Siyaset Forum

Siyaset Forum (https://www.siyasetforum.com.tr/index.php)
-   Bütün Peygamberler (https://www.siyasetforum.com.tr/forumdisplay.php?f=321)
-   -   Hazreti İbrahim (a.s) (https://www.siyasetforum.com.tr/showthread.php?t=29402)

dildade 05-22-2008 03:48

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İbrâhim as.’ın Müşrik Babası Âzer İçin Mağfiret[1] Dilemesinden Tevbe Etmesi :
(Kâfir olarak ölüp) cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah'a) ortak koşanlar için af dilemek ne peygambere yaraşır ne de inananlara.[2]

İbrâhim as. Babil'den ayrılacağı zaman, babası için Allahu Teâlâ'dan bağışlanma dileyeceğini hatırlamış ve babasının affı için Allah'a şöyle yalvarmıştı "Babamı da bağışla! Çünkü o sapıklardandır."[3]

Süleyman Ateş diyor ki; Peygamber'in ve mü'minlerin, yakınları dahi olsa müşrikler için mağfiret dileyemeyeceklerinin vurgulayan ayetten sonra gelen bu ayette, insanlara örnek olan İbrâhim'in, söz verdiğinden ötürü babası için Allah'tan mağfiret dilediği anlaşılmaktadır. Ancak bu, onun acıma duygusuyla söylediği bir sözden ibaretti. Babasının bir Allah düşmanı olduğunu anlayınca artık onun için mağfiret dilemedi. Binaenaleyh, onun izinde giden peygamberlerin ve mü'minlerin, müşrikler için istiğfar[4] edemeyecekleri anlaşılmaktadır.[5]

İbrâhim Baydar ise, Müşrik bir babanın Allah’a iman etmesi için, dua etmeyi yasaklayan ilahi bir belge yoktur. “Kafirlerin bağışlanmalarını istemeliri, bir peygamber ve mü’mine yakışmaz” mealindeki ayet ise, Tevbe suresinin 87’inci ayetinde beyan edildiği üzre, cenaze namazı gibi ölüm sonrasında yapılan “Duâ” ile ilgilidir. Ölümlerinden sonra onlara af dilemek elbette bir peygambere yaraşmaz. İbrâhim as. babası henüz hayatta iken böyle bir dilekte bulunmuştu. Fakat verdiği bu “Duâ” sözü, babasının Allah düşmanlığının bağışlanması için değildi. İmanı kendisine nasib etmesi için, Allah’a yakarması anlamındaydı. Nitekim, onun artık iflah olmaz bir Allah düşmanı olduğunu öğrenince, bu duâ’dan da vazgeçmişti.[6] Bu ise Kur’an-ı Kerim de şöyle geçmektedir.

İbrahim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir misal vardır, onlar kavimlerine demişlerdi ki:

"Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir."

Yalnız İbrahim'in babasına: "Senin için mağfiret dileyeceğim, fakat senin için Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyi (önlemeye) gücüm yetmez." demesi hariç.

Rabbimiz! Yalnız sana dayandık, sana yöneldik. Dönüşümüz de ancak sanadır[7].

İbrahim şöyle dedi: "Selâm sana olsun, senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Çünkü o, bana çok lütufkârdır.[8]"

"Ben, sizden ve Allah'tan başka taptığınız şeylerden çekilip ayrılırım da Rabbime dua (ibadet) ederim. Rabbime yalvarışımda mahrum kalmayacağımı umarım.[9]"

“İbrâhim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrâhim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi.”[10]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] MAĞFİRET: Örtme; Allahü teâlânın, kullarının günâhlarını bağışlaması.

Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyuruyor ki:
Ey günâhı çok olan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümîdinizi kesmeyiniz. Allah, günahların hepsini affeder. O, sonsuz mağfiret ve nihâyetsiz merhâmet sâhibidir. Zümer sûresi: 53.
Rabbinizden mağfiret istemeğe ve Cennet'e girmeğe koşunuz. Bunun için çalışınız! Cennet'in büyüklüğü, gökler ve yer küresi kadardır. Cennet, Allahü teâlâdan korkanlar için hazırlandı... Âl-i İmrân sûresi: 133.
Allahü teâlâ buyurdu ki: "Ey âdemoğlu (insanoğlu) ! Sen benden ümidli bulundukça, senden meydana gelen günâhları mağfiret ederim. Ey âdemoğlu! Senin günâhların gökyüzünü dolduracak dereceyi de bulsa, benden mağfiret dilersen seni bağışlarım. Ey âdemoğlu! Bütün yer dolusu günahlarla gelip de, bana hiçbir şerîk (ortak) koşmayarak huzûruma çıkarsan, ben seni bütün yer dolusu mağfiretle karşılarım.” (Hadîs-i şerîf-Riyâzü's-Sâlihîn).
”Müslüman kardeşini sevindirmek, Allahü teâlânın af ve mağfiretine sebeb olur.” (Hadîs-i şerîf-Kitâb-ül-Metcer-ür-Râbih).
”Allahü teâlânın af ve mağfireti o kadar büyüktür ki (çoktur ki), ben suçuma büyük demekten utanırım”. (Sa'dî Şîrâzî).

[2] Kur’an-ı Kerim: Tevbe, 9/113.

[3] Kur’an-ı Kerim: Şuara, 26/86.

[4] İSTİĞFÂR: Mağfiret (bağışlanmak) istemek. Allahü teâlâdan kusurlarının ve günâhlarının affedilmesini bağışlanmasını dilemek. Tövbe etmek.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruluyor ki:
”Biri günah işler veya kendine zulm eder, sonra pişman olup, Allahü teâlâya istiğfârda bulunursa, Allahü teâlâyı çok merhametli, afv ve mağfiret edici bulur.” Nisâ sûresi: 109.
”Günâh işlemiş kimse, abdest alır, iki rek'at namaz kılar, sonra istiğfâr ederse günâhı affolur.” ( Hadîs-i şerîf-Kurret-ül-Ayneyn).
”İstiğfâr, belâ ve sıkıntıların giderilmesi için faydalıdır ve denenmiştir.” (Muhammed Ma'sûm).
”İstiğfâr, insanı her murâda (arzuya), âfiyete kavuşturur.” (Hâdimî).
”Üç kimse şeytanın ve askerinin şerrinden korunmuştur. Onlar da, gece gündüz çok zikr edenler, Allahü teâlâyı ananlar, seherlerde (sabah namazı vakti girmeden önce) kalkıp istiğfâr edenler ve Allahü teâlânın korkusundan ağlayanlardır.” (Dârendeli Hilmi Efendi).
”Sıkıntısı olan kimse çok istiğfâr okusun.” (Hazret-i Ömer).

[5] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9/163.

[6] Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş, Beyan Yayınları: s.34

[7] Mümtehine 4.

[8] Meryem 47.

[9] Meryem 48.

[10] Tevbe, 9/114.

dildade 05-22-2008 03:48

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Hz. İbrahim’in Babası İçin Af Dilemesinin İzahı :
Kur’an-ı Kerim, Hz. İbrahim’in (a.s.) babası için mağfiret talebinde bulunduğuna delalet eder. Nitekim Cenab-ı Hak bunu, “Babamı da bağışla. Çünkü o, sapıklardandır[1].” “Ya Rabbi, beni, ana ve babamı affet.[2]” “Sana selam olsun. Senin için Rabbime istiğfar edeceğim.[3]” ve “Muhakkak ki senin bağışlanmanı isteyeceğim[4].” şeklinde bahsetmiştir.Böylece kâfir kimse için mağfiret talebinde bulunmanın caiz olmadığı sabit olmuş olur. Bu şekilde bu, bu günahın Hz. İbrahim’den südur ettiğine delalet eder.

Bil ki Allah Teala bu müşkile, “İbrahim’in babasına olan istiğfarı ancak, ona ettiği bir vaadden dolayı idi.” ifadesiyle cevap vermiştir.

Bu ifadeyle ilgili iki görüş bulunmaktadır:

1) Vaad edenin Hz. İbrahim’in babası olmasıdır. Buna göre mana, “Onun babası ona, iman edeceğini vaad etti. Böylece de İbrahim (a.s.), işte bundan dolayı mağfiret talebinde bulundu. Ama ne zaman ki, Hz. İbrahim, babasının iman etmediğini, onun Allah’ın düşmanı olduğunu anlayınca, ondan uzaklaştı ve bu mağfiret talebinden vazgeçti” şeklinde olur.

2) Vaad edenin Hz. İbrahim olmasıdır. Bu böyledir. Zira Hz. İbrahim, babasının müslüman olacağı ümidiyle, onun için mağfiret talebinde bulunacağını babasına vaad etti. Hz. İbrahim’e, onun, Allah düşmanı olduğu ortaya çıkınca, o zaman babasından uzaklaştı. Bu tefsirin doğruluğuna, Hasan el-Basri’nin, bâ harfiyle olmak üzere “iyyâhu: ona” yerine “ebâhu: babasına” şeklinde okuması da delil teşkil eder.

Bazı alimler, buna cevaben şu iki açıklamayı yapmışlardır:

1) Hz. İbrahim’in babasına mağfiret talebinde bulunmasından maksat, onun onu iman ve islam’a davet etmesidir. O, babasına: “İman et. Böylece ikabtan kurtul, mağfirete nail ol!” diyordu. Hz. İbrahim, Allah’ın, mağfireti gerektiren imanı babasına nasip etmesi hususunda Allah’a yalvarıp yakarıyordu ki, mağfiret talebinde bulunmaktan maksat budur. Cenab-ı Hak Hz. İbrahim’e, babasının küfür üzerinde ısrar ederek ölaceğini haber verince, o zaman o, bu talepten vazgeçti.

2) Bazı alimler de, Cenab-ı Hakk’ın “Ne peygamberin, ne de mü’min olanların müşrikler için mağfiret talebinde bulunmaları doğru değildir.” ayetinin ifade ettiği hususu, cenaze namazına hamletmişlerdir. İşte bu yolla, bu istiğfarda azabı hafifletmek gayesi bulunduğu için, kâfir için istiğfarda bulunmada bir sakınca olmadığı ortaya çıkmış olur. Bunlar sözlerini şöyle sürdürmüşlerdir. “Bunun delili, bundan muradın, bizim zikretmiş olduğumuz şu husus olmasıdır: Allah Teala, “Onlardan ölen hiç bir kimseye ebedi olarak dua etme[5]” ayetiyle, münafıklara namaz kılmaktan men etti. Bu ayette de bu hükmü tamim etmiş , ister münafık olsun, isterse şirkini izhar etmiş olsun, müşrikler üzerine cenaze namazı kılmaktan men etmiştir.” Bu, garip bir görüştür.[6]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Şuara: 26/86.

[2] İbrahim: 14/41.

[3] Meryem: 19/47.

[4] Mümtehine: 60/4.

[5] Tevbe: 9/84.

[6] Fahreddin Razi, Mefatihu’l-Ğayb, Akçağ Yayınları: 12/205-206.

dildade 05-22-2008 03:49

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Âzer’in, Oğlunu Nemrud’a Götürmesi :
İbrâhim as. "Allah'dan başka ilah yoktur. O, benim Rabb'imdir! O, her şeyin Rabb' idir!" dedikçe, annesi ve babası, Nemrud'dan, korkarak ağlarlar, İbrâhim as'ı uyarmağa çalışırlardı.

İbrâhim as. ise "Beni, küçüklüğümde koruyan, büyüklüğümde de, korur!" derdi.

Fakat, Âzer artık bu olanlara dayanamamış, kendisini birisinin şikayet etmesinden korkarak, Nemrud'a gitmeye karar verir ve huzura vardığında İbrahim'in daha önce kendisinin doğmasından korktuğu çocuk olduğunu söyler.

Nemrud İbrâhim'i yanına çağırtır ve kendisine itaat etmesini, kendisinden daha ulu bir kimsenin olmadığını ve yaratanın ve rızık verenin de kendisi olduğunu, söyler.

İbrahlim as. Nemrud'u herkesin için de yalancılıkla suçlar. Nemrud buna öfkelenir ve Âzer'e oğlunu götürmesini, henüz onun küçük bir çocuk olduğunu, kendisinin kıymetini, saltanatını, ululuğunu, bilmediğini ve bu ne söylediğini bilmeyen çocuğu, kendisinin azabının şiddetiyle korkutmasını emreder. İbrâhim as'a da üzerinde bulunduğu dine dönmesini emreder ve O'nu salıverir.[1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbn.İyas-Bedâyiuzzuhûr s.84; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.149.

dildade 05-22-2008 03:49

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Hz. İbrahim’in Babasının Allah Düşmanı Olduğunun Ortaya Çıkışı :
İbn Cerir et-Taberi diyor ki: “Müfessirler, babasının bu halinin nasıl ortaya çıktığı hususunda iki görüş zikretmişlerdir:

1) Abdullah b. Abbas, Mücahid, Hakem, Dehhak ve Katade’ye göre İbrahim’in babasının müşrikliğinin belli oluşu, müşrik olarak ölmesiyle ortaya çıkmıştır. Böylece İbrahim de artık onun için af dilemekten vaz geçmiştir.

2) İbrahim en-Nehai ve Ubeyd b. Umeyr’e göre ise, İbrahim’in babasının müşrik oluşunun ortaya tam olarak çıkması, ahirette olacaktır. Sırat köprüsünü geçerken babası, İbrahim’e sarılacak, onunla birlikte geçmek isteyecek, İbrahim ona yumuşak davranacak ancak onun, maymuna çevrildiğini görünce ondan uzaklaşacak ve onu yalnız başına bırakacaktır.

Taberi birinci görüşü tercih etmiştir.[1]

Fahreddin Razi diyor ki: “Hz. İbrahim’in neye dayanarak babasının Allah’ın düşmanı olduğunu anladığı hususunda alimler ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak bazıları, bunun küfürde ısrar ve küfür üzere ölüm olduğunu; bazıları da, sadece küfürde ısrar olduğunu söylerken; diğer bazıları da, Allah Teala’nın, ona bunu vahiy ile bildirmesinin, onun da bundan dolayı babasından teberri etmesinin uzak bir ihtimal olmayacağını söylemişlerdir. Buna göre Cenab-ı Hak sanki şöyle demiş olur: “Hz. İbrahim babasının Allah’ın düşmanı olduğunu anladığında, o ondan uzaklaştığına göre siz de böyle olunuz. Zira ben size, Hz. İbrahim’e uymayı emrettim.” Çünkü Allah Teala “Allah’ı birleyici olarak İbrahim’in dinine uy.[2]” buyurmuştur.[3]

Allah Teala şöyle buyuruyor:

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kavmi görmüyor musun ki, onlar Allah ve Rasulü’ne savaş açanları sevmezler. İsterlerse o savaş açanlar babaları veya çocukları olsunlar.”



--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbn Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınları: 4/370.

[2] Âl-i İmran: 3/95.

[3] Fahreddin Razi, Mefatihu’l-Ğayb, Akçağ Yayınları: 12/206.

dildade 05-22-2008 03:50

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Tevhid ve İnsan Fıtratı :
Kur'an akışının ayetlerde gözler önüne getirdiği sahne, gözleri kamaştıran olağanüstü bir sahnedir. İlk aşamada, putlara ilişkin cahiliye düşüncelerini reddeden ve onlardan tiksinen fıtratın sahnesidir bu. Üzerindeki bu hurafeleri silkeleyince içten gelen coşkun bir istekle vicdanında bulduğu gerçek ilâhını arıyor. Bu düşünce henüz anlayışında ve belleğinde açıklığa kavuşmamıştır. Gizli bir coşkuyla parlayan her şeyle ilgi kurup bunun ilâhı olabileceğini düşünüyor. Fakat iyice araştırdıktan sonra bunların gelip geçici şeyler olduğunu anlıyor. Çünkü içinde gizli ilahlık gerçekliğini ve uluhiyet sıfatlarıyla bir benzerliklerini görememiştir. Sonra bu fıtrat içinde parlayan ve iyice belirginleşen bir gerçeğin farkına varıyor. Büyük bir sevinçle ve bu gerçeğin coşkusuyla dolup taşıyor. Daha önce kendi kavrama yeteneğiyle belirlediği, içindeki gerçeğe uygun gerçeğe ulaşmanın büyük coşkunluğuyla duyuruyor inancını. İbrahim'in (selâm üzerine olsun) gönlünde belirginleşen bu sahne, olağanüstü ve göz kamaştırıcı bir sahnedir. Kur'an'ın akışı bu büyük deneyimi şu kısacık ayetlerde ifade edip geçiyor. Bu, fıtratın hak ve batıl karşısındaki tutumunun hikâyesidir. Müminin ilân ettiği ve bu konuda hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmediği inancın hikâyesidir. Bu konuda babaya, aileye, aşirete ve ulusa hoş görünmek gibi bir endişesi yoktur. İbrahim'in (selâm üzerine olsun) babasına ve kavmine karşı takındığı şu katı, kesin ve net tutum gibi.[1]

Hani İbrahim babası Azer’e: “Sen bir takım putları ilah mı ediniyorsun? Gerçekten de ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum.” demişti.[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Seyyid Kutub, Fîzilâli’l-Kur’an, Dünya Yayınları: 4/83.

[2] Kur’an-ı Kerim, En'âm: 6/74.

dildade 05-22-2008 03:50

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Hz.İbrâhim’in Tevhid’e Davetinin Siyasi Yönleri :
İbrâhim as. Allah'ı tek bir ilah olarak kabul ettiğini ve bunun dışında her türlü tanrıyı üstün şahsiyetleri ve batıl itikadları reddettiğini ilan edince sadece Ur kavminin milli din ve inanaçlarına ağır darbe indirmiyordu, aksine Nemrud ve diğer hakim tabakanın kuvvet ve iktidarına da açıkça meydan okumuş oluyordu. Zira, yukarıda gördüğümüz gibi dini inanç ve felsefe Ur'luların bütün hayatını ektilemiş ve bunun sayesinde Nemrud ve yandaşları ülkenin en çıkarcı zümresi haline gelmişlerdi. Hz.İbrâhim tek Allah'a inanmaya davet etmek suretiyle Ur'luların tanrılarının reddettiği gibi Nemrud'un tanrısal sıfatı ve bu sıfat sayesinde sahip olduğu iktidar, şan ve şöhretini de tehlikeye sokmuş oluyordu. Bu sebeple devlete ve hükümete başkaldırmak suçundan Nemrud'un huzuruna çıkarıldı.[1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Mevdudi Tarih boyunca tevhid mücadelesi ve Hz. Peygamberin hayatı c.1/450.

dildade 05-22-2008 03:51

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Babasıyla olan konuşmasında (münazarasında) pek çok ibretler vardır :
En önemlileri şunlardır:

Pek çok davetçi – kitaplarında ve derslerinde davetten daha çok kendi nefislerinden bahsediyorlar. Başkalarıyla yaptıkları münazaralarda onlara karşı üstünlük sağlamaya çalışıyorlar ve onlara problemlerini arzetme fırsatını vermiyorlar. En basit sebeplerden dolayı kendi kendilerine kızıp sinirleniyorlar. Kalplerini hemen kin kaplamaktadır. Dolayısıyla bunlar ve diğerlerine düşen görev: Sadakatta, edebde, tevazuda, ihlasta ve başkalarına hürmette İbrahim as.’ı örnek edinmeli, kendi nefsi çıkarlarını bir kenara itip bütün gayesini Allah rızasına matuf kılınmalıdır.

Azer’in kalbi tıpkı taşın en serti gibi idi. Hatta sert taş o kalpten daha yumuşaktır. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Muhakkak ki, bazı taşlar vardır ki, onlardan nehirler çıkar. Bazıları da vardır ki, yarılıp içinden sular akar ve Allahl korkusundan dağlardan yuvarlanıp düşerler. Allah işlediğinizden gafil değildir.”[1]

Azer inandığı ve itikad ettiği şeyde çok ciddi idi. Putlar ve heykeller kendisine ciğerparesinden (oğllu İbrahim’den) daha sevimliydi. O putlar kendisine insanların en yakınıydı. İbrahim as. da inandığı ve itikad ettiği şeyde çok ciddi idi. Ne zaman ki babası şirkinde ısrar etti, İbrahim as. ondan yüz çevirip terketti. İbrahim as. merhamet ve yumuşak huylu bezenmesine rağmen, babası ona düşmanlık ve buğzetti.

Ve üzücü olanlardan biri de, pek çok davetçinin kendi menfaatlarını dava ile karıştırmalarıdır. İslam’a ve müslümanlara olan düşmanlıklarına rağmen idarecilere karşı sevgi gösterilerinde bulunuyor ve onlara sevimlli olmaya çalışıyorlar.

Cenab-ı Hakk’ın Kitab’ında: “ Allah’a ve Ahiret gününe iman eden bir kavmi; babaları, oğulları, kardeşleri veya soysopları olsalar bile, Allah ve Rasülü’ne muhalefet edenlerle dostluk eder bulamazsın.”[2]

Davaya gönül veren dâvetçiler İbrahim as.’ı, Muhammed s.a.v’i ve Allah’ın diğer Nebilerini örnek alanlardan olmadıkları müddetçe, davet asla başarıya ulaşmaz.[3] Salât ve Selamın en üstünü O Peygamberlerin üzerine olsun.



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: Bakara, 2/174.

[2] Kur’an-ı Kerim: Mucadele, 58/22.

[3] M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberlerin Metodu I, Guraba Yayınları: s.157-159.

dildade 05-22-2008 03:51

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Müşriklerle Dostluk Yapmamak :
Tanık olduğumuz olaylardan biri de, bazı insanların mülhid ve sefih akraba reisleriyle çok sıkı alakalar kurmalarıdır. Onların meclislerine devam ederlerken ters hal ve davranışlar karşısında bizim arkadaşlarımız da orada bulundukları halde, yüzünde Allah için bir kızgınlık veya gazaplanma dahi görülmez.

Bazen de gazetelerde yazı yazıp, tağutların bir takım işlerini methederler. Bu gibi tavarları sergilemelerine yol açan sebeplerden onlara sorarsan, derler ki: Güzel yapana güzel yaptın, kötü yapana da doğruya muhalefet ettin demeyi İslâm bize öğretmiştir. İbrahim as.’da bizim için çok güzel örnek vardır. O ince kalpli, çok yumuşak huylu, geniş yürekli, babasına ve ehline karşı mütevazi idi. Cenab-ı Hak O’nu sıfatlarla şu ayetinde vasfetmektedir:”Muhakkak İbrahim çok yumuşak huylu, içli ve kendisini Allah’a vermiş biriydi.”[1]

Ve Cenab-ı Hakk’ın şu kavlinede O’nun lisanı üzerine İbrahim düşmanları için dua etti: “Kim bana tabi olursa, muhakkak ki sen Gafur ve Rahim’sin.”[2] Bilmiyorumki onlar neden daha İbrahim’in davetin başlanngıcındaki tutumunu delil getiriyorlar da, onların şirkte ısrarlarını bildikten sonra İbrahim’in babasınıa ve kavmine karşı takındığı tavrı unutuyorlar veya unutmuş gibi gözüküyorlar –ki bu daha ağır basmaktadır-?

Onlara karşı buğzu ve düşmanlığı ilan etti, onlardan beri olduğunu ortaya koydu, meclislerini, özel v e genel toplantılarını terketti, inancı ve hareketiyle tamamen onlardan ayrıldı, onlara karşı tavır aldı, onların putlarını paramparça etti ve onların karşınsına büyük bir cesaret ve kuvvetle çıktı:

“Size ve Allah’tan başka taptıklarınza yuh olsun. Hiç akıl erdirmiyor musunuz?”[3]

Şu taşlara ilahlar olarak razı olan akıllarınıza yuh olsun .

