![]() |
Ertuğrul ÖZKÖK-Hürriyet
Uğur Diyarbakırspor forması giyecek DÜN Star TV Haber Grup Başkanı Uğur Dündar’la sohbet ediyordum. Kendince çok önemsediği bir karar almış. Ben de önemsedim. Cumartesi günü Adana’da yapılacak Diyarbakırspor-İstanbul Büyükşehir maçında “Diyarbakırspor” forması giyecekmiş. Bu düşüncesini Diyarbakırspor Kulübü Başkanı Çetin’e söylemiş. Formayı kulüp başkanı gönderiyormuş. Uğur formayı giyip maçı seyircinin arasında izleyecekmiş. “Niye böyle bir şey yapıyorsun” diye sordum. “Çünkü sahalardaki fanatikler Diyarbakırspor’a haksızlık ediyor. Diyarbakırlılara haksızlık ediyor. Kürtlere haksızlık ediyor.” Bir de şu var: “Bu fanatikler Bursaspor’a da Bursalılara da Türklere de haksızlık ediyor.” Bu sözlerin altına ben de imzamı atıyorum. |
02.10.2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinden Ali Bayramoğlu'nun ''Değişime uyum sağlayan yol alır, diğerleri düşer…'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
Farkında olmak gerek, Türkiye büyük bir değişimden geçiyor ve büyük bir değişimin eşiğinde bulunuyor. Ülke içeride Kürt sorununda, Doğu'da Ermeni meselesinde demokrasinin ve çağın koşullarına uyum sağlamaya çalışırken, enerji ve istikrar politikalarını merkeze alarak, 2010'ların siyasi haritası ve gündemini şimdiden oluşturuyor. İş adamı, siyasetçi, parti başkanı, gazeteci… Bu sürece uyum sağlayan yol alır, diğerleri düşer… |
Hasan Karakaya - 03/10/2009 - Şimon Peres “CHP’nin Cumhurbaşkanı” mı?
Alıntı:
|
Ahmet KEKEÇ - 03/10/2009 -Avrupa’dan solcu ithal edelim!
Alıntı:
|
Yavuz BAHADIROĞLU - 03/10/2009 - Yürek pusulamız da bozulursa yandık!
Alıntı:
|
03.10.2009 tarihli Zaman Gazetesinden Şahin Alpay'ın ''Irkçılıkla mücadelesiz demokrasi olmaz'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
Bugüne kadar bu suçlar kovuşturulmadığı için ırkçılık neredeyse mubah hale geldi; birçok değerli insanın canına kıyıldı. TCK 216. ırkçılık yapanları cezalandırmak için değil, son Hülya Avşar olayında görüldüğü üzere, ırkçılığa karşı tavır alanları kovuşturmak için kullanılır oldu. Son olarak Diyarbakırspor'un maruz kaldığı tezahüratta görüldüğü üzere, ırkçılık ceza görmedikçe giderek daha saldırgan bir hal almakta. Bu ülkede Youtube'a giriş yasak, ama ırkçı örgütün "Kürtsüz Türkiye" çağrısı yapılan internet sayfası serbest! Türkiye bir hukuk devleti ise, ırkçılığa bütün imkânlarla dur denmelidir. Sorumluluk öncelikle hükümete aittir. Irkçılıkla mücadele edilmeden "demokratik açılım" başarılamaz. |
03.10.2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinden Fehmi Koru'nun ''Türkiye'nin yol haritası'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
Sözün kısası, 'çağdaş devlet' kavramının içini doldurma konusunda muhalefet partileri de zihinsel bir çaba göstermek ve bunun için de Cumhurbaşkanı Gül'ün yeni yasama yılı konuşmasını hareket noktası olarak değerlendirmek istemez mi? ... İyi bir kadroyu biraraya getirmeli ve kendi tablolarını ortaya çıkarmalıdır muhalefet partileri... Türkiye'ye bu kadarcık olsun bir borçları var. Dünya ve ülke gündeminin dışında kalan, genelgeçer itirazlar dışında ele alınmaya değer fikir üretemeyen bir muhalefetle fazla uzağa gidemeyiz. |
Taraf- Ahmet ALTAN- Namaz
"Kürtlerin varlığını reddet, Müslümanların varlığını reddet, sonunda bu devlet “gerçeklerden” kopuk yaşayan bir şizofrene dönecek. Kürtler de var, Müslümanlar da var, bu insanları “bir şeyler “olmaya “mecbur” etmeyin, şu “mecburiyetleri” çıkartın halkın hayatından. Devlet, insanların “kim” olacağına, “nasıl yaşayacağına” karar veremez, devlet birilerinin başkalarına baskı yapmasına, “sen şu olacaksın” demesine ya da “sen böyle yaşayacaksın” demesine engel olur. Devletin varlık nedeni budur. Bizim devlet ise tam tersini yapıp kendi “varlık” nedenini ortadan kaldırıyor. Bırakın insanlar istedikleri gibi yaşasınlar. Bırakın bir öğretmen istiyorsa öğrencisinin namazını kıldırsın. Bu, “dinî” olmaktan da öte “insani” bir davranış, insanca bir sıcaklık var bu davranışta. Öğrencisini “yolcu” etmiş öğretmeni. Etmesin mi? Bu insanca davranıştan, bu sıcaklıktan neden korkuyorsunuz?" |
Ali Karahasanoğlu - 04/10/2009 - İki başkan arasındaki dağlar kadar fark!
