Mahmûd Hacı Bektâş-ın elini öptü. Taşın dibine, ikisi beraber yan yana oturdular. Etrâflarını talebeleri sardı. Bir hafta sohbet ettiler. Seyyid Mahmûd Hayran Sultan, izin istiyerek Akşehir’e döndü. Hacı Bektâş-ı Velî’nin bindiği taş, “Tekin Kaya” ismiyle meşhûrdur.” |
Kaynak ismailağa.org
Bayram Ali Öztürk Hocanın Hayatı Öztürk ailesi, Of’un Sivrioğulları sülalesindendir Türkmenistan’dan Konya Karaman’a Trabzon Akçaabat’a sonra Of ardından Sakarya’ya göç etmişlerdir. En eski büyükleri Azerbaycan’dan gelmedir.Bayram Ali Öztürk’ün dedesinin babası Kasım Öztürk, dedesi Hamit Öztürk, babası Mehmet Ali Öztürk’tür.dedesi Hamit Öztürk iki hanımla evlenmiştir. Bilal Öztürk ve kardeşleri Ülfi Hanım’dan, Mehmet Ali Öztürk ve dört kız kardeşi ise Ayşe Hanım’dan dünyaya gelmiştir.Hamit Öztürk’ün ikinci kez evlenmesi üzerine Mehmet Ali Öztürk dört kız kardeşini alarak 1940’ da Sakarya’nın Akyazı ilçesine göç eder. Hamit Öztürk Sakarya’ya gelerek ve çocuklarıyla görüşür Trabzon’daki hanımı ve çocuklarını alarak 1945 de o da yerleşir. Mehmet Ali Öztürk ekonomik sebeplerden Akyazı’dan Karasu’ya göç etmiştir. Karasu’da ormandan ağaç kesip, odunculukla geçimini sağlar sözü dinlenen, sayılan, babayiğit, lider vasıflı Sakarya nehrinde ani bir taşkın olması üzerinede hayvanları nehirden sandalla kurtarmasıyla pehlivanlık yönü kuvvetli bir insan olduğu bilinmektedir. ibadetlerini yerine getirip, aksatmamaya dikkat ederdi. Mehmet Ali Öztürk’ün Hatice Hanım ile evliliğinden Havva, Zinnure ve Bayram Ali adında üç çocuğu olmuştur. Küçük yaşlarda Havva Sakarya nehrine, Zinnure ise turşu kazanına düşerek vefat etmişlerdir. Bayram Ali Öztürk 1 Mart 1952’de Sakarya Karasu’nun Konacık köyünde doğmuştur. bayram günü yada dedesinin- ismi Bayramolması sebebiyle adı Bayram koyulur 5 ay sonra ağustosta babası Mehmet Ali Öztürk 22-23 yaşlarında irsî olan porfiria hastalığına yakalanmış, odun keserken bacağını kesip ağırlaşmış ve vefat etmiştir. Kabri Karasu’nun Konacık köyündedir. beş aylıkken yetim kalmasının ardından iki yıl sonra annesinin tekrar evlenip evden ayrılmasıyla yetim ve öksüz kalan Bayram Hoca’ya, üç yaşlarından itibaren çocukluk yıllarında Sakarya’da ikamet eden halası Kâniye Hanım ve babaannesi bakmıştır. On iki-on üç yaşlarından itibaren evlenene kadar şehirde okumak için yanında kaldığı amcası Hacı Bilal Öztürk babalık yaparak onu okutmuştur. Kâniye Hanım Bayram Hoca’nın çocukluğunu şu şekilde ifade eder:*“Yaramaz bir çocuk değildi. Bir tek bana gelirdi. Annesi evlenince Bayram Hoca’yı vermediler ve babasının tarafında kaldı. Evlenene kadar yanımdaydı. Yazları yanımda kışları amcasının yanında kalırdı. Vefat ettiğinde içimde darlık oldu, bunaldım. Bana “halaların halası” derdi. Babası vefat ettikten sonra kafası eğikti. Garipliğini hissettirdi. Doğru düzgün güldüğünü görmedik. Amcası oğlu Mahmut Öztürk, çocukluk yıllarını şöyle anlatır: “Hacı Bilal’in dört oğlu vardı. Bayram Hoca’yla birlikte beş erkek olup, kardeş gibi büyüdük. Annem bizi nasıl yıkıyorsa onu da yıkardı. Çok büyük emeği var. Hiçbir ayırım yapmadan