Atalarınızın ve babalarınızın üzerinde bulunduğu taklit etmekten dolayı içine düştüğünüz dalaletee ve sapıklığı yuh olsun.

Kendi nefisleri için herhangi bir fayda sağlayamayan ve kendilerinden hiçbir zararı gideremeyen şu ilahlarınıza yuh olsun.

Allahu Teala şöyle buyuruyor:

“Gerçekten İbrahim’de ve O’nunla beraber olanlarda sizin için güzel örnek vardır. Hani onlar kavimlerine: “Biz sizden ve Allah’tan başka taptığınız şeylerden uzağız. Sizi inkar ettik. Siz, Allah’a bir olarak iman edinceye kadar bizimle sizin aranızda ebedi bir düşmanlık ve buğz belirmiştir (başlamıştır)” demişleridir.”[4]

Bununla Haliü’r Rahman güzel bir örnek oldu. Yani babasına, kavmine karşı düşmanlık ve buğz ilan etmede; onlardan ve onların Allah’tan başka taptıklarından beri olduğunu açıklamakta en giüzel bir örnek olmuştur.

Ve Cenab-ı Hakk’ın kavlindeki: “...Ancak, İbrahim’in babasına: Senin içinmağfiret dileyeceğim...”[5] ifadesine dikkat edelim.

Bu konuda müfessirlerin çoğunluğu şöyle diyor: Bu söz İbrahim’dendir. Ancak örnek alınması bir mevzu değildir. Daha davetin ilk başlangıcında olmuştur ve maksadı babasının kalbini yumuşatmaktı. O’nun Allah düşmanı olduğu anlaşılınca kendisinden berî olmuştur. Buna rağmen, bu söz İbrahim as.’dandır ve misal konusu değildir.[6]

Daveti başkalarına tebliğde yumuşak söz gereklidir. Ancak şirk üzere ısrar edildiğinde, Cenab-ı Hakk’ın düşmanlarına sevgi (dostluk) asla caiz değildir. Kim olanları düst edinirse, o da onlardandır. Dolayısıyla bu davetçiler Allah’tan korksunlar da, İbrahim as.’a tabi olsunlar. Kendi nefisleri için zoraki özürlere ve bazıl delillere cevaz bulmasınlar. Eğer hak sözü söylemeye güçleri yetmiyorsa, bari batıl konuşmasınlar. Bu ise, imanın en zayıfıdır.

Mülhidlerden kötü işler yapanlara “doğruya muhalefet ettin” diyen, onların, davetçi kardeşlerine karşı çok sert ve en şiddetli sözler sarfettikleri ve onları doğruya muhafelet etmekle itham ettiklerini görmekteyiz. Öyle ise Cenab-ı Hak’tan kendilerine bir felaketin gelmesinden ve azaba layık olmalarından korksunlar.[7]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: Hud, 75.

[2] Kur’an-ı Kerim: İbrahim, 36.

[3] Kur’an-ı Kerim; Enbiya, 67.

[4] Kur’an-ı Kerim: Mümtehine, 4.

[5] Kur’an-ı Kerim: Mümtehine, 4.

[6] Edvua’l Beyan, 8/139; M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 247-250.

[7] M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 250.

dildade 05-22-2008 03:51

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Kâfirlerle İlişki ve Onlara Mağfiret Dilemek :
Bu ayeti kerime, hayatta olanlarıyla, ölmüşleriyle kâfirlerle dostluk ilişkilerinin kesilmesi gereğini ihtiva etmektedir. Çünkü Yüce Allah, mü’minlere, müşrikler için mağfiret dileme hakkını vermemektedir. Buna göre müşrik bir kimseye mağfiret talebinde bulunmak caiz olmayan şeylerdendir. Denilse ki: Rasulullah’ın (s.a.v.) Uhud günü küçük azı dişini kırıp yüzünü yaraladıkları esnada “Allah’ım, kavmime mağfiret buyur. Çünkü onlar bilmiyorlar” demiştir. Peki, Rasulullah’ın (s.a.v.) bu yaptıklarıyla yüce Allah’ın Rasulüne ve mü’minlere, müşriklere mağfiret istemelerini yasaklamasını bir arada nasıl bağdaştıracağız?

Böyle diyenlere şöyle ceap verilir: Rasulullah’ın (s.a.v.) söylediği nakledilen bu söz, kendisinden önce geçen peygamberlerden bir nakil şeklindedir. Buna delil de Müslim’in, Abdullah b. Mesud’dan şöyle dediğine dair riayetidir. Ben, Rasulullah’a (s.a.v.) kavmi tarafından kendisine vurulup da yüzünden kanları silerken ve bu arada: “Rabbim, kavmime mağfiret buyur. Çünkü onlar bilmiyorlar” diyen bir peygamberin durumunu naklederken onu görür gibiyim.”[1]

Buhari’de de şöyle denilmektedir: Rasulullah (s.a.v.) kendisinden önce kavmi tarafından başı yaralanmış bir peygamberden sözetti. Rasulullah (s.a.v.) onun haberini anlatmaya koyuldu ve onun: “Allah’ım, kavmime mağfiret buyur, çünkü onlar bilmiyorlar.” dediğini nakletti.[2]

Derim ki: İşte bu, Hz. Peygamber’in kendisinden önceki peygamberlerden birisini anlattığı hususunda açık bir ifadedir. Yoksa bazılarının zannettiği gibi bunu Rasulullah (s.a.v.) kendi durumunu anlatmak için zikretmiş değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.

İleride, yüce Allah’ın izniyle Hud Suresinde[3] açıklaması da geleceği üzere, Hz. Peygamberin hakkında bu olayı zikrettiği kişi, Nuh (a.s.)’dır.

Ayet-i kerimede geçen mağfiret dilemek ile cenaze namazının kastedildiği de söylenmiştir. Bir ilim adamı şöyle demiştir. Zinadan hamile kalmış Habeşli bir kadın dahi olsa, kıble ehlinden herhangi bir kimsenin cenaze namazını terketmem. Çünkü ben Yüce Allah’ın “Müşriklere, Peygamberin de mü’minlerin de mağfiret dilemeleri olur şey değildir.” buyruğu ile müşrikler dışında herhangi bir kimseye duayı (ve cenaze namazını kılmayı) yasakladığını duymuş değilim. Ata b. Ebi Rebah der ki: “Müşriklere dua etmeyi yasaklayan ayet-i kerime ve burada mağfiret dilemeyi yasaklayan ayet-i kerime ile kastedilen şey (cenaze) namazıdır.

Üçüncü bir cevap da şöyledir: Hayatta bulunanlara mağfiret dilemek caizdir. Çünkü onların iman etmeleri umulur. Güzel sözlerle onların kalplerini ısındırmak ve dine girmeye onları şevklendirmek mümkündür.

Pek çok ilim adamı da şöyle demektedir: Kişinin hayattabulundukları sürece, kâfir anne ve babasına dua etmesinde, onlar için mağfiret dilemesinde bir mahzur yoktur. Ancak ölenden ümit tamamıyla kesilmiş olduğundan ona dua edilmez.

İbn Abbas der ki: “Müslümanlar ölmüşlerine mağfiret diliyorlardı. Bunun üzerine bu ayeti kerime nazil oldu, bu sefer onlara mağfiret dilemekten uzak tutuldular. Ancak ölecekleri vakte kadar hayatta olanlar için mağfiret dilemelerini de yasaklamadı.[4]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Buhari, Enbiya: 54; İstitabetü’l-Mürteddin: 5; Müslim, Cihad: 105; İbn Mace, Fiten: 23; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 1/380, 427, 432, 441.

[2] Buhari, Enbiya: 54; İstitabetü’l-Mürteddin: 5; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 1/453, 456-457.

[3] Bkz. Hud, 11/44. ayetin tefsirinde.

[4] Kurtubi, Camiu li Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/422-423.

dildade 05-22-2008 03:52

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Hiçbir Unsur yoktur ki Müşriklere İstiğfarı Kabuletsin :
Yüce Allah'ın karşılığında cennet vermek üzere canlarını ve mallarını satın aldığı mü'minler, tek bir ümmettirler. Aralarındaki ilişkiyi ve tek bir toplum olarak varolmalarını sağlayan bağ, Allah inancıdır. Müslüman toplum ile diğer toplumlar arasındaki son ilişkileri düzenleyen bu sure, işaret ettiğimiz bu bağa (inanç bağına) dayanmayan ilişkiler konusunda son derece tavizsizdir.

Özellikle Mekke fethinden sonra, henüz İslâmın tabiatına uyum sağlayamamış birçok grubun islâma girmesi ve bu grupların hayatında akrabalık ilişkilerinin derin köklere sahip olması nedeniyle ve müslüman toplumda büyük bir genişlemenin meydana gelmesi sonucu ortaya çıkan sarsıntılar nedeniyle bu bağın vurgulanması daha bir önem kazanmıştır. İşte aşağıdaki ayetler, bu alışverişi gerçekleştiren mü'minlerle, ahiretteki gidiş yolları ve varacakları sonuçlar birbirinden farklı olduktan sonra yakın akraba da olsalar, bu konuda onlara katılmayanların tüm ilişkilerini kesip atmaktadır.

Açıkça anlaşılıyor ki, bazı müslümanlar müşrik olan babaları için yüce Allah'dan bağışlanma dilemiş ve gidip Peygamberimizden -salât ve selâm üzerine olsun- onlar için Allah'dan af dilemesini istemişlerdi. Bunun üzerine inen bu ayetler, onların. müşrik babaları için bağışlanma isteyişlerinin kan yakınlığına olan ilgilerinden kaynaklandığını, yüce Allah'a olan bu bağ gözetilmediğini ortaya koymuştur. Bu yüzden peygamberin ve mü'minlerin böyle bir şeye yeltenmesi olacak iş değildir. Böyle yapmak kesinlikle onlara yakışmaz. Böyle bir şeye yeltenmek, onların karakterlerine ve tabiatlarına uymaz. Peki onların cehennem ehli olduklarını nasıl anlayacaklardır? En mantıklısı, onların şirk üzere ölmeleri ve iman etme ihtimallerinin kalmamasıdır.

İnanç, diğer tüm beşeri bağların, tüm insani ilişkilerin bağlandığı en büyük kulptur. İnanç bağı kesildiği zaman diğer tüm yakınlıklar kökünden kesilir. Bundan sonra soy bağı etrafında birleşmenin, evlilik nedeniyle kurulan yakınlıklar etrafında birleşmenin hiçbir değeri yoktur. Irk birliği, ülke birliği birleştirici bir unsur olamaz. Fakat Allah'a inanma, en köklü ve en büyük bağdır. Diğer tüm bağlar ondan kaynaklanır ve onda birleşir. Ya da iman olmaz o zaman da iki insanı birbirine bağlayan bir bağ olmaz.[1]



dildade 05-23-2008 01:15

Hazreti İbrahim (a.s)
 
I. BÖLÜM: nemrud ve KAVMİNİ DAVETİ
1. İbrâhim as.’ın Halkı Uyarmağa Başlaması :
“O, babasına ve kavmine: ‘Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor?’ demişti. Dediler ki: ‘Biz babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk.’ ‘Doğrusu, siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz’ dedi. Dediler ki: ‘Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen oyunbazlardan biri misin?’ ‘Hayır’ dedi; ‘sizin Rabbiniz, yarattığı göklerin ve yerin de Rabbidir ve ben buna şâhitlik edenlerdenim.[1]”

Onlar körü körüne, heykellere tapıyorlar, bu konuda atalarının izini takip etmekten başka bir gerekçe de ileri süremiyorlardı. Onlar fikren ve rûhen ölmüş, hurâfe ve geleneklerin, örf, âdet ve an’anelerin altında ezilip duruyorlardı. Onun için de İbrâhim (a.s.)’in dâveti karşısında “şaka mı ediyorsun?” diyorlardı. İşte şirk, bid’at ve hurâfelere boğulmuş toplumların hali bundan farklı olamaz. Onlar duyu ve duygulardan o kadar mahrumdurlar ki, kendi putları gibi putlaşmış, robotlaşmış ve kendi putlarından farkları kalmamıştı.[2]

Hz. İbrâhim, aklî ve mantıkî delillerle, putperestlikten ve yıldızlara tapmaktan vazgeçirmek için giriştiği tevhid mücâdelesi sonunda kavmini susturmuş ve cevap veremez bir hale getirmiştir. Ama ne var ki bütün bu deliller karşısında şirksiz bir inançla Allah’a yönelmesi gereken bu insanlar; günümüzde de olduğu gibi, kendilerini sorgulayacak yerde “ilâhlaştırdıkları atalarının” ve “kutsal kemiklerin” arkasına sığınma açmazına düşmüşler, suçu onlara atarak sorumluluktan kurtulmaya çalışmışlardır.

Kur’an, hâlâ şirklerinde inat göstererek atalarını taklit bahanesine sarılmış olan bu insanların savunmalarını şöyle yansıtır: “İbrâhim, babasına ve kavmine: 'Neye tapıyorsunuz?' demişti. 'Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz' diye cevap verdiler. İbrâhim: 'Peki, dedi; yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı? Yahut, size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı?' Şöyle cevap verdiler: 'Hayır, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk[3].”

İbrâhim dedi ki: 'İyi ama, ister sizin, ister önceki atalarınızın; neye taptığını (biraz olsun) düşündünüz mü? İyi bilin ki onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi (benim dostumdur).[4]”

"İbrâhim'i de gönderdik. O kavmine şöyle demişti: 'Allah'a kulluk edin. O'na karşı gelmekten sakının. Eğer bilmiş olsanız bu sizin için daha hayırlıdır. Siz Allah'ı bırakıp birtakım putlara tapıyor, asılsız sözler yaratıyor/uyduruyorsunuz. Bilmelisiniz ki, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, size rızık veremezler. O halde rızkı Allah katında arayın. O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Ancak O'na döndürüleceksiniz.[5]"

Hz. İbrâhim’in bu çağrısı; hiçbir bilgiye ve düşünmeye dayanmadan katı bir tutuculukla atalarını taklit eden bu insanları, geçmişin esâret zincirlerinden, gelenek pençesinden kurtararak İslâm’ın ışığında yeniden uyandırmak, vicdanlarındaki hürriyet duygularını harekete geçirerek özgürce düşünmelerini temin etmek içindir. Ne var ki bu insanlar, gerçeklerden kaçarak, ruhlarından İslâm’ın hidâyetini uzaklaştırarak “kemiklere sığınıyor” ve Hz. İbrâhim’in çağrısını cevapsız bırakıyorlar. Ama Peygamber ve Kitap; kendilerine “Allah’ın indirdiklerine uyun” deyince, “hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola (dine, ilkelere, ideolojiye) uyarız” diyorlar. Kur’an, böyle diyenlere şöyle sesleniyor:

“Peki, ya ataları bir şey düşünmeyen, doğruyu bulamayan kimseler olsa da mı?[6]”

“Ya şeytan onları alevli azâba çağırıyor idiyse?![7]”

Şüphesiz insanlar, atalarıyla, atalarının kemikleriyle uğraşmaya harcadıkları ümit ve enerjileri, kendilerini tanımaya ve oluşun çileli yolunda yürümeye harcadıklarında talih ufku aydınlanacak, vahyin hayat düzeni yeniden kurulacak; saâdet, asra taşınacaktır.[8]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Enbiyâ: 21/52-56.

[2] Beşir İslâmoğlu, İslâmî Hareketin Tarihî Seyri: 42-44.

[3] Şuarâ: 26/70-74.

[4] Şuarâ: 26/75-77.

[5] Ankebût: 29/16-17.

[6] Bakara: 2/170.

[7] Lokman: 31/21.

[8] Necmettin Şahinler, Tek Başına Bir Ümmet: 93-95; Ahmet Kalkan, Kur’ani Kavramlar‎: 2447-2448.

dildade 05-23-2008 01:15

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İbrâhim as.’ın Tapınaktaki Putları Kırması ve Tariz[1] Üslubu :
“Andolsun ki biz, bundan evvel İbrahim’e rüşdünü verdik. Ve biz O’nu bilicileriz. O zaman babasına ve kavmine: Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor? demişti. Dediler ki: Biz, babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk. Doğrusu, siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz, dedi. Dediler ki: Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen oyunbazlardan biri misin? Hayır, dedi, sizin Rabbiniz, yarattığı göklerin ve yerin de Rabbidir ve ben buna şahitlik edenlerdenim. Allah'a yemin ederim ki, siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım!”[2]

“Gizlice sağ eliyle bir vurup onları kırdı.”[3]

“Sonunda İbrâhim onları paramparça etti. Yalnız onların büyüğünü bıraktı; belki ona müracaat ederler diye. Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o, zalimlerden biridir, dediler. (Bir kısmı:) Bunları diline dolayan bir genç duyduk; kendisine İbrâhim denilirmiş, dediler. O halde, dediler, onu hemen insanların gözü önüne getirin. Belki şahitlik ederler.”[4]

İbrâhim as'ın, putlara karşı tutum ve davranışı, kavmi arasında yayılmış, Nemrud' a kadar ulaşmıştı. Âzer oğlunun bu tutumuna üzülüyor ve O'nu dinine yaklaştırmak için yollar arıyordu. Allah inancını kabule yanaşmayan halk, bir bayram günü adetleri üzere[5] puthaneye yemek getirmiş, putlarının önüne koymuş, daha sonra eğlenme yerlerine gitmişlerdi. İbrâhim as.'ı da götürmek istemişler, ancak o, rahatsız olduğu gerekçesiyle gitmemişti.[6]

“Derken yıldızlara bir bakış baktı. Ve “ben hastayım” dedi.[7]

İbrahim as. onların putlarını rezil etme maksadına ulaşmak ve Cenab-ı Allah’ın hak olan dininin zafere ulaşması için konuşmada onlara karşı tariz üslûbu kullandı. Derken İbrahim as.’ı kendi haline bıraktılar. Eğer İbrahim’in onların putlarını kıracağını bilselerdi, elbette ki O’nu orada bırakmazlardı.

Ama Cenab-ı Hakk’ın “Allah’a yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra putlanızı parçalayacağım” deniliyor ki İbrahim as. bunu gizlice kendi içinden söyledi. İbn-i Mesud da diyor ki, bazıları onu duymuştu. [8]

“Nihayet onlar eğlence yerlerine gidince, puthaneye girip putların hepsini paramparça etmiş, içlerinden sadece en büyüğünü, ona baş vursunlar diye sağlam bırakmıştı.”: Ortalık İbrahim as. için boşalınca hemen putların yanına gitti. Putların yanında çok büyük bir putla karşılaştı. Kendisine kurban olarak önüne çeşitli yiyecekler koymuşlardı. İbrahim as. alaycı bir üslûpla ve aşağılayıcı tavırla ona dedi ki:[9]

“Yemiyor musunuz? Neden konuşmuyorsunuz, size ne oldu?” dedi ve sağ eliyle onlara vurmaya başladı.”[10]

Yani elindeki keserle putları kırmaya başladı. Cenab-ı Hakk’ın buyurduğu gibi: “Ve İbrahim putları paramparça etti” Kendisine gelirle diye yalnız büyüklerini bıraktı.”[11] Yani tamamen parçaladı, kırdı. Deniliyor ki, İbrahim as. keseri büyük putun eline koydu. Sebebi ise; kendisiyle birlikte küçük putlara tapılmasını kıskandığını işaret içindir![12]

“Onlar: Bunu ilahlarımıza kim yaptı? Muhakkak o zalimlerden biridir, dediler. Bazıları: İbrahim denilen biir gencin bunları kötülediğini işittik, dediler.”[13] Kavim bayramlarından döndü ve putlarını param parça dağılmış taş parçaları olarak gödüklerinde dehşete kapıldılar. Taklitçilik ve bön kafalılık, daha, şu putların kendi nefislerinden herhangi bir zararı gideremeyeceğini düşünmekten onları kör etmişti. Her dilin tekrarladığı şey; “ilahlarımıza bunu kim yaptı?” sorusuydu. Muhakkak ki bu iş yeni (onlara göre) bir olay ve büyük bir musibetti!...

Yeni bir olay... Onların tarihlerinde ona benzer bir olay olmadı. Büyük bir musibet. İnançlarının temeline isabet etti. Ve Nemrud’un emniyet kuvvetleri suçu işleyeni tahkikata başladı.

Şahitlerin sözleri bir araya geldi ve gözler İbrahim as.’a çevrildi. Çünkü O, ilahlarını noksanlıkla, ayıpla ve horlamakla anıyordu.

“Öyleyse O’nu herkesin önüne getirin ki, belki (yaptığı işe) şahitlik eder, dediler.” İşte Halilü’r Rahman’ın istediği de buydu. İnsanlar geldi. Her ovadan ve dağdan insanlar gelmiş mahkemeyi seyrediyorlardı. İlahlarını paramparça edenin sözlerini dinliyorlar... Ve İbrahim as. bu büyük topluluğun ortasında ilerledi. Hatasında sabit, mutmain bir halde ve onların tehdit ve korkutmalarına aldırmaksızın ilerledi. [14] Ve İbrahim as. sorguya çekilecekti.

“Ey İbrahim! İlahlarımıza bu işi sen mi yaptın?” dediler. İbrahim: Belki bunu büyükleri yapmıştır. Eğer konuşurlarsa onlara sorun, dedi.”

İbrahim as. neden “Belki bunu büyükleri yapmıştır” dedi? Ve neden “sizin putlarınızı paramparça eden benim” demedi?

Ve acaba İbrahim as.’ın, “Belki bunu büyükleri yapmıştır”, sözü “Ben hastayım” ve Sare için kendisinin kardeşi olduğunu söylediği sözü gibi,, tevbe icabettiren ve Peygamberlerin masumiyetine muhalif olan yalandan mıdır? Kur’ân dışındaki İslâmi eserlerde daha da zenginleştirilen bu bilgiler,[15] yahudi kaynaklarında da vardır.[16]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] TA'RÎZ: Üstü kapalı kinaye yollu söyleme, söz dokundurma, üstü kapalı şekilde tenkid ve iğneleme anlamındadır.; Bkz. D.Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, Bahar yayınları.

Üstü kapalı ve dokunaklı söz; kapalı îtirâz etmek; bir tarafı gösterip diğer tarafı kasd etmek. Gıybet, açıkça söylemek sûretiyle olduğu gibi fiille, ta'rîzle, yazıyla, hareketle ve işâretle de olur. Göz kırpmakla, elle işâret etmekle de olur.

Hazret-i Âişe buyurdu ki: "Bizim yanımıza bir kadın geldi. Kadın çıkıp giderken ona elimle kısa boyludur diye işâret ettim. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem: "Sen onun gıybetini yaptın" buyurdu. (Ebü'l-Leys Semerkandî).
Bir kimse, diğer bir şahsın sözü geçince, onu kastederek; "Bizi şu şu ayıplardan kurtaran Allahü teâlâya hamdolsun" derse, ta'rîz yoluyla onu gıybet etmiş olur.” (İbn-i Âbidîn).
İhtiyaç ve zarûret yokken ta'rîz câiz olmaz. Çünkü ifâdede yalan bulunmasa da yalanı akla getirebilir. Böyle olunca da mekruh olur. (Seyyid Alizâde).

[2] Kur’an-ı Kerim: En’biya: 21/51,57.

[3] Kur’an-ı Kerim: Saffat, 37/93.

[4] Kur’an-ı Kerim: En’biya, 21/58-61.

