Siyaset Forum

Siyaset Forum (https://www.siyasetforum.com.tr/index.php)
-   Kitaplar ve Dergiler (https://www.siyasetforum.com.tr/forumdisplay.php?f=139)
-   -   Okuduğumuz Kitaptan Cümleler (https://www.siyasetforum.com.tr/showthread.php?t=16919)

Ammar 01-10-2012 02:13

abbasi ve emevi sultanlarına...

-"Asla başkadılık tekliflerinizi kabul edip zülümlerinizi onaylayamam !"

ÖLÜME GÜLÜMSEYEN ADAM (ebu Hanife) roman

_Ednâ_ 01-18-2012 00:05

her ne kadar tevbe ve istiğfar kahramanı o yara ve bereyi tevbe iksiriyle silip süpürsede o yaradan bir iz kalmayacağına dair elde bir teminat bulunmamaktadır.
elbetteki Allah dejenere olan manevi, ruhi be kalbi yapımızı fevkaladeden rejenerasyonla birdenbire yenileyebilir...

Sevban 01-18-2012 15:00

"Aldıklarını geri vereceksin
Vermiş olduklarını aldığın zaman.
Biliyorum ne düşündüğünü,
Ne zaman uyuduğunu,
Nereye gittiğini,
Nereye gideceğini.
Seninle bir randevumuz var,
Bay 658."

İntifada 01-19-2012 02:47

Sermayesinin tümünü politikaya yatıran hareketler,sermayesini kumara yatıran aymaz tüccar gibidir.
Ya kazanır,ya kaybeder.Kazanırsa bir daha oynar,hem de kazandıklarını da ortaya koyarak.Elbet sonu her kumarbazın sonu gibidir.
Politik kazanımlar yetişmis insan unsuruyla garantiye alınmıyorsa,orada kimse kazanımdan söz edemez.
Türkiye'deki rejimin beslenmesi politik örgütlenmeler için yukarda sözünü ettiğimiz risk sözkonusu değildir.Onlar bir şekilde rejimin garantisindedirler.Bu nedenle,onlar için rejimi savunmak kendi çıkarlarını savunmakla eş anlamdadır.
Hırsızı,arsızı,yüzsüzü hep birlikte "ben daha çok Atatürkçüyüm" yarışına çıkmışlarsa bunun içindir.Kemalizm ve laisizm ülkenin rantını yemek için bir avuç elitin kullandığı 'kutsal sunak'tır.
'Atatürk A.Ş'nin hisse senetleri kapış kapış birileri piyasayı kızıştırıyor.
Ya bazılarına ne oluyor ki kerhen de olsa ''AtatürkA.Ş'ne ortak olmak için hisse senedi kuyruğuna giriyorlar ?
Müslümanların teveccühü yetmedi de,hiç bir şeyin değil sadece çıkarlarının kulu-kölesi olan laik-Kemalistlerin teveccühüne kaldırlarsa,kala kala güne kaldılar.
Laikler imanınızı almadan size zırnık koklatmazlar.Hani ölüm döşeğinde elinde bir bardak suyla gelen şeytanın misali:
''Ver imanını,vereyim suyu''

Mustafa İslamoğlu-Dağarcık

İntifada 02-06-2012 21:32

Ta yürekten yapılmış bir dua,insanın iç enerjisini istediği alana yoğunlaştırması demektir.İnsan bütün benliğiyle bir şeyi ister ve o alana yoğunlaşırsa,duanın yarısı tutmuş demektir.Diğer yarısı da İlahi desteğe kalmıştır.

Dua aklın bitip aşkın başladığı bir haldir.İnsan dua ederken akıl modundan aşk moduna geçer.Geçerse,gereği gibi dua edebilir.Geçerse,dua kalbin Allah'la konuşması olur.Şah damarından yakın olan merkez,şah damarından yakın olanla temasa geçer.Orada söz biter,öz başlar.Orada takdir biter,tedbir başlar.Orada ceset biter,ruh başlar.

Mustafa İslamoğlu-Allah (bilmek-tanımak-anlamak)

İntifada 02-14-2012 00:23

Fakat Kur'ân'da anahtar terim olduğu halde İslam öncesi devirde de önemli bir yeri olan kelimeler de vardır.Şimdi hatırımda olan,kerim kelimesidir. Bu kelime, cahiliyye devrinde çok önemli bir anahtar kelime idi.Kusursuz bir şecere ile seçkinbir ataya dayanan, asilzade insanın şerefini ifade ederdi.Araplara göre fazilet sahibi, müsrif, ve sınırsız cömert olmak,insan şerefinin en güzel delili idi.Onlarda kerim, israf derecesinde cömert olan kişi demekti.Fakat kelime Kur'ân muhtevası içinde bu manasını değiştirmiş,sözü edilen takva ile yakın bir ilişki kurmuştur. Kur'ân gayet açık olarak ifade eder ki insanların en kerim (asil) olanı, Allah'a karşı takva ile hareket edenidir.