büyüdük. Bayram Hocanın Sakarya’daki arkadaşları sayılıydı. Arkadaş edinme gibi bir durumu yoktu. Okuldan gelir kitaplara gömülür kafayı kaldırır okula giderdi. İkili ilişkileri yoktu. Babam bize nasıl davranıyorsa ona da yapmasına, rağmen ondaki yetimlik izleri kalkmadı. havalı bir çocukluğu ve gençliği yoktu.kafası eğikti kimsenin işine karışmazdı. olağan bir çocukluk yaşadık. farklı, özel bir anımız yoktu 1966 da babamıza yardımcı olmak için ticarete atıldık. O okudu yemeklerde birlikte oluyorduk. oturup ders çalışırdı. “Kütüphane mi olacaksın” derdik, kütüphane oldu. Eşiyle halası vasıtasıyla tanıştırıldı ve evlendi. Çok iyi geçim sağladılar, evlilikleri oldukça sağlamdı.1971 de Adapazarı’nda askere gitmeden Fatma Hanım’la 19 yaşında evlendi Üniversiteyi bitirmeye yakın*Mahmut Ustaosmanoğlu’na mektup yazarak danışır ve İstanbul’a gelmesi tavsiyesine uyar. küçük bir pazarda vekil imamlık yapar 1978-85 yıllarında*Şehzadebaşı Damat İbrahim Paşa Camii’nde kadrolu göreve başlar. Görevini, lojmanı olmayan camisine Fener’de oturduğu evinden yürüyerek sabah namazında gidip yatsı namazından sonra dönerek yapmıştır. 30 yaşında çektiği yokluğa rağmen marul ekmek yiyerek hafızlığını da bitirmiştir. 1985 te tayinini ister İstanbul Karagümrük’teki*Draman*Kara Ali Camii’nde görev amaçlamasına rağmen 28 Şubat etkisiyle 2000’lerde tayini çıkar*Arnavutköy Hacımaçlı*köyünde göreve devam eder.sınava girerek tekrar tayin istemiş ve 2001’de* Küçükköy’deki Mevlana Camii’nde bir yıl kadar görev yapıp 2002’de emekli olmuştur. Ayşe, Mahmut, Hümeyra olmak üzere üç çocuğu ve Betül, Metin Ali, Kevser Nur Bayram Ali, Mehmet Ali Muharrem Ali olmak üzere altı torunu vardır. Çocukluğunda başlayıp ilkokuldan bu yana sürekli kitap biriktirmiştir. Evlilik takılarını bile kitap için satmaktan çekinmez. Annesi babası olmadan büyüdüğü için*“Kürsüde kükreyen sokakta kedi gibi olan”*tabiri lakabıdır. Üzerinde hakirliği, ezikliği hissetmiştir. Bayram Ali Öztürk,*3 Eylül 2006 Pazar sabahı 07.30’da İsmailağa Camii’nde verdiği vaazın ardından dua ederken, belirtilmeyen bir sebeple Mustafa Erdal adlı kişi tarafından kalbinden bıçaklanarak şehid edilmiştir. elli bin kişilik*cemaatle*Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından*Edirne kapı Sakızağacı* mezarlığına defnedilmiştir. İlkokul ve liseyi Sakarya’da okuyup, İmam-Hatip lisesini dışarıdan bitirir. Mezun olduktan sonra Adapazarı Kuruçeşme köyünde vekil imamlık yapar. Evlendikten sonra 1973 te Erzurum Yüksek İslâm Enstitüsü’nü kazanarak üniversiteye başlar 1978’de mezun olur. Ahmet Vanlıoğlu, Ruhi Özcan, Halil Günenç, Mahmut Ustaosmanoğlu*gibi okul değerli hocalardan ders almıştır. Okul arkadaşları;*Mehmet Ali Şahin*gibi değerli hocalarımızdır.tefsir hadis okumasının yanı sıra kendi okumaları fıkıh üzerinedir. Tasavvufa yönelince İmâm-ı Rabbânî’(Kuddise Sirruhû)’nun Mektûbât’ını merkeze almış çalışmaları olmuştur.*Türkçe ve yabancı dillerde okumadığı kitap yoktur. Tefsir, hadis, tasavvuf, akaid, felsefe, psikoloji, coğrafya, edebiyat, tarih gibi alanlarda kitapları mevcuttur. Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca, Osmanlı Türkçesi ve kısmen Almanca bilmektedir. Yirmi sekiz bin cilt kitabın yer aldığı oldukça kapsamlı bir kütüphaneye sahiptir. Kütüphanesini arşiv sistemi şeklinde, alanların farklılığına göre düzenler, kitabı 70°lik açıyla tutup*“kız çeyizi gibi davranın”*diyerek haftada iki hoca ve öğrencilerin müracaat kaynağı olmuş, üniversitelerden hocalar onun değerli kütüphanesinden istifade etmiştir. Aynısından iki tane olması şartıyla kitaplarını hediye etmeyi sever. Amca oğlu Mahmut Öztürk, Bayram Hoca’mızın kitabadüşkünlüğünü şu anısıyla anlatır: Okulu bitirmeden önce bir gün telefon açtı ve bize: kütüphane var, sahibi de vefat etti. para gönderin kütüphaneyi alayım” dedi. ve aldı.geri dönmesi için araba gönderdik. Arabanın üzerinde beş ton kitap kolisi doluydu.Babamdan birlikte harçlık alırdık. Biz parayı ıvır zıvırla bitirirdik o ise kitap alırdı.” Bayram Ali Öztürk,*3 Eylül 2006 da kalbinden bıçaklanarak şehid edilmiştir. elli bin kişi onu defnedmiştir. Mahmut Ustaosmanoğlu*gibi alimlerden ders almıştır. Yirmi sekiz bin kitablık kütüphaneye sahiptir. kitaba kız çeyizi gibi davranın”*diyerek bakımlarını yapmış üniversite hocaları ondan istifade etmiştir Amca oğlu Mahmut Öztürk şöyle anlatır Bayram Hoca’m kitaba düşkündü köyüne beş tonluk kitap gönderdi biz. harçlığımızı. ıvır zıvıra verirken o ise kitap alırdı Hocası Mahmut Ustaosmanoğlu Efendiyle tanışması şöyle olur:*Hacı Bilal Efendi Adapazarı’ndan İstanbul’a Mahmut Efendi’nin elini öpsün diye, Bayram Hoca’yı getirir. Mahmut Efendi başını okşar ve*“Bu çocuk büyüyecek ve İsmailağa’da Mektûbât okuyacak”*der.*Asıl intisabı üniversiteden mezun olduktan sonra Mahmut Efendi’nin isteğiyle 1978 de İstanbul’a yerleşip ve sil baştan medrese eğitimine başlaması ile olmuştur.İstanbul’a geldikten sonra İsmailağa Kur’an kursu’nda da dersler verir. Mektûbât’ı Arapçadan tercümelerle çok iyi şerh eder En büyük hizmeti 1990 dan sonra bildiklerini insanlara aktarmasıdır.*Hem medrese hem de üniversite mezunu olduğu için edebî mektupları en iyi şerh edebilecek kişilerdendir. O mektubatın bugüne verdiği mesajları çözebilmek için biçilmiş kaftandır.” Osmanlı hayranı olan ve hürmette kusur etmeyen Bayram Hoca, Tefsir-Hadis bölümü mezunu olarak, lisans tezini Osmanlı âlimlerinden Girit’li Sırrı Paşa ve Tefsir İlmindeki Yeri”*konusuyla yapmıştır. Sırrı Paşa’nın hayatını ve tefsirini anlatan Bayram Hoca konuyu seçme sebebini şöyle açıklar“Bizler, gerçek hayat düzenini insanoğluna bahşeden bir dinin mümessilleri, her türlü takdiri ihraz etmiş olan bir milletin torunlarıyız. Ecdadımız ilim için camilerin kandil islerini mürekkep, zeytinyağı kandilini ışık olarak kullanırken, bizlerin onların yüce şahsiyetlerine ve asırlara hükmeden eserlerine yabancı kalmamız çok hazindir. Geçen günler geri gelmez, geçen geçmiştir, zararın neresinden dönülse kardır. uyanma devresinde, onların dünyasındaki benliğimizi tekrar elde edebilmemiz için, onların yürüdüğü yolda yürümekten başka çıkar yolumuz yoktur. O yol Kur’an ve Sünnet