Alıntı:
|
Aziz ÜSTEL - 04/10/2009 - Gül’ün ‘dikeni’ Deniz’in yüreğini niye kanattı?
Alıntı:
|
04.10.2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinden Nazif Gürdoğan'ın ''Demokrasi açılımı hukuk açılımıdır'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
Demokrasiye açılım, hukukun üstünlüğüne açılımdır. Özgürlüğün kısıtlandığı ülkelerde, hukuka dayanan yönetimler gelişemez. Demokrasi açılımı, özgürlük açılımıdır. Özgürlüğün olmadığı yerde, demokrasi olmaz. Demokratik devlet, hukuk devletidir. |
04.10.2009 tarihli Zaman Gazetesinden Hamdullah Öztürk'ün '' Rövanşistlik, dokunulmazlık ve ceza'' başlıklı yazısından bir bölüm;
Evvela AK Parti hükümeti kurulduğunda herkes hükümetlerin gücünün izafi olduğunu bildiğinden bir meşruiyet tartışması çıkartmayı seçti. Bu tartışmalar bekleneni vermeyince bu sefer de yüzde otuz beşle gelmek "azınlığın çoğunluğa tahakkümüdür" gibi bir atak başlatıldı. Ama her şeye rağmen hükümet icraatlarını sürdürüyor ve yıpranmıyordu. Ergenekon örgütlenmeleri, "Tehlikenin farkında mısınız?" kampanyasıyla başlayıp "Cumhuriyet mitingleri" ve "Danıştay cinayeti" ile devam eden inanılmaz kampanyalara rağmen hükümet yine yerini korudu ve hatta oylarını artırmak ve cumhurbaşkanını seçmek gibi başarılar ekledi yürüyüşüne. Bu durumda ortaya şöyle bir sonuç çıktı: Türkiye'de milli irade bir hayli gelişmişti. Halk problemlerin demokrasi içinde çözülmesini istiyordu. Hükümetleri yıpratmak, hele Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nı pijamayla karşılamak gibi hükümete güç gösterisi yapma dönemleri geride kalmıştı. Bu sefer "rövanşist davranmak" gibi garip bir suçlama girdi devreye. Rövanşist davranmakla suçlamak demek "ben sana çok kötülük yaptım ama sen yaparsan ayıp olur" demek gibi bir şey. |
Zaman- Mümtaz'er Türköne -Cumhurbaşkanı'nın tarif ettiği 'tek millet'
"Hiçbir şey elinizde hazır değil. Demokrasi size uygun araçları sağlıyor. Bu araçları ihtiyaçlarınıza göre akıllıca kullanarak amacınıza ulaşıyorsunuz. Cumhurbaşkanı'nın işaret ettiği gibi "birlik fikrini koruyarak farklılıkları yönetme, modern demokrasilerin en ciddi sınavı". "Birbirinden farklı düşünen ve yaşayan bireyleri kucaklayan, çoğunluktan farklı düşünenlerin de hak ve özgürlüklerini teminat altına alan bir siyasî, kültürel ve hukukî düzen"e ihtiyacımız var. Bunun için de farklılıklara tek millet içinde her farklı olanın rızasının alınacağı bir hayat sunmak; "birlik ile çeşitliliği birbirinin alternatifi değil destekleyicisi olarak konumlandırmak ve korumak modern demokrasilerin omurgasıdır". Bir anayasa hükmü gibi kabul edilmesi gereken bu sentez için şu iki cümlenin ezberlenmesi gerekir: "Demokratik devlet, millet olmanın esası olan 'birlik' fikrini ve düzenini güçlü bir biçimde geleceğe taşırken, sosyal ve kültürel farklılıkları ortadan kaldıran değil, onları zenginlik olarak kabul edip geliştirilmesine imkan sağlayan devlettir. Demokratik devlet, farklı olanı tek bir kalıp içerisinde eritmez ve ötekileştirmez; her bir bireyi var olan değerleriyle birlikte koruması altına alır." Bu evrensel düstura hayat kazandırmak için Cumhurbaşkanı "yerli" bir bakış öneriyor. Bütün bir tarihi tecrübeye "bizden" bir gözle bakınca var olan farklılıklar birer "zenginlik", "yabancılaşmış" bir gözle bakınca tehdit olarak algılanıyor. Öyleyse sorunu çözmek için en çok ihtiyacımız olan şey bu bakış açısını yakalamak. "Demokratik açılım"ın çözmeye çalıştığı sorunların tamamına "bizden" bir gözle bakmak. Yabancılaşmadan kurtulmak." Taraf- Ahmet ALTAN- Dönüşü olmayan nokta “Biz yaratılanı severiz yaratandan dolayı” diyen o müthiş ve ilahi cümlenin oluşturduğu geniş şemsiyenin altında bütün ülkeyi, bütün ezilenleri topladı, onlara sahip çıktı. Türkleri, Kürtleri, Sünnileri, Alevileri, Ermenileri, Rumları, Yahudileri, Çerkesleri, Lazları, Abhazları, sağcıları, solcuları, gadre uğrayanları, haksızlığa kurban gidenleri tek tek saydı, hepsini “insanı merkez alan” bir siyasetin koruyuculuğuyla sardı. .... Said Nursi ile Nâzım Hikmet’i, Pir Sultan’la Mehmet Akif’i, Yunus’la Tatyos Efendi’yi, Yesevi’yle Ahmedi Xani’yi, Hacı Bektaş-ı Veli’yle Ahmet Kaya’yı aynı konuşmada, aynı insani sıcaklıkla anacak, hepsinin değerini, hakkını verecek, hepsini saygıyla selamlayacak ne yazık ki tek bir politikacı var bu ülkede. Bütün insanları, ırklarına, dinlerine, mezheplerine, fikirlerine bakmadan kucaklayacağını söyleyen ve kitleleri etkileyen bir başka siyasi lider çıkmıyor." İlk alıntı Cumhurbaşkanımızn, ikincisi ise Başbakanımızın konuşmasının yorumu.. "Birlik" ortak mesaj.. Halkı kucaklayan, demokrasinin sesinin duyulduğu cümleler ümit çiçeklerinin solmasına izin vermiyor. Ayrılığa değil kardeşliğe hizmet ediyor kelimeler, halkımız ve liderlerimiz.. "Biz" işte böyle "birliğimizi" kuvvetlendiriyoruz.. ÖZlediğimiz, beklediğimiz günlerin ışığını artıyor bu "atılım" ve "açılım"lar.. Güneş daha canlı doğuyor Türkiye'nin dört bir etrafına.. |
CHP’NİN CUMHURBAŞKANI ŞİMON PERES!
