![]() |
"Hamasın roketleri varmış! Tehditmiş! Tabi olacak… Keşke tankları, daha güçlü füzeleri olsaydı. Olsaydı da kendi halkını savunsaydı. Dünyanın savunmadığı, Arap dünyasının savunmadığı, Filistin yönetiminin savunmadığı insanları savunsaydı."
İbrahim Karagül |
Batının iki yüzü ve bizimkilerin yüzsüzlüğü
Gazze’de bir insanlık dramı yaşanıyor. İsrail vuruyor, bombalıyor, öldürüyor, dünya seyrediyor. ABD bir zamanlar, demokrasinin beşiği olarak takdim ediliyordu. Demokrasiden bahseden her kalem önce ABD’deki uygulamalardan bir örnek verir, okuyucularını öyle bir demokrasinin özlemi ile doldururdu. Irak saldırısı,ABD’nin boyalarının dökülmesine vesile oldu,adeta bir turnusol kağıdı görevini gördü.. Amerikan sisteminin, biz ve onlar ekseninde kurulduğunu gözler önüne serdi. Şimdi İsrail’in Gazze saldırısı ile AB’de bir sınavdan geçiyor. Helsinki insanlar hakları sözleşmesi, Kopenhag kriterleri, Batı’nın kendini dünyaya takdim ederken kullandığı ambalaj bir, bir dökülüyor. İnsanlık Gazze örneğinde bu sözleşmenin, bu kriterlerin Müslümanlar ve öteki Doğu toplumları için kullanılmadığını görerek Batı’nın gerçek yüzü ile karşı karşıya geliyor. Batı ne istiyorsa kendisi için istiyor. Birinci ve İkinci dünya savaşı tecrübelerine rağmen Batı hiçbir zaman Doğu ile kendini eşit düzeyde görmedi. Üstün ve arî ırk inancından hiçbir zaman vazgeçmedi. Doğu toplumlarına dönük soykırımları, katliamları hep usulen, zevahiri kurtarmak maksadıyla protesto etti. Hiçbir zaman altına imza attığı uluslar arası sözleşmelere, akitlere uygun davranarak sorumluluğunun gereğini yerine getirmedi. İsrail, Batı’nın bu yanını bildiği için gelen tepkilerin, somut uygulamalara dönüşmeyeceğini bilerek hareket ediyor. Silahsız, ordusuz, korumasız bir topluluğu en hayvani metotlarla yok ediyor. Dün Nazilerin kendisine yaptıklarının aynısını ve hatta mislini Filistinlilere yapıyor. Meclislerinde Türkiye için soykırım kararı almak için yarışa giren Avrupa ülkelerinden gık çıkmıyor. Gösterilen küçük, cılız tepkiler ise görünüşü kurtarma gayretinden ibaret. İsrail’i cesaretlendiren sadece Batı’nın vicdanları kanatan tutumu değil. Arap ülkelerinin –halktan kopuk, kıblesi ABD olan- yöneticilerinin kendi saltanatlarından başka hiçbir şeyi düşünmeyen tavırları da İsrail’i cesaretlendiriyor. Bu ülkelerin birçoğuna akan Petro- dolarlar Yahudilerin kontrolünde olan, ABD-İngiltere Fonlarında dolaşıyor. Yani aslında İsrail, cephanesini bile, Arap yöneticilerinin servetinden alıyor. Batı’ya çok fazla kızmaya hakkımız yok. Herkes kendi insanına, kendi geleceğine yatırım yapıyor. Batı’nın gerçek yüzünü bilip, aslında kendimize kızmamız lazım. Müslümanları uysal koyun yapan, mangurtlaştıran onların dertlerine, sıkıntılarına, hassasiyetlerine bigâne kalan, onların topraklarını, kendi mülkü gibi kullanıp, kişisel zenginliklerine hasreden idarecilere ve onlara karşı hakkını savunma soyluluğunu gösteremeyen insanlara kızmamız lazım. Yüce Peygamber(AS), “Kendine yapılan haksızlığa göz yuman, başkalarına haksızlık yapmış gibidir” buyuruyor. Bu yönetimlerin hangisi bir batı ülkesinde olsaydı, tutunabilirdi. Hangi halk, halkını köleleştiren, onların imkânlarını kendi saltanatları için kullanan bu tip yöneticilere tahammül edebilirdi? Sahi Türkiye, İsrail’i tanıdığı 1948 den bugüne kadar kaç milyar dolarlık silah ve mamul aldı? İsrail’in malları ve silahları başkalarından daha ucuz bile olsa almamayı düşünür mü? Batı budur, ama İslam dünyası da budur. Biz kendimize gelinceye, gerçek Müslüman ve idarecilerimizde cesur oluncaya kadar bu zulüm çarkı dönmeye devam edecektir. Selçuk Özdağ |
Başbakan, Perez’in salvolarını yemedi diye neredeyse çıldıracaklar. Kaç gündür yandık, bittik, mahvolduk lakırdılarından ortalık toz duman. Bu mevkutelere kulak veren dünyanın sonunun geldiğini sanır. Başbakan’ın onurlu duruşunu bir türlü hazmedemiyorlar.
Hâlbuki başbakan, biraz teslimiyetçi, biraz yumuşak başlı olsa, ne iyi olurdu, mutluluktan uçar, hatta lütfedip onu sevmeye bile başlayabilirlerdi. Çünkü onlara öyle bir Başbakan lazım. Hööt deyince hötleyen, ödlek, korkak, pısırık bir başbakan. Böyle bir başbakan’ın sırtına biner, göksünde tepinip dururlardı. Artık tivist mi oynarlardı, flemenko mu, onu ancak Allah bilir… Ama olmadı, hevesleri kursaklarında kaldı. Tayyip kazandı, Türkiye kaybetti gibi başlıklar atıyorlar. Türkiye dedikleri kendileri. Biz kaybettik diyemedikleri için Türkiye kaybetti diyorlar. Perez’de kendilerini görüyorlar. Şimdiye kadar, yola getiremedikleri her siyasetçi için, her zaman bir çıkış yolumuz vardır diye düşünüyorlardı. Bağırarak, çağırarak korkutamadıklarını, şantajla, tehditle az mı hizaya getirdiler. Bunun son örneği-türünün en korkaklarından-bir emekli bürokratın bir telefonu ile yola gelip, meclisten firar eden bir siyasetçi eskisi değil miydi? Olmadı mı, tanklar ne güne duruyordu. Bir gece yarısı şehrin göbeğinde bir iki tur, en babayiğit siyasetçileri bile yola getirmeye kâfiydi. Zaten biz bu tankları niye almıştık, böyle hayati meselelerde kullanmayacaksak, ne için kullanacaktık. Siyasetçileri böyle, böyle şamar oğlanına çevirdiler. Haysiyetlerini, şereflerini iki paralık edip, tepe, tepe kullandılar. İşleri bitince de buruşturup bir köşeye atmakta beis görmediler. Şimdi karşılarında dayaktan, şantajdan, tanktan, toptan korkmayan bir lider var. Üstelik ABD’nin civcivini kışkışlamış bir lider. Onun için ne yapacaklarını bilemiyor, ha bire Türkiye kaybetti diye mızmızlanıp duruyorlar. Perez’e baktıkça kendi çaresizliklerini görüyorlar çünkü..Şayet,Başbakan, eyvallah edip Perez’in çalımlarını yutsaydı,bizimkileri de yutar diye cesaretlenecek,hadi dişlerini sayalım yarışması düzenleyeceklerdi.Şimdi kendi paçalarını nasıl kurtaracaklarının düşünüyorlar. Ee, ne demişler, men Dakka, duka. Papazın kuşu her zaman aynı türküyü söylemiyor, bazen de böyle sus-pus oluyor işte. Davos’tan sonra, daha hala Ergenekon, mergenekon tezgâhlarından medet umanlar varsa, aklına şaşarım. Zaman değişti, köprülerin altından çok sular geçti. Türkiye’nin artık ne şapkasını alıp kaçacak bir başbakanı, ne de Başbakanını yalnız bırakacak bir halkı var. Bunu anlayın artık. Anlayın ve hesabınızı ona göre yapın. İrfan Sönmez |
Farklılıkları rahmet vesilesi bilen İslâm düşüncesinin ustaları, karşıtlığın ve çatışmanın ürettiği diyalektik enerjiyle dünyalarını geliştirmişler, zenginleştirmişler ve hepsinden önemlisi her defasında yenilenmeyi başarmışlardır. Siyaset de tabiatıyla kendilerini çatışarak geliştiren bu akımların enerjisinden pekâlâ istifade etmiştir. Eskiler, ihtilâfta 'fesad' aramaya başladıkları an, çürümeye başlamışlardır.