yoludur. Hakkında çalışmaya karar verdiğim Sırrı-î Giridî de büyük bir zattır. İlmî gayret ve idari faaliyetleri ile her türlü tebcile layık görülen bu büyük şahsiyetin, ulemanın ihtilâfına medâr olmuş meseleler hakkında derin tahlil, tenkit ve tetkikleri mevcut olup, incelemeye değer hususlardır. bu mevzuyu tercih ile inceleme sebep budur.” Şehit Bayram Ali Öztürk Hoca/ Bizler, gerçek hayat bahşeden bir dinin ve her türlü takdiri ihraz etmiş milletin torunlarıyız. Ecdadımız ilim için camilerin kandil islerini mürekkep, zeytinyağı kandilini ışık olarak kullanırken, bizlerin yüce şahsiyetlere yabancı kalmamız hazindir. Geçen geri gelmez zararın neresinden dönülse kardır. dünyadaki benliğimizi elde edmek için, onların yürüdüğü yolda yürümekten başka yol yoktur. yol Kur’an ve Sünnet yoludur. Yeterli birikime ve kabiliyete sahip olmasına rağmen Bayram Hoca kitap yazmamasını şöyle açıklar Oradan buradan toplayıp, içinde kendine ait bilgi olmayan, sadece para için çıkarılan kitaplar mevcut. Sırf para için kitap yazılmaz Efendi Hazretleri varken benim kitap yazmam edebe aykırı olur. Diyerek bireysel kitap yazmamıştır. arkadaşlarıyla ortak yazdığı iki kitabı bulunur Hanımlara Özel İlmihal Kadınlarla İlgili Kırk Hadis Şerhi ve Fetvalar 2 Mart 1981 de askerliğini Burdur’da yedek subay olarak 4 ay yapmıştır. Terhis tarihi ise 2 Temmuz 1981’dir Ailesi Bayram Hocayı şöyle anlatır Oğlu Mahmut Öztürk,“Babamın hiç boş vakti olmazdı. vakit bulursa kütüphaneden çıkar Sultanahmet’te kitapçıları gezerdi. Bir de sıla-i rahim yapar akrabalarını ziyaret ederdi. Sakarya’da annesini amcasını ziyaret eder, tatile gitmezdi. kaplıcalara gitti umre ve hacca gitti. Onun tatili kitap okumaktı. Namaz ve sohbet dışında her vakti kütüphanede geçiriyordu. Çocukluğundan beri öyleydi hiç değişmedi. Namazı kıldırır gelir hemen kütüphaneye inerdi.” Yolda kedi gibi sessiz yürür, kürsüde ise aslan gibi kükreyip, vaazlarını coşkulu yapardı.“İmamlar peygamber varisleridir”*diyerek, mesleğini de severek icra etti.Titiz ve temizdi her gün yıkanır. Abdestsiz toprağa basmazdı gözünü açar açmaz abdest alma alışkanlığına sahipti.Her şeyiyle bereketli olan Bayram Hoca bir ayakkabıyı altı yedi yıl, kıyafetlerini de değiştirmez uzun süre giyerdi. Sakalı, kıyafetleri her zaman düzgün olur, kuaförde sakalına fön çekilince “beni cici ettiler” derdi. Kırmızı rengi sevmez, açık renkler tercih ederdi. Müslümanları, karşısındaki eleştirmesin, nefret etmesin diye temiz giyinirdi.Porfiria, şeker, hipertansiyon gibi çok hastalıkları vardı. yemek konusunda sıkıntı çekiyordu. Son zamanlarında şeker hastalığından vücudunda yaralar çıkmıştı. sohbetlerinde rahatsızlandığı oluyordu. 1995’ten önce çok sağlıklıydı. Son zamanlarına doğru hastalıkları artdı.1995’teki hastalığından dolayı yirmi yedi kiloya düştü. gözleri bozuldu sinir sistemi yıprandı. Çok sabırlı, kimseyi kırmamaya ve azarlamamaya dikkat ederdi Günde üç saat uyuyup hastalanınca istirahat etmesi gerekti. Kitaplar benim ailem, çocuklarım”*diyerek okumaya devam etti. Yemeğe besmeleyle başlar, yavaş ve düşünerek yer; hazır yemek yemezdi. Hastalıkta tatlıyı yiyemez elma, peynir yer; süt içerdi aldığı kömürleri, işçilere para vermeyip kitap alabilmek için beşinci kata kendi sırtında taşıdı Niye böyle yaptın dediklerinde “O kitabı almam gerekiyordu, o yüzden kendim taşıdım demiştir.”