Siyaset Forum

Siyaset Forum (https://www.siyasetforum.com.tr/index.php)
-   Akaid ve Fıkıh (https://www.siyasetforum.com.tr/forumdisplay.php?f=244)
-   -   Dini Terimler Sözlüğü (A) (https://www.siyasetforum.com.tr/showthread.php?t=35483)

dildade 07-11-2008 04:47

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ALÎM (El-Alîm):

Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Devâmlı ve eksiksiz bilen.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

O, her şeyi alîmdir. (Hadîd sûresi: 5)

El-Alîm ismi şerîfini söylemeye devâm edene mânevî sırlar açılır, hikmet ve mârifete kavuşur. (Yûsuf Nebhânî)


dildade 07-11-2008 04:47

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ÂLİM:

Bilen, ilim sâhibi.

1. Her şeyi bilen mânâsına Allahü teâlânın sıfatlarından biri.

Allahü teâlâ gizliyi de âşikar olanı da âlimdir. (Haşr sûresi: 22)

2. Zamânın fen ve edebiyât bilgilerinde yetişmiş, Kur'ân-ı kerîmin ve yüzbinlerce hadîs-i şerîfin mânâsını ezberden bilen, İslâm'ın yirmi ana ilmi ve bunların kolları olan seksen ilminde mütehassıs (uzman), tasavvufun (evliyâlığın) en yüksek derecesine ulaşmış, yetişmiş ve yetiştirebilen müctehid.

Âlimler peygamberlerin vârisleridir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)

Ümmetimin âlimlerine hürmet ediniz. Onlar yeryüzünün yıldızlarıdır. (Hadîs-i şerîf-Künûz-ül-Hakâik)

Âlimin yüzüne bakmak İbâdettir. (Hadîs-i şerîf-Künûz-ül-Hakâik)

Âlimin uykusu, câhilin ibâdetinden hayırlıdır. (Hadîs-i şerîf-İhyâ-u ulûmiddîn)

Âlimleri hafife alanların âhireti, ümerâyı (devlet başkanlarını) hafife alanların dünyâsı, dostlarını hafife alanların mürüvveti (insanlığı) yıkılır. (Abdullah bin Mübârek)

3. Bir ilim dalında yetişmiş mütehassıs kimse (uzman).

Allahü teâlâ birine iyilik vermek isterse onu fıkıh âlimi yapar. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)

Fıkıh âlimleri kıymetlidir. Onlarla berâber bulunmak ibâdettir. (İbn-i Âbidîn)

Âlimin kıymetini ancak âlim anlar. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

4. Öğreten, öğretici.

Ya âlim, ya talebe, yâhut bunları dinleyici ol. Bu üçten olmazsan helâk olursun. (Hadîs-i şerîf-Ahmed ibni Hanbel)

Âlimin bir nazarı bulunmaz hazînedir
Bir sohbeti yıllarca bitmez kütüphânedir.

(Seâdet-i Ebediyye)


dildade 07-11-2008 04:47

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ALİYY (El-Aliyy):

Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Yüce olan. Mahlûkâtın (yaratılmışların) akıl, ilim (bilgi) ve anlayışlarının erişemediği yücelikte olan.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

"O(Allah) Aliyy'dir. Hakîm (her işinde hikmet sâhibi) dir. (Şûrâ sûresi: 51)

El-Aliyy ism-i şerîfini söyleyen, işlerinde muvaffak olup ilerler. (Yûsuf Nebhânî)


dildade 07-11-2008 04:48

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ALLAH (Celle Celâlühü):

Esmâ-i hüsnâdan. Varlığı muhakkak lâzım olan, îmân ve ibâdet edilecek hakîkî mâbûd. Her şeyi yoktan var eden yüce yaratıcı.

Allahü teâlâ zâtı ile vardır. Varlığı kendi kendiyledir. Şimdi var olduğu gibi, hep vardır ve hep var olacaktır. Varlığının önünde ve sonunda da yokluk olamaz. Çünkü onun varlığı lâzımdır. (Teftezânî)

Allahü teâlâ madde değildir. Cisim değildir (element değildir. Karışım, bileşik değildir). Sayılı değildir. Ölçülmez. Hesab edilmez. O'nda değişiklik olmaz. Mekanlı değildir. Bir yerde değildir. Zamanlı değildir. Öncesi, sonrası, önü arkası, altı-üstü, sağı-solu yoktur. İnsan düşüncesi, insan bilgisi, insan aklı, O'nun hiçbir şeyini anlıyamaz. (Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî)

Bütün varlıkların her organının her hücresinin yaratıcısı, yoktan var edicisi yalnız Allahü teâlâdır. O, akla hayâle gelenlerin hepsinden uzaktır. Hiçbiri O değildir. Ancak Kur'ân-ı kerîmde, bizzat kendisinin açıkladığı sıfatlarını, isimlerini ezberleyip, ulûhiyetini (ilâhlığını), büyüklüğünü bunlarla tasdik ve ikrâr etmeli, söylemelidir. Akıllı ve büluğ çağına ermiş erkek ve kadın her müslümanın, Allahü teâlânın Zâtî ve Subûtî sıfatlarını doğru olarak öğrenmesi ve inanması lâzımdır. Herkese ilk farz olan şey budur. Bilmemek özür olmaz, büyük günâhtır. (Kemahlı Feyzullah Efendi)

Allahü teâlânın zıddı, tersi, benzeri, ortağı, yardımcısı, koruyucusu yoktur. Anası, babası, oğlu, kızı, eşi yoktur. Hıristiyanlar Allahü teâlâya baba demektedirler. Allahü teâlâya "baba", "Allah baba" diyenin îmânı gider. Müslümanlıktan çıkar. (Kemahlı Feyzullah Efendi)

Allahü teâlâyı İslâmiyetin bildirdiği isimler ile anmak söylemek lâzımdır. Allah adı yerine tanrı kelimesi kullanılamaz. Çünkü tanrı, ilâh, mâbûd demektir. (Başka dillerdeki Dieu, Gott ve God kelimeleri de ilâh, mâbûd mânâsına kullanılabilir.) Allah adı yerine kullanılamaz. (Seyyid Şerîf)

Cumâ günü namazdan önce abdestli, elbisesi temiz ve kalbinden dünyâ düşüncelerini çıkarmış olarak iki yüz kerre "Yâ Allahü el-mahmûdü fî fiâlihi" derse, Allahü teâlâ onun hastalığına şifâ verir. (Yûsuf Nebhânî)

Allah adın zikredelim evvelâ
Vâcib oldur cümle işte her kula

Allah adın her kim ol evvel ana
Her işi âsân (kolay) eder Allah ana

........

