![]() |
Peygamberimizin dadısı ÜMM-İ EYMEN
Peygamber efendimiz, doğmadan önce babasını, altı yaşında da annesini kaybetmişti. Hem yetim, hem de öksüz olarak büyüdü. Fakat birçok kadın, bir anne şefkatiyle o yüce Peygamberi bağrına bastı. Ona annesizlik acısını hissettirmemek için ellerinden gelen gayreti gösterdiler. Ailenin yardımcısıydı İşte bu kadınlardan birisi de Ümm-i Eymen'di. Peygamberimizin ehl-i beytten saydığı ve "Annemden sonra annem" diyerek iltifat ettiği bu büyük İslâm kadınının asıl ismi, Bereke binti Salebe idi. Uzun yıllardan beri Abdülmuttaliboğullarının hizmetlerini görüyordu. Peygamber efendimizin babası Abdullah'ın vefatından sonra da, aynı evde kaldı. Artık, hem Peygamberimizin annesi Amine'nin, hem de Peygamberimizin yardımcısıydı.Resulullah efendimiz altı yaşına geldiğinde, Hz. Amine, yanına Ümm-i Eymen'i de alarak Medine'ye gitti. Niyeti hem oradaki akrabalarını, hem de kocası Abdullah'ın kabrini ziyaret etmekti. Bir ay Medine'de kaldılar.Ümm-i Eymen Medine'deki bir hatırasını şöyle anlatır:“Birgün yahudî âlimlerinden ikisi yanıma gelerek dediler ki:- Bize Ahmed'i göster! Ben de Resulullah efendimizi dışarı çıkardım. İyice incelediler ve dediler ki:- Bu çocuk, ahir zaman peygamberi olacaktır. Burası da onun hicret edeceği yerdir. Bu memlekette büyük savaşlar olacaktır.” Ümm-i Eymen onların bu konuşmalarından sonra çok korkmuştu. Sevgili Peygamberimize bir zarar vermelerinden endişe duyuyordu.Herhangi bir tehlikeye karşı onu korumak için, Peygamberimizin yanından ayrılmamaya gayret gösteriyordu.Nihayet Mekke'ye hareket günü gelmişti. Ümm-i Eymen buna çok sevindi. Artık yahudîlerin Resulullaha bir zarar veremeyeceklerini düşünüp rahatladı.Bu üç kişilik kafile Medine'den ayrıldılar. Mekke'ye doğru yola koyuldular. Neşeli bir şekilde yollarına devam ediyorlardı. Fakat biraz sonra beklemedikleri birşey oldu. Ebva denilen yerde, Hz. Amine birdenbire rahatsızlandı. Hz. Amine bu hastalıktan kurtulamayıp vefat edeceğini anlamıştı. Cenab-ı Hak seni koruyacaktır! Başucunda duran Peygamberimizin yüzüne baktı. Bir rüyasını hatırlayarak şöyle dedi:- Şayet rüyada gördüklerim doğruysa, sen celal ve bol ikram sahibi olan Allah tarafından, Âdemoğullarına helal ve haramı bildirmek üzere, Peygamberliğin bildirilecektir. Sen, teslimiyeti, ceddin İbrahim'in dinini yerleştireceksin. Cenab-ı Hak seni devam edegelen putlardan, putperestlikten koruyacaktır.Bundan sonra şu şiiri söyledi:Her yaşayan ölür, eskir her yeni,Her yaşlanan elbet, oluyor fani.Ben de öleceğim, birgün elbette,Lâkin kalacaktır, adım dillerde.Çünkü senin gibi, hayırlı evlat,Bıraktım geriye, ne büyük nimet.Hz. Amine, Ebva denilen yerde hastalığının artması üzerine, ciğerparesini Ümm-i Eymen'e emanet etti. Ona iyi bakması ricasında bulundu. Çok geçmeden de ruhunu teslim etti. O sırada otuz yaşında bulunuyordu. Peygamberimiz böylece, altı yaşında iken öksüz kalıyordu.Cenab-ı Hak sevgili Resulüne, küçük yaşından beri her türlü acıyı tattırıyor ve onu kemâle erdiriyordu ki, ümmetine tam örnek olabilsin. Ona iman edenler, Peygamberlerinin çektiği sıkıntıyı hatırlayarak teselli bulsunlar, karşılaştıkları musibetlere sabretsinler. Can da Onun, mal da... Ümm-i Eymen'in sırtına, artık ağır bir yük yüklenmişti. Ağlamak, hıçkırmak istiyor, fakat Peygamberimizin üzüleceğini düşünerek vazgeçiyordu. Kendini toparladı. Bundan sonra ona, annesinin yokluğunu hissettirmeyecekti. Bunun için de elinden gelen fedakârlığı göstermeye çalışacaktı. Öz evladıymış gibi mübarek yavruyu bağrına bastı. Sonra da onu şöyle teselli etti:- Üzülme, ağlama! İlâhî kadere karşı boynumuz kıldan incedir. Can da Onun, mal da. Hepsi bize emanet. O, emaneti nasıl vermişse, öyle alır. Sevgili Peygamberimizin gözü yaşlıydı. Artık hem yetim, hem de öksüz kalmıştı. Babasının yüzünü hiç görmemişti. Bundan sonra annesinin de yüzünü göremeyecekti. Gözyaşları arasında dedi ki:- Ben de biliyorum. Onun hükmüne her zaman boyun eğerim. Fakat anne yüzü unutulmayacak bir yüzdür. O yüzü tekrar göremem diye üzülüyorum. Fakat kendisini toparlamakta gecikmedi. Annesine karşı son vazifesini yerine getirmek istiyordu. Yaşından beklenmeyen bir olgunluk içerisinde dadısına şöyle dedi:- Haydi! O, emaneti sahibine teslim etti. Biz de onun nâşını toprağa teslim edelim de, rahat etsin. Biraz sonra annelerin en şereflisini, en bahtiyarını birlikte defnettiler. Artık Resulullahı Mekke'ye götürme vazifesi Ümm-i Eymen'e kalmıştı. Peygamberimizi deveye bindirdi. Birlikte yola çıktılar. Beş günlük meşakkatli bir yolculuktan sonra Mekke'ye ulaştılar. Dadısını unutmamıştı Ümm-i Eymen gözyaşları arasında Peygamberimizi, dedesi Abdülmuttalib'e teslim etti. Fakat gerek dedesinin yanında bulunduğu sıralarda, gerekse onun vefatından sonra amcası Ebu Talib'in himayesinde iken, Peygamberimizin hizmetinde bulunmaktan geri durmadı. Bunu kendisi için büyük bir şeref saydı.Aradan yıllar geçti. Peygamberimiz, kendisini bir anne şefkatiyle bağrına basan, ancak bir annenin yapabileceği kadar fedakârlık gösteren sevgili dadısını unutmamıştı. Ona her türlü maddî yardımda bulunuyor, bir evladın annesine duyabileceği saygı kadar hürmet gösteriyordu. Bu arada sevgili dadısının bir yuva kurmasını temin etti. Onu Ubeyd bin Zeyd ile evlendirdi. Bu evlilikten Eymen adlı bir oğlu oldu. Ve Ümm-i Eymen diye tanındı.Peygamber efendimiz Mekkelileri İslâmiyete davete başlayınca, çocukluğundan beri, Onun mühim bir şahsiyet olacağını tahmin eden Ümm-i Eymen, hemen iman etti. Çünkü gerek doğumunda, gerekse doğumundan sonra birçok harika hâllerine şahit olmuştu. Bunun için tereddütsüz iman ederek Resulullahı sevindirdi.O devirde müslüman olmak, akıl almaz işkenceleri peşinen kabul etmek demekti. Ümm-i Eymen de bu acı işkencelerden hissesini aldı. Fakat imanından zerre kadar taviz vermedi. Çünkü bu yolda ölmeyi büyük bir şeref sayıyordu. Tevekkül sahibiydi İşkenceler tahammül edilemeyecek bir duruma geldiğinde, önce Habeşistan'a, sonra Medine'ye hicret etti. Böylece iki hicret sevabı birden aldı. Ümm-i Eymen Mekke'de olduğu gibi Medine'de de Resulullahı bir an olsun yalnız bırakmadı. Hizmetinden geri durmadı.Ümm-i Eymen tevekkül sahibi bir hanımdı. En zor durumlarda bile cenab-ı Haktan ümidini kesmez, Ondan yardım beklerdi. Bu teslim ve tevekkülünün mükâfatını hemen görürdü.Hicret ederken, Revha yakınlarında gecelemişti. Çok susamıştı. Yanında bir damla dahî su yoktu. Hiç telaşlanmadı. Çünkü kullarına karşı son derece merhametli olan Rabbinin, gördüğüne ve yardım edeceğine inancı sonsuzdu. Susuz ve bîtap düşmeyeceğinden emindi. Nitekim cenab-ı Hakkın yardımı gelmekte gecikmedi.Gökten beyaz bir urgana bağlanarak sarkıtılmış bir kova gördü. Cenab-ı Hakka hamd ve şükür ederek kalktı, kovanın yanına gitti. İçi tamamiyle, berrak ve buz gibi su ile doluydu. Kana kana içti. Tamamen susuzluğu geçti ve rahatladı.Bu vakayı nakleden Ümm-i Eymen şöyle der: “Artık bundan sonra bir daha hiç susamadım.”Ümm-i Eymen çok cesur idi. Bazı savaşlara katılmıştı. Hatta birkaç kadınla birlikte Uhud'da yaralıları tedavi etti. Mücahidlere su dağıttı. Niçin ağlıyorsun? Ümm-i Eymen, Peygamberimizi çok severdi. Hayatını Peygamberimize feda edebilecek bir imana sahipti. Resulullahı devamlı sevinçli görmek ister, onun üzülmesine hiç tahammül edemezdi. Resulullahla birlikte sevinir, onunla birlikte üzülürdü.Birgün Peygamberimiz hasta bir çocuğu kucağına almıştı. Çocuk hastalığın tesiriyle inliyordu. Peygamberimiz şefkatinden ağladı. Resulullahın ağladığını gören Ümm-i Eymen de ağlamaya başladı. Peygamber efendimiz niçin ağladıklarını sordular. Ümm-i Eymen de, Ona olan sevgisini şöyle ifade etti:- Resulullah efendimiz ağlarken, ben nasıl olur da ağlamam?Ümm-i Eymen, oğlu Eymen'in Huneyn gazvesinde şehit olması üzerine çok sabır gösterdi. Şehit annesi olmaktan büyük bir memnuniyet duydu. Bunun gibi her türlü sıkıntılara büyük bir tevekkülle sabretti.Ümm-i Eymen, kocası Ubeyd bin Zeyd ile mesut bir hayat yaşıyordu. Kocası Ubeyd'in vefatından sonra, Peygamber efendimiz, kendisine annelik yapan, imanı uğrunda her türlü yokluk, çile ve ızdıraplara göğüs geren, hatta bunun için işkencelere maruz kalan fedakâr dadısını tek başına bırakmadı. Birgün eshabına hitaben buyurdu ki:- Cennet ehlinden bir kadınla evlenmek isteyen Ümm-i Eymen'le evlensin. Böylece onun Cennetlik bir kadın olduğuna işaret ediyordu. Zeyd ile evlendi Ümm-i Eymen Resulullahın kendisi hakkında bu sözünü duyunca, sevinçten ne yapacağını şaşırdı. Öyle ya! Bir müslüman için, bundan daha büyük bir saadet düşünülebilir miydi?Resulullahın davetine ilk icabet eden, evlatlığı Zeyd bin Hârise oldu. Hz. Zeyd, genç bir sahabîydi. Ümm-i Eymen gibi yaşlı bir kadın ile evlenmeye, sırf Allahın Resulünü memnun edebilmek için talip olmuştu. Peygamberimizin rızasını dünyevî lezzete tercih etti. Bundan sonra Resulullah efendimiz bu büyük sahabîsi ile dadısını nikâhladı.Babası gibi büyük bir sahabî olan, İslâm kumandanlarından Üsâme bin Zeyd, bu evlilikten dünyaya geldi.Ümm-i Eymen'in, Peygamberimizin yanında ayrı bir yeri vardı. Bazan latifede bulunarak onun gönlünü alırdı. Fakat Peygamber efendimiz latife yaparken bile doğru söyler, hakikati ifade buyururdu. Muhatabını incitmeden sevindirir, neşelendirirdi.Ümm-i Eymen bir defasında Resulullahın huzuruna girerek, “Bana bir binek temin ediniz” diye ricada bulundu. Resulullah efendimiz buyurdu ki:- Seni dişi devenin yavrusuna bindireceğim. Ümm-i Eymen Resulullahın nüktesini anlamadı. Bu sebeple dedi ki:- Ey Allahın Resulü, yavrunun beni taşımaya gücü yetmez. Hem ben deve yavrusu istemiyorum ki...Peygamberimiz sözünü tekrarlayarak buyurdu ki:- Seni, ancak dişi bir devenin yavrusuna bindireceğim. Böylece yüce Peygamberimiz şaka yaparken dahî hakikati beyan ediyordu. Her deve, dişi bir deveden doğması sebebiyle dişi devenin yavrusu değil miydi? Vahyin kesilmesine ağlıyorum Ümm-i Eymen Peygamberimizin vefatında, yanında bulundu. Gözyaşlarını tutamıyordu. Kendisine dediler ki:- Niçin bu kadar ağlıyorsun? - Ben Resulullahtan ayrılacağımızı biliyordum. Bunun için ağlamıyorum. Ben vahyin kesilmesine ağlıyorum.Bu büyük İslâm kadınına Peygamberimizden sonra Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer de layık olduğu hürmeti gösterdiler. Çünkü, Resulullahın değer verdiği kimseler, sahabîlerin yanında da kıymetliydi. Bu sebeple zaman zaman ziyaretine giderler, varsa ihtiyaçlarını görürlerdi. O da duâ ederdi.Yaşı bir hayli ilerleyen Ümm-i Eymen Hz. Osman'ın halifeliğinin ilk yıllarında vefat etti. |
