Siyaset Forum

Siyaset Forum (https://www.siyasetforum.com.tr/index.php)
-   Bütün Peygamberler (https://www.siyasetforum.com.tr/forumdisplay.php?f=321)
-   -   Hazreti İbrahim (a.s) (https://www.siyasetforum.com.tr/showthread.php?t=29402)

dildade 05-23-2008 01:37

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İsmail’in Yerine Verilen Büyük Kurbanlık :
Hz. İbrâhim ve İsmail'in bu teslimiyetini Allah mükafatlandırdı. İsmail'in yerine büyük bir kurbanlık verdi.[1] İbn Abbas, Hz.İbrâhim’e gönderilen koçun, kırk güz (yıl) cennette otladığını söylüyor. Bir rivayette ise, Hz.İbrâhim’e gönderilen kurbanlık koçun daha önce Hâbil tarafından kurban edilen koç olduğu ifade ediliyor. Hz.Ali r.a’ de bu koçun boynuzlu, iri gözlü ve beyaz tüylü olduğunu söylüyor.

El-Hasen ise: ”Hz.İsmail’in yerine bedel olarak gönderilen kurban Erva’dan getirilmiş bir teke olup Hz.İbrâhim’e Sebir’den indirilmiştir. Hz.İbrâhim bunu, bir rivayette “Makam” denilen yerde, diğer bir rivayette ise Mina’da kurban kesilen yerde boğazlamıştır.”diyor.[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: Saffat, 37/107; Şamil, İslam Ansiklopedisi, İsmail Maddesi, c.3.

[2] İbn.Esir-Kâmil c.1, s.105.

dildade 05-23-2008 01:37

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Kurbanın Hikmeti :
Allah Teala, Hz. İbrahim (a.s.)dan oğlu İsmail’i kendi uğrunda kurban etmesini emretmesinin hikmeti nedir? İnsanlık tarihinde en büyük fedakarlığa örnek olabilecek bu adağı, Allah niçin Peygamberinden istemiştir?

Hz. İbrahim, (a.s.) Cenabı Hak’tan kendisine salih bir evlat vermesini istedi ve şöyle duada bulundu: “Allah’ım! Bana iyilerden olacak bir çocuk ver” diye yalvardı.”[1] Allah da, İbrahim (a.s.)’ın duasını kabul buyurarak, yaşının çok ilerlemiş olmasına rağmen, ona bir oğlan çocuk verdi. Çocuk, oyun oynayacak yaşa geldi, çocukla babası arasında çok büyük bir sevgi yumağı oluştu. Artık Hz. İbrahim oğluna çok bağlanmıştı. Cenab-ı Hak Peygamberini imtihan etmek istiyordu. Hz. İbrahim rüyasında, oğlu İsmail’i, Allah yolunda kurban ettiğini görüyordu. Bu rüyanın kendisi için çok büyük bir imtihan olduğunu biliyordu ve bu imtihanı geçmek istiyordu ve Allah kulunu sevgi hususunda imtihan ediyodu. Evlat sevgisi ile Allah sevgisi arasında bir tercih yapmasını istiyordu.

Bu rüya sadık bir rüyaydı, çünkü o bir Peygamberdi, O’na Allah tarafından vahy geliyordu. Allah sevgisinin ne anlama geldiğini en iyi o biliyordu. Rüyasında gördüğü kıssayı önce eşi, hayat arkadaşı Hacer’e anlattı. Hacer bu imtihanın kazanılmasının şartı, emredileni yapmak olduğunu biliyordu. Daha önce gösterdiği teslimiyet örneğini burada da gösterdi. Şeytanın kendisine vermek istediği vesveselere aldanmayıp her defasında, önüne çıkan şeytanı tam kalbinden kurşunlayarak taşladı, şeytanı yere devirdi, ona tarih boyunca, insanların örnek alacağı tarihi bir ders verdi.

Kolay mı? Böyle bir sınavı geçmek, evladının kesilerek kurban edilmesi bir anne için kolay mı? Rabb’imiz! Zayıf biçimde yaratılan insan için, insan takatı için, bu ne büyük bir imtihan! Bu imtihanı geçmek öyle kolay mıdır?

Hz. İbrahim oğlu İsmail’e oğulcuğum evladım İsmail’im rüyamda seni Allah yolunda, Allah için kurban ettiğimi görüyorum. Ne diyorsun, senin görüşün nedir? Bana söyle diyordu ve onun rızasını almak istiyordu. Evet o bir baba idi. Kesen el onun eli olacaktı, ancak kesilen boyun İsmail’in boynu idi. İbrahim ne kadar büyük bir imtihanla karşı karşıya ise de; en büyük imtihan İsmail’in imtihanıdır. Boğazlanmak kolay mı? boğazlanmak için emre itaat etmek, böyle bir konuda babaya itaat etmek kolay mı? Şeytanı kovmak, anlının tam ortasından kurşun gibi vurmak, taşlamak kolay mı? Nefsine, hayat sevincine, dünya nimetlerine, kürpecik bir yaşta, hayır demek kolay mı?

Evet tıpkı baba ve annenin teslimiyette, hiçbir tereddüte mahal vermedikleri gibi, Babacığım cancağızım! “Emrolunduğun şeyi yap” şeklinde cevap vererek; saygısını ve tevekkülünü “İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın” diyerek, babacığına teslimiyetini ifade etti.

“Sonunda ikisi de, (Allah’ın emrine ve takdirine) teslim olup (babası İsmail’i kurban etmek için) onu alnı üzerine yatırdı.”[2]

Hz. İbrahim elindeki kesici aletiyle, bir defa oğlunun boynuna çaldı, ancak bıçak kesmemişti. Acaba bıçak niçin kesmiyor, bıçakta bir aksaklığın olup olmadığını görmek için, yanında duran büyük taşa vurduğunda, taşın ikiye bölündüğünü gördü. Evet bıçak kesmemişti, kesememişti, bıçağa kestirmeyen, bıçağı işlettirmeyen güç; Hz. İsmail’i kestirmemişti. Ancak Hz. İbrahim gönlündeki, kalbindeki oğlunu İsmail’ini çoktan kesmişti. Sevgi tercihini, Allah sevgisiyle ortaya koymuştu. Allah sevgili kulunu, Peygamberi İbrahim’i müjdeleyerek kendisine onu dost edindiğini vahy etti. Artık Hz. İbrahim, İbrahim Halilullah olmuştu. Kutlu bir ailenin sevinç çığlını, bütün melekler alkışlamıştı. Rahmet kapıları sonuna kadar açılmış, İbrahim’i İsmail ve Hacer olmayı bekleyen ümmetleri kucaklamaya hazırlanmıştı.

Rabb’im bu adağımı, bu samimiyetimi, bu sevgi tercihimi, kabul eyle diyordu Hz. İbrahim.

Ey Hacer! Senin ciğer paren bıçak altında,

Şeytan ve şeytanlar vesvese vermek için, yakınında durarak fırsat kolluyorlar!

Ey İsmail! Sen büyük bir teslimiyet içinde emrolunanı bekliyorsun. Şeytanı taşladın, nefsini taşadın, bütün dünyayı ve içindeki nimetlerini elinin tersiye tersledin.

Aşkın ve sevdan dünya olmadığını gösterdin.

Gerçek aşkın ve gerçek sevdan, tıpkı babacığın ve anneciğin gibi, Allah sevgisi Allah’ın rızasını kazanmak oldu.

Ey İbrahim! Allah (c.c.) sana ferman buyuruyor:

“Doğrusu bu apaçık bir imtihandı.

Ve ona büyük bir kurban verdik.

Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli) bir isim bıraktık.

İbrahim’e selam olsun.

Biz İhsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.”[3]

Siz ailece, baba anne ve oğul, kutlu bir ailesiniz, sizi mübarek bir aile kılan, Allah’a olan katıksız şeksiz ve gümansız sevginizdir. Mutlu ve kutlu yolunuzu, yol edinenlere, büyük rehberler oldunuz. Peygamberler sizin zürrriyetiniz oldu.

Ey hacı, hacca gelen kardeşlerim!

Bizler bugün, burada niçin bulunduğumuzu,

Bugün burada, nelerimizi kurban etmeye,

Aşkımızın ve sevdamızın neler olduğunu,

Biliyormuyuz, en sevdiğimiz dünyalıklarımızı kurban etmeye

Fani olan bu hayatın zevklerinden vazgeçmeye, hazır mıyız?

Her insanın bir İsmaili veya İsmailleri vardır,

Acaba biz hangi ismaillerimizi kurban edebiliyoruz?

Biz buraya bugün, kurban ve kurbanlıklar vermeye geldik,

Kutlu ve mutlu bir son için, bu kurban şarttır.

Bunlar, imtihanı vermek, alnı açık huzura varmak için şarttır.

Madem buradasınız, Madem ki, ahdinizi yenilemeye geldiniz,

O halde korkmayın, kesin kurbanınızı ve kurbanlarınızı,

İbrahim gibi, dua ediniz.

“Rabb’imiz kurbanımızı bizden kabul buyur” deyiniz,

Allah’ın rahmet ve mağfiretine sığının ki,

Gerçek halil, gerçek Halilulah’lar olasınız.

Selam olsun İbrahim’e!

Selam olsun validemiz Hacer’e!

Selam olsun İsmail’e!

Selam olsun size ey güllerin yolunda, gül koklamaya gelen, Rahman’ın Misafirleri!



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Saffat, 37/100.

[2] Saffat, 37/103.

[3] Saffat, 37/106-109.

dildade 05-23-2008 01:38

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Hac ve Kurban ilişkisi :
Haccın bütün menasiklerinde, sembol, nişane ve alametler vardır. Hacda yüzyıllar öncesine gitmek, Hz. İbrahim’i, Hz. Hacer ve Hz. İsmail ile beraber olmaktır. Onların aziz hatıralarını yaşamak ve yaşatmaktır. Tıpkı onlar gibi, Kabe’ye bağlılıklarını, Kabbe’nin Rabb’ine saygı ve tazimlerini sunmak, Hacer gibi, Sa’y yapmak, İsmail gibi zemzemden kana kana içmektir. Mina’da, Allah için kurbanlar veren İbrahim’i anmak, onun gibi kurban kesmektir.

Hac vazifesindeki duygu ve şuur ihlasla yapıldığında, çok yüce bir makama ulaşılır, Rabb’imizin “evime gelin” davetine icabet etmek için onbinlerce km. yolları katarak, ülke ve memleketleri aşarak, Mekke’ye ulaşırız. Davetine lebeyk Allahumme lebeyk diye cevap veririz.

Dünyanın ziyneti, rütbeleri, makamları ve bütün dünyevi nimetlerini ihramı giymekle terkediyoruz. Allah bize gel derken, dünyaya geldiğin gibi bana gel, dünyanın senin üzerindeki yükü ve ağırlığı olmayacak şekilde gel; tıpkı ölümlü ve fani hayatı terkettiğin gibi, dünyanı arkanda bırakarak gel diyor.

Her müminin gündelik hayatından hiç çıkmayan, kıble anlamını Kabe’ye bizzat vararak, Allah’a olan bağlılığın tescilidir. Arafat ve Müzdelife’de vakfe yapmanın, dünyadayken mahşeri an be an yaşamadır. O büyük güne varmadan o günün büyüklük ve azametini anlamadır. Mina’da bir imtihan sahasını görüyorsunuz, o sahada bütün roller belirlenmiş, imtihan için bütün hazırlıklar tamamlanmış; sıra büyük imtihana gelmiştir, bu imtihan öyle sıradan bir imtihan değil, bu bütün imtihanların finalidir, bu imtihan ve imtihanlar gönlümüzdeki ismaillerin hangisinin olduğu imtihanıdır.

Hz. İbrahim, İsmail’inden vazgeçtiğini görüyorsunuz,

Hz. Hacer, İsmail’inden vazgeçtiğini, şeytanı taşlamakla ortaya koyduğunu görüyorsunuz.

Hz. İsmail ise niçin kurbanlık olarak seçildiğini ve kime kurban edileceğinin bilincindedir. Nefsinin ve şeytanın sesine hiç kulak vermemiş, onlara, hayata lükse yaşama heyacanına hiç aldırış etmediğini görüyorsunuz.

Bunların tümünü orada yani; Mina’da gördünüz, gördüğünüzü söylüyorsunuz, acaba tüm gördükleriniz sadece bunlar mıdır? Esas görmeniz gereken şeyi, merak edip görmeye çalıştınız mı?

Burada herşey görünüyor, görünmeyen sensin. Evet burada esas görünmesi gereken biziz, biz bu sahanın neresindeyiz. Hangi roller bize biçilmiş, rolümüzün farkında mıyız? Yoksa bu imtihan sadece, Hz. İbrahim’in imtihanı mıdır? Şayet sadece bu onun sorunu ise, onun sınavı geçtiğini, bu Mina vadisinde görüyorsun.

İbrahim, Hacer ve İsmail gibi ol demek kolaydır, onlar gibi samimi olmak ise tamamen başkadır, işte biz bir başka olmak, başkalaşmak için bu sahada ve Mina’da bir tarafta şeytan kendi tarafına ve diğer bir tarafta ise Rahmeti gazabını geçen Rahman, Alemlerin Rabb’ı seni saffına davet ediyor.

Kurban kesmek kişinin Rabb’ine yakınlaşmak istediğini, lisan-i hal ile beyan etmesidir. Kan akıtmak, ona olan saygısının, Allah’ı her şeyden tenzih ettiğinin, ibadette ona hiçbir şeyi ortak koşmayacağının ortaya koyulmasıdır.

Şeytan ve askerleri, müslümanın hacca niyetinden, hac görevini ve hacdan sonra da peşini hiç bırakmadan sürekli mücadele eder. Allah’a saygısı olmayan bazı insanlar ve organizasyonlar, müslümanı yapacağı ibadetten soğutmak veya oraya gidişi psikolojik baskılarla engellemek için var güçleriyle çaba sarfederler.

Bu mücadelenin son yıllarda, özellikle Ramazan ayında veya hac vakti yaklaşınca, Allah’ın müminler üzerine farz kıldığı ibadetleri tartışma konusu yapılarak, kamuoyuna taşınmakta ve uzun uzadıya hiçbir ahlak kuralları ve dine, inanca saygı ölçülerine riayet etmeksizin, görsel yayın ve basımda yer alır.

Son yıllarda, belli organizasyonlar tarafından, maksatlı olarak ortaya atılarak tartışılan konular, kısaca şu şekilde, bir takım iddialarla ortaya konularak tartışma konusu yapılmaktadır.

“Madem ki, biz Türküz o zaman ibadet dilimiz de Türkçe olmalı, namazlarımızda okunması gerekenleri Türkçe olarak okumalıyız.”

“Ezanlar Arapça olduğundan manasını bilmiyoruz. Arapça bilenimiz Kaç kişi? O halde, biz bu ülkede neden Arapça ezanı dinleyelim, ezan Türkçe olmalıdır.”

“Kadınlarımız erkeklerin aynı safında (omuz omuza) namaz kılmasını kimse engelleyemez.”

“Cuma namazının rekat sayısı çoktur, sayısını indirelim, bence onaltı rekat yerine on rekat yeterlidir. Namaz vakitleri de beş vakit değil de üçtür.”

“Hacca gitme yaşı yükseltilmelidir, ekonomik kriz varken bu yol yasaklanmalıdır, bu kadar dövizi araplara akıtmanın hiçbir mantığı yoktur.”

“Hacca gidilmesi engellenemiyorsa, orada kurban kesmesinler, bu paralar sıkıntılı devlet bütçesine aktarılsın.”

“Hacca gidilip mutlaka kurban kesilecekse, etini orada araplara bırakmayalım, Kurban etlerimizi ülkemize getirelim.”

“Hacca gitmek o kadar da mühim bir ibadet değil, kurban kesmek şart değildir. Kurban kesilecekse burada da kesilebilir. Mekke harem bölge de bizim vatanımız melun mu?”

“Hac ayları belli aylardır, niçin Kurban bayramına yakın bir zamana sıkıştırıyoruz. Bunu o mevcut aylara göre dünyanın çeşitli yerlerinden gelen hacılar sırasıyla hac yapsınlar yapanlar gitsin diğerleri gelsin.”

Yukarıda zikretmeye çalıştığımız iddialar, maksatlı olarak kamuoyu önünde tartışılır. Bu tartışmanın amacı, inanan insanların, kafalarını karıştırmak ve onları bu ibadetlerden soğutmaktır. Çünkü bu tartışmaların hiç biri ne batı devletlerinde ve ne de doğu ve uzak doğu ülkelerinde yoktur ve ibadetler hiçbir zaman tartışma konusu yapılmaz. Yapılmamalıdır. İnsanları inançlarında, özgür bırakmalıyız. İbadetlerin özgürce yapılması, ayrıca kanun ve yasalarla korunmalıdır.

Yukarıda zikredilen anlayışlara burada tek tek cevap vermeye gerek olmadığını düşünüyorum. Çünkü insan meselelere bakmak istediği gözle baktığında, farklı bir şey göremez. Şeytan taşlamaya, şayet siz maddi bir gözle bakarsanız, müslümanların orada taşı taşlamaktan, boşa kürek çekmekten başka, bir şey yapmadığını görürsünüz.

Ancak hacda, cereyan eden bu hareketliliği, bu kadar sathi bir nazarla açıklamak yeterli gelmez. Çünkü burada madde sadece araçtır. Hedef manadır, manaya ulaşmadır, hacdaki bütün semboller manaya, manevi aleme yükselmek için birer kılavuzdurlar. Kurban kesmek de, bu kılavuzlardan sadece bir tanesidir.

İbadetleri müminlere farz kılan, Yüce Allah’tır. Bu ibadetlerin keyfiyetini, zamanını açıklayan yine İslam’dır, inanç ve ibadetler tevkifidir; yani zaman ve mekanın değişimiyle, hükümleri değişmez, şartlar ne olursa olsun, bu ibadetler İslam’ın emrettiği şekilde, yerine getirilmesi zorunludur. Tevkifi olmayan ve genel şartları ile çerçevesi, İslam tarafından konulmuş olan zaman ve mekana göre değişiklik arzeden muamelat hukukudur.

Hacla ilgili iddia edilen birkaç şeye, burada kısaca değinmek istiyoruz. Haccın farz kılınışı, Kur’an ve sünnetle açıkça belirtilmiş, imkanlar oluştuğunda da fevren (hemen) hacca gidilmesi gereği üzerinde daha önce durduk. Hacda her kesin kurban kesmesi şart değildir, şayet hac çeşitlerinden temettü ve kıran haccına niyet edilmişse ve haccın vazifelerinden birini veya ihramın yasaklarını çiğnemiş iseler, kurbanlarını (hedyilerini) burada, harem bölgesinde kesmeleri vaciptir. Buna delil olarak da yukarıda zikrettiğimiz ayet ve hadislerdir.

Haccın zamanına gelince de; hac için ihrama girme zamanı üç ayların başı olan şevval ayının birinci gününden başlar, yani hac o günden itibaren başlar. Ancak, iddia edildiği gibi ertesi gün bu vakit bitmez, haccın rükünlerinden olan ve hac için olmazsa olmaz şartı olan Arafat’ta vakfe arefe günüdür, yani zilhiccenin dokuzuncu günüdür. Bu konuda hem Hz. Peygamberin emri var ve hem de ümmetin icmai vardır.

Haccın engellenmesi veya yasaklanması ekonomik olarak bütçeye kaynak sağlanması bu siyasi otoritenin işidir. Şayet böyle bir karar alınırsa, hacca gitme farziyeti imkan ve şartların vücuda gelmemesindan dolayı, hac farz olmaz, ta ki, şartlar oluşuncaya kadar. Hac farzizasını engelleyecek olanlarda, ayrıca Allah katında mesul olurlar.

Gök ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Yeryüzünde toprak veya belde olarak lanetlenmiş hiçbir yer yoktur. Hepsi de; mülkün gerçek sahibi Allah’ındır. Emin belde, veya harem belde itibarıyla, Kur’an ve sünnette sadece üç yer belirtilmiştir. Mekke-i Mükkereme, Medine-i Münevvere ve Kudüs’te Mescidi Aksa olarak belirtilmiştir. Bunların emin bir belde kılınması, diğer yerlerin lanetlenmiş olması anlamına gelmez, böyle bir manaya sapanlar da Allah ve Resulüne iftira ederler.