Bir kez Allah dise aşk ile lisân
Dökülür cümle günah misli hazan.

(Süleymân Çelebi)

Allah Râzı Olsun:

llahü teâlâ, senin ahlâkını, işlerini ıslâh edip, seni râzı olduğu (beğendiği) hâle getirsin, mânâsında duâ. (Bkz. Radıyallahü anh)


dildade 07-11-2008 04:48

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ALLÂME:

İslâmiyetin yirmi ana ilmi ve bunların kolları olan seksen ilminde mütehassıs ve evliyâlık derecelerinde yükselmiş, ayrıca lâzım olduğu kadar zamanın fen ve edebiyat ilimlerinde de yetişmiş zât. Âlim kelimesinin mübâlağalı ismi fâilidir. (Bkz. Âlim)

Allâme Molla Fenârîler, Molla Hüsrevler, Hayâlîler, Gelenbevîler, İbn-i Kemâller, Ebüssüûdlar, Birgivîler, İbn-i Âbidînler, Abdülganî Nablüsîler, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdîler, Abdülhakîm-i Arvâsîler, Mustafa Sabri Efendiler ve daha nice fıkıh ve kelâm âlimleri, hattatlar, Mîmâr Sinanlar, Sokullular, Köprülüler hep Osmanlı Devletinde yetişmiş ve yüzbinlerce ilim kitapları her vilâyetteki millî kütüphâneleri doldurmuştur. (Fâideli Bilgiler)

Allâme İmâm-ı Birgivî buyuruyor ki:

Zevk ve safâ sürmek için çok yaşamağı istemek Tûl-i emel (uzun emel) olur. İbâdet yapmak için çok yaşamayı istemek tûl-i emel olmaz. Tûl-i emel sâhipleri, ibâdetleri vaktinde yapmazlar, sonra tövbe ederim diyerek tövbeyi terk ederler, kalbleri katı olur, ölümü hatırlamazlar, va'z ve nasîhat kendilerine fayda vermez. Dünyâlık toplamaya çok hırslı olurlar, âhireti unuturlar.

Kibirli olmak, Allahü teâlâyı unutmanın alâmetidir.


dildade 07-11-2008 04:48

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ALLÂM-UL-GUYÛB:

Gâibleri (görünmeyen ve bilinmeyen gizli şeyleri) çok iyi bilen mânâsına, Allahü teâlânın isimlerinden.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

Münâfıklar bilmezler mi ki, Allahü teâlâ, şüphesiz onların içlerinde gizlediklerini de, fısıltılarını da biliyor ve muhakkak ki Allahü teâlâ Allâm-ul-guyûb'dur. (Tevbe sûresi: 78)


dildade 07-11-2008 04:48

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
A'MÂL-İ ŞER'İYYE:

İslâm dîninde yapılması emredilen ibâdetler ve işler. (Bkz. Amel)


dildade 07-11-2008 04:49

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
AMDEN:

Kasten, bilerek, bile bile yapmak.

Hadîs imâmları söz birliği ile bildiriyorlar ki: Bir namazı vaktinde amden kılmayanın, namaz vakti geçerken, namaz kılmadığı için üzülmeyenin îmânı gider veya ölürken îmânsız gider. Ya namazı hâtırına bile getirmeyenlerin, namazı vazîfe tanımayanların hâli nasıl olur? (Muhammed Rebhâmî)

Bir kimse birine amden ok atıp başka birini de yaralasa ve her ikisi de ölse okun önce vurduğu kimse için kısas olunur. Çünkü oku amden atmıştır. (Molla Hüsrev)


dildade 07-11-2008 04:49

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
AMEL:

İş, ibâdet.

Ameller, niyete göre iyi veya kötü olur. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)

Allahü teâlâ sûretlerinize ve amellerinize bakmaz, kalblerinize ve niyetlerinize bakar, yâni iyi niyetle olan amellerinize kıymet verir. (Hadîs-i şerîf-Câmi-us-Sagîr)

Bildiği ile amel eden kimseye Allahü teâlâ bilmediğini öğretir. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

Allahü teâlânın affı ile Cehennemden kurtulursunuz. Rahmeti ile Cennete girersiniz. Amellerinize göre mertebeniz ve dereceniz olur. (Avn bin Abdullah)

Amellerin en kıymetlisi, mü'minin kalbine sürûr (sevinç) vermektir (mü'mini sevindirmektir). (Muhammed bin Sûka)

Amellerin kabûl olması ihlâsa, yâni bütün işleri yalnız Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşmak için yapmağa bağlıdır. (İmâm-ı Rabbânî)


dildade 07-11-2008 04:49

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
Amel Defteri:

İnsanların dünyâda iken yaptığı bütün işlerinin yazıldığı ve Arasât meydanında herkese verilecek olan defter.

Bir kimse kıyâmette mîzâna getirilir. Sonra herbirinin büyüklüğü, gözün görebileceği uzunlukta olan doksan dokuz amel defteri getirilir. Bu defterlerde o kimsenin iyilik ve kötülükleri yazılıdır... (Hadîs-i şerîf-Eş-Şerîa)

İnsanlar kıyâmet günü bir yerde toplanırlar. Onların üzerine siyâh bir bulut gelir. O bulut, insanlar üzerine amel defterlerini yağdırır. Mü'minin amelleri, sanki gül yaprağı üzerine yazılmıştır. Kâfirlerin ise, sedir yaprağı üzerine yazılmış gibidir. (İmâm-ı Gazâlî)


dildade 07-11-2008 04:49

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
Amel-i Kalîl:

Namaz kılarken bir rükünde bir uzuvla yapılan ve namazdan sayılmayan bir veya iki hareket.