Görüyoruz ki cahiliyye devrinde cömertliğin,asilzadeliğin ifadesi olan kerim, yeni semantik alanın etkisiyle tamamen farklı bir anlam kazanmıştır.Cömertlik kavramı derin bir değişikliğe uğramıştır. Buna paralel olarak kerim kelimesi,servetini körü körüne,düşüncesizce,gösteriş için sarf etmek yerine;yeni düşünceye göre en büyük şeref olan Allah'ın rızasını kazanmak için malını sarfetmekte tereddüdetmiyen,israf ile cimrilik arasında bir yol tutarak mutluluğa ermek istiyen,takvaya göre hareket eden kimseler idi.

Toshihiko İzutsu-Kur'anda Allah ve İnsan

İntifada 02-14-2012 22:01

Bu suretle eski fikirlerin, İslam içerisine girince yeni bir evrim ve değer kazanmaları gerçeğiyle tekrar karşılaşmış oluyoruz, Cennet ve cehennem düşünceleri, cahiliyye Araplarınca bilinebilirler fakat bunların,cahiliyye düşünce sisteminde işgal ettikleri yer çok kenardadır,o kadar kenarda ki bu kelimeler o devirde anahtar terim dahi olamamışlardır.Halbuki Kur'ân'da bunlar tamamiyle farklı bir yere, farklı bir semantik alana konmuşlardır.

Artık bunlar merkezi önemde anahtar terimlerdir ve bunlar bu
dünya hayatında Allah'ın gösterdiği şekilde iyiyi ve kötüyü;doğruyu
ve eğriyi temsil ederler.

Toshihiko İzutsu-Kur'anda Allah ve İnsan

İntifada 02-14-2012 22:09

:Dediler ki: Bu dünya hayatımızdan başka bir şey yoktur; ölürüz ve yaşarız. Bizi öldüren yalnız zamandır"

İşte bunlar, Mekkelilerin, Kur'ân' ın kıyamet düşüncesine karşı sürdürdükleri
uzlaşmaz davranışlarının tipik örnekleridir.Bu davranışların temelinde bir çeşit nihilizm (her şeyi inkâr eden anar şik felsefi görüş) vardır.Kabirden sonra hiçbir şey olmaz düşüncesinden doğan bir nihilizm.Yukarıda gördüğümüz gibi çöl Arapların dinsizliğe götüren bu nihilizm, Mekkeliler arasında da bütün gayretleriyle bu dünyada refah içinde yaşama arzusu şeklinde kendini göstermişti.Kısacası onlar,zeki,kabiliyetli tüccarlar,dünya arzusiyle dolu iş adamları idiler.
Gelecek hayata,âhirete ait hiçbir şey öğrenmek istemiyorlardı,çünkü onlara göre böyle bir şey olamazdı.

Böyle olmakla beraber onu genelleştirip cahiliyye devrinde kıyamet fikrinin hiç olmadığını söylemek hatâlıdır.İslam öncesi şiirde mezardan sonra bir hesap günü inancının mevcudiyetine dair inkâr edilemez bazı kanıtlar vardır. Bunların bazısmı pek mantıki olarak yahudi ve hıristiyan kaynağına götürmek mümkündür. Züheyr ibn Ebi Sulmâ'nın Muallakasındaki çok meşhur beyitler (27-28) bize açık bir misaldir. Burada insanın yaptığı bütün kötü işleri, hesap günü için kaydeden göksel bir kitaptan söz edilir.


Toshihiko İzutsu-Kur'anda Allah ve İnsan

İntifada 02-19-2012 18:00

Sonunda Müslümanlar hem Kur’ân âyetlerine, hem de birer kevnî âyet olan, vücudumuzda ve dış dünyadaki âyetlere ilgisiz kaldılar. Batılıların kevnî âyetleri okumasına kadar birçok şey fark edilemedi. Ne zaman ki onlar kevnî âyetleri okumaya başladılar, o zaman İslam dünyasının durumu ortaya çıktı. Allah’ın hiçbir âyetini okumayan Müslümanlar, kevnî âyetlerini okuyan Batılılar karşısında şaşkın ve perişan duruma düştüler.

Kevnî âyetleri okumak; insanı, toplumu, toprağı, havayı,suyu, hayvanları, bitkileri ve gökyüzünü araştırıp incelemek ve oralardan bilgi edinmek demektir. Batılılar bu bilgilerle çok şey başardılar ve başarmaya devam ediyorlar.

Prof.Dr.Abdulaziz Bayındır-'Kuran Işığında' Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Terennüm 02-19-2012 18:27

Gençliği olmayan hareketler bitmeye mahkumdur..

Ruh-i zar 02-19-2012 20:48

Çünkü kimden beni kurtarmasını, içimdeki sızıları hafifletmesini istesem, onun yaraları benim yaralarımdan daha derin, onun sızıları benim sızılarımdan daha acıtıcı, onun elleri benim ellerimden daha küçük olurdu..

Cezmi ERSÖZ / Ölürsem Beni Seninle Ararlar Şimdi

Ruh-i zar 02-19-2012 20:48

Çünkü kimden beni kurtarmasını, içimdeki sızıları hafifletmesini istesem, onun yaraları benim yaralarımdan daha derin, onun sızıları benim sızılarımdan daha acıtıcı, onun elleri benim ellerimden daha küçük olurdu..