Mekke’de kesilen kurban yerine sadaka verilemez, çünkü burada istenilen ibadetin cinsi sadaka değil kurban kesmektir. Ayrıca orada kurban olarak kesilen etlerini, isteyen etinde tasaruf etmeye hakkı vardır. Ondan yiyebilir, oradaki fakirlere dağıtabilir veya kalan kısmını beraberinde getirebilirler.

Allah bizim için, dinde hiçbir zaman zorluğu istememiştir. İslam’ın emri kolaylıktır, zorluk değildir. Müjdelemektir, nefret ettirmek değildir. Hac ibadetinde de, insanın takatında olmayan hiçbir şey farz kılınmamıştır. Hacda şekil ve manzara olarak bir takım aksaklıkların olması, kurban keserken nizama uymayan bazılarının münferit olarak yaptıklarını örnek göstererek, bu nezih ibadet anlayışını, kimsenin kirletmeye hakkı yoktur.

Kurban bayramında, harem bölgesinde, kesilen kurban sayısı milyonları buluyor, oraya giden insan sayısı yine milyonları geçiyor, bu kadar kalabalık, bu kadar hayvanın kesildiği bir yerde, bir takım aksaklıklar olabilir, bu aksaklıklarında giderilmesine hem oradaki organizasyonların ve hem de oraya giden hacıların, nizam ve intizama uymalarıyla bertaraf edilebilir.

İbadetlerde önemli olanın, ihlasla samimiyetle yerine getirilmesidir. İhlasla kılınan namaz, tutulan oruç ve yapılan hac ibadeti bizleri, sapkınlıklardan ve kötülükleri yapmaktan alıkoyar. Bu ibadetler, müminler için birer koruyucudurlar.

Kişi, yaptığı haccın kabul edilip, edilmedğini anlamak istiyorsa, hacdan dönüşündeki hayat yaşantısına ve Allah’ın emirlerine olan yakınlığıyla ölçebilir. [1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Mehmet Peker, Hacc Nedir?

dildade 05-23-2008 01:39

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Kurban Edilecek Kişinin Hz. İshak Olduğunu ileri Sürenler :
Ömer b.el-Hattab, Ali b.Ebu Talib, Abbas b.Abdul-Muttalib, kendisinden İkrime’nin rivayette bulunduğu Abdullah b.Abbas, Abdullah b.Mes’ud, Ka’b, İbn Sâbıt, İbn Ebu’l-Huzeyl ve Mesruk kurban edilecek kişinin Hz.İshak olduğunu ileri sürmüşlerdir. [1]

Diğer yandan, Hz.Ömer, İbn Mes’ud, Alkame b.Vakkâs, Kâ’b el-Ahbâr, İkrime el-Berberi, İbn Cerîr et-Taberi ve Süyuti İshak’ın kurban edilmek istendiğini söylemişlerdir.[2]

İshak’ın kurban edilmek istendiğini düşünenlerden olan Taberi hem İshak hem de İsmail’le ilgili rivayetler bulunduğunu, halbuki bunlardan sadece birinin doğru olabileceğini, Kur’ân’daki bilgilerin ise İshak rivayetini doğruladığını belirtmekte, Kur’ân’da Hz.İbrâhim’e daima İshak’ın müjdelendiğini[3], dolayısıyla kurban hadisesinin anlatıldığı bölümün başında yer alan müjdenin de [4] İshak’la ilgili olduğunu ifade etmektedir.

Taberi’ye göre İbrâhim, kavminin yanından ayrıldıktan sonra çocuğu olması için dua ettiğin de sadece Sâre ile evliydi, henüz Hâcer ile evlenmemişti. Bu sebeple müjde Sâre’nin çocuğuyla ilgilidr. Kur’ân’da zebh hadisesinden sonra İshak’ın müjdelenmesi ise onun doğumunun değil zebh emrine itaati karşılığında peygamber oluşunun müjdelenmesidir.[5]

Süleyman Ateş’e şunları söyler; Saffat 101’nci ayette yaşlı olan İbrâhim’e kısır ve yaşlı karısının bir çocuk doğuracağı müjdelenmektedir. Kitab-ı Mukaddes’e göre İbrâhim 86 yaşında iken cariye Hâcer’den İsmail doğmuş, 99 yaşında iken de karısı Sara İshak’a gebe kalmıştır.[6] Saffat 112’nci ayette de yerine bir koç verilip kurban edilmekten kurtarılan İshak’ın, peygamber olacağının, İbrâhim’e müjdelendiği bildirilmektedir. Yani birincide İbrâhim’e, yaşlı karısının bir çocuk doğuracağı, ikincide ise kurbanlıktan kurtarılan çocuğun peygamber olacağı müjdesinin verildiği anlatılmaktadır.

Ayrıca Saffat 102’nci ayette, kurban edilen çocuğun, İbrâhim’in yanında büyüyüp koşma çağına geldiği anlatılmaktadır. İbrâhim’in yanında büyüyen çocuk İsmail değil, İshak’tır. Çünkü Buhari ve Müslim’de bulunan hadislere göre İsmail daha emzikli iken babası onu, annesiyle birlikte Mekke’ye getirip bırakmış ve dönmüştür. O halde, ayette anlatılan kurbanlığın İsmail olması mümkün değildir. Çünkü İsmail, babasının yanında büyümemiştir.[7]

Yine Saffat 101-102’nci ayetlere göre kurbanlık, İbrâhim’e müjdelenen çocuktur. İbrâhim’e müjdelenen çocuk İshak’tır. Çünkü kısır ve yaşlı bir hanımın çocuk doğuracağı, müjdelenmeğe değer önemli bir haberdir. Ama genç bir cariyenin gebe kalması, olağanüstü bir olay değildir. Zariyat suresinde de kısır ve yaşlı kadına bir oğlan çocuğu doğuracağı müjdelendiği zaman kadının:"yaşlı, kısır bir kadın nasıl çocuk doğurur?" diye hayretini belirttiği bildirilmektedir. Bütün bu deliler, kurban edilmek istenen çocuğun İshak olduğunu kanıtlar.[8]

Hz.Ali, İbn Abbas, Ebu Hureyre, Hasan Basri, İbn Ömer, Mücahid b. Cebr, Said b. Cübeyr, Süddi ve katâde b. Diâme’den her iki görüş yönünde de rivayetler nakledilmektedir.[9]

Amr b.Ebu Süfayan b.Ebu Esid b.Ebu Cariye es-Sakafi’nin rivayetine göre İsmail as.’ın şeytanı taşlama hadisesinin aynısını İshak as.’a ithaf edilerek Ka’b ‘ın, Ebu Hureyre’ye anlattığı rivayetle bize gelir.[10]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbn.Esir-Kâmil c.1, s.102.

[2] Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi c.23, s.78.

[3] Kur’an-ı Kerim: Hicr, 15/53; Saffat, 37/112; Zariyat, 51/28.

[4] Kur’an-ı Kerim: Saffat, 37/101.

[5] Kurtubi, Camiu li Ahkâmi'l-Kur'an: c.23, s.86,89; Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi c.23, s.79.

[6] Bkz. Tekvin 6/17.

[7] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9, s.122.

[8] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9, s.120.

[9] Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi c.23, s.78.

[10] İbn.Esir-Kâmil c.1, s.102.

dildade 05-23-2008 01:39

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Kurban Hadisesinin Ahd-i Atîk Metinlerinde ki Tutarsızlığı :
Bu konuda bazı zayıf rivayetler varsa da Yahudilerin bu iddialarının asıl sebebi kıskançlıklarıdır. Ahd-i Atîk adıyla anılan ve Yahudilerle Hırıstiyanlarca Mukaddes sayılan kitabın metinleri üzerinde durulunca, bunun, sonradan bu şekle sokulduğu anlaşılır.

Halife Hz. Ömer b. Abdülaziz müslüman olan bir Yahudi alimine "Hz. İbrâhim'in hangi oğlunu kurban etmesi emrolundu?" diye sormuştu. Bu zat şöyle dedi: "Vallahi, Allah İsmail'in kesilmesini emretmişti. Bunu Yahudiler de bilirler. Ancak Yahudiler Arapları kıskanırlar. Babanız İsmail'in kurban edilmesi hakkındaki ilahi emre boyun eğişi ve sabrının Allah tarafından övülmesini çekemezler de bu fazileti kendi ataları olan İshak (a.s)'a vermek isterler."[1]

Tekvin kitabının 16. Babının 15. ve 16. fıkralarında şöyle denir; “Ve Hâcer’den Abram’a bir oğul olup Abram dahi kendine Hâcer’den doğan oğlana İsmâil tesmiye eyledi. Ve Hâcer’den Abram’a, İsmail doğduğu vakit, Abram, Seksen altı yaşında idi.”

Tekvin kitabının 21. Babının 5. fıkrasında da: “Ve İbrahim, oğluu İshak’ın doğduğunda yüz yaşında idi.” Denilmektedir.

Tekvin kitabının 22. Babının 2, 10, 11, 12, 13, 15, 16. fıkralında ise “Ve Allah: Şimdi biricik oğlunu, yani sevdiğin İshak’ı alıp Meriya diyarına git ve anu orada sana söyleyeceğim dağların birisi üzerinde onu yakılacak kurban olarak takdim eyle! Dedi. Bundan sonra İbrahim, oğlunu boğazlamak için, elini uzatıp bıçağı aldıkta, Rabbin Meleği: “İbrahim! İbrahim! Diye semâdan ona nidâ eyledi.” O dahi: “Lebbeyk!” dedi. Melek dahi: “elini, çocuğa uzatma ve ona bir şey yapma. Zira, Biricik oğlunu benden diriğ etmediğinden, Allah’tan korkar idüğünü şimdi bildim!” dedi.”

“Ve Rabb’in Meleği ikinci defa olarak semadan İbrahim’e nida idüp Rab buyurur ki: Zâtım içün yemin ettüm sen bu nesneyi işleyüp Biricik oğlunu benden diriğ etmediğün içün...” denilmektedir.

İbrahim as. iki oğlundan ikincisi olan İshak as.’ın, İsmâil as.’dan on dört yıl sonra doğmuş bulunduğu göz önünde tutulunca, İbrahim as. verilen kurban emrindeki (biricik oğlunu) tâbirinin, ancak, İsmâil as. hakkında kullanılması doğru ve yerinde olur. Fakat, İsmâil as. mevcud iken, İshak as. hakkında (biricik oğlunu) denilebileceği kabul edilemez. Esâsen, 22.Babın 2. fıkrasının metninde de (biricik oğlunu) denildikten sonra (yani sevdiğin İshak’ı) denilerek İshak isminin metne tefsir yolu ile katıldığı açıkça görülür. Yine aynı fıkrada Kurban mahalli olarak Meriya sözü zikr edilmektedir.

Peygamberimiz as.: “Mekke’nin bütün caddeleri, yolları ve Mina’nın her tarafı kurban kesme yeridir.” Buyurduğu gibi,[2] Umre kurbanı için de: “İşte, burası, kesim yeri!” buyurarak Merve tepeciğini göstermiştir.[3]

Asmaî diyor ki; "Ebu Amr b.Ala’dan , Kurbanlığın İsmail’mi yoksa İshak mı? Olduğunu sordum. Bana;“ (ey Asma! Senin Aklın nerede?) İshak, ne zaman Mekke’de bulundu ki?! Mekke’de bulunan, ancak İsmail’di ve babası ile birlikte Beytullah’ı yapan da, O, idi. Kurban kesme yeri de, Mekkededir.” Dedi.[4]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Taberi-Tarih c.1, s.138, 139; Tefsir c.23, s.84, 85; Sâlebi-Arais s.92; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.160; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 191; Şamil İslâm Ansiklopedisi, İsmail Maddesi, c.3.

[2] Mâlik-Muvatta c.1, s.393; Vâkidî-Meğazi c.3, s.1108; Ebû Dâvud-Sünen c.2, s.194; İbn.Mâce-Sünen c.2, s.1013; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.192.

[3] Mâlik-Muvatta c.1, s.393; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.192.

[4]Zemahşerî-Keşşaf c.3, s.350; Fahruddin Er-Râzi, Tefsîr-i Kebîr Mefâtihu'l-Gayb: c.26, s.153; Nesefî-Medârik c.4, s.26; Kurtubi, Camiu li Ahkâmi'l-Kur'an: c.15, s.100; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.193

dildade 05-23-2008 01:39

Hazreti İbrahim (a.s)
 
I. BÖLÜM: PEYGAMBER OĞLU İSMAİL AS.’IN RİSALETİ...
1. İsmail as.’ın Peygamberliği ve Bazı Faziletleri :
İsmail as. İbrâhim as.’ın vefatından sonra da, gerek Kâbe ve gerek Hacc amellerine âid hizmetleri yürütmek ve yönetmeye devam etti.[1]

İlk olarak Kâbe’ye örtü örttü.[2] Yüce Allah, İsmâil as.’a Peygamberlik verdi.[3]

Yüce Allâh, İsmail as.’a Peygamberlik verdi ve O’nu; Mekke’de ve Mekke çevresinde oturan Cürhüm ve Amâlika halkı ile Yemen kabilelerine,[4] Me’rib ve Hadramevt taraflarına [5]peygamber olarak gönderdi.[6]

Kur’an-ı Kerim de şöyle geçmektedir; “ İsmail'e, Elyesa'a, Yûnus'a ve Lût'a dahi peygamberlik verdik. Ve hepsini alemlere üstün kıldık.”

Elli yıl, onları, İslâmiyete dâvet etti.[7] Dâvet ettiği kimselerden bazısı iman, bazı inkâr etti.[8] İman edenler, pek az idi. [9]

İsmail as. vazifesinde sabır ve sebat edenlerdendi.[10]

Sözünde, sâdıktı.[11]

Günahkârları, Mekke Hareminden, ilk sürüp çıkarandı.[12]

İlk olarak Kâbe’yi örtü örten de İsmail as.’dır.[13]

Kendilerine üstün meziyetler verilenlerdir. [14]

En hayırlı olanlardandır.[15]

Namazlarını, kılmalarını, zekâtlarını vermelerini Ev halkına ve kavmine emrederdi.

Kendisi Allah katında Rızâ’ya ermişti. [16]

Rivayete edildiğine göre; İsmail as. Mekke’nin sıcaklığından şikayetlenince, Yüce Allah; “Ben, sana, Cennet’ten bir kapı (pencere), açacağım! Kıyamet gününe kadar, oradan, sana serin serin yel esecektir!” buyurdu. Pencere açılacağı bildirilen yer, kendisinin, vefat ettiği zaman, gömüldüğü Hicr idi.[17]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Yâkubî-Tarih c.1, s.221; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.233.

[2] İbn.Hacer-Fethulbâri c.3, s.366; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.234.

[3] Kur’an-ı Kerim: En’am 86,89; Taberi-Tarih c.1, s.161; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.234.

[4] Taberi-Tarih c.1, s.161; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.192, 193; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.234.

[5] Diyar. Bekrî-Tarihulhamîs c.1, s.145; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.234.

[6] Taberi-Tarih c.1, s.161; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.192,193; İbn.Haldun-Tarih c.2, ks.1, s.39.

[7] Diyar. Bekrî-Tarihulhamîs c.1, s.145; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.234.

[8] İbn.Haldun-Tarih c.2, ks.1, s.39; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.234.

[9] Diyar. Bekrî-Tarihulhamîs c.1, s.145.

[10] Kur’an-ı Kerim: Enbiya, 21/85.

[11] Kur’an-ı Kerim: Meryem, 19/54.

[12] Yâkubi-Tarih c.1, s.221; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.234.

[13] Peygamberler Tarihi M.Asım Köksal s. 234, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi c.23 s.80.

[14] Kur’an-ı Kerim: En’am, 6/86; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.234.

[15] Kur’an-ı Kerim: Sad, 38/48.

[16] Kur’an-ı Kerim: Meryem, 19/55.

[17] Ezraki-Ahbaru Mekke c.1, s.312; Taberi-Tarih c.1, s.162; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.193. M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.234.

dildade 05-23-2008 01:40

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İsmail as.’ın Evlenmesi ve Babasının Ziyareti :
Gençlik yaşına gelince bölgede yaşayan âribe Araplardan Cürhüm kabilesinden bir kızla evlenmiş, İşte Kureyş kabilesi onların soyundan türemiştir.[1] Hz.İbrâhim Hâcer’in yanına gitmek için Sare’den izin istedi. Ancak Sare, Hâcer’in evine inmemek şartıyla onun gitmesine izin verdi.[2] Ne yazık ki İbrâhim as. Mekke’ye geldiğinde Hâcer vefat etmişti.[3] Bunun üzerine Hz.İbrâhim'in, oğlu İsmail’in evine gittiği rivayet edilir.[4]

İbrahim as., Mekke’ye geldiği zaman, İsmâil as. Umâre adındaki kadınla evli idi.[5] Umâre, kaba, katı, kötü huylu bir kadındı.[6]

Hz. İbrâhim oğlunun durumunu kontrol için zaman zaman Mekke'ye gelirdi. Hz.İsmail'in ilk evlendiği sırada da gelmiş, İsmail'i evde bulamamıştı. Kendisini tanımayan gelinini arasında şu konuşma geçti: "İsmail nerede?" diye sordu. Hz. İsmail'in hanımı; "Rızık temin etmek için ava gitti" dedi."Geçiminiz nasıl?" diye sordu. "Darlık içindeyiz, durumumuz kötü" diye cevapladı. Hz. İbrâhim; "Kocan geldiğinde selâm söyle, kapısının eşiğini değiştirsin" dedi ve gitti. İsmail avdan dönünce hanımıyla aralarında şu konuşma geçti. İsmail (a.s): "Evimize gelen oldu mu?", "Evet, yaslı bir adam geldi, seni sordu, cevap verdim. Geçimimizi sordu; darlık içindeyiz" dedim". Hz. İsmail, "sana bir şey tenbih etti mi?" dedi. Kadın, "Sana selâm söylememi istedi ve "kapının eşiğini değiştirsin" diye tenbih etti" dedi. İsmail (a.s) durumu anladı ve: "O gelen ihtiyar babamdı. Senden ayrılmamı istiyor, artık evine dön dedi." Böylece İsmail ilk eşinden boşandı. [7]

İsmail'in ilk eşinden babasının istemesi üzerine boşaması hakkında neler söylenmiş? Bu kadar kolay mı?Baba istedi diye mi hanımını boşadı ya da hanımın hiç tanımadığı birisene kocasını şikayet etmesinden, kendisinin acaba İsmail as.'ı üzdüğünü düşünürsek. İbrahim'in bu tavsiyesi belki de İsmail için karısını boşama düşüncesinde ki bardağı taşıran son damla olmuş olabilir mi???

Bir de "haydi babanın evine dön" deyerek hanıma hiçbir hak tanınmamış bir eşya gibi sokağa atılmış izlenimi veriyor? Bu konuya bak ! İslam da kadın'a verilen hak bu mudur? Geleceğin peygamberi böyle davranırsa, günümüz insanı ne yapmaz!