Bir kez daha düşünmeli o hâlde, çatışma tazelenmeye, uzlaşma çürümeye yol açar, açabilir. Türkiye, umutlarını kaybetmiş gerçekçi zekâların arenası. Hayal yetileri çürümüş âdeta. Çelişkiden kaçınmak bir halt zannediliyor. Tutarlılık da güyâ bir marifet. Dikkatle bakarsanız doğanın ve/veya hayatın hiç de tutarlı olmadığını göreceksiniz. Uyuşukluğun insanın zekâsını tutmasına (zekânın sürgit tutarlı olmasına) izin vermemeli. Umudun huysuzlukta, tutarsızlıkta, çelişki ve çatışmada olduğu unutulmamalı. .... O hâlde ey talib, eksiklerini ve kusurlarını her farkedişinde hâline şükret, zira bir kez daha tamamlanacaksın demektir. Bir kez daha, bin kez daha. Olgunlaşacaksın ve çürüyeceksin! Daima. Yasa böyle. Dücane CÜNDİOĞLU |
Erdoğan bugün yeni bir rekor kıracak
Radikal gazetesinin 24 Eylül 1998 tarihli manşeti “Muhtar bile olamayacak” olarak atılmıştı. Aynı gün Hürriyet’in manşeti ise “Tayyip’in bitişi” şeklindeydi. Haberde, “İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 10 aylık mahkûmiyet kararı Yargıtay tarafından onaylandı. Erdoğan'ın siyasi yaşamı, bu kararla bitti. FP'nin liderliği için adı sık geçen Erdoğan artık muhtar bile seçilemeyecek...” deniliyordu. Yıllar sonra Ertuğrul Özkök, 2007 Nisan ayında cumhurbaşkanlığı adaylık sürecinin başladığı günlerde Çankaya için en kuvvetli adayın Başbakan Erdoğan olduğunu yazılarında zikrederken, CNNTÜRK televizyonunda yayınlanan, Ahmet Hakan'ın hazırlayıp sunduğu Tarafsız Bölge programında 8 yıl önce attığı manşeti de hatırlattı ve 'Erdoğan, muhtar bile olamaz!' başlığını ben attım dedi. İlginçtir, Hürriyet gazetesinde yer alan “Erdoğan artık muhtar bile seçilemeyecek...” başlıklı haberin sonunda Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in Erdoğan’la ilgili karar konusunda sıcağı sıcağına verdiği beyanat da vardı. Şu satırlar aynı haberden; “Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek belediyeye gelerek Recep Tayyip Erdoğan'la görüştü. Kapıda basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Gökçek, Erdoğan'ı Güney Afrikalı lider Mandela'ya benzetti. Gökçek, Erdoğan'ın Mandela gibi yıllar sonra tekrar siyasi hayata döneceğini söyledi.” Ve Gökçek haklı çıktı. Bu manşetin üzerinden sadece 4 yıl geçtiğinde Sayın Erdoğan Başbakanlık koltuğuna oturdu. 9 sene geçtiğinde ise, yani 2007 yılı Nisan ayına gelindiğinde isteseydi Çankaya’da oturuyor olacaktı. Sayın Erdoğan başbakan olmadan sadece birkaç ay önce (19 Eylül 2002’de) Hürriyet’te Yalçın Bayer’in köşesinde şu satırlar yer alıyordu: “Şunu ifade etmek isterim ki, o mihraklar hiç ümitlenmesin. Erdoğan değil milletvekili, mahallesine muhtar bile olamaz.” İlginçtir aynı yazıda; “Çok değerli hukukçu Sayın Sabih Kanadoğlu da makamının hakkını vererek suçluların telaşı içindeki ve adeta yangından mal kaçırmak isteyen kişilerle takdire şayan bir şekilde savaşmaktadır” deniliyordu. Yazıda geçen isme dikkat eder misiniz? O tarihlerde kim savaşıyormuş Sayın Erdoğan’la mahallesine muhtar bile olmasın diye… Sayın Kanadoğlu. Hani yıllar sonra 367 ucubesini icat etmek suretiyle (Erdoğan yada Gül’ün önünü kesmek için) Çankaya seçim sürecini kilitleyerek Türkiye’yi kaosun eşiğine getiren ve yakın tarihte de Ergenekon soruşturması kapsamında evi aranan Kanadoğlu… Kısacası oyun içinde oyun… Yıllar yılı bitip tükenmek bilmeyen kumpas üstüne kumpas. Aynı mücadele nasıl da sürüp gidiyor hala… Bu nasıl bir hazımsızlık tezahürüdür. İşte tam bu noktada, Ergenekon zanlısı bir paşanın eşinin basına yansıyan “şu mahkemeler bizden, oradan istediğimiz kararları çıkartırız” açıklamasını bir kez daha düşünün. Meğer Ergenekon dedikleri çok boyutlu bir koalisyon imiş... Medya, asker, bürokrat, yargı vb… AK Parti kapatma davası hangi zeminde palazlandı ve çark nasıl işletildi acaba? Erdoğan rekora koşuyor İşte bu şartlar altında görev yapan Başbakan Erdoğan, görevde 6 yılı tamamlamasına bu gece itibariyle 1 ay kaldı. Bugüne kadar görev yapan 60 hükümet 29 farklı isim tarafından kuruldu. Muhtar bile olmaz denilen Başbakan Erdoğan, 5 yıl 11 aydır devam eden başbakanlık görevi ile İnönü, Demirel ve Menderes’ten sonra en uzun süre görev yapan 4. Başbakan oldu. Sayın Erdoğan 4 ay önce 5 yıl 7 ay görev yapan Ecevit’in rekorunu kırmıştı. Bu gece ise Özal’ın 5 yıl 11 ay olan rekorunu kıracak. Sayın Erdoğan’ın Menderes’i geçerek en uzun süre görev yapan 3. başbakan olabilmesi için 4 yıl 2 ay daha başbakanlık yapması gerekiyor. Bu mümkün mü, şimdiden öngörmek elbette imkân dâhilinde değil… Bu arada devletin hantallığı Meclis’in web sayfasına da yansımış görünüyor. TBMM’nin web sayfasında yer alan ‘başbakanlarımız’ listesinde Erdoğan hala 59. Hükümetin başbakanı olarak görünüyor. (Bilgi notu: Hatırlatmamız üzerine gün içinde düzeltildi) Yazıya son vermeden önce meraklıları için bugüne kadar görev yapan başbakanların görev sürelerini de aktarmış olalım. İsmet İnönü: Toplam 16 yıl 4 ayla en uzun süre görev yapan Başbakan. İnönü aynı zamanda 12 yıl üst üste görevle kesintisiz en uzun süre görev yapan isim. İnönü, 10 hükümetin Başbakanlığını yaptı. — Süleyman Demirel: Toplam 10 yıl 10 ayla en uzun sürede ikinci Başbakan. 7 hükümetin Başbakanlığını yapan Demirel, 5.5 yıl kesintisiz görev yaptı. — Adnan Menderes: 1950–1960 yılları arasında 5 ayrı hükümette toplam 10 yıl 5 gün süreyle kesintisiz Başbakanlık yaptı. Erdoğan: Bugün Başbakanlıkta 5 yıl 11 ayını tamamladı. — Turgut Özal: 12 Eylül’den sonra Cumhurbaşkanı seçilene kadar 2 ayrı hükümet kurup kesintisiz ve toplam olarak 5 yıl 11 ay süre Başbakanlık yaptı. — Bülent Ecevit: Değişik zaman dilimlerinde toplam olarak5 yıl 7 ay süreyle Başbakanlık yaptı. Kesintisiz Başbakanlığı 3 yıl 7 ay sürdü. Şükrü Saraçoğlu: Tek parti döneminde 4 yıl 1 ay süreyle Başbakan olarak görev yaptı. Refik Saydam: 3 yıl 1 ay, - Bülent Ulusu: 3 yıl 3 ay, Tansu Çiller: 2 yıl 9 ay, Mesut Yılmaz: 2 yıl 3 ay, Yıldırım Akbulut: 1 yıl 8 ay, Cemal Gürsel: 1 yıl 6 ay, Şemsettin Günaltay: 1 yıl 4 ay, Hasan Saka: 1 yıl 3 ay, Celal Bayar: 1 yıl 2 ay, Nihat Erim: 1 yıl 2 ay, Recep Peker: 1 yıl 1 ay, Necmettin Erbakan: 1 yıl 2 gün, Ferit Melen: 11 ay, Suat Hayri Ürgüplü: 8 ay, Naim Talu: 7 ay, Fethi Okyar: 7 ay, Sadi Irmak: 5 ay. İlginçtir, 4 ay süreyle en kısa başbakanlık yapan isim olan 58. Hükümetin başbakanı Sayın Abdullah Gül şu an cumhurbaşkanı. Bazı çevrelerin neden dişlerini gıcırdattığı bu istatistikî bilgilerden sonra daha iyi anlaşılıyor. Muhtar olamaz dedikleri isim 86 yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en uzun süreli görev yapan 4. başbakanı olma unvanını bu gece kırmak üzere. Yazının başında yer verdiğimiz manşetleri bu bağlamda bir daha hatırlayınız. Hakikaten ilginç bir ülkede yaşıyoruz. Prof. Dr. Osman ÖZSOY – Haber7 |
Alıntı:
ben de bazen buna benzer şeyler düşünüyorum aslında. mesela yemek sektörü, insanların yemeye ve yapmaya ayırdığı bunca vakit, her gün çıkan çeşit çeşit yemeklere ne gerek var diyorum. yemek sektörüne harcanan bu kadar para(reklamlar vs.) saçma geliyor. bu enerjiyi yemeğe değil de başka alanlara kaydırsak, (hem bireysel, hem de toplumsal olarak, kurumsal olarak) çok daha güzel olur diye düşünüyorum. paylaşım için teşekkürler.. |
Gülümsemeyi ibadet sayan tek din İslâm. Yani inandığımız din bizi gülümsemeye teşvik ediyor. Ne yaparsınız ki, her gün suratımızdan düşen bin parça. Sanki Karadeniz’de gemilerimiz batmış.
“Ama efendim büyük ve çözümsüz problemlerimiz var!..” Tamam, var. Ne İslâm dünyasındaki gelişmeler, ne de ülkemizde yaşadıklarımız iç aydınlatıcı değil. Doğru da, olumsuzluklar biz somurtunca düzelecek mi? “Gülümsemekle de düzelmez” demeyin. Eğer ikisinin arasında bir fark yoksa, ben gülümsemeyi tercih ederim. En azından Peygamber sünnetidir. Yani dindarın somurtması, bağırıp çağırması, her şeye olumsuz yönlerinden bakması şart değil. Kimseyi döve döve Müslüman yapamazsınız. Öfkelene-söylene kimseye dininizi, politikanızı ve kendinizi sevdiremezsiniz. Hayat o kadar kısa, zamanımız öyle az ki, sevgili dostlarım... Sakin olmak ve hayata tebessümle bakmak en iyisi. Bunu bile bile bakın şu yaptıklarımıza ve yazdıklarımıza; sanki “her yer karanlık!” Oysa Allah’ın izin vermediği hiçbir olumsuzluk hükümferma olamaz. Yani kendimizi tüketmeye gerek yok. Hatırlayalım ki, Peygamber Efendimiz, en zor zamanlarında bile umuda gülümsüyor, hayata gülümsüyor, geleceğe gülümsüyordu. Hadi siz de onun gibi geleceğe gülümseyin! Yavuz Bahadıroğlu |
CHP seçime çok iddialı başladı. Bir tarafta "çarşaf açılımı" ile zirve yapan ideolojik dönüşüm trendine, kamuoyunu inandırdı. Öbür tarafta, belediyeler için dosya savaşları ile AK Parti'yi etkili bir muhalefetle yıpratmaya girişti. Bu strateji, doğru ve yerinde bir kurgu idi. Ta ki bir strateji olmadığı ortaya çıkana kadar. Geldiğimiz nokta, Baykal'ın AK Parti için koyduğu % 52 barajı ile, iflasını ilan etmesinden ibaret. Öyle ya siz rakibinize % 50'yi aşan bir çıta koyuyorsanız, kendi iddianızı peşinen kaybetmişsiniz demektir. Üstelik Baykal'ın hesabı matematiksel olarak yanlış. Faraza, genel seçimlerde % 96 oy almış bir parti, mahallî seçimlerde "artı 5"i nasıl elde edebilir? "% 96 oy mu olur?" sorusuna ise "% 52 oy mu olur?" sorusu ile karşılık verebilirsiniz. Son üç haftanın içinde iken seçim sonucu konusunda ortak bir kanaat kuvvetleniyor. Bu kanaat Baykal'ın "% 52" çıtasında somutlaşan bir AK Parti başarısı. Bu başarı ise CHP'nin başarısızlığı anlamına geliyor.