Namazda amel-i kalîl mekrûhtur. Zararlı haşerâtı namazda iken amel-i kalîl ile öldürmek câiz, ısırmayanı tutmak ve öldürmek mekrûhtur. (İbn-i Âbidîn)


dildade 07-11-2008 04:50

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
Amel-i Kesîr:

Namaz kılarken, bir rükünde namazdan sayılmayan ve bir uzuvla ardı ardına yapılan üç veya iki elin bir hareketi.

Amel-i kesîr namazı bozar. (Alâüddîn Haskefî)

İmâm, amel-i kesîr olacak kadar tegannî ederse, yâni sesi boğazında tekrarlayıp, türlü sesler çıkarırsa, yâhut üç harften fazla ilâve ederse namazı bozulur. (İbn-i Âbidîn)


dildade 07-11-2008 04:50

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
Amel-i Sâlih:

İyi amel, yararlı iş. Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği iş, ibâdet.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

Erkek ve kadından her kim mü'min (îmânlı) olarak amel-i sâlih işlerse, işte onlar Cennet'e girerler, orada hesâbsız olarak, rızıklandırılırlar. (Mü'min sûresi: 40)

Bir kimse, zulm yâni günah işleyip, sonra tövbe eder amel-i sâlih işlerse, Allahü teâlâ tövbesini elbette kabûl eder. (Mâide sûresi: 39)

Rabbine kavuşmak isteyen bir kimse, amel-i sâlih, işlesin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın. (Kehf sûresi: 110)

Amel-i sâlih, İslâm'ın beş rüknü, direğidir. İslâm'ın bu beş temelini, bir kimse hakkı ile kusûrsuz yaparsa, Cehennem'den kurtulması kuvvetle umulur. Çünkü bunlar aslında sâlih işler olup, insanı günahlardan ve çirkin şeyleri yapmaktan korur. Nitekim, Kur'ân-ı kerîmde Ankebût sûresi kırk beşinci âyetinde meâlen; "Kusursuz kılınan bir namaz, insanı kötü, çirkin işleri işlemekten korur" buyruldu. (İmâm-ı Rabbânî).

İnsan kabre konulduğunda dünyâda iken yaptığı amel-i sâlihleri güzel sûrette, güzel kokulu ve güzel elbiseli olarak yanına gelir. "Beni bilmez misin?" der. O da der ki: "Sen kimsin ki, Allahü teâlâ seni benim şu garîb olduğum zamanda bana ihsân eyledi." O da der ki: "Ben senin sâlih amelinim (işlerinim). Korkma, mahzûn olma! Biraz sonra Münker ve Nekîr melekleri gelirler ve sana süâl ederler. Onlardan korkma!" der. (İmâm-ı Gazâlî)


dildade 07-11-2008 04:50

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
Amelde Mezheb:

Mutlak müctehid denilen derin âlimin, Kur'ân-ı kerîm, hadîs-i şerîf, icmâ ve Eshâb-ı kirâma âit nakilleri esas alarak, iş ve ibâdetle ilgili hükmü açıkça bildirilmeyen husûslarda çıkardığı hükümlerin hepsi. (Bkz. Müctehid)

Amelde mezheblerin hak olanı dörttür. Bunlar: Hanefî, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhebleridir. Bu dört mezheb, îtikat (inanç) bakımından birbirlerinden ayrı değildir. Hepsi Ehl-i sünnet olup, îmânları, inanışları, birdir. Yalnız amel bakımından bâzı ufak şeylerde ayrılmışlardır. Böyle ayrılmaları Allahü teâlânın rahmeti olup, müslümanlar için kolaylıktır. (Ahmed Cevdet Paşa ve Şehristânî)


dildade 07-11-2008 04:51

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ÂMENTÜ:

İslâm dîninde inanılması lâzım olan altı temel esas.

Âmentü ve mânâsı: Âmentü billahi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusulihî vel yevmilâhiri ve bil kaderi hayrihî ve şerrihî minellahi teâlâ vel-ba'sü ba'delmevti hakkun eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resûlühü (Allahü teâlâya, meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kaderin, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna îmân ettim. Öldükten sonra dirilmek haktır. Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed aleyhisselâmın Allah'ın kulu ve resûlü olduğuna şehâdet ederim).

Âmentü'de bildirilen altı şeyin mânâlarını bilip, beğenip, kabûl eden kimseye mü'min denir. (Kemahlı Feyzullah Efendi)

Müslüman olmayan bir kimse, kelîme-i tevhîdi söyleyip mânâsına kısaca inanınca, o anda müslüman olur. Fakat her müslüman gibi, bunun da imkân bulunca Âmentü'nün esaslarını ezberlemesi ve mânâsını iyice öğrenmesi lâzımdır. (Damâd)

Bir çocuk küçük iken anasının babasının dînine tâbi olarak müslümandır. Bâliğ olunca anasının babasının dînine tâbi olması devâm etmez. İslâmiyet'i bilmiyerek bâliğ olunca, mürted olur, müslümanlıktan çıkar. Bu sebeble âkıl-bâliğ olmadan önce çocuğa kelime-i tevhîdi Âmentü'yü ve bunların mânâlarını öğretmelidir. Çocuk bunlara ve İslâmiyet'e uymak lâzım olduğuna inanmalıdır. (İbn-i Âbidîn)


dildade 07-11-2008 04:51

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ÂMÎ:

İlmi olmayan kimse. Mukallid. Çoğulu avâm'dır. (Bkz. Avâm)


dildade 07-11-2008 04:51

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ÂMİL:

İş yapan.

1. İslâmiyet'in emirlerini yapıp, yasaklarından sakınan.