İsmâil as. babasının tavsiyesinden sonra, Mudad b.Amr’ın kızını görüp beğendi ve babasından istedi.[8] Onunla, evlendi.[9] Kızın ismi Ra’le[10] veya Seyyide[11] olup kendisi, güler yüzlü, tatlı dilli, güzel huylu ve nezâketli bir kadındı.[12]

Bir müddet sonra Cürhümîlerden Mudad b.Amr’ın kızın başka bir kızla evlendi. Hz.İbrâhim aradan uzun bir müddet geçtikten sonra oğlu İsmail’i ziyaret etmek için tekrar hanımı Sare’den izin istedi. Sare de oğlunun, evine inmemek üzere ona izin verdi. Bunun üzerine Hz. İbrâhim Mekke’ye geldi ve hemen oğlu İsmail’in evine gitti. Yine İsmail (a.s) ava gitmişti. Hanımıyla aralarında yukarıdakine benzer şekilde bir konuşma geçti. İbrâhim as. gelinine “Kocanız nerede?” diye sordu. İsmail’in yeni hanımı ise:“Ava gtti, Allah izin verirse hemen şimdi gelir, Allah size merhamet etsin! Buyurun konuğumuz olun.” Dedi. Hz.İbrâhim: “misafir kabul eder misin?” diye sordu. O da “Evet, kabul ederim.” Dedi. Hz.İbrâhim:“Yanınızda ekmek veya buğday veya hurma veyahut arpa bulunur mu?” diye sordu. İsmail’in hanımı ise ona, süt ve et ikram etti. Hz. İbrâhim de et ve sütün bereketli olması için dua buyurdu. Eğer İsmail’in hanımı o gün Hz. İbrâhim’e ekmek veya buğday veya arpa veyahut da hurma takdim edip ikramda bulunsaydı, yer yüzünün büyük bir kısmı bunlarla dolup taşacaktı. Bundan sonra İsmail’in hanımı Hz.İbrâhim’e: “Buyurun, evimize inin, başınızı yıkayayım.” Dedi. Fakat İbrâhim Sare’ye verdiği söz üzerine onun evine inmedi. Hz.İbrâhim Makam (bu günkü Makam-ı İbrâhim)’ e geldiği sırada İsmail’in hanımı elinde bir su kabıyla onun yanına geldi ve kabı makam’ın yanında bulunan Hz.İbrâhim’in sağ tarafına koydu. İbrâhim as. Makam(taş)’ın üzerine ayağıyla basınca Makam’ın üzerinde ayağının izi kaldı. İsmail’in hanımı Hz.İbrâhim’in başının sağ yarısının yıkadı, sonra Makam’ın sol tarafına geçip başının sol yarısını yıkadı. Bunun üzerine Hz. İbrâhim ona:“Kocasınız geldiği vakit benden ona selam söyleyin. Artık kapısının eşiğinin düzelmiş olduğunu kendisine iletin.” Dedi.[13]

Hz.İsmail eve döndüğü vakit babasının kokusunun hissetti, hanımına: “Evimize birisi mi geldi?” diye sordu. Hanımı:"Evet, insanların en güzel yüzlü ve en hoş kokulusu olan bir ihtiyar geldi; o, bana şunu, şunu söyledi, ben de ona şunu ve şunu söyledim. Ayrıca onun başını yıkadım, işte bu ayağının izidir. O sona selamını iletmemi istedi ve kapınızın eşiğinin düzeldiğini söyledi." Dedi. İsmail as.:"Gelen zat babam Hz.İbrâhim’dir"dedi. İsmail avdan gelince hanımı olanları anlattı. İsmail:"O babamdı. Sen de evimin eşiğisin. Seni hoş tutmamı emrediyor"dedi. [14]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.10, s.292.

[2] Taberi-Tarih c.1, s.132; Sâlebi-Arais s.83; İbn.Esir-Kâmil c.1, s.104; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.195.

[3] Buhari-Sahih c.4, s.115; Sâlebi-Arais s.83; İbn.Esir-Kâmil c.1, s.104.

[4] İbn.Esir-Kâmil c.1, s.96.

[5] Ezraki-Ahbaru Mekke c.1, s.57; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.195.

[6] Taberi-Tarih c.1, s.131; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.195.

[7] İbn.Esir-Kâmil c.1, s.104; Buhari-Sahih c.4, s.115-117; Taberi-Tarih c.1, s.132; Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1, s.325; Salebî-Arais s.83; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları:s.195,196,197.

[8] İbn.Hacer-Fethulbâri c.6, s.287, 288; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.197.

[9] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.86; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.197.

[10] İbn.İshak, İbn.Hişam-Sire c.1, s.5; İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.51; Ezraki-Ahbaru Mekke c.1, s.86; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.197.

[11] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.77,81; Taberi-Tarih c.1, s.161; İbn.Esir-Kâmil c.1, s.125; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.197.

[12] Taberi-Tarih c.1, s.131; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.197.

[13] İbn.Esir-Kâmil c.1, s.96,97; Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9, s.129.

[14] Buhârî, Enbiyâ, 9; İbn.Esir-Kâmil c.1, s.97; Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi c.23, s.78.

dildade 05-23-2008 01:40

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İsmail as.’ın Oğulları :
İsmail as. ilk zevcesini boşadıktan sonra,[1] Cürhümilerden Mudad b.Amr’ül Cürhümi’nin kızı ile evlenmiş, kendisinin, ondan on iki oğlu doğmuştu.[2] Mudad’ın kızının ismi Ra’le,[3] bir rivayete göre de Seyyide idi.[4]

İsmâil as.’ın, Ra’leden doğan oğullarının isimleri şöyle idi: Nâbiz, Kaydar, Ezbel (Ezbil), Mebşa(Menşâ), Mişma (Meşmae), Maşi, Duma, Ezer (Ezür), Tayma, Yatur, Nebiş (Neyiş), Kayzuma.[5]

Hz.İsmail’in iki oğlu Nâbit ve Kaydâr’dan Allah Celle Arapları türetmiştir. Allah Celle Hz.İsmail’i Peygamber olarak Amâlika’a ve Yemen Kabilelerine göndermiştir. Hz.İsmail’in bu oğullarının adları burada zikredilen şekillerin dışında da telaffuz edilip zaptedilmiştir.[6]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Buhari-Sahih c.4, s.115; Taberi-Tarih c.1, s.132; Sâlebi-Arais s.83; İbn.Esir-Kâmil c.1, s.104,118; Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.58; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.235.

[2] İbn.İshak, İbn.Hişam-Sire c.1, s.5; İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.51; Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.81; İbn.Kuteybe-Maarif s.16; Yâkubî-Tarih c.1, s.222; Taberi-Tarih c.1, s.161; İbn.Esir-Kâmil c.1, s.125; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.235.

[3] İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.51; Ezraki-Ahbaru Mekke c.1, s.86; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.235.

[4] İbn.Esir-Kâmil c.1. s.118.

[5] İbn.İshak, İbn.Hişam-Sire c.1, s.5; İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.51; İbn.Habib-Muhabber s.386; Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.81; Yâkubi-Tarih c.1, s.222; Taberi-Tarih c.1, s.161; Mes’udî-Murucuzzeheb c.1, s.62; İbn.Esir-Kâmil c.1, s.125; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.193; İbn.Haldun-Tarih c.2, ks.1, s.39; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.235.

[6] İslâm Tarihi İbnü’l-Esîr El Kâmil Fi’t -Tarih Tercümesi c1,s 118

dildade 05-23-2008 01:46

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İsmail as.’ın bir vasiyeti ve vefatı :
İsmail as, ölüm düşeğine düşünce, kızı Nesime’yi, Ays’a nikâhlamasını, kardeşi İshak as.’a vasiyet etti.[1] İshak as.’da Ağabeyinin bu vasiyetini yerine getirdi.[2]

Babasının vefatından sonra Hz. İsmail, Hicaz halkına peygamber oldu. Elli yıl peygamberlik yaptı,[3] Babasının vefatından kırk yıl sonra 137 yaşında vefat etmiş[4] ve Harem deki Hicr denilen yerde annesi Hâcer’in yanına defnedilmiştir.[5] İsmail as'ın ömrünün 130 sene olduğu da rivayetler arasındadır.[6]

Bu husus Kur’ân-ı Kerîm'de: "Kitap (Kur’ân) da İsmail (a.s)'ı de an ki 0, va'dinde sadık rasûl ve nebî idi. O ehli (kavmi)ne namaz ve zekâtla emrederdi ve O Rabbi Teâlâ'nın yanında (söz ve hareketleriyle) makbul idi"[7] buyurulur. O’na ve Âline ve gönderilen bütün Peygamberlere selâm olsun!



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Taberi-Tarih c.1, s.162; İbn.Esir-Kâmil c.1, s.125; Diyar. Bekrî-Tarihulhamîs c.1, s.145; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.234.

[2] İbn.Esir-Kâmil c.1, s.125; Diyar. Bekrî-Tarihulhamîs c.1, s.145; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.234.

[3] Şamil İslâm Ansiklopedisi c.3 İsmail maddesi ,Diyanet Vakfı İslâm Ans. c.3 s.80.

[4] İbn.Kuteybe-Maarif s.16,17; Taberi-Tarih c.1, s.162; Mes’udî-Murucuzzeheb c.2, s.48; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.193; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.235.

[5] İbn.İshak, İbn.Hişam-Sire c.1, s.6; İbn.Sa’d-Tabakat c.1,s.52; Ezraki-Ahbaru Mekke c.1, s.86; İbn.Kuteybe-Maarif s.17; Taberi-Tarih c.1,s.162; İbn.Esir-Kâmil c.1,s.125; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.193; İbn.Haldun-Tarih c.1, ks.1, s.39; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.235.

[6] Siret-i İbn-i Hişam c.1 s.39.

[7] Kur’an-ı Kerim: Meryem, 19/55-56.

dildade 05-23-2008 01:46

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İsmail as.’ın Kur’ân-ı Kerim de Anıldığı Bazı Ayetler :
Kur’ân-ı kerim’de on iki yerde adı geçen İsmail çeşitli nitelikleriyle zikredilmektedir.

İsmail, babası İbrâhim’in yaşlılık döneminde ve bir duası neticesinde dünyaya gelmiştir. İbrâhim (14/39, Saffat 37/100,101) Çok küçükken babası tarafından Beytullah’ın bulunduğu yere bırakılmıştır. (İbrâhim14/37) Adı açıkça zikredilmemekle birlikte belli bir yaşa gelince kurban edilmek istenenin İsmail olduğu anlaşılmaktadır (Saffat 37/102105). Daha sonra babası ile beraber hem beytin temellerini yükseltmiş (Bakara 2/127) hem de bu kutsal mekânı temiz tutmakla görevlendirilmiş (Bakara 2/125), peygamber olarak seçilmiş, diğer peygamberler gibi ona da vahiy gelmiştir. (Bakara 2/139, Al-i İmran 3/84, Nisa 4/163). Kur’ân-ı Kerim İbrâhim, İshak ve Esbât gibi İsmail’in de yahudi veya hristayan olduğu yolundaki Ehl-i kitap inancını reddeder. (Bakara 2/140) Elyesa’, Zülkifl, İdris, Yunus ve lût gibi peygamberlerle birlikte zikredilen İsmail hidayete erdirilen ve alemlere üstün kılınanlardan (En’an 6/86), Allah’ın rahmetine kabul edilen iyilerden ve sabredenlerden biri olarak gösterilir. (Enbiyâ 21/85-86: Sâd 38/48). İsmail sözünde duran, halkına namaz kılmayı, zekât vermeyi emreden, rabbinin hoşnutluğunu kazanmış bir resul ve nebidir (Meryem 19/54-55). Kur’ân-ı Kerim’de İsmail’in Mekke’ye gelişi isim verilmeksizin belirtilmektedir. İbrâhim’in bir duasından çocuklarından birini kutsal evin (Kâbe) bulunduğu Mekke’ye getirdiği ifade edilir (İbrâhim 14/37). Diğer bir âyette (Bakara 2/125,127) Kâbe’nin inşasında İbrâhim ile oğlu İsmail’in birlikte çalıştıkları bildirildiğine göre İbrâhim’in Mekke’ye getirdiği oğlu İsmail olmalıdır. Kâbe’nin inşası esnasında Hz.İbrâhim ve oğlu İsmail şöyle dua etmeşlerdir. ‘Ey rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimiz den de sana itaat eden bir ümmet çıkar bize ibadet usullerimizi göster, tövbemizi kabul et” (Bakara 2/128).[1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi c.23, s.77.

dildade 05-23-2008 01:47

Hazreti İbrahim (a.s)
 
. BÖLÜM: BEYTU’L-HARÂM (KA’BE)
1. Kâbe :
Meşhur rivayete göre Bekke, Mekke’nin bir diğer telaffuzudur. Başka bir rivayete göre de Kâbe ve çevresine Bekke, bundan ötesine Mekke denir. Birinci görüş daha doğrudur. Burada Ev ile kasdedilen herhangi bir ev değil, mabeddir.[1]


Mekke-i Mükerreme: Arap yarımadasının merkezi ve en büyük şehridir. Mübarek Hicaz bölgesinde bulunmaktadır. Kabe-i Muazzama’yı içine alır ve peygamberimizin doğduğu yerdir. Bu cihetle bütün İslam aleminin en mukaddes bir beldesidir. Hangi tarihte ve kimler tarafından tesis edilmiş olduğu kesin olerek belli değildir.

Mekke: Lügt itibarıyla bir şeyi emmek, azaltmak, helal etmek demektir.Mekke-i Mükerreme de bir çok ziyaretçileri mübarek alanına topladığı, ziyaretçilerinin günahlarını azalttığı ve kendisine suikast edenlerin helakına sebep olduğu için veya bulunduğu vadinin suyu az bulunduğu için böyle Mekke adını almıştır.

Bekke: Mekke-i mükerreme demektir. Bu kelime de lügat bakımından toplanma ve izdiham mahalli demektir, ezmek ve defetmek manasındadır. Mekke-i Mükerreme de hac için insanların kendisinde toplandığı veya kendisine suikast edenlerin başları ezilip def edildikleri için böyle Bekke adını almıştır.

Kabe-i Muazzama: Mescidi Haram denilen mukaddes bir mabedin ortasında bulunan, bütün mü’minlerin kıblegâhı olup dört köşeli bulunduğu için Kabe ünvanını alan bir mukaddes makamdır ki, bunun dört tarafından herhangi birine yönelerek namaz kılınır ve etrafında tavaf vasifesi yerine getirilir. Bunun ortasında bulunduğu mabede saygı için Beytullah ünvanı da verilmiştir.”[2]




--------------------------------------------------------------------------------

[1] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9, s.131.

[2] Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, İpek Yayınları: 1/400-401.

dildade 05-23-2008 01:47

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Kâbe Ve Kâbe’nin Tarihçesi :
Kâbe: Müslümanların kıblesi olan Beytullâh’ın ismidir.

Bu isim, ona, ya Mik’ab, Murabba (dört köşeli) olduğu, yahud, Mekke’de ilk kurulan bina olması itibarı ile, çevresinde tepe gibi yüksekçe bulunduğu için, verilmiştir.

Esasen, Araplarca, her yüksek eve, Kâbe denilir.[1]

Kâbe; çeşitli tarihlerde, müteaddid defalar yapılmıştır:

1) Rivâyete göre; Yüce Allah: gök halkının, Beyt-i Mâmûr’u, Tavaf ettikleri gibi, yeryüzü halkının da, tavaf ve ziyaret etmeleri için, Beyt-i Mâmûr’un, yerde bir misâli olmak üzre, Melekler gönderip ilk Kâbeyi inşa ettirmiştir.[2]

2) Kâbe’nin ikinci yapılışı, Âdem as. tarafındandır.

3) Âdem as.’ın vefatından sonra, oğulları, Kâbe’yi, taş ve çamurla, yeniden yaptıllar.

Bu yapı, Tûfan’a kadar kaldı, Tûfan’da yıkıldı ve belirsiz oldu.[3]

Kâbe’yi, Âdem as.’dan sonra, oğlu Şis as. İlk kez, taşla ve çamurla yapmıştır.[4]

Nuh as. İle İbrahim as. Arasındaki çağda ise, Kâbe’nin yeri; sellerin aşamayacağı, kırmızı kesekli bir tepecik halinde idi.

İnsanlar; Kâbe’nin yerinin orada bulunduğunu, bilmekte ve fakat, tam yerini, tâyin edememekte idiler.

Bununla beraber, her taraftan mazlumlar, oraya gelir ve sığınırlardı.

Sıkıntıya uğrayanlar, orada dua ederler, duaları, kabul olunurdu.

Kâbe’nin yeri; Yüce Allâh tarafından, İbrahim as.’a bildirilinceye kadar, insanlar, orayı, ziyaret ederlerdi.[5]

4) Kâbe’yi, döndüncü defa İbrahim as. Oğlu İsmâil as.’la birlikte yapmışlardır.[6]

5) Üzerinden zaman geçip yıkılınca, Kâbe’yi beşinci defa Amâlikalılar,

6) Üzerinden zaman geçip yıkılınca, Kâbe’yi, altıncı defa Cürhümiler,[7]

7) Kâbe’yi, yedinci defa Kusayy b.Kilab, [8]

8) Üzerinden zaman geçip kılınca, Kâbe’yi, sekizinci defa, Kureyşîler,[9]

9) Kâbe’yi, dokuzuncu defa (Hicrî:61) Abdullâh b.Zubeyr,[10]

10) Kâbe’yi, onuncu defa, Haccac b.Yûsüfüssakafi yapmıştır.

11) Kâbe’nin on birinci ve son yapılışı; Osmanlı Pâdişahlarından Sultan Ahmed’in onarımından sonra, oğlu dördüncü Sultan Murad b. Sultan Ahmed tarafındandır ve şöyle olmuştur;

Esedî’nin bildirdiğine göre: Hicrî on birinci asrın başlarında Kâbenin şark tarafındaki duvarlarda bir çatlama olmuştu.

Hicri bin on dokuz yılında bu çatlaklık, daha da, arttı.:

Mekke’de, o tarihte şiddetli bir yağmur yağdı.

Yağmurun arkasından sel geldi.

Sel suları, Mescid-i Haram’ın içine kadar girdi.

Kâbe’nin, şark ve garb duvarları ile Hacerülesved’in bitişiğindeki duvar çatladı.

Sultan Mehmet’in oğlu Sultan Ahmed, Beytullah’ı yıktırarak bu iki duvardan birinin taşlarını altun, diğerininkini de, gümüş kaplatıp yaptırmak istedi.

Fakat, ilim Adamları, kendisine, mâni oldular.

Bu çatlağın, bir kuşakla giderilerek duvarın yıkılmaktan korunması mümkün olduğunu söylediler.

Bunun üzerine, Sultan Ahmed, sarı bakırdan altun kaplamalı bir kuşak yaptırdı.

Bunun, Kâbe’ye bağlanması 1020 yılının sonu ile 1020 yılının başında idi.

Sultan Ahmed, bu iş için, seksen bin Dinar (altın) harcadı.

H.1030 yılı şaban ayının on dokuzunda Çarşamba günü sabahı saat ikide Mekke’ye ve havâlisine benzeri görülmedik şiddetli bir yağmur yağdı.

İkindi ile akşam arası Vâdi-i İbrahim tarafından sel suları akmağa başladı.

Sel suları; önünde bulunan ev, dükkân, odun, ahşap, taş, toprak, ne varsa, hepsinin sürükleyip getirdi.

Önüne kattığı süprüntüleri, Harem-i şerife, Beytullâh’ın içine soktu.

Sel, yatsıya yakın bir zamana kadar devam etti.

Harem-i şerif içinde su, tavaf sâhasının etrafındaki direkler üzerindeki kandillerin asıldığı halkalara kadar yükselidi!

Kâbe’nin içine de, anahtar deliğinden iki metre yükseklikte su girdi.

Suyun boşalması için, Harem-i şerif’in kapılarından olan Bâb-ı İbrahim açılarak, sular, oradan, Mekke’inin aşağısına doğru akıtıldı.

Selde ölenlerin sayısı bin kadardı.

Sel geldiği gün, ikindi vakti, Kâbe’nin Şam tarafındaki duvarı, iki cephesiyle iki tarafa doğru yıkıldı.

Şark duvarının şark kapısına kadar olan kısmını da, beraberinde götürdü. Ondan başka bir duvar kalmadı.

Kapının Kıvamı, kalan duvarın üzerinde idi.

Garp tarafındaki duvardan da, her iki yönden altıda birini götürdü.

Yalnız, bu görünen yüzden –ki, Şam duvarının bitişiği olan kısmıdır. – üçte iki kadar kısmını ve tavanın da, iç kısmını, beraberinde çekip götürdü.

Şam tarafından yıkılan duvar, Haccac b. Yûsüfüssakafinin yaptırdığı duvardı.

Durum; Mısır yoluyla İstanbula arzedildi.

Haber, dış memleketlere erişince –Hacc Mevsiminin yaklaşmış bulunması dolayısıyla ile- son derecede heyecan uyandırdı.

Mısır Vâlisi, Arnavud Mehmed Ali Paşa, Pâdişahın gelecek emrini beklemeden, Rıdvan Ağayi, kendi tarafından, hemen Mekke’ye gönderdi.

Ona, müstâcel tedbirler alması için tam yetki verdi.

Rıdvan Ağa, ayın yılın yimi altı şevvalinde Mekke’ye vardı.

Yirmi dokuz şevval Salı günü, vazifeye başladı.

Önce; Beytullâh’ın, Mescid’in içinde toplanan sel birikintilerinden temizlenmesi için, müzakerelerde bulunmak üzere, bir Mekke’ye vardı.

Yirmi dokuz şevval Salı günü, vazifeye başladı.

Önce; Beytullâh’ın, Mescid’in içinde toplanan sel birikintilerinden temizlenmesi için, müzakerelerde bulunmak üzre, bir Meclis kurdu.

Müzakere sırasında çıkan görüş ayrılığını, ilim adamlarından aldığı Fetvalarla haletti.

Cidde, Medine ve Kanfede’de bulunan nakil vâsıtaları, Mekke’ye getirilerek Harem-i şerif ve tavaf yolları, üzerlerini kaplayan çamurlardan temizlenidi.