[5] “Öyle anlaşılıyor ki, İbrahim’in kavminin bayramı da tıpkı İstiklal bayramı, ağaç bayramı ve tağutun doğum bayramı v.s gibi asrımızın bayramlarının benzeridir.” M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 191.

[6] Taberi-Tarih c.1, s.122; İbn.Esir- Kâmil c.1/89; Diyanet Vakfı İslâm Ans. c.21/270; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.152.

[7] Kur’an-ı Kerim: Saffat, 88, 89.

[8] M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 191.

[9] İbn Kesir, Kıssasu’l Enbiya; M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 192.

[10] Kur’an-ı Kerim; Saffat; 37/91,93.

[11] İbn Kesir, Kısasu’l Enbiya; M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s.192.

[12] M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 192.

[13] Kur’an-ı Kerim: Enbiya,

[14] M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s.192,193.

[15] Taberi-Tarih c.1, s.122; İbn.Esir- Kâmil c.1/89; Diyanet Vakfı İslâm Ans. c.21/270; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.152.

[16] Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi: c.21/270.

dildade 05-23-2008 01:16

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İbrâhim as.’ın Nemrud ile Münazarası ve Zindana Atılması :
Nemrud İbrâhim as.’ı huzuruna çağırıp “senin, şu ibadet etmekte oluduğun ve halkı da, ona, ibadete davet ettiğin, başkalarına karşı, kudretinin ululuğundan ve üstünlüğünden söz ettiğin ilahını gördün mü? Nasıldır o?” diye sordu.

İbrâhim: “Benim Rabb’ım, hem diriltir, hem öldürür!” deyince

Nemrud: “Ben de diriltirim, öldürürüm!” dedi.

İbrâhim: “Sen, nasıl diriltir ve öldürürsün?” diye sordu.

Nemrud "ölümüne hükmettiğim iki adamdan birini, öldürürüm, onu, öldürmüş olurum. Diğerini ise, affedip sağ bırakırsam. Onu da, diriltmiş olurum!" dedi. [1]

İbrâhim: “Allah, güneşi, doğudan getiriyor. Haydi, sen, onu, batıdan getir bakayım?” deyince, kafir (Nemrud), şaşırıp, tutulup kaldı.

“Allah kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrâhim ile tartışmaya gireni (Nemrut'u) görmedin mi! “ “ İşte o zaman İbrâhim: Rabbim hayat veren ve öldürendir, demişti. O da: Hayat veren ve öldüren benim, demişti. " “ İbrâhim: Allah güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir, dedi. Bunun üzerine kâfir apışıp kaldı. “ “Allah zalim kimseleri hidayete erdirmez.”[2]

Meal/Tefsir’i Şöyledir:

Ey Muhammed! Allah’ın imtihan amacıyla kendisine mülk, hükümdarlık, hakimiyet, zenginlik ve saltanat vermesi ile şımarıp Allah’ın varlığı, rububiyyeti ve uluhiyyeti hakkında dostumuz İbrahim’le tartışan, iyilik ve ihsana nankörlük ve taşkınlıkla karşılık veren azgın tağut Nemrud’un haberini gözle görür gibi duymadınız mı, bilmediniz mi?! Elbette ki Kur’an’ın bildirmesiyle sen bilirsin. Bu tağut nereden ve nasıl geldiğini unutarak kendisini rab ve ilah olarak görmeye başladı. Bu sebeple kendisini tekfir eden, sapıklığını yüzüne haykıran ve şirksiz olarak yalnız Allah’a iman eden İbrahim ile Allah hakkında tartışmaya girişti. Nemrud: “Bizi çağırdığın Rabbin kimdir?” deyince İbrahim: “Yaratan, yaşama kabiliyeti, gücü ve varlıklara işleyiş düzeni veren, koruyan, kontrol eden Rabbim mahlukatı dirilten ve öldürendir." dediği zaman o azılı kafir ya kibir ve inadından dolayı kelimelerin manasını kavrayamaz duruma geldiği, ya da çevresinde bulunan insanları aldatmak istediği için Allah’a ait olan bu iki sıfatı basite aldı ve: “Ben de diriltir ve öldürürüm!?” dedi. Fakat o, Allah gibi cansız varlıklara can vererek yaşatmayı değil; açlıktan ölmek üzere olan bir kişiye yemek vererek veya ölüm cezasına çarptırılmış bir kişiyi affederek hayat vermeyi kastediyordu. Öldürme fiilini ise; canlı olan bir kişiyi herhangi bir sebeple öldürmek olarak algılıyordu. İbrahim, adamın anlayışının kıt olduğunu veya bilerek sözleri saptırdığını hissedince, daha açık bir delile geçerek ona: “Hayat veren ve öldüren zat, varlıkları istediği gibi düzenleyen zattır. Eğer bu zat sen isen işte güneş! Muhakkak Allah güneşi doğudan getiriyor batıdan kaybettiriyor ve bu düzenli olarak devam ediyor. Haydi sen de onu batıdan getir, doğudan kaybetsene!" dedi. O azılı kafir bu açık söz karşısında şaşırıp kaldı, dili tutuldu, apışıp kaldı, gözleri beleriverdi. Daha fazla inat edemeyeceğini anlayınca sesini kesti. Böylece tartışmada İbrahim’e yenildi. Doğrusu Allah küfür karanlığında yüzen, haktan yüzçevirip iman etmek istemeyen, hem nefsine hem insanlara hem de bütün varlıklara zulmeden zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. Mücadele ve delil getirme makamında hüccet ve delil getirmeleri için zalimlere ilham vermez. Muttaki dostlarına ise ilham eder.[3]

Rivayete göre Nemrud, bu olayın üzerine İbrâhim as.'ı, zindanda 7 yıl hapsetti.[4] Talmûd'daki kayıtlara göre bu süre 10 gündür. Bundan sonra, Nemrud ile kavmi, İbrâhim as.’ın öldürülmesi üzerinde söz birliği ettiler. [5]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Taberi-Tarih c.1,s.123; Sâlebi-Arais s.75; İbn.Esir-Kâmil c.1, s.98; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.155.

[2] Kur’an-ı Kerim: Bakara 2/258.

[3] Abdulvahid Metin, Meal/Tefsir Aynı Ayet.

[4] İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.46; Taberi-Tarih c.1, s.159; Nevevi-Tehzibülesmâ c.1, s.101; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.155.

[5]Mevdudi Tarih boyunca tevhid mücadelesi ve Hz. Peygamberin hayatı c.1/451.

dildade 05-23-2008 01:16

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İbrâhim as.’ın Sorguya Çekilmesi ve Kavminin tutumu :
İbrâhim as'ın kavme yaptığı oyunun sonucundaki seslenişi halkın geri kalanlarından bir kısmı duymuştu. Bu olayın ardından bu Nemrud'a kadar gitmiş ve bunu İbrâhim as'ın yaptığı anlatılmıştı. Nemrud ile kavmin Eşrafı, yapılanlara karşılık bir ceza vermek istiyorlar fakat bunu delilsiz olarak yapmak istemiyorlardı. Bunun üzerine İbrâhim as'ın suçunu, kendisine itiraf ettirmek için onu halkın önünde sorguya çekmeye karar verdiler.[1]

“Kavmi de kendisine karşı mücadele ve hafif görmek suretiyle delil yarışına kalkıştılar, üstün gelme fikrine düştüler. Cevap olarak İbrahim onların sözlü ve fiilî mücadele ve tehditlerini de hafife alarak ve sevgi açısından ve sonra korku açısından ilâh ve kul olmanın hükümlerini anlatarak tam üstünlüğünü temin eden şu delil ile dedi ki: "Allah beni doğru yola çıkarmışken, siz hâlâ benimle O'nun hakkında mı tartışıyorsunuz? Ben O'na ortak tanıdığınız şeylerden korkmam, Rabbim dilemedikçe onlar bana birşey yapamaz, Rabb'imin ilmi herşeyi kuşatmıştır, iyice bir düşünmez misiniz? Hem Allah'a eş koştuklarınızdan nasıl korkarım ben? Siz, hakkında Allah'ın bir delil indirmediği şeyi O'na ortak yapmaktan korkmazken! Şu halde iki taraftan hangisi güvenilmeye daha layık? Eğer biliyorsanız söyleyin. İman edip, inançlarına hiçbir haksızlık karıştırmamış olanlar, işte onlar güvenlik içindedirler, doğru yolda olanlar da onlardır. [2]"[3]

Fıtrat bozulmaya başladı mı sapıtır. Ardından bu sapıklığını giderek derinleştirir. Artık açı genişlemeye, başlangıç çizgisinden gittikçe uzaklaşmaya başlamıştır. Öyle ki, fıtratın bundan sonra doğru yola dönmesi son derece güçleşir. İbrahim'in (selâm üzerine olsun) kavmi putlara, gezegenlere ve yıldızlara kullukta bulunuyor. İbrahim'in gönlünde gerçekleşen bu dehşet verici yolculuğu düşünüp değerlendirmiyorlardı. Bu olay onları sırf düşünüp incelemeye bile yöneltememiştir. Üstelik düşünce ve sapıklıklarındaki gözle görülür çaresizliklerine rağmen, gelip onunla tartışmaya ve inkâra kalkışıyorlar.

Ancak, Allah'ı gönlünde, aklında ve çevresindeki varlık aleminde bulan mümin İbrahim (selâm üzerine olsun) onları, büyük bir güven ve kararlılıkla tiksinerek karşılıyor. [4]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Taberi-Tarih c.1, s.122; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.154.

[2] Kur’an-ı Kerim: En’am, 6/ 80-81.

[3] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Yayınları: 3/454.

[4] Seyyid Kutub, Fîzilâli’l-Kur’an, Dünya Yayınları: 4/88-89.

dildade 05-23-2008 01:16

Hazreti İbrahim (a.s)
 
Kur’ân-ı Kerim bize konuyu şöyle anlatıyor :
“(Bir kısmı:) Bunları diline dolayan bir genç duyduk; kendisine İbrâhim denilirmiş, dediler. O halde, dediler, onu hemen insanların gözü önüne getirin. Belki şahitlik ederler.Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın ey İbrâhim? dediler. Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Hadi onlara sorun; eğer konuşuyorlarsa! dedi. Bunun üzerine, kendi vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine) "Zalimler sizlersiniz, sizler!" dediler. Sonra tekrar eski inanç ve tartışmalarına döndüler: Sen bunların konuşmadığını pek âlâ biliyorsun, dediler. İbrâhim: Öyleyse, dedi, Allah'ı bırakıp da, size hiçbir fayda ve zarar vermeyen bir şeye hâla tapacak mısınız? Size de, Allah'ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yuh olsun! Siz akıllanmaz mısınız?[1]

“(Resûlüm!) Onlara İbrâhim'in haberini de naklet. Hani o, babasına ve kavmine: Neye tapıyorsunuz? demişti. "Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz" diye cevap verdiler. İbrâhim: Peki, dedi, yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı? Yahut size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı? Şöyle cevap verdiler: Hayır, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk. İbrâhim dedi ki: İyi ama, neye taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü? ''İster siz , ister eski atalarınız'' İyi bilin ki onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi (benim dostumdur); Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O'dur. Beni yediren, içiren O'dur. Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur. Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O'dur. Ve hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum O'dur.”[2]

“İbrâhim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: "Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir." Şu kadar var ki, İbrâhim babasına: "Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez" demişti. (O müminler şöyle dediler:) Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.”[3]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: Enbiya, 60, 67.

[2] Kur’an-ı Kerim: Şuara, 26/69-82.

[3] Kur’an-ı Kerim: Mümtehine, 60/4.

dildade 05-23-2008 01:17

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Nemrud ile Tartışmanın Asıl Tebaası Neydi ?
Tartışmanın asıl konusu şuydu: Hz. İbrahim (a.s) Rab olarak kimi kabul ediyordu: Allah'ı mı, Nemrud'u mu? Bu tartışma, tebaasını Rab olarak Allah'ı değil de, kendisini kabul etmeye zorlayan Nemrud'un zorbalığından kaynaklanıyordu. Tabiî onun bu iddiası yanlıştı. Kendisine bu mülkü veren Allah'a şükreden bir kul olarak, Rab diye Allah'ı kabul etmeliydi. Şükreden bir kul olmak yerine o, öyle nankör oldu ki, tebaasının Rabbi olduğunu iddia etmeye başladı. Hz. İbrahim (a.s) bu durumu kabul edemeyeceği için aralarında bir tartışma meydana geldi.

Bu tartışmanın asıl mahiyetini anlayabilmek için aşağıdaki noktaları gözönünde bulundurmalıyız.

1) Allah'ı ilâhlar ilahı ve rabler rabbi olarak kabul edip, bununla birlikte O'nu tek Rab ve Mâbud olarak kabul etmediklerini gösterir bir şekilde O'na başka ilâhlar ve rableri ortak koşmak, hemen hemen tüm müşrik toplumların özelliğidir.

2) Onlar her zaman ilâhlığı ikiye ayırmışlardır: Tabiatüstü ilâhlık ve hükümde ilâhlık. Bir sonuç doğuran her tür sebebi kontrol eden tabiatüstü ilâhlığı, Allah'a atfetmişlerdir. Bu nedenle ihtiyaç duyduklarında veya zorluk anlarında O'ndan yardım dilerler; fakat cahillikleri nedeniyle ruhları, melekleri, cinleri, yıldızları ve daha bir çok şeyi Yüce Allah'a eş koşarlar ve onlara dua ederler, onlara ibadet ederler ve onlar için yapılmış tapınaklara adaklar sunarlar. Sadece Allah'a ait olan ve hayat tarzını belirleme emirlerine uyulmasını isteme ve dünyadaki bütün işler üzerinde mutlak otorite sahibi olma hakkını sadece O'na veren hakimiyette ilâhlığa gelince, her çağdaki müşrikler bu hakkı Allah'tan alıp, kral soyundan gelenlere veya gruplara vermişler veya Allah'la diğer putlar arasında paylaştırmışlardır. Kral soyundan gelenlerin ikinci kategorideki anlamıyla ilâhlık iddia etmelerin nedeni budur. Bu soylular grubu, iddialarına destek bulabilmek için birinci anlamda ilâhların soyundan geldiklerini iddia etmişlerdir. Rahipleri ve din adamları ise onları bu konuda destekleyip savunmuşlardır.

3) Nemrud, hakimiyete sahip olduğu anlamında ilâhlık iddiasında bulunmuştur. O ne Allah'ın varlığını reddetmiş ne göklerin ve yerin yaratıcısı ne de evrenin yöneticisi olduğunu iddia etmiştir. O sadece Irak'ın ve Irak'ta yaşayanların mutlak efendisi ve hâkimi olduğunu iddia ediyordu. O'nun iddiası şuydu: Ben ne dersem kanundur ve ben, söylediklerim nedeniyle benden başka hiç kimseye karşı sorumlu değilim. Bu nedenle beni efendi (rab) olarak kabul etmeyen her Irak'lı asîdir.

4) Burada değinilen tartışma, Hz. İbrahim (a.s): "Ben Alemlerin Rabbini Rab olarak ve ibadet edilecek ilâh olarak kabul ediyorum. O'ndan başka her şeyin rabliğini ve ilâhlığını reddediyorum." deyince ortaya çıkmıştır. Bu açıklama sadece kutsal din ve ulusal ilâhları kökünden reddetmekle kalmıyor, aynı zamanda ulusal devletin ve onun merkezî gücü olup, Irak'ın tek efendisi olduğunu iddia eden Nemrud'un varlığını tehdit ediyordu. Buna müsamaha gösterilmemesinin ve Hz. İbrahim'in (a.s) sorguya çekilmek üzere Nemrud'un önüne getirilmesinin nedeni işte bu tehdittir.

Hz. İbrahim (a.s) ilk cümlesinden itibaren Allah'tan başka Rab olamayacağını apaçık ortaya koyduysa da, Nemrud yine de O'nun iddiasını çürütmeye çalıştı. Fakat ikinci delilden sonra Nemrud o denli köşeye sıkıştırılmıştı ki, başka bir sebep öne sürecek gücü kalmamıştı. Çünkü kendisi de, güneşin Hz. İbrahim'in (a.s) Rab olarak kabul ettiği Allah'ın emrinde olduğunu biliyordu. Fakat buna rağmen O, bu apaçık gerçeği kabul edemezdi; çünkü bunu kabul etmesi, despotluk yönetiminden vazgeçmesi demek olurdu. İçindeki isyan buna hazır olmadığı için, apaçık farkına vardığı halde Nemrud, nefse tapınmanın karanlığından Hakk'ın aydınlığına çıkmadı. Eğer nefsi yerine, Allah'ı ilâh olarak kabul etseydi, Hz. İbrahim'in (a.s) davetiyle doğru yolu bulurdu.

Talmud'da bu tartışmadan sonra Nemrud'un Hz. İbrahim'i (a.s) hapse gönderdiği ve Hz. İbrahim'in (a.s) orada on gün kaldığı yazılıdır. Daha sonra kral ve adamları O'na canlı canlı yanma cezası verdiler. Bu olaya Kur'an'da da değinilmektedir[1].[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bkz. Kur’an-ı Kerim; Enbiya: 21/51-74, Ankebut: 29/16-24, Saffat: 37/85-98.

[2] Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 1/176-177.

dildade 05-23-2008 01:17

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Nemrut Allah’ın Varlığını Kabul Ediyordu :
Öyle anlaşılıyor ki, Hz. İbrahim ile Allah üzerine tartışmaya girişen bu hükümdar Allah'ın varlığını kökünden inkâr eden biri değildi; O sadece Allah'ın birliğine, ortaksızlığına, evreni ve bütün evrensel olayları tek başına tasarlayıp yönlendirdiğine inanmıyordu. Tıpkı cahiliye zihniyetli bazı sapıklar gibi. Onlar da Allah'ın varlığını kabul ediyorlar, fakat Allah'a hayatları üzerinde etkili ve aracı olduklarını düşündükleri bir takım ortaklar koşuyorlar. Ayrıca bu hükümdar, egemenliğin sadece Allah'a ait olduğunu, dünyevi gelişmeler ve toplumun yasal düzenlemeleri konusunda Allah'ın hükmü dışında hiçbir hükmün geçerli olmayacağı ilkesini de benimsemiyordu.

Öteyandan bu inkârcı ve haddini bilmez hükümdar, aslında iman etmesini ve Allah'a şükretmesini gerektiren bir sebep yüzünden inkârcılığa ve haddini bilmezliğe sapıyor. Bu sebep "Allah'ın kendisine iktidar vermesi", ona yönetim yetkisi bağışlamış olması idi. Aslında eğer iktidar, Allah'ın nimetini takdir edemeyenlerin,ellerine geçen nimetin kaynağını idrak edemeyenlerin bayı döndürmese, onları azgınlığa sürüklemeseydi, sözkonusu hükümdarın bu nimeti bilmesi ve karşılığında Allah'a şükretmesi gerekirdi. Fakat iktidar sahipleri bu azgınlıkları ve şımarıklıkları yüzünden nankörlüğü ve kâfirliği, şükrediciliğin yerine geçiriyorlar ve doğru yola koyulmalarına gerekçe olması beklenen sebep yüzünden sapıtıyorlar! Çünkü onlar, Allah kendilerine iktidar verdiği için iktidardadırlar. Allah onlara halka köle işlemi yapmak, yönetimleri altındakileri yanlarından koydukları keyfi kanunlara uymaya zorlamak yetkisi vermiş değildir. Onlar da diğer insanlar gibi Allah'ın birer kuludurlar. Yasal normları, halk gibi, Allah'tan almalı, Allah'ı bir yana bırakarak keyiflerine göre hüküm ve yasak koymaya kalkışmamalıdırlar. Çünkü onlar birer vekildirler, asil değildirler! [1]

İbrâhim (a.s.), kral Nemrut ile mücâdele ederken onu hiçbir zaman Allah’ın varlığını kabule dâvet etmemiştir. Çünkü Nemrut da diğer benzerleri gibi Allah’ın varlığına inanıyordu. Ancak, bu inançla birlikte Allah’a şirk koşuyor, kendini Allah’a denk görüyordu. Nemrud’un ilâhlık dâvâsı, kendisinin göklerin ve yeryüzünün ilâhı olduğu değildi. İbrâhim kavmininin üzerinde yaşadığı sosyal ve siyasal hayatın rabbi olmak, bütün toplumsal hayatı, merkezî bir otorite ve kendi diktatörlüğü ile yönetmek; helâl ve haramı tâyin etmek, emir ve yasaklar koymak sûretiyle onların hürriyetini elinde bulundurmak istiyordu. İbrâhim (a.s.) de, devrinin tâğûtuyla mücâdelesinde, hükmün/egemenliğin ancak Allah’a ait olacağını, bu yetki ve selâhiyetin kimseye verilemeyeceğini, rabbın; yani yaratan, yöneten, sevk ve idare edenin sadece Allah olduğunu anlatıyordu. İbrâhim (a.s.); “haydi sen de güneşi batıdan getir!” demekle o azgın herifi susturmuştu.

Bu suskunlukla onun aczi ortaya açık bir şekilde konulduğu halde, yine de Allah’a iman edip İbrâhim (a.s.)’e tâbi olmamıştır. İstiğnâ ve istikbâr, kendini beğenmişlik, nefsinin arzu ve isteklerine sıkı sıkıya bağlılık, onu öyle bir aşağılığa düşürmüştür ki, hak ve hakikati, kendi acziyetini anladığı halde despot diktatörlüğünden bir türlü vazgeçip Allah’a ve elçisine itaat etmeyi nefsine yediremiyordu. Hatta bu gurur ve böbürlenme ile, dünyevî çıkarlarını altüst eden elçiyi yakalayıp öldürmek istiyordu. “(Nemrut ve kavminden bazıları:) ‘Eğer bir iş yapacaksanız yakın onu da tanrılarınıza yardım edin!’ dediler. Biz de dedik ki:‘Ey ateş! İbrâhim için serin ve selâmet ol!’ Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat Biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk.[2]”[3]

Yüce Allah, elçisine ve dolayısıyla dinine karşı çıkan herkesi mutlak sûrette cezâlandırmıştır, cezâlandıracaktır. Bu cezâ, bazen bir tûfan[4], bazen bir kasırga olur[5], bazen de bir deprem olur.[6] Allah, bazen melekleriyle[7] ve bazen görünmeyen askerleriyle[8] hak edenleri cezâlandırır. Dilerse, bir sivrisinekle. Her şey, O’nun emrinde askerdir. “Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır.[9]” İbrâhim kavmi, başta Nemrut olmak üzere, İbrâhim (a.s.)’i ateşe atacak kadar açıkça hakka cephe aldıktan sonra, Allah onları helâk etmiştir.[10]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Seyyid Kutub, Fîzilâli’l-Kur’an, Dünya Yayınları: 1/473-476.

[2] Enbiyâ: 21/68-70.

[3] Beşir İslâmoğlu, İslâmî Hareketin Tarihî Seyri: 44-45.

[4] Kamer: 54/11-12.

[5] İsrâ: 17/69; Zâriyât: 51/41.

[6] Hacc: 22/1; Zilzâl: 99/1.

[7] Âl-i İmrân: 3/124.

[8] Tevbe: 9/40.

[9] Fetih: 48/4, 7.