Dediğimiz gibi; Sayın Abdullah Gül’ün bu “tesbit” ve “uyarı”sı, “CHP’nin saygısızlığı”nın gölgesinde kaldığı için, gündemde yeterince yer almadı, yeterince tartışılmadı!.. O saygısızlığı biliyorsunuz... Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, “Cumhur’un başı” olduğunu reddedip, “AK Parti’nin Cumhurbaşkanı” olduğunu iddia eden CHP’li milletvekilleri, Abdullah Gül’ün Meclis Genel Kurulu’na girişi esnasında ayağa kalkmadılar!.. Oysa, aynı CHP’liler; 13 Kasım 2007’de Meclis’e gelen İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres için hem ayağa kalkmışlar, hem de konuşmasını ayakta alkışlamışlardı. CHP’lilerin; Gül için ayağa kalkmayıp, Peres için ayağa kalkması, ister istemez şu soruların sorulmasına yol açmıştı: CHP, “kimin partisi”dir?.. “Türkiye”nin değil de, “İsrail”in partisi mi?.. Şimon Peres İsrail’in Cumhurbaşkanı mıdır, yoksa Türkiye’nin Cumhurbaşkanı mı?.. Şimon Peres, “İsrail’in CHP ile uzlaşması” sonucunda mı seçilmiştir ki; CHP’liler ona “saygı” gösterirlerken, Gül’e “saygısızlık” etmişlerdir!.. Şimon Peres, “tüm Türkiye’yi kucaklayan bir tutum” içinde mi olmuştur ki, CHP’liler tarafından ayakta alkışlanırken, aynı tavır Sayın Abdullah Gül’den esirgenmiştir!.. Abdullah Gül, “AKP’nin Cumhurbaşkanı”(!)dır da, Şimon Peres “CHP’nin Cumhurbaşkanı” mıdır?!?.. Biliyorsunuz; CHP’lilerin “yerli”ye saygısızca davranan, “yabancı”yı baş tacı yapan bu tavrı, Cumartesi günkü Vakit’in manşetinden şu başlıkla verilmişti: “CHP’nin saygısı Peres’e” CHP’nin saygısızlığı; sadece Vakit’te değil, diğer medya organlarında da tartışıldı. Meselâ, “CHP’liler ne zaman ayağa kalkar?” diye sorup, şu cevabı veren yazarlar oldu: “Asker gelince!!!” Ve de “hazırol” deyince!.. 05.10.2009 Hasan KARAKAYA.../ VAKİT |
YeniŞafak- Yusuf KAPLAN- “Tarihin kayıp çocukları”, şifreleri kırıp, sistem kurabilecek mi?