Allahü teâlâ sizden ilmi almak için, ilmiyle âmil olan âlimleri kaldırır, câhiller kalır. (Bunlar) dinden suâl edenlere, kendi akılları ile cevâp verip insanları doğru yoldan ayırırlar. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)

Kıyâmet gününde, Resûller minberler üzerindedirler. Her bir Resûlün minberi kendi mertebesi miktârıncadır. Ulemâ-i âmilîn, yâni Ehl-i sünnet îtikâdında olan ve bildikleri ile amel eden âlimler dahi nûrdan kürsîler üzerinde olurlar. (İmâm-ı Gazâlî)

2. Herhangi bir bölgenin zekât, harac, öşr ve ganîmetlerinin tahsîli (toplanması) için, halîfe, sultan, melik veya emir tarafından vazîfelendirilen ve yerine göre dînin emirlerini öğreten me'mur.

Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

Sadakalar (zekâtlar), Allahü teâlâdan bir farz olarak, ancak fakirlere, miskinlere, âmillere kalbleri müslümanlığa ısındırılmak istenilenlere, (efendisinden kendisini satın alıp, borcunu ödeyince âzâd olacak) kölelere, borçlulara, cihâd ve hac yolunda olup, muhtaç kalanlara, (kendi memleketinde zengin ise de, bulunduğu yerde yanında mal kalmamış ve çok alacağı varsa da alamayıp muhtaç düşen) yolda kalmışlara mahsûstur. (Tevbe sûresi: 60)

Halka zulmeden âmiller Cennet'e giremez. (Hadîs-i şerîf-Kitâb-ül-Emvâl)

Hazret-i Ömer, bir gün cemâate şöyle hitâb etti: "Ey mü'minler! Allahü teâlâya yemîn ederim ki, âmilleri sâdece zekâtlarınızı toplamaları için göndermiyorum. Onları size; dîninizi öğretmeleri, rehberlik etmeleri için gönderiyorum. Allahü teâlâ şâhid, kime bunun hâricinde muâmele yapılırsa bana haber versin. Onun hakkını alıp, gerekeni yaparım. Nefsim yed-i kudretinde olan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, bir âmil halktan birisini dövse, ondan dövdüğü kimsenin hakkını alırım..." (Ebû Ubeyd bin Sellâm)


dildade 07-11-2008 04:51

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ÂMİN:

Kabûl et mânâsına, duâ sonunda söylenen söz.

Her kim namazdan sonra imâm ile duâ edip, âmin derse, âmin kelimesinin harfleri dörttür, her harfine bin melek nâzil olur (iner). Bunlar tâ kıyâmet gününe kadar bu kimse için duâ ederler. (Hadîs-i şerîf-Miftâh-ül-Cenne)

Allah'ım! Bize, yeterli rızık, bedenimize sıhhat, ölümden önce tövbe etmek, ölürken rahatlık, ölümden sonra mağfiret (bağışlanmak) ve ateşten kurtuluş, Cennet'e girmek, dünyâ ve âhirette âfiyet nasîb eyle! Âmin. (Kitâb-üs-Salât)

Bir kimse elindeki kat'î (kesin) haram olan maldan sadaka verse ve sevâb umsa, alan fakir de haram olduğunu bilerek verene Allah râzı olsun dese, veren veya başka bir kimse âmin dese hepsi küfre girer. (Ahî Yûsuf Çelebi)

Cemâatle namaz kılarken imâm (Veled-dâllîn) deyince, imâm ve cemâatin ve yalnız kılanın, kendisi Fâtiha-i şerîfeyi bitirdikte, yavaşça (âmîn) demeleri sünnetdir. (Halebîy-i Sagîr)


dildade 07-11-2008 04:52

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
AN'ANE:

Âdet, örf. (Bkz. Örf ve Âdet)

ANÂSIR-IERBE'A:

Dört temel unsur. Maddelerin asıllarını teşkil ettiği kabûl edilen dört unsur; toprak, su, hava, ateş.

Allahü teâlâ mahlûkları, anâsır-ı erbe'adan yarattı. (Abdullah bin Abbâs)

İnsan bedeni, anâsır-ı erbe'adan meydana gelmiştir. Onların herbirinin kendilerine has bir özelliği olup, insanların tabiatı ve mizâcı üzerinde tesirleri vardır. Meselâ ateş; isyân ve kibre; toprak, alçaklık ve tevâzuya; havâ, arzu ve isteğe yol açar. (İmâm-ı Rabbânî)


dildade 07-11-2008 04:52

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
AND:

Allahü teâlânın ismini anarak söz verme, ahd. (Bkz. Yemîn)


dildade 07-11-2008 04:52

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ANGLİKANİZM:

İngiltere kralı Sekizinci Henry'nin kurduğu hıristiyanlık mezhebi.

Îsâ aleyhisselâmın bildirdiği Îsevîlik zamanla bozuldu. Hazret-i Îsâ'nın telkîn ettiği insanlık, merhamet, şefkat esasları tamâmen unutuldu. Bunun yerine; taassub, kin, nefret, düşmanlık ve zulüm hâkim oldu. Engizisyon mahkemeleri kurularak yüz binlerce insan haksız yere işkence ile öldürüldü. Nihâyet bu gidişe hıristiyanlar içinden isyân edenler çıktı. Luther ismindeki papas gibi İngiltere kralı Sekizinci Henry de papaya isyân ederek, Katolik kilisesiyle alâkasını kesip, protestanlık esâsına ugun anglikan kilisesini kurdu. BöyleceAnglikanizm mezhebi meydana geldi ve İngiltere'nin resmî dîni oldu. Protestanlık mezhebinin temel inanışlarına bağlı olan Anglikanizm kilisesi, ilk zamanlar bilhassa katolikleri sindirmek için sert tedbirlere başvurduysa da son zamanlarda katolikler ve ortodokslarla diyalog kurulması fikrini benimsedi. (Herkese Lâzım Olan Îmân)


dildade 07-11-2008 04:52

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ANKEBÛT SÛRESİ:

Kur'ân-ı kerîmin yirmi dokuzuncu sûresi.