Haremin içine tepeler gibi çamur ve pislikler yığılmıştı.

Temizleme işi, Zilkade ay’ının on dokuzuncu Salı günü sona erinceye kadar, günde otuz kırk bin yük çamur taşındı.

Bundan sonra, ,sellerin tahrip ettiği yollar, havuzlar, su gözeleri ve Mina girişi onarılmağa başlanıp rebîulâhir ay’ının dokuzuncu Perşembe günü bitirildi.

Kâbe’nin tamiri için, Mısırdan gerekli malzemeler de geldi.

Pâdişah’ın gönderdiği zat ta, Mekke’ye gelip Rıdvan Ağa ile birlikte işe başladı.

Yirmi dokuz Rebîulâhir Çarşamba günü; Seyyid Muhammed Nâzır, Rıdvan Ağa, Harem Şeyhi Şemsüddinül’attâki ve Mühendis Ali b. Şemsüddin Efendiler tarafından Kâbe’nin inşâat keşfi ve planı yapıldı.

Binanın inşâat işine; Mühendislerden, Devlet Mühendisi Ali b. Şemsaddinülmekkî,

Mühendis Muhammed b.Zeynülmekkî,

Kardeşi Muallim Abdurrahman ve Muallim Süleymanussahrâviyyülmısrî Efendiler tayin edildiler.

Süleymanüssahrâvî, Baş marangozdu.

Ustalar da: Fâtih Ebüsseyyidüttabatıbiyyülmekkî, Selîmülkureşî, Muallim Süleyman b. Muhammedülbeca, İbn. Hâitm ve Nûrüddin adındaki ustalar tayin edildiler.

Bunların son dördü Mısırlı idiler.

Yirmi üç cemaziyelâhir Pazar günü, Kâbe’nin duvarları örülmeğe başlandı.

Yirmi üç şaban günü, yirmi beşinci sıra taşları dizildi.

Kâbe’ye ve çevresine aid bütün işler, iki zilhicce gününe kadar tamamlanıp Bayramlarda ve Hilal zamanlarında ateş yakılarak yerlerin yapımı ile inşâat ve tâmirat sona erdirildi.[11]

Osmanlı Tarihçilerinden Naîmâ (1065-1128) da, Tarih’inde bu hâdiseleri orijinal uslûbuyla anlatır.[12]

Halebî (975-1044) de, bunlardan, kısaca bahseder.[13]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Firûzâbâdi-Kamûsulmuhît c.1, s.129; Yâkut-Mûcemülbüldan c.4, s.465; Nevevî-Tehzîbülesmâ vellugat c.1, s.116; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.208.

[2] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.34; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s. 208.

[3] Eezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.36-51; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.208.

[4] İbn.Kuteybe-Maarif s.10; Taberi-Tarih c.1, s.162; İbn. Esîr-Kâmil c.1, s.54; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.208.

[5] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.52-53; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.208.

[6] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.53; Mâverdî-Ahkâmussultaniye s.159; Ebüttayyib-İkdüssimin c.1, s.47; Diyar. Bekrî-Tarihulhamîs c.1, s.117; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.208.

[7] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.62,86,101; Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1, s.329; Zehebi-Tarihulislam c.2, s.34; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.244; Ebültayyıb-Ikdüssimin c.1, s.47; Diyar. Bekrî-Tarihulhamîs c.1, s.117; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.208.

[8] Yakubî-Tarih c.1, s.240; Maverdî-Ahkâmussultaniye s.160; Ebüttayib-İkdüssimin c.1, s.47; Diyar. Bekrî-Tarihulhamîs c.1, s.117; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.209.

[9] İbn. İshak, İbn. Hişam-Sire c.1, s.201-211; Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.145-148, Belazüri-ensabüleşraf c.1, s.99-100; Beyhakî-Dalâilünnübüvve c.1, s.239; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.244; Diyar. Bekrî-Tarihulhamîs c.1, s.117; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.209.

[10] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.201-216; Ebüttayyib-İkdüssimin c.1, s.47; Diyar. Bekrî-Tarihulhamîs c.1, s.117; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.209.

[11] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.355-371; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.211.

[12] Naimâ-tarih c.2, s.90-91, c.3, s.41-42. M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.211.

[13] Halebî-İnsanülayûn c.1, s.279; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.211.

dildade 05-23-2008 01:47

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Kâbe’nin Misyonu :
Allahu Telala, İbrâhim As.’a Kâbe’yi inşaa emri verdiğinde onu insanlara önder kılmıştı. “Kâbe’yi insanlar için toplanma ve güvenli bir yer kıldık” buyuran Allah, Kâbe’nin:

Toplanma yeri

İnsanların güven içinde ibadet edebilecekleri bir ortam olarak yapımını emretmişti.

Yılda bir kez yapılan hacc farizası, mü’minlerin biraraya gelmesini sağlıyor. Karşılıklı birbirlerine faydalı olabilecekleri etkinlikler sağlanabiliyor. Mü’minlerin yılda bir kez toplanmalırı, çeşitli ırk ve renklere sahip insanların, sadece Allah’a kulluk ve teslimiyeti noktasında ortak inanç ve kültüre sahip olmaları çok önemli bir olaydır.

Kâbe, İslâm toplumunun birlik ve beraberliğinin sembolüdür. İbadetlerinin merkezidir. Kültürel ve sosyal diyalog için iyi bir zemin, ekonomik girişimler için uygun bir ortamdır.[1]

Mekke şehrinde Mescid-i Haram'ın ortasında yaklaşık 13 m. yüksekliğinde, 12 m. boyunda ve 11 m. genişliğinde taştan yapılmıs dört köşe bir bina. Haccın sebebi ve bütün müslümanların kıblegâhı olan Kâbe, yeryüzünde yapılmış olan ilk mukaddes mabettir. Buna Beytullah ve Beyt-i Atik de denir Kur’ân-ı Kerim'de; "İnsanlar için yeryüzünde kurulan ilk ev, Mekke'de bulunan mübarek ve alemler için hidayet kaynağı olan Kâbe'dir"[2] buyurulur.[3]

Ka’be, yapıldığından bu yana insanların saygı gösterdiği bir ma’bed olmuştur. Cahiliyye dönemi insanları da Ka’benin yer aldığı Harem Bölgesinde vuruşmazlar, kan dökmezlerdi. Harem (dokunulmaz) bölgesine gören, güvenliğe kavuşurdu. Birini öldürüp de Harem bölgesine göre, o bölge içinde kaldıkça dokunulmazdı. Kureyş Suresinde:"Kendilerini açlıktan yedirip doyuran ve korkudan güvene kavuşturan, bu Ev’in sahibi Allah’a ibadet etsinler" ayeti, bu güvene işaret etmektedir.[4]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Şaban Piriş, Hz. İbrahim. Denge yayınları: s.64.

[2] Kur’an-ı Kerim: Al-i İmran, 3/96.

[3] Şamil, İslam Ansiklopedisi, Kâbe Maddesi c.3.

[4] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9, s.132.

dildade 05-23-2008 01:48

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Kâbe’nin yerininin tesbiti hakkındaki görüşler :
Rivayet olunduğuna göre, bundan sonra Allah celle Hz. İbrâhim’e Kâbe’yi inşa etmesinin emretti. Fakat Hz.İbrâhim Kâbe’nin inşa edileceği yer hususunda sıkıntıya düştü. Bunun üzerine Allah Celle rehberlik etmesi için ona “Sekine” denilen, kıvrıla kıvrıla hareket eden ve yumuşak esen iki başlı bir rüzgar gönderdi. Hz. İbrâhim Sekine ile birlikte hareket etti ve Sekine bu günkü Ka’be’nin bulunduğu yere gelince kalkan (veya yılan) gibi kıvrılıp, durdu. Bunun üzerine Hz.İbrâhim’e, Sekine’nin gelip durduğu yere Kâbe’yi inşa etmesi emredildi. O da bu emre uyarak Kâbe’yi buraya inşa etti.

Diğer rivayette ise; Allah Hz. İbrâhim’e insan başı gibi başı olan ve buluta benzeyen bir varlık gönderdi ve o Hz. İbrâhim’e hitaben: “Ey İbrâhim! Kâbe’yi benim büyüklüğüm veya gölgemin çevrelediği kadar yap, fazla veya eksik yapma” dedi. Hz.İbrâhim de onun talimatına uygun bir vaziyette Kâbe’yi yaptı. Bu iki görüş Hz.Ali r.a’dan nakledilmiştir.

Süddî ise Hz.İbrâhim’e Kâbe’nin yerini gösterenin Hz.Cebrail olduğunu söylemektedir.[1] İbrâhim as. çevresinden yüksekçe bulunan[2], gelen sellerin ulaşamadığı, üzeri ufak taşlı[3] bir tümseğe işaret ederek, İsmail as.’a “İşte orada!” dedi[4].

İkisi birlikte Kâbe’nin temellerini kazmağa başladılar. Adem as.’ın yapısının temeline kadar indiler. Temelde, her birini, ancak, otuz adamın kaldırabileceği veya kaldıramayacağı büyüklükte ve ağırlıkta taşlara rastladılar. Kâbe’yi, o temel üzerinde yapmaya başladılar. [5] İsmail as. taş taşıyor, İbrahim as. da duvarları, örmeğe devam ediyordu.[6]

Kâbe'yi ilk inşa edenin Hz. Âdem (a.s) olduğu, Hz. İbrâhim'in ise oğlu İsmail ile birlikte Nuh tufanından sonra aynı temeller üzerinde onu ikinci defa inşa ettikleri de nakledilmiştir[7].

Hz. Peygamber, Ashab-a Kiramdan Ebu Zer (r.a)'in sorularına cevap olarak yeryüzünde ilk inşa edilen mescidin "Mescid-i Haram", ikinci inşa edilenin "Mescid-i Aksa" olduğunu ve bu ikisi arasında kırk yıl süre bulunduğunu beyan buyurmuştur.[8]

İbn-i Kesir, Ka’be’yi Adem as’ın yaptığına dair rivayeti zayıf görmektedir.[9]

Bu görüşe katılan Süleyman Ateş diyor ki; "Doğrusu da Ka’be’yi ilk defa Hz.İbrâhim’in yapmış olduğudur. Bizim Kanâatimize göre “nas: insanlar” ile kasdedilen, Hz.Muhammed’in kendi toplumu olan Araplardır. Ayetten, Hicaz bölgesinde yapılan ilk mabed’in Kâbe olduğu anlaşılır. Muhammed Abduh da bu noktaya işaret etmiştir. Hz.İbrâhim, yaşayan üç büyük din peygamberinin atasıdır. Bu bakımdan dünyada peygamberler tarafından yapılan ilk mabed de Ka’bedir. Ama bu, ondan önce, dünyanın başka bölgelerinde hiç mabed yapılmamış olduğu anlamına gelmez. Gerçek tevhid esası üzere kurulmuş ilk mabed Kâbe’dir. Kâbe’yi Hz.İbrâhim’in yaptığı, Bakara Suresinin 126’ncı ayetinde açıkça belirtilmiştir. Mescid-i Aksa’yı ise Kâbe’den asırlar sonra Hz.Süleyman yaptırmıştır.[10]

Hadislerde belirtildiğine göre ise, yeryüzünde yapılan ilk mescidin Kâbe olduğu açıkça ortaya konmaktadır.[11]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbn.Esir-Kâmil c.1, s.98.

[2] Buhari c.4 s.116; Ezraki-Ahbaru Mekke c.1, s.59-60; Beyhaki-Delâilünnübüvve c.1, s.326; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.201.

[3] Ezraki-Ahbaru Mekke c.1 s.59; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.201.

[4] Buhari-Sahih c.4 s.116, Ezraki-Ahburu Mekke c.1, s.59; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.201.

[5] Ezraki-Ahburu Mekke c.1, s.60,62,63,64; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.201.

[6] Buhari-Sahih c.4, s.116; Ezraki c.1, s.59; Beyhaki-Delâilünnübüvve c.1, s.326; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.201.

[7] ez-Zebidi VI, 13; Şamil, İslam Ansiklopedisi, Kabe Maddesi. c.3.

[8] Buhari, Enbiya, 10.

[9] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9 s.131, İbn-i Kesir- Tefsir: c.1, s.383.

[10] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9 s.131,139.

[11] Şamil İslâm Ansiklopedisi Kâbe Maddesi c.3, Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9 s.131.

dildade 05-23-2008 01:48

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Kâbe’nin yapımı :
Hz.İbrâhim Yüce Allah’ın dilediği kadar Şam’da kaldıktan sonra Mekke’ye geldi.[1] İsmail as.’ı buldu.[2] O zaman, İsmail 30 yaşında bulunuyordu.[3] İsmail as. Zemzem kuyusunun arkasında oklarını düzeltmekle meşgul idi. İsmail as, babasını görünce, ayağa kalkıp ona doğru vardı. Bir babanın, oğluna, oğlunun da babasına yaptığı gibi, birbirlerine iştiyakla sarıldılar, kucaklaştılar, öpüştüler.[4] İkisi de, sevinçlerinden, öyle ağladılar ki, onların ağıtına, kuşlar bile katıldılar.[5]

Hz.İbrâhim oğlu İsmail’e hitaben: ”Ey İsmail! Allah celle bana kendisi için bir ev (mabed) yapmamı emretti.” Dedi. Hz.İbrâhim oğlu İsmail’e: "Rabbim senin bana yardım etmeni emretti.” Dedi. İsmail “O halde bu emri derhal yerine getiririm.” Karşılığını verdi. Bunun üzerine Hz.İsmail’e kalkıp işbaşına geçti. İsmail as. taş taşıyor, İbrâhim as. da duvarları, örmeğe devam ediyordu.[6]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Buhari-Sahih c 4, s.115; Ezraki-Ahbaru Mekke c.1, s.59; Beyhaki-Delâilünnübüvve c.1, s.325; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.200.

[2] Ezraki-Ahbaru Mekke c.1 s. 115; Taberi-Tarih c.1, s.133; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 200.

[3] İbn.sa’d-Tabakat c. 1, s.52; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.200.

[4] Buhari-Sahih c.4, s.116; Ezrahi-Ahbaru Mekke c.1, s.59-60; Beyhaki-Delâilünnübüvve c.1, s.236; İbn.Esir-Kâmil c.1, s.98; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları:s.201.

[5] Ezraki-Ahbaru Mekke c.1, s.60; Beyhaki-Delâilünnübüvve c.1, s.326; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.201.

[6] Buhari c.4, s.116; Ezraki c.1, s.59; Beyhaki-Delâilünnübüvve c.1, s.329; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.201, Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9 s.129.

dildade 05-23-2008 01:52

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Kabe’nin Kıble Tayin Edilmesindeki Tartışmalar :
Mevdudi diyor ki: “Onların itirazı kıblenin eski peygamberlerin kıblesi olan Kudüs'teki Mescid-i Aksa'dan Mekke'deki Mescid-i Haram'a çevrilmesi hakkındaydı. Bu itiraza Bakara suresinde cevap verilmişti; fakat, Yahudiler bu eleştirilerinde direndikleri için burada bir kez daha cevap veriliyor. Kâbe'nin Hz. İbrahim (a.s) tarfından Mescid-i Aksa'dan önce inşa edildiği, bu nedenle kıble olması için zaman önceliğine sahip olduğu iddia edilir. Kitab-ı Mukkaddes, Mescid-i Aksa'nın Hz. Musa'dan (a.s) yaklaşık 450 yıl sonra Hz. Süleyman (a.s) tarafından yaptırıldığını (I Krallar, 6:1) ve O'nun krallığı döneminde kıble olduğunu yazar. (I Krallar, 8:29-30) Diğer taraftan, Arabistan'la ilgili tüm tarih kitapları ittifakla Kâbe'nin Hz. İbrahim (a.s) tarafından Hz. Musa'nın (a.s) gelişinden yaklaşık 900 yıl önce yapıldığını söyler. Kâbe'nin inşa edilmede zaman önceliğine sahip olduğu konusu o kadar kesindir ki, kimse bunu inkâr edemez.”[1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 1/245.

dildade 05-23-2008 01:52

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İnsanlar için Kurulan İlk Mabed :
Ebu Bekir Cabir el-Cezairi diyor ki: “Müslim rivayet eder: Ebu Zer el-Ğıfari anlatıyor: “Allah Rasulüne dünyada kurulmuş ilk mabedi sordum. “Kabe’dir.” buyurdu. “Sonra hangisidir?” dedim. “Mescid-i Aksa” buyurdu. “Aralarında kaç yıl var?” dedim. “Kırk yıl. Sonra dünyanın tamamı sana mescid kılındı. Nerede namaz vakti girerse (orada) namaz kıl.” buyurdu.

Allah Teala insanlar için ilk kurulan mabedin, Mescid-i Aksa değil, Kâbe olduğunu; ona dünya devam ettikçe devam edecek bir kutsallık ve bereket verdiğini, dolayısıyla ziyaret ederek, haccederek, tavaf ederek ona dokunan herkesin bu bereketi bulacağını ve ondan pay alacağını bildiriyor. Yine bildiriyor ki, Kabe’yi insanlar için hidayet kaynağı kılmıştır. Mü’minler hac ve umre için gelirler de böylece çeşitli sevap ve hidayet kazanırlar. Dünyanın doğusunda ve batısında namaz kılanlar, namazlarında buraya yönelirler. Bunda sevap kazanmaya dair doğru yolu bulma vardır.Allah’ı anmak ve O’na yaklaşmak ise en büyük hidayettir.”[1]

Ömer Nasuhi Bilmen diyor ki: “Naklen sabit olduğuna göre yer yüzünde bütün ehli iman için ilk yapılan mabet Kabe-i Muazzama’dır. Bunu Hz. Adem bina etmiştir. Sonra tufanda mahvolduğundan onu aynı yerde Hz. İbrahim yeniden yapmıştır. Daha sonra da yıkılmış olmakla Cürhüm’den bir kavim, bilahara da Amalika kavmi ve en sonra Kureyş kabilesi bina kılmıştır. Böyle daima mukaddes bir mabet olarak vücuda getirilmiş ve umum mü’minler için bir kıblegah bulunmuştur. Bir rivayete göre de Kabe-i Muazzama sema ile yeryüzünün yaratılması zamanında su yüzünde olmak üzere melekler tarafından bir beyaz hulusa halinde vücuda getirilmiştir. Sonra da yer sahası bunun altında teşekkül etmiştir. Hz. Adem cennetten yeryüzüne inince melekler kendisine demişler ki: Bu beyti muazzamayı tavaf et, biz bunu senden iki bin sene evvel tavaf ettik.”[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Ebu Bekir Cabir el-Cezairi, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/458-459.

[2] Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, İpek Yayınları: 1/399-400.

dildade 05-23-2008 01:52

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Kabe’yi İlk İnşa Edenler Hakkında ki Üç Görüş :
169.1 Melekler :
Allah meleklere hitap etti: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım!” Melekler de bunun hikmetine sual edince Allah şöyle buyurdu: “Benim bildiğimi siz bilemezsiniz!” Melekler karşı duruşlarından utandılar, acı duydular ve istiğfar ederek, arş’ı tavafa başladılar. Allah onlara acıdı ve arş altında, dört mücevher sütun üstünde bulunan “Beyt-i Ma’mur: Mamur ev” hizasında yeryüzüne bir mekan çizmelerini ve böylece insanoğluna bir tavaf merkezi göstermelerini emretti. Kabe, bu suretle ilk defa melekler tarafından kuruldu ve unsuruyla zaten tavaf ve deveran halinde bulunan kanatın, insanlara mahsus tavaf noktası olarak, mücerred madde ve mekan timsali şeklinde zuhura geldi.

dildade 05-23-2008 01:52

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Kabe’yi İlk İnşa Edenler Hakkında ki Üç Görüş :
169.1 Melekler :
Allah meleklere hitap etti: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım!” Melekler de bunun hikmetine sual edince Allah şöyle buyurdu: “Benim bildiğimi siz bilemezsiniz!” Melekler karşı duruşlarından utandılar, acı duydular ve istiğfar ederek, arş’ı tavafa başladılar. Allah onlara acıdı ve arş altında, dört mücevher sütun üstünde bulunan “Beyt-i Ma’mur: Mamur ev” hizasında yeryüzüne bir mekan çizmelerini ve böylece insanoğluna bir tavaf merkezi göstermelerini emretti. Kabe, bu suretle ilk defa melekler tarafından kuruldu ve unsuruyla zaten tavaf ve deveran halinde bulunan kanatın, insanlara mahsus tavaf noktası olarak, mücerred madde ve mekan timsali şeklinde zuhura geldi.

dildade 05-23-2008 01:53

Hazreti İbrahim (a.s)
 
169.2 Hz. Adem :
Kabe, insan eliyle ilk defa, ilk insan ve ilk peygamber, Hz. Adem tarafından bina edildi

Hz. Adem, cennette yasaklanan ağaca yaklaştığı için dünyaya indirilince, tek başına kaldı. Meleklerin semadaki tesbih ve tehlil seslerini işitemez oldu. Affı için Allah’a yalvardı, Allah ona Mekke’ye gitmesini, orada meleklerce kurulan Kabe’nin temellerini arayıp bulmasını, üstüne Kabe’yi bina ve etrafını tavaf etmesini buyurdu. Adem peygamber, Allah’ın bu emrini yerine getirip, Arafat’tan başlayarak, ilk haccını tamamladı. Adem peygamberle yeryüzüne indirilen “Beyt-i Ma’mur” ondan sonra göğe kaldırıldı. Fakat temelleri ve anlamı olduğu gibi kaldı.