CHP'nin ikili stratejisi doğru idi. Dünya değişirken, üstelik artık darbe ihtimali de yok iken CHP'nin değişmesi kaçınılmazdı. CHP'nin bu işe başörtüsü gibi semboller üzerinden girişmesi de doğruydu. Kusursuz bir strateji, kötü bir komutana zafer getirmez. Baykal yalpalayarak, bazen aldığı tepkilerden keskin dönüşler yaparak bu stratejiyi çökertti. Her mahalleye "Kur'an kursu" açmaktan bahsederken, CHP'yi 1950'de sandığa gömen asıl gerekçe olan "Türkçe ezan ve namaz"ı telaffuz ederseniz, kendi kalenize gol atmış olursunuz. Kılıçdaroğlu'nu CHP'nin önde gelen politik figürü haline getiren dosya savaşları da aynı akıbete uğradı. Önce birkaç yanlış ile, inandırıcılık kayboldu. Sonra, CHP, mahallî yönetimler için bir vizyon geliştirmeyi beceremedi. Mümtazer Türköne |
Alıntı:
:güzel:;1 |
"Tekkelerimizde, dergâhlarımızda, tasavvuf yolumuzda bizim öğretmek istediğimiz, sevgidir. Kardeş olun, birbirinizi sevmeyi öğrenin!.. Kusurluyu da kusuruna rağmen sevmeyi öğrenin. Öteki insanları da.Belki bir zaman gelir, müslüman olur diye sevmeyi öğrenin.Bu İtalyandır, bu İspanyoldur, bu İngilizdir, bu Amerikalıdır; belki müslüman olur...O iman cevherini belki yeşertebilirim, yanına bir sokulayım diye düşünün"
|
"Allah’ın takdirine razı olan her şeyden kurtulmuştur.Taksime razı olan için hiç keder,gam,üzüntü yoktur.O kişinin inancıda o kadar güçlü olur ki,kendisi bile buna şaşar kalırsın;bu sonuç hem dünyanı hem de ahiretini mamur etmiş olursun."
|
Sezerin Affettikleri
Eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer in af listesindeki isimler şunlardır. BEKiR SITKI KEÇECi : THKP-C ÖRGÜTÜ MENSUBU EGE BÖLGE SORUMLUSU POLiS ÖLDÜRME EYLEMiNDE BiZZAT BULUNAN KiŞi MUSTAFA DEMiRER : THKP-C ÖRGÜTÜ MENSUBU 5 POLiS KATiLi MURŞiT ASLAN : PKK ÖRGÜTÜ MENSUBU ÜST DÜZEY SORUMLU AFTAN SONRA EYLEM HAZIRLIĞINDA iKEN YAKALANDI ORHAN GÜL : TKP/ML-TiKKO ÖRGÜTÜ MENSUBU TUNCELi MAZGiRT BÖLGE SORUMLUSU AFFEDiLDiKTEN SONRA EYLEMLERiNE DEVAM ETTi. TUNCELi MALAZGIRT'TE JANDARMA iLE GIRDIĞI ÇATIŞMADA ÖLDÜRÜLDÜ OKAN ÜNSAL : TKP/ML ÖRGÜTÜ MENSUBU ANKARA iL SORUMLUSU AFFEDiLDiKTEN SONRA EMNiYET GÜÇLERiMiZLE ÇATIŞMAYA GiRMiŞ KENDiSi VE KARISI ÖLDÜRÜLMÜŞ BERNA SAYGILI-ÜNSAL : TKP/ML ÖRGÜTÜ MENSUBU AFFEDiLDiKTEN SONRA EMNiYET GÜÇLERiMiZLE ÇATIŞMAYA GiRMiŞ KENDiSi VE KOCASI ÖLDÜRÜLMÜŞ ÖNDER MERCAN : TKP(ML)TMLGB ÖRGÜTÜ MENSUBU ANKARA iL SORUMLUSU MEHMET GÜVEL : TKP ÖRGÜTÜ MENSUBU AFTAN SONRA EYLEMDE YAKALANDI AYHAN TOPRAK : TKP/ML ÖRGÜTÜ MENSUBU ÜST DÜZEY SORUMLU iSMET SINAĞ : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU ERDOĞAN TOPRAK : THKP-C ÖRGÜTÜ MENSUBU ÜST DÜZEY SORUMLU GAMZE BAYRAM : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU ŞiŞLi DLMK SORUMLUSU SABANCI CiNAYETiNDE ADI GEÇMiŞ ENiS ARAS : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU AFTAN 5 AY SONRA EYLEMDE YAKALANDI HÜSEYiN KIRAN : TDKP ÖRGÜTÜ MENSUBU ÇEŞiTLi BOMBALAMA VE ADAM ÖLDÜRME EYLEMLERiNE KATILMIŞ CEM ŞAHiN : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU FATMA SiBEL SARISOY : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU MEHMET ACETTiN : THKP-C ÖRGÜTÜ MENSUBU ALi KONUK : SOL ÖRGÜTÜ MENSUBU SEMiRAY YILMAZ : MLKP ÖRGÜTÜ MENSUBU TUĞRUL CANER KILINÇ : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU NiL PINAR ARIN : TKP/ML ÖRGÜTÜ MENSUBU NAZiF TÖRE : TKP/ML-TiKKO ÖRGÜTÜ MENSUBU CEZAEViNDEN FiRAR EDEREK YUNANiSTAN'A KAÇARKEN TEKRAR YAKALANMIŞ EDiBE TOZLU : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU HASAN ÇEPE : TiKB ÖRGÜTÜ MENSUBU MuRAT ACAR : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU SABANCI CiNAYETiNDE ADI GEÇMiŞ MELAHAT AKAY : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU HÜSEYiN POLAT : PKK ÖRGÜTÜ MENSUBU OSMAN ALi ÇÖPEL : TiKB ÖRGÜTÜ MENSUBU AHMET ÖZDEMiR : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU HAYDAR ÖZBiLGiN : MLKP ÖRGÜTÜ MENSUBU MEHMET ŞAHiN : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU NiHAT SÖNMEZ : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU ÜST DÜZEY SORUMLU MESUT SEViMLi : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU NiHAL SAKLAYICI : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU NURAY TOPRAK : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU SADIK YILMAZ : MLKP ÖRGÜTÜ MENSUBU iBRAHiM TEKiN : PKK ÖRGÜTÜ MENSUBU RESUL AYAZ : TKiP(EKiM) ÖRGÜTÜ MENSUBU ÖRGÜT ÜST DÜZEY ELEMANLARIYLA SIK SIK GÖRÜŞMEKTEDiR ERAY KARAPINAR : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU EROL ALTIOKKA : TiKB ÖRGÜTÜ MENSUBU MUSTAFA KILINÇ : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU MEHMET SEViŞ : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU ÖRGÜTE YARDIM VE YATAKLIK YAPMAKTA KENAN CAMEKAN : TiKB ÖRGÜTÜ MENSUBU GENÇLiK ORGANiZATÖRLERiNDEN ERTUĞRUL KAYA : DEV-SOL ÖRGÜTÜ MENSUBU OĞUZHAN DURMUŞ : DEV-SOL ÖRGÜTÜ MENSUBU HÜLYA GÜNAY : TiKB ÖRGÜTÜ MENSUBU ATiLLA SELÇUK : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU TÜLiN DAĞ : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU ESMAHAN EKiNCi : TiKB ÖRGÜTÜ MENSUBU MUHARREM KURŞUN : TKiP(EKiM) ÖRGÜTÜ MENSUBU MURAT KIRSAY : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU TUNCER DiLAVEROĞLU : TYKKÖ ÖRGÜTÜ MENSUBU HASAN AYDOĞAN : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU ÖMER ÜNAL : TiKB ÖRGÜTÜ MENSUBU BÜLENT ÖNER : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU YUNUS ÖZGÜR : TiKB ÖRGÜTÜ MENSUBU ERGAZi YURTOĞLU : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU YÜKSEL MIZRAK : TiKB ÖRGÜTÜ MENSUBU YÜCEL UĞUR : TKP/ML ÖRGÜTÜ MENSUBU YALÇIN ABATAY : DEV-SOL ÖRGÜTÜ MENSUBU ABBAS ALKAN : PKK ÖRGÜTÜ MENSUBU iBRAHiM AYHAN ÖZGÜL : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU DEFALARCA JANDARMA KARAKOLUNA VE EMNiYET MÜDÜRLÜĞÜNE SALDIRIDA BULUNMUŞ, SALDIRI PLANLAMIŞ MUSTAFA GENÇ : SiLAH KAÇAKÇISI AGOP iPLiKCi : SiLAH KAÇAKÇISI ALi CEFAT UĞRAŞ : DEV-SOL ÖRGÜTÜ MENSUBU ÖRGÜT SORUMLULARINDAN ERDAL ARIKAN : DEV-SOL ÖRGÜTÜ MENSUBU BOMBALAMA VE KUNDAKLAMA OLAYLARINA KATILMIŞ ŞADUMAN KABACI : EKiM ÖRGÜTÜ MENSUBU ÖZLEM iLHAN : MLKP ÖRGÜTÜ MENSUBU NAMIK KEMAL BEKTAŞ : MLKP ÖRGÜTÜ MENSUBU HAKKI ŞEKER : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU BOMBALAMA VE KUNDAKLAMA OLAYLARINA KATILMIŞ SUAT KARABULUT : DEV-SOL ÖRGÜTÜ MENSUBU YILMAZ BABATÜMGÖZ : MLKP ÖRGÜTÜ MENSUBU LÜTFi TOPAL : THKP-C ÖRGÜTÜ MENSUBU CiHAN ARKAN : DEV-SOL ÖRGÜTÜ MENSUBU TAYYAR SÜRÜL : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU MESUT AVCI : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU ALi RIZA GÜNGÖR : TiKB ÖRGÜTÜ MENSUBU SiNAN RAKiP : TKP/ML ÖRGÜTÜ MENSUBU ÜMiT KANLI : DEV-SOL ÖRGÜTÜ MENSUBU ADEM KEPENEKLiOĞLU : TIKB ÖRGÜTÜ MENSUBU BARIŞ YILDIRIM : THKP-C ÖRGÜTÜ MENSUBU HAYDAR BARAN : TKiP(EKiM) ÖRGÜTÜ MENSUBU HAYDAR GÜNEŞ : TDKP ÖRGÜTÜ MENSUBU ÜST DÜZEY SORUMLU iLHAN DEMiREL : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU EMiR KESKiN : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU RAMAZAN ÇiÇEK : DEV-SOL ÖRGÜTÜ MENSUBU AYLA ÖZCAN : THKP-C ÖRGÜTÜ MENSUBU iNAYET GUNENC : PKK ÖRGÜTÜ MENSUBU BARIŞ GÖNÜLŞEN : TiKB ÖRGÜTÜ MENSUBU SEVGi TAĞAÇ : MLKP ÖRGÜTÜ MENSUBU PETEK TÜRKMEN : TiKB ÖRGÜTÜ MENSUBU CANALi TÜRKMEN : TiKB ÖRGÜTÜ MENSUBU TAMER ÇADIRCI : DEV-SOL ÖRGÜTÜ MENSUBU MEHMET LEYLEK : MLKP ÖRGÜTÜ MENSUBU GÜLAY iNCESU : TKP(ML) ÖRGÜTÜ MENSUBU OZAN AKIN : MLKP ÖRGÜTÜ MENSUBU BARBAROS HAYRETTiN YILMAZ : TKP/B ÖRGÜTÜ MENSUBU ÖZGÜR SALTIK : TKP/ML ÖRGÜTÜ MENSUBU TURAN ÇiL : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU ERCAN UÇUK : MLKP ÖRGÜTÜ MENSUBU ZEYNEL YILDIZ : THKP-C ÖRGÜTÜ MENSUBU ŞAHiN GEÇiT : TKP/ML ÖRGÜTÜ MENSUBU MUSTAFA ALTAN : MLKP ÖRGÜTÜ MENSUBU MURAT