[10] Enbiyâ: 21/70.

dildade 05-23-2008 01:17

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Şirkten Kurtulup Putları Kırmak :
Şeytan insana, şirkten kurtulmayı çok zor ve karmaşık, tevhidi, ihlâsı ve imanı ise yaşanması imkânsız gibi olağanüstü zor gösterebilir. Oysa bu, yalnızca şeytanın verdiği bir vesveseden ibarettir (İbrâhim: 14/22). Bilinmelidir ki, şirkten kurtulmak için samimi bir niyet ve tavır değişikliği yeterlidir. Bu niyet tashihi kişinin her şeye, herkese ve tüm olaylara karşı olan bakış açısını şirkten tevhide çevirecektir. Yani siyah gözlük takan birisinin etrafını görebilmek için her yeri tek tek aydınlatmasına gerek yoktur. Gözlüğünü çıkarması yeterlidir.

Şirk de her yeri karartan bu gözlük gibidir. Gözlüğü çıkarmadan zorlama yöntemlerle şirkten arınmaya çalışmak hem zor, hem de ümit kırıcıdır. Bir hamlede gözlüğü çıkarmak ise hem kolay, hem de tek etkili çözümdür. İnsanın şirk boyutundan Allah’ın râzı olduğu iman ve ihlâs boyutuna geçmesi de tek bir kararlılık hamlesi gerektirir. Bu da her ne durumda olursa olsun Allah'a güvenmek ve Kur’an’a bütünüyle ve samimi olarak uymaya karar vermektir. Bu samimiyet ve kararlılık, muhakkak beraberinde Allah’ın yardımını, hidâyetini ve büyük bir nimetle rahmetini getirecektir.

Şeytan tabii ki, tevhidi ve ihlâsı çirkin, sıkıntılı ve ıstırap verici olarak göstermeye çalışacaktır. Halbuki gerçek eziyet, sıkıntı ve ıstırap şirktedir. Bu, dünyada da âhirette de böyledir. Taptığı sahte ilâhları bırakarak sadece Allah'a yönelen bir insan boşlukta ve sahipsiz kalmaz; aksine tek gerçek ilâh olan Allah'a sığınarak olabilecek en büyük huzur, güven ve rahatlığı kazanır. “Kim Allah’tan ittika ederse (korkup sakınırsa), (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim Allah'a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah, kendi emrini yerine getirip gerçekleştirendir.[1]”

Şirkle tevhid arasındaki fark, çoğu zaman niyet ve bakış açısı farkıdır. Peygamberimiz (s.a.s.) Kâbe’deki putları fiilî olarak kırmış, Hz. Mûsâ yahûdilerin edindiği altın buzağı heykelini yakıp küllerini denize savurmuştur. Hz. İbrâhim de ateşe atılma pahasına puthanedeki putları elindeki baltayla yerle bir etmiştir. Bunlar, sembolleştirilen şirklere karşı vurulan darbelerdir. Bugün de sembolleştirilen şirklere karşı aynı fiilî müdâhaleler yapılabilir; ama önemli olan öncelikle şirkin mantığını yıkmaktır. Gönül ve kafalardaki putlar yıkılmadan diğer putların yıkılması çok önemli olmayacaktır. Şirki gönül ve kafalardan yıkmak için, niyet ve bakış açısının değiştirilmesi gerekmektedir.

Bu nedenle, şirkten vazgeçip tevhide yönelen insanın yaşadığı büyük değişim, öncelikle kalpte ve zihinde meydana gelir. Dış görünüm olarak belki eski yaşamının bazı ögelerini devam ettirse bile, tamamen farklı bir bakış açısına ve kavrayışa sahip olur muvahhid insan. Eskiden atalarından gördüklerine, kendi tutkularına, birtakım insanların fikirlerine göre düzenlediği hayatını, şimdi sadece Allah’ın kitabına göre ve sadece O’nun rızâsı için düzenler. Böylece binlerce küçük ve sahte ilâha kulluk etmeyi, onları memnun etmek için uğraşmayı bırakarak, “birbirinden ayrı rabler mi daha hayırlıdır, yoksa Kahhar olan bir tek Allah mı?[2]” diyen Hz. Yûsuf gibi, sadece kendisini Yaratan’a teslim olur.[3]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Talak: 65/2-3.

[2] Yûsuf: 12/39.

[3] Harun Yahya, Şirk, Vural Yayınları: 90, 92; Ahmet Kalkan, Kur’an Kavramları 2450.

dildade 05-23-2008 01:18

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İnsanları Allah’tan Başka İlahlar Edinmeye Sevkeden Sebep ?
Hz. İbrahim insanları önce sözle uyardı. Sonra sözün uygulaması olan fiiliyatı gerçekleştirdi, putları kırdı. Bu kırılma gerekçesini ve o insanların bunlara ibadet etmenin yanlışlığını mantıki bir yolla izah ediyor.

Başka bir ayette de niçin ibadet ettiklerinin gerekçesi açıklanmaktadır. Siz onları kendi aranızda bir muhabbete ve sevgiye vesile olun diye putlar edindiniz. Allah’tan başka ilah edinmeniz, kendi aranızda sevgi birliği, dostluk birliği olsun diye ediniyorsunuz. Yani siz de biliyorsunuz ki bu bir taşdır, ağaçtır, tunçtur, çamurdan yapılmıştır. Bunların fayda ve zarar vermeyeceğini biliyorsunuz diyor.

Peki bütün bunları bilirler de, niçin bu yola başvururlar? Çünkü böyle toplumlarda bir grup insan bir araya gelip “devlet” adı altında bir çete kurarlar. İşte bu devletin yürüyebilmesi, bütün çıkarların kendilerinde toplanabilmesi ve de değiştirilmezliğine inandırldıkları belirli şeyler olmalıdır ki, toplumda birlik sağlansın ve devlet çetesinin emelleri gerçekleşsin. Onun için bütün bunlar bu çıkar çevreleri tarafından uydurulur. Ama İslam’ın öyle müesseseleri var ki gerçekten bizi yaratana yönelten ve birliğimizi sağlayan müesseselerdir. Mesela camiler, hac ibadeti ve bu ibadetin yapıldığı yerler müslümanları topladığı gibi insanlar arasındaki birlik ve beraberliği de sağlamakta.

Ramazan’ın bir sahurunda bütün insanlar gece kalkabilmekte, bir iftar vakti herkes sofrasının başına oturmuş akşam ezanını beklemekte. Devlet başka bir zaman bunu yapmayı denese yapamaz. Yani “Şu ayın şu gününde –tabii ki Ramazan dışında- akşam yemeğini saat 7’de yemeye başlayacaksınız. Buna uymayanın başını uçuracağız.” dese bunu sağlayamaz. Buna uyan % 10-15’dir. Ama din insanları birarada topluyor. Bu batıl da olsa, hak da olsa hele hele hak dinin tesiri daha çok oluyor.

İşte putlara tapan insanları, Allah’tan başka ilahlar edinmeye sevk eden sebeplerden biri de bu çıkar çevrelerinin ortaya birinin heykelini dikip, onun etrafında sıkı sıkı kenetlenmeleri ve hatta onun için koruma kanun ve prensipleri edinmeleri bundandır. İşte bu hususlar İbrahim’in kıssasında gayet güzel bir şekilde anlatılmaktadır. Tabii ki bu çıkar çevreleri de oyunlarını bozanlara karşı boş durmayacaklardır.[1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Mahmut Toptaş, Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/160-161.

dildade 05-23-2008 01:18

Hazreti İbrahim (a.s)
 
I. BÖLÜM: TEVHİD UĞRUNA ATEŞE ATILMASI
1. İbrâhim as.’ın Tevhid Uğruna Ateşe Atılması ve Ateşin Serin ve Selametli Oluşu :
“(Bir kısmı:) Eğer iş yapacaksanız, yakın onu da tanrılarınıza yardım edin! dediler. (İbrâhim as.'ın kavmi bu teklifi, kabul ederek onu yakmak için büyük bir ateş hazırladılar.) "Ey ateş! İbrâhim için serinlik ve esenlik ol!" dedik. Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk.”[1]

“Kavminin (İbrâhim'e) cevabı ise: "Onu öldürün yahut yakın!" demelerinden ibaret oldu. Ama Allah onu ateşten kurtardı. Doğrusu bunda, iman eden bir kavim için ibretler vardır.”[2]

“Onun için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın! dediler. Böylece ona bir tuzak kurmayı istediler. Fakat biz onları alçaklardan kıldık.”[3]

İbrahim’in kavmi bu şiddetli günde kendilerinin zalim oldukalarını itiraf ettiler. Çünkü konuşamayan ve işitemeyen ilahlara tapıyorlardı. Onlar, putları konusunda putlarının aczini ve zaafını ilk defa düşünüyorlar, fakat vicdanlarının uyanışı fazla devam etmiyor, ancak çok kısa bir an sürüyor. Daha sonra Şeytan’ın sesi onların nefislerine galip geldi. Bunun için başlarını eğdiler, küfürlerinde ısrar ettiler ve zalimane kararlarını çıkardılar. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

“Eğer bir iş yapacaksanız O’nu (İbrahim’i) yakın ve ilahlarınıza yardım edin, dediler.”[4]

İşte, bu her yerde ve her zaman, ehl-i batılın Allah Nebîleri’ne, Rasûllerine ve İslam davetçilerine karşı sığındıkları silahtır.

Sapıkların lideri Nemrud ile kavmi, ilahlarını galip yapmak için kendi Peygamberlerini öldürmekte söz birliği yaptılar. O’na dehşetli bir öldürme çeşidi seçtiler. Bu ise, ateşte yakmaktır. Herhangi bir ateş de değil. Bilakis büyük bir bina yaptılar[5] ve bol miktarda o binaya odun koydular. En sert ve dayanıklı cinslerinden odun toplandı. Odun toplama işine kavmin hepsi de iştirak etti. [6]

Hattâ, İbrahim as.’ın köyünden, bir kadın: “Tanrı, beni, hastalıktan kurtarırsa, İbrahim için, odun toplayayım!” diyerek adak adamıştı.[7]

Nemrud, İbrahim as. için, toplattığı çakıl taşlar ile de geniş bir ateş çukuru, tandır yaptırdı.[8] Ateş Ocağı, Guta kariyesinde idi ve ocağa, üç ay odun toplanıp yığılmıştı.[9]

İbn-i İshak’da “Bir ay odun topladılar” olarak geçmektedir.[10] Ateş, o kadar alevlenmişti ki, uçun kuşlar, oradan geçecek olsalar, hararetin şiddetinden, yanıp kavruluyorlardı![11] Ateşin sıcaklığı ve dumanı, Guta halkını, neredeyse, helâk edecekti! Hararetin şiddetinden, bazıları, yer altındaki bodrumlara sığınmak zorunda kalmışlardı.[12] İbrahim as.’ı, ateşe atmak için, yüksek bir binanın üzerine çıkardılar. Ellerini, ayaklarını, sımsıkı bağladılar.[13] Binanın üzerine de bir Mancınık kurdular.[14] İbrahim as.’ı, Mancınığın kefesine koydular.[15]

Abdullah b.Ömer r.a. Hz.İbrâhim’in ateşe atılarak yakılmasını ilk tavsiye eden kişinin Farslardan göçebe birisinin olduğunu söylüyor. Rivayet edildiğine göre bu kürdün adı Heyzen idi.[16] Mancınığı yapan ve kuran Kürd Heyzen olup, Mancınığı yapanların ilki idi.[17]

Ve bu anlarda İbrahim as.’ın Rabb’ine olan imanı yüce dağlardan daha sağlam ve köklü idi. Allah’ın yardımına ve desteğine olan güveni yeryüzenden ve O’nun üzerindekilerenden çok da kuvvetliydi. Bunun için onların mahşeri topluluğundan, tutuşturulmuş ateşlerinden ve öldürücü konuşmalarından dolayı hiç üzgün değildi.[18]

İbrahim as, bağlanırken, Yüce Allah’a: “Senden başka ilah yoktur! Sen, her noksandan münezzeh ve mukaddessin. Âlemlerin Rabb’isin! Hamd, Sana mahsustur. Mülk, Senindir. Senin şerîkin yoktur!” dedi.[19]

Mancınıkla havaya atıldığı sırada[20] Cebrail as: “Ey İbrahim Bir hâcetin var mı?” diye sordu.[21] İbrahim as; “Sana ise, hayır!” dedi.[22] Cebrail as.: “Öyle ise, hâcetini, Rabb’ine dile!” dedi. İbrahim as: “O’nun; hâlimi, dilediğimi, bilmesi, bana yeter!” dedi.[23] Ve başını, göğe kaldırıp: “Ey Allahım! Sen, göklerde Tek’sin!”[24] Yerde de, Tek’sin![25] Ben de, yerde bir tek’im![26] Yerde, benden başka, Sana ibâdet edecek kimse yoktur.[27] Allah, bana yeter![28] Ne güzel Vekildir O!” dedi.[29]

İbrâhim as. ateşe atıldığı zaman Yüce Allah'a tevekkülü, en yüksek derecede idi.[30] Tevhid'i, vesilesiz, aracısız, katkısız bir Tevhiddi. [31]

zaman, Yüce Allah tarafından: “Ey ateş! İbrahim’e karşı, serinlik ve selametlik ol” buyuruldu.[32] Ateş, yüce Allah’ın buyurduğu gibi, oldu.[33] Ateşten, sıcaklık ve yakıcı tabiatı giderilip ateş, bir ışık haline getirildi.[34] Hz.İbrâhim ateşe atıldı, ateş Hz.İbrâhim'e serin ve selametli olarak Allah'ın emriyle soğudu ve üzerinde çiçekler açtı. Hazırlanan ateş en şiddetli ve hararetli duruma geldiğinde[35] ateş yanlızca İbrâhim as'ın bağlandığı ipleri yaktı.[36] İbrahim as. ateşin içinde yedi gün kaldı.[37] Kendisinin, ateşte kırk veya elli gün kaldığı da, rivayet edilir.[38] İbrahim as.’ın babası Âzer, oğlunun, ateşe atılışından yedi gün sonra, Nemrud’a gidip: “İbrahim’in kemikleri hakkında bana izin ver de, onları, gömeyim!” demişti.[39]

Ahmet Baydar şöyle der; Hz. İbrâhim’in, putları parçalamasından sonra gelinen son nokta O’nu yakmak istemeleriydi. Ama onların ateşleri İbrâhim’e serin ve selam olmuştu.[40] Allah O’nu toplumun ateşinden kurtarmıştı. Sonunda kendi tuzaklarına düşmüşler, sefil ve reziller haline getirilmişlerdi.[41]

Kur’ân Hz. İbrâhim’in fiilen ateşe atılmış olduğundan sözetmez. Hiçbir yerinde de, Hz. İbrâhim’in maddi varlığıyla ateşe atıldığını ve mucizevi bir biçimde yanmadan o ateşin içinde tutulduğunu beyan eden bir ifadeye rastlanmaz. Dahası, müşriklerin İbrâhim’e tuzak kurmak istedikleri, ama bunda başarılı olamayıp hüsrana uğradıkları “Allah O’nu ateşten kurtardı” açıklamasından daha sonra beyan edilmektedir. Ayrıca, yine bu Sure’nin 71’inci ayetinde, Lut’un da İbrâhim’le birlikte kurtarılarak mübarek bir yere ulaştırıldıkları beyan edilmektedir. Bu ayette ikisinin de kurtarıldığını ifade eden “Necceynâ” fiili, sadece Hz.İbrâhim’in ateşten kurtarıldığını anlatan “Encâ” Fiili ile aynı köktendir. Oysa, Hz.Lût ateşe atılması söz konusu değildir. Bu iki Peygamberin aynı dönemde ve aynı çoğrafyada yaşamış olmaları her ikisinin de toplum karşısındaki durumunu anlatmak için ortak bir fiilin kullanılması, İbrâhim’in fiili bir ateşe atılmadığı, ama Lût ile birlikte toplumsal bir basıkı ateşine tabi tutuldukları görüşünü haklı göstermektedir. Yani;“Allah O’nu ateşten kurtardı”[42] ifadesinden, O’nun ateşe hiç atılmamış olduğunu anlamamız mümkündür.

Anlaşılan odur ki; Hz. İbrâhim toplumsal bir muhalefete ve şiddetli bir zulme maruz kalmıştı. Fakat İbrâhim, onların bu taassup ateşine karşı gösterdiği direnç sayesinde, sonraki hayatında üstün bir manevi güce, ruhsal kararlılığa ve iç huzuruna erişmişti. İşte bu durumu Kur’ân temsili bir uslub içinde anlatmaktadır. Doğrusunu Allah bilir.[43]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: Enbiya, 21/68-70.

[2] Kur’an-ı Kerim: Ankebut, 29/24.

[3] Kur’an-ı Kerim: Saffat, 37/97-98.

[4] Kur’an-ı Kerim; Enbiya, 68.

[5] Kur’an-ı Kerim: Saffat, 97.

[6] Mevdudi Tarih boyunca tevhid mücadelesi ve Hz. Peygamberin hayatı c.1/451; M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 212; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.156.

[7] Taberi-Tarih c.1, s.123-124; Sâlebi-Arais s.77; İbn.Esir-Kâmil c.1, s.98/99,;Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.146; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.156; M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 212; Mevdudî, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz.Peygamberin Hayatı: c.1, s.451.

[8] İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.46; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.156; Mevdudi Tarih boyunca tevhid mücadelesi ve Hz. Peygamberin hayatı c.1/451.

[9] İbn.İyas Bedâyiüzzuhur, s.85; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.156; Mevdudi Tarih boyunca tevhid mücadelesi ve Hz. Peygamberin hayatı c.1/45.

[10] Kurtubi, Camiu li Ahkâmi'l-Kur'an: c.11, s.304; M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 212.

[11]Taberi-Tarih c.1, s.123-124; Salebi-Arais s.77; İbn.Esir/Kâmil c.1, s.99; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.146; Kurtubi, Camiu li Ahkâmi'l-Kur'an: c.11/304; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.156; M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 212; Mevdudî, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz.Peygamberin Hayatı: c.1/451.

[12] İbn.İyas-Bedâyiüzzühur s.85; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.156.

[13] Taberi-Tarih c.1, s.124/125; Salebî-Arais s.77; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.146; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.156.

[14] Ebülferec İbn.Cevzi-Tabsıra c.1/114; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.156; Mevdudi Tarih boyunca tevhid mücadelesi ve Hz. Peygamberin hayatı c.1/451.

[15]Yakubi-Tarih c.1/24; Zemahşeri-Keşşaf c.21/528; Ebülfida-Elbidaye c.1/146; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.156; Kurtubi, Camiu li Ahkâmi'l-Kur'an: c.11/304; Mevdudi Tarih boyunca tevhid mücadelesi ve Hz. Peygamberin hayatı c.1/451.

[16] “Yüce Allah, onu, yere yutturdu da, kendisi, Kıyamete kadar, kımıldadıkça, yere batıp duracaktır.” İbn Habib de, bunu, böyle kayd eder.; İbn.Habib-Katibülmuhabber s.391; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.156.

[17] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1/146; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.156.

[18] M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 212.

[19] Sâlebi-Arais s.77; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1/146; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.156.

[20] Hakimüttirmizi-Nevairrül’usûl s.218; Ebu Talib Mekki-Kutülkulub c.1/466; Salebi-Arais s.77; Ebülferec İbn.Cevzi-Tabsıra c.1/115; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1/146; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.157.

[21] Hakimuttirmizi-Nevairül’usul s.218; Taberi-Tarih c.1/125; Ebu Talib Mekki-Kutülkulub c.1/466; Sâlebi-Arais s.77; Ebülferec İbn.Cevzi-Tabsıra c.1/115; İbn.Esir-Kâmil c.1/99; Ebülfida-Elbidaye vennihaye s.146; Mir Havend Ravzatussafa Terceme s.164; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.157.

[22] Hakimüttirmizi-Nevadirül’usûl s.218; Taberî-Tarih c.1/125; Salebi-Arais s.77; Ebülferec İbn.Cevzi-Tabsıra c.1/115; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1/146; Mir Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.164; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.157.

[23] Sâlebi-Arais s.77; Ebülferec İbn.Cevzi-Tabsıra c.1/115; Ravza. Terceme s.164; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.157.

[24] Taberi-Tarih c.1/124; Salebi-Arais s.77; Ebülferec İbn.Cevzi-Tabsıra c.1/115; İbn.Esir-Kâmil c.1/99; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1/146; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.157.

[25] Sâlebi-Arais s.77; İbn.Esir-Kâmil c.1/99; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.157.

[26] Taberi-Tarih c.1/124; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1/146; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.157.

[27] Taberi-Tarih c.1/124; Salebi-Arais s.77; Ebülferec İbn.Cevzi-Tabsıra c.1/115; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1/146; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.157.

[28] İbn.Sa’d Tabakat c.1/46; İbn.Ebi Şeybe-Musannef c.11/520; Hakimüttirmizi-Nevadirül’usul s.218; Taberi-Tarih c.1/124; Salebi-Arais s.77; Zemahşeri-Keşşaf c.2/578; Ebülferec İbn.Cevzi-Tabsıra c.1, s.115; İbn.Ebir-Kamil c.1/99; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1/146; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.157.

[29] ibn.Sa’d-Tabakat c.1/46; İbn.Ebi Şeybe-Musannef c.1/115; Taberi-Tarih c.1/124; Salebi-Arais s.77; Zemahşeri-Keşşaf c.2/578; Ebülferc İbn.Cevzi-Tabsıra c.1/115; İbn Esir-Kamil c,1/115; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1/146; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.157.

[30] İbn.Asakir-Tarih c.2/147; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.157.

[31] Kâtip Çelebi-Mizânülhakk s.70; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.157.

[32] Kur’an-ı Kerim: Enbiya, 69.

[33] Taberi-Tarih c.1/123; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.157.

[34] Zemahşeri-Keşşaf c.2/578; Nesefi-Medarik c.3/84; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.157.

[35]Mevdudi Tarih boyunca tevhid mücadelesi ve Hz. Peygamberin hayatı c.1/451.

[36] İbn.Ebi Şeybe-Musannef c.11/520; Taberi-Tarih c.1/125; Tefsir c.17/44; Zemahşeri-Keşşaf c.2/578; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.157; Mevdudî, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz.Peygamberin Hayatı: c.1/451.

[37] Salebi-Arais s.78; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.158.

[38] İbn.Asakir-Tarih c.2/147; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1/146; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.158.

[39] İbn.Asakir-Tarih c.2/146; Ebülferec İbn.Cevzi-Tabsıra c.1/116; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.158.

[40]Kur’an-ı Kerim, Enbiya, 21/68-71; “Söylentilere göre, Hz.İbrâhim bizzat ateşe atılmış. Yedi gün ateşte kalmış. Ateş O’nun gömleğini yakamadığı için O’na da bir şey olmamaşı. Daha sonrada dünyada en çok lezzet aldığı şeyin ateşte kalmak olduğunu söylemiş.”

[41]Kur’an-ı Kerim: Enbiya 21/24; “Onları sefil ve rezil eden şeyin cinsi Kur’an’da belirtilmez. Fakat söylentiye göre; Hz.İbraihm’in hicretinden sonra Nemrud’un yurdunu sivrisinekler kuşatır. Pek çok kimse sivrisinek yüzünden ölür. Nemrud’un ölümü de burnundan girerek beynine kadar ulaşan sivrisinek yüzünden olur.”

[42] Kur’an-ı Kerim: Ankebut, 29/24.