Peygamberimizin hanimlarindan : ÜMM-İ HABİBE
Ümm-i Habîbe, ilk önce Resulullahın halasının oğlu Ubeydullah bin Cahş ile evlendi. Kocasıyla birlikte İslâmiyeti kabul eden ilk müslümanlardandır. Mekke'deki kâfirlerin, müslümanlara eziyet ve zararları dayanılmayacak bir dereceye geldiğinde, Habeşistan'a hicret ettiler.Kızı Habîbe, Habeşistan'da doğdu. Kocası Ubeydullah bin Cahş, papazların propagandalarına aldanıp, fakirlikten kurtularak, dünya malına kavuşmak için mürted oldu. Dinini bıraktı. Dünyaya değişmeyeceğini bildirdi Ümm-i Habîbe kocasının mürted olacağını rüyasında görmüştü. Rüyada, kocasının suratının gayet çirkinleşip, kapkara olduğunu gördü. O sabah rüyasını tabir etmek için düşünürken, kocası hıristiyan olduğunu söyleyip, ona, “Sen de hıristiyan ol” dedi.Kocası dinini dünyaya değişince, Ümm-i Habîbe'yi de İslâmiyetten çıkıp, zengin olmaya zorladı. O, fakirliğe, ölüme razı olacağını, fakat Muhammed aleyhisselamın dinini ve sevgisini, bütün dünyaya değişmeyeceğini, bildirdi.Ubeydullah bin Cahş, Ümm-i Habîbe'yi boşayıp, sürünerek ölmesini bekledi. Fakat kendisi içki âlemlerine dalıp, az zaman sonra sarhoşken öldü.Peygamber efendimiz, Ümm-i Habîbe'nin dininin kuvvetini ve başına gelen acı hâli işitti. İman kuvvetine hayran kalıp, hâline çare aradı. Kendisi de, Ümm-i Habîbe'nin babası ve Mekke kâfirlerinin başkumandanı olan Ebu Süfyan ile mücadele ediyordu.Peygamber efendimiz, daha önce müslüman olan Habeşistan hükümdarı Necâsî'ye, hicretin yedinci senesinde mektup yazıp, Amr bin Ümeyye ile gönderdi. Mektupta; “Oradaki Ümm-i Habîbe ile evleneceğim. Nikâhımı yap! Sonra kendisini buraya gönder” şeklinde talepte bulundu.Necâsî, Peygamberimizin mektubuna çok hürmet edip, hemen hazırlıklara başladı. Hizmetçisini gönderip, Resulullahın isteğini bildirdi. Ümm-i Habîbe, Resulullahın nikâhına girmeyi kabul edince, Habeşistan hükümdarı iki gümüş gerdanlık, mücevherat, yüzükler ve bilezikler hediye etti. Müslümanlar çok rahat etti Daha sonra Necâsî, mühacir müslümanları sarayına davet etti ve Resulullah efendimiz ile Ümm-i Habîbe'nin nikâhını kıydı. Ümm-i Habîbe, imanının mükâfatına kavuşarak orada zengin ve rahat oldu. Necâsî sayesinde Habeşistan'daki müslümanlar da çok rahat etti, ferah yaşadı.Ümm-i Habîbe, cennette, kadınlar kocalarının yanında bulunacakları için, cennetin en yüksek derecesi ile de müjdelenmiş oldu ki, dünyanın bütün zevk ve nimetleri, bu müjde yanında pek küçük kalır.Ümm-i Habîbe'nin Resulullah efendimiz ile evlenmesi, babası Ebu Süfyan'ın kalbinin yumuşayıp, ileride müslüman olmasını hazırlayan sebeplerdendir.Ümm-i Habîbe, muhacirlerle Necâsî'nin temin ettiği gemiyle, Car limanına geldiler. Oradan da deveye binip, Medine'ye geldi. O sırada Peygamberimiz Hayber'de idi.Ümm-i Habîbe Peygamberimizi çok severdi. Mekkeli müşrikler, Hudeybiye antlaşmasını bozduktan sonra, endişeye kapılıp, anlaşmayı yenilemek istediler. Bu iş için o zaman henüz müslüman olmamış olan Ebu Süfyan'i Medine'ye gönderdiler. O da aracı olması için kızının yanına gitti. Başını kucağına koymuştu Ebu Süfyan, kızının odasına girip, Peygamberimizin her zaman oturduğu mindere oturmak üzere iken, Ümm-i Habîbe; “Sen bu mübarek yere oturmaya lâyık değilsin” diyerek oturmasına mâni oldu.Ebu Süfyan, kızından bu sözleri işitince, onun dinine bağlılığına hayret etti. Ebu Süfyan daha sonra Mekke'nin fethinde müslüman oldu. Birgün Resulullah efendimiz, Ümm-i Habîbe'nin odasına geldi. O esnada Hz. Muaviye başını, kızkardeşi Ümm-i Habîbe'nin kucağına koymuş, uyuyordu. Bu hâli görünce, hanımı Ümm-i Habîbe'ye buyurdu ki:- Ya Ümm-i Habîbe! Kardeşini bu kadar çok mu seviyorsun? - Evet, ya Resulallah, kardeşimi çok seviyorum.- Onu Allah ve Resulü de çok seviyor. Hz. Ümm-i Habîbe çok fazıl, kâmil birisiydi. Peygamberimizden pek çok hâdiseye şehadet edip, otuz hadis-i şerif rivayet etti. Hadis-i şeriflere çok dikkat ederdi. Bu hususta kendisine danışılırdı. Abdestli pişirmek Yeğeni Ebu Süfyan bin Said'e, abdestli bulunmayı tavsiye edip, şu hadis-i şerifi rivayet etti.(Her kim bir şey pişirecek olursa, abdest alması iyidir.) Yine, (Her kim her gün oniki rekat nafile namaz kılarsa, o kimse için cennette bir ev hazırlanır) hadis-i şerifini rivayet ettikten sonra buyurdu ki:- Ben bunu işittikten sonra, o namazları hep kıldım.Bu nafilelere verilecek sevaplar, farz borcu olmayanlar içindir.Babası Ebu Süfyan bin Harb vefat ettikten bir müddet sonra, güzel kokular sürünüp, iyi ve yeni elbise giymişti. Etrafındakilere Peygamber efendimizin şu hadis-i şerifini de nakletti:(İman sahibi bir kadın için, herhangi bir şekilde üç günden fazla matemli bulunmak caiz değildir. Ancak, kocası için, bunun müddeti dört ay ve on gündür.) Hz. Ümm-i Habîbe, kardeşi Hz. Muaviye'nin hilafeti zamanında hastalandı. Hasta yatağında Hz. Aişe'yi çağırtıp dedi ki:- Benimle senin ve diğerlerinin arasında münasebetler vardı. Eğer her ne suretle olursa olsun, aramızda hataen bir şey geçmiş ise, senden affetmeni isterim. Affeyle ve hayır duâ ile yâd edip, benim için mağfiret talep et.Hz. Aişe bu söz üzerine duâ edip buyurdu ki:- Sen beni memnun etmişsin. Hak teâlâ da seni memnun kılsın.Medine-i münevverede 664 senesinde yetmişüç yaşında vefat etti. |
Hz. Ali'nin kızkardeşi: ÜMM-İ HÂNİ
Peygamber efendimiz hicretten bir yıl önce Tâif'e gidip, Tâif halkına bir ay nasîhat edip, onları îman etmeye dâvet etmişti. Tâif halkından hiç kimsenin îman etmemesi ve işkence yapmaları üzerine Mekke'ye dönmüştü. Misâfir geldim Çok üzgündü ve her taraf düşman doluydu. Bir gece Mekke'de Ümm-i Hânî'nin Ebû Tâlib mahallesinde bulunan evine geldi. Ümm-i Hânî, o zaman îman etmemişti. Peygamber efendimiz kapısını çaldı. İçeriden Ümm-i Hânî'nin sesi duyuldu:- Kimdir o?- Amcanın oğlu Muhammed'im, kabûl edersen, misâfir geldim. - Senin gibi doğru sözlü, emin, asil, şerefli misâfire can fedâ olsun. Yalnız, tesrif edeceğinizi önceden bildirseydiniz bir şeyler hazırlardım. Şimdi yedirecek bir şeyim yok.- Yiyecek, içecek istemem. Hiçbiri gözümde yok. Rabbime ibâdet etmek, yalvarmak için bir yer bana yetişir. Ümm-i Hânî, Resûlullahı içeri alıp, bir hasır, bir leğen, ibrik verdi. Gelen misâfire ikrâm etmek, onu düşmandan korumak, Araplar için en şerefli vazife sayılırdı. Bir evdeki misâfire zarar gelmesi, ev sahibi için büyük yüzkarası olurdu.Ümm-i Hânî düşündü ki; “Amcasının oğlunun Mekke'de düşmanları çok, hatta öldürmek isteyenler var. Şerefimi korumak için, sabaha kadar onu gözeteyim” dedi. Babasının kılıcını alıp, evin etrafinda dolaşmaya başladı.Resûlullah efendimiz, o gün çok incinmişti. Abdest alıp, yalvarmaya, af dilemeye, kulların îmana gelmesi, saadete kavuşmaları için duâya başladı. Çok yorgun, aç ve üzüntülüydü. Hasır üzerine uzanıp uyuyuverdi.Sonra Cebrâil aleyhisselâm gelip, ayağının altından öperek uyandırdı. Bundan sonra Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem uyanıkken ruh ve bedeniyle Mîrâca çıkarıldı.Ertesi sabah Peygamber efendimiz Ümm-i Hânî'ye, gece mîrâca çıktığını anlattı. Ümm-i Hânî dedi ki:- Ey amcamın oğlu! Sakın bunu Kureyşlilere söyleme! Onlar seni yalanlarlar ve seni üzerler.Peygamber efendimiz buyurdu ki:- Vallahi ben bunu onlara söyleyeceğim. Îman etti Ümm-i Hânî, kocası Hübeyre bin Ebî Vehb'in müşrik olması sebebiyle, hicret sırasında îman etmemiş olarak Mekke'de kalmıştı. Bu durum Mekke'nin fethine kadar devam etti. Mekke'nin fethedildiği gün, kocası Necrân'a kaçtı.Ümm-i Hânî ise Kureyş kadınlarından on kişilik bir grupla Peygamberimizin yanına gelip, Müslüman oldu. Vefât tarihi kesin olarak bilinmemekte olup, Hz. Ali'den sonra vefât ettiği rivâyet edilmiştir.Ebû Tâlib'in kızı ve Hz. Ali'nin kızkardeşi olan Ümm-i Hânî'nin asıl adı Fakite idi. |
Hala sultan olarak taninan kadin sahabi :ÜMM-İ HİRAM
Ümm-i Hiram, Enes bin Malik'in teyzesidir. Resulullahın da teyzeleri tarafından akrabasıdır. Cahiliyye devrinde Amr bin Kays ile evlendi. İman ile şereflenip, müslüman oldu. Kocası iman etmeyince, ayrıldılar. Ondan Kays ve Abdullah adında iki oğlu oldu. Müslüman olduktan sonra, ensarın büyüklerinden Ubade bin Samit ile evlendi. Bundan da Muhammed adında bir oğlu oldu. Gazaya giderler Ümm-i Hiram'in Medine-i Münevveredeki evini, Resulullah efendimiz sık sık ziyaret ederdi. Ümm-i Hiram da bundan çok memnun olur ve çok ikramda bulunup, hizmet etmekle şereflenirdi.Yine Resulullah efendimiz evine teşrif etmiş ve istirahat için evinde uyumuştu. Bir müddet sonra Peygamber efendimiz gülümseyerek uyandılar. Bunun üzerine Ümm-i Hiram sordu:- Ya Resulallah! Niçin güldünüz?- Ey Ümm-i Hiram! Ümmetimden bir kısmını gemilere binmiş hâlde, kâfirlerle gazaya giderlerken gördüm. - Ya Resulallah! Duâ et, ben de onlardan olayım! Peygamberimiz de onun bu arzusunu geri çevirmeyip, kabul etti ve şöyle duâ buyurdular:- Ya Rabbi! Bunu da onlardan eyle! Resulullah efendimiz tekrar uyuyup, yine gülümseyerek uyandılar. Tekrar gülme sebebini sorunca, buyurdular ki:- Bu defa da, ümmetimden bir kısmının, padişahların tahtlarına kuruldukları gibi debdebeli bir kalabalık hâlinde gazaya gittiklerini gördüm. Ümm-i Hiram bu sefer de dedi ki:- Ya Resulallah! Duâ et, ben de bir gazi olarak onların arasında bulunayım.Bu sefer Peygamberimiz buyurdu ki:- Hayır, sen öncekilerdensin. Böylece onun deniz seferinde bulunacağını önceden haber vermiş oldu.Ümm-i Hiram, Resulullah efendimizin vefatından sonra, kocası Ubade bin Samit Şam'a gönderilen ilmî heyet içinde olduğundan, Humus'a yerleştiler. Seksenaltı yaşında idi Halife Hz. Osman'in izniyle, 647 yılında Hz. Muaviye, Kıbrıs adasındaki insanların da saadete kavuşmaları, cehennemden kurtulmaları için bir deniz seferi düzenledi. Bu sefer, müslümanların ilk denız savaşıydı. Bu sefere gönüllü seçilen kimseler arasında eshab-ı kiramın ileri gelenleri de vardı. Bunlar arasında Hz. Ebu Zer, Hz. Ebüdderda, Hz. Ubade bin Samit ve hanımı Ümm-i Hiram da vardı.Hz. Muaviye, bu orduya Hz. Abdullah İbni Kays'ı kumandan tayin etti. Deniz yoluyla yolculuk başladı. Hz. Ümm-i Hiram, seksenaltı yaşında olmasına rağmen, bu zahmetli yolculuğa katlanıyor, oradaki insanlara İslâmiyeti bildireceklerini, onların da kurtuluşa, saadete kavuşacaklarını düşünerek, teselli buluyordu.Kıbrıs'ta şehit oldu. |
Hala sultan olarak taninan kadin sahabi: Ümm-i Hiram -2-