ERTEKiN : TiKB ÖRGÜTÜ MENSUBU ÇETiN DÖNMEZ : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU AYŞE ÇAVDAR : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU MEHMET BÜLENT YILMAZ : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU SALiH AYDIN : DEV-SOL ÖRGÜTÜ MENSUBU aLi ŞAHMO : TKP/ML ÖRGÜTÜ MENSUBU METE YALÇIN : TiKB ÖRGÜTÜ MENSUBU LEYLA UZUNHASANOĞLU : DEV-SOL ÖRGÜTÜ MENSUBU BEHZAT ESMER : PKK ÖRGÜTÜ MENSUBU HATiCE YILMAZ : THKP-C ÖRGÜTÜ MENSUBU HASAN BASRi AYDIN : TÖB-DER ÖRGÜTÜ MENSUBU ÖKKEŞ KARAOĞLU : TKP/ML ÖRGÜTÜ MENSUBU JANDARMA KARAKOLUNA BASKIN YAPMAK, POLiS ARACINA SiLAHLI SALDIRI YAPMAKTAN MAHKUM iKEN AFFEDiLiYOR, SONRA TEKRAR ÖRGÜTE KATILIP GÜVENLiK GÜÇLERiMiZLE ÇATIŞMAYA GiREREK ÖLDÜRÜLMÜŞ MUSTAFA KERiM OKATAN : TiKB ÖRGÜTÜ MENSUBU GÜRGiN YAMAN : SiLAH KAÇAKÇISI RAMADAN SADIKOĞULLARI : THKP-C ÖRGÜTÜ MENSUBU NAZAN YILMAZ : DEV-SOL ÖRGÜTÜ MENSUBU HÜSEYiN AVŞAR : DEV-SOL ÖRGÜTÜ MENSUBU METiN GÜNAY : TiKB ÖRGÜTÜ MENSUBU BANU COŞKUN : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU ALi YILMAZ : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU NURAY GÖNÜLŞEN : TiKB ÖRGÜTÜ MENSUBU SELAHATTiN AKCAN : TKP/ML ÖRGÜTÜ MENSUBU iSMAiL HAKKI SADiÇ : TiKB ÖRGÜTÜ MENSUBU MAKBULA AKDENiZ : TiKB ÖRGÜTÜ MENSUBU DENiZ BAKIR : MLKP ÖRGÜTÜ MENSUBU HAKAN YILMAZ : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU CENKER ASLAN : TiKB ÖRGÜTÜ MENSUBU HURŞiT ASLAN : PKK ÖRGÜTÜ MENSUBU MEHMET SALiH ARIĞTEKiN : PKK ÖRGÜTÜ MENSUBU POLiS KATiLi SEMRA ASKERi : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU DiNÇER OTLUÇiMEN : DEV-SOL ÖRGÜTÜ MENSUBU ULAŞ GÖKTAŞ : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU AYHAN KOÇ : DEV-SOL ÖRGÜTÜ MENSUBU MAHMUT YÜCEL : TKP/ML ÖRGÜTÜ MENSUBU HÜSAMETTiN ÖZDEM : TDP ÖRGÜTÜ MENSUBU MURAT BAHÇELi : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU SIRRI VOLKAN GÜNAY : DEV-SOL ÖRGÜTÜ MENSUBU BiNALi YILDIZ : TKP/ML ÖRGÜTÜ MENSUBU MUSTAFA TOKUR : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU ÖZGÜL DEDE : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU YÜKSEL DOĞAN : PKK ÖRGÜTÜ MENSUBU iBRAHiM GEZiCi : TKP/ML ÖRGÜTÜ MENSUBU iNAN EREN : DEV-SOL ÖRGÜTÜ MENSUBU TEKiN YILDIZ : TKP/ML ÖRGÜTÜ MENSUBU AHMET TURAN ATMACA : MLKP ÖRGÜTÜ MENSUBU SEDAT FELEK : TKP/ML ÖRGÜTÜ MENSUBU NECATiN AYAZ : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU SUZAN BARAN : TKP/ML ÖRGÜTÜ MENSUBU GÜRHAN HIZMAY : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU HAKAN BARAN : TKP7ML ÖRGÜTÜ MENSUBU HALiL DOĞAN : TiKB ÖRGÜTÜ MENSUBU iLHAN EMRAH : TKP/ML ÖRGÜTÜ MENSUBU DOĞAN KARATAŞTAN : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU MUSTAFA SAĞDIÇ : HDÖ ÖRGÜTÜ MENSUBU GÜLPERi ÖZEN : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU RUHi UZUNHASANOĞLU : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU FATMA GÜZEL : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU AYDAN ODABAŞ : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU GÜLSEVEN ÖZTÜRK : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU MADIMAK ÖZEN : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU GÜLDEREN SAN : TDP ÖRGÜTÜ MENSUBU EYLEM YEŞiLBAŞ : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU HÜSEYiN ALi GÜNAY : MLKP ÖRGÜTÜ MENSUBU HÜSEYiN TAŞKIN : MLSPB/DK ÖRGÜTÜ MENSUBU ÜST DÜZEY SORUMLU MUSTAFA YAŞAR : TiKB ÖRGÜTÜ MENSUBU YAŞAR DEMiRCAN : DEV-SOL ÖRGÜTÜ MENSUBU ERGÜN BÜTÜNER : DEV-SOL ÖRGÜTÜ MENSUBU NERGiZ iZCi : THKP-C ÖRGÜTÜ MENSUBU FAiK ÖNDER : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU ŞAHiN AKSOY : PKK ÖRGÜTÜ MENSUBU BÜLENT DEMiRÇELiK : TKP/ML ÖRGÜTÜ MENSUBU BARIŞ KAYA : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU KEMAL ALTINGÜL : DEV-SOL ÖRGÜTÜ MENSUBU CAViT TEMÜRTÜRKAN : DEV-SOL ÖRGÜTÜ MENSUU MURAT CANDAR : TiKB ÖRGÜTÜ MENSUBU MUSTAFA ERKAN ÇETiN : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU DHKP-C DOĞU KARADENiZ ÜST DÜZEY SORUMLUSU NEZAHAT GÜNDOĞAN : PKK ÖRGÜTÜ MENSUBU ÜST DÜZEY SORUMLU MÜSLÜM KALOĞULLARI : TKP/ML-TiKKO ÖRGÜTÜ MENSUBU HATUN AN : DHKP/C ÖRGÜTÜ MENSUBU kaynak (tumgazeteler.com) aslında internette araştırdığınızda birçok siteden bu bilgilere ulaşabilirsiniz... SEZERİ SEVENLER tekrar düşünün. Ahirette herkes seveniyle beraber olacak vesselam... hayatım kararttı neler oluyor bu ülkede asılması gereken insanlar baş tacı yapılıyor yandaş medya tarafından... |
Sen başına gelen bir dert içinde ALLAH diyorsan;
O sana Kendisini zikrettirmek için bu derdi vermiş demektir.. Gayesi seni Kendisiyle meşgul etmektir.. Hiçbir zikir ve dua karşılıksız kalmaz.. ALLAH'ı zikrettiren dert; O'nu unutturan maldan ve sıhhatten daha hayırlıdır... |
Millete güvenmeyenler, milli iradeye değer vermeyenler, halkı cahil, vesayete muhtaç sayanlar, bir avuç -kendi zannınca imtiyazlı, uyanık ve aydın- kesimin, halka rağmen ülke yönetimine el koymasını zorunlu görenler, şimdilik amaçlarına ulaşabilmek için asker yerine "yargıçlar devleti" formülünü uygun görenler…
Yüksek yargı, idari (maalesef siyasi) yargı "anayasa değişikliği bize sorulsun, bizim kabul etmediğimiz hiçbir madde orada yer almasın" diyorlar. Tekliflerine bakınca da maksadın, son tahlilde birkaç yargıcın iradesinin, millet iradesini ikame etmesine imkan tanımak veya bu imkanı devam ettirmek olduğu anlaşılıyor. İki anayasa profesörü tartışıyor: - Anayasa mahkemesinin üye sayısını değiştirmek ve önemli bir kısmını meclisin seçmesini sağlamak istiyorlar… - Bazı batı ülkelerinde de böyledir, tamamını meclisin seçtiği yerler bile vardır. - Bu iktidarda mı meclis seçecek? Bunun sonu neye varır? Yüksek mahkemeyi siyasallaştırmaya, iktidarın aleti kılmaya varmaz mı? İşte bu ifade, anayasa değişikliğine niçin karşı çıkıldığına ışık tutuyor ve diğer itirazlara da örnek teşkil ediyor. İtirazların tamamı, "yapılacak değişiklik şekil bakımından hukuka uygun ve Batıda örneği mevcut olsa bile bu iktidar o maddeleri, dindarlara daha fazla hürriyet ve imkan getirmek için kullanacaktır…" düşüncesini yansıtıyor. Yani başka bir ideoloji, düşünce, hayat tarzı sahipleri iktidarda olursa, bunlar anayasayı değiştirir, mahkeme üyelerini de kendileri seçerse bu iş hukuka, demokrasiye, rejime uygun oluyor, Akparti aynı şeyleri yaparsa meşru olmuyor! Bu kavganın sonu gelmez, karşılıklı engellemenin faturasını da halk öder; olduğumuz yerde sayarız, hatta geri de gideriz. Çare nedir? Çare demokrasiyi hazmetmektir, uygulamaktır. "Demokrasi çoğunluk iradesinin egemen olması demek değildir, azınlık da olsa muhalefetle uzlaşmak şarttır " deniyor. Dışı parlak olan bu cümlenin uygulamada yeri yoktur ve işi çıkmaza sokmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Bugüne kadar yapılan anayasaların hangisinde uzlaşmaya varıldı, muhaliflerin görüş ve itirazlarına itibar edildi? Demokrasilerde anayasa dahil bütün kanunları, hangi parti iktidarda olursa olsun meclis yapar. Meclis sivil toplum örgütlerine ve muhalefete kulak verir, itirazlarını dinler, makul gördüklerine göre değişiklik de yapar, ama uzlaşma olmadığında çoğunluğun dediği olur; azınlığın gönlü olsun diye beklenmez. Hayrettin Kahraman |
Ümitle uzun yollar aşılır; ümitle kandan irinden deryalar geçilir ve ancak ümitle dirliğe ve düzene erilir. Ümit dünyasında mağlup olanlar, pratikte de yenilmiş sayılırlar. Ne yiğitçe ve çalımla yola çıkanlar vardır ki, iman ve ümit zaafından ötürü, yarı yolda kalmışlardır. Küçük bir zelzele, gelip geçici bir fırtına, akıp giden bir sel onların azim ve iradelerini de beraber alıp götürmüştür. Ya kendilerine ümitle bağlanılıp sonradan onlarla beraber yeis bataklığına düşüp boğulanların hâli, o hepten yürekler acısıdır.