"Medeniyetlerin tekevvününde birincil şart, hem dâhilî, hem de hâricî temastır: Dâhilî temas, bir medeniyetin yaratıcı ruhla mücehhez olmasını, dünyaya söyleyeceği sözü, önce kendisine söyleyebilecek, özü hâline getirebilecek bir vasat kurmasını; hâricî temas ise, fiil ve hâl hâline getirdiği, kurucu iradeye dönüşen, mekân'ını ve imkânlarını tekevvün ettiren bu vasatın yaydığı ruhu, titreşimi, canlılığı başka vasatlara da taşıyabilmesini icbar eden, birbirini tamamlayan, biri olmadan öteki de olamayan, var olamayan iki zorunlu ve yaratıcı süreçtir. ...... Şu ân İslâm medeniyeti, birincisinden daha derin bir buhranla boğuşuyor. Bu buhranın aşılmasında da, bu topraklarda hayata nakşedilen yaratıcı ruhla ve kurucu iradeyle teçhiz olduğu zaman, bu “millet”, yeniden belirleyici rol oynayacak." Bu süreçte "birlik" düşüncesi, "biz" olmanın elzem şartı gökkubbede avaz buluyor. "Diriliş" mimarlarının düşüncesini nakışlıyor Cumhurbaşbanımız ve Başbakanımızın aziz cümleleri.. Önce kendi içimizdeki "birlik" düşüncesiyle dünyaya yeniden doğuş ve ardından "diri" beden ve yüreklerle Dünyaya şahlanış. Bu bir ütopya değil.. Azimli ruhların başaracağı bir hedef.. Şifreleri kırmak bizlerin elinde işte.. Tüm yollar bir adımla aşılmaya başlanıyor.. İşte yolların çiçekleneceği de atılan bu adımların izlerinden belli.. |
05.10.2009 tarihli Yeni Şafaktan Mehmet Şeker'in ''Başbakan konuştu, iki yazar yorumladı'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
Bu ülkede gerçek bir “sosyal demokrat” lider olsaydı dün Erdoğan'ın yaptığı konuşmayı o yapardı. Ama o “ilerici” konuşmayı, devletin resmî tarihinin inkâr ettiği, suçladığı, mahkûm ettiği isimlere sahip çıkan o tarihî konuşmayı “muhafazakâr” Erdoğan yaptı. Türkleri, Kürtleri, Sünnileri, Alevileri, Ermenileri, Rumları, Yahudileri, Çerkesleri, Lazları, Abhazları, sağcıları, solcuları, gadre uğrayanları, haksızlığa kurban gidenleri tek tek saydı, hepsini “insanı merkez alan” bir siyasetin koruyuculuğuyla sardı. Yaptığı konuşmayı çok sevdim. Çok cesurdu. * Said Nursi ile Nâzım Hikmet'i, Pir Sultan'la Mehmet Akif'i, Yunus'la Tatyos Efendi'yi, Yesevi'yle Ahmedi Hani'yi, Hacı Bektaş-ı Veli'yle Ahmet Kaya'yı aynı konuşmada, aynı insanî sıcaklıkla anacak, hepsinin değerini, hakkını verecek, hepsini saygıyla selâmlayacak ne yazık ki tek bir politikacı var bu ülkede. |
Nuh GÖNÜLTAŞ - 11/8/2009 - "Birileri Bahçeli'ye de 'one minute' demeli..."
Alıntı:
|
Ahmet KEKEÇ - 05-08-2009 - "Türkiye’nin zencileri, bu sözlerin hesabını sorun! "
Alıntı:
|
05.10.2009 tarihli Sabah Gazetesinden Mehmet Barlas'ın ''Mahalle'nin ayıbı mahalle baskısından daha ağırlıklı'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
"Mahallenin ayıbı" kavramı hemen her düzeyde "Mahalle baskısı" ile örtülür. Ayıplar giderilmek yerine gizlenirler. Bunları toplum önünde seslendirdiğiniz zaman "Vatan haini" olmanız işten değildir. Bir "Suç duyurusu" ile adliyelik olmanız artık an meselesidir. Aslında bireyler olarak böyle değiliz. Aramızda konuştuğumuzda, kendimiz dahil herkesi ve her şeyi hem alaya alır, hem de gördüğümüz yanlışları masaya getiririz. Hepimizin derinlerimizde biraz Nasrettin Hocalık vardır. Olayları "Aziz Nesin'lik" diye sık sık kategorize etmez miyiz? |
Zihni ÇAKIR-Cafe Siyaset
BELEDİYELERDE 'HORTUM' YÖNTEMLERİ (ALLAHSIZ MÜSLÜMANLAR) Belediye bütçelerini hortumlamanın çeşitli yolları vardır. Yeter ki kişi yoldan çıkmaya görsün. Başta belediye başkanı olmak üzere kişiler yoldan çıktığında, ne kanun baş edebilir ne de vicdan. Hele hortumcular, ağızlarına “dini-imanı” dolamışlarsa toplum vicdanında da mahkum etirmeniz imkansızlaşır onları. Hortumun ucundan birkaç damla alan goygoycuların savunması da hep aynıdır: - Efendim adamın odasında bile mescit var. - Başkan cebinde namaz takkesi ve 99’luk tesbih olmadan gezmez. - Olur ya kazaya uğrar diye odasına duş bile yaptırmış - Seccadesi duvarında hep asılı durur… Daha birçok aklanma cümlesiyle karşılaşırsınız hırsızlara hırsız dediğinizde. Oysa odadaki mescit bölmelerinde sıkı ihale pazarlıkları yapıldığı bilinmez bir türlü. Cepeki takke ve tesbihle vicdanlara seslenip hırsızlığın örtüldüğü görülmek istenmez. Odada asılı secaddenin bir nevi gözleri köreltmek için asılmış bez parçası olarak kullanıldığı gerçeği en ağır gerçektir. Odadaki duşa gelince… Belki de inanca uygun yapılan tek doğru iş de budur. O da, dinin yasakladığı bir ahlaksızlık (zina) sonrası kendince ihtiyaç, dince farz olan bir vecibeyi yerine getirmek için. Öyle ya sadece bir makam odasını 3-5 yüz milyar gibi bir bedelle döşeyen zihniyetten Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s)’in sünnetini, Hz. Ömer’in (r.a) adaletini bekleyecek değiliz ya… |