Cezmi ERSÖZ / Ölürsem Beni Seninle Ararlar Şimdi

İntifada 02-19-2012 21:41

Bütün peygamberler insanlara “Allah’tan başkasına ''ibadet etmemelerini” söylemişlerdir.“ibadet” sözlükte taat anlamına gelir.Taat boyun eğmek demektir,daha çok “emre uymak ve izinden gitmek” anlamında kullanılır. Türkçede buna kulluk ve kölelik denir.Allah’tan başkasına ibadet etmemek, ondan başkasına kul ve köle olmamak demektir.Bu da hürriyetin doruk noktasıdır.Fıtrat hür olmayı gerektirir.

Prof.Dr.Abdulaziz Bayındır-'Kuran Işığında' Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

İntifada 02-19-2012 23:15

Sahabeler peygamberden sonra en değerli kişilerdir.Gayet tabiiki sahabelerden hemen sonra dünyaya gelen ''tâbiîn'' sahabeler karşı son derece saygılıydılar.Ancak ''tâbiîn''(sahabelerden hemen sonra dünyaya gelen ve Hz.Peygamber(s.a.v) in dönemini yaşamamış olanlar),sahabelerin fikirlerini serbestçe tenkit edebiliyorlardı.Tabiiler sahabelerin sözlerini enine boyuna tartışıp doğru bulduklarını kabul ederlerdi.Nitekim,İmam Malik(r.a) sahabeler arasındaki fikir ayrılığına temas ederek şunları söylemektedir: ''Sahabelerin fikirleri hem doğru hem yanlış olabilir.Bu hususta siz kendiniz düşünüp karar vermelisiniz.''Aynı şekilde İmam Ebû Hanife(r.a) şunları yazmaktadır: ''Sahabelerin iki farklı rivayetlerinden biri muhakkak yanlış olacaktır.

Zaten sahabeler de kendilerinin masum olduklarını,hata işlemediklerini, sonrakilerin kendi fikirlerini unutup sadece onların fikrini kabul etmeleri gerektiğini hiçbir zaman iddia etmemişlerdir.Nitekim Ebû Bekr(r.a) bir konuda kendi fikrini söylerken şunları eklemeyi unutmazdı:''Bu benim fikrimdir.Eğer doğruysa,Allah tarafından olduğunu düşünün,eğer yanlış ise,bu benim hatamdır ve ben Allah'tan af dilerim. '' Hz.Ömer (r.a) ise şunları söylemiştir:''Fikir yanlışlığını,ümmet için sünnet haline getrmeyin. '' Hz.İbni Mesud şu ikazlarda bulunmuştur:''Sakın kimse din konusunda başkalarını körü körüne takip etmesin.Biri mü'minse öbürünün de mü'min,biri kafirse öbürünün de kafir olması gerekmez.Yanlışlık ve kötülükte kimse kimseyi takip edemez.'' İmam Malik (r.a)'in sözleri şöyledir: ''Ben bir insanım.Söylediğim sözler yanlış da olabilir,doğruda.Siz fikrimi gözden geçirin.Hangisi kitap ve sünnete uygunsa kabul edin,hangisi değilse kabul etmeyin.''

Mevdûdi-Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi Ve Hz.Peygamberin Hayatı


İntifada 02-29-2012 02:11

Hakimiyet/otorite,bilgi,güç,hayat konusundaki tercihini ''beşeri'' olandan yana yapanlar Kur'an'ın kendilerine verdiği ''müşrik,kafir'' isminden dolayı bozulmasınlar.Ve bir ikiyüzlülük göstergesi olarak da kendilerine ''müslüman'' adını vermesinler.Müslümanlar onların ''çağdaş''lığına zorla ortak olmaya çalışıyorlar mı ki,onlar müslüman olmadıkları halde ''müslümanlıkla'' ortaklık iddiasındalar.Unutulmamalı ki yalancı peygamber Müseylime de kendisine ''Müslüman'' sıfatını vermişti.Ama o kendisine ''Müslüman'' adını verdi diye Peygamber ve Mü'minler ona,bazılarının şimdilerde bol kepçe dağıttığı ''Müslüman'' payesini vermediler.

Ya ne dediler ?

''Müseylime'',yani ''Müslümancık'' dediler ve kendilerinden saymadılar.

Bazıları müseylime gibi kendini müslüman olarak tanımlayabilir,ama o kimse kendi ölçülerine göre değil İslam'ın ölçülerine göre Müslüman değilse olsa olsa 'müseylime' dir.Her ''Müseylime'' ise Allah ve Rasulun düşmanıdır.

Mustafa İslamoğlu-Dağarcık

İntifada 03-20-2012 00:20

Afrikalı bir genç, sömürgecilik Afrika'ya girmeden önce atı, av köpeği ve koyunlarıyla övünürdü ama medeni (!) değildi. Fakat fransızlar Afrika'ya girdikten, kabile reisi atını bir Batı otomobiliyle değiştirdikten sonra, otomobile oturup gaza bastıktan sonra medenileşiverdi ansızın !