[43] Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş, Beyan Yayınları: s.37,38; Muhammed Esed ,meal-tefsir, 21/69’un açıklamasına bakınız.

dildade 05-23-2008 01:19

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İbrâhim as.’ın Ateşin İçinden Çıkıp Nemrud ile Konuşması :
Nemrud; ateşin, İbrahim as.’ı, yakıp kül haline getirdiğini, sanıyor ve bundan, hiç şüphe etmiyordu.[1] Hayvanına binerek ateşin yanından geçti. İbrahim as.’ı yakmak için toplanmış, yığılmış odunlar, hâlâ yanıp duruyordu. Nemrud, bakınca, İbrahim as.’ın ateşin içinde oturduğunu, yanında da, kendisine benzeyen birinin bulunduğunu, gördü ve hemen geri döndü. Kavmine: “Ben, İbrahim’i, ateşin içinde diri bir halde gördum?!? Bu hususta, şüphe içindeyim. Siz, benim için, hemen, yüksek bir bina çatınız da, onun üzerinden, ateşin içine bakıp İbrahimin durumunu tesbit edeyim” dedi. Hemen, yüksek bir bina çattılar.[2]

Nemrud; binanın üzerine çıkıp ateşin içine baktığı zaman, İbrahim as.’ın, ateşin içinde oturduğunu, yanında da, kendisine benzeyen birisinin bulunduğunu gördü ve: “Ey İbrahim! Gördüm ki: senin İlah’ın, pek büyükmüş ve kendisinin kudret ve izzeti de, aramıza gerilip seni zarardan koruyacak dereceye varmış!”[3] Ey İbrahim! Ne güzel Rab’dır senin Rabb’ın!” diyerek seslendi.[4] Sonra da: “Ey İbrahim! Ateşin içinden çıkmağa da, gücün yeter mi?” diye sordu.

İbrahim as.: “Evet” dedi. Nemrud: “Ateş içinde kalmanın, sana zarar verebileceğinden korkmaz mısın?” diye sordu.

İbrahim as.: “Hayır” dedi. Nemrud: “Öyle ise, kalk ve ateşin içinden çık!” dedi.

İbrahim as.: kalkıp ateşin içinden, yürüyerek dışarı çıktı. Nemrud’un yanına doğru vardı. Nemrud: “Ey İbrahim! Senin yanında, senin gibi bir adamın oturduğunu gördüm. Kimdi o?” diye sordu.

İbrahim as.: “O, gölgeler Meleği idi. Rabb’ım, onu, bana, yanımda bulunsun ve ateşin içinde, benimle görüşüp konuşsun; ateşi, bana serinlik ve selâmetlik yapsın diye gördermişti!” dedi.

Nemrud: “Ey İbrahim! Ben, senin ilâhına kurban takdim edeceğim.Fakat, bunu, kendisine ibadet ve birliğini itiraf maksadıyla değil, izzet ve kudretini ve sana yaptığı şeyleri, gözlerimle gördüğüm için, yapacağım! Ona, dört bin sığır keseceğim” dedi.

İbrahim as.: “Sen, bu diniden, her hangi bir şey üzerinde bulunmaksızın ayrılıp benim dinime girmedikce, Allah, senin takdim edeceğin kurbanı kabul etmez!” dedi.

Nemrud: “Ey İbrahim! Ben, mülk ve saltanatı, elden bırakmağa güç yetiremem. Fakat, ben, onun için, kurban keseceğim” dedi ve kesti.[5]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Taberi-Tarih c.1/124; Sâlebi-Arais s.78; İbn Esir-Kâmil c.1/99; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.158.

[2] Taberi-Tarih c.1/124; İbn Esir-Kamil c.1/99; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.158.

[3] Taberi-Tarih c.1/123; Salebi-Arais; İbn.Esir-Kamil c.1/99; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.159.

[4] Taberi-Tarih c.1/124; Salebi-Arais s.78; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1/146; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.159.

[5] Taberi-Tarih c.1/124,125; Salebi-Arais s.78; İbn Esir-Kamil c.1/99,100; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.160.

dildade 05-23-2008 01:19

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İbrahim as.’ın Ateş İçinde Annesiyle Görüşmesi :
İbrahim as. annesi Nuna, oğluna bakıp ateşin onu yakmadığını görünce:

“Ey yavrucuğum! Ben, senin yanına gelmek istiyorum. Allah’a dua et de, çevrendeki ateşin hararetinden, beni korusun!” dedi.

İbrahim as.: “Olur!” dedi.

Nuna, oğlunun yanına kadar geldi. Ateşin harâretinden, hiçbir şey ona, dokunmadı. Nuna, gelince, İbrahim as.’ı kucaklayıp öptükten sonra geri döndü.[1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbn.Asakir-Tarih c.2/145; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1/146; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.158.

dildade 05-23-2008 01:19

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İbrâhim as.’ın Yaşadığı Medeniyet Tam Bir Şirk Medeniyeti idi :
Çağımızın araştırma ve incelemelerinin sonuçları doğruysa, Hz.İbrâhim'in ümmeti için şirk sadece dini bir inanç veya putperestler mahsus bir ibadet şekli değil. Aynı zamanda bu milletin bütün siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel hayatı bunun üzerinde kurulmuştu. Buna karşılık, İbrâhim as.'ın Tevhid ile ilgili daveti sadece putperestlerin ibadet şeklini ve inancının değil, aynı zamanda hükümdarların tanrısal sıfatlarının, hakim sınıfın imtiyaz ve üstünlüklerini, rahip ve din adamlarının menfaatini ve kısacası ülkenin siyasi, ekonomik ve sosyal yapısının tümünü etkileyecek nitelikte idi. Hz.İbrâhim'in davetinin kabul etmek, toplumum temelden değiştirmek demekti. Bu toplum yepyeni temellere oturtulmalıydı. Böyle büyük çaptaki bir değişiklik ve devrimi kimse kabul etmeye hazır değildi, hele menfaatları en çok etkilenecek olan hükümdarlar, hakim sınıf, din adamları ve en başta Nemrud benimseyemezdi. Onun için toplumun her kesimi buna şiddetle tepki gösterdi. İşte bunun içindir ki İbrâhim as'ın yaşadığı dönemdeki medeniyet tam bir şirk medeniyetiydi. [1]

Bireysel ve toplumsal alanların tümünde anlayış, teori ve pratik olarak tümüyle şirke gömülmüş bir toplumu ıslaha çalışmak, onları İslâmî anlamda değiştirip dönüştürme gayreti, gerçekten ağır bir yüktür. Böylesine çile ve cefa ile karşı karşıya gelecek bir elçinin daha küçük yaşta iken Rabbi tarafından terbiye edilmesi ve yetiştirilmesi gerekirdi. Çünkü elçiye yüklenen görev ve emânetler, kabiliyet ve enerji ister, güç ve potansiyel ister. [2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Mevdudi Tarih boyunca tevhid mücadelesi ve Hz. Peygamberin hayatı c.1/449.

[2] Beşir İslâmoğlu, İslâmî Hareketin Tarihî Seyri: 42-44.

dildade 05-23-2008 01:20

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Taklidin Problemi (Zorluğu) :
İbrahim as.’ın kavmini davette karşılaştığı en önemli sorun; ata ve ecdâdın akidelerine karşı çok şiddetli taassup idi. Yenilik ve değişimin olamayacağına olan ısrardı. Bundan dolayı İbrahim as. babası Âzer’i iknaya çalıştığında ve onun için anlaşılır deliller ve dimağa işleyen olgun kanıtlar ileri sürdüğünde, müşrik baba aklını dondurur, işletmezdi. Oğlunun ata ve ecdadın inançlarına muhalefetini asla kabul etmez, O’nu redederdi.

“Ey İbrahim, benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer bundan vazgeçmezsen mutlaka seni taşa tutarım ve benden tamamen uzaklaş!”

İbrahim as.’ın kavminin Peygamberlerine cevabı, babasının cevabından farklı değildir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Onlara İbrahim’in haberini de oku. Hani o babasına ve kavmine: “Neye tapıyorsunuz?” dediğinde onlar da: “Putlara tapıyoruz. Onlara devamlı ibadet ediyoruz.” Dediler. İbrahim “Yakardığınız zaman (dua ettiğinizde) onlar sizi işitiyorlar mı? Size bir fayda veya zararları oluyor mu?” dedi. Onlar: “Hayır, biz babalarımızı böyle yapar bulduk” dediler.[1] Ve Allah Teala buyuruyor:

“Şüphesiz ki, Biz bundan evvel İbrahim’e hakkı bulma kaabiliyeti verdik. Ve biz O’nun Peygamberliği yüklenebileceğini biliyorduk. O zaman babasına ve kavmine, “sizin taptığınız bu heykeller nedir?” dediğinde onlar: “Babalarımızı bunlara ibadet eder bulduk” dediler. İbrahim: “Muhakkak ki, siz ve babalarınız açık bir sapıklık içerisindesiniz” dedi.”[2]

Bu, bütün Allah Rasûllerinin düşmanlarının yolu idi. Ve insanları hak’dan alıkoymaktaki metodları idi.

El-Meleu (kavmin ileri gelenleri) kendilerinin, ata ve ecdadın akideleri için meşru vekiller olduklarını iddia ediyorlar, yeryüzünü fesada veriyor ve insanları ve bitkileri helak ediyorlardı.

İnsanların çoğunluğuna gelince, bunların tamamı bu hayata ülfet ettiler ve hayvanlar gibi, hatta onlardan da daha aşağı olarak alışkanlık peydah ettiler.

Zemahşeri (Allah O’na rahmet etsin) diyor ki: “Taklit ve delilsiz kabul edilmiş söz ne kötü bir şeydir. Şeytan’ın mukallitleri yavaş yavaş farkına varmadan putlara tapmakta atalarını taklit ettirme sırasındaki hilesi ne büyüktür. Onlar o putlara yüzlerini gözlerini sürerler ve kendilerinin de doğru bir yol üzere olduklarına inanırlar. Mezheplerini desteklemede çok gayret eder ve sapıklıklarını müdafaa yolunda ehl-i hak ile mücaledel ederler. Putlara ibadet edenlerin onlardan olması, ehl-i taklid’e utanç olarak yeter.”

Cehennem ehlinin mukallitlere cevaplarındaki sözleri bize kâfidir: “Ve eğer işitseydik ve akleden olsaydık, Cehennem ehli içinde olmazdık, derler. İşte böylece günahlarını itiraf ederler. Kahrolsun alev alev yanan o Cehennem ehli!”[3]

Ve Cenab-ı Hak buyuruyor: “Biz insanlardan ve cinlerden bir çoğunu Cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır, fakat onunla idrak etmezler. Gözleri vardır, lakin onlarla görmezler. Kulakları vardır, ama onlarla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidirler. Hatta onlardan da sapıktırlar. Onlar gafillerin ta kendileridir.”[4]

Ve putların kulları makallitler, ilahlarından bir kötülüğün gelip Halilü’r-Rahman’a isabet etmesinden korkuyorlardı. Bunda herhangi bir gariplik yoktur. Çünkü aklını kaçıranlar zannederler ki, o putlar fayda ve zarar veriyor.

Alluhu Teala şöyle buyuruyor: “Kavmi O’nunla mücadeleye girişti. İbrahim: Benimle, Allah hakkında mücadele mi ediyorsunuz? Halbuki O, beni doğru yola (hidayete) iletmiştir. O’na şirk koştuklarınızdan korkmam. Rabb’imin istediği şeyden başkası olmaz. Rabb’im her şeşi ilmi ile kuşatmıştır. Öğüt almaz mısınz?”[5]

Bizler bugün İbrahim as.’ın karşılaştıklarıyla karşılaşmaktayız. Çünkü insanların çoğu, sadece liderlerinin sözünde düşünüyorlar. Hiç görüş bildirmeden ya da delile önem vermeden, onlar ne şekilde görüp düşünüyorlarsa, sadece onların görüşlerini benimsiyorlar... Sürekli olarak milyonlarca kıssayı onları anlatanlardan dinliyoruz: Falanca Falancaya kalpten konuştu. Sonra ona uykusunda geldi ve şiddetli bir tokat vurdu. Ha o takadın izi cisminde vardır. Hatta sen kabirlerin kullarından yemin talep etsen, yalan yere Allah adına yemin ederler; fakat ölmüş evliyalarının adına yalan yere yemin etmeye cesaret edemezler. O halde bu sorunu çözmek için İbrahim as.’ın kavmiyle mücadelede zorlukları nasıl göğüslediğine bakalım. [6]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: Şuara, 69, 74.

[2] Kur’an-ı Kerim: Enbiya, 51,54.

[3] Kur’an-ı Kerim: Mülk, 10,11.

[4] Kur’an-ı Kerim: Araf, 179.

[5] Kur’an-ı Kerim: Enam, 80.

[6] Muhammed Ahmet El Adevi, Peygamberlerin Allah’a Davetleri, s.54; M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 171-175.

dildade 05-23-2008 01:20

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Sebep ve Sonuçların Oluşturduğu Mucizeler :
Kur’an-ı Kerim bir çok peygamberden söz ederken muciizelerden de bahsetmektedir: Tufan ve Nuh’un gemesi, İbrahim’i ateşin yakmaması, Musa’nın asâsının yılan oluşu, oğlu Yusaf’un bulunduğuna dair Yakub’un vahiyler alması, İsâ’ın hastaları işileştirmesi (Aleyhimesselâm) v.s... Kendisinden evvel gelen peygamberler, Allah tarafından bu şerefe layık görülürler de Peygamberler, Peygamberi, son Resûl aynı şekilde fevkalâdelikler taşıyan tezâhurlere nasıl oluur da sâhip kılınmaz? İslâm tarihi, çok sayıda bu çeşit mûcizeleri O’na bağlamış bulunmaktadır.

Kur’ana-ı Kerim’de peygamberlerin sâhip olduğu mucizelerden bahsedilirken, hemen aynı yerde, bu çeşit mucizeleri, bizzâtihi peygamberlerin değil, ve fakat Allah’ın yaptığı söylenir. O şekilde izah olunur ki, onlar bu zor vazifelerinin yerine getirirlerken hem onları kuvvetlendirmek ve hem de şereflendirip üstün kılmak için Allah, peygamberlerin bu çeşit fevkâlâdeliklere tam büyük bir ihtiyaç duydukları sırada mucizeler yaratır. Mûcizenin kendisi, bu “olayı” yaratan “sebep” bizim için meçhul kalsa bile, anormal bir şey değildir. Ekseriyetle o vak’anın anlatımındaki ön ve arka bilgiler bize bunun tuhaf ve şaşılacak bir şeymiş gibi göstermektedir. Kendi içinde hasıl olan bir sarsıntı veya patlama, yahut bir gök cismi ile çarpışması ay’ı ikiye yarabilir: fakat işte bu olayın tam peygamberin buna ihtiyacı olduğu bir sırada vakû bulmasına biz mucize diyoruz. Şayet bir yer altı su kaynağı bir toprak tabakası ile örtülül bulunsa da işte bu tabaka kazıldığında buradan yeni bir büyük yer altı ysu kaynağı fşkırıp çıksa, bunda şaşılacak bir şey yoktur. Fakat ayın olay, bir peygamber ve terafdaki arakadaşlarının iyice susadıkları bir sırada vukû bulacak olsa, biz bunu mucizevi sayarız. Sebepleri ve banlardan doğan neticeleri yaratan Allah için hiç birk şey mucizevi değildir. Bu çeşit olayları belli bir anlatım metni içinde mucizevi sayan veya bazılarını bu özellikte bulmayan ancak ve sadece biziz.[1]

Şayet Allah bütün insanların mutlak iyi ve güzel davranışlar içinde bulunmalarını dilemiş olsaydı, onları Melekler kadar itaatkâr yaratırdı ve artık peygamberler göndermeye ihtiyaç kalmazdı; yahut bu peygamberlerin duâ ve yakarışlarını kabul ederdi de bütün inanmayan kâfirler bir anda mü’min ve müslüman hâle gelirlerdi. Onun arzu ve dileği (meşiyyeti) böyle olmamıştır; aksine Allah, kâinatı bir sebepler ve neticeler âlemi olarak yaratmıştır. O istemiştir ki kendi resûlleri dahi herhangi bir kimse gibi emek ve gayret göstermiş olsunlar (sebeplere başvursunlar), yine O istemiştir ki insanlar, bu peygamberlerin emek ve gayretleri sonucu ortaya koydukları hazır neticelere göre değil de peygamberlerin belli bir durumda, belli bir hâdise içinde başvurdukları yapıcı rol oynayan sebep, âmil (:etken), emek ve gayretlere göre muhâkeme yürütüp hükme varsılar.[2] Gayret ve emek bizden, bunun neticesini vermek Allah’dandır.[3]

Hattâ denebilir ki bizzat Kur’an-ı Kerim bile, kemâle ermiş insan topluluklarının Allah indinde pek kolay ve basit şeyler olan mûcizeler peşinde koşup durmamaları hususunda ısrar etmekte, buna mukabil Kur’ân’ın ve Resûlullah’ın getirip gösterdiği öğretim ve bilgileri arayıp tetkik etmelerini istemektedir. Gerçekten de Mekk’de nâzil olan bir surede bize şöyle denilmektedir:

“Ve onlar şöyle söylediler: “Rabbi tarafından şu Muhammed üzerine acaba niçin bir takım işâretler indirilmedi?” Sen de ki Yâ Muhammed: “Bu işâretler (: Mûcizeler) muhakkak ki Allah katındandır ve muhakkak ki ben pek açık bir uyarıcı kişiyim.” Nasıl olur, onlara okunup duran şu Kitâbı, bizin sana indirmiş olmamız kâfi gelmiyor mu?! Gerçekten de şu (Kur’an’da) iman eden kimseler için bir rahmet ve bir hatırlatış (zikir) vardır...[4]” [5]

Urfa daki balıklı göl Allah’ın bir mucizesi mi yoksa bir efsane mi?



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, İrfan Yayımcılık: s.120,121.

[2] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, İrfan Yayımcılık: s.123.

[3] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, İrfan Yayımcılık: s.124.

[4] Kur’an-ı Kerim: 28/50-51.

[5] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, İrfan Yayımcılık: s.125.

dildade 05-23-2008 01:20

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İbrahim As. Allah’tan Başka Kimseden Korkmazdı :
İbrahim as.’ı okuyan bazılarının zihinleri, hep O’nun desteklenmiş başarılarına, Cenab-ı Hakk’ın O’na sürekli yardım etmesine bütün bela ve sıkıntılarında düşmanlarına karşı takındığı tavırlarına takılmaktadır. Bunlar, İbrahim as.’ın gittiği yolun zorluklarını, kavminden uzaklaştığını, insanların O’na karşı şiddetli düşmünlığı ve Cenab-ı Hakk’ın İbrahim as.’ı zaferle ikram etmeden önce karşılaştığı zorlukları unutuluyorlar ya da unutmuş gibi oluyorlar.

Örneğin İbrahim as. putları parça parça ederken, asla kavminin O’nu ateşe atacağını ve Cenab-ı Hakk’ın da O’nu ateşten kurtaracağını bulmuyordu. Bütün bildiği; tağutların O’ndan intikam alacağıdır. Belki de öldürülmesine başvuracaklardı... Buna rağmen Allah yolunda ölmek İbrahim as.’a çok hafif ve basit geldi. Tıpkı Cenab-ı Hakk’ın kuvvetini hatırladığında, tağutun gücü ve cezalandırması aldatmacalarından ve isteklerinden yüz çevirdi. Dünyanın Cenab-ı Hakk’ın yanında bir sivrisineğin kanadına denk olmadığına inandı.

Kavmi O’nu tehdit ettikleri ve azap vaadettiklerinde, büyük bir kararlılık ve güçle onlara cevap verdi.

Cenab-ı Hak İbrahim’in lisanı üzere şöyle buyuruyor: “Sizin şirk koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım? Halbuki siz elinizde delil ve bürhan olmadığı halde Allah’a şirk koşmaktan korkmuyursunuz. İki zümreden, emin olmaya daha haklı olan hangimizdir? Eğer biliyorsanız; emin olmak, iman edip de imanlarına zulmü karıştırmayanlar içindir. Hidayete erenler de onlardır.[1]

Ben onların sağır (duymaz) ve zara ve fayda veremez olduklarını bildiğim halde, sizin putlarınızdan nasıl korkarım? Ordulara ve mallara sahip olduğu halde zayıf ve güçsüz olan tağutlarınızdan ve önderlerinizden nasıl korkarım? Ecelleri geldiğinde bir an dahi ne ileri, ne de geri bırakılmayacaklarını bildiğim halde onlardan nasıl korkarım? Öyle ise benden onların korkmaları daha doğru olur. Çünkü onlar yüce ve kudretli olan Allah’tan başkasına ibadet etmişlerdi. Ve Cenab-ı Hakk’ın her şeydeki ayetlerini (delillerini) gördükleri halde, O’nun nimetlerini inkar etmişlerdi.

Esasen sizin benden kormanız daha doğrudur. Çünkü ölümün güçlü kolları sizi almakta ve Cehennem’in çılgın alevleri de sizleri beklemektedir.

O vaadedilmiş günde mallarınız sizden hiçbir azabı geri çeviremiyecektir. Yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz halde Rabb’inize arzolunduğunuz gün, hiçbir şeye sahip olmayacaksınız.

Daha sonra İbrahim kavmiyle olan münazarasında özel durumdan umumi olana geçiyor: “Emin olmak, iman edip de imanlarına zulmü karıştırmayanlar içnidr. Hidayete erenler de onlardır.”

Allah’a iman edenler, O’na boyun eğenler, O’nun kaza ve kaderi için kalpleri mutmain olanlar ve imanlarına şirk karıştırmayanlar var ya, işte emin olmak onlar içindir. İsterse zalimlerin hapishanelerinde tutuklu olsalar bile. Çünkü onlar, fitnelere karşı azabı, dünya hayatına karşı da acıları seçip tercih etmişlerdir. Allah’la karşılaşmaya aşık olmuşlar ve O’na yakınlığı dünyanın her türlü aldatmacalarına tercih etmişlerdir.

Kafirlere gelince, onların hayatları tahammül edilmez bir Cehennem’dir. Çekilmez korkulardır.

Allahu Teâla şöyle buyuruyor: “Delilleri olmaksızın Allah’a şirk koşanların cezası olarak kafirlerin kalplerine korku salarız. Onların yurtları ateştir. Orası, zalimleri dönüp varacağı ne kötü bir yerdir.”[2]

Cenab-ı Hakk’ın müşrik tağutların kalplerine bıraktığı bu korkunun alametlerinden bir de; onlardan her birinin sokakta normal insanlardan birisi gibi dolaşmayı ve yürümeyi temenni etmeleridir. Hatta basit bir insan gibi yürümeyi arzu etmeleridir. Fakat ayakları üzerine yürümeye cesaret edemez. Arabasından çıkarken beraberinde koruma görevlilerini görürssün. Sonra yine de emniyette olduğunu hissedemez. Bilakis her an engiellenmesi mümkün olmayan sonunu (ölümünü) bekler. İnsanlardan kendisine en yakın olanlarından bile şüphelenir. Bunlar en özel sırdaşı ve akrabası olsa da yine şüphe içindedir.

O tağut ölse Rabb’i katında tamamen azap ve işkence olan yeni bir hayat başlayacaktır.

Mü’minlere gelince, Allah’a ibadet ederler. O’nuin yolunda cihad ederler ve onlara her ne isabet etse, hepsi de hayırdır ve saadettir.

Allah’u Teala şöyle buyuruyor: “De ki: Siz bizim için iki iyilikten birinden başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz Allah’ın size kendi katından veya bizim elimiizle bir azap getireceğinin bekliyoruz. Haydi siz bekleyin, biz de sizinle birlikte bekleyenlerdeniz”[3] Elbette ki bu manalar Sahabelerin, Tabiinlerin ve Selef-i Salihinin ileri gelenlerinin nefislerinde açık seçikti. Allah onların hepisinden de razı olsun.