İslâmiyeti yaymak uğrunda şehit olmak, Ümm-i Hiram'ın en büyük arzusuydu. Çünkü şehitler hakkında Peygamber efendimiz buyurmuştu ki:(Şehitleri yıkamayınız! Çünkü kıyamet gününde her yere miskü anber gibi koku saçacaklardır.) (Şehidin kul borcundan başka bütün günahlarını Allahü teâlâ affeder.) (Şehitler cennetteki nimetleri görünce, Keşke, Allahın bize neler ikram ettiğini, kardeşlerimiz de bilselerdi de cihaddan çekinmeseler, çarpışmaktan korkup düşmandan yüz çevirmeselerdi derler.) Ordunun içindeydi Bu müjdelerin yanında birkaç günlük zahmetin hiç kıymeti olmadığını, en iyi Peygamberimizin arkadaşları biliyordu. Çektikleri eziyet ve sıkıntılar, bunu çok güzel anlatıyordu. Ümm-i Hiram da, bu arzu ve istekle, yaşının çok ileri olmasına rağmen ordunun içindeydi.Mısır'dan gelen İslâm askerleri de, kendileriyle birleşince, Kıbrıs Rumlarına, müslüman olmalarını, yoksa cizye vermelerini, bunu da kabul etmezlerse savaş yapacaklarını bildirdiler. Kıbrıslılar teslim olmayacaklarını bildirince, şiddetli çarpışma oldu. Kıbrıs Rum donanması İstanbul'a kaçtı.Hz. Ümm-i Hiram, çok yaşlı olmasına rağmen, yerinde duramıyor, bir an önce neticeye varmak istiyordu. Genç askerler, Hz. Ümm-i Hiram'ın bu hâline şaşıyorlar, ona bakarak gayrete geliyorlardı. Rumların donanması kaçınca, savaş sahilde devam etmeye başladı. İslâm askerleri, bir çıkarma hereketiyle iç kısımlara daldılar. Askerlerle çıkarmaya katılan Hz. Ümm-i Hiram, Larnaka yakınlarında atının ayağının sürçmesiyle düşerek, çok özlediği şehitliğe kavuştu. İslâm askerlerinin karşısında tutunamayan Rumlar eman dilediler. Barış teklif edip, cizye vermeyi kabul ettiler.Hz. Ümm-i Hiram'in kabri Kıbrıs'ta Larnaka şehrinin Tuz Gölü kıyısındadır. Osmanlılar Kıbrıs adasını 1570 senesinde fethedince, kabrini imar ettiler. Hala Sultan deyip, kabri üzerine türbe, yanına tekke ve cami yaptırdılar. Böylece Ümm-i Hiram Resulullahın haber verdiği gibi, deniz yoluyla sefere katılıp şehit olmuştu. Toplarla selamlarlardı Ümm-i Hiram âlemlere rahmet olarak yaratılan, iki cihan sultanı Peygamber efendimizin akrabası, eshab-ı kiramdan ve şehit olması gibi pek çok üstünlükler sahibidir. Fazilet ve kemâli çoktur. Resulullah efendimize hizmet edip, hürmet gördü.Kabrinden dahî yüzyıllardır feyz ve bereket saçmaktadır. Osmanlılar zamanında ve sonrasında, gemiler, Hala Sultan türbesi istikametinden geçerken, toplarını çevirirler ve mübarek makamı ziyaret maksadı ile selamlarlardı. Ümm-i Hiram'in tam ismi bilinmemektedir. Babası Milhan bin Halid, annesi Mülkiyye binti Malik'tir. Hazrec kabilesinin Benî Neccar koluna mensuptur. |
Hz. Ebu Bekir'in hanımı: ÜMM-İ RUMAN
Ümm-i Ruman, Yemen'de, Abdullah bin el-Haris-i Ezdî ile nikahlandı. Peygamberimizin davetinden önce, Yemen'in Serat şehrinden Mekke'ye göç ettiler. Tufeyl adında oğlu, bundan oldu. Kocasının vefat etmesi üzerine, Hz. Ebu Bekir ile evlendi.Bu evlilikten Hz. Aişe-i Sıddıka ve Abdurrahman adında iki çocuğu oldu. İslâm dini tebliğ edilmeye başlayınca, kocası Hz. Ebu Bekir ile beraber müslüman oldu. Sana gizli değildir Hicretten sonra Medine-i Münevvereye hicret ettiler. Kızı Hz. Aişe, burada Resulullah efendimiz ile evlendi. Peygamber efendimizin kayınvalidesi olmakla şereflendi.Ümm-i Ruman'in faziletleri çoktur. Peygamber efendimiz, onu cennetle müjdelemiş ve buyurmuştur ki:(Her kimi, cennet hurilerinden birine bakmak sevindirirse, Ümm-i Ruman'a baksın!) Yine hakkında mağfiret diledikten sonra buyurmuştur ki:(İlâhî! Ümm-i Ruman'ın, senin yolunda ve Resulünün uğrunda çektiği sıkıntılar sana gizli değildir.) Ümm-i Ruman, Resulullah efendimizi çok severdi. Kızı Hz. Aişe'nin, Resulullaha gelin olmasına pek taraftar olup, gerçekleşmesine de çok memnun oldu.Çok iyilik ve ikram severdi. Hadis-i şerif ile övüldü.Hicretin altıncı senesinde, müslümanların eshab-ı Soffaya yemek gönderdikleri bir sırada, Hz. Ebu Bekir, Eshab-ı Soffadan bazılarını eve gönderdi. Kendisi de Resulullah efendimizin yanında kaldı. Geç vakitte evine döndüğünde, Ümm-i Ruman sordu:- Misafirleri gönderdin de, kendin nerede kaldın?Hz. Ebu Bekir buyurdu ki:- Yoksa onlara yemek yedirmedin mi? - Abdurrahman ile yemek gönderdim. Ancak onlar, sen gelmedikçe yemek yemeyeceklerini söylemişler.Sonra hazırlanan yemeği yemeye başladılar. Hz. Ebu Bekir'in oğlu Abdurrahman der ki:- Yemin ederim ki, aldığımız her lokmanın altından yeni bir lokma çıkıyordu. Nihayet hepimiz doyduk, ancak yemek önceki gibi, aynen duruyordu. Gönderdiğim gibi duruyor Bu hâli gören Hz. Ebu Bekir sordu:- Bu nedir ey Ümm-i Ruman? Ümm-i Ruman dedi ki:- Efendim, yediğiniz yemek gönderdiğim gibi aynen duruyor.Bunun üzerine kalan yemeği Resulullah efendimize gönderdiler.Ümm-i Ruman'in ismi Zeynep, künyesi Ümm-i Ruman olup, bununla meşhurdur. Nesebi; Ümm-i Ruman Zeynep binti Amir Kinaniyye-i Firasiyye'dir. Kinane kabilesinin Benî Firas koluna mensuptur. Yemenlidir.Ümm-i Ruman 630 senesinde, Medine-i Münevverede vefat etti. Resulullah efendimiz, cenaze namazını kıldırıp, defninde bulundu. Kabre bizzat Resulullah efendimiz indirdi. |
Devsli muhacir hanım sahabîlerden : ÜMM-İ ŞERİK
Devs'de müslüman olan Ümm-i Şerik, kendisiyle birlikte hicret edecek bir arkadaş bulamamıştı. Medine'ye giden bir yahudî ailesine katıldı. Yolculuk esnasında suyu tükendi. Yahudî ailenin yanında su vardı. Fakat yahudî, Ümm-i Şerik'e, dininden dönmedikçe su vermeyeceğini söyledi. Hanımını da, “Ona su verirsen fena yaparım” diye tehdit etti.Hava çok sıcaktı. Güneş âdeta kavuruyordu. Bu şartlarda susuz olarak yolculuk yapmak, Ümm-i Şerik'i iyice hâlsiz düşürmüştü. Zorlukla yürüyor, zorlukla konuşabiliyordu. Bu durum yahudîyi ümitlendiriyor, Ümm-i Şerik'in biraz sonra dininden döneceğini zannediyordu. Su içmiş birinin sesi Fakat Ümm-i Şerik imanın tadını almıştı bir kere. Dünyayı ahirete hiçbir zaman tercih etmeyecek kadar kuvvetli bir imana sahipti. Cenab-ı Hakkın mutlaka bir yerden yardım göndereceğine de inancı sonsuzdu.Nitekim geceleyin Allaha olan teslimiyetinin peşin mükâfatını gördü. Herkesin uyuduğu bir sırada, göğsünün üzerine bir miktar suyun konduğunu hissetti. Aldı ve içti. Suya kanmıştı. Biraz sonra yol arkadaşlarını uyandırmak için seslendi. Yahudî onun sesini işitince dedi ki:- Ben su içmiş birinin sesini duyuyorum.Yahudî şaşırmıştı. Hanımını sıkıştırdı. Kızdı, bağırdı. Ümm-i Şerik, suyu hanımının vermediğini söyledi. Cenab-ı Hakkın lütfuna mazhar olduğunu bildirdi. Yahudî, inanmıştı. Gördüğü bu keramet karşısında kelime-i şehadet getirerek müslüman oldu.Böylece Ümm-i Şerik, hem dininde sebat etmiş, hem de kendisini yahudî olmaya zorlayan birinin müslüman olmasına sebep olmuştu. Ayrıca cenab-ı Hakkın ihsanını kazanmıştı.Ümm-i Şerik'in bir yağ tulumu vardı. Onunla Resulullah efendimize yağ hediye ederdi. Birgün çocukları ondan yağ istediler. Ümm-i Şerik başka yağı olmadığı için kalkıp tuluma baktı. Tulumdan yağ damlıyordu. Onlara bir miktar yağ çıkardı. Çocuklar bu yağdan bir müddet yediler. Uzun zaman yetecekti Bir müddet sonra bir daha yağ istediler. Bu sefer tulumu ters çevirip boşalttı. Böylece yağ bitti. Ümm-i Şerik durumu Resulullah efendimize arz etti. Resulullah efendimiz ona buyurdu ki:- Yağı boşalttın mı? Şayet ters çevirip boşaltmasaydın uzun zaman sana yetecekti. Ümm-i Şerik, bu yağ tulumunu isteyenlere emanet olarak da verirdi. İçinde yağ yokken bir gün tulumu şişirip kuruması için asmıştı. Daha sonra baktığında tulumun içinin yağla dolu olduğunu görmüştü. Allahü teâlânın bu ikramından dolayı hamdetmişti.Resulullaha iman etmiş ve bu uğurda birçok sıkıntıya katlanmış bahtiyar kadınlardan biri olan Ümm-i Şerik'in asıl adı Gaziyye idi. Devsoğullarındandır. Bütün sıkıntılara rağmen inancında sebat eden, Allaha teslimiyet ve tevekkülden ayrılmayan bu mübarek kadın, birkaç defa cenab-ı Hakkın lütuf ve ikramına nail olmuştu. Hayatı hakkında başka bir bilgi kaynaklarda geçmemektedir. |
Eshabin kadin kahramanlarindan ÜMM-İ ÜMARE NESİBE HATUN
Ümm-i Ümare, Uhud gazasına, kocası Zeyd bin Asım, oğulları Habib ve Abdullah ile birlikte katılarak, secaat ve kahramanlıklar gösterdi. Gazilere su dağıtmak ve yaralarını sarmak vazifesiyle katıldığı savaşın en şiddetli bir anında, Resulullah efendimize saldıran bir müşriki atından aşağı düşürüp öldürdü.Ok, kılıç ve kalkan kullanarak düşmana saldırırken kendisi de birkaç yerinden yaralandı. Yaralı hâliyle kocasını ve oğullarını savaşa teşvik etti. Düşman, Resulullah efendimize hangi istikametten saldırırsa, hemen kocası ve oğullarıyla oradan müdafaa ederlerdi. Çarpışmaya koyuldum Ümm-i Ümare der ki: “Gündüzün başlangıcında Uhud'a vardım. Halk ne yapıyor bir bakayım dedim. Yanımda bir kirba ve içinde su vardı. Resulullahın yanına kadar gittim. Kendisi, o sırada Eshabı arasında bulunuyordu. Bu zamanda müslümanlar savaş üstünlüğünü devam ettiriyorlardı.Müslümanlar dağılmaya başlayınca, Resulullahın yanına vardım. Çarpışmaya koyuldum. Kılıçla, okla müşrikleri Resulullahtan uzaklaştırmaya çalıştım. Bu arada da yaralandım. Resulullahın yanında on kişi kalmamıştı. Ben, oğullarım ve kocam, Resulullahın önünde çarpışıyor, müşrikleri ondan uzaklaştırıyorduk.Bir ara Resulullah efendimiz, benim yanımda kalkan bulunmadığını gördü. Yanında kalkan bulunanlardan birisine buyurdu ki:- Ey kalkan sahibi, kalkanını çarpışana bırak! O kimse kalkanını Resulullaha verdi. Ben de Resulullah efendimizden alıp, onunla korundum.Bize ne yaptılarsa, müşrik süvarileri yaptılar. Atlı bir adam gelip, bana vurdu. Kalkanımla korundum. Ben de onun atının ayaklarına kılıç çaldım. At arkaüstü yıkılınca, Peygamber efendimiz oğlum Abdullah'a şöyle buyurdu:- Ey Ümm-i Ümare'nin oğlu! Annene, annene yardım et!” Ümm-i Ümare'nin oğlu Abdullah ibni Zeyd anlatır:“Uhud günü sol kolumdan yaralanmıştım. Beni, hurma ağacı gibi upuzun bir adam vurmuştu. Resulullah efendimiz; “Yaranı sar” buyurdu. Anam yanıma geldi. Yaraları sarmak için yanında bulunan hazır bezlerle yaramı sardı. Herkes katlanabilir mi? Bu sırada Resulullah efendimiz bana bakıyordu. Annem, yaramı sardıktan sonra, bana dedi ki:- Kalk yavrucuğum! Müşriklerle çarpış!Resulullah efendimiz de buyurdular ki:- Ey Ümm-i Ümare! Senin katlandığın, dayanabildiğin şeye, herkes katlanabilir, dayanabilir mi? Beni yaralayan müşrik o sırada oradan geçiyordu. Resulullah efendimiz tekrar buyurdular ki:- İşte, oğluna vuran adam! Annem, hemen onun önüne geçip, bacağına vurup çökertti. Bunun üzerine, Resulullahın, mübarek dişleri görünecek kadar gülümsediğini gördüm. Sonra buyurdu ki:- Allaha hamd olsun ki, seni düşmanına muzaffer kılıp, gözünü aydın etti. Öcünü almayı sana gözünle gösterdi.” Peygamber efendimiz, Uhud savaşında Ümm-i Ümare'nin oğlu Abdullah'a buyurdu ki:- Ey Ümm-i Ümare'nin oğlu! Hz. Abdullah, “Buyur ya Resulallah” deyince, ona, taş atmasını buyurdu.Hz. Abdullah, önünde gitmekte olan atlı müşrike bir taş attı. Taş, atın gözüne değince, at ürktü ve at da, atlı da yere yıkıldı. Hz. Abdullah taşa tutup, o müşriki yaraladı. Su dağıtıyordu Ümm-i Ümare, Uhud'da oğlu yaralanınca, oğlunun yarasını ve diğer sahabilerin yaralarını sarıyor, susuz olanlara su dağıtıyordu. Daha sonra, eline bir kılıç alarak çarpışmaya başladı.