Ali Şeriati-Öze Dönüş

Ruh-i zar 04-13-2012 01:46

Her şey eskisi gibi olabilirdi belki. Küçük bir kapıyı açık bıraktı. Olmadı.
O da kendiliğinden kapandı.Değmezmiş diyebilseydi.
Allah’ım değmeyenle oyalama beni!
Öyle bir oyalandı ki değip değmediğini bile bilmediğinde, dönerim zannetti de bir adım geriye dönemedi. Ne kadar abesti aşkın yüzü. Dahası ne çok yüzü vardı. Aşkın bir yüzü, aşkın iki yüzü, aşkın yüzsüzlüğü. Vefa, ihanet, ahd. Hepsi birbirine karışıyordu. Uğrunda ahidler bozulan, ahde vefasızlık ediyordu.
Allah’ım dedi, ne olur yanılma olmasaydı.

{Nazan Bekiroğlu - Cam Irmağı Taş Gemi}

eSsra 04-13-2012 02:13

En insani davranış bir insanın utanılacak duruma düşmesini önlemektir.
Friedrich Nietzsche | Aforizmalar

Garibüzzaman 12-05-2012 17:47

Tatsız bir sonbahar akşamı. Bugün sesini duyamayacağım. Bugün, yarın, öbür gün ve bir hayvan gibi yaşayacağım, hasta bir hayvan gibi. Kuşlar cıvıldayacak pencerenin önünde, ben küfredeceğim. Kuşlara, güneşe, bahara. Karanlıklardayım, hayat kör bir kuyuya benziyor, sonu olmayan kör bir kuyuya. Yuvarlanıyorum. Sen, tutunduğum dal. Sen, dinlendiğim vaha. Sen, kaybettiğim ışık. Ve bu akşam sesini duymayacağım, bu akşam yine bitip tükenmeyen karanlıklardayım. Zift gibi, beddua gibi, ümitsizlik gibi. O kadar ıstırap çektim ki! Coğrafî kader, siyasî kader, biyolojik kader. Karanlıklanma alışmıştım. Neden karşıma çıktınız? Dünyayı tekrar sevmek, dünyaya tekrar bağlanmak...
Bu akşam yine sesinizi duymayacağım. Ve uğultular ve gıcırtılar ve zırıltılar ve dırıltılar. Radyodan şarkılar kanatlanacak, kahkahalar taşacak pencerelerden. Odamdayım. Kitaplarımı tanıyamıyorum, onlar da beni tanımıyorlar. Hepsi
dilsiz. O kadar sizinle doluyum ki, seni terennüm edemiyorum.
Senin terennümünle doluyum... Düşüncelerimi kağıda geçirememek. Daima bir başkasına el açış.

Cemil Meriç | Jurnal


Beni bir gün öldüreceksin Cemil Meriç :)

Garibüzzaman 01-01-2013 21:07

Bir uçurum gibi büyüyen sükut, hayattan, ışıktan, ümitten kopuş.. Nihayet gönlüme baharı getiren sesiniz. Kırık bir tekne, karanlık bir deniz. Ufukta siz olmasanız hayat denen bu yolculuk, bu rezil, bu pespaye, bu komik sürükleniş dayanılmaz bir çile olurdu. Yeniden kendimi buldum mektubunuzda, ömrümün en kederli anları sizi kaybettiğimi sandığım anlardı: şubat' ın ilk günleri, Ankara. Gökkubbenin bütün yıldızları başımda parçalandı ve güneş kahkahalar atarak uzaklaştı ufkumdan ve gece, ıslak, yağlı, isli bir gece bütün benliğimi bir ahtapot gibi kucakladı. Kimsiniz? Otuz yıldır gördüğüm rüya. Artık benim için yol üçe ayrılmıyor. Şehzadelerin karşısına çıkan yol iki: ölüm veya...

Mektubunuz rüyada duyulan dost sesler gibi: fırtınalar diniyor, yaralar kapanıyor ve insan yaşadığını anlıyor. Sizi kaybettiğim zaman yani sizde rüyamı, sizde ideali bulamadığım zaman dünyam kör bir kuyuya benziyor, yılanların ıslık çaldığı, lağım kokan kör bir kuyu. Güzel yazıyorsunuz.. Çünkü kaleminize ilham veren Eros'un ta kendisi. Bütün ruhunuz konuşuyor, hayatın dile gelişi gibi bir şey. Siz yaprak yaprak açılan bir kitapsınız, benim keşfettiğim bir kıta: Cemilanya. Sizi küçük görmektense gözlerimi bin kere feda etmeğe ra-ziyım. Benim ezelî melikem. Elest bezminden nişanlım.