Fars ordularının konutanı (Rüstem) Rabii bin Amir’e sordu ve dedi ki: Sizi buraya hangi sebep getirdi?

Rabii de dedi ki: “Delediğini kullara kulluktan Allah’a kulluğa, dünyanın darlığından genişliğine ve dinlerin zulmünden İslâm’ın adaletiine çıkartmamız için bizi Allah gönderdi. Bize dinini gönderdi ki kullarını o dine çağıralım diye. Bunu kim kabul ederse biz de ondan bunu kabul eder ve geri döneriz. Kim de yüz çevirirse sonuna kadar onunla savaşırız. Ta ki Allah’ın vaadine kavuşalım. Dediler ki: Allah’ın vaadi nedir ki? O: Yüz çevirene karşı savaşıp da ölene Cennet, sağ olarak (kalan)’a da zafer.”[4]

Allah rahmet etsin, Şeyhül İslam İbn-i Teymiyye diyor ki: “Düşmanlarım bana ne yapabilir ki? Ben öyle iyiyim ki, cennetim ve bahçem göğsümdedir. Nereye gitsem o benimle birliktedir. Benden ayrılmaz. Ben öyle biriyim ki; benim hapisim halvet, öldürülmem şahadet ve memleketimden çıkartılmam seyahettir. Ve reddi ki: Asıl zindan, kalbini Rabb’inden hapsedendir. Asıl esir ise; hevası kendisini esir edendir.” Hapishaneye sokulduğunda kaleye geldi ve kalenin surlarının içinde iken, sur’a baktı ve şu ayeti okudu:

“....Derken, aralarına tek kapısı bulunan bir sur yapılır ki, iç tarafı, rahmet, dış tarafında da azap vardır.”

İbni’l Kayyım: “Allah’ın ilmine yemin ederim ki, ben yaşantı bakımından O’ndan (İbn-i Teymiyye’den) daha temizini asla görmedim. O’nda geçim darlığı olduğu, nimet ve bolluk olmadığı halde, nimet ve bolluğun aksi durumu olduğu halde, O’nun hayatında hapis, tehdit ve korkutma olmasına rağmen, O bununla beraber yaşantı bakımından insanların en güzeliydi. Gönül genişliği bakımından insanların en genişi ve kalbî durumda onların en kuvvetlisiydi. Nefsî açıdan insanların en mutlu olanıydı. Yüzünde nimetlerin pırıltıları levhalaşırdı. Bizde korku şiddetlendiğinde, düşünceler kötüleştiğinde ve yeryüzü bize dar geldiğinde O’na giderdik. Sadece O’nu görür ve sözünü dinlerdik. Arkasından bunların hepsi giderdi. Sonuçta huzura, kuvvete, yakine ve mutmainliğe dönerdik........”[5]

İşte bundan dolayı İbrahim as. zafere ulaştı. Tıpkı Peygamberlerin sonuncusunun, Sahabelerinin, Tabiinin ve onlardan sonra gelen asırların en hayırlılarının zafere ulaştıkları gibi...

Hapishanenin halvet, sürgünün seyahat ve ölümün de şehadet olduğuna inanan davetçi alimlerin yönlendirdiği bir ümmet, asla yenilgiye uğramaz.

Ne zamn ki ümmetimiz bu örnek davetçi erlerden mahrum oldu, Cenab-ı Hak bizim üzerimize düşmanlarımızı musallat etti de insanların en döküntüsü ve gariplerinden olmaya, (sürülme ve parçalanmalara) düçar olduk. Ve müslümanlar öyle hale geldi ki, tıpkı selin önündeki çer çöp gibi oldular. Hiç kimse onlardan korkmuyor ve onlar için herhangi bir hesap dahi yapılmıyor. Gerçekten üzücü olanlardan birisi de: Onlardan birisi duysa ki yönetim onun hareketlerini kontrol ediyor, onu hemen korku kaplar, heyecanlarınr. Artık insanlardan kendisine en yakın olanlardan bile şüphelenmeye başlar. Bazıları için yönetim korkma, müzmin bir akıl hastalığına dönüşür. Allah’a sığınırız.

İşte bunun için tağuta münafıklık yapan bazıları, onlardan herhangi bir vazife veya mal aramıyorlar. Sadece ondan (onun şerrinden) selamette olmayı umuyorlar. O’nun casuslarından ve muhafızlarından emin olmayı umuyorlar. Yöneticinin veya onun ileri gelen vazifesinin meclislerine sık sık devam etmesinden nefisleri sürekli zayıflamaktadır. Hatta öyle olur ki, tağutun elemanlarından biri olurlar. O’nuun hiçbir emrine asi olmaz ve hiçbir isteğine redetmez. Çok çok gariptir ki, bu davetçilerin her biri saatlerce Cenab-ı Hakk’ın şu ayetinin tefsinden bahsederler: “Size bu sözü siyleyen, doslarının korkutan Şeytan’dır. Eğer mü’min iseniz onlardan değil, benden korkunuz.”[6]

Ey Allahım! Kalplerimizi senden ve senin ateşinden korkmakla doldur.

Ey Alemlerin Rabbi! Gönüllerimizi senden başka olan korkulardan kurtar! Ey Allah’ım, senin yolunda bizleri şehadetle rızıklandır! Bizim ve müslümanların sonlarını en güzel bir şekilde kıl!

Ey Allah’ım! Senden başka hiç kimseden korkmayan Peygamberini örnek almayı bizlere sevdir! Yâ Rabbel âlemin!...[7]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: En’am, 81,82.

[2] Kur’an-ı Kerim: Al-i İmran, 151.

[3] Kur’an-ı Kerim: Tevbe: 52

[4] El Bidaye ven Nihaye c.7/39; M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 232-236

[5] El Kelimü’t Tayyib. İbn-il Kayyım. (Kevakibül Dürriyye fi Menakıbı Şeyhül İslâm İbn-i Teymiyye) adlı kitaptan aktarılmıştır; M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 236-238.

[6] Kur’an-ı Kerim: Al-i İmran: 175.

[7] M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 238-239.

dildade 05-23-2008 01:20

Hazreti İbrahim (a.s)
 
I. BÖLÜM: SUNNETULLAH’TAN OLAN HİCRET
1. Müslümanlar Tek Vücut Gibidirler :
Müslümanlar bir vücut gibidirler. Eğer o vücuttan bir aza rahatsız olsa, vücudun diğer azaları onun için sabahlara kadar uykusuz ve humma hastalığına tutulmuş bir şekilde birbirlerini (yardıma) çağırırlar. Bu ümmetin cesedinin başı ise kendi asrında İbrahim as. idi. O’nun öyle bir kıymeti vardır ki Hatemü’l Enbiya’dan sonra bile baş olması devam etmektedir.

Her müslümanın sabah akşam her gün ömür boyunca Halilü’r Rahman’ın ve Şeyhül Enbiya’nın kıssalarından mücrim ve zalim kavmişle olan mücadelsinden hatırlamsı elbette tuhaf değildir.

Bu düşünce ve şuur ortaklığının alametleri pek çoktur. Biz vezeğ (çok küçük yılan) kıssasını seçiyoruz.

Said bin El Museyyeb’den, O da Ümmü Şüreyk r.a’dan dedi ki: Allah Rasûlü “vezeğ”in öldürülmesini emretti ve şöyle dedi: “O İbrahim’in ateşinin tutuşması için ateşe üfürüyordu.”[1]

Aişe annemizden gelen Ahmet bin Hanbel’in rivayetinde ise, Allah Rasûlü s.a.v. şöyle buyurmaktadır: “Vezeğ’i öldürün. Çünük o İbrahim’in üzerine ateşe üfürüyordu.”

Ahmet bin Hanbel dedi ki : “Aişe Radıyallahü anha onu öldürüdü.”

Yine Ahmet bin Hanbel’e ait başka bir rivayette de: Bir kadın Aişe’nin yanına geldiğinde dikilmiş bir mızrak görür ve “bu mızrak nedir?” der. Aişe Radıyallahü Anha’da: “Onunla vezeğ’leri öldürüyoruz” dedi ve sonra da Allah Rasûlü’nden, s.a.v. şunu anlattı: “İbrahim as. ateşe atıldığında bütün hayvanlar o ateşi söndürmeye başladılar. Vezeğ hariç. O, ateşin İbrahim’i yakması için ateşe üfllemeye başladı.”

Bu iki vecihte Ahmet İbn-i Hanbel münferit kaldı.[2]

Ey Rabbim! Seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim. Bize hidayet buyurduğun ve ona tabi olmakla bize ihsanda bulunduğun bu din ne yücedir. İslâm’ın kendi fertleri arasına koyduğu bu vicdanî ortaklık ne mükemmel bir şuur ve düşünce ortaklığıdır!

Binlerce seneden beri müslümanlar her gördüklerinde vezeğ’i öldürmeye koştular. Çünkü o, ibrahim babamızın üzerine ateşe üflüyordu. İbrahim as.’ın düşmanı, her müslümanın düşmanıdır.... Cenab-ı Hak yeryüzünü ve üzerindekilerini haşredinceye kadar müslümanlar bu durum üzere kalacaklardır. Alllah düşmanlarıyla barışmak ve onlara sevgi beslemek asla yoktur. İsterse bu düşmanlar vezeğ gibi küçük hayvanlar da olsa...

Vezeğ olayını ve diğerlerini özel ve genel bütün müslümanlar bilirler. Örneğin eğer uzak bir köyde olan genç bir çocuk vezeğ görse, hemen onu öldürmeye koşar. Çünkü ailesini onu öldürürken görmüştür ve onun Halilü’r Rahman’ın yanması için ateşe üflediğini ailesinden duymuştur.

Gerçekten üzücü olan şeylerden biri de; bir olan İslâmi vücudun pek çok zaaf ve aldırmazlık isabet etmiştir....Çünkü İslâm düşmanları nice Allah davetçilerini İslâm aleminin çeşitli bölgelerinde hasediyor ve idam ediyorlar da, onların hakkında hiçbir şey bilinmiyor.

Eğer bilseler ve müteessir olsalar da bu tesirlenmeleri âdeta bir yaz bulutunu andırmaktadır... İşte bunun için müslümanların helak edilmesi ve onlar için idam sehpalarını kurmak hiçbir önem arzetmeyen normal işlerden oldu. Hatta bir devletin başka bir devletle olan futbol maçına dünya yayın organlarında Lübnan’daki Sabra ve Şâtîla kamplarının yerle bir edilmesinden daha fazla ilgi gösterilmektedir.

Dünyanın katliam için veya yahudi hapishaneleri için durmayıp devam etmesi, Müslümanların dünyanın her tarafında boğazlanmalır, dünyadaki büyük devletlerin hepsinde de Müslüman cellatlarına her türlü yardımın yapılması ve bilakis halkı Müslüman olan devletlerden bu Müslüman cellatlarına verilen destek kesinlikle en üzücü olanıdır.[3]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Buhari-Sahih’inde rivayet etmiştir.; Fethu’l Bari 7/204, lafız da Buhari’ye aittir. Müslim ise, İbn-i Cüreyc hadisinden rivayet etmiştir. Nesai ve İbn-i Mace de Süfyan bin Uyeyne hadisinden tahric etmişlerdir.

[2] Kıssu’l Enbiya. İbn-i Kesir s.185; Darul Kütübül Hadiyse Tahkik: Mustafa Abdul Vahid. Kitabı tahkik eden vezeğ kıssası hakkında diyor ki: “Akla muhalefet ettiği için bu rivayetlere mutmain olamıyoruz. Çünkü hayvanlar için bir mükellefiyet yoktur. Vezeğ, Allah Rasülü’nün öldürmekle emrettiği fevasık (zararlı hayvanlar)dan da değildir. Eğer onun öldürülmesini emrettiği doğruysa, o zaman ayrı bir illetin olması lazımdır.”

Buhari ve Müslim’in Sahih’lerinde rivayet ettikleri ve yine Ahmet İbn-i Hanbel’in, Nesai’nin ve İbn-i Mace’nin de rivayet ettiği hadisler hangi akla muhalifmiş? Abdul Vahid El bidaye ven Nihaye kitabının tahkik ettiğini iddia ettiğinde kim bilir İbn-i Kesir ne kadar zulme uğramıştır.?!.

[3] M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 240-243.

dildade 05-23-2008 01:21

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İbrâhim as. ile Ona İman Edenlerin İnançları Uğruna Hicreti :
İbrahim as.’ın kavmi Halilü’r Rahman’ı öldürmekten ve davet ettiği fikirlerinden O’nu geri döndürmekten aciz kaldıklarını tamamen anladılar. Onların alevli ateşleri, İbrahim as.’ın tırnaklarından bir tanesine dahi dokunmaktan veya elbisesinden en küçük bir parçasını bile yakmaktan aciz kaldıktan sonra tağutları –Nemrud- şaşırıp kaldı. Ne yapacağını bilemiyordu.

İbrahim as. da iyice anladı ki, şirkin kökleri onların kalplerinde ve akıllarında gerçekten tam kök salmıştı. İbrahim as. onlara kesinlikle bir çok düşündürücü deliller getirdi, akıllarının hayrete düştükleri mücizeleri gördüler. Fakat bütün bunlar, onların bâtılda ısrar etmelerini ve haktan yüz çevirmelerini artırmaktan başka hiçbir fayda vermedi. İbrahim as.’ın nasihat ve vaatı onları hakka döndürmedi.

Öyle ise İbrahim as.’ın nebatsız, kurak, su tutmayan ve ot bitmeyen arzda (yerde) kalmasında hiçbir fayda yoktu. Allah’ın azabının acele kendilerine gelmesini isteyen, Allah’ın Rasûllerine ve Enbiyalarına tenezzül etmeyen bir kavmin arasında durmasının hiçbir yararı yoktu. İbrahim as. ve kendisiyle beraber olanların hakkında, Cenab-ı Hakk’ın mübarek yere hicret emri geldi.[1]

İbrâhim as.'ın Nemrud'un ateşinden dipdiri çıktığını gören bazı kimseler, Nemrud ile adamlarının şerlerinden korkmalarına rağmen, İbrâhim as'ın davetine icabet ederek, Allah'a iman ettiler. İman edenler arasında İbrâhim as. kardeşi Harran'ın oğlu Lut, İbrâhim as.'ın amcası büyük Harran'ın kızı Hz.Sâre'de bulunuyordu.[2] Bir rivayete göre, Sare, Harran hükümdarının kızıydı ve İbrâhim as. ile birlikte Allah’a iman etmişti.[3] Yüce Allah, İbrâhim as.'a Nemrud'un ülkesinden ayrılıp, kutsal Şam topraklarına doğru gitmesini emretti. Rabb'inin yolunda Muhacir olarak, yurdundan gizlice ayrıldı. Amcası Haran’ın Kızı Hz.Sâre de, Rabb’ine, rahatça ibadet etmek üzre, firar yolunu seçip ibrahim as. ile birlikte yola çıktı. O zaman İbrâhim as.'ın ve Kûsa halkının dili süryanca idi. [4]

Daha sonra Allah'u Teala İbrâhim as.'a Hz. Sâre ile de evlenmesini vahyetmiştir.[5] Hz. Sâre de, hiç boşamamak şartı ile kendisiyle evlenebileceğini teklif etti.[6] İbrâhim as.'da, bu şartla, onunla evlendi. Rivayete göre o zaman, İbrâhim as. 37 yaşında idi. [7]

İbrahim as. ile birlikte, Lut as.’da hicret etti.[8] Nemrud, Muhacirlerin arkalarından adamlar gönderdi ve Süryanca konuşan herkesin kendisine getirilmesini emretti. İbrâhim as. Harran'da Fırat'ı geçince, Yüce Allah, O'nun dilini, İbraniceye çevirdi, değiştirdi. Nemrud'un adamları, muhacirlere yetişince İbranice konuştuklarının gördüler, dilini anlamadıkları için serbest bıraktılar.[9]

İbrahim as. vatanından ve çocukluk arkadaşlarından ayrıldı. Ve kendinise en yakın olan ehlinden ve akrabalarından da ayrıldı. Diniyle birlikte Allah’ın geniş arzında hicret etti. Kendisiyle birlikte müslüman olarak hanımı Sare ve kardeşinin oğlundan başka kimse yoktu.

İbrahim, Lut ve Sare. Müslümanların cemaatı işte bunlardı. Bunlardan başka yeryüzünde Allah’ı zikreden yoktu. Bunda, çokluğa güvenen ve eğitimin fonksiyonunu ihmal edenler için ibretler vardır.[10]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 216,217.

[2] Taberi-Tarih c.1, s.124-125; İbn.Esir-Kâmil c.1, s.100; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.160.

[3] İbn.Esir-Kâmil c.1, s.92; Peygamberler Tarihi, M.Asım Köksal, Diyanet Vakfı Yayınları: s.160.

[4] Taberi-Tarih c.1, s.125; Salebi-Arais s.78-79; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.160.

[5] İbn.İyas-Bedayiüzzühur s.86; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.160.

[6] İbn. Sa’d-Tabakat c.1 s.46. M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.160.

[7] İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.46; Taberi-Tarih c.1, s.159-160; İbn. Asâkir-Tarih c.2, s.147; Mes’ûdi-Ahbaruzzaman s.180; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.160.

[8] Taberi-Tarih c.1, s.125; Sâlebî-Arais s.79; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.160.

[9] İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.46; Taberi-Tarih c.1, s.159-160; İbn. Asâkir-Tarih c.2, s.147; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.161.

[10] M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 219.

dildade 05-23-2008 01:21

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İbrâhim as.’ın Hz. Sâre Yüzünden Başı Dertte :
Nemrud’dan kaçmayı Allah’ın yardımıyla başaran Hz.İbrâhim, amcasının kızı olan hanımı Hz. Sâre[1]

ile birlikte Mısır tarafına yolculukları devam ederken "Erdün" kasabasına gelmişler; şehrin kralı ile aralarında ilginç bir hadise geçmiştir. Ebu Hureyre, Peygamber (s.a.s)'den rivayet etmiştir. Hz. Peygamber şöyle anlatmıştır: İbrâhim (a.s) hanımı Sâre ile birlikte bir şehre gelmişlerdi. O şehirde bir kral veya zâlim bir idareci vardı. (Mısır da ilk Fravunlardan, Totis hüküm sürmekteydi. Totis, babasını, öldürüp tahtına oturan, mütegallibe, zorba, atılgan, korkunç, hiddetli ve cezası şiddetli bir Fravun idi.) Bu zâlime ( şehrin giriş kapısındaki müfettişler, giderek.) "İbrâhim, yanında çok güzel bir kadınla şehre girdi" diye haber gönderdiler.

Kral "ey İbrâhim! yanındaki kadın neyin, kimindir?" diye sordurdu.

İbrâhim;”(din) kardeşimdir" dedi. Sonra Sâre'ye gelip

"sakın beni yalancı çıkarma, ben bunlara seni kız kardeşimdir dedim. Allah'a yemin ederim ki, yeryüzünde benden, senden başka iman eden hiç kimse yoktur" buyurdu.

Sâre kralın yanına gelince kral (ona kötülük yapmaya) teşebbüs etti. Hz. Sâre kalktı abdest aldı, namaza durdu. Sonra şöyle dua etti:

"Yâ Rab! Ben sana ve senin peygamberine iman ettimse, ben kadınlığımı zevcimden başkasına karşı koruduysam (ki şu ana kadar böyleydim) benim üzerime şu kâfiri musallat etme".

Kralın nefesi boğuldu; ayağıyla yere vurarak çırpınmaya başladı. Bunun üzerine Sâre;

"Allahım şayet bu adam ölürse bunu bu kadın öldürdü denilir." diye dua etti. Bunun üzerine adam rahatladı.

Bu hadise üç defa tekrarlandı. Bunun üzerine melik etrafındakilere “siz bana şeytan göndermişsiniz Bu kadını İbrâhim (a.s)'e gönderiniz. Hâcer'i de Sâre'ye veriniz" dedi.

Bunun üzerine Sâre Hz. İbrâhim'in yanına gelerek ona (olayı anlattı) ve "Anladın mı! Allah kâfiri zelil etti; bana bir cariyeyi de hizmetçi verdi" dedi.[2]

İbrâhim (a.s), o ülkeden ayrıldıktan sonra pek çok yer gezdi. Sonunda Şam'da karar kıldı. Orada kendisine inananlar günden güne arttı. İbrâhim (a.s)'e inananların oluşturduğu kitleye "İbrâhim milleti" adı verildi.

İbrâhim (a.s)'in bundan sonraki yaşantısı Lut (a.s), İsmail (a.s) ve İshak (a.s) ile birlikte geçti. Bunlar hakkında Allahu Teâlâ şöyle buyurur: “Onları buyruğumuz altında, insanları doğru yola götüren önderler yaptık; onlara iyi işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize kulluk eden kimselerdi[3]”[4]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Ebu Bekir Cabir el-Cezairi, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/171-172.; Buhârî, Buyû, 100; Hibe, 36; Şamil İslâm Ans. c.3 İbrahim maddesi; Peygamberler Tarihi, M.Asım Köksal, Diyanet Vakfı Yayınları: s.162, 163.

[2] Buhârî, Buyû, 100; Hibe, 36; Şamil İslâm Ans. c.3 İbrahim maddesi; Peygamberler Tarihi, M.Asım Köksal, Diyanet Vakfı Yayınları: s.162, 163.

[3] Kur’an-ı Kerim: Enbiya, 21/73.

[4] Şamil İslâm Ans. c.3 İbrahim maddesi.

dildade 05-23-2008 01:21

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İslâmi Kaynaklara göre İbrâhim as.’ın Üç Tevriyesi[1] :
İbrahim as. onların putlarını rezil etme maksadına ulaşmak ve Cenab-ı Allah’ın hak olan dininin zafere ulaşması için konuşmada onlara tariz

Hz.İbrâhim’in, Mısır’da bulunduğu sırada can güvenliği kaygısıyla eşini kız kardeşi olarak tanıtması Tevrat’ta olduğu gibi[2] Kur’ân dışındaki İslâmi kaynaklarda da anlatılmaktadır.

Bu hadise göre İbrâhim üç defa yalan söylemiştir: Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "İbrâhim aleyhi's-salâtü ve's Selâm yalnız üç defa (te'vil ile başka bir manaya çevirerek) yalan söylemiştir. Bunların ikisi Aziz ve Celil olan Allah'ın zâtı ve rızası için: Birisi (putperestlere) "ben hastayım" demesi diğeri de "Belki putların şu büyüğü bu işi işlemiştir" demesi. Resulullah üçüncüsü için de şöyle demiştir: "İbrâhim günün birinde zevcesi Sâre ile birlikte azılı bir zalime uğramıştı. Kral "ey İbrâhim! yanındaki kadın neyin, kimindir?" diye sordurdu. İbrâhim (a.s) kardeşimdir" demiştir."[3]

Nakledildiğine göre Kıyamet günü insanlar, Hz.Adem’den başlayarak bütün peygamberlerden şefaat dileyecekler, fakat her peygamber diğerine gönderecek, Hz. İbrâhim de bu üç yalanı sebebiyle buna yetkili olmadığını söyleyip gelenleri Hz.Musâ’ya yollayacak, sonuçta sadece Hz. Muhammed şefaate yetkili olacaktır.[4]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Tevriyenin Manası: Lafzın zahirinde muhatabın anlamasına nisbetle yalancı olsa da, kişinin kendi tabiriyle kendine nisbetle sahih bir maksadı kasdetmesi ve yalancı olmamasıdır. Böyle bir durumda kişi tevriyeyi bırakıp doğrudan doğruya yalan söylese de haram değildir.; M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 202.