İbni Kamia kâfiri, Resulullahı öldürmeye yemin etmişti. Resulullahı gördü. Resulullaha hücum edince, Ümm-i Ümare atının önüne geçti. Atını durdurup İbni Kamia'ya saldırdı. O müşrikin üzerinde zırh olduğu için darbeleri pek tesir etmedi. Zırh olmasaydı, o da öldürülen diğer müşriklerin yanına gidecekti.Sonunda o müşrikin şiddetli bir hücumu ile boynundan ağır yaralandı. Resulullah efendimiz onun için buyurmuştur ki:- Uhud günü ne tarafıma baktıysam, hep Ümm-i Ümare, hep Ümm-i Ümare'yi gördüm. Nesibe Hatun, bu savaşta oniki-onüç yerinden yaralanmıştı. Bunlardan en ağırı, İbni Kamia'nın, boynunda açtığı yaraydı. Resulullah efendimiz, oğlu Abdullah'a bu yarayı sarmasını emrettiler. Sonra buyurdular ki:- Ev halkınızı Allahü teâlâ mübarek kılsın. Senin annenin makamı filan ve filanların makamından hayırlıdır. Allahü teâlâ sizin ev halkınıza rahmet etsin! Bir sene tedavi gördükten sonra bu yara iyileşti.Müseylemet-ül Kezzab, yalancı peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkınca, Ümm-i Ümare'nin oğlu Habib, Amman'dan Medine'ye gelirken esir düştü. Müseyleme, kendisinin peygamberliğini kabul etmesini istedi. Habib onu tasdik etmeyince, tek tek uzuvları kesilerek şehit edildi. Ölümünü göstersin Bunu işiten Ümm-i Ümare Müseyleme'nin ölümünü göstermesi için Allahü teâlâya duâ etti. Yaşı altmışın üzerinde olmasına rağmen, oğlu Abdullah'la beraber Yemame savaşına iştirak etti. Savaşın şiddetli bir anında, müslümanların dağılmaya başlamaları üzerine, kılıcını çekerek düşmana hücum etti. Oniki yerinden yara aldı. Müseyleme'yi de yaraladı.Ümm-i Ümare'nin oğlu Abdullah'ın da bulunduğu, bir grup müslümanın önünden atla kaçmaya çalışan Müseylemet-ül Kezzab, Hz. Vahşi tarafından mızrakla vurularak öldürüldü.Ümm-i Ümare bu savaşta kolunun birini kaybetti. İslâm ordusunun kumandanı Halid bin Velid, kendisiyle yakından alâkadar oldu. Yaralarını sardırdı. Böylece Müseyleme'nin ölüşünü görmüş oldu.Bir gün Nesibe Hatun, Peygamberimize dedi ki:- Ya Resulallah, Allahü teâlâya duâ et de cennette sana komşu olalım. Peygamber efendimiz de, “Allahım! Bunları, cennette bana komşu ve arkadaş et” diye duâ etti. Bunun üzerine Ümm-i Ümare dedi ki:- Bu bana kâfidir. Artık dünyada ne musibet gelirse gelsin, hiç ehemmiyeti yok. Melekler duâ ederler Birgün Resulullah efendimiz Ümm-i Ümare'nin evine teşrif ettiler. Ümm-i Ümare de yemek ikram etti. Resulullah efendimiz "Sen de ye" buyurdular. O da oruçlu olduğunu arz etti. Bunun üzerine Resulullah efendimiz buyurdu ki:- Bir oruçlunun yanında yemek yenildiği zaman, sofra kalkıncaya kadar, melekler oruçluya duâ ederler. Hz. Ebu Bekir de hilafeti zamanında, kendisini evinde ziyaret eder, hâlini, hatırını sorardı. Hz. Ömer zamanında, bir savaşta elde edilen ganimetler içinde kıymetli kumaşlar da vardı. Bunların en kıymetlisi olan altın sırmalı bir elbise, Hz. Ömer'e isabet etti.Herkes gelinine veya hanımı Hz. Ali'nin kızı Ümm-i Gülsüm'e verecek diye beklerken, Hz. Ömer, “Bu elbiseye Ümm-i Ümare herkesten daha layıktır” buyurdu ve arkasından ilave etti:- Resulullah efendimizin, “Savaşta ne tarafa baktımsa, hep Ümm-i Ümare, hep Ümm-i Ümare'yi gördüm” buyurduğunu işittim.Bunları söyledikten sonra elbiseyi Ümm-i Ümare'ye gönderdi.Ümm-i Ümare Uhud'dan başka, Hudeybiye, Hayber Umret-ül kaza, Huneyn ve Yemame gazalarına da katıldı. Biat-i Rıdvan'da hazır bulunmakla şereflendiler. Oğulları Habib ve Abdullah da, Peygamber efendimizin bütün gazalarına iştirak ettiler.Ümm-i Ümare, ensarın Hazrec kabilesinden olup, Medine'nin ileri gelen ailelerindendir. Mazin bin Neccar'in evladındandır. Annesi, Rebab binti Abdullah'tır. Tahminen miladî 573 yılında doğdu. İkinci Akabe biatında bulunarak, zevciyle birlikte müslüman olmakla şereflendi. Onlardan da biat aldım Akabe'de, kocası Zeyd biat ettikten sonra, Peygamberimize gelerek dedi ki:- Ya Resulallah! Ümm-i Ümare ve Ümm-i Müney adlı iki kadın da bizimle birlikte biat için gelmişlerdir.Bunun üzerine Resulullah efendimiz, “Hangi şartlarda sizden biat aldımsa, onlardan da aynı şartlarda biat aldım. Ellerini tutup müsafeha zarureti yoktur" buyurdular ve kadınların elini tutmadılar.Ümm-i Ümare'nin ilk kocası ensardan Zeyd bin Asım'dır. Zeyd'den Abdullah ve Habib isminde iki oğlu vardı. Her iki oğlu da Bedir savaşına katıldı. Diğer gazaların hepsine birlikte iştirak ettiler.Hz. Zeyd'in vefatından sonra Ümm-i Ümare, Guzeyye İbni Amr'la evlendi. Bu zattan da oğlu Temim ve kızı Havle dünyaya geldi. Ümm-i Ümare'nin ne zaman vefat ettiği bilinmemektedir. Ancak Medine'de vefat etmiş, Bakî kabristanına defnedilmiştir.Ümm-i Ümare'den, Abbad ibni Temim, Hâris ibni Abdullah ibni Kâb, İkrime ve Leyla hadis rivayet etmişlerdir. |
Yalanci peygamber Müseyleme'yi öldüren sahabî VAHŞİ
Vahşî, Hz. Hamza'nın Bedir savaşında öldürdüğü Tuayme'nin kardeşinin oğlu olan Cübeyr bin Mutim'in kölesi idi. Habeşli olduğu için, el ile ok ve mızrak atmakta usta idi. Uhud savaşında, Cübeyr buna demişti ki:- Hamza'yı öldürürsen seni azat ederim! Daha o zamanlar müslüman olmakla şereflenmemiş olan Ebu Süfyan'ın hanımı Hind de, babasının ve amcasının intikamı için, Vahşî'ye mükâfat vâd etmişti. Niçin lanet etmiyorsunuz? Vahşî, Uhud'da taş arkasına pusuya girip, yalnız Hz. Hamza'yı gözetirdi. Hz. Hamza sekiz kâfiri öldürüp, saldırırken, Vahşî mızrağını atarak, onu şehit etti. Sonra, gidip durumu Hind'e haber verdi. Hind sevinip üzerindeki zinetlerin hepsini Vahşî'ye verdi. Daha da vereceğini söyledi.Uhud savaşında Peygamberimiz birkaç kâfire bedduâ etmişti. Vahşî'ye niçin lanet etmiyorsun dediklerinde, buyurdu ki:- Miracda, Hamza ile Vahşî'yi kolkola, birlikte cennete girerlerken görmüştüm! Hicretin sekizinci yılında, Mekke fethedildiği gün, Vahşî, Mekke'den kaçtı. Bir zaman uzak yerlerde kaldı. Sonra pişman olup, Medine'de mescide gelip, selam verdi. Resulullah efendimiz selamını aldı. Vahşî dedi ki:- Ya Resulallah! Bir kimse Allaha ve Resulüne düşmanlık yapsa, en kötü, en çirkin günah işlese, sonra pişman olup temiz iman etse, Resulullahı canından çok seven biri olarak, huzuruna gelse, bunun cezası nedir?Resulullah efendimiz buyurdu ki:- İman eden, pişman olan affolur. Bizim kardeşimiz olur. - Ya Resulallah! Ben iman ettim. Pişman oldum. Allahü teâlâyı ve Onun Resulünü herşeyden çok seviyorum. Ben Vahşî'yim.Resulullah efendimiz, Vahşî adını işitince, Hz. Hamza'nın şehit edilmiş hâli gözünün önüne geldi. Ağlamaya başladı. Niçin affetmiyorsun? Vahşî, öldürüleceğini anlayarak kapıya yürüdü. Eshab-ı kiram kılıçlarına sarılmış, işaret bekliyordu. Vahşî, Son nefesimi alıyorum derken, Cebrail aleyhisselam geldi. Allahü teâlâ buyurdu ki:- Ey sevgili Peygamberim! Bütün ömrünü puta tapmakla, kullarımı bana düşman etmeye uğraşmakla geçiren bir kâfir, bir kelime-i tevhid okuyunca, ben onu affediyorum. Sen, amcanı öldürdü diye Vahşî'yi niçin affetmiyorsun? O pişman oldu. Şimdi sana inandı. Ben affettim. Sen de affet! Herkes, "Öldürün!" emrini beklerken, Resulullah efendimiz buyurdu ki:- Kardeşinizi çağırınız! Kardeş sözünü işitince, saygı ile çağırdılar. Peygamber efendimiz Vahşî'ye, affolunduğunu müjdeleyerek buyurdu ki:- Fakat, seni görünce dayanamıyorum, elimde olmadan üzülüyorum. Hz. Vahşî, Resulullahı üzmemek için, bir daha yanına gelmedi. Mahcup, başı önünde yaşadı. Aynı mızrak ve okla yalancı peygamber Müseyleme'yi öldürdü ve büyük hizmet etti. Hz. Osman zamanında vefat etti. |
Darağacından Resulullaha selam gönderen sahabî ZEYD BİN DESİNNE
Uhud savaşında bazı yakınları ölen müşrikler, müslümanlardan bunların intikamını almak istediler. Alçakça bir plân hazırladılar. Hemen de plânı tatbike koydular. Bu maksatla bir heyet Medine'ye gidip, Resulullahın huzuruna çıkarak şu ricada bulundular:- Ya Resulallah! Bizim kabilelerimiz, İslâmiyeti kabul ettiler.Yalnız Kur'an-ı kerim öğretmenine ihtiyacımız var. Lütfen bize; İslâmiyeti, Kur'an-ı kerimi öğretecek kimseler yollar mısınız? Öğretmenler heyeti Sevgili Peygamberimiz kendilerine, 10 kişilik bir öğretmenler heyeti yolladılar. Başlarında, Asım bin Sabit hazretlerinin bulunduğu bu heyette, Mersed bin Ebî Mersed, Halid bin Ebî Bükeyr, Hubeyb bin Adiy, Zeyd bin Desinne, Abdullah bin Tarık, Muattib bin Ubeyd de bulunuyordu.Bu öğretmenler kafilesi, geceleri yürüyerek, gündüzleri gizlenerek Hüzeyl kabilesi topraklarında, Reci suyu başında, seher vakti konakladılar.Bu sırada yanlarında bulunan Adal ve Kare kabilesi heyetinden biri, bir bahane ile yanlarından ayrıldı. Hemen Lıhyanoğularına gidip, haber verdi. Çok geçmeden kafilenin etrafı sarıldı. 200'den fazla silahlı eşkıya oradaydı.Bize öğretmen lazım! diyenler, çekip gittiler. O güzide müslümanları, eşkıya ile karşı karşıya bıraktılar.Lıhyanoğulları mensupları, esir ticareti ile geçinirlerdi. Bu sebeple, Teslim olun ve canınızı kurtarın! teklifinde bulunuyorlardı. Asıl niyetleri, onları Mekke'de köle olarak satmaktı. Böylece çok para kazanacaklardı. Çünkü Mekke'li müşrikler, kendilerine, Yakaladığınız her müslüman için, değerinden fazla para öderiz demişlerdi.Bunu müslümanlar da duymuşlardı. Onun için, aralarında istişare ederek, çarpışmaya karar verdiler. Arkalarını dağa dönüp, kılıçlarını çekip, Allahın dini uğrunda vuruşmaya başladılar.