Uzun veya kısa, yaşamak için size muhtacım. Siz de bensiz yaşayamazsınız. Dudaklarımızı ancak ölüm ayırabilir birbirinden, dudaklarımızı ve kalplerimizi. Mektuplarınız gecikince kendimi metruk bir kayık gibi dalgalara bırakmıştım, hastayım, yani öksürüyorum ve ateşim var. Elin alnımda dolaşsa nasıl da iyileşirdim! Sevilen hastalanmaz, seven hastalanmaz, ama sevilen ihmal edilmez. Mektubun bir büyü gibi bulutları dağıttı. Yarı yarıya iyileştim, bir yenisi tekrar beni Zaloğlu Rüstem'e çevirir. Sensiz sıhhat neye yarar? Neden dinç ola-cakmışım? Dünyanın bütün nimetleri seninle güzel. Scho-penhauer'i bekliyorum. İstediğim, sana kendimi bütünümle verebilmek, bütünümle faydalı olmak sana. Sen her zerrenle perestişe layıksın ve istiyorum ki şahane bir tomurcuk'a benzeyen kabiliyetlerin aşkımın sıcak ikliminde bütün şiiri,bütün lüsunu, bütün ıtırıyla açılabilsin. Benim has bahçem, sam yelleri esen çöllerden geçtim, dudaklarım susuzlukdan çatlamışdı, boğuluyordum, ya cinnet ya ölüm veya sen vardın. Sen çıkdın karşıma, sen ki benim için yaratılmıştın, sen ki sevmemiştin, sevilmemiştin, sen ki uykuda dolaşan bir hayaldin, tanımıyordun kendini ve hâlâ zaman zaman düşman bir dünyanın kırık aynasına kayıyor gözlerin, sen orada değilsin, gönlüme, gözlerime, mektuplarıma bak. Belki sevdiğin için büyüksün, sevdiğin için ve sevdiğin kadar, yani sonsuz. Şubatın ilk günleri zalim bir buhran içindeydim, sonra sisler dağıldı, tekrar buldum seni, seni yani idealar alemindeki kadını ve ayrıldık. Cennetten kovulan Adem gibiyim, kulaklarımda sesinin ilahi bestesi ve boşlukda yuvarlanıyorum. Mektupların tutunduğum birer dal, seni bir daha görmek ve ölmek istiyorum. Güzel olan bu. Seni kaybetmek, hayalimde boğulmak değil. Bu sermesti sadakatimin mükafatı. Yalnız sende eriyişimin, yalnız seni düşünmemin mükafatı.

Cemil Meriç | Jurnal

Garibüzzaman 01-01-2013 22:20

Bu ülkenin bütün ırklarını tek ırk, tek kalp, tek insan haline getiren İslamiyet olmuş. Biolojik değil, moral bir vahdet. Yani vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. Aynı şeylere inanmak. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için ölmek ve yaşamak. Lazı, Kürdü, Arnavudu düğüne koşar gibi ölüme koşturan bir inanç bu. 600 yıl aynı potada erimek ve kainata meydan okumak, zaferden zafere koşmak, beraber ağlayıp, beraber gülmek. Sonra çözülüş, çürüyüş, kokuş. Ve bir mezarlık haline gelen memleket. Tarihin dışına çıkan Anadolu. Tarihin ve hayatın. Ve Avrupa kapitalizminin uyuz köpeği intelijansiya.

Bu çöküşde kıyametlerin ihtişamı yok. Şiirsiz, şikayetsiz, bir frengi şankrmın kemirdiği bedbaht uzviyetlerin çirkinliği var. Ve intelijensiya, efendilerinin fırlattığı kemikleri yalamakla meşgul. Havlamasını bile unutmuş. Dişsiz, kuyruksuz. İnsan, inançlarım kaybedince çomarlaşıyor. Dinsizlik irticaların en affedilmezi. En yiğit orduyu en miskin sürü haline getiren veba.


Sosyalizm iktisadî bir düzen olarak tartışılabilir belki. Fakat bugünkü talepleri, bugünkü ifadesi, bugünkü kopukluğu içinde bir ihanet-i vataniyedir. Yani sen haklısın. Kurtuluşumuzu ancak kendimiz yaratabiliriz. Doğu da düşman, Batı da. İkisinin de sırtında kamçımızın izleri var. Avrupa da eski kölemiz, Rusya da. Ve biz kölelerimizin çizmesini yalamaktan garip bir şehvet duyuyoruz. Faşizm, yani tehlikeli bir hayat, yani bir avuç insanın bütün kalabalığı uçurumdan zirveye kanatlandırması, yani bu uyuşuk, bu pelteleşmiş, bu erkekliğini kaybetmiş insanları kan ve ateş içinde eritip yeniden gra-nitleştirmek. Kafayı yerine oturtmak. Sosyalizmin en rezil tarafı, zaten kindar, zaten yırtıcı olan Türk insanını Türk insanına düşman etmesi. Yok edilmesi gereken bir avuç satılmış var, yok edilmesi, yani sahneden kovulması. Bütün bu ülke mazlum insanların, iftiraya uğrayan insanların vatanı. Onları hayata kavuşturmak, bütün bir husumet dünyasıyla karşı karşıya olduğunu anlatmak ve ondan fedakârlık istemek: yapılacak iş bu. Ama önce kendimiz ne kadar fedakârız?

Cemil Meriç | Jurnal

Garibüzzaman 01-19-2013 13:09

Ben herhangi bir tarikatın sözcüsü değilim. Yani ilan edilecek hazır bir formülüm yok. Derslerimde de, konuşmalarımda da tekrarladığım ve darağacına kadar tekrarlayacağım tek hakikat: Her düşünceye saygı…