[2] Bkz. Tekvin, 12/11,20.

[3] Buhârî, Enbiya, 8; Diyanet Vakfı İslâm Ans. c.21 s.270; Peygamberler Tarihi, M.Asım Köksal, Diyanet Vakfı Yayınları: s.162.

[4] Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi c.21/272.

dildade 05-23-2008 01:21

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Hz.İbrahim’in Mısır’dan Ayrılışı :
Hz.İbrâhim, Irak’ta, Kildanilerin Ur kentinde doğmuş, orada vahye mazhar olmuş, kavminin putataparlığına karşı çıkanca Kral Nemrud onu ateşe attırmış, fakat Allah’ın buyruğu ile ateşin yakmadığı İbrahim, karısı Sâra, kardeşinin oğlu Lut as. ve kendisine inananlarla birlikte M.Ö.1800 yılları civarında önce Harran’a gelmiş, akrabalarının bir kısmını orada bırakarak kendisi, ailesi ve yeğeni Lut as. ile birlikte Ken’an iline (Filistin’e) gitmiştir. Bir kıtlık üzerine erzak bulmak için Mısır’a da gitmiş ise de tekrar Filistin’e dönmüş, o yörenin hükümdarı olmuştur. Tek Allah’a inananların atası sayılır. Bugün yaşayan üç ilahi dinin kurucuları, onun soyundan gelmişlerdir.[1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9/90.

dildade 05-23-2008 01:22

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Seb’in Yurt Edinilişi :
Hz. İbrâhim ile Zevcesi ve Câriyesi Mısır’ı terk edip Şam’a (Suriye’ye) hareket ettiği zaman Filistin ile Kudüs topraklarında arasında, Şam çölündeki es-Seb’e diye anlan yere varıp indiler.ti.[1] Kardeşinin oğlu Lut b. Haran da Mu’tefike’ye indi. Seb’den Mutefike’ye bir gün bir gecede gidilirdi. Allah Hz.İbrâhim’e bu sırada peygamberlik vermişti ve o Seb’ denilen yerde bir kuyu kazmış, bir de Mescid yapmıştı. Kuyunun suyu temiz bir kaynak suyu idi. Nihayet Seb halkı Hz.İbrâhim’e eziyet edince o buradan ayrıldı ve ayrılışını müteakip kuyunun suyu çekildi. Seb’ halkı Hz.İbrâhim’in peşinden gittiler ve ondan geri dönmesini istediler; Fakat Hz.İbrâhim geri dönmedi ve onlara yedi tane keçi vererek: “Bunları kuyunun başına götürdüğünüz vakit su tekrar ortaya çıkacak ve eskisi gibi temiz bir su kaynağı olacaktır. Bu sudan içiniz, fakat ay başı halindeki bir kadın buradan avucuyla su almasın.” dedi. Onlar keçileri alıp yola çıktılar, keçilerle birlikte kuyunun başına keçiler hem de kendileri içtiler. Nihayet ay başı adeti gören bir kadın gelip bu kuyudan avucuyla su alıncaya kadar bu sudan içmeye devam ettiler. Ancak bundan sonra kuyunun suyu eksilerek bu günkü halini aldı.[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.46-47; Taberi-Tarih c.1/127; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.166.

[2] İbn.Sa’d-Tabakat c.1/46-47; Taberi-Tarih, c.1/127; Salebi-Arais s.80; İbn.Esir-Kamil c.1-102; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.166.

dildade 05-23-2008 01:22

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İbrahim as.’ın Yeni Yurdu Filistin :
Hz.İbrâhim, Seb’den ayrıldıktan sonra Filistin toprağında, Remle ile ilya (Beytü’l-makdis) arasında bulunan “Katt” vela “Kıtt” diye anılan beldeye yerleşti.[1] Bu yeni yurdunda da, bir kuyu kazdı. Evine inen konukları, ağırladı. Konuk, konuklayanların ilki idi ve (Konukların Babası) diye de anılırdı. Yüce Allah, ona, rızık ve geçim bolluğu, servet ve hizmetçiler ihsan etti.[2]

Gurbetlerdeki davetçilerin nazarında akide, toprak ve çamurdan ibaret olan vatanlarından çok daha önemli, kavmin, aşiret ve aile efradından çok daha kıymetli olmalıdır. Sıkıntılardan dolayı sarsılmamaları, buraya (vatanlarına) olan teveccühlerinde, heva ve heveslerden sakınmaları, bu hususta Allah’a olan güven ve irtibatları daima kuvvetli olmalıdır. Kimbilir belki Cenab-ı Hak orasını fetheder.

Allahu Teala şöyle buyuruyor: “Allah yolunda hicret edeneler arzda sığınacak bir çok yerle ve genişlik bulurlar. Allah’a ve Rasülüne muhacir olarak evinden çıkan ve sonra kendisine ölüm erişen kimsenin mükafaatı Allah’a aittir. Allah, bağışlayıcı ve merhametlidir.”[3]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbn.Sa’d-Tabakat c.1/47; Taberi-Tarih, c.1/127; Salebi-Arais s.80; İbn.Esir-Kamil c.1-102; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.167.

[2] Taberi-Tarih c.1, s.127; Sâlebi-Arais s.80; İbn.Esir-Kâmil c.1, s.102; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.166-167.

[3] Nisa, 100.

dildade 05-23-2008 01:22

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Siz Halâ Hicret Etmediniz mi ?
"...(İbrâhim): 'Doğrusu ben Rabbim'e (emrettiği yere) hicret ediyorum. Şüphesiz O, azîzdir, hakîmdir; mutlak güç ve hikmet sahibidir' dedi.[1]"

"(İbrâhim:) 'Ben Rabbime gidiyorum. O, bana doğru yolu gösterecektir[2].”

Hz. İbrâhim, kendi kavmine Allah’ın dinini anlatmada hiçbir engel tanımamış, Nemrut’un zorbalığına boyun eğmemiş, her çeşit işkencelere mâruz kalmasına rağmen yolundan dönmemiştir. Fakat onun bütün gayretleri dünyevî bir netice doğurmamış ve toplumunu küfür bataklığından çekip kurtarmaya yetmemiştir. Artık netice belli olmuştur; kavmi kendi sapıklıkları istikametinde gitmektedir. Hz. İbrâhim de tevhid üzere yoluna devam etmektedir. Hz. İbrâhim, kavminin iman etmesine ihtimal kalmadığını anlayınca, sapıklık ve şirk diyarından uzak kalmak amacıyla, her şeyiyle yalnız Allah’a kulluk edebilmek için hicret etmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kim diniyle bir yerden bir yere hicret ederse, gittiği yer, bir karış yer de olsa, Cennette İbrâhim ve Muhammed (s.a.s.) onun arkadaşı olur.”

“Muhâcir, Allah’ın kendisini nehyettiği şeylerden hicret eden/uzaklaşan kimsedir.”

İbrâhim (a.s.) ve ona uyan mü’minlerde dünya-âhiret dengesine dair güzel numûneler vardır. Kur’ân-ı Kerim’de, Rabbimiz tarafında övgü ile dile getirilen bu tercih, onların âhiret bilincini kuşanmış olmalarından güç almaktadır. Onlar “putperest toplumdan berî/uzak olma” ilkesini kendileri için tavır olarak belirlemişlerdir. Müşriklerin değer verdiği şirk unsurlarını inkâr etmişler, kötülüğe olan ilgilerini düşmanlık ve nefretle karşılamışlardır.

Toplumun kirliliklerinden kesin bir beraat ile Allah’a hicret eden İbrâhim (a.s.) ve arkadaşlarında, âhiret gününü korku ve ümit ile bekleyen bütün zamanların mü’minleri için “müşrik toplumun kirliliklerinden berî olup onlardan tam bir kopuş ile uzaklaşmak” hususunda -güzel örnek bulunmaktadır. "İbrâhim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: 'Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz/reddediyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık, nefret ve öfke belirmiştir...[3]"

Allah’a ve âhiret gününe gönülden iman edenlerin, İbrâhim (a.s.) ve arkadaşları gibi, birlikte yaşadıkları halkın olumsuz değerlerinden kesin bir kopuşla ayrılıp beraat ilân etmeleri gerekir. Öte yandan ahlâkî hicret ile kendisini arındıran mü’minler, Allah’a ve âhirete öncelik vermelerinden dolayı gerektiğinde bulundukları şehirleri ve ülkeleri dahi terk edebilmelidirler. Çünkü Allah yolunda kararlı bir şekilde mücâdele edip zulüm diyarını terk eden muhâcirlere, hem bu dünyada hasene/güzellik, hem de âhirette güzellik vaad edilmiştir.[4] İster mânevî olarak günahların ve kötülüğün yurdundan uzaklaşmak anlamındaki hicret olsun, isterse mekânsal hicret olsun bu göç, çok büyük Rabbânî bereketlerle donatılmıştır. İbrâhim (a.s.)’in şirkten ve şirk değerlerinden i’tizâl edip uzaklaşmasının nasıl büyük ilâhî lütuflara yol açtığı uzun uzun mübîn olan kitabımız Kur’an’da anlatılmaktadır.

Meryem sûresinde İbrâhim (a.s.) ile müşrik babası arasında geçen uzun ve hikmetli konuşmaya yer verilmektedir. Bu âyetlerde ifade edildiğine göre müşrik babasının kendisini çağırdığı yozlaşmaya karşı hicret eden bu hanîf genç, şirkten i’tizâl etmiştir. İ’tizâl, mânevî hicret ile eş anlamlı bir kelime olup; ayrılmak, uzaklaşmak, berî olmak demektir. Müşrik toplumun değer verdiği, ama asla bir kıymeti olmayan tapınma ve sömürme aracı olan putlardan Allah’a i’tizâl/hicret eden, sonra da ıslah olmamakta direten toplumun yaşadığı diyarı terk ederek mekânsal olarak da onlardan ayrılan İbrâhim (a.s.)’in, çağları aşan örnekliği Kur’an’da şöyle anlatılmaktadır:

"Bir zaman o babasına dedi ki: 'Babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin taparsın? Babacığım! Hakikaten sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Öyle ise bana uy ki, seni düz yola hidâyet edip çıkarayım. Babacığım! Şeytana kulluk etme! Çünkü şeytan, çok merhametli olan Allah'a âsi oldu. Babacığım! Allah tarafından sana azap dokunup da şeytanın yakını olmandan korkuyorum.’

(Babası:) 'Ey İbrâhim! dedi; sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni kovar, taşa tutarım! Uzun bir zaman benden uzak dur!’

İbrâhim: 'Selâm sana (esen kal)' dedi, Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim. Çünkü O bana karşı çok lütufkârdır. Sizden de, Allah'ın dışında taptığınız şeylerden de i’tizâl ediyorum/uzaklaşıyorum ve Rabbime yalvarıyorum. Umulur ki (senin için) Rabbime duâ etmemle bedbaht (emeği boşa gitmiş) olmam.’ Nihayet İbrâhim onlardan ve Allah'tan başka taptıkları şeylerden i’tizâl edince/uzaklaşınca (hicret ettiği zaman) Biz ona İshak ve Ya'kub'u bağışladık/verdik ve her birini peygamber yaptık.[5]"

Her mü’min, muhâcirdir. Allah’a iman etmek, şeytanî olan her şeyden hicret etmek demektir. Bu yönü ile, yaşadığı şehri hiç değiştirmemiş bir peygamber veya herhangi bir mü’min bile muhâcir sayılmalıdır. Ahlâkî hicret de diyebileceğimiz bu ibâdetin zamanını, zeminini beklemeye hâcet yoktur. İman eder etmez hemen işe koyulmaktır, nefsi kötülüklerden arındırmaktır, nihâî gâye. Toplumun kirliliklerine bulaşmamak, günahlardan kaçınmak, mânevî pisliklerden uzaklaşmaktır, en büyük amaç. Ahlâkî hicret; mânevî kirliliklerin sembolü olan putlara uzak durma konusunda sebat edip, onlarla cihadı sürekli kılmaktır. Bu cihadın amacı, öz benliklerimizde ve toplumsal yaşamın içinde var olan bütün mânevî pisliklerden berî olmaya devam etmektir. Kısacası, mânevî hicretin genel ilkesi; “halk içinde, ama Hakka uygun yaşamaktır.”

Mânevî hicret; mekânsal göçten ve kıtal cihadından önce gerçekleştirilmesi gereken kutlu bir tavırdır. İnsanların hayatında rastlanan şeytanî her hale, her davranışa, her görüntüye karşı alınması gereken bir duruştur mânevî hicret. Bu duruş, büyük bir cihaddır. Öyle ki, iç ve dış diye bölünüp parçalanamayacak bir bütünlük, bir karşı koyuştur. İç âlemimizde ve dış dünyamızda ne kadar kötülük varsa onlardan kaçınmak, her tür şerden ve şer taraftarından hicret ederek uzaklaşmaktır. Ancak bu uzaklaşmadır, bizi Allah’a yaklaştıracak olan.

“Muhakkak ki iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler, işte onlar Allah’ın rahmetini umabilirler.[6]”

“Odur, doğunun da batının da Rabbi. O’ndan başka ilâh yoktur. Öyleyse yalnız O’na yönel, O’nu vekil kıl, O’nun himâyesine sığın. Halkın senin aleyhinde söyleyebileceği her şeye sabırla tahammül et ve onlardan uygun bir şekilde hicret et/uzaklaş![7]”

“Ey yalnızlığına bürünmüş olan! Kıyam et/kalk ve uyar! Rabbinin büyüklüğünü ve yüceliğini an! Elbiseni/özbenliğini temiz tut! Ve ruczden/bütün pisliklerden hicret et/kaçın![8]”

Öteki dünyaya kesin iman eden mü’minler, maddî kazançlar umarak Allah’ın gazabına uğramış zâlim toplumlarla dostluk kurmamalıdırlar. Çünkü ilâhî hoşnutluktan nasibi olmayan kimselerle dost olmak, “sürekli hicret” bilincine sahip olan mü’minlere yakışmaz. Mü’minler onları terk ederek Rabbânî hoşnutluğun elde edilebileceği güzel ameller yurduna hicret etmelidir.

Dünya ile âhiret arasında tam tercih yapamayan, kâfirlerle yardakçılık mânâsında ilişkiler kuran, münâfıklarla yârenlik eden yarım gönüllü, kararsız ve kişiliksiz insanları velî edinmek biz mü’minler için haramdır. Onlarla bizim aramızda güzel bir ayrılışla öte yanına geçtiğimiz hicret duvarları vardır. Değil mi ki, Allah’ın gazabına uğrayan bir toplum ile dostluk kurmak “kötülükten hicret etmemek” anlamına geldiği için, mü’minlere yasaklanmıştır. Öyleyse, şeytanî olan her şeyden, tüm haramlardan hicret etmek lâzımdır. “Sürekli hicret şuuru” ilâhî rızâdan nasibi kalmamış kimseleri terk etmeyi gerektirir. Kur’an’a kulak verelim:

“Ey mü’minler! Allah’ın gazabına uğrayan toplum ile dost olmayın! Onları dost edinenlerin öteki dünya ile ilgili hiçbir ümitleri kalmamıştır. Tıpkı kâfirlerin (şimdi) mezarlarında yatanları tekrar görme ümitlerini kaybetmiş bulunmaları gibi[9].”[10]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Ankebût: 29/26.

[2] Sâffât: 37/99.

[3] Mümtehıne: 60/4.

[4] Nahl: 16/41.

[5] Meryem: 1942-49.

[6] Bakara: 2/219; Tevbe: 9/20.

[7] Müzzemmil: 73/9-10.

[8] Müddessir: 74/1-5.

[9] Mümtehine: 60/13.

[10] Furkan Eren, Siz Hâlâ Hicret Etmediniz mi?, Haksöz, sayı 114 (Eylül, 2000).

dildade 05-23-2008 01:23

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İbrahim’in Tağutu ile Asrımızın Tağutları Arasında Bir Karşılaştırma :
İbrahim’in tağutu dedi ki, “Ben de diriltir ve öldürürüm.” Yani dilediğimi öldürürüm ve dilediğime de idamla hükmeder, sonra onu affederim. “Ben öyle biriyim ki gökleri, yeri, insanı, hayvanı ve nebatı ben yarattım” demedi.

Asrımızın tağutları ise; dilediklerini öldürüyorlar ve dilediklerini de idama mahkum edip sonra affediyorlar. Bütün bunların üstünde de kendi nefislerinden Allah’a ortaklar edinmişlerdir. Çünkü onlar kanunlar ve şeriatlar koymuşlardır. Ve bunların tamamının Alllah’ın haklarından değil de kendi haklarından olduğunu iddia etmişlerdir. İbrahim as.’ın tağutu uzun seneler O’nun hakkında konuşmadı, sustu. İbrahim as.’ın bu müddet içerisinde devamlı kavminin ilahlarını kötülüyor ve Nemrud’un tuğyanını her tarafta konuşuyordu. Bundan dolayı tağut İbrahim as.’la münazarayı kabul etti. Uzak ve yakından herkesin şahit olduğu münazara bitti, İbrahim as. muzaffer oldu ve zalimin meclisinden afiyetle sağ salim çıktı.

Ama asrımızın tağutları; ağızları kapatıyorlar ve hürriyetleri kısıtlıyorlar, insanalara baskı yapıyorlar. Liderlerden herhangi birine hücum eden birkaç gün ya da birkaç saat kendisini karanlık hapishanede buluyor. Ailesi ve akrabaları onu sorduklarında cevap bulamıyorlar. Mücerret olarak kendilerine sor sormaktan men etmeseler de, tağutla münazaraya gelince bundan daha büyük bir cürüm yoktur.

Bundan dolayı biliyor ve anlıyoruz ki, asrımızın tağutları baskı ve zulüm bakımından İbrahim as.’ın tağutundan çok daha şiddetli ve çok daha fazladırlar.[1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 187,188.

dildade 05-23-2008 01:23

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İbrahim as. Örneğinden Almamız Gereken Üç Misyon :
Birincisi: Onlardan (Allah’a şirk koşanlardan) ve Allah’tan başka ibadet ettiklerinden beri olmak (yüz çevirmek).

İkincisi: Onları reddetmek.

Üçüncüsü: Onlar tek olan Allah’a inanıncaya kadar düşmanlık ve buğzu başlatıp sürdürmek, bunu ebedi olarak açıkça ve üst seviyede söyleyerek ilan edip açıklamak. İşte bu, kendileriyle kavimleri arasındaki ilişkiyi kesmede en ileri bir derecedir.

Buna ilaveten, ebedi bir düşmanlık ve buğzun başlamasındaki yegane sebep, küfrün ta kendisidir. Eğer onlar bir tek olan Allah’a inansalar, bunların tamamı aralarında son bulur.[1]

İbrahim as.’ın babası için istiğfar etmesine gelince, o daha babasını davetteki ilk dönemindeydi. İbrahim as. babasının şirk üzere ısrar etmesini beklemiyordu. Ve zaten sadece onun için hidayet temenni ediyordu. Cenab-ı Hak: “İbrahim’in babası için istiğfarı, ona söylediği bir vaadden dolayı idi. Babasının Allah’ın düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca ondan uzaklaştı. İbrahim cidden çok niyaz eden ve çok halim selim bir insandı.”[2] Buyurmaktadır.

İbrahim as. babasından beri oldu, yüz çevirdi. Tıpkı Nuh as.’ın hanımından ve oğlundan beri olduğu ve Rasûullah Sallahu Aleyhi Vessem’in en yakın müşrik akrabalarından yüz çevirip beri olduğu gibi. Üstad Seyyid Kutub bu ayeti-i Kerimelerin tefsirinde şöyle diyor: “Müslüman, İbrahim as.’ın kıssasına bakarken O’nun asıl bir nesebi olduğunu, uzun bir geçmişinin bulunduğunu ve hayatının zaman boyunca uzanıp gelen güzel bir örnek olduğunu görür. Sadece İbrahim as.’ın inancı konusunda değil; bilakis karşılaştığı tecrüberinde de bunu görür. Neticede müslüman, O’nun büyük bir tecrübe birikimi olduğu şuuruna varır ki, bu birikim kendi şahsi tecrübe birikiminden ve içinde yaşadığı neslin tecrübelerinden daha da büyüktür. Bu taife Allah’ın dinine inanarak zaman boyunca uzanıp gelirken O’nun koruyuculuğunda ve himayesindedir. Bazen olur ki müslüman yaşamakta olduğu olayın aynısı daha öncede geçmiştir. Bazen de bu taifenin tecrücbesi öyle bir kararda son bulur ki, o kararın aynısını ve bu tecrübeyi bugün herhangi bir müslüman da elde etmiştir. Çünkü yeni veya ilk defa ortaya çıkan bir şey değildir. Ve mü’minlere meşakkat veren bir külfet de değildir... Sonra müslümanın uzun ve geniş bir ümmeti vardır ki kendisiyle inancının düşmanları arasında irtibatlar yeşermeye başladığında, o, bu ümmetle birlite akidede buluşur ve o akideye döner. Çünkü müslüman, bu yüce, geniş, derin, köklü, pek çok dalları olan tam ve mükemmel gölgeli ağacın bir dalıdır. Öyle bir ağaç ki ilk müslümanlar bu ağacı dikti... İbrahim de, (as.)...”[3]

İşte iman, muttakilerin imamı olan İbrahim as. ile, şekli en çirkin bir hale döndürülmüş olarak helak olanlardan babası Âzer’in arasını, işte böyle ayırdı.

Ebu Hureyre’den, radıyallahu anh, gelen bir rivayete göre Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurudu: “Kıyamet günü İbrahim babası Âzer ile, yüzünde korku ve toz toprak olduğu halde karşılaşır. Ve İbrahim ona der ki: Ben sana, bana asi olma demedim mi? Babası da O’na der ki: Bugün sana isyan etmeyeceğim. İbrahim der ki: Ey Rabbim, muhakkak, insanların haşrolunduğu günde beni rezil etmeyeceğini bana vaad ettin. Peki, uzaklaştırılmış (rahmetten kovulmuş) babamın rezilliğinden daha büyük rezillik mi var? Bunun üzerine Cenab-ı Hak da buyurur ki:

“Ben Cennet-i kafirlere haram ettim.” Sonra İbrahim’e denilecek ki: Ey İbrahim, ayaklarının dibinde ne var? O da bakar ki kesilmiş, pisliklere bulaşmış bir hayvan. Derken o hayvan sırt kısmından tutulap Cehennem’e atılır.” [4]

Hafız İbn-i Hacer diyor ki: “İbrahim bin Tahman’ın rivayetinde ise; Cenab-ı Hak İbrahim’in babasını İbrahim’den alır ve O’na; “ey İbrahim baban nerede?” diye sorar. O da: “Sen onu benden aldın” der. Cenab-ı Hak da “aşağıya bak” der. O da bakar ki bir kurt, leş kokulu ağzıyla toprağı karıştıryor, pis salyaları etrafa dağılıyor.”

Ve Eyyub’un rivayetinde ise; “Cenab-ı Hak İbrahim’in babasını ayıı şekline koyar. İbrahim de o leşin pis kokusundan nefret ettiğinden parmaklarıyla ayının burnundan tutar. O anda Cenas-ı Hakk O’na, “Ey kulum, o senin babandır” der. İbrahim de “senin izzetine yemin olsun ki bu benim babam değildir, der.”