İkiyüz kişilik düşmana karşı, görülmemiş bir kahramanlıkla çarpıştılar. Üzerlerine saldıran kuvvetten bir kısmını öldürdüler. Nihayet çarpışa çarpışa on sahabîden yedisi okla vurularak orada şehit düştü. Size yoldaş olmam Sadece Hubeyb bin Adiy, Zeyd bin Desinne ve Abdullah bin Tarık kalmış, müşriklerle çarpışıyorlardı. Çok geçmeden müşrikler, onları sağ olarak yakaladılar. Üçünü de yayların kirişleri ile bağladılar. Mekke'ye götürmek üzere yola çıktılar.Abdullah bin Tarık Mekkeli müşriklere götürülmeye razı olmadı. Gitmemek için zorlandı. Vallahi ben size arkadaş ve yoldaş olmam! Şehit olan arkadaşlarım bana örnek ve önderdir" deyip, bir zorlayışta ellerini kurtardı. Lıhyanoğulları onu taşa tuttular, sonunda onu da şehit ettiler.Lıhyanoğulları, Hubeyb bin Adiy ve Zeyd bin Desinne'yi Mekke'ye götürüp müşriklere yüksek bir fiyatla sattılar. Zeyd bin Desinne'yi de Safvan bin Ümeyye, Bedir savaşında öldürülen babası Ümeyye bin Halef'in intikamını almak üzere satın aldı.Mekkeli müşrikler, Hz. Hubeyb ve Zeyd'i satın aldıktan sonra, onlara ne ceza vereceklerini konuşuyorlardı. Bu hususta çeşitli fikirler ileri sürülüyordu:- Hemen öldürelim! - Hayır! Evvela işkence etmeliyiz!- Ama Haram aylar içinde bulunuyoruz! - Evet! Bu sebeple, hemen öldüremeyiz! Haram ayların geçmesini beklememiz gerek.- O hâlde, hapsedelim! - Ellerini, ayaklarını zincire vuralım! Kararlaştırdıkları gün geldi Nitekim öyle de yaptılar. Yani zincire vurup hapsettiler. Harp meydanındaki yenilginin intikamını, müdafaasız bu insanlardan alacaklardı. Hem de onları; harpte değil, parayla pazardan almışlardı!Hubeyb bin Adiy ve Zeyd bin Desinne'yi öldürmek için, müşriklerin kararlaştırdığı gün gelmişti. Fakat müşriklerin kin ve intikam hisleri geçmek bilmedi.Herkese haber verildi. Bu yüzden şehrin zengin-fakir, genç-ihtiyar, kadın-erkek ve bütün çocuklar oradaydılar... Bu iki yüce sahabenin başına gelecekleri merak ediyorlardı.Bir sabah erkenden iki sahabînin zincirlerini çözüp, zindandan çıkardılar. Mekke dışında Tenim denilen yere götürdüler. Çünkü bütün melanetlerini, orada yapmayı âdet edinmişlerdi.Bu iki Allah ve Resulullah dostu ise, heyacanlı değildiler. Yolda karşılaşıp görüşen bu iki sahabî, kucaklaşarak, birbirlerine uğradıkları belaya sabretmelerini tavsiye ettiler.Hz. Zeyd, son namazını kıldıktan sonra, Mekkeli müşrikler, onu tutup darağacına kaldırarak bağladılar. Yüzünü kıbleden Medine'ye doğru çevirdiler. Sonra dediler ki:- Haydi dîninden dön, seni serbest bırakalım!- Vallahi dinimden aslâ dönmem! Bütün dünya benim olsa, bana verilse, yine de İslâmiyetten dönmem! - Şimdi senin yerine Peygamberinin olmasını, onun öldürülmesini, sen de evinde rahat oturasın ister misin?- Ben Muhammed aleyhisselamın, değil benim yerimde olmasını, Medine'de yürürken ayağına bir diken bile batmasına aslâ razı olmam! - Ey Zeyd, İslâm dininden dön, eğer dönmezsen seni muhakkak öldüreceğiz!- Allah yolunda olduktan sonra, benim için öldürülmemin hiç ehemmiyeti yoktur. Bu konuşmalardan sonra Zeyd bin Desinne, Ya Rabbi, selamımı Resulüne ulaştır”diye duâ etmişti. Allahü teâla da onun duâsını kabul etmişti. Müşriklerin kararı iyice kesinleşti. Safvan bin Ümeyye, azatlı kölesi Nistas'a işaret ederek, Hz. Zeyd'i öldürmesini istedi. Nistas mızrağını Hz. Zeyd'in göğsüne saplayarak sırtından çıkardı. Böylece, Peygamber âşığı Hz. Zeyd, cennetteki makamına yükseldi.Hz. Zeyd'in şehadetini haber alan Peygamberimiz ona duâ buyurdu. |
İlk îman eden köle: ZEYD BİN HÂRİSE
Zeytin gözlü çocuk, korkuyordu... Çünkü Arabistan'ın meşhur Ukaz Panayırı, karmakarışıktı. Burası, esir pazarıydı. Genç, yaşlı her cins köle satılıyordu. Kendisi kadar küçükler bile vardı. Adın ne? Heyecanlı pazarlık sesleri arasında, sıcak, toz ve gürültü çokbunaltıcıydı. Bu kargaşada, güler yüzlü bir adam, ona yaklaşarak sordu:- Senin adın ne oğlum?- Zeyd.- Babanın adı?- Hârise, efendim!- Nerelesin?- Yemenli.- Hangi kabîledensin?- Kudâa kabîlesinden.- Öyle mi? O, eski ve kıymetli bir kabîledir...Küçük Zeyd, beyaz dişlerini göstererek gülümsedi ve mırıldandı:- Doğrudur, efendim... Bu güzel yüzlü amcayı sevmeye başlamıştı... Adam tekrar sordu:- Karnın açtır, değil mi?Çocukcağız önüne baktı. Cevap vermedi. Fakat günlerdir aç, susuz, perişan bekleşiyorlardı. Adam tekrar sordu:- Benimle gelmek ister misin? Güzel yemekler, temiz elbiseler ister misin?- Sizinle yemek olmasa da gelirim efendim! Esir tüccarı ile pazarlık ettiler. Küçük Zeyd, boynu bükük bekliyordu. Nihâyet dörtyüz dirheme anlaştılar. O kimse, parasını ödedi. Gülerek başını okşadı ve dedi ki:- Haydi bakalım küçük Yemenli! Şimdi gidip, ikimiz de bir güzel karnımızı doyuralım! O amca kendisini, çok daha iyi kalbli bir hanıma götürdü. Teslim ederken dedi ki:- Ey amcamın kızı! İşte, senin için aldığım köle! Bu hanım, Hz. Hatice idi. Hediye eden de, yeğeni Hâkim bin Hizâm idi. İlk Müslüman köle Hz. Hatice gerçekten, dünyadaki bütün kadınların en hayırlısı idi. Öyle olmasa, sevgili Peygamberimizle evlenmek nasip olur muydu?Düğünden hemen sonra, Hz. Hatice de Zeyd'i, Peygamber Efendimize hediye ettiler.Allahın Resûlü, onu görür görmez pek sevdiler. Esirlikten kurtulması için, azâd ettiler ve himâyelerine aldılar.Yemenli Zeyd, böylece, yeni yuvasına yerleşti. Her gün o kadar hârika şeyler görüyordu ki, hayranlığı gittikçe artıyordu.Çok kısa zaman sonra, o da, ilk Müslümanlar arasına katıldı. Böylece, ilk Müslüman olan kadın, Hz. Hatice; ilk Müslüman olan çocuk, Hz. Ali; ilk Müslüman olan erkek, Hz. Ebû Bekir ve ilk Müslüman olan köle de Hz. Zeyd oldu. Zeyd bin Hârise, Mekke'de Resûlullahın yanında rahata kavuştuğu sıralarda, Yemen illerinde dertli bir baba dolaşıyordu. Kaybolan oğlunu arıyor ve hasret dolu şiirler okuyordu:Zeyd için ağlıyorum,Karalar bağlıyorum.Geri döner mi diye,Kalbimi dağlıyorum...Dağlara çıkayım mı?Zeyd'imi arayım mı?Bir haber versin diye,Rüzgâra sorayım mı? Yemenliler hemen tanıdılar Yemen'den ayrılan her kervana, oğlunu tenbih ediyordu. Gelen her yolcuya da, onu soruyordu. Bir şeyler öğrenebilmek için çırpınıyordu. Yemenliler o sene de Mekke'ye gittiler...Kâbe'yi tavâf e-denler arasında, Zeyd de bulunuyordu. Yemenliler, onu hemen tanıdılar. Memlekete dönünce, babasına müjdeyi verdiler. İhtiyar Hârise, sevinçten sanki deli olacaktı!..Oğlunu kaybettiğine ne kadar üzüldüyse; yaşadığına da, o kadar sevindi... Üstelik iyi kalbli efendisinin, oğlunu azâd ettiği söyleniyordu. O hâlde, hür idi. Peki öyleyse, niçin yurduna dönmüyordu?Bu karışık düşünceler arasında, yine de; bir an evvel, oğluna kavuşmak istiyordu...Ertesi sabah Zeyd'in amcasıyla birlikte, yola çıktılar. Yanlarına bir de, köle almışlardı. Bu genç ve kuvvetli esirin adı, Serahbil idi. Uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra, Mübârek Beldeye vardılar...Sevgili Peygamberimizi bulmaları zor olmadı. Konuşabilmek için, izin istediler. Yerlerde ve göklerde bulunanların en merhametlisi olan Resûlullah efendimiz, onlari kabûl ettiler. Oğlumdan ayrı düştüm Yemenli Hâris, şöyle dedi:- Ey Abdülmuttalib'in torunu! Ey Abdullah'in oğlu! Ey büyük Mekkeli! Ey bu kavmin reisi! Ben, tâlihsiz bir babayım.Çünkü, en sevgili oğlumdan ayrı düştüm. Ancak sizin yardımınızı diliyor ve bekliyorum.Oğlumun yerine, size başka bir köle getirdim! Şu Serahbil adındaki genci, lütfen kabûl buyurun. Kendisi kuvvetli ve güvenilir bir insandır. Onu alınız ve oğlumu bana geri veriniz! Bu teklif karşısında, Peygamberimiz buyurdular ki:- Zeyd'i çağırıp kendisine durumu bildirelim. Onu serbest bırakalım. Şâyet size gelmeyi tercih ederse, bir şey vermenize gerek kalmadan, onu alıp götürebilirsiniz. Şayet beni tercih eder, yanımda kalmayı isterse, Allaha yemin ederim ki, beni tercih edeni kimseye terk etmem, yanımda kalır. Hârise ve kardeşi, Peygamber efendimizin, Zeyd ile ilgili olarak verdikleri bu cevaba çok memnun olarak dediler ki:- Sen bize çok adâletli ve insaflı davrandın.Bunun üzerine Peygamberimiz, Zeyd'i huzuruna çağırarak, kendisine buyurdu ki:- Bunları tanıyor musun? - Evet efendim, tanıyorum. Biri babam, diğeri amcamdır.- Ey Zeyd! Sen, benim kim olduğumu öğrendin, sana olan şefkat ve merhametimi, davranışımı da gördün. Şimdi bunlar seni almaya gelmişler. O hâlde, ya beni tercih et ve yanımda kal veya onları tercih et, git! Eşsiz insan Resûlullah efendimizin, kendisini serbest bırakması üzerine, Zeyd, hayatının en önemli anlarını yaşıyordu. Herkes ne cevap vereceğini, ne yapacağını merakla bekliyordu! Müthiş bir imtihan içindeydi. Kendi kendine şunları düşündü:Bir tarafta, öz babam duruyor. Dünyaya gelmeme sebep olan kimse. Diğer tarafta ise, esirleri ve efendileri eşit kılan; yetimlerin, öksüzlerin, kölelerin, güçsüz ihtiyarların, dul kadınların, misâfirlerin, garip yolcuların ve fukaranın yardımcısı eşsiz insan.Karar vermek, gerçekten zordu... Fakat Hârise oğlu Zeyd, Peygamberimize dönerek şunları söyledi:- Ben hiç kimseyi size tercih etmem. Siz benim hem amcam, hem babam makâmındasınız. Sizin yanınızda kalmak istiyorum.Bu sözleri duyanlar, şaşırıp kaldılar! Sadece Resûlullah Efendimiz gülümsüyordu. Hz. Zeyd de, huzur içindeydi. Babası kızarak, Zeyd'e dedi ki:- Yazıklar olsun sana! Demek ki, sen köleliği hürriyete, annene, babana ve amcana tercih ediyorsun! Bunları mahsustan söylüyordu. Belki fikrinden cayar da, geri döner ümidindeydi. Fakat oğlu, gâyet sâkin bir şekilde, kara gözlerini babasına çevirip cevap verdi:- Babacığım, ben bu zattan öyle şefkatli muamele gördüm ki, Ona kimseyi tercih edemem.Daha sonra Peygamber Efendimiz, ayağa kalktılar. Zeyd'i, kocaman bir taş üzerine çıkarttılar. Orada bulunanlara dediler ki:- Şâhit olunuz ey insanlar! Zeyd bundan sonra, benim oğlumdur. Onu evlât ediniyorum. O bana vâris, ben ona vârisim. Sevinçle memleketlerine döndüler Babası ve amcası bu durumu görünce, kızgınlıkları geçti. Sevinç içinde memleketlerine döndüler. Bundan sonra Zeyd'e, Zeyd bin Muhammed, yâni Muhammed'in oğlu Zeyd denilmeye başlandı.Bu hâdiseler olduğunda, henüz İslâmiyet gelmemişti. Daha sonra Allahü teâlânın, Ahzâb sûresinin 5. ve 40. âyetlerindeki, (Evlâtlarınızı babalarının ismiyle çağırın, böylesi Allah katında daha doğrudur), (Muhammed aleyhisselâm sizden hiçbir erkeğin (Zeyd gibi) babası değildir) meâlindeki emirleri ile evlât edinmek de kaldırılınca, Hz. Zeyd babasının ismiyle, yâni Hârise'nin oğlu Zeyd mânasında (Zeyd bin Hârise) diye çağrılmaya başlandı.Allahın Resûlü, Zeyd'i çok severlerdi. O kadar ki, onu, öz amcaları Hz. Hamza ile kardeş ilân ettiler. Peygamber efendimizin ailesinde ve akrabâlarında da, aynı sevgi mevcuttu. Şehitlerin en büyüğü Hz. Hamza, her savaşa çıkışta, bütün varlığını ona vasiyet ederdi.Bir gün Peygamber Efendimiz buyurdular ki:- Cennetlik hanım isteyen, Ümmü Eymen'le evlensin!.. Üsâme adlı bir oğulları oldu Ümmü Eymen iyi kalbli ve Habeşli bir câriye idi. Peygamber Efendimize, anacığından emânet kalmıştı...Artık