Ankebût sûresi, Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). Altmış dokuz âyet-i kerîmedir. Sûrede; putlara ve diğer güçsüz varlıklara tapanların hâlleri, onların dünyâlık elde etmek için kurdukları tuzak ve gayretleri, ankebût denilen örümceklerin pek zayıf olan ağına benzetildiğinden, Ankebût kelimesi, bu sûreye isim olmuştur. Sûrede, mü'minlerin (inananların) Allah yolunda bâzı sıkıntılara uğrayacaklarına, bunun, kendileri için dünyâ ve âhirete âit fâidelere vesîle olacağına işâret olunmakta, bâzı peygamberlerin kıssaları kısaca anlatılarak, onların Allah yolundaki fedâkarlıkları ve netîcede muvaffak oldukları gözler önüne konulmakta, Kur'ân-ı kerîmin büyük bir mûcize olduğu ve insanlık için fazîlet vesîlesi olduğu beyân edilmekte, İslâmiyet'e cephe alanların acı sonları bildirilmekte, müslümanların, âhirette ebedî nîmetlere kavuşacakları müjdelenmekte, Allah yolunda çalışanların emeklerinin boşa gitmeyeceği, büyük mükâfatlara nâil olacakları ve daha başka hususlar bildirilmektedir.

Ankebût sûresindeki bâzı âyet-i kerîmelerde meâlen buyruldu ki:

Habîbim) Namazı vaktinde şartlarını yerine getirerek kıl. Çünkü namaz insanı, aklın ve dînin beğenmediği ve yasaklanan her şeyden men eder, alıkor. (Âyet-45)

Müşrikler, ne olur rabbinden (Muhammed'e (aleyhisselâm) nübüvvetine delâlet eden Îsâ aleyhisselâmın sofrası, Mûsâ aleyhisselâmın asâsı gibi) mu'cizeler indirilmiş olsaydı dediler. (Ey Habîbim!) Sen onlara de ki, mu'cizeler, Allahü teâlânın kudreti ve irâdesi ile olur. (Ne zaman ve nasıl isterse öyle yaratır.Bunları yapmak benim elimde değildir.) Doğrusu ben ancak O'nun azâbını size tebliğ edici, haber vericiyim. Kur'ân gibi bir kitâbı sana indirmiş olmamız, onlara (mu'cize olarak) yetmez mi?Bunda, inanan kavm için, rahmet ve nasîhat vardır. (Âyet: 50-51)

Her canlı, ölümün tadını tadacaktır. (Âyet: 57)

AR:

Utanma. (Bkz. Hayâ)


dildade 07-11-2008 04:53

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ARAB:

Güzel. Nûh aleyhisselâmın Sâm adlı oğlunun soyundan gelenler.

Allah katında en kıymetliniz, takvâsı çok olanınızdır. Arabın Arab olmayana bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâ (Allahü teâlâdan korkup haramlardan sakınmak) iledir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)

Arablar beyaz, buğday benizli olur. Bilhassa Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sülâlesi beyaz ve çok güzeldi. Resûlullah'ın babası Abdullah'ın güzelliği Mısır'a kadar şöhret bulmuştu ve alnındaki nûrdan dolayı, iki yüze yakın kız evlenmek için Mekke'ye gelmişti. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

ARABÎ AYLAR:

Hicrî senenin on iki ayı (Bkz. Kamerî Aylar). Hicrî takvimde kullanılan Arabî ayların adları sırasıyla şunlardır: 1. Muharrem, 2. Safer, 3. Rebî'ul-evvel, 4. Rebî'ul-âhir, 5. Cemâzil-evvel, 6. Cemâzil-âhir, 7. Receb, 8. Şa'bân, 9. Ramazan, 10. Şevvâl, 11. Zilka'de, 12. Zilhicce.


dildade 07-11-2008 04:53

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ARABÎ SENE:

Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den Medîne'ye hicret ettiği mîlâdî 622 senesinden başlayan kamerî veya şemsî sene. (Bkz. Hicrî Kamerî Sene, Hicrî Şemsî Sene)


dildade 07-11-2008 04:53

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
A'RÂF:

Cennet ile Cehennem arasında yer alan ve birinin te'sirinin diğerine geçmesine mâni olan sûrun (engelin) yüksek kısımları.

A'râf Eshâbı (Ehli):

A'râf denilen yerde bulunanlar.

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

A'râf üzerinde bir takım kimseler vardır ki, onlar Cennet ehlini (mü'minleri) yüzlerinin beyazlığı ile, Cehennem ehlini, yüzlerinin siyahlığı ile tanırlar. Henüz Cennete girmemişler fakat oraya girmeyi şiddetle arzu ederler. Cennet ehline selâmün aleyküm diye seslenirler. Gözleri Cehennemliklere çevrildiği zaman; "Ey Rabbimiz! Bizi zâlimler (kâfirler) ile berâber (Cehennem'e) koyma" derler. A'râf eshâbı (ehli), yüzlerinin (karalığından) tanıdıkları kâfirlerin ileri gelenlerine; "(Dünyâda iken malca ve evlatça ve yardımcılar bakımından) çokluğunuz (hak söze yâhut halka karşı yaptığınız) kibriniz (büyüklenmeniz) size fayda vermedi" (diye) seslenirler. (A'râf sûresi: 46-48)

A'râf ehlinin kimler olduğu hakkında değişik rivâyetler vardır. Bunlardan birisi şöyledir: A'râf ehli, sevâbları ile günâhları eşit olup, iyilikleri Cehennem'e girmelerine mâni olan, fakat Cennet'e girmelerine de yetmeyen mü'minlerdir. Sonra Allahü teâlânın ihsânı ile Cennet'e girerler. Cennet'e en son girecek olanlar bunlardır. (Senâullah Dehlevî)


dildade 07-11-2008 04:53

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
A'râf Sûresi:

Kur'ân-ı kerîmin yedinci sûresi.

A'râf sûresi, Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). 206 âyet-i kerîmedir. 46'dan 50'ye kadar olan âyet-i kerîmelerde A'râf'da bulunanlardan bahsedildiği için, sûre A'râf adını almıştır. Sûrede, îtikâda ve diğer dînî hükümlere âit bir çok esas bildirilmekte, bâzı peygamberlerin kıssaları, ümmetlerinin halleri geniş olarak anlatılmaktadır. (Fahreddîn-i Râzî).