Adem Yavuz Arslan
ERDOĞAN AK PARTİ'Yİ BIRAKIYOR MU? Eğer Erdoğan bırakırsa ne olur? 2011'e daha çok var. Konjonktür değişir, 24 saatin bile çok uzun olduğu siyasette dengeler değişir... Her şey mümkün. Fakat mevcut tabloya göre şunu söylemek lazım: Erdoğan'sız bir AK Parti'nin işi çok zor. "Eğer Erdoğan Çankaya'ya çıkar ve yerine kendisi kadar karizmatik bir isim bırakamazsa ikinci bir ANAP vakası yaşanır" yorumu yapılıyor. Hem siyasetçilerin hem de siyaseti takip edenlerin kafasının bir yerinde 'Acaba veda kongresi miydi' sorusu var ve olmaya da devam edecek. DTP kongresine gelince. Baştan söylemek lazım; DTP'ye de bir Erol Olçak şart. AK Parti'nin kongreleri ne kadar düzenli, karmaşadan, kaostan uzaksa DTP kongresi de o kadar problemli. Bir gün önceki kongreyi izledikten sonra DTP kongresine gidince kendinizi Diyarbakır-Bağlar'da bir gösteride hissetmeniz mümkün. Belki parti yönetimi iktidar partisinin kongresiyle kıyaslanmaktan hoşnut olmayacak ama iki kongre arasındaki fark sadece ekonomik değil. |
Zaman-Bülent Korurcu- "Rutin dışına çıkan devletten hukuk devletine "
"Cumhurbaşkanı Gül'ün sözleri 'devlet kurtarıcıları ve rejim simsarları' için tehlike çanı demek. Mevcudiyet ve iktidarlarını, suni tehlikeler üretip sonra kurtarıcı olarak arzı endam etmeye borçlu bulunanların homurtularını duyuyor gibiyim. Kerametleri kendinden menkul bu kurtarıcıların en mümeyyiz vasıfları kendilerini hukukla bağlı hissetmemeleriydi. Şimdi en üst düzeyden cumhurun başı tarafından 'hukuka göre hizaya gelinecek' diskuruna muhatap oluyorlar. Cumhurbaşkanı söyledi diye herkes hiza mesafe alıp sıraya girecek beklentisinde değilim. Bu, gerçekçilikten uzak, hayalperest bir yaklaşım olurdu. Hukuk devleti taraftarlarıyla, bürokratik vesayetin sürmesini arzulayanların mücadelesi öyle bir konuşmayla filan bitmez. Ancak devletin başının ağzından dökülen cümleleri kimse yok farz edemez. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın partisinin kongresinde yaptığı konuşma da sanki Cumhurbaşkanı'nı tamamlar mahiyetteydi. 'Devleti ve rejimi korumak bahanesiyle' mağdur edilen, sürgünlerde hapishanelerde çürütülen değerlere sahip çıktı, Erdoğan. Anadolu'nun harcında alın teri ve gözyaşı bulunan Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş, Mevlânâ ve Yunus Emre gibi isimlere yakın tarihin mağdurlarının çilelerini ekledi: "Cem Karaca bu ülkenin hasretini çektiği kadar, bu ülke de Cem Karaca'nın hasretini çekti. 'Hoşçakalın İki Gözüm' diyen Ahmet Kaya'ya vefa göstermeyen bir Türkiye'nin şarkıları eksik kalır. Nasıl Mehmet Akif'siz bir Türkiye tahayyül edilemezse, Nazım Hikmet'siz bir Türkiye eksik sayılır. Seversiniz, sevmezsiniz, beğenirsiniz, beğenmezsiniz, görüşlerini kabul edersiniz, etmezsiniz ama Ahmedi Hani'siz, Bitlisli Said-i Nursi'siz bir Türkiye'nin maneviyatı noksan kalır. Biz bu ülkenin tüm renkleriyle, bütün çiçekleriyle, bütün kokularıyla, dağları, taşları, ırmaklarıyla Türkiye'yiz." |
06.10.2009 tarihli Zaman Gazetesinden Bülent Korucu'nun ''Rutin dışına çıkan devletten hukuk devletine'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
Erdoğan, menşei itibarıyla toplumun kılcallarına en yakın siyasetçilerden ve bunun faydasını fazlasıyla görüyor. Kongrede çizdiği Türkiye fotoğrafını bir arada tutabildiği ölçüde başarılı olacak. Fotoğrafı kafasında parçalamış olanlar istedikleri kadar 'üniterci' olsun, bu ülkede ikbal ve istikbal bulmakta zorlanacaklar.. |
06.10.2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinden Fehmi Koru'nun ''Kongre değil, muhalefete tuzak'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın konuşmasının söylemi daha da önemli. Ülkenin bütününü muhatap alan bir 'kuşatıcılık' hâkimdi o söyleme. Ülke ve insanları üzerinde iz bırakmış hemen her dini ve etnik kökenden, değişik görüşlerden kişileri çok samimi hislerle sahiplendi Başbakan Erdoğan. Etnisite farklılığı, değişik görüşlerin varlığı 'ayırıcı' birer özellik olmaktan çıktı o söylemle, 'birleştirici' birer vasıf değeri kazandı. |
Ahmet ALTAN - Dönüşü olmayan nokta - 04.10.2009