Cemil Meriç

Garibüzzaman 01-27-2013 18:10

Sait'in müridi, yığın, midye gibi bir kayaya yapışmış. Sait, naslarm katı ve karanlık duvarları arkasında konuşuyor. Hitap ettiği toplum yalnız hayalinde mevcut. Ama bu hayalî insanlar o konuştukça gerçekleşiyor. Yani nurculardan önce kelam var. Anlaşılmayan, esrarengiz, çağdışı. Kabuklarına çekilen yüz binlerce insan bu sesin cazibesiyle uykudan uyanıyor. Bir havariler ormanı. Yekpare ve kesif. Ağaçlar kaynaşmış birbiriyle. Dallarında kuşlar cıvıldamıyor. Adsız bir uğultu. Nur Risalelerinin bir fırtına rüzgârına benzeyen, zaman zaman heybetli, zaman zaman boğuk yankısı. Bu sahipsiz, bu unutulmuş bu tarihin dışında yaşayan kalabalığı Nur Risaleleri etrafında toplayan kuvvet ne? Yeni bir hakikat, bakir bir düşünce, akıncı bir ruh mu? Hayır. Sait Nursi bütünüyle bir tekrardır. Gazap, tehdit ve horlayış. Ama zulmün ahmakça taarruzu bu münzevî sesi sayhalaştırmış. Laisizmin kartondan setleri birer birer yıkılmış bu sesle. Şehirle köy, çağdaş uygarlık düzeyi(!) ile Anadolu, Batının yalanlarıyla mağlup bir medeniyetin rüyaları, arayanlarla bulanlar, tereddütle inanç., iki dünya halinde ayrılmış birbirinden. İlmin yobazları için, bu emekleyen, bu kekeleyen topluluk bir yüz karasıdır. Düşünmezler ki bu kendi yüz karalarıdır. Filhakika nurculuk bir tepkidir. Kısır ve yapma bir üniversiteye karşı medresenin tepkisi. Nur Risalelerinin gücü, bir isyanı dile getirişlerinden. Temyizi olmayan bir mahkumiyet kararı. Derbeder, perişan, karanlık. Ama samimi ve dürüst. Şuuraltının çığlığı. Bir yanda düşüncesizlik, bizim olmayan değerler ve samimiyet yokluğu. Ötede için için kaynayan ve bir menfez arayan ihtibasa uğramış duygular. Batının tabiri ile filoneizmle mizoneizm. Tanzimattan beri yurdumuzu perişan eden illet, teceddüt aşkı. Her şeddi yıkan bu çılgın aşkın karşısına tek hisar kurulabilirdi: nurculuk, ifrat tefriti yaratacaktı ve yarattı. Bu iki zıt kutup arasında bir anlaşma zemini bulmak kabil mi? Hiçbir mahpes sağlam bir kale değildir. Tarih mumyalanamaz. Nurcuları deve kuşu haline getiren, aydınların anlayışsızlığı. Unutulmasın ki iman kendi kendine yeter. Her nurcu fert olarak bahtiyardır. Ama kökünden kopmak, yosunlaşmak kimseye mutluluk getirmez. Nurcular adalarında hayatlarına devam edebilirler. Onları yok farzetmek onlarmkinden çok daha vahim bir gaflettir.
Hülasa edelim. Sait Nursi bir kavga adamıdır. Yalçın bir irade, sert, müsamahasız bir mizaç, sözü ile özü bir, tefekkür değil iman. Yogi ile Komiserin savaşı.

Cemil Meriç | Jurnal

zülcenaheyn 03-23-2013 04:17

"...İslami muhalefet için söylediklerimiz, Kürtçü muhalefet için de geçerli olabilir. Kürt hareketinin liderlik bayrağının Ayan reisi Abdülkadir ve Sorbonne mezunu Bedirhan beylerden Şeyh Said ve Seyyid Rıza gibilerine, ve asli etkinlik alanının başkent salonlarından Hakkari ve Dersim'in dağlarına çekilmesi, daha çok 1924 sonrasına özgü bir gelişme gibi görünüyor...

...1925 yılından sonra CHP iktidarına muhalefet, taşranın İslamcı ve tarikatçı unsurlarıyla (ve, yerel olarak, Kürt isyanlarıyla) sınırlı kalmıştır. Rejimin genel çerçevesi içinde muhalefet edebilecek aydın ve elit çevreler, bu tarihten itibaren ya sinmişler, ya yurt dışına gitmişler, ya da rejime iltihak ederek Ankara'da mevki edinmek yolunu tutmuşlardır. Muhalefetin sözcülüğü, kasaba uleması ile tarikat şeyhlerine terkedilmiştir.

Yasal bir muhalefet kadrosu içinde yer alma imkânları yokedilen İslamcılar daha radikal yollara yöneldikçe, rejimin onlara karşı yöneltmek zorunda olduğu şiddetin dozunun artacağı da doğaldır. Özellikle 1926-27'de şapka kanununa gösterilen tepkiler dolayısıyla ve 1930-31'de Menemen olayları ertesinde tüm yurtta son derece sert bastırma tedbirlerine ihtiyaç duyulmuştur.

Kolayca tahmin edileceği gibi bunlar, İslamcı (ve Kürtçü) tepkiyi daha uç noktalara itmiş, karşılıklı bir tırmanma süreci yaşanmıştır.

O devirde doğan cepheleşmenin, bugün de Türk siyasetine hâkim görünmesi ilginçtir..."

Yanlış Cumhuriyet, sayfa 85-86 / Sevan NİŞANYAN

zülcenaheyn 03-23-2013 19:52

"Osmanlı toplumunda devlet-üstü kimlik düzeyi iki yönlüdür.