delikanlı olan Hz. Zeyd, hemen, o siyahî hanımla evlendi. Üsâme adlı bir de oğulları oldu.Zeyd bin Hârise, Bedir harbinden Mûte harbine kadar, Peygamber efendimizin bulunduğu bütün savaşlara katılmıştır. Yalnız Müreysi gazâsında, Peygamber efendimiz onu Medîne'de yerine vekil bıraktığından bulunamadı. Bunun dışında pek çok seferde bulunmuş, bir çoğunda kumandanlık ederek, secâati, kahramanlığı ile örnek olmuştur.Hicretin 8. yılında, Mûte seferine çıkılacaktı. Mücâhidlerin başında, Hz. Zeyd bulunuyordu. Çünkü sevgili Peygamberimiz sancağı ona teslim etmişlerdi. Hz. Ali'nin kardeşi Hz. Câfer ve Hâlid bin Velîd gibi kumandanlar, onun emrinde idiler. Medîne'de vedâlaşırken, Allahın Resûlü buyurdular ki:- Muharebede Zeyd şehit olursa, sancağı Câfer alsın! O da şehit düşerse, Abdullah bin Revâhâ başa geçsin! Söyledikleri aynen çıktı. Üç büyük Sahâbî de, arka arkaya Cennete uçtular.Sahih-i Buhâri'de, bu olay şöyle anlatılıyor:Resûlullah efendimiz Mûte'ye orduyu gönderdikten epey sonra, bir gün minberde konuşma yapıyorlardı. Birdenbire Efendimizin gözlerinden yaşlar boşanmaya başladı ve konuşmalarını keserek buyurdular ki:- İşte Zeyd şehit oldu, bayrağı Câfer aldı. O da şehit oldu. Bayrağı Abdullah aldı. O da şehit oldu. Şimdi bayrağı Hâlid bin Velîd aldı. Cenâb-ı Hak zaferi Hâlid'e nasîb etti. Hz. Zeyd'in kumandan olduğu bu savaşta, ondan sonra kumandan olarak şehit edilen Câfer-i Tayyâr'ın, savaş sırasında iki kolu birden kesilmişti. Onun hakkında Peygamber efendimiz buyurdu ki:- Cenâb-ı Hak Câfer'e kesilen kollarının yerine iki kanat ihsân buyurdu. Cennette meleklerle birlikte uçtuğunu Rabbim bana gösterdi. Bu sebeple, vefâtından sonra kendisi, “Uçan Câfer” mânasına gelmek üzere, "Câfer-i Tayyâr" lâkabıyla anılmıştır.Hz. Zeyd'in Mûte savaşında şehit edilmesinden bir sûre sonra, bu defa mübârek şehidin oğlu Üsâme kumandasında bir ordu daha hazırlandı. Fakat, Resûlullah efendimizin hayatının son günlerine rastlaması yüzünden onları uğurlayamadı. Daha sonra bu ordu Hz. Ebû Bekir tarafindan Şam üzerine gönderilmiş ve zaferle dönülmüştür.Hz. Zeyd ilk îman edenlerdendi. Îman edince, Mekke'de iken pek çok ezâ ve cefâlara mâruz kaldı. Buna rağmen o, hepsine katlandı ve îmanından zerre kadar tâviz vermedi.Peygamberimiz, Tâif halkını İslâmiyete dâvet için, Zeyd ile beraber Tâif'e gitmişti. Tâif halkına bir ay nasîhat ettiler. Hiç kimse îman etmedi. Alay ettiler. İşkence yaptılar. Yuhaladılar. Peygamber efendimiz, Zeyd bin Hârise ile dönerlerken, yolda Tâifliler tarafından taşa tutuldular. Her tarafları kan revân içinde kaldı. Birçok yerinden yaralandı Hz. Zeyd, Peygamberimizi atılan taşlardan korumak için, Onun önüne, arkasına, sağına, soluna geçerek siper oluyordu. Bu sırada başından ve birçok yerinden yaralanmıştı. O buna rağmen, buna aldırmıyordu. Onun için önemli olan, Resûlullah efendimize bir zarar gelmesin, Ona gelecek zarar kendisine gelsindi. Bu seferden Mekke'ye dönerken, Addâs adlı tek bir köle îman etmişti.Hz. Zeyd, hicret izni çıkınca, Medîne'ye hicret etti. Medîne'de, Ensardan Gülsüm bin Hedm'in evinde misâfir kaldı.Hz. Zeyd Peygamberimizi o kadar çok seviyordu ki, canını Onun yolunda fedâ etmekten çekinmiyordu. Hattâ Peygamberimizi öz babasına tercih etmişti. Peygamber efendimiz de, Zeyd'i ve oğlu Üsâme'yi çok severdi. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:(Bana insanlar arasında en sevimli gelen kişi, benim ve Allahın ihsânına mazhar olan kişidir. Bu zat Zeyd'dir.) Allahü teâlânın ihsânı; Müslüman olmasını nasib etmesi, Peygamberimizin ihsânı ise, onu hürriyetine kavuşturmasıdır.Zeyd bin Hârise, uzak bir yere gidiyordu. Kirâ ile tuttuğu katırcısı, tenha bir yerde bunu öldürmek istedi. İzin isteyip iki rekat namaz kıldı. Sonra üç defa, "Yâ Erhamerrâhimîn" dedi. Her birini söylerken, "Onu öldürme" sesi geldi. Üçüncüsünde geldim Dışarıda adam var sanarak, katırcı dışarı çıkıp içeri girdi. Üçüncüsünde, elinde kılıç bulunan bir süvâri içeri girip katırcıyı öldürdü. Sonra Zeyd'e dönerek dedi ki:- Sen, "Yâ Erhamerrâhimîn" duâsına başlarken, ben yedinci gökte idim. İkincisini söylerken birinci göke, üçüncüsünde yanınıza geldim. Hz. Zeyd, bu gelen süvârinin, melek olduğunu anladı.Kur'an-ı kerimde, Eshâb-ı kirâm içinde Hz. Zeyd'den başka hiçbir kimsenin ismi açıkça zikredilmedi. Sadece Zeyd'in ismi geçmektedir. Bu, onun için büyük şeref olmuştur.Zeyd, beyaz, güzel idi. Oğlu Üsâme ise esmer idi.Hz. Zeyd, tahminen milâdi 575 yılında doğmuş olup, annesi Su'de binti Sa'lebe'dir. Künyesi oğluna nisbetle Ebû Üsâme'dir. Yemenlidir. Yemen'in o zamanki en muhterem kabîlesi olan Kudâa kabîlesine mensuptur. Annesi ise Tay kabîlesinin bir kolu olan Maan oğullarındandır.Hicretin altıncı senesinde Zeyd bin Hârise, Eshâbdan bâzılarının ticaret mallarını Şam'a götürüp satmak üzere yola çıktı. Zeyd bin Hârise ve arkadaşları atlı idiler.Zeyd bin Hârise ve arkadaşları, ticaret malları ile Vâdilkurâ'ya yaklaştıkları sırada, Fezâre bin Bedir kabîlesinden birtakım adamlar, onların önlerini kestiler. Zeyd'i ve arkadaşlarını kılıçtan geçirdiler. Onların öldürüldüklerine kanaat getirerek, yanlarındaki bütün ticaret mallarını gasp ettiler. Gündüzleri gizleniniz! Zeyd bin Hârise'nin arkadaşları şehit oldu. Zeyd bin Hârise de ağır surette yaralanıp şehitler arasına baygın düşmüştü. Ölme derecesine geldi.Zeyd bin Hârise, bir müddet sonra ayıldı. Yavaş yavaş Medîne'ye geldi. Başlarına gelenleri, Peygamberimize haber verdi.Zeyd bin Hârise, Benî Fezârelerle çarpışmak için yemin etti ve kendisini, Benî Fezârelere göndermesini, Peygamberimizden diledi.Zeyd bin Hârise'nin yaraları iyileşince, Peygamberimiz, onu, askerî bir birliğin başına geçirerek Benî Fezârelere gönderdi. Gönderilen birlik, büyükçe bir süvâri bölüğü idi. Gönderirken, onlara buyurdu ki:- Gündüzleri gizleniniz, geceleri yürüyünüz! Zeyd bin Hârise ve arkadaşları kılavuzlarının yanılması sonucu, bir gün boyunca yanlış yolda ilerlediler. Benî Fezâreler de, İslâm mücâhidlerinin geldiklerini haber aldılar. Zîrâ, âdet olarak kendilerine bir gözcü tayin etmişlerdi. Her gün, gözcü kendilerine ait bir dağın tepesine çıkıp, yoldan kendilerine doğru gelenlere bakar, gelenleri, bir günlük uzaklıktan haber verir ve, Rahatça uyuyunuz! Bu gece size gelebilecek bir tehlike, bir zarar yok" derdi.Zeyd bin Hârise ve arkadaşları, Benî Fezâreleri geceleyin gâfil iken basmayı bekleyerek sabahladılar. Sabaha çıktıkları zaman, Benî Fezârelerin, yurtlarından gitmiş olduklarını gördüler.Zeyd bin Hârise, Benî Fezâreleri araştırmak için, ileri gitmekten arkadaşlarını men etti. O sırada, Benî Fezârelerden, küçük bir cemaata rastladılar. Onları kuşattılar.Zeyd bin Hârise ve arkadaşları tekbir alarak, onlarla şiddetle çarpıştılar. Benî Fezâreler, bozguna uğradı. Benî Fezârelerin belli başlı adamlarından Abdullah bin Mesade ile Kays bin Numan bin Mesade öldürüldü.Seleme bin Ekva, araştırmaya devam etti. İçlerinde kadın ve çocukların da bulunduğu bir grubun dağa doğru seğirttiklerini görüp, ok atarak, onların dağa kaçmalarına engel oldu. Zeyd'i kucakladı İslâm mücâhidlerinden Kays bin Muhassir, Ümmü Kirfe'nin ardına düşüp onu yakaladı. Ümmü Kirfe, yaşlı bir kocakarı idi. Yakalanınca, Peygamberimize sövüp saymaya başladı. Zeyd bin Hârise de, onu öldürmesini, Kays bin Muhassir'e emretti ve derhal öldürüldü.Benî Fezârelerin, ele geçirilebilen malları ganîmet olarak alındı. Zeyd bin Hârise, Ümmü Kirfe'nin zırh gömleğini Peygamberimize gönderdi.Mücâhidler, Medîne'ye döndükleri sırada, Peygamberimiz evinde idi. Zeyd bin Hârise, gidip Peygamberimizin kapısını çaldı. Peygamberimiz, Zeyd'i karşılayıp kucakladı ve alnından öptükten sonra, ne yaptıklarını ona sordu. Zeyd de, Allahın lutfettiği yardım ve zaferi Peygamberimize haber verdi.Peygamber efendimizin mektubunu Rum Kayseri Heraklius'a götüren Eshâb-ı kirâmdan Hz. Dihye, dönüşte, Kayserden aldığı bahşişler, kıymetli hediyeler ve elbiselerle Hisma'ya geldi.Cüzâmlardan Hüneyd ve oğlu ile daha birtakım adamlar, orada Dihye'nin yolunu keserek, üzerindeki eskimiş elbisesinden başka yanındaki her şeyi yağmaladılar. Eski elbisemle geldim Dihye, Medîne'ye gelince, evine girmeden, doğruca Peygamberimizin yanına gidip, Kayser Heraklius ile aralarında olup bitenleri başından sonuna kadar haber verdikten sonra dedi ki:- Yâ Resûlallah! Kayserin yanından dönüp gelirken, Hisma'da bulunduğum sırada, Cüzâmlardan bir cemaat beni baskına uğrattılar. Hiçbir sey bırakmaksızın yanımdaki şeyleri yağmaladılar. Nihayet, Medîne'ye şu eski püskü elbisemle gelebildim! Sonra da Hüneyd ile oğlunun cezâlandırılmalarını diledi.Bunun üzerine Peygamberimiz, Zeyd bin Hârise'yi, beşyüz kişilik bir kuvvetle Cüzâmlara yolladı. Hz. Dihye'yi de, Zeyd bin Hârise'nin yanına kattı. Benî Uzrelerden bir adam da, kılavuz olarak yanlarına katıldı.Zeyd bin Hârise, kılavuzlar ile birlikte geceleri yürüyorlar, gündüzleri gizleniyorlardı.İslâm mücâhidlerinin, Cüzâmların yurtlarına geldikleri sırada, Cüzâmların ileri gelenlerinden Rifaa bin Zeyd, Müslüman olup, Peygamberimizin mektubu ile kavminin yanına dönmüştü. Cüzâmlardan ve civâr bâzı kabîlelerden birçok kimse Harretürrecla'ya gelip konmuşlardı.Kılavuz, İslâm mücâhidlerini, Harre'nin Evlac tarafından getirmişti. İslâm mücâhidleri, sabahleyin Hüneyd ve oğlunun konak yerine ve onların yanında bulunanlara ansızın baskın yaptılar. Hüneyd'le oğlu öldürüldü. Benî Ahnef veya Ecneflerden de, iki kişi öldü. Birçok kadınlar ve çocuklar esir edildi. İslâm mücâhidleri; bin deve ve beş bin davar ele geçirdiler.Dubeyboğulları, İslâm mücâhidlerinin Medan çölünde bulunduklarını öğrenince, onlardan Hassân bin Melle, Üneyf bin Melle, Ebû Zeyd bin Amr atlarına binip gittiler. Bugün sakın yapma! Bunlar, İslâm mücâhidlerine yaklaşınca, Ebû Zeyd'le Hassân, Uneyf bin Melle'ye dediler ki:- Sen, bizimle gel! Fakat, şimdiye kadar yapageldiğin şeyleri bugün sakın yapma! Biz, konuşurken, sen, dilini tut! Bugün, bize bir uğursuzluk getirme!İçlerinden, yalnız Hassân bin Melle'nin konuşmasını kararlaştırdılar. Hassân, Zeyd bin Hârise'nin yanına kadar varıp durdu ve dedi ki:- Biz, Müslüman bir cemaatiz!- Öyle ise, Fâtiha sûresini okuyunuz bakayım! Hassân, Fâtiha sûresini okuyunca, Zeyd bin Hârise dedi ki:- Askere sesleniniz ki, yüce Allah, şu kavmin içinden çıkıp geldikleri yeri bize haram ve dokunulmaz kılmıştır. Ahdini bozan, bundan müstesnâdır! Bu konuşmalardan sonra, onlarla savaşmaktan vazgeçildi. |