Bir uçak yola çıktıktan sonra herhangi bir nedenle sorun yaşarsa, kalktığı havaalanına döner. Ama bir nokta vardır, eğer o noktayı geçtiyse artık “gideceği” yere, “kalktığı” yerden daha yakın olduğu için geri dönemez. Havacılıkta “geri dönüşü olmayan nokta” denilen o noktayı geçen uçaklar, başlarına ne gelirse gelsin artık bir “başka” yere ineceklerdir. Geri dönüş ihtimalleri kalmamıştır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dün yaptığı muhteşem konuşmayla, bence “dönüşü olmayan noktayı” geçti. Artık bundan sonra herhangi bir nedenden dolayı yoluna devam edemez de “inmek” isterse, ineceği yer “başladığı” yer olmayacak. Başka bir yere inecek. Başladığı yerden çok daha “ilerde” bir yere. Erdoğan, zikzakları olan bir politikacı, vaatlerinden cayabilen bir politikacı, bütün cesaretine rağmen ani ürkekliklere kapılabilen bir politikacı ama bütün bunlardan çok daha önemli bir özelliği var. Onu diğer bütün liderlerden ayıran bir özellik bu, sürekli kendini geliştiriyor. Sanıyorum Erdoğan’ın muhaliflerinin en büyük çıkmazı da burada. Muhalifleri hâlâ “on yıl önceki”, “yedi yıl önceki” Erdoğan’ı eleştiriyorlar, durdukları yerden milim kımıldamıyorlar ama onlar durdukları yerde dururken Erdoğan ilerliyor. Bu ülkede gerçek bir “sosyal demokrat” lider olsaydı dün Erdoğan’ın yaptığı konuşmayı o yapardı. Ama o “ilerici” konuşmayı, devletin resmî tarihinin inkâr ettiği, suçladığı, mahkûm ettiği isimlere sahip çıkan o tarihî konuşmayı “muhafazakâr” Erdoğan yaptı. “Biz yaratılanı severiz yaratandan dolayı” diyen o müthiş ve ilahi cümlenin oluşturduğu geniş şemsiyenin altında bütün ülkeyi, bütün ezilenleri topladı, onlara sahip çıktı. Türkleri, Kürtleri, Sünnileri, Alevileri, Ermenileri, Rumları, Yahudileri, Çerkesleri, Lazları, Abhazları, sağcıları, solcuları, gadre uğrayanları, haksızlığa kurban gidenleri tek tek saydı, hepsini “insanı merkez alan” bir siyasetin koruyuculuğuyla sardı. |
http://www.habervaktim.com/y/resim72_1.jpgHasan Karakaya - Vakit
hasankarakaya@vakit.com.tr 2009-10-06 Başını kuma gömen kim?.. Devekuşu mu, resmî tarihçiler mi?Öncelikle, “devekuşu” ile ilgili bir “yanlış bilgi”yi, daha doğrusu bir “iftira”yı düzeltelim... Hani, devekuşlarının, bir “kaçış yöntemi” olarak “başlarını kuma gömdüğünü” söyler dururuz ya; bu, doğru değil!.. Devekuşları; tehlikeden kaçmak veya tehlikeyi görmemek için değil, tam aksine “tehlikenin nerede ve ne şiddette olduğunu” öğrenmek için kuma gömerler başlarını... Aslında, burada “kuma gömmek” de yoktur... Boyunlarını yere yapıştırırlar ki, “yaklaşan tehlikenin sesi”ni duyabilsinler!.. Sizin anlayacağınız; “tehlikeyi görmezden gelmek” için değil, tam aksine “ses”lerini duymak için başlarını yere dayarlar!..Merak ediyorum; devekuşlarına bu “iftira”yı atan insanoğlu, acaba kendi “korkak”lığını örtbas etmek mi istemiştir!.. Çünkü; “gerçek”ler karşısında “gizlenmek” isteyen, görmezden gelip rahatlamak isteyen “devekuşu” değil, bizzat “insanoğlu”dur!.. |
Şamil Tayyar-STAR
Pusu oldu Para Maalesef, Kurtlar Vadisi, aradan geçen 6 yılda, paraya göre rotasını belirleyen, girdiği kaba göre şekillenen “Kurtlar Vadisi-Para” formatına bürünmüştür. Hiçbir inandırıcılığı kalmamıştır. Karşı çıksak da eskiden kendi içinde anlam bütünlüğü ve idealize edilen değerler sistematiği vardı. Hiç olmazsa Ergenekon’a inanıyordu. Şimdi, ABD Doları’nın yeşil rengine göre yalpalayan bir dizi var. Şiddeti teşvik eden, kan akıtıcıları meşrulaştıran ve hukuksuzluğu devlet nizamının üzerinde gösteren bir anlayışın hortlatılmaya çalışılması ise cabası... MHP kontenjanından seçilen RTÜK üyesi Esat Çıplak’ın, diziye ceza verilmesini isterken ortaya koyduğu şu tarihi gerekçeyi dip not olarak düşmek istiyorum: “Toplumda ki adalet duygusunun zedelenmesi, devlet algısının bozulması ve şiddetin bir yöntem olarak meşrulaşmasının sonuç olarak hukuk devleti idealini baltalayacağına inanıyorum.” Yerden göğe kadar haklıdır. |
Zaman- A.Turan Alkan- Ancak problemlerimizi çözerek büyürüz
"... anladım ki güçlü olmak, problem çözme kabiliyetine, problem çözme özgüvenine sahip olmaktır. Zannediyorum Arnold J. Toynbee, şimdilerde pek hatırlanmayan ünlü varsayımında bu kabiliyete işaret etmekteydi; buna göre anlamlı bir medenî bütünlük meydana getirebilmek için dışardan gelen meydan okumalara, tehditlere (challenge) karşı uzviyetin anlamlı bir cevap (response) -ama sadece tepki değil dikkat!- verebilmesi gerekir. Eğer toplum üretken ve olumlu karşılık verilebilecek tarzda meydan okumalarla yüz yüze gelir ve buna boyun eğmezse, verdiği karşılık, yaratacağı medeniyetin zeminini oluşturacaktır. Cevap üretemeyenlerin akıbeti ise yıkılıp yokolmak! ...Türkiye'yi "büyük" devlet yapmak, onun problem çözme kabiliyetini geliştirmekle mümkün. Statükoyu muhafaza yaklaşımı ise bizi tüketiyor; çözümün parçası olmayı reddedenler ise problemi ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramıyorlar. Türkiye, tam da olması gerektiği gibi "siyaseten" büyüyor; süreci farketmiyor musunuz? " |
Yenişafak- İbrahim Karagül- Doların çöküşü, Taksim'in öfkesi!