Bir yanda Tanzimattan itibaren Osmanlı elitinin ve gayrimüslim tebaanın benimsediği Avrupalılık yönelişi; öbür yanda 1860'lardan itibaren "ittihad-ı İslam" fikriyle siyasi bir anlam kazanan ümmet duygusu, farklı istikametlerden de olsa, siyasi otoritenin mutlakiyetini kısıtlamaya yönelen eğilimler olmuşlardır.

Cumhuriyet rejimi ümmet identifikasyonunu reddetmiş, Tanzimat Batıcılığını ise gayri milli, kozmopolit ve yoz bir anlayış olarak mahkûm etmiştir.

"Batılılaşma" adı altında getirilen şey Avrupa uygarlığına aidiyet ve dayanışma duygusu değildir: mutaassıp bir ulusçuluk anlayışı çerçevesinde, devletçe kuvvetlenip "yabancı düşmanlara" meydan okuma çabasıdır."

Yanlış Cumhuriyet, sayfa 158-159 / Sevan NİŞANYAN

Garibüzzaman 05-26-2013 08:03

GÜL ANDI
 
Hatırla o zamanı ki... Zaman ezeldi... Var olan yoktu varlık mimarı olandan gayrı ve var’lığa Gül’ün nuruydu, geldi... Adem, ruh ile ceset arasındaydı; ve gelişler deste beste, gitmeler gelişi güzeldi...


Efendim bir elçiydi o gün!...

Düşün o günü ki... Olacak olan olduğunda... Var olan her şey yine yok olduğunda... Zaman dolduğunda ve Azrail son cana da son ecel merhabasını sunduğunda...

Efendim yine bir elçi olacak!..

İki elçilik arasındaki her şey, seven ile sevilen arasında hakikatte, ve gerisi yalnızca bir vesaire... Bunca tufan, bunca fırtına, Gül olana bir sevgi sınanması... Bir ömür boyu, üşenmeden ve usanmadan, ve ayrık sevgilere aldanmadan ve kanmadan, belki gayrıyı varlık sanmadan, sevgiyi iplik iplik göz yaşlarıyla yamayıp giyenin sınanması... Öyle ki Gül sevgisini küçümseyenin, Gül’e dair aşka heyhat diyenin, hayata vurduğu silleler ve çilleler arasında bir sınanma... Gölgesini içine düşüren asırlık özleyişlerde doğmaya çalışan güneşlerin, belki silmece çıkmayan lekeleriyle içlerinin mürekkebini boğmaya alışan leşlerin duruşması. Sevinçlerin kumaşında parlayan hüzünlü dokunuşlarla bencil güvelerin delik deşik ettikleri sahte tebessümler arasında süregelen bir dava... Ve bunda yitmeler... Ve onda gitmeler... Temiz gönüller adına; “Bir hâdise var cân ile cânân arasında”.

***

Gül yüzlüm! Kitaplar kitabında öz nefsimizden evla okunası ey!..

Sevginde ihmal ettik diyedir şimdi bütün acılar... Bizi sevdiğin gibi sevemediğimiz içindir seni bütün kötülükler... Emeklerimizi başkaları giyiniyor ya; ve parmak uçlarıyla ak renklerimiz çiğneniyor ya, sevginin yokluğundan, ve isyanın çokluğundandır hep. Zenginliğimiz içinde fakir, ilim çağında cahil isek bundandır. Aşk yüzyıllarının rutubetli arşivlerine inen acılarımızın sessizliklerde kuluçkalanması da; incecik görüntüsünde bir ışığın dağılan parçalarını toplayamayan mıknatısların halkalanması da bundandır, bundandır Efendim. Kadim zamanlara ait elyazmaların fersude sözler eleyen sayfalarına yazgılı kurutulmuş çiçeklerimizin, ya ki hatıraların hüzünle konuştuğu odalarda ufalanan ürpertili kelebeklerimizin içimize sığmayan aşkları... ve özleyişleri... ve ayrılıkları bundandır. Bundandır Efendim, bir kıyıda, bir karanlık köşede tuzak kurmuş acılarla yüzleştirilmesi kalbimizin ve pençelerle yaralanması yüreklerin, bundandır...

Gül sözlüm! Öksüz yalnızlıklarımıza bayramlık giysi diye dokunası ey!..

Seni umutlandık bunca yıl, bunca zaman, yokluğunda sevgine sığınmakla dilendik aman ha aman... Acıdan ve acıtan dağların gölgeleri düşürüldüğünde bile içimize seni umutlandık hep. Yürümelerimiz saydam ölmelere çizikler attı; aynı yerde kalmalar kara kaderlere silahlar çattı. Şenlik üstüne beyhude şenliklerde yoruldu kentlerimiz ve gecenin kapkara çırpınışlarıyla düğümlendi kementlerimiz; kelepçelendi hürriyet adına kimliklerimiz ve kalakaldık, ilerleyemedik, tutulduk, vurulduk; Gül sözlüm, Efendim vuruldukça vurulduk!... Seküler umutlar sardı içimizi ve sonra yaprak uysallığında girdi damarlarımızdan korkular. Güzelliklerimizi düş kovalarıyla kör kuyulardan çıkarmak yazıldı alnımıza. Emellerimiz hep senden yana iken umutsuzluğa açıldı sonunda ellerimiz. Kabir şahidelerine yaslanmış öksüz ağıtlar abandı leyl gecelerimizin üstüne; ay nazarlık oldu, nazara geldik. Acemi âşıkların arasına mahir cellatlar salındı, öldük, mezara geldik. Yokluğunda Efendim, yeni kesilmiş etler gibi seğirmede şimdi dört bir yana yol şaşırmış canlarımız; taze tuzak setler gibi her cihetten seğirtmede yol aşırmış kanlarımız. Acemi nağmelere ipoteklenip kalmış Efendim neyler, ve karaya vurmuş adalar kadar şaşkın ve çaresiz her şeyler... Beyaz güvercinleri avlayan azgın kediler pusu üstüne pusu kurmada hâlâ; ve sürur çağında kadim hatıraların taziye giysili kösü vurmada hâlâ. Seni umutlandıksa Efendim, yokluğunda sevgine tutunduksa, bundandır hep Efendim... Efendim....