Aslında gerçeği bulamamış ve ona dilbeste olamamış kimselerin başka türlü olmaları da mümkün değildir. Makama, mansıba ümit bağlamış; servete, sâmâna gönül vermiş ve gelip geçici, yıkılıp gidici şeylerle avunup durmuş kimselerin, er geç hüsrana maruz kalacakları muhakkaktır. Solmayan renge, sönmeyen ışığa, batmayan güneşe dilbeste olan bir ruhtur ki; gecesi sabah aydınlığında, gündüzü Cennet bahçeleri gibi rengârenktir. Böylelerinin, karanlık bilmeyen ufuklarında güneşler kol gezer ve değişen mevsimler, farklı manzaraların büyüleyici meşherleri gibi birbirini takip eder durur. Veyahut her biri bir ulu ağaç gibi, semaya doğru ser çekmiş ve kök kök üstüne zeminin derinliklerine inmiştir ki; ne karın, dolunun şiddeti, ne de tipinin, boranın yakıp kavuruculuğu onları müteessir etmez. Sonsuza bağlanmış ve ümitle dolu bu gönüller, bahar demez, yaz demez; hazan demez, kış demez, kucak kucak meyvelerle gelir ve o görkemli kametten bekleneni yerine getirirler. Bizler topyekün bir millet olarak, dayanıp darılmayan, azmedip yılmayan ve hele ümitsizliğe asla kapılmayan yol göstericilere; ekmek kadar, su kadar, hava kadar ihtiyaç içindeyiz. Hevesle yola çıkıp hevâlarına göre aradıklarını bulamayınca, ya ümitsizliğe düşmüş veya Yaradan'la cedelleşmeye girişmiş olanlara gelince; onlar bizden, biz de onlardan fersah fersah uzak bulunmaktayız. Mamafih, feleğin geniş dairedeki çark-ı çemberi, hiçbir zaman, yerdeki bu sefillerin kokmuş felsefelerine ve bozuk hendeselerine göre cereyan etmeyecektir..! SIZINTI |
Alıntı:
Yazıyı genişçe okuduk faydalandık, eyvallah abicim.. Yazılanlara katılmamak elde değil.. Daha önce bir konuda da belirttiğim gibi biz öztürkçeciler gibi dilimize yerleşmiş kelimeleri atmayı düşünmüyoruz. İstediğimiz şey şudur ki, dilimize yeni kelimeler elbette girsin lakin onları olduğu gibi almayalım, kendi dilimizin kurallarını uygulayalım ki bize ait olsun. Zaman içinde evrilsin.. Ama günümüzde insanlara dil bilincini yerleştiremediğimiz için ve lanet olası bir özenti huyuna sahip olduğumuz için akın akın yabancı kelimeler olduğu gibi akın ediyor dilimize. İnsanlar sohbet demek yerine chat diyor. Chat'e çet deseler, dilimizde okuduğumuz gibi yazsak ona da eyvallah ama nerdee.. Dilimiz zenginleşsin ama önce insanları bilinçlendirebilmek lazım.. |
Daha çok çalışın, daha kaliteli üretim yapın, daha çok tasarrufta bulunun., lüksü ve israfı terk edin, yeni ve modern, büyük müesseseler kurmaya gayret edin!
Prof. Dr. M. Esad COŞAN (Rh.A) Cahide kardeşimize teşekkürler.. |
Taraf Gazetesi "AKP ve Gülen'i bitirme planı" başlığını attı ve tüyler ürpertici bir belgeyi yayınladı. Bu bir dönüm noktasıdır. Belge doğru da olsa, sahte de olsa artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz. Şimdi koro halinde bir kısım medya feryat ediyor: "Doğru olduğunu nereden biliyorsunuz?" Pardon! "Siz sahte olduğu kanaatine nasıl vardınız?"
Askerî savcılık bile bu aşamada "yalandır" diyemediği halde size ne oluyor ki bu kadar telaşa kapılıyorsunuz? Belgede imzası olan albay, dün ifade veremedi. Gelseydi el yazısı alınacak, belgedeki ile karşılaştırılacaktı. Simdi koskoca bir soru işareti oluşturuldu. El yazısını savcılıkta vermeyenlerin göndereceği örnek metin üzerinde ne yapacağı şüphe uyandırmayacak mı? Belgenin sahte olup olmadığını bu aşamada kesin bilemeyiz; ancak bildiğimiz bazı gerçekleri şu kadarıyla sıralayabiliriz: Daha belge ortaya çıkar çıkmaz bazı Ergenekon zanlıları ve medyadaki taraftarları "Bu belgeyi polis koydu" demeye başladı. Ne var ki zamanla manzara netleşti: Belgenin ele geçirildiği arama sanık avukatlarının gözetiminde yapılmış ve tutanağa o avukatlar da imza atmış; hatta o belgeden bir nüsha da avuAkatlara imza karşılığında teslim edilmiş. Bu arada yapılan arama saniye saniye kaydedilmiş. Hile yok, hurda yok... EKREM DUMANLI |
İtidalden, sevgiden tedirginlik ve huzursuzluk duymak, hiçbir açıdan hiçbir anlam taşımaz. Düşüncesi ve eğilimi ne olursa olsun, hiçbir insana böyle bir zaaf yarar sağlamaz, hayır getirmez. İnsanın insanlığını zaafa uğratan tutarsızlıklar her meşrû düşüncede, felsefede ciddi hatalar olarak görülür. Solda da sağda da, modernitede de postmodernitede de, her türlü hakikat ve mutluluk arayışında da böyledir bu.
Mâşeri vicdanın duyarlılıklarına bazen saygı duymak içinizden gelmeyebilir, gelemeyebilir; ama öyle de olsa onlara "saygısızlık etmeme" gibi bir yükümlülüğünüz, rasyonel bir ihtiyat idrakiniz ve basiretiniz, her şeyden önce kendiniz için mutlaka var olmalıdır. Aksi halde hiçbir düşüncenin, eğilimin ciddi insanı olamazsın. Pozitivist bile olamazsın. Hele demokrat, milliyetçi, toplumcu, halkçı hiç olamazsın. Birey önce kendi var oluşunu gerçekleştirmenin gereklerini yerine getirmelidir ki, sonradan kendine "artı bir şey" eklemenin imkânlarını görüp tanıyabilsin. Fethullah Gülen'i hiç görmemiş bir insan, bir şoför, arabasında bazı aydınımsılar ileri geri konuşunca, "Abiler lütfen bu bahsi kapatın. Ben o adamı görmeden seviyorum ve şu sözleriniz beni çok üzüyor. Arabayı bile zor kullanır hale geldim. Lütfen, ne olur" diyebiliyor. Bu sevginin hesabı, kaydı, ajandası, eylemi meylemi olur mu? Duası olur, şükranı olur, gönül bağı olur sadece. AHMET SELİM |
Çokkültürlülük, farklılıklara saygı gibi kavramların bugün tartışılıyor oluşunu, Avrupa evrenselciliğinin sorgulandığı geç modern dönemin dinamiklerinden bağımsız değerlendirmek mümkün değildir. Modernlik projesinin dünya çapında girdiği kriz, pek çok etik ve politik eleştiriye meydan verdi. Bu çerçevede "evrensel akıl", "özerk birey" gibi politik ideallerin, "öteki" ile iletişim kurmayı engelleyen boyutuna dikkat çekildi. "Eşitlik"in ötekinin kendini ifadesine imkan vermeyen boyutu eleştirilirken, kamusal alanda farklılıklara izin veren yeni bir siyasal etiğin oluşturulması yolunda tartışmalar derinleşti.
Zaman |
Ya YARSAV Başkanı beyefendiye ne demeli? Dün bazı gazetelerde yayınlanan fotoğrafta o da Ergenekon zanlıları ile al gülüm ver gülüm muhabbeti içinde. Oldu mu bu şimdi? Hem fiilen savcılık yapmaya devam edeceksin; hem de kalkıp bir davanın zanlılarıyla toplantılar düzenleyeceksin. Üstelik yanınızda bir HSYK üyesi olacak. Zaten bu konuda şaibe altında değil misiniz Sayın Başkan? Ergenekon zanlılarının avukatlarını aradığınız, 'Aman müvekkilleriniz savcıya şöyle desin, şöyle demesin' diye talimatlar verdiğiniz yazıldı çizildi. Bu kadar itham altında kalıp, bu kadar umursamazlık içinde kalmak bir maharet gibi algılanabilir; ancak adalet sisteminin içinde bizzat ve bilfiil bulunan insanların pişkinliklere başvurarak mesleklerine zarar vermesi asla kabul edilemez. Yazıktır! Böyle davranılmaya devam edilirse, mesleğe de meslektaşlara da zarar verilmiş olmaz mı? Zira adalet sistemi, işini büyük bir ciddiyetle, titizlikle yapan binlerce yargı mensubunun emeği üzerinde duruyor. Ve maalesef bazı kişilerin kamuoyuna sunduğu pişkinlik fotoğrafı en çok bu yargı mensuplarını incitiyor. Dün Paksüt'ü Silivri'de görünce adalet sistemi adına üzüldüm. Aklıma bir başka atasözü geldi: Çağrılan yere gidip ar etme/ çağrılmayan yere gidip dar etme.