A'râf sûresinde meâlen buyruldu ki:

Allahü teâlâ rüzgârı, rahmeti olan yağmurdan önce müjdeci gönderir. Rüzgârlar, ağır olan bulutları sürükler. Bulutlardan ölü olan toprağa su yağdırırız. O yağmurla yerden meyveler çıkarırız. Ölüleri de mezârlarından böyle çıkaracağız. Umulur ki, düşünüp ibret alırsınız. (Âyet: 57)

Rabbinizden size indirilen (Kur'ân-ı kerîm)e uyun. O'ndan başkasını (insan ve cinden sizi doğru yoldan saptıracak kimseleri) dost edinmeyin. (Arâf: 3)


dildade 07-11-2008 04:54

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ARAFÂT:

Mekke-i mükerreme şehrinin yirmi beş kilometre güneydoğusunda bulunan ve haccın farzlarından biri olan vakfenin yapıldığı mübârek yerin adı.

Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

(Hac mevsiminde ticâretle) Rabbinizden rızık istemenizde bir günâh yoktur. Arafât'tan (döndüğünüzde) Meş'ar-i Haram'ın yanında (tehlîl ve telbiye ile) Allah'ı zikredin, anın. O, size nasıl hidâyet ettiyse, siz de O'nu öylece anın... (Bekara sûresi: 198)

Arefe günü Allahü teâlâ Arafât'ta vakfe yapanlardan râzı olur. Sonra onlarla meleklere karşı iftihâr ederek; "Bunlar ne isterler ki işlerini bırakıp burada toplandılar" der. (Hadîs-i şerîf-Müslim)

Haccın farzlarından biri de arefe günü Arafât'ın (Vâdî-yi Ürene) denilen yerinden başka her hangi bir yerinde, öğle ve ikindi namazlarından sonra bir miktar vakfeye durmaktır. Arefe günü veya gecesi Arafât'ta bulunmayan veya Arafât'tan geçmeyen hacı olmaz. (İbn-i Âbidîn-Mevkûfât)

Sevgili Peygamberimiz vefâtına yakın meşhur vedâ hutbesini Arafat'ta okudu. Âdem aleyhisselâm ile Havva vâlidemiz Cennet'ten ayrılıp yeryüzüne indirilince Arafat'ta buluştular. Bir rivâyete göre buraya bu yüzden buluşup, tanışmak mânâsına Arafat denmiştir. (Zerkânî)

Arafât dağıdır bizim dağımız,
Orada kabûl olur duâlarımız.
Medîne'de yatar Peygamberimiz,
Yâ Muhammed cânım arzular seni.

(Yûnus Emre)


dildade 07-11-2008 04:54

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ARASÂT MEYDANI:

Öldükten sonra insanların ve diğer canlıların diriltilip toplanacakları meydan. Buraya mevkıf ve mahşer de denir. (Bkz. Mahşer)

Kıyâmet günü eshâbımdan herbiri, kabirlerinden kalkarken, vefât ettiği memleketin bütün mü'minlerinin önlerine düşerek ve onları nûr ve ışık saçarak Arasât meydanına götürür. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)

Kıyâmette herkes Arasât meydanında elli mevkıfte (yerde) durdurulur. Her mevkıfte bin sene kalırlar. (Kadızâde Ahmed Efendi)

Arasât meydanında meşakkat (zorluk) ve sıkıntıda olanlar, kâfirler ile fâsıklardır (günahkârlardır). Onların hâlleri çok korkunç olup, güneş başlarına bir mil kadar yakın gelir. Herkes günâhı kadar terler. Kimi dizine, kimi boğazına, kimi tepesine kadar ter içine gömülürler. (İmâm-ı Birgivî)

Üzüntü ve pişmânlık ve kendine yanmaktan,
Bir hasrettir yükselir, Arasât meydanından,
Anne, gözünün nûru evlâdını tanımaz,
Kardeş, ciğer pâresi kardeşini aramaz.

(Mevlânâ Muhammed Rebhâmî)


dildade 07-11-2008 04:54

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
A'RÂZ:

Varlıkta kalabilmesi için başka bir şeye muhtâc olan hâssalar (özellikler), sıfatlar. Araz'ın çokluk şeklidir.

Her mahlûk (yaratık), ya cevher (varlıkta kalabilmesi için başka bir şeye muhtâc olmayan) dir, yâhut a'râzdır. Madde, cisim, meselâ elma, altın birer cevherdir. Bunların rengi, kokusu, şekli ise a'râzdır. Renk cisim ile vardır, onun üzerinde görünür, cisim olmazsa, renk olmaz. (Seyyid Şerîf Cürcânî)


dildade 07-11-2008 04:54

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ARÂZİ-İHARÂCİYYE:

Harac vergisine tâbi olan topraklar. Müslüman olmayanlardan sulh ile alınıp harac vergisi karşılığında mülkiyeti eski sâhiplerine bırakılan veya harbde zorla alınıp müslüman olmayan sâhiplerinin elinde bırakılan, yâhut zımmînin (müslüman olmayan vatandaşın) müslüman hükümdârın izni ile işlediği ölü topraklar.

Arâzi-i harâciyyenin sâhibi müslümana dahî vakf etse ve satsa böyle toprakların mahsûlünden (ürününden) yine harac alınır. (İbn-i Âbidîn)


dildade 07-11-2008 04:55

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ARÂZİ-İ MÎRİYYE:

Mîrî yâni devlete âit topraklar. Harp ile alınarak, gâziler arasında taksim edilmeyip, beytülmâle (devlet hazînesine) bırakılan veya uşr yâhut harac toprağı iken sâhibi ölüp, hiç mîrasçısı bulunmayan topraklar. Arâzi-i Memleket, Arâzi-i Emîriyye de denir.