***

Gül yanaklım! Kadehi evvelde nur aslından ve beşer neslinden dolan ey!..

Dolunay olup parlamıştın hani bir tepenin ardından, üstüne zamanın; umut olmuştun, sevinç olmuş, muştu olmuştun!. Biz, şarkısını söyleyip ağlaşırız hâlâ o sevincin, ve hayal ederiz o gelişi, düşünür, düşleriz hâlâ Efendim... Düşleriz ki belki gelesin yeniden hayatımıza, ve doğasın kimliklerimize!.. Gel Efendim, kara bulutların altında denizleri sel basıyor sensiz. Semiz başaklarımızı cılız başaklar yutuyor. Mirasın yüzünü ağartan ataları unutturduk nesillerimize, duvarları ve evlerini zalim sarmaşıklara yutturduk sonra. Tenha gecelerde damla damla mendillere dökülen sırlar nesholundu birden, hayatımızın anlamı anlamsızlaştı, kalakaldık. Sensizlikte ferze çıkan piyadelerimizin şah huzurunda kılıçlar vuruyor artık boynunu; kalelerden atlar boşanıyor dört nala çaresiz ve sessiz... Ve Sinimmar, Münzir’e bir saray yapıyor yokluğunda Efendim; zulümlerin saraylarını yazık ki müminlerin yapıyor!..

Gül dudaklım! Zincire hürriyet, müştâka su, canlara cânân olan ey!..

Doğ içimize, kuşat bizi Efendim; gir kalbimize yaşat bizi... Güneş ki Efendim, yokluğunda her gün yeniden geliyor üstümüze ve her gün yeniden arıyor senin izini, izinin tozunu, tozunun sözünü, sözünün özünü köhne hayatlarımızda... Milim milim tarıyor karanlıklarını dünyanın şafaktan ta şama değin ve gönül gönül soruyor âşıklarını seherden akşama değin. Akşam ki akşam oluyor, Mi’raçta hoş gelişlerine güller serpen İsa Ruhullah’a açıyor derdini kara rengiyle ağlayıp; ve birlikte bizi ağlaşıyorlar ta fecre kadar. Her seher bir daha, her sabah yeniden başlıyor yolculukları güneşlerin; ve her akşam yeniden ağlayışlar, yokluğunda Efendim... Doğ içimize de; bir damlası olsun bizim gözlerimizde rahmete dönsün ağlayışların ya Resul!... Ve avare âşıklar gibi düşelim yollarına; Varalım kûy–ı dilârâya gönül Hu diyerek / Gidelim kûyuna yârin bir içim su diyerek. Arayalım sonunda izini, izinin tozunu, tozunun...

Sevgili!...

And olsun, bunca tufan, bunca duruşmada... Burada durup burada çürüyecek olsak da... Sevgilerin boynunu giyotinlere düşüren hasretinle... Ağaçtan koparılan yongalar misali kıvranarak... Sana naatlar söyleyecek, tazarrular diyeceğiz...

Sevdiklerin hatırına, gelecek olan gün geldiğinde, bizleri de hatırlar mısın!..


| İskender Pala, Mir'at, Gül Andı, Sayfa: 73-77 |

Garibüzzaman 08-08-2013 20:44

Bir bardak suda okyanus saklıdır çünkü kalbinde gözü olana. Ve dahi bir bardak suda fırtına koparır kalp gözü kapalı olan. Yine de bir bardak su bütün sularla aynı özellikte bir şeydir. Ve dörtte üçü su olduğundan mı vücudumuz okyanuslar gibi Ay’ın cazibesinin etkisindedir? Bu yüzden mi içimiz gel git halindedir?

Sular ve gökler arasında yapayalnızım. Tut ki yeni yaratılmışım.

Bu yüzden mi sudan sebeplerle yitiririz su gibi aziz şeyleri çoğu zaman. Sular durulduğunda aydınlanır anlamlar; ama sular durulmaz dalgalanmadan. Suda selamlarız hayatı, suda vedalaşırız. Bir yudum su hayattır canlı olan her şeye.

Nazan Bekiroğlu | Mor Mürekkep, Su, s:150-151

medkir 08-22-2013 17:27

Çok güzel bi paylaşım yeri olmuş teşekkürler.


All times are GMT +3. The time now is 11:27.

Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025