EKREM DUMANLI |
26 YILDA NEYİ ÇÖZDÜK?
Söyleyecek lâf çok. Ama şu kadarını söylemek istiyorum: Son “26 yıl” boyunca; milyarlarca doları dağlara gömdük, 40 bin şehit verdik, “köy”leri ve “mezra”ları boşaltıp burada oturan insanları “zorunlu göç”e tabi tuttuk, “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” nutukları attık da ne oldu?.. Evet, ne oldu?.. Kürtlere sövdük, askerimizi övdük, dağları bombalarla dövdük de, ne geçti elimize?.. “Terör” mü sona erdi, yoksa “gittikçe derinleşen ayrışma” mı?.. Söyleyin Allah aşkına; Bu ülkenin kaynaklarını dağlara, askerini toprağa gömmek ve bunun “aynen devam” etmesini istemek bir “vatanseverlik” midir?.. Buna karşılık; “Kınalı kuzuların kanı akmasın!.. Anaların gözyaşı dinsin!” şeklinde özetlenebilecek bir “girişim” başlatmak, bu girişimde “birlik, bütünlük ve kardeşlik” duygularını yeniden tesis etmeye çalışmak “ihanet” midir?.. Sahi, nedir “ihanet” olan?.. “Ölüm”ler devam etsin demek mi, “Çözüm” bulunsun demek mi?.. 26 yıldır “terörle mücadele” ediyoruz, 26 yıldır “köyleri boşaltıyor”, arkasında “terörist gizlenebilir” diyerek “ağaçları kesiyor” ve “otlakları yakıyoruz” da ne oluyor?.. “Askerî çözüm” metodlarıyla nereye vardık?.. Öldüre öldüre bitirebildik mi “terörist”leri?.. Yoksa, bir “terör sektörü” doğmasına zemin hazırlayıp, bazılarının bu sektörden “rant” elde etmesine yol mu açtık?.. Artık sormak gerekmez mi; “PKK terörünü sona erdirmek” için daha kaç “vatan evlâdı” ölecek, daha kaç ana karalar bağlayacak ve daha kaç ocak sönecek?.. Bu mu vatanseverlik?.. Yoksa “çözüm” bulmaya çalışmak mı?.. Evet, ortada bir “ihanet” var!.. Ama, hangisi?!?.. Hasan Karakaya |
Mecnun LEYLA’sının köyüne gitmek için, dişi bir deveye bindi. Bir süre yol aldı. Mecnun’un tek derdi, bir an önce Leyla’sına kavuşmaktı. Dişi deve ise, geride bıraktığı yavrusunu düşünmekteydi ve onun tek derdi ise, geriye dönmekti. Mecnun bir an dalıp gitse, elinden yuları gevşetse, deve bunu hisseder ve geriye döner geldikleri köye yani yavrusunun olduğu yere doğru giderdi. Mecnun kendine gelip baktığında, bulundukları yerden çok daha geriye gittiklerini farkediyordu. Bu yolculuk iki-üç gün böyle sürdü. Mecnun yıllardır yollardaymış gibi şaşırmış kalmıştı. Baktı ki bu yol böyle bitmeyecek, deveden indi ve: “Ey deve!” dedi. “İkimiz de aşığız. Fakat, aşklarımız birbirine zıt, birbirine aykırı! Demek ki biz, birbirimizle yol arkadaşlığı yapmaya uygun değiliz. Senin sevgin de, yuların da bana uymuyor. O halde en iyisi ayrılalım!” diyerek deveyi bıraktı. ••• Bu hîkayede geçen ‘Mecnun’ insan ruhunu temsil ediyor. Ve ruh, Ezelî bir Sevgiliye yani Rabbine muhtaç ve müştaktır. ‘Deve’ ise, nefistir. Maddî arzuların sembolüdür. O da, yavruları olan heveslerin ardında koşmaktadır. |
Alıntı:
|
Bir çift kumru sesi. Sabah. İlk ışıkların altında. Meşeliklerde, ötede, kendisini görmediğimiz, ismini bilmediğimiz bir yalnız ötücü kuş. Çimenlerin arasından şırıltıyla akan derecik. Rüzgarda sallanan başaklar. Başakların sese getirdiği esenlik. Oturduğumuz iskelenin altında, eski bir zaman dili gibi varlığı şlap şlap yoklayan dalga. Bir annenin çocuğuna koşarken çıkardığı şakıma. Ve aşk için kollarını açmış kelimeye dönüşmeyen iç geçiriş sesi. Ve, kainatı zahmetsizce kucaklarcasına insanın canını yakan bir şarkıyı kanatlandıran ses. İnsan sesi. Şarkıda. Güzel ezanlar. Suyun içinden çıkan. Kıvrılmış saç. Rüzgarda. Görerek duyduğumuz ses. Geceleyin başımızı kaldırdığımızda yıldızların karşılıklı raksından gelen ses!
Doktorlar, anne karnında başladığını söylerler, insanın sesle olan macerasının. Bilemeyeceğimiz bir dönemin ilk izleri belki orada, bizim bilgi dışı zamanımızda oluşur, kökleşir. Yerleşir. İnsanın ilk macerası sesledir dünyada. Dünya sesle başlar. O başlayış belki de güzel sesle anlam arar kendisine. Ontolojik tutarlılık arar. Bulunca da su gibi yumuşar ruhu. UFUK BOZKIR |
İki büyük Allah dostu,Cüneyd-i Bağdadi ile Ebu Bekir Şıbli aynı günde hastalanırlar.. Her ikisini de aynı hekim tedavi etmektedir.. Ve hekim dinsizdir.. Hekim önce,Ebu Bekir Şıbliye gidip sorar: -Rahatsızlığın nedir? O: -Hiç! , diye cevap verir. Hekim daha sonra aynı soruyu Cüneyd’e de sorar, o ise,ayrıntısıyla bütün hastalığını anlatır… Bir süre sonra iki büyük gönül ,Cüneyd ve Şıbli karşılaşırlar, Şıbli Cüneyd’e sorar: -Rahatsızlığını bir dinsizin önüne niye serdin? -Bilsin istedim dost olana böyle yapılıyor. Ya düşmana ne yaparlar! Sonra da hikmetini anlamadığı şeyi Cüneyd, Şıbli’ye sorar: -Peki,sen niçin rahatsızlığını söylemedin? -Dostu,düşmana şikayet etmekten utandım!.... "!!!" |
Peygamberlerimizin hayatlarını okuyor musunuz? Şimdiye kadar okumuş olsanız dahi yeniden okuyun. Evinizde, elinizde yoksa hemen bir tane edinin.
Bakın bakalım, aralarında, “ekmek derdine” kapılıp taviz verenler var mı? Ölüm gelmeden ölmeye yatanlar var mı? “Köprüyü geçene kadar ayıya dayı” diyen oldu mu? “İtle dalaşmaktansa çalıyı dolaş”mayı tercih eden bir peygambere rastladınız mı? “Bana dokunmayan yılan” tekerlemesine sığınanı gördünüz mü? “Maslahat icabı” inançlarından, ilkelerinden taviz veren bir peygamber olduğunu duydunuz mu? Hayır! Nasıl inanmışlarsa öyle yaşamışlar! Baskıysa baskı, zulümse zulüm, ölümse ölüm! Şiddet karşısında bile itidalden uzaklaşmamışlar, suhulet ve sükünetle tebliğlerini yapmışlar. Hatırlayın: Hazret-i İbrahim’in karşısında Nemrut vardı... Hazret-i Musa’nın karşısında Firavun vardı... Hazret-i İsa’nın karşısında Roma despotları vardı... Hazret-i Âlişan Efendimiz’in karşısında ise başta Ebu Cehil olmak üzere Mekke’nin tüm müşrikleri: Tüm kuvvet ve kudret sahipleri vardı... Nemrud, Hazret-i İbrahim’i ateşe attı: Ateş gülistana döndü. Firavun, Hazret-i Musa’yı Nil Nehrinde boğmaya kalktı, ordusuyla birlikte kendisi boğuldu. Roma despotları Hazret-i İsa’yı öldürdüklerini zannettiler, Hazret-i İsa semaya alındı. Ebucehil, Hazret-i Âlişan Efendimizi doğduğu şehirden kovdu, ama kısa bir süre sonra muzaffer olarak aynı şehre dönmesini engelleyemedi. Onlar başkalarına değil, Allah’a teslimdiler. Allah’a teslim oldukları için zahiren kaybettikleri zamanlarda bile mânen kazanıyorlardı. Baskılar şiddetlendikçe inançlarına sarılıyor, inançlarında diriliyorlardı. Samimiydiler. Dürüsttüler. Yüreklerinin en derin yerlerine kadar imanlıydılar ve inançlarında sebat etmeye kararlıydılar. Tarih onların yaşama biçiminin haklılığını tescil etti. Tarih bizim tabansızlığımızı da tescil ediyor. Bakalım gelecek nesiller nezdinde beraat edebilecek miyiz? Yavuz Bahadıroğlu |
Devlet kurumları “U Borusu” gibidir.. Biri diğerinden çok daha saygın olmaz genellikle..