En meshur vahiy kâtibi Sahâbî: ZEYD BİN SÂBİT
Sevgili Peygamberimiz, Medîne'ye hicret ettikleri zaman, Müslümanlar, akın akın gelip bîat ediyorlardı. Bunlar arasında bir de, küçük çocuk vardı. Gözleri ışıl ışıl parıldıyordu. Peygamber efendimiz onun başını okşadılar. Bu sırada oradakilerden biri, Resûlullaha dedi ki:- Yâ Resûlallah! Bu çocuk, Neccaroğullarına mensuptur. Size indirilen, Kur'an-ı kerim âyetlerini ezberlemiştir.Bunun üzerine, Peygamber efendimiz tebessüm ederek, çocuğa sordular:- Senin adın ne, yavrum? - Zeyd, efendim... Sâbit'in oğlu Zeyd.- Ne kadar âyet ezberledin bakalım! - 17 sûre, efendim.- Bizlere, biraz okur musun? - Peki efendim. Kâf sûresini okudu Bundan sonra, Zeyd, Eûzü-Besmele çekerek, şu meâldeki âyet-i kerimeleri okumaya basladı: (Gökten bereketli bir su indirdik de; onunla bahçeler, biçilecek taneler [buğdaylar] meydana getirdik. Ve tomurcukları, birbiri üzerine sıralanmış, uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik ki, kullarımız için, yiyecek rızık olarak yaratılmışlardır. Biz onunla, ölü bir memlekete can verdik. İşte kabirden çıkış da, böyledir.) [Kâf 9-11] Okuması bitince; sevgili Peygamberimiz pek memnun kaldılar.Küçük Zeyd'in zekâ ve kabiliyeti karşısında buyurdular ki:- Sen artık, Yahûdilerin dilini de öğrenmeye çalışmalısın! Çünkü biz mektuplarımızı, Yahûdilere emniyet edemeyiz. Gerçekten, o zamana kadar, yabancılarla olan yazışmalarda tercümanlığı, ekseriya Yahûdiler yapıyordu. Onların arasında, yabancı dil bilenler fazlaydı. Bu sebeple Peygamber efendimiz, Müslümanların yabancı dil öğrenmesini teşvik ediyorlardı. Vahiy kâtibi oldu Sâbit'in küçük oğlu, çok kısa zamanda İbranîceyi, yâni Yahûdi dilini öğrendi. Hem okuyor, hem de mükemmel yazabiliyordu. Daha sonra, Süryanîceyi de öğrendi.Onun bu çalışkanlığı ve zekâsı, kendisine çok şerefli bir görev kazandırdı. Allahü teâlânın Resûlünün kâtipleri arasına katıldı. Artık Peygamber efendimize gelen giden mektupları, o tercüme ediyordu.Bir müddet sonra, Vahiy kâtipliği şerefine de erişti. Peygamber efendimize vahiy olunan Allahü teâlânın kelâmını da yazmaya başladı ve vahiy kâtiplerinin en meşhuru oldu.Hz. Zeyd'in yaşı büyüdükçe; ilmi de, vazifeleri de büyüyordu. Artık Kur'an-ı kerimi tamamen ezberlemişti. Ayrıca, fıkıh üzerinde çok ilerledi. Savaşlara da katılıyordu. İlmiyle olduğu kadar, kılıcıyla da; din düşmanlarına karşı savaşıyordu.Bir gün sevgili Peygamberimiz, Eshâbıyla oturuyorlardı. O sırada vahiy geldi. Derin bir vecd içinde kaldılar. Ayaklarının biri, Hz. Zeyd'in ayağı üzerine geldi. Mübârek ayağı o kadar ağırlaşmıştı ki, vahiy kâtibi kendi ayağını eziliyor zannetti. Az sonra bu hâlleri geçince, "Yaz, Zeyd" buyurdular ve mücâhidler hakkında indirilen şu âyet-i kerimeyi söylediler:(Müminlerin; evlerinde oturanları ile, cihâda çıkanları, eşit değildirler.) Mücâhidlerin şânı büyüktür Hz. Zeyd yazıyordu. Cenâb-ı Hakkin bu mübârek kelâmını işiten, Ümmü Mektum'un oğlu Abdullah çok üzüldü. Çünkü, kendisinin gözleri görmüyordu. Ayağa kalkarak sordu:- Yâ Resûlallah! Evet, mücâhidlerin şânı, böyle büyüktür. Lâkin bizim gibi, cihâda çıkmaya gücü yetmeyenler ne yapacak?Tekrar vahiy inmeye başladı. Çünkü Peygamber efendimizin mübârek vücudu ağırlaşmıştı. O hâlleri geçince, tekrar Hz. Zeyd'e, "Yaz" buyurarak, biraz önce yazdığı âyet-i kerimenin devamını yazdırdılar:(Mâzereti, özrü, engeli, sakatlığı olanlar hâriç... Bunlar dışında; savaşa çıkan ve çıkmayanlar, şüphesiz eşit değillerdir.) Ümmü Mektum'un oğlu ve onun gibiler, bu habere derecesiz memnun oldular.Uhud savaşında sevgili Peygamberimiz Zeyd bin Sâbit'i, Sa'd bin Rebî hazretlerini aramaya göndererek buyurdular ki:- Şâyet bulursan, selâmımı söyle ve kendisini, nasıl hissettiğini sor! Savaş meydanını dolaşan Hz. Zeyd, henüz 14-15 yaşlarındaydı. Aradığı zatı, kâfir ölüleri ve İslâm şehitleri arasında buldu. O da son nefesini vermek üzereydi. Yanına yaklaşıp dedi ki:- Ey Sa'd! Resûl-i Ekremin sana selâmları var. Kendini nasıl hissettiğini soruyor.Hz. Sa'd, o anda bile tebessüm ederek şöyle cevap verdi:- Sen de, Peygamber efendimize, benim selâmımı arz et! Ben şu anda, Cennet kokularını duyuyorum. Medîneli Müslümanlara da şöyle ki, tek kişi kalsalar bile; Peygamber efendimize hizmette, kusur etmesinler. Yoksa özürleri, kabûl olunmaz.Bunları söyledikten sonra ruhunu teslim etti. Birkaç yıl sonra Hz. Zeyd, bu büyük şehidin kızkardeşiyle evlendi. Beraber yiyelim! Hz. Zeyd, çoğu zaman sevgili Peygamberimizle beraber oluyorlardı. Bir seher vakti, erkenden Resûlullahın huzûruna geldi. Peygamber efendimiz birkaç hurma yiyorlardı... Selâmdan sonra, buyurdular ki:- Gel, beraber yiyelim! - Yâ Resûlallah! Ben, oruca niyetlenmek istiyorum.- Ben de niyetleneceğim. Beraberce, hurmayla sahur yaptılar. Sonra da, sabah namazına çıktılar.Günler, ne de çabuk geçiyordu. İki cihân güneşi, bu dünyaya saadet ışıklarını saçtıktan sonra; âhirete teşrif ettiler. Artık Müslümanlar için tek teselli kaynağı, Peygamberimizin emirlerini yerine getirmekti. Çünkü O, Allahın emirlerini bildiren; en son ve en büyük Peygamber idi.Fakat bu vefât üzerine, bütün kâfirler, dinsizler, müşrikler ümide düştüler! Hepsi birden, İslâma saldırmaya başladılar. Müslümanlar da, olanca güçleriyle karşı koyuyorlardı. İlk halîfe Hz. Ebû Bekir etrafında, bir hilâl gibi çepeçevre kenetlendiler. Hâfızlar şehit oldu Onlarla yapılan Yemâme cenginde, çok sayıda seçkin Sahâbe şehit oldu. Savaştan sonra halîfe, bir haberci yolladı. Hz. Zeyd'i çağırttı. Halîfenin yanında, Hz. Ömer de bulunuyordu. Hz. Ebû Bekir, Hz. Zeyd'e buyurdu ki:- Hz. Ömer, Yemâme'de, 70'ten fazla Kur'an-ı kerim hâfızı şehit düştü. Korkarım öteki savaşlarda, kalan hâfızlar da şehit olurlar. İşte o zaman, Allah korusun Kur'an-ı kerim de, Yahûdi ve Hıristiyanların din kitapları gibi, noksan, eksik hâle gelir. Bu sebeple, şimdiden tedbir almalıyız. Allahü teâlânın kelâmını, sözlerini toplayalım ve yazdıralım diyor.Bunun üzerine Hz. Zeyd, Hz. Ömer'e sordu:- Yâ Ömer! Sevgili Peygamberimizin yapmadıkları bir işi, bizler nasıl yapabiliriz?Bu suâle, halîfe cevap verdi:- Aynı şeyleri, Ömer'e ben de sordum. Fakat bana, Efendimiz yaşarlarken, böyle birşey olamazdı. Olacağını düşünsek bile, o zaman Cenâb-ı Hak; bütün Kur'an-ı kerimi yeniden Resûlüne vahiy ile bildirebilirdi diye cevap verdi.Bunun üzerine Hz. Zeyd dedi ki:- Haklısınız.Hz. Ebû Bekir, Hz. Zeyd'e buyurdu ki:- Ey Resûlullahın kâtibi! Sen zekî, bilgili ve genç bir Müslümansın. Hakkında hiçbir şüphemiz de yoktur. Bu zor işi, ancak sen başarabilirsin. Şânı yüce kitabımızı, toplayabilir ve bir mushaf hâlinde yazabilirsin. Zaten Peygamber efendimize vahiy olunan âyetleri de, yazmıyor muydun?Hz. Zeyd çok şaşırdı! Doğrusu, bunu beklemiyordu. Dedi ki:- Yâ Emîr-el Müminîn! Vallahi bana, bir dağı yerinden söküp kaldırmayı teklif etseydin; verdiğin bu emir kadar ağır gelmezdi! Fakat Hz. Ebû Bekir buyurdu ki:- Bu, yapılması îcabeden bir iştir.Hz. Ömer de ilâve etti:- Çok şerefli bu vazifeyi, mutlaka yapmaya çalışmalısın! Mushaf hâlinde yazdı Hz. Zeyd, gerçekten şerefli ve gerekli olan bu işi; uzun çalışmalar sonunda başardı. O zamana kadar dağınık olan mübârek âyetleri, îtinayla topladı. Hepsini, bir Mushaf hâlinde yazdı. Halîfeye teslim etti. Böylece, ilk yazılı Kur'an-ı kerim mushafını hazırlama şerefi, ona nasip oldu.Hz. Osman zamanında halîfenin emri ile yine Zeyd bin Sâbit başkanlığında bir heyet tarafindan çoğaltılıp, altı tane daha mushaf-ı şerif yazılarak, belli merkezlere gönderilmiştir. Böylece bu şerefli vazifeyi de yapmak ona nasip olmuştur.Günler, her zamanki süratiyle geçip gitti. Hz. Ebû Bekir de, ömrünü tamamladı. Yerine, Hz. Ömer halîfe seçildi. Fıkıh ilmini en iyi bilen O da Hz. Zeyd'i, Medîne kâdılığına, hâkimliğine tâyin etti. Çünkü Peygamber efendimiz buyurmuşlardı ki:(Fıkıh ilmini en iyi bilen, Sâbit'in oğlu Zeyd'dir.) Abdullah bin Abbas hazretleri, geniş bilgisine rağmen Zeyd bin Sâbit'in evine kadar gidip, ondan istifade ederdi. Bir defasında Zeyd bin Sâbit hazretleri hayvanına bineceği zaman, üzengisini tutmuştu. Zeyd bin Sâbit hazretleri, buna mâni olmak istediğinde, İbni Abbas hazretleri demiştir ki:- Biz âlimlerimize böyle hürmet ederiz. Bunun üzerine Hz. Zeyd de İbni Abbas'ın elini tutarak öpmüş ve demiştir ki:- Biz de Peygamber efendimizin Ehl-i beytine böyle hürmet etmekle emrolunduk.Onun adâlet ve bilgisine; devrin halîfeleri bile, seve seve müracaat ettiler. Hükümlerine, rızâ gösterdiler...Bir sene Arabistan'da, kıtlık başgösterdi. Hz. Ömer, Mısır'dan buğday getirtti. Fakat buğdayın hak geçmeden ve herkese yetecek şekilde dağıtılması, zor bir işti. Halîfe, bu zor iş için de, Hz. Zeyd'i vazifelendirdi.Medîne kâdısı, herkes için vesika hazırlattı. Buğdaylar, tam bir adâletle dağıtıldı. Böylece o kıtlık yılı, hiçbir üzüntü ve şikâyete meydan verilmeden atlatıldı. Yermük zaferinde alınan ganimetler de, yine Hz. Zeyd tarafından, tam bir adâletle dağıtıldı.Sonraki halîfe Hz. Osman, onun vazifelerini artırdı. Kâdılığa ek olarak, bir de, Beytülmal Muhâfızlığını verdi. O sıralarda, bir arkadaşına gönderdiği mektupta:- Kardeşim Übey! Cenâb-ı Hak dilimizi, kalblerimize tercüman olarak yaratmıştır. Diline hâkim olamayan kimsede, akıl aranmaz. Kişi eğer, dilini serbest bırakır ve ağzına gelen herşeyi söylerse; kendi sözleriyle kendi başını kesebilir. Kur'an-ı kerim öncedir Hz. Zeyd 665 yılında vefât eyledi. Cenâze namazında, bir arkadaşı, "En büyük fakîh vefât etti" diyerek ağladı. Resûlullahın şâiri Hz. Hassân bin Sâbit, şiirler yazdı ve dedi ki:- Hassân ve oğlunun vefâtından sonra, onlar gibi şâir nasıl yetişecek? Zeyd bin Sâbit'ten sonra, şiirlerimin mânasını kim anlayabilecek?Tebük gazvesinde, Mâlik bin Neccâr'in sancağını, Ümâre bin Hazm taşırken, Resûl-i Ekrem, sancağı alıp, Zeyd bin Sâbit'e vermişti. Ümâre'nin, Yâ Resûlallah, yoksa aleyhimde birşey mi duydunuz? demesi üzerine de buyurmuştur ki:- Hayır! Kur'an-ı kerim öncedir. Zeyd ise Kur'an-ı kerimi senden daha çok bilir. İslâm ilimleri içinde en yüksek olanı, kıraat ilmiydi. Bu ilim sayesinde, Kur'an-ı kerim, bozulmaktan ve değişmekten korunmuştur. Bu ilmin mütehassis âlimleri, Kur'an-ı kerimin okunuş şekillerini kaydetmişlerdir. Böylece Kur'an-ı kerimin okunması hususundaki tereddütleri bertaraf etmişlerdir. Kıraat âlimleri Zeyd bin Sâbit hazretlerinin bu ilimdeki üstünlüğü, Eshâb-ı kirâmın ve Tabiînin ileri gelenlerinin îtirafları ve takdirleri ile sabittir. Eshâb-ı kirâm arasında kıraat ilminde imamlık derecesine yükselenler, Hz. Ebû Bekr-i Siddîk, Hz. Ömer bin Hattâb, Hz. Osman bin Affân, Hz. Ali bin Ebî Tâlib, Übeyy bin Ka'b, Zeyd bin Sâbit, Abdullah bin Mes'ûd, Ebûdderdâ ve Ebû Mûsel-Es'arî'dir. Bunlar, Resûlullah efendimizden bizzat okuyuşlarını tasdik ettirenlerdir.Hz. Ömer, Hz. Zeyd'in kıraatı ile Ubeyy bin Ka'b'in okuyuşunu karşılaştırır ve Hz. Zeyd'in okuyuşunu tercih ederdi. Çünkü o, Kureyş kıraatına tam uygun okuyordu. Bu itibarla onun okuyuşunu diğer okuyuşlara tercih etmek îcab ederdi. Bütün Müslümanlar, Medîne-i münevverede Hz. Zeyd'in etrafında toplanmışlar ve kendisi, bütün ilim ehlinin müracaat yeri olmuştur.Zeyd bin Sâbit hazretleri, tefsir ilminde de çok ilerde idi. Vahiy kâtibi olmak şerefine sahip, fevkalâde zekî, Hulefâ-i Râsidîne yakın olmasından dolayı, birçok âyet-i kerimenin nüzûl sebebini bilir, hakîkat ve hikmetlerine vâkıf bulunurdu. Buyurdu ki:- Eshâb-ı kirâm arasında bulunan birtakım kimseler, Uhud harbine giderken, yoldan geri dönmüşlerdi. Bunlar Abdullah bin Ubey bin Selûl'e tâbi üçyüz kadar münâfıktı. İnsanlar, bunların hakkında iki fırkaya ayrılmış, bir kısmı bunların öldürülmesini, bir kısmı da öldürülmemesini Resûlullahtan istiyorlardı. Bunun üzerine şu âyet-i kerime nâzıl oldu.