*1995’e kadar kendi kömürünü kendisi taşımıştır. Her gün gazetesi gelir dünyayı çok iyi takip ederdi.Başkasının derdiyle dertlenir, Sırbistan- Bosna savaşında Kardeşlerimiz orada yiyecek bulamaz, sıkıntı çekerken biz yiyemeyiz”*derdi. Filistin ve Lübnan savaşları için aynı şeyleri hissetti iştahı kaçıyor, yemek yiyemiyordu. Sırbistan savaşındaki umresinde sadece hurma ve zemzem yemiştir. Dönüşünde porfiria hastalığına yakalandı Kadınlardan danışmak isteyenlerle konuşur, eşlerini şikâyet edenlerin aralarında hakemlik yapardı Her zaman tedbirli ve temkinliydi Allah’a tevekkülü tamdı. Şehit olmasından üç ay önce şehir dışına sohbetlere gitmesini istemeyen oğluna demiştir ki: “Sen işine bak Allah emretmedikçe yaprak kımıldamaz.”Çocukları çok sever, onlara vermek için cebinde şeker bulundururdu. Kendisi hem yetim hem de öksüz büyüdüğü için yetimleri en iyi anlayacak kişilerdendi. Onlara üzülür, korur gözetirdi. Cemaat olarak herkese açıktı, hiç birini dışlamazdı. Necmettin Erbakan’ı beğenirdi.*‘’Önemli olan bizim başımızdaki insanın beş vakit namaz kılması değil, Müslümanlara sunduğu imkânlardır”, derdi. parti belirtmez, Kur’an’a uygun düşeni seçerdi. Siyasetten ziyade ilmî faaliyetleri vardı. Siyaset tekliflerini kabul etmedi Fakir zengin diye ayırt etmezdi cemaatte fakirlerin hocası derlerdi. Zenginler veya çevreden insanlar ona emanet verdiklerinde yerine ulaştırırdı şöyle derdi “Beni riyakâr ve kibirli zenginler, kendisi kibirli olup konuşmalarımın dokunduğu hocalar, makam mevki sahibi bir zevat beni sevmez. Çünkü benim anlattıklarımla onların amelleri arasında dağlar kadar fark var.”Sert mizacı yoktu İslâm’a leke geleceğini düşündüğü zaman göz yummazdı. Yumuşak, dürüst, emin, sözünü tutandı Beni düğünlere derneklere çağırmayın, dertlilerin ağlayanların yanına götürün”*derdi. Gideceği yere yürüyerek gider otobüse binerdi. Yolda dik ve seri yürürdü.Her işini kendi yapar kimseye minnet etmez, bugünün işini yarına bırakmazdı.Yorulunca mehter marşıyla motive olur, coşardı. Hastanede yattığı, çok ağrılar çektiğinde mehter marşı söylerdi.Telefonu, kredi kartı ve bilgisayarı yoktu, kullanmazdı.Efendi Hazretlerinin Paradan uzak dur”, öğüdüne uyarak, paraya pula düşkün olmayıp uzak durur. Bayram Hoca insanlardan istemez. Ona fetva vermek kaydı ile önemli paralar teklif ettiler ancak kabul etmedi Bayram şöyle anlatır: “Beni toplantıya davet ettiler. kalburüstü kimseler katılmıştı. Benden fetva vermemi istediler. İstedikleri doğrultuda vereceğim fetva karşılığında büyük nakdi yardımlar yapacaklarını söylediler.” Bayram Hoca toplantıyı terk eder ve arkadaşına:*“İmanımızı para ile satın alacaklarını sandılar”*der. pikniğe gidelim denilse dersim var, işim var der gelmezdi. götürüldüğünde, orada da boş durmaz, Mektûbâtını erkeklere, bayanlara