Hangi ülkede olursa olsun, ‘Başbakan asan bir ordu’nun hukuk dışı gücü, hangi ülke ve toplum için olursa olsun, teminat değil, milli iradeye karşı tehdittir.. Ordu denizinde bir gemi mi Türkiye, yoksa türkiye denizinde yüzen bir muhafız gemisi mi? Bazen kulağa hoş geldiği düşünülen ifade ve iddialar, sonra can sıkıcı talihsiz sloganlara dönüşebilir... Çevik Bir zamanında orduya şükran onurumuzdur gibi kışla kapılarında dışa dönük tabelalar asılmıştı.. Şecaat arz ederken bazen böyle zor durumlarda kalınabilir.. Bu ifadeler gelecekte, geçmişe ait acı hatıraların, yanlış bir zihniyetin belgesi olarak anılacaktır.. Genelkurmay Başkanı bu tür tuzaklara nasıl düşüyor, bu yanlışlıklar meratibi silsileden nasıl geçip afişlere çıkıyor, anlamak zor aslında.. Sonunda korumaya çalıştığımız değere zarar veriyoruz. Şecaat arz ederken, başka durumlarla karşılaşıyoruz.. Güçlü bir Türkiye’den söz ediyorsak, önce darbeci paşaların unvanlarının geri alınması gerekir. Evren’in de, Gürsel’in de. Diğer darbeci paşaların da sanık sandalyesine oturtulması gerekir.. Güçlü ordu, zayıf Türkiye sonucunu doğurmamalı. Evet “Bütünün adı Türkiye'dir. Türkiye güçlü olursa ordu, millet, devlet, meclis, hükümet, her şey güçlü olur.” Güçlü ordular, güçlü olmayan halkını eziyor, yoksul bırakıyorsa, orada sorun var demektir. Diktatör ülkeler, faşist iktidarlar da güçlü orduyu severler, ama kendi iktidarlarını korumak ve düşmandan çok kendi halkını zabtu rabt altına almak için.. Abdurrahman Dilipak |
Hayatıma etki etmedi pek... Ama sorgulamamı sağladı, kendimi ve çevremi, sahiden böyle mi yapıyoruz... Şimdi okudum burayı, iftardan önce aktarayım istedim...
... Kendimizi kolayca, Batı'da imal edilen o "Doğulu" (Oryantal) çerçevenin göbeğine monte ediyor ve br ikiliği daha en baştan doğru kabul ederek yola çıkıyoruz. Tabii Batılı olmak bir üstünlük duygusu verdiği ve modern çağın statü standardı haline geldiği için de, kendimizi zirvedeki Batı ile ölçmeye; onun karşısında küçük görmeye, azgelişmiş, gelişmemiş, hasta adam vs. gibi aşağılayıcı sıfatlarla yargılamaya bayılıyoruz. Oysa meseleyi dünya tarihi veya küresel tarih bağlamında ele aldığımızda, Batı'nın insanlık tarihini baştan başa kat eden kesintisiz bir serüven olduğu masalını bir kenara bırakmamız ve "Batn çuvalı"nın içine tıkıştırdığımız birçok avare unsuru boşaltmamız gerekiyor. En önce de, Batı medeniyetinin daha baştan itibaren Doğu'dan büsbütün farklı bir kulvarda, kendi yolunda yürüdüğü ve insanlık tarihinde benzersiz bir medeniyet vücuda getirdiği, nihayet, tarihin hep merkezinde bulunduğu ve "tarihin sonu"nu getirdiği gibi içi boş savları, kıyasıya sorgulamamız gerekiyor. Mustafa Armağan / Avrupa'nın 50 Büyük Yalanı |
Ne Hoş Tasvirler:
"O’nun beyanlarında namaz; oturup-kalkan, insana arkadaş ve yoldaş olan, onun yalnızlığını gideren ve ışığıyla onun yollarını aydınlatan.. abdest; can gibi, kan gibi insanın damarlarında dolaşan, ırmaklar gibi onun kapısının önünde akan, akıp akıp her türlü isi-pası temizleyen.. ezân, kâmet; selviler gibi boy atıp salınan, ses şoku yapıp şeytanların ödünü koparan ve bir revh u reyhân olup namaza gidenlerin ruhlarını saran.. zekât, sadaka; tıpkı birer köprü gibi birbirinden kopmuş yığınları bir araya getiren, sağlam bir lehim gibi parçaları bütünleştiren.. oruç; bir kalkan gibi sahibini koruyan, onun cennete girmesine yardım için, cennet surlarında sırlı bir kapı hâline gelen ve elinde kâsesi bir sâki gibi ona kevserler sunan.. hac; bir terzi gibi yırtıkları yamayan, bir gassâl gibi lekeleri yıkayan ve umumî bir meşveret meclisi gibi bütün inananları bir araya getiren.. cihad bir fedâi gibi göğsünü gerip cehenneme giden yolları kapayan, bir teşrifatçı gibi cennet yollarını açıp, insanlara “buyur!” eden ve şefkatli bir baba gibi inat edenleri zincirlere vurup firdevslere doğru sürüyen.. zikir, dua; telsiz, telefon gibi Yaratan’la yaratığı birbiriyle buluşturan, birbiriyle konuşturan, emr-i bil-ma’rûf nehy-i ani’l-münker; birer trafik memuru, birer kapıcı gibi, yol başlarını, kapı önlerini tutup, yoldan geçip-geçmeme, kapıdan içeriye girip-girmeme işlerini idare eden.. sıla-i rahim; bir anne gibi kucağını açıp bekleyen, insanlarla dâvâlaşan ve mürâfaa olan, onlarla konuşan, vaadlerde bulunan, inhirâf edecekleri endişesiyle onları tehdit eden, yakasından tutup hırpalayan birer canlı motif hâline gelir ve dinleyenleri âdetâ büyüler. Evet, O’nun bütün bu hususları bir kaneviçe gibi tasviri, tasvirde kullandığı malzemenin husûsiyetleri; beyânındaki hareket, işaret, resim ve mûsikî gücü, bütün edebî san’atları tekellüfsüz ve yerli yerinde kullanması, her biri başlı başına birer mücelled isteyen mevzûlardır." |
Her kadir gecesi, aynı zamanda birer “kader gecesi”dir...
Kendi tercihimiz ve katkımızla belirlenir kaderimiz. Kavli ve fiili dualarımız “Dualarınız olmasaydı ne ehemmiyetiniz olurdu” buyuran Rabbimiz’in nazarında “ehemmiyet” kazanmamızın ölçüsüdür. Kadir vakti, dua vaktidir bir anlamda... Bağışlanmamız için açacağımız ellerimizi böğrümüzde bırakmayacağını vaad eden Allah’ın önünde dize gelip aczimizi idrak ile dileklerimizi sıralamanın çok anlamlı, aynı zamanda da rahatlatıcı olduğunu belirtmeye bilmem gerek var mı? O bizi de, ihtiyaçlarımızı da biliyor... O’nun hazineleri hepimize yeter. • Bu gece insanların duruşuna bakın: Daha dikkatli, daha rikkatli, daha şefkatli, kısacası daha “insan” olduklarını göreceksiniz... Bu geceyi “her gece” yapmak, beşeri zaaflarımızdan kurtulmanın tek yolu gibi gözüküyor. Bir birimizin gözünü oymaktan başka türlü kurtulamayacağız! • Bu geceye korku değil, sevgi egemen... Sevgiyle açılan eller, sevgiyle yumuşayan gönüller ve sevgiyle bakan gözler... Her şey sevgi ekseninde şekilleniyor bu gece... Her şeyde bir şey görünüyor: İnsan! Müslüman yüreklerde güller açıyor bu gece: Muhammed (s.a.v) açıyor! Bu gece hürmetine şefaatini bizden esirgeme gül kokulu gülşenim! Hasretim, sevdam, Peygamberim! Yavuz Bahadıroğlu |
Batının özgürlük serüveni, kilise ve onun kurumlaştırdığı papalık ilahiyatına yönelik bir isyanı, aristokrasi ve onun sembol kurumu olan Krallığın oluşturduğu siyasallığa bir saldırı üzerine bina edilmiştir. Yani kendisini çevreleyen şartların olumsuzluğuna bir başkaldırıdır, batılı özgürlük serüveni! O yüzden batılı özgürlük serüveni, din dışı bir alanda neşvünema bulan bir karaktere sahiptir. Tersinden heva ve nefsin ağır baskısı altına alınan kişiliklerin özlerini kaybettikleri ve ortamın belirleyiciliğine teslim oldukları ortadadır. Yani özgürlük yerine korkunç bir bağımlılığın kucağına düşmektedirler ve buna özgürlük yavesi yapıştırılmaktadır.
İslam düşüncesinde ise; özgürlük ve kavramsallaştırılması; benliğin güçlendirilmesi, yani özün gürleştirilmesidir. Nefsin ve hevanın bağımlılığından kurtulmanın yegane yolunun Allah’a tam bir bağlılıkta yattığı gerçeği vardır. Tağutun inkarı ve tutkunun zindanından kurtulmanın adıdır özgürlük! O yüzden müslüman kişi; özgürlüğünü nefsinin ve tutkularının esaretinden kurtarmakla bulmaktadır. Özgürlük sorumlulukla eşdeğer halde kabul edilmektedir ve tam bir bağlılık projesi içinde anlamlandırılmaktadır. Yani yeryüzünün kendisinden kaynaklanan değerlerinden koparak gökyüzünün ilahi menşeli değerlerine yükselmededir özgürlük… Abdülaziz Tantik |
Bakın geçmişimizde devletin kurumlarını elinde tutan devlet adamlarımızın bazıları bir takım yalnış uygulamalar yapmıştır o günlerde yaşanan bir çok olumsuz şeye rağmen bu gün yeni nesil kürtler ogünler yüzünden bizim bu günümüzden hesap sormaya hakları yoktur.Ama bizlerinde o yapılan yalnışları en azından görüp kürt realitesini tanıma gayreti içerisinde olmamız inanın pkk nın elindeki oyuncağı almamıza yarıyacaktır . Çünkü yirmiş beş yıldır yaklaşık 40.000 insanın ağırlıklı olarak bölge sınırları içinde ölmesi ordaki şiddetin pkk tarafından kullanılmaya müsait olmasını düşünmemiz lazım.Bölgedeki şiddet kısırdöngüsü kürtler arasında devletin zalim kürtlerinse ise mazlum olduğunun mağdur psikolojisini doğurdu. Düşünün bu mağduriyet duygusu yüzünden kürt milliyetçiliğinin yükselmesi ile PKK'nın sanki meşruymuş gibi algılanmasına yaramıştır.Hatta bir adım ileri giderek o bölge üstünden adeta siyasal aktör olarak görev içra etmesine tabii işin boyutu zaman ilede yükselen karşı milliyetçilik neticisinde siyasal elitler arasında kullanılan malzeme haline dönüşmüştür.