Memleketimizde arâzi-i mirîyyenin çoğu devlet tarafından vakıf edildiğinden veyâ millete satıldığından, her iki şekilde de, Anadolu ve Trakya'daki toprakların hemen hepsi milletin mülkü olup, uşurlu olmuştur. Herkesin tarlası, bahçesi, kendi mülküdür. Bu sebeble mahsûlün uşrunu vermeleri farzdır. (Seâdet-i Ebediyye)

Arâzi-i mîriyye sultânın tesbit edeceği bedel ile satılır veya kirâya verilir. Bedel ve ücret, harac vergisi sayılır. Yâhud her sene mahsûlün yüzdesi alınmak üzere tapu ile müslüman ve müslüman olmayan vatandaşlara kirâya verilir. Osmanlılar zamânında kirâlar, hizmetlerine karşılık askere ve subaylara verilirdi. (Ebüssüûd Efendi)


dildade 07-11-2008 04:55

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ARÂZİ-İ UŞRİYYE:

Mahsûlünden (ürününden) uşur denilen zekatın alındığı topraklar. Müslüman devletlerde harb ile alınıp gâzîlere (askerlere) taksim edilen veya isteyerek İslâm'ı kabûl edenlerin ellerinde bırakılan yâhut devlet reisinin (başkanının) izni ile müslümanlar tarafından işlenip faydalanılır hâle getirilen mevât (ölü, faydalanılmayan) topraklar.

Arâzi-i uşriyyeden elde edilen mahsûlün (ürünün) uşrunu yâni onda birini vermek farzdır. Hayvan gücü ile veya dolap, motor ile sulanan yerdeki mahsûl elde edilince yirmide bir verilir. (İbn-i Âbidîn)

Bir kimse arâzi-i uşriyyesini kirâya verirse, mahsûlün uşrunu İmâm-ı a'zam'a göre mal sâhibi verir. Kirâ ücreti yüksek olan yerlerde, böyle fetvâ(hüküm) verilir. İmâmeyne (İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Muhammed'e) göre, kirâcı verir. Kirâ az olan yerlerde ise, böyle fetvâ verilir. (İbn-i Âbidîn)


dildade 07-11-2008 04:55

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
AREFE GÜNÜ:

Zilhicce ayının dokuzuncu günü, kurban bayramından bir önceki gün.

Arefe gününe hürmet ediniz!Çünkü Arefe, Allahü teâlânın kıymet verdiği bir gündür. (Hadîs-i şerîf-Riyâd-un-Nâsihîn)

Arefe günü oruç tutanların, iki senelik günâhları affolur. Biri geçmiş senenin, diğeri gelecek senenin günâhıdır. (Hadîs-i şerîf-Riyâd-un-Nâsihîn)

Arefe günü bin İhlâs okuyanın her duâsı kabûl ve bütün günâhları affolur. Hepsini besmele ile okumalıdır. (Hadîs-i şerîf-Riyâd-un-Nâsihîn)

Kurban bayramının birinci günü ve arefe günü, hesapla, takvimle anlaşılan gün veya bundan bir gün sonra olur. Bundan bir gün önce olmaz. (İbn-i Âbidîn)


dildade 07-11-2008 04:56

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ÂRİF:

Bilen, tanıyan, ilim ve irfân sâhibi.

1. Allahü teâlânın rızâsını kazanmış, O'ndan başkasının sevgisini kalbinden çıkarmış, tasavvufta yetişip, kemâle ermiş velî zât. Ârif-i billah da denir.

Her şeyin kaynağı vardır. Takvânın (Allahü teâlâdan korkarak haramlardan, günâhlardan sakınmanın) kaynağı âriflerin kalbleridir. (Hadîs-i şerîf-Künûz-ül-Hakâik)

Ârif olan kimsenin alâmeti; susması, tefekkürü (Allahü teâlânın büyüklüğünü düşünmesi), gördüklerinden ibret (ders) alması ve Allahü teâlânın râzı olduğu (beğendiği) şeyleri istemesidir. (Süleymân bin Cezâ))

Resûlullah efendimizin sünnetini terk edeni ve O'ndan gelen edebleri gözetmekte gevşeklik göstereni ârif zannetme. (Cüneyd-i Bağdâdî)

Ârif boş yere konuşmaz. Devamlı Allahü teâlânın rızâsını kazanmayı düşünür. (Bâyezîd-i Bistâmî)

Âriflerin kalbleri Hak teâlânın azâmet ve kibriyâsına (büyüklük ve ululuğuna) hayrandır. (İmâm-ı Rabbânî)

Ârif kendini herkesten aşağı bilir. (İmâm-ı Rabbânî)

2. Mütehassıs olduğu ilmi, zorlanmadan tatbik eden, kullanabilen kimse.

Âlim ile ârif arasında fark vardır. Meselâ Arabî nahv ilminin, dil bilgisinin küllî kâidelerini bilen, bu ilmin âlimidir. Fakat bu bilgiyi yerinde zorlanmadan kullanabilen ise âriftir. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)


dildade 07-11-2008 04:56

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ÂRİYET:

Bir malın menfeatini, istifâdesini bedelsiz olarak temlik etmek, vermek.

Belli bir yerde ve zamanda, istifâde etme şekli sınırlı olarak âriyet vermek câizdir. (İbrâhim Halebî)

Âriyet olarak alınan hayvanın yiyeceği kullanana (âriyet alana) âittir. (Ali HaydarEfendi)

Şartsız olarak âriyet verilen eve, dükkâna, tarlaya; alan (kimse) dilediğini koyabilir. Âriyet alan, bunu vedîa olarak yâni güvenilen kimseye saklaması için verebilir. Âriyeti alan kirâya ve rehine veremez. Sâhibi isteyince ve sözleşmedeki müddeti bitince, âriyet alınan şeyin geri verilmesi lâzım olur. (İbn-i Âbidîn)


dildade 07-11-2008 04:56

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ARŞ:

Allahü teâlânın yarattığı en büyük varlık. Yedi kat göklerin ve kürsînin üstünde olup, halk (madde) âleminin sonu, emr (maddesizlik) âleminin başlangıcı. Arşullah, Arş-ı mecîd ve Arş-ı a'lâ da denir.