ders anlatırdı. Denize girelim denildiğinde*“Beni kitapla baş başa bırakın elli yıl hiç durmadan kitap okusam bıkmam”derdi. Sünnete bağlılığı kuvvetliydi, teheccütü kaçırmazdı. Gece teheccüte kalktığında pijamayla hemen iki rekât kılıp yatayım düşüncesiyle geçiştirmez, merasime gidecekmiş gibi özenle cübbesini, şalvarını, sarığını bembeyaz giyer, sakallarını tarar namazını kılardı.63 yaşından sonra yaşamayı edepsizlik olarak görürdü. Allah’a, peygambere itaat edenlere, İslâm’a hizmet edenlere hürmet ve hizmet eder, “Osmanlı’ya küfredenin dininden şüphe ederim” derdi. Lisede “Allah’ım bana güzel ses ve ilim ver” diye dua eder, sesi gür ve güzel olduğu için Kur’an okumaya önem verir. Hafızlık dersi almıştır. Her sabah namazından sonra günde bir cüz Kur’an okurdu Sık sık kabir ziyaretlerine gider Akifi Nasuhi Bilmen’i ziyaret ederdi. Ankarada ilk uğradığı yer Hacı Bayram-ı Veli Hz.’nin türbesidir. Talebelerine şöyle derdi Anlamadığınız takıldığınız yerlerde gidin Sultan Mehmet’ten himmet isteyin” talebeleri zaman zaman Bayram hocayı türbede elinde kitabıyla görmüşlerdir. Sadaka vermesini oğlu Mahmut Öztürk şöyle anlatır: Bizden habersiz sadaka verip ilgilendiği fakir aile ve talebeleri vardı. Şehit olduktan sonra ablalar gelip “Biz şimdi ne yapacağız, bize Bayram hoca bakıyordu, her ay belli bir miktar veriyordu”, demişlerdi. Rızık endişesi olmazdı. 1986 da babasının toprakları satılmış Bayram Hoca da İstanbul’dan iki arsa almıştı (2001-2002). Birinin istimlâk olmasıyla babadan ayrı kız kardeşi “hiçbir şeyin yok bir de babadan kalan bu yerleri hiç araştırmadan gittin aldın istimlâk oldu” diye sitem ediyorlar. Bayram Hoca ise*“Ben arsayı alırken Allah bilmiyor muydu oraların park ve bahçe olacağını, rızkım bu kadarmış ne yapayım”*diyordu İkinci aldığı arsa kıymetlendi ve ona tepki göster ona gelip “Hoca’m bize de arsa al” diyorlardı İslâm için sağlam adamlar ve hocalar yetişsin isterdi. medreseye giden öğrencilerine “Önce adam olun, hoca olursunuz ama adam olamazsınız” öğüdünde bulunurdu cemaatin ileri gelenleri tarafından hacca ve umreye götürülürdü. İlk haccını sadece zemzem ve hurma yiyerek tamamlamıştı. En son 2005’te umreye gitmişti Sohbetlerindeki ağlayış ve yakarışlar orda başlamıştı, gönlünü açarak sohbete devam etti.Mekke ve Medine’de de ibadet ve kitapla meşgul olurdu.*“Beni kimse dünya işleri ile meşgul etmesin”*derdi. İnsanlar alışverişe giderdi. Bayram Hoca kitap satan dükkân arardı. her uğradığıbkitapçıdan onlarca kitap alırdı kafilede hurma, battaniye, elektronik giyime kadar her şey vardı. Bayram Hoca’da ise kitap, zemzem ve birazda hurma.Tatile çıkmadan son Mektûbât dersinde Bayram Hoca öğrencisine: “Sana bir soru, Hz. Mevlana nerde yatıyor?” deyince öğrencisi:*Hoca’m Konya’da meftun”deyince “Yok, yanlış biliyorsun. Hazreti Mevlana burada yatıyor” deyip kalbini göstererek Mevlana’nın beytini okumuştur: Vefatımdan sonra beni yerde arama, Vefatımdan sonra benim kabrim ariflerin gönlüdür. Meşhur Pazar sohbetlerini Yavuz Selim Camii’nde*“Mektubat okumaları”*şeklinde gerçekleştirir. 