Yani üzülerek söylüyorum darbe sürecleri olsun tek parti sürecleri ile olsun devletin kürt politikaları PKK şiddetinin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bizler şimdi karşımızda böyle bir gerçek var iken sonu gelmeyen catışmalar karşısında nasıl olurda bu mesele burda kalsın diyebiliriz, yarınlarımıza nasıl umut pompalayabiliriz. Kürtleri ve onların ihtiyaçlarını dinlemek , onları bir kısım zihniyetlerin elinden kurtarmak tan başka sizce ne caremiz var . Mümkünmüdür ki koca bölgeyi haritadan silip atmak yada baskıcı ve yok saymacı düzenlemeler ile onları sindirmek sanmıyorum gelişen bilgi ağları gelişen dünya düzenleri artık onlarında kendilerini ifade etme güçlerini artırdı. Sadece devlet politikası ile bile bastırılması güç noktaya gelindi . Belki geçmişte yaşanılan asimilasyon politikaları ile yüzgöz değiller ama ,kültürel ve bir takım sorunların hala olduğu bir gerçek . Kağıt üzerinde olmayan ama kurumlarda olan ırkcı refleksler devlet ideolojisi bu noktada bir hayli direnç gösteriyor. Her şeye rağmen umutluyum eminim güzel yarınlar bu mesele ile bizlere göz kıpracaktır. |
Şimdi ne değişti de, prangalarımızı çözüyor, resmi ideolojinin kalıplarını çatlatıyor, psikolojik savaşı göğüslüyor ve artık geri dönülmez bir yolda; ileri demokrasi, insan hakları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü deyip kararlılıkla yürüyoruz?
Çünkü her devrin, her ideolojinin, her paradigmanın bir vakt-ı merhunu var. Yani tayin edilen bir ömrü var. Bizdeki Kemalist ideolojinin de bir ömrü var. Özgürlükler genişledikçe, toplum şuurlandıkça vesayetçi sistem daralıyor, tükeniyor. Bu arada kendi dünyasında geriliyor ve Türkiye'yi de geriyor. Asker ve yargı bürokrasisinde, demokratikleşmeye karşı gösterilen direnç bunu anlatıyor. Bir yandan demokrasiye sahip çıkılıyormuş gibi yapılıp, diğer yandan siyasetin tam ortasında yer almak, her demokrasi hamlesine yargı çelmesini takmak, halkın oyuyla iktidara gelmiş bir partiyi kapatmaya çalışmak, başka ne ile izah edilebilir? Evet, şimdi ne değişti de geri dönülmez bir yolda kararlılıkla yürüyoruz? Çünkü resmi ideoloji, yani statüko psikolojik savaşı kaybetti. Bunda da en önemli etken, vesayetçi rejimin manipülasyon aracı, tetikçisi, fedaisi basının zayıflamasıdır. Dünyada hiçbir ülkede medya, bizdeki kadar yozlaşmamıştır. Faşist rejimlerde evet, medya esir alınmış, tek sesli hale getirilmiştir. Fakat bizdeki gibi bir yandan basın özgürlüğü deyip, basın meslek ilkeleri deyip, bir yandan bütün özgürlüklere; devlet politikaları ve statükonun muhafazası adına saldıran bir medya olmamıştır. 28 Şubat sürecindeki onursuz, ilkesiz, utandıran duruşları, mevzilenmeleri sıralamak istemiyorum. İşte bu medya şimdi psikolojik savaşın artık güçlü bir silahı değildir. Artık alternatif bir medya var ve hırslarından bu medyaya "yandaş" sıfatını takıyorlar. Pekiyi siz yıllardır kimin yanındaydınız? Halkı korkutur, işadamlarını, rakiplerinizi sindirir ve siler, hükümetleri teslim alır, manşetlerinizle bakanlarla oynar, hükümet yıkıp, hükümet kurarken kimin, kimlerin yanındaydınız? Sizin için eski günler asla geri gelmeyecek. Evet, şimdi ne değişti de geri dönülmez bir yolda kararlılıkla yürüyoruz? Çünkü Ergenekon dosyası açıldı. Devletin içindeki bütün kirler, kirli yapılar, kanlı cinayetler, faili meçhuller, yeni senaryolar, provokasyonlar etrafa saçıldı. Öyle saçıldı ki, bunları kimse Susurluk'taki gibi halının altına süpüremez, örtbas edemez. Bu mızrak, hiçbir çuvala sığmaz. Hiçbir sihirbaz o LAW silahlarını, o suikast tabancalarını, o yüz binlerce mermiyi, el bombalarını, patlayıcıları abra kadabra deyip buharlaştıramaz. O iş de bitti. Onun da geriye dönüşü yok.... Hüseyin Gülerce |
Dün,hayat çemberinde düzensizce ürpererek dalgalanan bir zerre olduğumu hayal ettim.
Oysa bugün,kesinlikle biliyorum ki çember,benim ve hayat bütünüyle düzenli zerreler halinde benim içimde hareket ediyor... Halil Cibran |
...İhlasa ulaşma, kişinin bu konudaki gayretleri doğrultusunda ancak Allah'ın yardımı ve tevfikiyle mümkündür.
Kuran'da Hz. Musa'nın (a.s.) ihlasa ulaştırıldığı dile getirilerek, ihlasa ulaşabilmeye kulun gayretlerinin yetmeyip, bunun Allah'ın yardımı ve lütfuyla mümkün olduğuna dikkat çekilir... Allah Sevgisi Yolunda Peygamber Ahlakı-İhsan Ali Karamanlı |
Kurucu figürlerini tanımayan, onlarla aynı rüyaları paylaşamayan, onların hayallerini, heyecanlarını, coşkularını, ideallerini, çilelerini yaşayamayan, hissedemeyen, soluyamayan, yeni hayallere, rüyalara, coşkulara, ideallere dönüştüremeyen kuşaklar, kendilerini tanıyabilirler mi, dünyayı, dünyanın başka kültürlerini tanıyabilirler mi? Eğitim sistemimiz, sömürgecilerin yapamayacağı kadar tahribat yapıyor… Kültür hayatımız,medya dünyamız kendi kültürümüze, sanatımıza, düşünce dünyamıza o kadar yabancı, o kadar ilgisiz, o kadar kör ve duyarsız ki, insanın çıldırırcasına haykırası geliyor, "durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak" diye… Bizim etik, estetik ve adalet ilkeleri üzerinden insanlığa sunduğumuz görkemli ama bir o kadar da mütevazı; gittiği her yere ruh götüren, hayat bahşeden; yüzyıllarca hem zamanı, hem mekânı fetheden kurucu figürlerimizin inşa ettikleri kendi gök kubbemizi tanımadan, yaşamadan ve yaşatmadan geleceğe ne söyleyebiliriz ki biz? Geleceğimizi nasıl teminat altına alabiliriz ki? Çocuklarımızın ideallerinin, ruhlarının, rüyalarının ve hayallerinin öldürülmesini nasıl önleyebiliriz ki? Kendi hayallerini kuramayanlar, başkalarının hayallerini yaşamaktan, dolayısıyla yok olmaktan kurtulamazlar… |
Mevlâna, Cenab-ı Hakkı delice seviyordu ve ufkunda hiç dinmeyen bir inilti vardı. Gece-gündüz. Bütün bütün masivadan tecerrüt edip kendini gönlündeki aşk-u vuslatın med-cezirlerine sarılınca tamamen bir ateş topuna dönüyordu. İçten içe ocaklar gibi yanıyor ama asla gam izhar etmiyordu. Yanmayı aşkın gereği görüyor, ah-u vah etmemeyi de vefa töresi sayıyordu. Ona göre “seviyorum” diyenler cayır cayır yanmalı ve bunu da maiyet ve kurbetin bedeli saymalıdırlar. Az yemeli, az içmeli, az uyumalı, konuşacakları zaman da sadece O’ndan söz açmalı Ve hep “hayret” yaşamalıydılar. O “sevenin nasıl uyuduğuna şaşılır; evet, sevene uyku haramdır” derdi. Bir keresinde cenab-ı Hakkın Hz. Davud’a hitaben: “ey Davut! Kendini uykuya salıp beni düşünmeyen sonra da aşk iddiasında bulunan yalan söylemiş olur” sözünü naklettikten sonra “karanlık basınca âşıklar delirmeli” demiş ve dediği gibi yapmıştı. İşte divan-ı kebir’de onun magmalar gibi köpürüp duran his ve heyecan ummanından sadece birkaç damla: “elsiz-ayaksız kalmış zavallı gönlümde O’nun aşkına direnecek güç kalmadığı için mecnun gibiyim. Her gün, her gece beni bağlayan aşk zincirinin ucunu geveleyip duruyorum. Sevgilinin hayali gelip belirince kanlar içinde kalıyorum. Ben kendimde olamadığım için O’nu gönül kanıyla boyarım diye korkuyorum. Aslında sen, her zaman aşk ateşiyle yanıp yakılan bu aşığın gecelerini perilerden sormalısın… herkes gidip uyudu; gönlünü O’na kaptırmış olan ben ise uyku nedir bilmiyorum. Bütün gece gözlerim göklerde yıldız saymakta; O’nun aşkı uykumu öyle bir alıp götürdü ki, bir daha geri geleceğini sanmıyorum…” ( ah..nerde bizde..böyle bir ... ) |
Hukuk kuralları iyi ve kötü'ye göre belirlenir; o halde, iyi olanı yapmalı, kötü olandan kaçınılmalıdır. Ama bir şeyin iyi ve kötüsü göreceli olduğundan şunu da ilave ederler: Eğer bir şey tamamıyla iyi ise bu zorunludur, yani "vacib" veya "farzdır" Eğer bir şeyde iyilik baskın ise o takdire değerdir, yani "müstahab"dır. Eğer bir şeyde iyi ve kötü birbirine eşitse veya ikisi de yoksa, bu kanun gözünde farksız, yani "mubah"tır. Eğer bir şeyde kötülük baskınsa, onu yapmak çirkin yani "mekruh" olur. Eğer birşeyde kötülük kesinlikle varsa, bu yasak yani "haram"dır. İnsanın hareket alanının kurallarının bu şekilde beş'e bölünmesi yalnız makul olmakla kalmaz, İslam kanunun vahye dayalı ve ilahi kaynaklı olmakla beraber, akla ve sağduyuya da uygun olduğunu gösterir. Bunun böyle olduğunu ortaya çıkarmak bize düşer.
İslam'ın Hukuk İlmine Katkıları , Muhammed Hamidullah |
- Neden Türkiye'ye gelmiyorsunuz ?
Ben burada kendimi çok iyi hissediyorum. Türkiye rahat, gelip rahata alışmak istemem.. - Azerbaycan zaman zaman Çeçen mücahidleri Rusya'ya teslim ediyor.. Beni burada istemeseler ve Rusya'ya teslim etmek isteseler dert etmem. Ben düşünmem Rusya düşünsün o zaman.. ( Vakit gazetesi Çeçen mücahidi Rizvan ropörtajı.. Allah yâr ve yardımcıları olsun etkileyiciydi..) |
All times are GMT +3. The time now is 17:29. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025