Hz. Adem’den, Fahri Kainat ahir zaman peygamberi, Hz. Muhammed Mustafa efendimize kadar kemal ve kamil bir şekilde, bize gelen yegane din İslam’dır, ve yine bize ilk insan ve ilk peygamberden gelen tek yapı ve tek bina Kabe’dir. Buda İslam’ın ilk remzidir, Rivayetlere göre Hz. Adem kendi elleriyle, bu binayı inşa ettikten sonra, Kabe’yi her yıl tavaf ederek, kırk kez hac etti.

dildade 05-23-2008 01:53

Hazreti İbrahim (a.s)
 
169.3 Hz. İbrahim ve Hz. İsmail :
Kabe’yi inşa etme şerefine nail olan Adem (a.s.)’den sonra, bu sancağı Hz. İbrahim devraldı. Hz. Adem, madde ve manasını kurdu; Hz. İbrahim ise silinen ve kaybolunan bu madde ve manayı ihya etti; Son kez olarak da, Beytullah’ı dolduran putlarla beraber bütün dünya ufuklarını basan küfür karanlığı üzerine şimşek gibi inerek, peygamberler boyunca kendisine taşınan mukaddes sancağını, Hz. Muhammed (s.a.s.) teslim aldı ve İslam’ın son kemal noktası şeklinde Kabe’nin üstüne dikti.

Mescid-i Haramın, Osmanlılar devrindeki ölçüleriyle 262 metre uzunluğunda ve 207 metre eninde hafif yamuk ve dört köşe bir şekil idi.

Bugünkü durumu ve genişliği ise: ..

Kabe’nin uzunluğu 16 metre yüksekliği 15 metre duvar kalınlığı ise bir metredir. Ka’be’nin alanı; 145 M2’dir. Hacer-i Esved, ve rüknü’l-Yemani, sağlı ve sollu karşımıza alırsak sağ köşesinde ilerdeki köşe rükn-i İraki, ve diğeri ise rükni Şamidir.

Mescidi’l-Haramın inşası ise, tarihte bir çok halife ve sultanlar tarafından yapılmış ve çeşitli ilaveler eklenmiştir. En büyük genişleme ve yenileme çalışması ise, Suudi Arabistan hükümeti tarafından gerçekleştirilmiştir.

Hiçbir müslüman, Kabe’nin Hz. Muhammed’den (s.a.s.) çok önce varolduğunu inkar etmez; aslında Kabe’nin önemi de daha çok buradan gelmektedir. Çünkü; Hz. Muhammed (s.a.s.) yeni bir dinin kurucusu değildir. Hiçbir zaman böyle bir şeyi de ileri sürmemiştir. Tersine Kur’an’a göre tevhid dini, (islam) insanın tabii (fıtri) eğilimini ifade etmektedir.

Bunun içindir ki, İbrahim, İsa, Musa ve öteki Peygamberlerin hepsi aynı mesajı, tevhid ve teslimiyet dinini öğretmişlerdir. Kur’an’da bu çizgideki ilahi vahyin son halkasıdır. Müslümanlar, Hz. Peygamberin çıkıp da, Hz. Musa’nın Sina’da altın buzağıyı parçalaması gibi hepsini yerle bir etmeden önce, Kabe’nin putlarla dolu olduğunu bilmektedirler. Putçuluk olmadan önce, bu mabette yalnız Allah’a ibadet ediliyordu. Hz. Peygamber (s.a.s.) putları kırmakla, İbrahim’in mabedini asli gayesine döndürmekten başka bir şey yapmamıştır.[1]


dildade 05-23-2008 01:53

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Kâbe’nin yüksekliği :
İbn Hanbel, Abdullah ibn Abbas'tan naklettiğne göre Hz.İbrâhim ve İsmail Ka'be'yi 30 arşın yüksekliğinde yapıp, binanın üzerini açık bırakmışlardır.[1] İbrahim as. ile İsmail as. Kâbe’yi yaparlarken, Cürhüm b.Âbir b.Sebe’, b.Yaktan’ın çocuklarından yardım istemişler, onlar da yardım etmişlerdir.[2]

Kur’ân-ı Kerîm'de olay şöyle geçmektedir: “Bir zaman Biz, İbrâhim'e Kâbe'nin yerini gösterip şöyle vahyettik: Bana hiç bu şeyi ortak koşma. Evim olan Kâbe'yi tavaf edenler, civarında oturanlar, rükû edenler ve secdeye varanlar için temizle.” [3]

Bir rivayete göre de İbrâhim as. Kabe’nin yüksekliğini: 9 arşın yapmıştır; Uzunluğunu cephede: Hâcerul Esved Rüknünden Hatîm’in yanındaki Şam Rüknüne kadar otuz iki arşın; Enini: Şam Rüknü ile Garb Rüknü arasında yirmi iki arşın; Yemen tarafındaki cephenin enini; Hacerul Esved Rüknünden Yemen Rüknüne kadar yirmi arşın yaptı. Dört köşeli olduğu için, Beytullah’a Kâbe denildi. Adem as.’ın yaptığı Kâbe’nin temeli de, aynen böyle idi. İbrahim as. Kâbe’ye, yer seviyesinde bir kapı yeri bırakmıştı. Tübbaulhımyerî gelip kilidli ve halkalı bir kapı taktırıncaya kadar, Kâbe, kapısız kaldı. Tübba’ Kabe’ye, tam bir örtü de, örttürdü ve Kabe’nin yanında kurban da, kesti.[4]

İbrahim as. Kâbe’ye ne tavan yaptı, ne de, Kâbe’nin inşasında çamur kullandı. Sadece, taşları, birbiri üzerine dizdi.[5]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9 s.130.

[2] Belâzürî-Ensabüleşraf c.1, s.8; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.203.

[3] Kur’an-ı Kerim: Hac, 22/26.

[4] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.64; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.203.

[5] İbn.İshak, İbn.Hişam-Sire c.1, s.205; Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.66; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 203.

dildade 05-23-2008 01:54

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Kabe’nin Çeşitli Zamanlardaki Onarımı :


Hz. İbrahim’den sonra Kabe’nin tarihi, onu sırayla bina eden Cürhüm, Amalika ve Kureyş kolları arasından geçerek, Kainatın efendisinde bütün manaların tamamlanması ve gayesini bulur. Daha sonraları bazı düşmanlarca yıkılması ve tekrar yapılması ve nihayet hicri 1030 tarihinde bir selden dolayı harap olan Kabe, Osmanlı sultanı IV. Murat eliyle yeniden bina edilmesiyle devam eder.

Kabe’nin tarihi üç merhalede manayla bitişik madde, maddeyle bitişik mana tesisi olarak üç büyük merhale; ilki İlk insan ve ilk Peygamber Hz. Adem, ikincisi, tevhid dininin peygamber atası Hz. İbrahim, İslam’ın zirveye oturduğu Resuller resulü, Muhammed Mustafa’ya bağlanır.

Muhammed Esed Kabe’nin ihtişamı ve insicamı yapısıyla ilgili şunları söylemektedir: “Çeşitli islam ülkelerinde deha çapta sanat eserleri, camiiler gördüm. Kuzey Afrikada namazgahları pırıl pırıl mermerden beyaz kaymak taşından döşenmiş camiler gördüm. Kudüs’te Taş Kubbe’yi, zarif alyapı üstünde yükselen o heybetli, o mukemmel kubbeyi gördüm. Zarafetle cesamet arasındaki tezatsız birliği, İstanbul’un muhteşem camiileri, İran’ın Safavi camiilerini, yıkıntıları bile harikulade olan Semerkant’teki Timurlenk Camii’nin heybetli kalıntılarını gördüm.

Fakat bütün bunların hiçbirinde mimarın tevhid espirisine, Kabe’nin mimarı kadar yaklaştığını hissetmedim. Her türlü çizgi ve from külfetinden tam bir feragat gösteren bu son derece basit kübde şu düşünce kendini açığa vurmaktadır: “İnsan ne kadar kendi elleriyle büyük bir güzellik ortaya koyarsa koysun, bunun Allah’a layık olduğunu düşünmek bir kuruntudan ileri geçemez” Kabe’nin mimarisinde, büyüklük bile insanın acziyet ve teslimiyetini dile getirmekte; bu küçük yapı ağırbaşlı tevazuyla tevhidi zevkin eşsiz örneğini ortaya koymaktadır.”[1]

Kabe’de bütün bu gördüklerimiz, gözün gördükleri, ve aklın değerlendirebildiği dış perde üzerindeki akislerdir. Halbuki her şey bu dış perdelerin ardında ve madde hesaplarının ötesinde...

Kabe, Allah’ın yeryüzüne “Masiva-dış dünya” çerçevesine attığı oka, hedef noktası...

Kabe, Masiva-dış dünya” ile “ Mavera-öteler alemi” arasında, hendese tabiri ile müşterek fasıl, birinin bittiği öbürünün başlamak üzere bulunduğu hudut çizgisi..

Kabe’nin manasını anlatmakta anlayışsızlığını anlamaktan ileriye geçemeyecek olan akıl, eğer anlamayı mutlak anlayışa doğru mahrem manalara bir nevi yaklaşmaktan ibaret bilecek olursa...[2]

İmam Rabbani şöyle der: ”Kabe eşya ve maddenin tükenip ruh ve mananın başladığı ufuk noktası işaretidir. Bütün istikametler ona perçinlidir. Ve Kabe bu dünyanın ötelere bağlı serhad kapısıdır. İlahi marifete erme yolunda insani memuriyetin geçit noktasından da bir remz...”

Bütün yönler onu (Kabe’yi) kolladığı, bütün madde alemi onun maddesinde, bütün mana alemi de, onun manasında erime halidir.[3]






--------------------------------------------------------------------------------

[1] Muhammed Esed, Mekke’ye Giden Yol, s.410.

[2] Necip Fazıl Kısakürek, Hac’dan Çizgiler, Renkler ve Sesler, İst. Ts., s. 35.

[3] Necip Fazıl, a.e., s. 36.

dildade 05-23-2008 01:54

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İsmail as.’dan Sonra Kâbe Hizmetlerinin Kimler Tarafından İdare Edildi ?
İsmail as.’ın vefatından sonra, Kâbe hizmetini, oğlu Nabit, üzerine alıp yönetti. Bu hizmetin, önce Kaydar, ondan sonra Nabit tarafından yönetildiği rivayet olunduğu gibi,[1]

İsmail as.’ın vefatından sonra Kâbe hizmetiyle, önce, Kaydar’ın, sonra, Teymen b. Nabt’ın, ondan sonra, Nabit b. Hemeysa’, b. Teymen, b. Nabt’ın meşgul olduğu ve Nabit’in vefatı üzerine de, bu hizmetin, Cürhümiler tarafından görüldüğü rivayet ve Nabit’in şerceresi de, Nabit b. Hemeysa”, b. Teymen, b. Nabt, b. Kaydar, b. İsmâil as. olarak kaydedilir.[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Yâkubi-Tarih c.1, s.222; İbn.Haldun-Tarih c.2, ks.1, s.331; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.236.

[2] Belazürî-Ensabüleşraf c.1, s.8,12; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.236.

dildade 05-23-2008 01:54

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İsmâil Oğullarının Mekke’den Dağılış ve Yönetimin Cürhümilere Geçişi :
Nâbıt vefat eettiği zaman, İsmâil as.’ın oğulları, geçim bolluğu olan yerlere dağıldılar.

İçlerinden bazısı ise;

“Biz, Allah’ın Hareminden ayrılmayız!” diyerek Mekke’de kaldılar.

Mekke’de kalanlar arasında, İsmâil as.’ın küçük yaştaki çocukları da, bulunuyordu.[1]

Bunun için, Kâbe hizmetini, İsmâil as.’ın oğullarının ana tarafından babaları olan Mudad b. Amr’elcüheni, üzerine aldı.[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Yakubî-Tarih c.1, s.22; İbn. Haldun-Tarih c.2, ks.1, s.331; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.236.

[2] İbn.İshak, İbn. Hişam-Siyre c.1, s.120, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.81; Yâkubî-Tarih c.1, s.222; Taberi-Tarih. c.2, s.198; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı

dildade 05-23-2008 01:54

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Hacda Kabe’yi İlk Görünce :
Kabe’yi İlk Görünce sus! Kabe’nin ihtişamına bak, öyle bir nazarla bak ki, nasibine düşeni gözün, dilin kulağın aklın ve gönlün yani bütün uzuvların birlikte yaşasın. Kabe’desin artık telbiye yok, dua var, duanda cennet olmalı, müslümanların durumu, mazlumların ahı, zalimlerin zulmünün şikayeti, sıddıklarla peygamberlerle beraber olmak için olmalıdır.

Peki ben şu anda Kabe’deyim nasıl dua edeceğim, benim bugün duamda ne olmalı? Manasını bilmediğim ve herkesin eline aldığı, Arapça bir dua kitabı mı olmalı? Yoksa önümde manasını bilediğim bir takım insanların okuduğu duayı ben de yanlış yamalak tekrarlamalı mıyım? Ben niçin buradayım ey Rabb’im! Yoksa ne istediğimi bilmiyor muyum? Yönünü kaybetmiş sahrada dolaşan bir behtbaht mıyım? Neyim ben?

Tüm bunların cevabı bende olmalı! Niçin buradayım? Bugün her günden daha fazla Allah’ın rahmetine, şefkatine, kerem ve lütfuna muhtacım. Bugün burada öyle bir dua yapmalıyım ki, Alemlerin efendisi Hz. Muhammed’in ve Hz. Adem’den itibaren tüm peygamberlerin yaptığı duayı yapmalıyım. Sahab-i Kiramın, ulema-ı kibarın ve evliya-i cihanın dualarını yapmalıyım. Gökteki tüm meleklerin, hep beraberce amin diyecekleri bir dua ve niyazda bulunmalıyım.

Kabe’yi gördüm Allah’ın evi, dünyanın merkezi o muazzam Kabe’yi... Ama ben daha hangi duayı ve nasıl bir dua yapacağımı bilmiyorum. Acaba hangi duayı yapsam, bunca hata ve isyanlarıma rağmen, duam bir karşılık bulur mu? Huzura nasıl varır ve ne yüzle ve neyi isteyeceğim?

Evet evet hatırladım, mübarek bir zat, mübarek bir alim ve ulemanın kibarı İmam-ı Azzam Ebu Hanife, bu dergahta yapacağı duayı oda unutuvermişti. Acaba Ben de Ebu Hanife gibi “Ya Rabb’im hangi duayı yapacağımı senden ne isteyeceğimi şimdilik unuttum. Şöyle desem olur mu? Ya Rabbi’m şimdiye kadar yaptığım ve bundan sonra da yapacağım tüm dualarımı kabul eyle” mi demeliyim.

Halbuki Kabe’yi ilk görenlerin duasının makbul olunacağına dair bir çok rivayetler var sen bunları biliyor muydun?

O zaman durma!

Tavaf edenlerin arasına karış,

Ayakların yer tutmasın,

Kanatlan ve şereflilerin arasına gir,

Ve Şereflen, durma!

Kanatlıların ardına düş ve kanatlan

Uç uçabileceğin kadar...

Kendinden geçerek, kendini beytinde ve emin beldesinde buluncaya kadar dön ve dönmeye tavaf etmeye, meleklerin arş-ı tavaf ettiği gibi, Beyti Ma’muru tavaf ettiği gibi...

Kabe’yi akıl ve şuur ötesi bir vecd ile ziyaret ve tavaf et..

Lafta mukaddes, kupkuru bir şekil gözüyle bakan ve huzurunda her laubaliği işleyen gafillere ne demeli? Daha önce deve ve merkeblerin bugün ise otübüs minübüs ve arabaların geliş ve dönüşü gibi bir seyahat mi? Oraya gitmeden gafil, oraya varınca gafil, oradan dönünce gafil olma sakın...

Peygamber ikliminde, peygamberler diyarında, dönerken haz duymalı sevinç ve mutluluklar tatmalıyız, bu tad öyle bir lezzet olmalı ki, damağımızda en son lezzet olarak hep o kalsın.

dildade 05-23-2008 02:00

Hazreti İbrahim (a.s)
 
I. BÖLÜM: HÂCERU’L-ESVED
1. Hâceru’l-esved :
Haceri’l-Esved nedir? Öncelikle bunu cevaplandırmamız gerekir: Kabe’nin rüknü’l-Yemani’den sonraki köşeye konulmuş siyah bir taşdır. Bu siyah taş hakkında çok sözler söylenmiştir. Bunlardan bir çoğunun da aslı yoktur. Özellikle bu taşın gökten veya cennetten geldiği ve gelirken bu taşın renginin sütten daha beyaz olduğu günahkar insanların kirli ellerini değdirmelerinden dolayı siyahlaştığı rivayetleri vardır. Bunlardan birkaç hadisi burada zikretmemiz yerinde olur düşüncesindeyiz.

İbn Abbas (r.a.)’tan Resülullah (s.a.s.) şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Haceri’l-Esved, Cennet’ten inmiştir. O indiğinde, sütten daha beyaz idi. Ademoğullarının hataları (günahları) onu kararttı.”[1]

Haceri’l-Esved cennetten gelmiştir. Yukarı da zikredilen hadiste veya buna benzer başka hadislerde de bu zikredilmiştir. Tirmizi bu hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Bazılarına bu rivayetler biraz garip gelebilir. Hatta bazıları madem bu taş cennetten geldi ve günahkar insanların elinin değmesiyle de kararmışsa salih ve mümin insanların ellemesiyle de tekrar beyazlaşması gerekmez miydi diye sual edebilirler.

Evet Allah dileseydi oda olurdu. Ancak bunun bir imtihan olduğunu düşünüyoruz. Görmek isteyenler, yani dünya gözüyle, kalp gözlerinin açık olanlar rahatlıkla bunun böyle olduğunu görürler.

İmam Taberi, eğer günahlar bu taşa bu kadar tesir bırakıp karartmışsa, bu taktirde günahın kalbe tesiri daha fazladır demiştir.[2]

İbn Abbas (r.a.) “Bu taşın siyahlaşmasının hikmeti, (İnsan oğlunun) dünya gözüyle cennet zinetini aslı üzere göremeyişindendir.” demektedir.[3]

İbn Abbas (r.a.)’tan başka bir hadiste Resülullah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Vallahi Allah, onu (Haceri’l-Esved-i) kıyamet gününde gören iki gözü ve konuşan bir dili olduğu halde diriltecektir de, kendisini hakkıyla istilam edenler hakkında tanıklık edecektir.”[4]

İbn Amr b. As (r.a.) Resülullah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Rükün ile makam Cennet yakutlarından iki yakut idi. Allah, onları nurunu almıştır. Eğer onların nurlarını almasaydı maşrikle (doğuyla) mağrib (batıyla) arasını aydınlatırlardı.”[5]

El-Hâcerü’l-esved terkibi Arapça’da “siyah taş” anlamına gelir. Kâbe'nin güney doğu köşesinde yerden bir buçuk metre yüksekliğinde, yumurta biçiminde hafif kırmızı ve san damarcıkları bulunan otuz cm. çapında oldukça parlak siyah bir taştır.