Âyet-i kerîmede meâlen buyruldu ki:

Allahü teâlâ, gökleri ve yeri altı günde yarattı. (Bundan evvel ise) Arş'ı su üzerinde idi. (Hûd sûresi: 7)

Bu âyet-i kerîme, suyun, yerden ve göklerden önce yaratıldığını gösteriyor. Demek ki, Arş, yerin yapısında olmadığı gibi, göklerin yapısına da benzemez. Yere ve göke benzer tarafı yoktur. Ancak Arş, yerden ziyâde göklere benzer. Bunun için göklerden sayılmaktadır. (Ahmed Fârûkî)

Yedi sınıf kimseyi Allahü teâlâ hiç bir gölge bulunmayan günde, Arş'ın gölgesinde gölgelendirir: (Bu kimseler) Adâletli devlet başkanı, gençliğini ibâdetle geçiren, kalbi mescidlere bağlı olan, Allah rızâsı için birbirini sevip bir araya gelen ve bu sevgi ile ayrılan, güzel bir kadın kendini çağırdığı zaman; "Ben Allah'tan korkarım!" diyen, sağ elinin verdiği sadakayı, sol eli bilmeyecek şekilde gizli veren ve yalnız iken Allahü teâlâyı zikredince (anınca), Allah korkusundan ağlayan. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)

Arş-ı a'lâ, Allahü teâlânın şaşılacak mahlûklarından (yarattıklarından) biridir ve mahlûkların en şereflisidir. Her şeyden daha sâf ve nûrludur. (İmâm-ı Rabbânî)

Namazın kıblesi Kâbe olduğu gibi, duânın kıblesi de, Arş'tır. Bunun için duâda eller kaldırılıp, avuç içleri semâya doğru açılır. (İmâm-ı Gazâlî)


dildade 07-11-2008 04:56

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ARTIK:

Bir kaptan veya alanı yirmi beş metre kareden az olan küçük havuzdan bir canlı yiyip-içtikten sonra geriye kalan su.

Mü'minin artığı şifâdır. (Hadîs-i şerîf-Keşf-ül-Hafâ)

Domuzun, köpeğin ve yırtıcı hayvanların ve henüz fâre yiyen kedinin artıkları, etleri ve sütleri kaba necâsettir. Bunları yemek içmek haramdır. İlâç olarak da kullanılmaz. Henüz şarap ve alkollü içki içmiş insanın da artığı böyledir. Eşek ve katır artığı temizdir. Fakat temizleyici olup olmadığı yâni bu artık su ile gusül ve namaz abdesti alınıp alınmıyacağı, necâseti (pisliği) temizleyip temizlemiyeceği şüphelidir. Yaban eşeğini yemek câizdir ve artığı temizdir. (İbn-i Âbidîn)

Eti yenen hayvanların ağzına necs (pislik) sürülmedikçe artıkları temizdir. Denizde ve karada yaşayan, akıcı kanı olmayan hayvanlar da böyledir, artıkları temizdir. (Abdullah Mûsulî)


dildade 07-11-2008 04:57

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ARZ-TALEB:

Üreticinin piyasaya belli fiyatla mal sürmesi ve tüketicinin de piyasadan mal çekmesi hâdisesi.

İslâmiyet'te bey' ve şirâ (satış ve alış), arz ve taleb esâsına göre yürür. (M.Sıddık bin Saîd)

Bir malın arz ve talebi, belli bir piyasa fiyâtında dengeye gelir. Bu fiyatın altındaki fiyatlarda talep fazlası, üstündeki fiyatlarda arz fazlası meydana gelir. Talep fazlası durumunda arz yeterli olmayacak, tükeciler istediği malı temin etmek için daha yüksek fiyatlarla aynı miktârda malı satın almaya hazır olacaklardır. Arz fazlası olunca bu durumda üreticiler ellerindeki stokları önlemek için daha düşük fiyatlarda aynı miktar malı satmayı kabul edecekler, böylece fiyatlar düşecektir. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)

Bir ekonomide tek bir malın arz ve talebinin yanısıra, toplam arz ve talepten de söz edilebilir. Toplam arz ve talep dengesi, belirli bir fiyatlar genel seviyesinde sağlanır. Toplam arz fazlası işsizliğe, toplam talep fazlası ise enflasyona yol açar. Toplam arz talep dengesine, iktisâdî istikrâr adı verilir. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)


dildade 07-11-2008 04:57

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ASÂ:

Baston.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

Biz Mûsâ'ya dedik ki: Korkma! Sen onlara elbette gâlip geleceksin. Elindeki asânı yere bırakıver. (Onların asâlarının iplerinin çokluğuna, bunların yılan şeklinde görünmelerine aldırma ki) senin asân, onların yaptıklarının hepsini yutar. Zîrâ onların yaptıkları şeyler (ip ve asâların yılan şeklinde görünmesi), sihirbazlık hîlesidir. Sâhir (sihir, büyü yapan) nerede olsa felâh bulamaz. (Tâhâ sûresi: 68, 69)

Gök yüzünde Îsâ ile,
Tûr Dağı'nda Mûsâ ile,
Elindeki asâ ile,
Çağırayım Mevlâm seni.

(Yûnus Emre)


dildade 07-11-2008 04:57

Dini Terimler Sözlüğü (A)
 
ASABE:

Baba tarafından akrabâ, hısım. Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde hisse (pay) takdîr edip bildirdiği vârislerden (Eshâb-ı ferâizden) sonra gelen ve belli bir payı olmayıp artan malı almaya hak kazanan, ölene erkek vâsıtasıyla bağlanan erkek akrabâ veya bâzı durumlarda bunlar gibi vâris olan kadınlar.

Hak sâhiplerine paylarını veriniz. Arta kalan asabeye âittir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)

Kendileri Eshâb-ı ferâizden iken erkek kardeşleri ile berâber bulunduklarında asabe olan kadınlar şunlardır: Kızlar, oğlun kızları, anababa bir kız kardeşler ve baba bir kız kardeşler. Oğul en kuvvetli asabe olup, oğul bulunduğu zaman, diğer asabelerin hiç biri asabe olmaz. (Mevkûfât)



All times are GMT +3. The time now is 20:53.

Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025