Said’in rivayet ettiği hadiste de: “Cenab-ı Hak onun şeklini çok kötü bir surete çevirir ve kokusu ise iki tane sırtlan suretinde etrafa yayılır. İbn-i Münzir de bu son veche şunu ilave eder: İbrahim babasını bu şekilde gördüğünde ondan yüz çevirir ve der ki, sen benim babam değilsin.”

Hafız İbn-i Hacer devamla der ki: “Deniliyor ki, babasının suretinin böyle değiştirilmesindeki hikmet; İbrahim’in kendisi dahi ondan nefret etmesi ve kendi suretinde Cehennem’de kalıp bundan İbrahim’de bir üzüntü bırakmaması içindir.”[5]

İbrahim ki, Halilür Rahman olduğu halde, Kıyamet gününde babasına hiçbir fuayda sağlayamıyorsa, onu ebedi olarak Cehennem ateşinde yaanmaktan kurtaramıyorsa!.... Cenab-ı Hak İbrahim’in lisanı üzere şöyle buyuruyor: “Ne peygambere ne de mü’minlere akrabaları bile olsa, onların Cehennem ehli oldukları muhakkak meydana çıktıktan sonra müşrikler için istiğfar etmeleri doğru ve caiz değildir.”[6]

Peki bazı insanalar ne oluyor ki, evliyaların ve salihlerin kabirlerini ziyaret için izel olarak seyahatlar yapıyorlar, o kabirlerin etrafında tavaf ediyor, o kabirler için kurban kesiyor ve Allah’tan başka hiç kimsenin günün yetmeyeceği şeyleri ölülerden istiyorlar. Kabirlere tapanlar, duanın da bir ibadet olduğunu ve sadece Allah’a yapılacağını unutuyorlar. Allah’ın Nebileri ve evliyaları ise hiç kimseden herhangi bir zararı gidermeye malik değildir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

“De ki: Allah’tan başka ilah oldukları zannetiğinizi çağırın. Onlar, sizden bir zararı gidermeye ve değiştirmeye güç yetiremezler. Gerçek şu ki, onların o taptıkları da Rabb’lerine –hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar. O’nun azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkunçtur.”[7]

Şunu söylemek de çok yerinde olacaktır. Muhakkak Kureyş müşrikleri Allah’a inanıyorlar ve putların kendilerini Allah’a yaklaştırdıklarına inanıyorlardı. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “...O’ndan başka mabud edinenler; “biz bunlara ancak bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz” derler.”[8]

Muhakkak ki Allah’ın indindeki mes’uliyet tektir ve her nefis kazancına göre rehindir. Ahiret’teki kurtuluş mihveri ise; Peygamber as.’ın getirdiği üzere sahih bir iman ve imanın gereği salih amel iledir. Yoksa şahıslara, evliya ve Enbiyalara ibadette değildir. Şefaat ise, ancak Cenab-ı Hakk’ın izniyle olur.

Müşrikler küfürleri üzeri ölürlerse, Allah onları bağışlamaz ve hiçbir şefaatçının şefatı da asla fayda vermez.[9]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Edvau’l-Beyan, c.8, s.138; M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s.162.

[2] Kur’an-ı Kerim: Tevbe, 9/113.

[3] Seyyid Kutub, Fi Zilalil Kur’an, c.2, s.62.

[4] Buhari Sahih’inde rivayet etmiştir. Fethü’l Bari, 7/197, El-Ebad (uzaklaştırılmış) babasının sıfatdır. Çünkü Cenab-ı Hak’dan (Rahmetten) çok çok uzaktır. Ve denildi ki, o helak oldu da onun için ona bu sıfat verilmiştir.

[5] Fethu-l Bari, c.10, s.115 ve c.7, s.197; M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s.165.

[6] Kur’an-ı Kerim: Tevbe, 9/113

[7] Kur’an-ı Kerim: İsra, 56,57.

[8] Kur’an-ı Kerim: Zümer, 39/3.

[9] M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 166, 167.

dildade 05-23-2008 01:23

Hazreti İbrahim (a.s)
 
I. BÖLÜM: İBRAHİM AS.’IN SINANMASI
1. İbrahim Aleyhisselâm’ın Gücü ve Cesareti :
İbrahim as.’ın hayatı; babası, kavmi ve Nemrud’la yaptığı münazaraların çokluğuyla özellik arzetmektedir. Bütün bu münazaraların tamamında da hasımlarının ağızlarını hak ile kapatıyor, kat’i deliller ile onların dillerini (ağızlarını) dizginliyor. Bundan öte, İbrahim as. kavmine karşı istidrac metodunu (akıllarına göre derece derece ve yavaş yavaş) uygulardı. Sonra onlara çeşitli planlar uyguluyor, O’na karşı hiçbir şey yapmıyorlardı.

Aralarında suçluyken birden bire yargı makamı olur, onlar sanık durumuna düşerlerdi. Yarışın ipleri (dizginleri) hep O’nun elindeydi. Öyle ki, mücadele zamanını ve yerini onlara İbrahim as. tayin eder, sonra da aralarından muzaffer olarak çıkardı. Cenab-ı Hakk’ın tebliğiyle emrettiği hücceti onlara hakkıyla anlatmış ve tebliğ vazifesini ifa etmiştir.

Nemrud’la münazarasından bahseden ve delileri Nemrud’a hakkıyla göstermesinden sonraki durumu anlatan şu ayete bak: “Ve kafir şaşarıp kaldı”[1]

Bir de delil kendilerini çaresiz bıraktıktan sonra İbrahim as.’ın kavminin zayıf halini ortaya koyan şu ayet: “Bunun üzerine vicdanlarına dönüp kendi kendilerine: Şüphesiz zalimler sizsiniz, dediler. Sonra başlarını önlerine eğerek; buunların konuşamayacaklarını sen de bilirsin, dediler.”[2]

İbrahim as.’ın gücünün sebebi baştan sonuna kadar Cenab-ı Hakk’a aittir. Allahu Teâla, İbrahim as.’a ikna etme gücünü ihsan buyurmuştur: “Bunlar, kavmine karşı, İbrahim’e verdiğimiz hüccetimizdir. Dilediğimizi derece derece yükseltiriz. Muhakkak ki senin Rabb’in Halim ve Alîmdir.”[3]

Şüphesiz ki Cenab-ı Hak kullarına ve Peygamberi İbrahim’e ihsan buyurduğu mevhibeleri (kendi katından verilenleri) en iyi bilendir. İbrahim as. geniş kalpli ve halis niyetliydi.... İşte bundan dolayı bütün insanlar O’nun aleyhinde olsalar da, kendisiyle birlikte hanımı ve kardeşinin oğlundan başka hiç kimse olmasa da, O, kavminin arasında başlı başına bir ümmet idi.

Buna mükabil zamanımızda, milyonlarla ifade edilecek kadar pek çok davetçi buluyoruz fakat, bunların tamamı İbrahim as.’ın kuvveti seviyesinde olamamışlardır.

Bu da, meselenin keyfiyyeti, (niteliği) olup, kemmiyyet (sayı) meselesi olmadığını kuvvetle izah ve ispat eder.
Kendisinde halis niyet, engin bir ilim ve geniş bir vukufiyetle meselelere çözüm getirilebilecek gücün ve hakkı haykırabilecek cesaretin toplandığı davetçiler gerçekten çok azdır.

Bazen de sadık mücahidler olur; fakat ilimlerinin azlığından ve dinin hükümlerini kuşatamadıklarından olayları karıştırırlar.

Bazen de isim sahibi olur; fakat hakkı haykıramaz...

İyi bilin ki, İslâm ümmeti, İbrahim as.’ı örnek alacak, her yer ve zamanda Allah’ın hüccetini kullarına gösterecek bununla karşılarına dikilecek erlere acele ihtiyaç vardır. Böyle erlere ne kadar da muhtacız.[4]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: 2/258.

[2] Kur’an-ı Kerim: 64,65.

[3] Kur’an-ı Kerim: En’am, 83.

[4] M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s.251-253.

dildade 05-23-2008 01:24

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Allah-u Teala’nın Nimetini Tamamlaması :
“Rabbin seni böylece beğenip seçecek, sana rüya yorumuna dair bilgi öğretecek, nimetini daha önce ataların İbrâhim ve İshak’a tamamladığı gibi, sana ve Yakub oğullarına da tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabbin her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[1]

Meâl/ Tefsiri:

“Demek ki, Rabbin seni böylece onbir yıldız, güneş ve ayı sana secde ettirdiği gibi, gönülden itaat eden kullarından olasın diye beğenip risalet görevine seçecek, sana meselelerin, olayların tahlilini, ilmi esaslara dayalı yorumunu, akıl yürütmeyi, rüya yorumuna dair bilgileri öğretecek ve daha önce ataların İbrahim ve İshak’a nimetini, peygamberliği ve devletini tamamladığı gibi seni rasul yapmakla, senin ve Yakup ailesinin üzerindeki lütuf ve nimetini, peygamberliği ve devletini tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabbin gizli açık her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olan, her şeyi yerli yerinde yapandır.”[2]

Süleyman Ateş diyor ki: “Bu ayette Hz. Yakub’un oğlu Yusuf’a atası İbrâhim’e ve İshak’a nimetini tamamladığı gibi kendisine de nimetler vereceğinin, olayların yorumunu öğreteceğini söylediği anlatılmaktadır.”[3]

Ebu Bekir Cabir el-Cezairi diyor ki: “Hz. İshak, Hz. Yusuf’un dedesidir. Hz. İbrahim ise Yusuf’un dedesinin babasıdır. Yüce Allah bunlara büyük nimetler bahşetmiştir. Bu nimetlerin en göz kamaştırıcıları ise peygamberlik nimetidir.” [4]

Mahmut Toptaş diyor ki: “Peygamberlik insanların seçimiyle olmaz. İnsanları yaratan, yaşatan ve yöneten Rabbin seçimiyle olur. İlimde demokrasi olmadığı gibi dinde de demokrasi olmaz. Bir tane ilim adamı “Su, iki hidrojen bir oksijenden meydana gelir.” dese, milyonlarca insan da: “Hayır biz bu görüşü kabul etmiyoruz” deseler halkın sözü değil, alimin sözü doğrudur. Ama ucuz politikacılara göre yanlışta ısrar eden çoğunluğun dediği doğrudur.

Yusuf’u (a.s.) Mısır’a peygamber olarak seçen Allah’tır. Bugünkü toplumların, milletlerin de en hayırlısının Muhammed ümmeti olduğunu Allah haber vermiştir[5].Yusuf’un Mısır’ı müslüman yaptığı gibibu ümmet de dünyanın İslam’a göre yönetimini sağlayacaktır. İnşaallah.”[6]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: Yusuf, 12/6.

[2] Abdulvahid Metin, Meal/Tefsir Aynı Ayet.

[3] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9/95.

[4] Ebu Bekir Cabir el-Cezairi, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/221.

[5] Al-i İmran: 3/110.

[6] Mahmut Toptaş, Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/124.

dildade 05-23-2008 01:24

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İbrâhim as.’ın Sünnet (Hıtan) Oluşu :
Erkek üreme organının da bilinen o deriyi (gufle)’yi kesilmesine hitan denir. Kur'ân'da "Sünnet" (hıtan) ile ilgili bir âyet bulunmamakla birlikte, müslümanlığın simgesi olarak kabul edilmiştir. Geçmişi Hz. İbrâhim'e kadar varan sünnet, câhiliye devri arapları arasında da devam edegelen bir âdetti. Araplarda hem kadın hem de erkekler sünnet edilirdi. Erkeğin sünneti için "hıtan" kadınların sünneti için "hafd" kelimesini kullanmaktaydılar.[1]

Günümüzde sünnet tıbbî ve geleneksel olmak üzere iki amaçla yapılmaktadır. Tıbbî olanı şüphesiz bazı hastalar için zorunlu görülen bir operasyondur. Geleneksel olanı ise Hz. İbrâhim’in insanlığa bıraktığı bir adettir ve bugün yaygın olarak “Sünnet” tabir edilmektedir.

Bu adet, Yahudiler’in kaynaklarında, Tanrı, Yahova ile Peygamber İbrâhim arasında, İsrailoğulları’nın seçilmişliği hususunda yapılan ittifakı temsil eden bir sembol olarak gösterilir. [2]

Tevrat’ın İbrâhim’in sünnet olması hakkında söyledikleri yıl itibariyle farklılık gösterir. “Ve Allah İbrâhim’e dedi : Aranızda her erkek sünnet olunacaktır. Ve gulfe etinizden sünnet olunacaksınız; ve sizinle benim aramdaki ahdin alameti olacaktır. Ve aranızda evde doğmuş, yahut senin zürriyetinden olmayıp her yabancıdan para ile satın alınmış olan sekiz günlük her erkek çocuk nesillerinizce sünnet olunacaktır. Ve ahdim, ebedi bir ahid olarak sizin etinizde olacaktır.”[3]

İsa (a.s)'ya kadar böyle devam etmişken sonradan hıristiyanlar bu âdeti bozmuş ve "hıtan", kalbin guflesini (kalbi bürüyen perdeyi) atmaktır, şeklinde yanlış bir yorumla sünneti bırakmışlardır.[4]

Netice olarak diyebiliriz ki, Yahudiler hitan Tanrı tarafından seçilmiş olmaktan dolayı üstün ırk olmanın bir sembolü görüp onu sürdürmeyi dini bir vecibe sayarak, ifrada düşmüşlerken, Hıristiyanlar onu tamamen iptal ederek tefrite varmışlarıdır.[5]

Sünnet olmayı, İbrâhim as.'ın sınandığı kelimeler arasında sayan müfessirler, ilk sünnet olanın İbrâhim as. olduğunu; onun, 120 yaşında sünnet olduğunu, ondan sonra seksen yıl yaşadığını söylüyorlar. Bu konuda rivayet edilen hadisler arasında karışıklık vardır. Şöyle ki;

Abdu'r-Razzak'ın Ebu Hureyre'den çıkardığı hadise göre İbrâhim 120 yaşında iken sünnet olmuş; Müslim'in yine Ebu Hureyre'den çıkardığı daha sağlam bir hadise göre de İbrâhim as. 80 yaşında iken sünnet olmuştur.

İbrâhim as. Kadum veya Kaddum (Keser) ile kendisini sünnet etmiş, bundan sonra da, seksen yıl daha yaşamıştır. İbrâhim as. ilk sünnet olan insandı. İbrâhim as.'ın, Amâlikalılarla yaptığı savaşta, iki taraftan pek çok ölenler olup kendi adamlarını gömmek için tanıyamadığından, müslümanlık alameti olmak üzere sünnetle emrolunduğu da, rivayet edilir.[6]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Şamil İslâm Ansiklopedisi cd. Sünnet Maddesi c.5.

[2] Bkz. Tesniye, 30/6; Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş, Beyan Yayınları: s.49.

[3] Tekvin 17/9,13, 22,26; Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9/137.

[4] Buhari, Tecrid-i Sarih Tercümesi, IX, 112; Şamil, İslam Ansiklopedisi, Sünnet Maddesi c.5.

[5] Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş, Beyan Yayınları: s. 50.

[6] Şamil İslâm Ans. Sünnet Maddesi c.5; Kur’an Ans. Süleyman Ateş c.9 s.136; Kurtubi el-Câmi c.2, s.99.

dildade 05-23-2008 01:25

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Sünnete Aid Bazı Hükümler :
Sünnet olayı; "bir canlıya acı çektirmek, ancak o canlıya yarar sağlar ve yarar canlıya çektirilen acıdan fazla olursa caizdir" şer'i kaidesine dayanmaktadır.

Peygamberimiz (s.a.v) bir başka hadislerinde şöyle buyuruyorlar: "Dört şey var ki, bunlar peygamberlerin sünnetlerindendir. Sünnet olmak, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek[1]"[2]

Sünnet olmak, erkekler için sünnetir.[3] Sünnet olmak, Müslümanı, Müslüman omayandan ayırt ettiği için, dinin şiârından olmakla beraber farz değil, sünnettir.[4]

Sünnet’in Vâcib ve Müstehab olmak üzere, iki vakti vardır ; Sünnet’in Vâcib vakti, büluğ çağıdır ve onu, geçiktirmemek gerekir. Sünnet’in Müstehab vakti, büluğ çağından öncedir. Çocuğu, doğumun yedinci günü veya kırkıncı günü sünnet ettirmek, müstehabdır. Sünnetin, müstehab vakti, özürsüz geciktirilmemelidir.[5] Peygamber (a.s) torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i doğumlarının yedinci gününde sünnet ettirmişti. [6]

Hattabî diyor ki; "Sünnet olmak fiili her ne kadar öteki sünnetler arasında sayılıyorsa da ilim adamlarından bir çoğuna göre vacibtir. Çünkü sünnet olmak hem dinin ve hem dindarlığın şiarıdır. Müslüman kimsenin kafirden ayırdedilmesi buna bağlıdır. Savaş alanında öldürülenler arasında sünnetli bir kimseye rastlanılırsa, diğeri de sünnetsiz bulunursa, böyle bir durumda sünnetli kimse üzerine namaz kılınır, defni sağlanır. İslâm kabristanına gömülür" demektedir.[7]

İslâm öncesi Arabistan'da sünnet bir Hijyen tedbiri olarak düşünülmüştür.[8] Araplarda sünnet bir temizlik ve güzelleşme operasyonu olarak kabul edilir. Bundan dolayı sünnet karşılığında "taharet" kelimesi de kullanılmaktadır.[9]

İmam Zührî: “Bir erkek, Müslüman olduğu zaman, yaşı, büyük bile olsa, sünnet olması kendisine emredilir.”[10]

Sâlim de: “Aabdullah b. Ömer, beni ve Nuaym’ı, sünnet edip bizim için bir koç kesti. Bize, koç kestiğinden dolayı, çocuklara karşı, neşelendiğimizi, gerçekten, kendimizde hissetmiştik.” Demiştir.[11]

Sünnetin hangi yaşlarda yapılacağına dair ortak bir görüş yoktur. Bölgelere göre 7 günlükten 13 yaşına kadar değişmektedir. Çocukların buluğa ermeden sünnet ettirilmeleri babalarının bir vazifesidir.Çocuk buluğa erdiğinde şeriat hükümleriyle yükümlü bulunacak, ilahî buyruklara göre amel etmekle emrolunacaktır. O halde bu çağa henüz girmeden sünnet olmalı, sünnetli bir şekilde mükellef düzeyine gelmelidir. Böylece ibadeti, İslâmın çizdiği şekilde sıhhat kazanır. Şeriatın belirttiği ölçüde dosdoğru olarak gerçekleşir. Fakat velinin görevi, çocuğun sünnetini, onun doğumunun ilk günlerinde yerine getirmesi, düşünmesi ve böyle yapmanın daha uygun olduğunu bilmesidir. Böylece çocuk kendini tanımaya başlayıp temyiz çağına geldiğinde kendisini sünnet olmuş bulur. İleride bundan ötürü kendi kendisini hesaba çekmez. İçinde herhangi bir üzüntü ve ürküntü bulunmaz. Gerçekten çocuk akletmeye başlayıp eşyayı asıl anlamıyla anlamayı idrak edince kendisini sünnet engelini aşmış olarak görmesi güzel ve kolay bir hava oluşturur.[12]

Süleyman Ateş diyor ki: “Çoğunluğun kanısına göre müslüman olan yaşlı bir adamın sünnet olması müstehabdır. (güzeldir ama şart değildir).

Hasan Basri, yaşlının sünnet olmamasına müsâade eder, sünnetsiz müslümanın şahitliğinde, kestiği hayvanı yemekte, hac ve namazında bir sakınca görmezdi. İbn Abdi’l-Berr de alimlerin çoğunun bu görüşte olduğunu söylemiştir.”[13]

Hasan Basrî diyor ki: “Rasûlüllah, (s.a.s) Efendimize uyarak bir çok kimseler İslâm'a girdi. Siyahı, beyazı, Romalısı, İranlısı, Habeşlisi... Ama bunlardan hiç birinin sünnet olup olmadıkları araştırılmadı. Şayet sünnet olmak vacib olsaydı, sözü edilenler sünnet olmadan İslâm dinine kabul edilmezlerdi" demektedir. Ancak bu delil sünnet olmanın ihtiyari olduğu ispatlayacak nitelikte değildir.”[14]

Süleyman Ateş diyor ki: “Kur’ân-ı Kerim’de sünnet hakkında hiçbir hüküm ve işaret yok, hadislerde de sünnetin, sadece Hz.İbrâhim’in bir geleneği olduğu belirtilirken; zamanla sünnet, müstehabların değil, farzların da önüne çıkarılmış ve İslâmın bir simgesi, olmazsa olmaz bir gereği haline getirilmiştir. Oysa bu, sadece bir sünnet (güzel bir gelenek)’tir, İslâmın temel şartlarından veya hükümlerinden değildir. 45-50 yaşında müslüman olmak isteyen bir insanı, onsuz müslüman olunamayacağı düşüncesiyle sünnet ettirmeğe kalkmanın, bir anlamı yoktur. Bu uygulama, geleneğin, öze egemen kılınması demektir. Oysa asıl din, şekil değil, özdür.”[15]

Ahmet Baydar diyor ki: “Kur’ân-ı kerim “Hitan”’dan bahsetmez. Bu konudaki hadisler ise onu temizlenme sebepleri arasında gösterir. Hadislere göre hitan diş temizleme gibi, peygamberlerin doğal sünnetlerindendir. Nitekim bazı hadis kitaplarında Peygamberlerin tırnak kesmek ve koku sürünmek gibi temizlikle ilgili uygulamalarıyla birlikte anılır. Bu kaynaklar, hitanın şerî bir hüküm olmaktan ziyade, meşru bir temizlik vesilesi olduğunu göstermektedir. Yani sonuç olarak bu uygulama, temizliği vesiyesiyle hayata sıhhat getiren bir peygamber (ler) fiilidir.”[16]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Tirmizî, Ahmed b. Hanbel, Müsned.

[2] Şamil, İslam Ansiklopedisi, Sünnet Müddase c.5.

[3] Ahmet b.Hanbel-Müsned c.5, s.75; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.170.

[4] Bedrüddin Aynî-Ümdetülkarî c.22, s.45; İbn.Hacer-Fethulbari c.10, s.288; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.170.

[5] İbn.Hacer-Fethu.barî c.10, s.289; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.170.

[6] Aliyyülmüttaki-Kenzül’ummal c.5, s.108; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.170, Şamil, İslam Ansiklopedisi, c.5.

[7] Şamil, İslam Ansiklopedisi, Sünnet Maddesi c.5.

[8] Şamil, İslam Ansiklopedisi, Sünnet Maddesi c.5; Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, İrfan Yayımcılık: s. 291.

[9] Karslızade Cemalettin, Me'debetül-Hıtân, İstanbul 1252 H., s. 7, Şamil, İslam Ansiklopedisi, Sünnet Maddesi c.5.

[10] Buhari-Edebülmüfred s.322; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.170.

[11] Bulari-Edebülmüfred s.321; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.170.

[12] Şamil, İslam Ansiklopedisi, Sünnet Maddesi c.5.

[13] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9/137, Kurtubi, Camiu li Ahkâmi'l-Kur'an: 2/99,101.

[14] Şamil, İslam Ansiklopedisi, Sünnet Müddesi c.5.

[15] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9/137.

[16] Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş, Beyan Yayınları: s. 51.


All times are GMT +3. The time now is 04:03.

Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025