"G-20 ile Batı'ya küresel iktidarı bahşeden sistemi korumaya devam edenlerin ne derece başarılı olacağı bilinmiyor. Eğer siyasi alanda olduğu gibi, ekonomik alanda da küresel iktidar adil biçimde paylaşılamazsa, üzerinde uzlaşma sağlanamazsa, ekonomik savaş daha da yayılacak, başka alanlara genişleyecek. İstanbul'daki toplantıda IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn'ın, "krizin bazı ülkelerde savaşa neden olabileceği" uyarısı, Dünya Bankası Başkanı'nın açlığa dikkat çekmesi boş uyarılar değil. İstanbul'daki toplantılar devam ederken Taksim'deki tepkiler küresel adaletsizliğin göstergelerinden biri. Ancak karşı çıkışlar kriz öncesinde olduğu kadar değil artık. Sistemin içindeki ülkeler, merkez güçler arasındaki anlaşmazlık çok daha şiddetli. Bu yüzden Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, olaylar devam ederken; "Dünyanın bir bölümü sınırsız bir şekilde tüketirken diğer bir bölümü de açlık nedeniyle hayatta kalma mücadelesi veriyor. Dünyadan yükselen çığlığa, taleplere ve şu salonun dışında devam eden protestolara da kulak vermemiz gerekir" diyor. Artık varolan ekonomik düzene, dolayısıyla siyasal düzene karşı çıkanlar, ilk kez bu düzeni değiştirecek güce ulaştı. Bu dünya için bir devrimdir ve değişim gerçekleşecektir. Orada ne dolar hegemonyası kalacak ne tek yanlı ABD hegemonyası!" |
07.10.2009 tarihli Zaman Gazetesinden Mehmet Kamış'ın ''Camdan duvarlar'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
Said Nursi, Sabahat Akkiraz için ötekiydi; Mehmet Akif, Ahmet Kaya için... Pir Sultan bizim için ötekiydi, Ahmet Yesevi onlar için. Hacı Bektaş-ı Veli, Tatyos Efendi, Yunus Emre, Mevlânâ, Sabahat Akkiraz, Cem Karaca, Ahmet Kaya, Mehmet Akif, Nazım Hikmet, Ahmet Hani, Said Nursi ve bunlar gibi milyonlarca aykırı düşünen, devlet için ötekiydi. Ancak bu hal, derin Anadolu için öylesine yabancı, öylesine ithal bir düşünce ki, bu toprakların fıtratına aykırı. Belki de ilk defa hükümette olan bir partinin genel başkanı, Başbakan Tayyip Erdoğan bunların öteki değil, bu toprakların çok önemli değerleri olduğunu söyledi. Bu sözler; Anadolu'ya zorla ithal edilmiş hoşgörüsüzlüğü, yabancılaştırmayı üstümüzden atmak için çok önemli bir adımdı. Artık camdan duvarları kırma vakti gelmedi mi? Bu hoşgörüsüzlüğe yeterince diyet ödemedik mi? Zorbalar iktidar olacak diye verdiğimiz kurban yetmedi mi? |
07.10.2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinden Ali Bayramoğlu'nun ''Yeni dengeler, yeni Türkiye…'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
Farklı ve çelişkili çıkarları rasyonellikle bezenmiş tek ayaklı bir değer sistemiyle yöneten birey yerine, farklı değer sistemlerini aynı anda tüketen, çok ayaklı, dolayısıyla çoğulcu bir yeniden bireyleşme süreci... Türkiye bu yolda ilerliyor… Modernleşme, çevrenin merkezle bütünleşmesi hemen hepsi bu şemsiye altında gerçekleşiyor… |
Yavuz BAHADIROĞLU - 07/10/2009
Alıntı:
|
Aziz ÜSTEL - 07/10/2009 - "Meğer Ahmet Hakan’ı Hürriyet’e Başbakan yerleştirmiş"
Alıntı:
|
Ekrem DUMANLI-ZAMAN
AKÇELİ İŞLER DİSK Başkanı Süleyman Çelebi, ayaklarından vuruldu. Kurşunu sıkan, eski bir dostu. Anlattığına göre DİSK Başkanı, yıllar önce 175 bin mark almış, geri ödemiyormuş, aralarında bu yüzden tartışma çıkmış falan filan. Olay haber ajanslarından duyulur duyulmaz herkesin içine bir sızı düşmüş, kurşunlama endişeye sebebiyet vermişti. Çünkü DİSK gibi önemli bir işçi kuruluşunun başındaki insanın vurulması yakın tarihte yaşanan bazı acı olayları (hatta provokasyonları) akla getirdi. Neyse ki hadise korkulduğu gibi çıkmadı. "Yakın arkadaş" Başkan'dan hıncını alamamış olsa gerek ki; "Borcunu ödemezse yine vuracağım." diye feryat ediyordu. |