28 Şubat sürecinden ise sohbetler İsmailağa Camii’nde devam eder.Sohbetlerini hafız olduğu halde neden tercüme, ayet, hadis şeklinde sakin değil de; celalli, hiddetli yaptığı sorulduğunda “Ben sohbet etmiyorum orada cihad ediyorum, Rasulullah’ın kılıcı burada” diyerek insanlara ilim aktarmanın, irşadın önemini belirtir. Malezya’da üniversite kurulmasında görev verilmek istenmesine rağmen kabul etmeyip Mahmut Efendi’nin isteği üzerine İstanbul’da talebe okutur. Ailenin Mahmut Efendi’ye bağlılığındaki aracı Bayram Hoca’dır. Onun önderliğinde cemaate dâhil olmuşlardır. Pazar sohbetinden sonra genç çocuklar gelip Bayram Hoca’ya “Hoca’m biz Tekirdağ’dan maddi durumumuz kötü olmasına rağmen geldik” demeleri üzerine Bayram Hoca Haftaya siz gelmeyin ben geleyim” demiş ve şahadetinden bir hafta öncesi Miraç kandilinin gündüzü gitmiştir. talebelerin tutumuna göre tavrını belirlerdi. Çalışkan, azimli veya pasif, tutarsızlarla göre konuşurdu. “Allah-u Teâlâ bana cennete gir derse bakacağım kapıdan kitap var mı, kitap varsa gireceğim, yoksa girmeyeceğim” kitap sevgisini mecazen anlatır, “Sevdiğin bir şey için ölmüyorsan sahte sevgidir. Onun için uğraşma” derdi.Hiç boş yatmaz, yorulunca uyurdu gözünü açar açmaz abdest alır işiyle ilgilenir. Günde bin sayfa kitap okumayı hedefler, mutlaka bir cüz Kur’an okurdu.Ona maddi manevi yüksek mevkiler teklif edildi o adam yetiştirmenin çok önemli olduğunu söylüyor depolarda, atölyelerde insanlara, talebelerine ders okutuyordu.Sohbete, derslere gitmeden önce evde tekrar eder, öğrenciler derse geç kalınca çok kızardı. disiplinli, dakik bir insandı. Lafını esirgemez, kimseden çekinmezdi. Son zamanlarında duygusaldı. Sana taş atana sen ekmek at” vasiyetidir. Hafız çocuklara –şitt lan buraya gel – tarzında edepsizce hitap edilmesine kızar Allah’ın kelamını taşıdıklarının hürmetine saygılı olunmasını tavsiye ederdi.edebiyata, Arap diline, divan edebiyatına ve şiire önem verir, vaazlarında okurdu. Onun düşüncesi: “ Şöyle büyük bir kütüphanem olsun, yanımda çalışan elemanlarım ve hocalarım olsun, fetvalar çıkaralım, hizmet edelim, kapalı durmayalım, akarsu gibi olup açılalım.”dır. Hiç boş durmayıp sürekli vaazlar verdi Dünyada pek bir şey yapamadım ama ahirette çok şeyler anlatacağım”, derdi. Bir anne babanın çocuğuna, bir eğitimcinin, hocanın talebesine vereceği en kıymetli eğitim en kıymetli ders insanın mesuliyet sahibi bir varlık olduğunu ona anlatmaktır. Dünyada en ağır şey mesuliyettir. Kaneviçe işler gibi işlenmelidir. İstişare edecek, danışacak adam olmayınca kendi yağımla kavrulmaktan başka çarem kalmadı, kendimi kitaplara verdim. Sen ilme varını yoğunu her şeyini feda etmediğin sürece ilim sana hiçbir şey vermez. Bu kadar nazlıdır. İlmin alternatifi yoktur. Suya benzer varsa hayat vardır, yoksa hayat yoktur. Eşine “Cennete sensiz girmem” deyip, küçüklüğünden beri aile sevgisine hasretlik çektiğinden, dizine yatar “Beni sev” derdi. Eşiyse “Ona çocuk gibi bakardım” demiştir.