Bir saygınlık ve kutsiyeti olan ve hac sırasında Hz. Peygamber'in izinden giderek sünneti gereğince "öpülmek" suretiyle hürmet edilen bu taş, câhiliye Arapları arasında da kutsal sayılıyordu. Bu yüzden Hz.İbrâhim'den sonra geçen yüzyıllar boyunca gelip, geçen bütün kuşaklar bu taşı özenle korudu.[6]

Hâcerü'l-Esved'in tarihi Hz. İbrâhim (a.s.) ve oğlu İsmail (a.s.) tarafından inşa edilen yeryüzünün ilk mâbedi Kâbe'nin tarihiyle paralellik gösterir. Allah (c.c.) Hz. İbrâhim'e insanların ibâdet edecekleri bir mescid yapmasını emrettiğinde Hz. İbrâhim ve oğlu İsmail Kâbe'nin temellerini attılar.[7]

Tarihî kaynaklar Hâcerü'l-Esved'in de buraya Hz. İbrâhim tarafından konduğunu kaydeder. Taşın nereden ve nasıl getirildiği hususunda değişik inançlar ve anlatımlar vardır, ancak kesin bir bilgi yoktur. Mekke'nin yakınında olan Ebû Kubeys dağından getirildiğine dâir inancın yanında Nesâi, bir hadîs-i şerifte Hz. Peygamber'in "Hâcerü'l-Esved cennettendir" buyurduğunu nakleder.[8]

İbrahim as. yapı işini ilerletip bugün, Hacerülesved’in bulunduğu yere yaklaştırdığı zaman, İsmail as.’a: “Bana, bir Taş getir ki, insanların, Kâbe’yi, oradan tavafa başlamalarına bir alâmet ve nişan olsun!” dedi. İsmail as. bir taş bulup getirdi. Fakat, İbrahim as.onu, beğenmedi.[9] Cebrâil as. Hacerül Esved’i getirdi ki, Yüce Allah, Tûfan’da onu, Ebû Kubeys dağında muhâfaza etmişti.[10]İsmâil as. onu, görünce: “Babacığım! Sana, nereden geldi bu?” diye sordu. İbrahim as.: “Cebrâil, getirdi!” dedi. Hâceru’l-esved taşını, duvardaki yerine, Cebrail as.’ın yerleştiridiği de rivayetler arasındadır.[11]

Bir rivayete göre de; Adem as. Cennetten çıkarken, Hâceru’l-esvedi yanında getirmiş, onu mekke’de yapacağı Beyt’e yerleştirmesi, Allah tarafından, kendisine emredilmiştir.[12]

Cennetten çıktığı zaman, kardan daha ak olduğu halde Adem oğullarının müşrik olanları, onu, günahları ile karartmış oldukları yine bize ulaşan rivayetler arasındadır.[13] Cahileyet ve İslamiyet devrinde birbiri ardınca vuku bulan yangınlar da, onu, daha kara bir hale getirmiştir.[14]

Kâbe Hz. İbrâhim ve oğlu İsmail'den sonra birçok milletlerin kontrolüne geçti ve çeşitli defalar tahrip olup tekrar tekrar inşa ve imar edildi. Her defasında Hâcerü'l-Esved de bu durumlardan etkilendi.[15]

Haceri’l-Esved’ yeryüzünde Allah’ın sağ elini temsil eder, bir hadiste şöyle rivayet edilmiştir: “Kendisini hak ile istilam eden için tanıklık edecektir. O, mahlukatıyla musafaha eden Allah’ın sağı (sağ kolu)dır.”[16]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Nesai, Sünen, Menasik, 145, V/226; Tirmizi, Sünen, Hadis no: 877.

[2] İbn Hacer Askalani, Fethu’l-Bari Şerhi’l-Sahihi Buhari, Beyrut, ts., III/463 .

[3] a.e., a.y.

[4] Tirmizi, Sünen, Hadis no: 961.

[5] Tirmizi, Sünen, Hadis no: 878.

[6] Şamil, İslam Ansiklopedisi, Hacerül Esved Maddesi, c.2; Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi c.14 s.433.

[7] Şamil, İslam Ansiklopedisi, Hâcerul Esved Maddesi, c.2.

[8] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.65; Beyhaki-Delâilünnübüvve c.1, s.327; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 202 (Keşfü'l-Hafâ, Aclûnî, 1108).

[9] Ezrakî-Ahbaru c.1, s.65; Beyhaki c.1, s.327; Halebî-insanüluyun c.1, s.256; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 202.

[10] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.65; Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1, s.327; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 202.

[11] Ezrâki-Ahbaru Mekke c.1, s.65; Beyhaki-Delâilünnübüvve c.1, s.327; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.202.

[12] Yâkubi-Tarih c.1, s.6; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.202.

[13] Ahmet b.Hanbel-Müsned c.1, s.307; Tirmizi-Sünen c.3, s.294; Dârimi-Sünen c.1, s.372; İbn.Mâce-Sünen c.2. s.982; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.202.

[14] Ezraki-Ahbaru Mekke c.1, s.65-66; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.203.

[15] Şamil, İslam Ansiklopedisi, Hâcerul Esved Maddesi, c.2; Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi c.14 s.433.

[16] Terğib, II/194; Rudani, Hadis no: 3654, II/163.

dildade 05-23-2008 02:00

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Müslümanlar niçin ona el sürmektedirler ?
İnsan biat etmek için elini Haceri’l-Esved’e koyar; Allah bizim burada kendisine bağlılığımızı ve teslimiyetimizi alır. Kur’anı Kerimin dilinde Allah sultandır; sadece hazineleri ve askerleri yok; ülkesi de var. Mülkün bir başkenti (Ummü’l-Kura) kentlerin anası ve başkentte ise bir saray (beytullah ) Allah’ın evi var. Eğer bir kul bağlılığını kontrol etmek istiyorsa, sultan sarayına gitmeli ve orada şahsen bağlılık biatını yapmalıdır. Gözlerin idrak edemediği Allah’ın sağ eli temsili bir şekilde görünen bir şey olmalıdır. İşte bu Kabe’deki Haceri’l-Esved (siyah taş)tır.

Haceri’l-Esved’e el koymanın, yüce Allah’a ibadet ve itaat etmek üzere söz vermenin ve bunda kararlı olmanın bir nişanı demektir.[1]

Haceri’l-Esved’in en pratik yararı, Allah’ın evi olan Kabe çerçevesindeki dönüşler (tavaf) için başlangıç noktası olmasıdır. Renginden ötürü de binada rahatça farkedilir. Gerek tavaftan sonra veya tavaf esnasında Haceri’l-Esved’in öpmek sünnettir. Çünkü Peygamberimiz öpmüştür. Şayet öpmek mümkün değilse, uzaktan işaret yapılır ki, buna istilam (selamlama) denilir.

Bazılarının iddiasına göre bizler bu taşa tapmayız. Hatta sadece ona yönelerek secde edilmez. Karmatiler H. 318 miladi ise 930 da Mekke’yi talan ettiklerinde Haceri’l-Esved’i yerinden sökerek alıp götürmüşlerdi. Ancak 21 yıl sonra tekrar onlardan alınarak Kabe’deki yerine konulmuştur. Bu taşın gitmesiyle kıble değişmemiş müslümanlar yine Kabe’ye yönelerek bugün olduğu gibi namaz kılmışlar ve tavaf etmişlerdir. Haceri’l-Esved’in sembolik bakımından tartışma götürmez büyük bir anlamı vardır.[2]

Hz. Peygamber'in Hâcerü'l-Esved'i öptüğü, ayrıca Vedâ Haccı'nda hasta olduğu bir sırada devesinden inmeden tavâf sırasında değneğiyle ona dokunduğu; bir başka zaman da eliyle selâm verdiği rivâyet edilmektedir. [3]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Ömer Nasuhi Bilmen, İslam ilmihali, s. 374.

[2] Muhammed Hamidullah, İslama Giriş, s. 109; Afzalu’r-Rahman, Siret Ansiklopedisi, IV/ 178.

[3] Şamil, İslam Ansiklopedisi, Hâcerul Esved Maddesi, c.2.

dildade 05-23-2008 02:00

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Haceri’l-Esved’in bizim için ne anlam taşıdığını önemsememiz gerekmez mi ?
Beytullah’ta döneceğiz, pervane olacağız, sesiz ancak hareketsizlik asla olmayacak. Niçin Kabe’de, bu yörüngede, pervane olduk kelebekler gibi dönüyoruz? Bir şey sabit, diğer şeyler ise, bu şeyin etrafında sesiz ve sükünet içinde ve bir hareket halindedirler. Gökyüzündeki melekutun dönüşü gibi, Ayın; dünya etrafında, dünya; güneşin etrafında, güneşin ise; kendi ekseninde dönmesi gibi, bütün mahkulat lisanı haliyle Allah’ı zikrettiği gibi, aynı tarz lisanı haliyle de, Allah’ın evini Beytullah’ı tavaf etmekte, onun etrafında dönmektedirler.

Kabe’nin doğu köşesinde yerleştirilmiş olan bu taş, kalın gümüş bir çerçeveyle çevrili çıplak, siyah bir taştır. Yüzyıllar boyunca hacılar tarafından öpüle öpüle oyuklaşan bu taş, Allah’a yönelen bütün yönlerin kavşağında, yükselen bir hürmet nişanesiyle, Hacer-i Esved de tevhidi mücadelenin bayrak ismi, Hz. İbrahim’in yükselttiği orijinal mabetten geriye kalan hatıra ve onun hatırasına duyulan hürmetin bir nişanesidir. Hz. Peygamber (s.a.s.) veda haccında, mübarek dudaklarını bu taşa dokundurarak öpmüştür, o günden bu yana, bütün müminler, aynı şekilde öpmüşlerdir.

Gelecek mümin kuşakların, onun koyduğu örneği izleyeceğini bilen Peygamber (s.a.s.) bu taşı öptüğü zaman da, O’nun zamanı ve ölümü aşarak bütün ümmeti için, bir kucaklaşma sembolü olarak, bu taşın üzerinde bıraktığı dudak izlerini, tüm gelecek mümin kuşakların dudaklarıyla arayacaklarını biliyordu. Ve hacılar bu taşı öptüklerinde, Peygamberlerini, burada hazır bulunan müminleri ve gelecek müslüman kuşakları kucakladıklarını hissetmektedirler.

Haceri’l-Esved biat yeridir ve Allah da seni evine davet etti ve sen de lebbeyk buyur Ey Rabbim! Dedin ve icabet ettin. Biat için elini milyonlarca müminin elleriyle üst üste koyarak mübarek taşın üstünde, Allah’a söz vermek için meleklerin sana rahmet edilmesi için dualarını bekliyorsun. Kıyamet gününde Haceri’l-Esved’in sana şefaatçı olmasını bekliyorsun.

Hâcerü'l-Esved'i değerli kılan, haccın menâsikinden olması ve Rasûlullah'ın onu öpmesi nedeniyledir. Hac'da tavâfa Hâcerü'l-Esved'den başlanır ve yine onunla bitirilir. Tavâf esnasında Hâcerü'l-Esved öpülür, bu imkân olmadığı takdirde elle, bu da mümkün olmazsa uzaktan selâmlanır. Onu öpmek sünnet olduğu için öpülmediği takdirde hac ibadeti yine yerine gemiş olur. Ayrıca Hâcerü'l- Esved'in öpülme imkânı bulunmadığı zaman Kâbe'de ikinci bir taş olan Yemame taşına elle dokunmak da onun yerine geçer. Bu taşın bulunduğu yere "Rüknü'l-Yemanî" denir.[1]

Hâceru’l-esved’in Kıyamet gününde, iki görür göz ve konuşur dil haline gelip dünyada kendisinin istilam edenler lehinde şehadette bulunacağı rivayetlerle bize gelir.[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Şamil, İslam Ansiklopedisi, Hâcerul Esved Maddesi, c.2.

[2] Ahmet b.Hanbel-Müsned c.1, s.307; Tirmizi-Sünen c.3, s.294, Dârimi-Sünen c.1, s.372; İbn.Mâce-Sünen c.2. s.982; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.203.

dildade 05-23-2008 02:01

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Peki neyi yerine getireceğine dair ne için biat ettiğinin farkında mısın?
İmzaladığın taahüdün şartlarını gözden geçirdin mi? Alem-i ervahta bugün verdiğin gibi söz vermemiş miydin?

Evet söz vermiştin ve sen bugün burada ahdini ve biatını bir kez daha, Allah’ın emin ve haram kıldığı mübarek Kabe’de, Haceri’l-Esved’e elini koyarak yeniliyorsun. Anlaşma metninde ana hatlarıyla yazılı bulunan maddelere bir göz atmak ister misin?

Allah’tan başka ilah olmadığını, ondan başkasına asla boyun eğmeyeceğimi, ibadet etmeyeceğimi, ondan başka kimseyi onun kadar sevmeyeceğimi, sadece ve sadece ona secde edileceğini ondan yardım talep edeceğimi, gönderdiği nizama ve yasalarına kalben iman, gündelik hayatta pratize edeceğime dair biat ettim.

Allah’ın gönderdiği bütün peygamberlere hiçbir ayırım gözetmeksizin iman ettiğime, onlara vahy yoluyla gönderilen kitapların insanlığın kurtuluş reçetesini içerdiğine, alemlere rahmet olarak gönderilen peygambere tabi olmak, Allah’a tabi olduğunu kabullenerek, her şeyimde Hz. Muhammed Mustafa’ya tabi olacağıma, onun verdiği hükümlerinde kalbimde zerre kadar şüphe duymayacak, onun verdiği hükme tüm kalbimle razı olduğuma İslam ahlakını hayatımda yaşatıp göstereceğime dair biat ettim.

Peygamber ahlakı ile ahlaklanacağıma, İslamın komşuluk hakkını koruyacağıma, kardeşlik esaslarına riayet edeceğime, fakirleri gözeteceğime, haksızlık yapmayacağıma, haksızlığa karşı boyun eğmeyeceğime, asla susmayacağıma, hakkımı arayacağıma, muamelatıma, ticaretime yalanı, faizi rüşveti, eksik tartıyı, hileyi düzenbazlığı karıştırmayacağıma dair biat ettim.

Allah’ın üzerime farz kıldığı ibadeti hiçbir üşengenlik göstermeden yerine getireceğime, namazımı zamanında Peygamberin emriyle “Benim gibi namaz kılın” emrine uyacağımı, orucun makbulü Allah’ın kabul buyurduğu oruç olduğunu bilerek tutmaya, zekatı fakirin hakkı olduğuna, bize verilen nimetlerde isteyen ve isteyemeyenin hakkının bulunduğunu kabule, imkanımın oluştuğu anda davetine koşacağıma, kucak dolusu gönlümü önüme katarak beytine koşacağıma, Allah’ın yüce ismiyle birlikte hiçbir şeyi anmayacağıma, şirksiz, kibirsiz ve riyasız bir ibadetle, huzuruna varmaya çalışacağıma dair biat ettim.

Rabb’im! Yasakladığın her şeyden uzak duracağıma, yalanı, gıybeti, hırsızlığı, gaspı kin ve düşmanlığı, zina, içki, kumar, faiz, tağutun hükmüne rızayı, Allah’ın bize açıkladığı hakikatleri kendi menfaatlerim doğrultusunda asla kullanmayacağıma dair biat ettim.

dildade 05-23-2008 02:01

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Hz. Ömer r.a ve Haceri’l-Esved
Hz. Ömer bir haccında Hâcerü'l esved'e yaklaşıp öpmüş ve şöyle demişti: "Çok iyi bilirim ki, sen zararı ve faydası olmayan bir taş parçasısın. Eğer Rasûlullah öpmemiş olsaydı seni asla öpmezdim"[1] demiştir. Bunun üzerine, Hz.Ali (r.a) ona, "Fayda ve zarar vermeyeceğini kim demiş. O zarar da verir, fayda da verir. Çünkü Allah Teâlâ, Hz.Âdem as.'ın zürriyetinden misâk (söz) alınca, bu misâkı beyaz bir kağıda yazdı ve o gün Hacer-i Esved'in bulunduğu rüknün (köşenin), bir dili, iki dudağı ve iki gözü vardı. Cenâb-ı Hak, "Ağzını aç" dedi ve bu kağıdı ağzına koydu, "Kıyamete kadar sana, yani bu misâka vefa göstereceklerin, buna karşılık Allah'dan vefa bulacaklarına şahid ol" dedi. Bunun üzerine Hz.Ömer r.a, "Ey Hasan'ın Babası, senin içlerinde yer almadığın bir toplumda ben de bulunmam" dedi.[2]

Hz. Ömer puta tapıcılıktan yeni kurtulmuş bir toplumun, bir taşın öpülmesini gördüğü an küllenmiş duygularının yeniden kabarmasından endişe ederek böyle bir açıklamayı gerekli görmüştü. Batılıların iddia ettikleri gibi Hâcerü'l-Esved'i öpmek puta tapıcı Araplardan müslümanlara geçen bir miras değil bir saygı ifadesidir. Hz. Peygamber'in sünnetine uymadır.[3]

Hz. Ömer Haceri’l-Esved’i istilam ederken şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Sen ne bir fayda ve ne de zarar veren bir taşsın, Allah Resulü (s.a.s.)’in seni öptüğünü görmemiş olsaydım ben de seni öpmezdim.“[4]

Neden Hz. Ömer Haceri’l-Esved taşı için bunları söyledi, O’nu endişelendiren durum neydi? Taş olduğunu bilmeyen mi vardı?

Taberi Hz. Ömer’in bu hareketi cahiliyede bir takım insanlar buna tapıyorlardı. Bazı insanların tekrar cehalete düşüp bunu putlaştırabileceklerinden endişe ederek, buna hiç kimsenin tapmaması için faydasız ve zararsız bir taş olduğuna vurgu yaparak, öpmesi peygambere olan bağımlılığın ve hidayetin ona tabi ve itaat etmede olduğunu göstermiştir. Haceri’l-Esvedi selamlama veya öpme Hz. Peygamberin fiili sünnetine tabi olmaktır.[5]

Veda tavafı bittikten sonra, Hz. Peygamber (s.a.s)’in yaptığı gibi makam-ı İbrahim’de iki rekat tavaf sünneti kılınır, sonra da Mültezem’de (Haceri’l-Esved ile kapı arasında bulunan yerdir) durması ve onu iltizam etmesi müstehaptır. Bu da göğsünü ve yüzünü ona yapıştırmak ve sağ elini kapı tarafına, son elini de Haceri’l-Esved yönüne koymakla ve Allah’a dua etmekle olur.[6]

Şu duanın okunması müstehap olur:

“Allah’ım! Bu senin Beytindir,

Emin belden mübarek evindir,

Ben ise abdin ve abdin oğluyum.

Bana nice nimetler verdin, gereği gibi hamd edemedim,

Çok kusur ve günahlar işledim,

Huzuruna gelecek bir yüzüm, beni haklı çıkaracak hiçbir mazuratım yok benim,

Yarattıklarında emrime verdiğin şey üzerinde beni taşıdın.

Beni tayyibe beldelerinde gezdirdin.

Son olarak da beni Beyti’l-Kerimine ulaştırdın.

Hac ibadetlerimi yerine getirme hususunda bana yar ve yardımcı oldun.

Eğer benden razı isen rızanı arttır.

Aksi halde evim evinden, uzaklaşmadan önce bana ihsanda bulun.

Eğer izin verirsen şimdi benim dönme vaktimdir.

Senden ve evinden vazgeçmiyor, yüz çevirmiyorum.

Rabb’im bedenimi götürsem bile gönlümü burada bırak,

Allah’ım! Bedenimi afiyet, cismimi sıhhat, dinimi masumiyet ve dönüşümü de güzellik üzere kıl.

Beni yaşattığın sürece ve ebediyyen itaatinden ayırma.

Bana dünyanın ve ahiretin hayrını ihsan et.

Şüphesiz, sen her şeye kadirsin, Kerimsin, tevbe edenlerin tevbesini kabul edensin,

Rahmetin gazabından çoktur, Sen bize rahmet ve merhametinle muamele et.”[7]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, VI, 108-109.

[2] Fahruddin Er-Râzi, Tefsîr-i Kebîr Mefâtihu'l-Gayb:c. 23 s.245.

[3] Şamil, İslam Ansiklopedisi, Hâcerul Esved Maddesi, c.2; Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi c.14 s.434.

[4] Buha ri, Sahih, Kitabu’l-Hac, 50, 1597; İmam Malik, Muvatta, Hadis no: 54, s. 342.

[5] İbn Hacer Askalani, Fethu’l-Bari Şerhi’l-Sahihi Buhari, III/463.

[6] Zuhayli, IV/32.