Yenişafak- İbrahim Karagül- Çok sevindik çok
"Türkiye utanç verici, hepimizi yaralayan, vicdanlarımızı sızlatan bir uygulamaya son verdi. Her yıl yapılan Anadolu Kartalı tatbikatlarının uluslararası bölümünü iptal etti. Artık İsrail savaş uçakları tatbikat çerçevesinde Türk hava sahasını kullanamayacak. İptal edilen sadece İsrail uçaklarının katılımı değil, NATO ülkelerinin katılımı da olmayacak artık. Ancak iptal en fazla, yıllardır savaş pilotlarını Türk hava sahasında eğiten ardından da aynı uçaklarla Cenin'i, Gazze'yi, Lübnan'ı bombalayan İsrail'i rahatsız etti. İsrail, Türkiye kapıları daha kapanmadan Yunanistan'la hava sahası pazarlıklarına başlamıştı bile. ..... Ama rüzgar tersine döndü. Türkiye kendi eliyle kazdığı kuyunun kendisini tuzağa düşürmek için hazırlandığını, kendi yok oluşuna imza attığını fark etti. Tabii talimatla darbe yapanların dönemi sona erince. O zamandan bu yana Türk-İsrail Stratejik Ortaklığı kan kaybediyor. Çünkü iki ülkenin çıkarları örtüşmüyor tam aksine çatışıyor. Türkiye İsrail'den uzak durdukça güçleniyor, İsrail'in alanı daralıyor. Uygulamayı hep sorguladık, tepkilerimizi ortaya koyduk. Bu tepkiler, yürekleri yanan Anadolu insanlarının tepkileriydi. Birilerinin düşman tanımı yaptığı bu ülkenin gerçek sahiplerinin tepkileri. Medeniyetler Barışı projesinin sembolü Mevlana'nın şehrinde, katliamlara imza atanlar eğitim yapıyordu. Konya'da eğitilen İsrail pilotları bir yıl önce Gazze katliamına imza attı. Yasak silahlar kullanmak dahil her türlü insanlık suçunu işleyerek bir toplumu dünyanın gözleri önünde imha etmeye girişti. Türkiye ve dünya ayağa kalktı. " |
08.10.2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinden Ali Bayramoğlu'nun ''Kürt sorununu rehin almak…'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
Haklı kimlik yoktur, haklı talep vardır. Bunu sık söyleriz. Bir kimliğin ezilmesi, mağdur olması, tarihsel örselenmeye uğraması onu tek başına haklı kılmaz. Mağduriyet siyasi bir zemin oluşturur, ama tek başına siyasi bir proje üretmez. |
08.10.2009 tarihli Star Gazetesinden Nasuhi Güngör'ün ''Yeni dünya düzeni ve açılım'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
‘Başbakan açılım başlatmakla yanlış yapmış, geri adım atmalıymış, terör yeniden tırmanırsa siyasi bedeli ağır olurmuş’ gibi sözlerin hiçbir ciddiyeti yok. ‘Yeni düzen’in kodlarını çözme açısından Tayyip Erdoğan hayli mesafe almış görünüyor ve galiba son iki konuşmasında bunun ciddi işaretlerini verdi. Sürece uyum sağlamada Erdoğan’ın AK Partisi’nin avantajları hayli fazla. |
Serdar Arseven - 08/10/2009 - “Tamam da… Kur’an başka!..”
Alıntı:
|
D.Mehmet Doğan - 09/10/2009 - "Kalıplar kırılıyor..."
Alıntı:
|
09.10.2009 tarihli Sabah Gazetesinden Mahmut Övür'ün ''Baykal tek parti döneminimi özlüyor?'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
Baykal, kendi geçmişindeki demokrat, insan haklarına saygılı, Türkiye'nin zenginliğini ortaya çıkaran raporu unutuyor, Baas diktatörlerinden medet umuyor... Dahası demokrasi içinde her kimliğin özgürce birlikte yaşamasını "bir kez olsun deneyelim" önerisi getiren "demokratik açılım" sürecine dudak büküyor, görmezlikten geliyor, ama halkına zulüm yapan çağdışı bir yönetimin önerilerini "niye not etmedim" diye hayıflanıyor... İnanılır gibi değil. Anlaşılan CHP lideri "tek parti dönemi"ni özlüyor... |
All times are GMT +3. The time now is 17:08. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025