*Eşine karşı anlayışlıdır. Rahatsızlığı olmasına rağmen Gece 3’te bile olsa eşinin hastalığından dolayı dışarı çıkarıp gezdirdiği olurdu. Çocukları çok severdi. Namaz kılarken odaya kimsenin girmesine müsaade etmez torunları girdiğinde bir şey demez, önünden geçtikleri bile olurdu. Onları çok sever, öperdi. Kendisi gibi yetim olduğu için gelinine de özel değer verir, “cici kızım” diye severdi.Evde kimseyi rahatsız etmemek için parmak uçlarında yürürdü.Kimsenin hatasını yüzüne vurmaz, onu idare ederdi. Çevresine sürekli sohbet, vaaz, dersler verirdi. Çevresindeki hırslı, borçlu kişilere: Azıcık aşım ağrısız başım, oğluna da “Oğlum imzayla iş yapma, paran varsa yap, yoksa yapma” derdi 2004 yılı ramazan ayında oğluna teravihlerde “İsmailağa’ya git, Mahmut Efendi’yi gör, gözün bir Allah dostu fotoğrafı çeksin, bu sana dünya ve ahirette en çok yarayacak olan şeydir” tavsiyesinde bulunur. 1 Eylül 2006’da Mahmut Efendi’yle görüşmüş Efendi Hoca’ya: “Sen İstanbul’un güneşisin.” demesinden dolayı çok mutlu olmuştur. Hayatında en çok önem verdiği kitapları ve Mahmut Efendi’ye sevgisidir. Kur’an-ı Kerim’i, her gün okumuştur. 1999 depremi olduğunda teheccüt namazı için abdest alıp kütüphaneye geçti yüksek sesle yasin-i şerif okudu. “Kur’an neyi emrediyorsa ben onu yapmaya çalışıyorum, kafama göre hareket etmiyorum.” derdi. Son sohbetini dinleyenlerle ellerini açarak şahadeti istemiş, “Dedeler bedel verdi, bizim de bedel vermemizi nasip eyle Ya Rabbi!” diyerek bedeli kanıyla ödemiştir. İnsanlar arasında sürekli kütüphanesiyle ilgilenmesi, kitap okuması ve Mektûbât dersleriyle meşhur olduğu için “ayaklı kütüphane” lakabını alır. Evinin telefonları susmaz, sürekli insanlar soru sorardı Danışanlardan tekrar aramalarını ister, kitaplara bakar cevabını söylerdi. Kürsüde neden sert konuştuğu sorulduğunda, “Ben bir kişi için konuşuyorum, anlattıklarımı bir kişi anlasın o bana yeter ve muhtemelen o da kadınlardan çıkacak” derdi sert ve celalli bir yapısının espri ve şaka yapmayı sever. Yoldan geçenlere takılır, manalı konuşurdu. İnsanlar kürsüde yanına gitmeye korkarlardı ama o bambaşka bir insandı “Hayatta en çok korktuğum şey birinin kalbini kırmaktır. Kâbe’yi yık ama gönül yıkma” düşüncesiyle öfkesi bile farklıydı.Çevresine verdiği öğüt sürekli “Adam olun, okuyun bu yolda devam edin” sözünü söylerdi Abidin Bozyiğitbaşı Bayram Hoca’yla yaşadığı anısını şöyle aktarır: Bir gün telefon açtı, “Sultanahmet’te bir kitap var al, dedi. Ne kadardır diye soramadım. kitabı getirdim. Yeni baba olan bir adamın kucağına çocuğunu vermiş gibi aldı, Tamam oğlum, bunu ister zekâta ister fitreye ya da borca neye sayarsan say” dedi. öldükten sonra arkamdan mehter marşı çalmalarını isterim” derdi. Bizde muallâkta kalmıştık. Bir âlim der ki öldüğümde eğer şeker dağıtılırsa bilin ki şahadet üzere gittim.” Bayram Hoca da vefat ettiğinde bunu istemişti. Biz de bayram havası gibi cenazesinde şeker dağıttık.*“Âlimin mürekkebi şehidin kanından ağır basacak”demişti sohbetinde. Bayram Hoca’mın kanı da var mürekkebi de var Mevla’m istediğini tartsın. |
All times are GMT +3. The time now is 17:56. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025