[7] a.e.,a.y.

dildade 05-23-2008 02:01

Hazreti İbrahim (a.s)
 
I. BÖLÜM: MAKAM-I İBRAHİM
1. İbrâhim as.’ın Makamı :




“Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrâhim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrâhim ve İsmail'e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim'i temiz tutun, diye emretmiştik.”[1]

İbn Amr b. As (r.a.) Resülullah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Rükün ile makam Cennet yakutlarından iki yakut idi. Allah, onların nurunu almıştır. Eğer onların nurlarını almasaydı, (bununla) maşrikle mağrib (doğu ve batı) arasını aydınlatırlardı.”[2]

Allah Beyt-i Muazzamayı, Kabe’yi insanların toplanacağı bir yer, kendilerini emniyette hissedecekleri bir makam, çevresinde huzur ve sükun bulacakları bir mekan olmasını istedi. Allah bu evin bizzat emniyet ve sükunet ve huzur yuvası olmasını arzu etti. İnsanlar, İbrahim’in makamında bir namazgah edinmekle emr olundular.[3]















--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: Bakara, 2/125.

[2] Tirmizi, Sünen, Hadis no: 878.

[3] Seyyid Kutup, Fizilali’l-Kur’an, I/241.

dildade 05-23-2008 02:02

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İbrahim’in Makam’ından Kasd Edilen Nedir?


Hz. İbrâhim'in Kâbe'yi inşa ederken bina ve inşaatı kontrol etmek maksadıyla üzerine çıktığı yerden hafif yüksek bir taş ve taşın bulunduğu yere “Makam-ı İbrâhim” denilmektedir.

Katâde şöyle demiştir: "Hacılar, sadece Makâm-ı İbrâhim önünde namaz kılmakla emredilmiş olup, ona dokunmakla emredilmemişlerdir. Bu ümmet öyle bir iş yapmaya zorlandı ki, bu şekilde ona dokunmaya devam ettiler. Nihayet yıpranıp küçülmüştür".[1]

Ömer Nasuhi Bilmen diyor ki: “Hz. İbrahim’in Kabe’yi bina ederken veya insanları Kabe’yi ziyarete davet ederken üstüne çıkmış olduğu taşın bulunduğu yerdir ki, hacılar tavaf namazını orada kılarlar. Hz. İbrahim ayağını basınca bu taş yumuşamış, mübarek ayağı topuğuna kadar taşa batmış, bunun eseri hala görülmekte bulunmuştur, böyle bir taşa mübarek bir ayağın böyle tesir etmesi ise adete aykırı olduğundan bir mucize mahiyetinde bulunmuştur.”[2]

Ebû Saîd el-Hudrî konuda şunları anlatmıştır: "Abdullah b. Selâm'a, Makâm-ı İbrâhim'in üzerindeki izi sordum. Bu taş günümüzde olduğu gibi kalmıştır. Ancak Allah, Makâm-ı İbrâhim'i bir mucize yapmak istemiştir. Hz. İbrâhim'e insanları hacca gelmeye davet etmesini emredince, Hz. İbrâhim taşın üzerine çıktı. Üzerine çıkınca taş bütün dağlardan daha yüksek oldu. Hz. İbrâhim şöyle seslendi: "Ey insanlar! Rabbinizin davetine icabet edin." Bu çağrı üzerine insanlarda ona cevap vererek: "Lebbeyk Allahümme Lebbeyk" dediler. Bu esnada Allah'ın dilemesi ile Hz. İbrâhim'in ayaklarının izleri taşın üzerinde kalmış oldu. Hz. İbrâhim taşın üzerine çıkınca sağa, sola dönerek: "Rabbinizin davetine icabet edin" diyordu. Çağrısını tamamlayınca Makâm-ı İbrâhim'i kıble yaptı. Hz. İbrâhim kapı cihetinde oraya doğru namaz kıldı. Makâm-ı İbrâhim, Allah'ın dilediği zamana kadar kıble olarak kaldı. Hz. İbrâhim'den sonra oğlu Hz. İsmail (a.s) da Kâbe'nin kapısı yönünde ona doğru namazını kılıyordu.”[3]

Bu durum Hz. Peygamber (s.a.v)'in zamanına kadar devam etti. Daha sonra Cenab-ı Hakk, Hz. Peygamber'e Beyt-i Makdise doğru namaz kılmasını emretti. Bu emirden sonra Hz. Peygamber, gerek hicretten önce, gerekse hicretten sonra oraya doğru namazlarını kıldı. Sonra Yüce Allah, Peygamberi razı olacağı kıbleye döndürdü. Bundan sonra Hz. Peygamber (s.a.v), Medine'de bulunduğu sürece Kâbe'nin oluğunun bulunduğu yöne doğru namaz kıldı. Mekke'ye gelince orada bulunduğu zaman zarfında Makâm-ı İbrâhim'e doğru namaz kıldı.[4]

Bir diğer rivayette İbrâhim'in Makamı, "Hz. İbrâhim'in Kâbe'yi yaparken üzerine çıktığı taş" olarak açıklandığı gibi, başka bir rivayetlerde vardır şöyle ki:

Makâm-ı İbrâhim Hz. İbrâhim (a.s)'ın oğlu İsmail ile hanımı Hâcer'i görmek için geldiğinde inip binerken üzerine bastığı taştır.

Kâbenin yapıldığı sırada da duvarları yükselip iskele kullanma ihtiyacı doğunca onu iskele yerine kullandığı taşta denilmektedir.

Harem'in tamamı, haccın tamamı diye de açıklanmıştır.

Suddi'inin rivayetine göre Makam, Hz. İsmail'in karısına kayınpederi olan Hz. İbrâhim'in ayakları altına koyup başını yıkadığı taştır.[5]

Süleyman Ateş diyor ki: “Kur'ân-ı Kerîm bize bu taştan bir mûcize olarak bahsetmektedir. Allah, Beytullah'ı överken şöyle buyuruyor:

“Doğrusu inananlara ilk kurulan ev (ma’bed), Mekke’de olandır. Alemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak kurulmuştur. Orada açık açık deliler ve İbrâhim’in Makamı vardır.”[6]

İnsanlar Kâbe’nin çevresinde toplanır ve onu haccetmekle sevap kazanırlar ve onun haremine (dokunulmaz sınır içine) girmekle saldırıdan kurtulur, güven içinde bulunurlar. Bütün bunlar, İbrâhim as.’a Allah’ın bir lütfudur. Çünkü Kâbe’nin yerini ona bulduran ve Kâbe’yi yapmasının ona emreden Allah, İbrâhim’in Makamı’nı namazgah edinmemizi, orada namaz kılmamızı ve dua etmemizi emretmiştir.[7]

Kur’ân-ı Kerim’de ki bu iki ayet, Arapların bu taşı, İbrâhim makamı olarak bildikleri konusunda kuşku bırakmamaktadır.”[8]

Bu taş özel bir itina ile koruma altına alınarak günümüze kadar muhafaza edilmiştir. Bugün bu taş, tunçlu ve camlı altıgen veya sekizgen bir korunma içine alınmıştır. Bu muhafaza içindeki kara taşın üzerinde iki ayak izi vardır. Bunların, Hz. İbrâhim’in ayak izleri olduğu söylenilmektedir. [9]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Şamil, İslam Ansiklopedisi, Makam-ı İbrahim Maddesi, c.4.

[2] Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, İpek Yayınları: 1/118.

[3] Şamil, İslam Ansiklopedisi, Makam-ı İbrahim Maddesi, c.4; İbn.Esir-Kâmil c.1,

[4] Şamil, İslam Ansiklopedisi, Makam-ı İbrahim Maddesi, c.4.

[5] Şamil İslam Ansiklopedisi, Makam-ı İbrahim Maddesi, c.4; İbn-i Kesir, tefsir c.1, s.168-169.

[6] Kur’an-ı Kerim: Al-i İmran, 3/96-97.

[7] Kur’an Ansiklopesidisi, Süleyman Ateş, c.9, s.138.

[8] Kur’an Ansiklopesidisi, Süleyman Ateş, c.10, s.295.

[9] Şamil, İslam Ansiklopedisi, Makam-ı İbrahim Maddesi, c.4; Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9 s.132; İbn-i Kesir, tefsir c.1, s.168,169.

dildade 05-23-2008 02:02

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Makam-ı İbrahim’in Yeri :
Bulunduğu yer ise, Haceri’l-Esved ile Hivri’l-İsmail arasında kalan yerde bir miktar, Kabe’den uzak bir mesafededir. Tavaftan sonra makamı İbrahim’de, iki rekat namaz kılmak sünnettir.[1] Makamı İbrahim’in arkasında yer bulunmuyorsa Mescidi’l-Harama’ın her hangi bir yerinde kılanabilir.[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] İmam Nevevi, el-İdah, s.245.

[2] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkam Hadisleri, IV/257.

dildade 05-23-2008 02:02

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Makam-ı İbrahim’i Yanında Hisset !
Allah salih kullarından, iki kuluna kendi evi olan Kabe’yi temizlemelerini, ziyaret edenler ve orada rüku’ ve secde edenler için, hazırlanmasını emretmiştir. İbrahim ve İsmail bu evin esas sahibi değildirler, sadece buranın bekçileri, Allah’ın emrine uygun şekilde, Allah’ı anan mümin kullara hazırlamak için Allah’ın emri ile orada bulunan ve bu Beyti’l-Atik’in hizmetçileri idiler.

Kabe’yi tavaf ettin ve sen emin bir beldede,

Emin bir yerde, emin ve güvenli olan bir evdesin.

Bu Allah’ın evi ve sen Rahman’ın huzurunda, ona misafir geldin.

Misafirin uyması gereken terbiye ve edebini sakın unutma!

Makamı İbrahim’e geç ve dua et, tıpkı İbrahim’in yaptığı dua gibi,

Kulaklarında yeniden canlanıyorcasına

Kalbinde yeniden yeşeriyorcasına,

Peygamber atası tevhid mücadelesinin bayrak ismi,

Hz. İbrahim önünde dururcasına,

Edeple makamına koş ve ona ulaş,

Çünkü O senin için ve ümmeti Muhammed’e duada bulunmuştu,

Git teşekkür et,

Şeytana ve azılı nemruta baş kaldırışının, asırlarca ne kadar kutlu bir direniş olduğunu hatırla,

Hatırladığını makamına yüz ve göz değil, gönül sürerek aşkla sevdayla dile getir.

Her şeyin faydasız,

Her şeyin manasız,

Tek gaye ve mananın dünya ve Ahiret köprüsü mesabesinde bulunan insanın miracının olduğu yer,

Yücelmenin ve yükselmenin merdiveni olan makam-ı İbrahim,

Sakın senin yücelmene engel olacak dünya yüküyle,

Seni mahrum bırakacak mağrur nefsinle, miraca çıkmayı deneme,

Geç makamda iki rekat namaz kıl, kimseyi ezme, kimselere yan bakma, bunlarda kim oluyor deme, orası emin belde orası güvenli bir ev o ev Allah’ın evidir.

Bir bak bakayım evin sahibi güceniyor mu?

Sakın sen sözünle, özünle, O’nu gücendirme!

Yaşat gönlünde İbrahim’i, İsmail’i, Hacer’i, Hz. Muhammed Mustafa’yı

Onlarla mahşerde beraber olmak için fırsatı kolla,

Kur’an diliyle, peygamber sözüyle dua et,

Rükuya var, secde edenlerle secde et,

Bu makam öyle bir nezih makam ki, böylesini insanlık tarihi boyunca ne gördü ve ne de böyle bir makamla şereflendi.

Yoksa hala sen başka makamların peşinde misin? Dünyalık makamların ebedi makamların yanında bir hiç hükmündedir.

İnsanlığın uğrunda helak olduğu makamlar ve her gün helak olmak için, kapı kapı yüz sürenler, yerlerde sürünenler!

Peki tüm bu makamlar ne makamlarıdır? Neye yarar kime ne kadar yar olur? Yoksa bu makamlar sana kabirde nur, haşirde gölge, sıratta şefaatçı, cehennemden necatına vesile olacak birer diploma mıdır, nedir?

Sakın bunlardan hiç biri değildir, deme; içimi kor ateş gibi yakma. Bütün dünya ve içindekilerin Allah katında bir sineğin kanadının değeri kadar, değer taşımadığını yoksa hatırlamadın mı?

Dünyalık makamlardan, makamı İbrahim’e dön, Sen ölmek için nasıl ölünür, tüm fani makamlardan saadete götürecek ve en kutsal makamların manasını anlamak için buraya gelmedin mi?

Hz. İbrahim gibi dua ve niyazda bulun.

“Ey Rabb’imiz! İkimizi de Sana teslimiyette sabit kıl.

Soyumuzdan da müslüman bir ümmet yetiştir.

Bize ibadet edeceğimiz yerleri göster.

Tevbemizi kabul et.

Zira tevbeleri en çok kabul eden ve hakkı ile esirgeyen Sensin.[1]

Rabb’im! Burasını emin bir şehir kıl,

halkından,

Allah’a ve Ahiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır.[2]

Rabb’imiz! Yaptığımızı kabul buyur,

şüphesiz ki,

Sen hem işitir,

hem de bilensin.”[3]

İbrahim’ın (a.s.) makamı önünde duruyor ve bu harikaya, düşüncenin sınırlandırıcı yollarına şimdilik baş vurmadan, öylesine onun ayak izlerine bakmak ve buradan kendimizi bulmaya çalışmak... Miraca yükselmenin merdiveni, rahmana ulaşmanın asansörü konumunda olan, Makam-ı İbrahim’e bakmadan edemiyoruz. Çünkü varlığımızın gizli ve hayatı olumlayan köklerinden yavaş yavaş bir sevinç, bir coşku enzimi, sessiz bir ezgi yükseliyor bu makamdan...



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bakara, 2/129.

[2] Bakara, 2/126.

[3] Bakara, 2/127.

dildade 05-23-2008 02:02

Hazreti İbrahim (a.s)
 
I. BÖLÜM: HACC
1. İbrâhim as. Mekke İçin, Peygamberimiz de Medine İçin Dua Etmiştir :
Nasıl ki Hz. İbrâhim as. Mekke’nin dokunulmazlığı için dua etmişse, Peygamberimiz de Medine için dua etmiştir: “Medine’de ilk meyva ürünü elde edildiği zaman halk onu Hz. Peygamber‘e getirirdi. Allah’ın elçisi meyvayı alır, "Bize bereket ver. Ölçeğimize, batmanımıza bereket ihsan eyle. Allahım, İbrâhim senin kulun, dostun ve Peygamberindir. Ben de senin kulun ve Peygamberinim. O, Mekke için sana dua etmişti. Ben de sana Medine için dua ediyorum. Onun mekke için istediklerini ve bir misli de fazlasını ben, Medine’ye vermeni niyaz ediyorum.” Peygamber as. böyle dua ettikten sonra orda bulunan en küçük çocuğu çağırır, o meyvayı ona yedirirdi.”[1]

Resûlullah’ın Hz. Peygamber’in bu duası bereketiyle Medine bolluklara boğulmuştur. Bir şehre kendi nüfusundan hariç, birden bire bir milyondan fazla insan dolunca nasıl bir kargaşa ve sıkıntı olacağı, herkezce bilinir. Bütün düzen alt üst olur. Halbuki Hac aylarında birden bire takriben iki milyon insan Mekke’yi ve Medine’yi doldurur ama yine kimse aç ve susuz kalmaz. Bu, Hz. İbrâhim’in ve Hz. Peygamber’in dualarının eseridir. Allah’ın lütfudur.[2]




--------------------------------------------------------------------------------

[1] Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c.21, s.272; Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.10/98, c.9/132.

[2] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9 s.132.

dildade 05-23-2008 02:03

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Mabed'in duvarları yükselince, Hz. İbrâhim ve İsmail şöyle dua ettiler :
“Bir zamanlar İbrâhim, İsmail ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor (şöyle diyorlardı:) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin. Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin. Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin.”[1]

Hz. İbrâhim, yüce Allah’tan, İsmail soyundan gelecek bu topluma, kendi içlerinden bir peygamberin gönderilmesini niyaz etmektedir. Bu peygamber, Hz. Muhammed’dir. Çünkü İsmail soyundan, Hz.Muhammed’den başka peygamber çıkmamıştır. Demek ki Hz. İbrâhim, Hz. Muhammed as’ın peygamber gönderilmesini istemiştir. Yahut onun duası kabul edilerek bölgeye bolluk verildiği gibi bu isteği de kabul edilerek İsmail soyundan gelen Hz. Muhammed peygamber olarak görevlendirilmiştir. Peygamberimiz de Hz. İbrâhim’in duası bereketiyle kendisine peygamberlik verildiğini söylemiştir. Hz.İbrâhim'in duası kabul olmuş, Cenâb-ı Hak O'nun soyundan Hz. Muhammed'i son peygamber olarak göndermiştir.

Peygamberimiz s.a.v İbrahim as.'ın duasını kastederek; "Ben, babam İbrâhim'in duasına ve kardeşim İsa'nın müjdesine, annemin de rüyasına mazhar olmuşumdur.” buyurduğu nakledilir. [2]

İsa as.’ın müjdesi de Saf suresi 6’ncı ayetde geçmektedir. “Ey İsrailoğulları, ben size Allah’ın elçisiyim, benden önce gelen Tevratı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici olarak geldim!”[3]

Diğer yandan İbn Ucre (r.a)'ın rivayet ettiği bir hadiste; İslâm ümmetinin bütün namazlarda, "tehiyyât" ve "Allahümme salli-bârik" dualarını okuyarak, Hz. İbrâhim'e ve nesline hayır-duada bulunmalarının, Hz. İbrâhim'in bu eski duasına karşı bir teşekkür niteliğinde olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Peygamberimiz s.a.v ile birlikte anılan tek peygamber Hz.İbrâhim’dir.[4]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: Bakara, 2/127-129.

[2] Kur’an Ansiklopesidisi, Süleyman Ateş, c 9, s.140; Siret-i İbn-i Hişam c.1 s.223; Ahmed b.Hanbel, Müsned, c.4 s.127, 128, c.5, s.262.

[3] Kur’an Ansiklopesidisi, Süleyman Ateş, c 9, s.141.

[4] Buhari-Tefsir 33/10, Da’avât,31/32; Şamil, İslam Ansiklopedisi, İbrahim Maddesi, c.3; Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi,c.21, s.271; Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş, Beyan Yayınları: s.64 “Muhammed Nâsiruddîn, Elbâni, Sıfetü Salâtı’n-Nebi adlı eserinde bu salâtın çeşitli söyleniş şekillerini derlemiştir.”

dildade 05-23-2008 02:03

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İbrâhim as. ile oğlu İsmail’in ilk Haccı ve insanların Hacca çağırılışı :
Kâbenin inşası bittikten sonra, Hz.İbrâhim, “Ya Rabbi bitirdim, bize ibadet (kurban) yerlerimizi göster”[1] diye dua etmişti. Allah’u Teala Cebrail as.’ı İbrâhim ile İsmail'e gönderip, Kâbe’yi yedi kere tavaf etmeyi, her tavafta Hâcerül Esved’i istilam'ı[2] gösterdi. Makam-ı İbrâhim’in arkasında ikişer rekat namaz kıldılar. Ardından Safa ile Merve, Mina, Muzdelife ve Arafatta yapılacak Hac amellerinin hepsini gösterdi ve öğretti.