(Size ne oluyor ki, o münâfıklar hakkında iki fırkaya ayrılmış bulunuyorsunuz.) [Nisâ 88]Hz. Zeyd, hadis, fıkıh, ferâiz, ve fetvâ ilimlerinde de son derece bilgili idi. Resûl-i Ekrem efendimizden 92 hadis rivâyet etmiştir. Hz. Zeyd, rivâyet ettiği hadis-i şerifleri doğrudan doğruya Peygamberimizden işitmiş, Onun vefâtından sonra Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman'dan da hadis-i şerif öğrenmişti. İnsanlar bir tarafta... Hz. Zeyd bin Sâbit, kendi bulunduğu bir mecliste, bir sahih hadis söylendiği zaman, onu derhal tasdik ve teyit ederdi. Nitekim bir gün Ebû Saîd-i Hudrî şu hadis-i şerifi rivâyet etmişti: Resûl-i Ekrem efendimiz Nasr sûresi nâzıl olduğu zaman, onu okumuş ve şöyle buyurmuştu:- İnsanlar bir tarafta, ben ve Eshâbım bir taraftayız. Sonra Resûlullah efendimiz buyurdu ki:- Fetihten sonra hicret olmaz, ancak cihâd ve niyet vardır. Orada hazır bulunan Mervan bin Hakem, Ebû Saîd-i Hudrî'ye, Yalan söylüyorsun deyince, Zeyd bin Sâbit ve Râfi bin Hadic, Ebû Saîd doğru söyledi diyerek onun hakkında hüsn-i şehâdette bulunmuşlardı.Hz. Zeyd, daha Hz. Ömer devrinde iken, ferâiz ile ilgili meseleleri bir araya toplamış, bu ilmin esaslarını, bizzat yazarak bir tertip ve düzene sokmuştur. Zaten bu ilimdeki üstünlüğünü, Resûlullah Efendimiz, "Ümmetimin içinde ferâizi en iyi bilen Zeyd bin Sâbit'tir" buyurarak tasdik ve taltif buyurmuştur. İlmin yayılmasına hizmet etti Fıkıh ilminin her meselesinde, Eshâb-ı kirâmın en yüksek müctehidlerindendi. Daha Resûl-i Ekrem zamanında fetvâ vermek şerefine kavuşmuştu. Fetvâları son zamanlarda büyük ciltler hâlinde toplanmıştır. Bütün Müslüman memleketlerinde yayılmış ve herkes bunlarla amel etmiştir.Zeyd bin Sâbit hazretleri, Mescid-i Nebevi'ye geldiği zaman, müskülü olan ona gelir, meselesini sorar, cevabını alırdı. Onun namaz, hayvan kesimi, av hayvanları, hibe (bağış) ve ziraat ortaklığı meselesine ait fetvâları, fıkıh meselelerinin yazıldığı kitaplarda yer almaktadır.Hz. Zeyd bin Sâbit, büyük işler başaran ve büyük hizmetler bırakan bir Sahâbîdir. Ümmetin ıslâhı hususundaki gayretleri, yerinde ve zamanında müdâhalelerle işleri yoluna koyma çabaları ve ilmin yayılması hususundaki çalışmaları gibi nice hizmetleri vardır.Onun hizmetleri anlatılamayacak kadar çok ve büyüktür. Kur'an-ı kerimi tamamen ezberlemesi, emin bir kimse olması, güzel yazı yazması gibi birçok meziyetlere sahiptir. Zâten Resûlullah efendimizin zamanında vahiy kâtibi olmak şerefine kavuşmuştu.Bütün Ehl-i Beyt ve Eshâb-ı Kirâm arasında, o derece üstün bir îtibara erişmişti ki, cuma günleri sokağa çıktıkları vakit, ilim ve irfânına hayran kalan Medîne ahâlisi, kendisini, tam bir istiyakla karşılarlardı. Halkın bu teveccühünden utanan Zeyd bin Sâbit hazretleri, hemen evine giderdi.Bu hâlini soranlara buyururdu ki:- İnsanlardan hayâ etmeyen, Allahtan utanmaz.Zeyd bin Sâbit vefât edince, Ebû Hüreyre demiştir ki:- Bu ümmetin âlimi vefât etti. Umulur ki, Allahü teâlâ, Abdullah ibni Abbâs'i ona halef buyurur. Fıkıhta meşhur Sahâbîler Enes bin Mâlik hazretleri, Peygamber efendimizin şöyle buyurduklarını rivâyet etmektedir:(Ümmetimin en merhametlisi Ebû Bekir, Allahın dîni hususunda en şiddetlisi Ömer, en ziyâde hayâya mâlik olanı Osman ve ferâizi en iyi bileni Zeyd bin Sâbittir.) Eshâb-ı kirâm arasında fıkıh ilminde dört Sahâbe meşhurdur. Bunlar, Zeyd bin Sâbit, Abdullah bin Mes'ûd, Abdullah bin Ömer ve Abdullah bin Abbâs'dır. Bütün dünyaya yayılan fıkıh ilminin kaynağı bu dört büyük Sahâbîdir. |
Peygamberimizin hanımlarından :ZEYNEB BİNTİ CAHŞ
Hz. Zeyneb validemiz, Peygamberimizin halasının kızı olup, ilk iman edenlerdendi. Mekke'den Medine'ye hicret etti. Önceleri, Resulullahın azatlı kölesi olan Zeyd bin Hârise ile evli idi. Zeyd bin Hârise, Hz. Zeyneb'in hakkını gözetemediğinden ayrıldılar. Beni ona sen ver! Resul aleyhisselam, halasının kızının durumuna üzülüp, onun şerefini iâde etmek ve onu üzüntüden kurtarmak için, Hz. Zeyneb'i nikâh etmek istedi.Hz. Zeyneb bunu işitince, sevincinden iki rekat namaz kılıp, şöyle duâ etti:- Ya Rabbî! Senin Resulün beni istiyor. Eğer onun zevceliği ile şereflenmemi takdîr buyurdun ise, beni ona sen ver! Duâsı kabul olup, Ahzâb suresinin otuzyedinci ayet-i kerimesi gelerek, buyuruldu ki:- Zeyd, onun hakkında istediğini yaptıktan sonra [yani Zeyneb'i boşadıktan sonra], biz, onu sana zevce eyledik. Hz. Zeyneb'in nikâhını Allahü teâlâ yaptığı için, Resulullah ayrıca nikâh yapmadı. Hz. Zeyneb bununla her an övünür ve derdi ki:- Her kadını babası evlendirir. Beni ise, Allahü teâlâ nikâhladı.O zaman otuzsekiz yaşında idi.Hz. Zeyneb'in, Zeyd bin Hârise ile nikâhlanıp evlenmesi ile, eshab-ı kiram arasında eskiden kalma birçok örf ve âdetlerin ortadan kalkması sağlanmıştır. Mesela önceleri halk, evlat edinilmiş bulunan kimseyi, kendi öz evladı hükmünde zannederdi.Cenab-ı Hak, son Peygamberi vasıtasıyla, bu hususu ortadan kaldırmıştır. Hür kimse ile köleyi aynı seviyede tutmuştur. Aradaki imtiyazı ortadan silip atmıştır. Hz. Zeyd gibi bir köleyi, Beni Hâşim ile aynı seviyeye getirmiştir. Abdülhamid hânın hizmeti Fransızların edepsiz şâiri Volter, Resulullahın Hz. Zeyneb'i zevceliğe kabul buyurmasını, tarihlere, vak'a ve haberlere taban tabana zıt ve uydurma, âdî ve alçak iftiralarla, şiir düzerek bir tiyatro kitabı yazmıştır.Edebiyat ve fikir adamına yakışmayan bu çirkin, iğrenç yazısı, kendisini aforoz etmiş olan, büyük düşmanı papanın hoşuna gitmiş, kendisini okşayıcı mektup yazmıştır. Müslümanların halifesi Sultan İkinci Abdülhamid Hân, bu piyesin sahnede oynatılacağını işitince, Fransız ve İngiltere hükûmetlerine ültimatom vererek, hemen önlemiş, bütün insanlığı, yüz kızartıcı aşağılıklardan kurtarmıştır.Hz. Zeyneb'in düğün gecesi, Peygamber efendimizin bir mucizesi daha görüldü. Duâsının bereketiyle az yemek çoğaldı. Bütün davetliler yediği hâlde, Enes bin Malik hazretlerinin annesi Ümm-i Süleym'in gönderdiği yemek, hiç azalmadı. Enes bin Malik, Üçyüz kişi kadar yediği hâlde, Peygamber efendimiz, (Yemeği kaldır) buyurmasıyla, kaptaki yemeğin, ortaya koyduğum zamanda mı, yoksa kaldırdığım zamanda mı çok olduğunu anlayamadım buyurdular.Hz. Zeyneb, ihsanı, sadakayı pek çok severdi. El işlerinde de mahir idi. İşlediği şeyleri ve eline geçen herşeyi, akrabasına ve fakirlere verirdi. Resulullah efendimiz, Hz. Zeyneb için buyurmuştur ki:- Zevcelerim arasında, bana en önce kavuşacak olanı, eli uzun, yani eli açık, cömert olanıdır. Hepsini dağıtırdı Hz. Zeyneb, Peygamber efendimizin pek çok iltifatına kavuşarak, yüksek makamlara sahip oldu. Sadaka ve ihsanı o kadar çoktur ki; Resulullah efendimizin vefatından sonra, halife Hz. Ömer, Peygamberimizin hanımlarının her birine onikibin dirhem verirdi. Bunu alır almaz, hepsini sadaka eder, dağıtırdı.Nesilden nesile intikal eden menkıbede, Hz. Zeyneb, Hz. Ömer'den hediye gelince derdi ki:- Buna benden daha fazla ihtiyacı olanlar vardır. Onu şuraya koyun, üzerini örtün.Sonra bir başörtüsünü parçalayarak, onu kese yapar ve bu keselerle parayı akrabalarından muhtaç olanlara ve yetimlere dağıtır, sonra da elini kaldırarak buyururdu ki:- Allahım, bundan sonra bana, Ömer'in hediyesini nasip etme! Hakikaten o sene vefat etti. Resulullahtan sonra, Peygamberimizin zevceleri arasında, en önce vefat eden budur. Yüreğimdeki ateş Hz. Zeyneb, hicretin yirminci yılında, elliüç yaşında Medine'de vefat etti. Naaşının, Peygamberimizin Seriri üzerine konularak taşınmasını vasiyet ettiğinden, öyle yapıldı. Cenaze namazını halife Hz. Ömer kıldırdı. Tabutu Bakî kabristanlığına getirilirken, kardeşi Ahmed bin Cahş âmâ hâliyle ağlıyordu. Hz. Ömer, onun ağlamasını işitince buyurdu ki:- Ey Ahmed, tabuttan uzaklaş! Cemaat seni sıkıştırmasın. Zeyneb'in tabutunu taşımak için kalabalık fazlalaşıyor.Ahmed ise şöyle cevap verdi:- Ya Ömer! Bu, her türlü hayır ve bereketi sayesinde kazandığımız kız kardeşimizdir. Bu ağlamam, yüreğimdeki ateşi soğutuyor.Defnedileceği esnada, Hz. Ömer, Peygamberimizin hanımlarına, Hz. Zeyneb'i kimin kabre koyabileceğini sordu. Onlar da, Sağlığında onu görmek, kimlere helal ise, kabrine de onlar girer, indirirler cevabını verdiler. Bunun üzerine yakın akrabaları kabre indirdiler.Hz. Aişe, Hz. Zeyneb'i çok medh ve sena ederdi. Onun hakkında buyurmuştur ki: İster dinî meseleler olsun, ister takva ve sadakat olsun, ister sıla-i rahm, yani akrabayı ziyaret olsun, isterse cömertlik ve fedakârlık olsun, Zeyneb'den daha iyi hiçbir hatun yoktur. "Resulullahın zevceleri içinde Zeyneb'den başka kimse, zat-ı saadetlerine yakınlık bakımından benimle boy ölçüşemez. O saadetli ve iyi hatun aramızdan gitti. Yetimler ve dullar hamisiz kaldılar. Allahü teâlâ, Zeyneb binti Cahş'a rahmet eyleye. Hakikaten dünyada onun mertebesinde hiçbir hatun yoktu. Hak teâlâ, Nebîsini onunla evlenmeye sevk eyleyip, Kur'anın bazı ahkâmını indirmiştir. Hz. Ümm-i Seleme de, Hz. Zeyneb hakkında, Zeyneb, salih, oruç tutan ve ibadetle vakit geçiren bir hatundu buyurdu. |
All times are GMT +3. The time now is 12:26. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025