Daha sonra Cebrail ile İbrahim as. Akabe’ye vardıklarında, şeytan göründü. Cebrail, İbrâhim as.’a “Tekbir getir ve at ona!” dedi. İbrâhim as. birer birer yedi kere tekbir getirerek taş attı ve şeytan kayboldu. Şeytan daha sonra orta Cemre’de göründü. Cebrail as. yine tekbir getirip, taş atmasını söyledi. İbrâhim as.’ın söylenileni yapmasının ardından, şeytan yine kayboldu. Şeytan, en son Cemrede de, tekrar göründü. Cebrail as. yine aynı şeyleri söyledi ve İbrâhim as.’da yaptı ve şeytan kayboldu.[3]

Bundan sonra, İbrâhim as. Cebrail as. ile birlikte, namazların birlikte kılınacağı cem yerine (muzdelife’ye) gittiler. “İnsanlar burada namazları cemedecekler” dedi Cebrail as. Sonra Meş’ar-ı Haram’a daha sonra, Arafat’a gittiler. Cebrail as. “Bilip öğrendin mi?” dedi. İbrâhim as.”Evet, bilip öğrendim” dedi. Sorusunu üç kere tekrar etti.[4] İbrâhim as. her soruşunda “Evet!”dedi. Bunun için oraya Arafat denildi. [5]

Allah tarafından Hz. İbrâhim'e bütün insanları haccetmek üzere davet etmesi emredilmişti."İnsanları hacca davet et ki gerek yaya olarak ve gerekse uzak yollardan gelen çeşitli vasıtalarla sana varsınlar."[6] İbrahim as. Yüce Allah’a: “Ya Rab! Benim sesim, insanlara nasıl yetişebilir?” diye sordu. diye sordu. Yüce Allah: “Sen, seslen! Onu, insanlara eriştirmek, bana düşer!” buyurdu.[7] İbrâhim as. Makam-ı İbrahim diye anılan iskele taşının üzerine dikildi.[8] Taş, yüksele yüksele, dağlardan uzun ve boylu oldu.[9] O zaman; ovası, dağı, karası, denizi, insanı ve cinni ile bütün yeryüzü daraldı, dürüldü, derlenip toplandı. İbrahim as. parmaklarını, kulaklarına tıkadı. Sağa, sola, batıya ve doğuya yönelip,[10]“Ey insanlar! Rabb’iniz, bir Beyt, edindi ve onu, Hacc etmenizi, size, emrediyor.[11]Ey insanlar! Atîk Beyt’e (Kâbe’ye), Hacc etmeniz, size farz kılındı.[12]Ey Allah’ın kullar! Allah’a itâat ediniz! Ey Allah’ın kulları! Allah’ın, Rabbinizin davetine icâbet ediniz![13] diye seslendi. İbrâhim’in sesini işiten her taş, toprak ve tepeden,[14] her taraftan[15] “lebbeyk! Allah’ım Buyur! Emrine amadeyiz. Sana, itaat ediyoruz Allah’ım!” sesleri yükseldi. [16]

Diğer bir rivayet göre; Hz. İbrâhim Ebû Kubeys dağına çıkıp dört bir yana seslenerek Allah'ın Kâbe'yi hacc ve ziyaret etmeyi insanlara farz kıldığını bildirdi.

Bu arada İbrâhim as.’ın davetine, insanlardan, ilk icabet edenler ise Cürhümiler olduğu rivayet edilir. [17]

Hz. İbrâhim bu ilânı yaptıktan sonra oğlu İsmail ve Cürhümi halkıyla birlikte Haccettiler. Kendilerine "Safâ" ile "Merve"yi ve Harem-i Şerif'in sınırlarını, ayrıca Cebrail as.’ın alâmet olmak üzere de birer taş dikmesini önerdiği bu yerleri gösterdi. Daha sonra hac menâsikini (gerekli bilgilerini) öğreterek, ihramlı bir şekilde Mina'ya ve yollarda "tehlîl" ve "telbiye" getirilerek Arafat'a varıldı. Vakfe'den sonra Müzdelife'ye, oradan da Mina'ya gidildi. Kurban kestirdi ve şeytan taşlama (remyu cimâr) yaptırdı. Kısaca haccın bütün menâsikini öğretti. Haccın bu usul ve erkânı, Hicaz halkına Peygamber olarak gönderilen İsmail (a.s) tarafından da ümmetine öğretildi. Daha sonra İshak peygamber Mekke'ye gelerek, büyük kardeşi Hz. İsmail ile birlikte hac yapmıştır.[18]

İbrâhim as. bütün Hac amellerini yaptırdıktan sonra, kendisi, dönüp Şam’a gitti. İbrâhim as. her yıl, Mekke’ye gelir, zevcesi Hz.Sare ile oğlu İshak as. ile birlikte Hac farizasını yerine getirirlerdi. İbrâhim as’dan sonra ki peygamber ve mümin olan ümmetleri de, Mekke’ye gelip Hac etmişlerdir. Ümmetleri helak olan Peygamberler, Mekke’ye gelirler, ömürlerinin sonuna kadar, orada, Allah’a ibadet ve taâtle meşgul olurlardı.

Böylelikle Haca gelip vefat eden peygamberlerden doksan dokuzunun, Makam-ı İbrâhim ile Zemzem arasındaki yerde gömülü bulunduğu ve yetmiş peygamberin, Mina’daki Mescid’de namaz kıldıkları da,

rivayet edilmiştir. [19]






--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: Bakara, 2/128.

[2] İSTÎLÂM: Selâmlamak. Hac ve umre ibâdetinde Kâbe'yi tavafa (etrâfında dönmeye) başlarken veya tavaf sırasında Hacer-ül-esved (Cennet'ten indirilen taşın) önüne gelindiğinde, elleri namaza durur gibi kaldırıp tekbir, tehlîl getirerek (Allahü ekber, lâilâhe ill allahü vallahü ekber diyerek) onu selâmlamak ve el sürüp öpmek. İzdihâm (kalabalık, sıkışıklık) dolayısıyle el sürülemiyorsa, uzaktan elleri kaldırıp, işâret yapmak, sonra avucunun içlerini öpmek. İstîlâm, haccın sünnetlerindendir. İbn-i Âbidîn.

[3]“Hz. Aişe’nin bildirdiğine göre: Peygamberimiz “Kâbe’yi tavaf, Safa ile Merve arasında Sa’y etmek ve Cemreleri atmak, ancak, Zikrullahı ikame ve tesbit için teşri kılınmıştır” buyurmuştur. Ahmet b.Hanbel, Müsned c.6, s.75,139; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 204.

[4] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.66,67; Halebî-İnsanüluyun c.1, s.258,259; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 204.

[5]“Arafatta, Arafat denilmesinin, Adem as, Hz.Havva ile orada buluşmalarından ve birbirlerini orada tanımalarından ileri geldiği de, rivayet edilir.” İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.40; Taberi-Tarih c.1, s.60; Sâlebi-Arais s.34; İbn.Esir-Kâmil c.1, s.37; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.204.

[6] Kur’an-ı Kerim: Hacc, 22/27.

[7] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11, s.518; Ezraki, Ahbaru Mekke c.1, s.67; Halebî-insanüluyun c.1, s.258; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 205.

[8] Abdurrezzak-Musannef c.5, s.97; Ezraki-Ahbaru Mekke c.1, s.67, 68; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 205.

[9] Abdurrezzak-Musannef c.5, s.97; Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.67,68; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 205.

[10] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.67; Halebî-İnsanüluyun c.1, s.258-259; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 205.

[11] Beyhaki-Delâilünnübüvve c.1, s.327; İbn.Asâkir-Tarih c.2, s.150,151; Halebî-İnsanüluyun c.1, s.260; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 205.

[12] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11, s.518; Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.67; İbn.Asâkir-Tarih c.2, s.150; Halebî-İnsanüluyun c.1, s.258; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 205.

[13] Abdurrezzak-Musannef c.5, s.97; İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11, s.521; Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.67; İbn.Asâkir-Tarih c.2, s.150; Halebî-İnsanüluyun c.1, s.258; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.205.

[14] Beyhaki-Delâilünnübüvve c.1,s.327; İbn.Asakir-Tarih c.2, s.151; Halebî-İnsanüluyun c.1, s.260; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 205.

[15] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11, s.521; Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.67; İbn.Asâkir-Tarih c.2, s.151; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.205.

[16] Abdurrezzak-Musannef c.5, s.97,98, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.67; Beyhaki-Delâilünnübüvve c.1, s.327; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 205.

[17] İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.48; İbn.Asâkir-Tarih c.2, s.160; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.205.

[18] Şamil, İslam Ansiklopedisi, Kabe Maddesi, c.3.

[19] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.68-74; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.206.

dildade 05-23-2008 02:03

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. İnsanlar İçin Haccın Önemi :
“Bir zamanlar İbrâhim'e Beytullah'ın yerini hazırlamış ve (ona şöyle demiştik): Bana hiçbir şeyi eş tutma; tavaf edenler, ayakta ibadet edenler, rükû ve secdeye varanlar için evimi temiz tut. İnsanlar arasında haccı ilân et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen argın develer üzerinde sana gelsinler. Ta ki kendilerine ait bir takım yararları yakînen görmeleri, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günler de Allah'ın ismini ansınlar . Artık ondan hem kendiniz yeyin, hem de yoksula, fakire yedirin. Sonra kirlerini gidersinler; adaklarını yerine getirsinler ve o Eski Ev'i (Kâbe'yi) tavaf etsinler. Durum böyle. Her kim, Allah'ın emir ve yasaklarına saygı gösterirse, bu, Rabbinin katında kendisi için daha hayırlıdır. (Haram olduğu) size okunanların dışında kalan hayvanlar size helâl kılındı. O halde, pislikten, putlardan sakının; yalan sözden sakının.”[1]




Hacc, müslümanların, davalarının doğduğu, babaları İbrahim'in eliyle Hanif dininin başladığı ve yüce Allah'ın yeryüzünde sırf kendisine ibadet edilen ilk ev kıldığı Kâbe'nin yanında gerçekleştirdikleri yıllık genel kongreleridir. İnsanları bu yüce mananın etrafında toplayan ve onları Rabblerine bağlayan Haccın böylesine bir amacı ve hatırası vardır. Evet akide manası etrafında... Ruhun, insana kendi ruhundan üflemek suretiyle onu insan kılan yüce Rabbine karşılık vermesi.. Bu mana gerçekten insanların etrafında toplanmasına değer... Bu mananın ilk defa fışkırdığı bu mukaddes yerlere her yıl gruplar halinde gitmek gerekmektedir."[2]

Hac, bir arınma eylemidir. Geçici ve fani şeyleri terkedip, kalıcı ve ebedi olana yönelmedir. Hac, kişinin nefsini temizlemesi, kendisini Allah’ın huzurunda hissetmesi ve O’nun mağfiretini dilemek için bir fırsatı ilahiyedir. Allah, inanan kullarının kendisine ahiret için dilekte bulunmalarını istediği gibi, ahireti unutmadan dünyalık olarak da hayırlı şeyleri, güzel şeyleri dilemelerini yasaklamıyor. Allahu Teala, hac ibadetinin nasıl yapılacağını ve hangi şeyleri yapmanın hacda yasak olduğunu, kendisinden nelerin dilenmesi gerektiğini ve O’nun bize vaadettiklerini de ayetleriyle bize açıklamaktadır.[3]

Bir ibadet şekli olan ve kendine has bir remz, bir mecâz görünüşündeki Hac, insanı en az oruç kadar tesir altında bırakan bir mecâz görünüşündeki Hac, insanı en cz orç kadar tesir altında bırakan bir semboller dizisidir. İşte bu Hac, (diğer dinlerde olduğu gibi) ne bir aziz veya bir veli’nin kabrini ziyarat ve ne de bir mucizenin cereyan ettiği bir yeryüzü köşesini ziyaret ve hatta ne de tabiat üstü bir olayın cereyan ettiği bir mahalli ziyaret’ten ibaret bir ibadet’tir; gerçekte bu ibâdet çeşidi, Allah’ın Evi (:Beytullah)’ın ziyaretten başka bir şey olamaz. Allah hakikatte insanın beş duygusu ötesinde ve mekan’dan sıyrılmış bir varlıktır, bir gerçektir. İnsanın ibadet ihtiyacını karşılamak üzere, biz O’nu bir sembol, bir mecaz ileifade edip tefekkür ederiz. İslâmdan gayrı diğer dinerde ise Allah, O’nu semboliz etmek üzere, Kerem, Kudret, Yaratma, İlim ve diğer herhangi bir sıfatı (esma’sı) ile ele alınır ve bu sıfat, insan eliyle imal edilmiş bir putta remzedilir, suretlendirilir. İslâm ise, Allah’ın Evi: (Beytullah) sembolünün seçmiştir ki, bütün sıfat ve Esmâ’sı ile birlikte, O bu ev’in Sâhibi ve Şâğili olarak bu remz ve mecâzın arkasına gizlenmiştir ve insana has beş duyu ile algılanması ve idrâki mümkün olmayan bu Varlığın zatının, Beytullah’ta insan eliyle yapılmış her hangi bir müşahhas (somut) şekil ve suret ile ifade edilmesine ihtiyaç duyulmamıştır. Allah’ın evi olan Kâ’be’de Allah’ı remzeden sembolleştiren (hâşâ) bir şekil ve suret asla bulunmamaktadır. Allah’ı bize anlatıp ifâde eden Esmâ-ı Hüsnâ (: Allah’ın Güzel İsim ve Sıfatları) arasında bulunan Melik (Hükümdar) sıfatı, Allah ile insan arasındaki ilişkiyi bize tavsif edip anlatan en iyi ve en uygun sıfat gibi durmaktadır: Bir yanda mutlak kudret ve meretme gücüne sahip bir Hükümdar (: Melik) olarak Allah, diğer yandan onun bütün emir ve arzularını yerine getirmeye hazır ve mükellef olan kul-köle (:tebea) İnsan, Kur’an-ı Kerim’de bu ilişki, muhtelif ayetlerde pek güzel ifae edilip kullanılmıştır.[4]

“Gönül ister ki hacc yolculuğu turistik yolculuk ötesinde, bir soluk alma arzusu ötesinde gerçekleşsin. (Maide: 5/1) Sembolik değerlerin ibadet ritüelleri tam olarak yerine getirilsin. Hacc ibadeti bugünkü biçimiyle gerçek anlamda yapılamamakta, ibadet ritüelleri, amacına uygun tam yerine getirilememektedir. Dünyanın siyasi konjoktürü, ülke anlayışı ve ülkenin iç politikası Hacc’ın gerçek anlamını engellemektedir. Allah Teala’nın arzuladığı ve davası uğrunda canını vermeğe hazır severlerine verdiği sosyal güvence amacıyla Beytullah’a sığınanlar, günlerce kurşun yağmuru altında şehit edilmişlerdi. Allah Teala’nın sosyal güvencesi kalmamıştır. Beytullah’ın harem, yani dokunulmazlığı, siyasi saygınlığı yerine getirilememektedir. Hatta hilafet merkezi Mekke-Medine-Cidde üçgeninde Haccın vizesiz, belki de pasaportsuz yapılabildiğinde sosyal güvnce çok güzel anlaşılmış olacaktır.”[5]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: Hac, 22/26-30.

[2] Seyyid Kutub, Fîzilâli’l-Kur’an, Dünya Yayınları: 2/132-133.

[3] Şaban Piriş, Hz. İbrahim. Denge yayınları: s.66.

[4] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, İrfan Yayımcılık: s.737,238.

[5] Salih Parlak, Kur’an-ı Kerim Meal Tefsiri, 2001 Yayınları: 125-126.

dildade 05-23-2008 02:04

Hazreti İbrahim (a.s)
 
1. Hac, Sadece Ferdî Bir İbâdet Değil; Ümmetin Yıllık Büyük Kongresidir :
Hac; fizikî, mânevî ve mâlî açıdan İslâm'daki ibâdetlerin en kapsamlı olanıdır. Îfâsı, hem zamana, hem de mekâna bağlıdır ve değiştirilmesi ya da ertelenmesi söz konusu olamaz. Ne var ki her yıl milyonlarca müslüman bu büyük ibâdeti gerçek mânâsını ve önemini kavramaksızın îfâ etmektedir. Birçoklarınca hac, mekanik bir biçimde yapılmakta ve Allah Teâlâ'nın murad ettiği çeşitli amaçlar ve işaretler gözden kaçırılmaktadır.

Bedensel olarak hac, çok meşakkatli, hasta ve sakatların altından kolay kalkamayacakları bir ibâdettir. Diğer ibâdetlerde olduğu gibi, haccın ilk ve en önemli şartı niyet etmektir. Müslümanların çoğu için hac, aynı zamanda kişinin kendi evinden yurdundan çıkıp Mekke'ye Allah'ın evine hicret etmesini içerir. Bu hicret, belli aylar içinde gerçekleştirilir.[1] Bu aylar: Şevval, Zilkade ve Zilhicce aylarıdır. Maalesef Suudî rejimi tarafından hac, Zilhicce ayının birkaç gününe sıkıştırılmıştır. Daha önceden (Şevval ve Zilkade aylarında) hacca gelmek isteyen insanlara büyük zorluklar çıkartılmakta ve hacılar hacdan sonra alelacele bölgeden gönderilmektedirler.

Hac, belli fiillerin belli biçimlerde yapılması demek olan menâsikını aşan boyutlarıyla kavranmak durumundadır. İlk ve en önemli husus, kulun Yaratıcısına, Rabbine mutlak teslimiyeti ve bağlılığıdır. Telbiye, kulun tüm varlığı ile Allah'a yöneldiğinin ve diğer tüm otoriteler ve bağlılıklardan yüz çevirdiğinin özlü bir ifâdesidir. "Lebbeyk Allahumme lebbeyk; lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk; inne'l-hamde ve'n-ni'mete leke ve'l-mülk, lâ şerîke lek -Ey Allah'ım! Senin dâvetine icâbet ediyorum. Senin ortağın yoktur. Hamd ü senâ ancak Sanadır. Her nimet Sendendir, mülk de Sana mahsustur; senin şerîkin yoktur.-" Telbiye, tam bağlılık demektir; burada artık ikili hesaplara yer yoktur. Ama ne yazık ki, birçok müslüman bu sözleri, mânâsı hakkında hiçbir bilgi sahibi olmaksızın tekrarlayıp durmaktadır. İşte bu kavrayış eksikliğidir ki, Ümmet'in bugün yüz yüze olduğu sorunların temelini teşkil etmektedir.

Hac, büyük bir eşitleyicidir. İki parça dikişsiz beyaz örtüden oluşan ihram, her türlü sınıfsal farklılıkları ortadan kaldırır; Allah önünde herkes eşittir. Her gün kıldığımız namazda da konum ya da yetki farkı olmaksızın aynı safta yan yana gelmekteyiz. Fakat namazda insanlar arasında mevcut bulunan ekonomik seviye farklılıklarını yansıtan giyim için bir standart ve sınırlama yoktur. Ancak, hacda durum böyle değildir; herkes aynı iki parça bezi giyinmek, daha doğrusu sarınmak zorundadır. Arafat'ta vakfe, aynen kıyâmet gününde Allah'ın huzûrunda durmaya benzemektedir. Kişi burada geçmişte yaptığı bütün eylemleri hatırlar; tam bir samimiyetle Allah'ın affediciliğine sığınır; çünkü O, bunun af için en uygun zaman ve mekân olduğunu bildirmiştir.

Hac bütün yönleriyle nebevî gelenekle, peygamberlerin hâtıralarıyla irtibatlıdır. Haccın menâsikı, Hz. İbrâhim (a.s.)'in Allah'ın emrine uyarak büyük bir teslimiytle gerçekleştirdiği fedâkârlık eyleminin temsilî bir ifadesidir. Ne kendisi, ne de oğlu İsmâil (a.s.) Allah'ın emrine uyma konusunda bir tereddüt göstermişlerdi. Hac, günümüz ile onların tarihi arasında bir köprü kurar ve nefsimizi, amellerimizi, hayatımızı arındırmak için bizlere fırsat sunar. İbrâhim, Hâcer, İsmâil ve Hz. Muhammed (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun) gibi birçok büyük örneğin izlerinden yürümemize zemin oluşturur. Kâbe'yi tavaf etmekle yalnız Allah'a olan bağlılığımızı gösteririz. Bizler O'nun evinde, O'nun misafirleriyiz ve yalnız O'ndan yardım niyaz ederiz. Tavafı tamamladıktan sonra Makam-ı İbrâhim'de iki rekât nâfile namaz (Hanefî fıkhına göre vâcip olan Tavaf namazı) kılmak için durduğumuzda İbrâhim (a.s.)'in hâtırasını canlandırırız. Safâ ve Merve tepeleri arasında sa'y, Hz. İbrâhim'in karısı Hz. Hâcer'in susuzluktan ölmek üzere olan yavrusu için çırpınırcasına su arayışının bir temsili, yeniden canlandırılmasıdır. Zemzem kuyusunda susuzluğumuzu giderdiğimizde, aynı zamanda bebeği ve annesini ölümden kurtaran İlâhî yardımı da tadarız.

Mekke'den Mina ve Arafat'a yapılan yolculukta bilâhere Müzdelife üzerinden Mina'ya dönüşte oldukça zengin bir temsilî yön ve kendini adama boyutu mevcuttur ve bunlar da ancak bu şekilde kavranılmalıdır. İslâm'ın büyük ordusunun yürüyüşüdür bu; Allah'a yönelen bir yolculuk. Başka güçlere yer yoktur burada. Arafat vakfesi, mekanik bir egzersiz değildir; amellerimizden hesap sorulacağımız kıyâmet gününü hatırlatmalıdır bize. Hac sırasında kefene benzer bir kıyafet içindeki milyonlarca insan Allah'ın huzuruna gelip rahmetine ve bağışlayıcılığına sığınır; kıyâmet günü ise tüm insanlar yaptıklarının hesabını vereceklerdir.

Arafat'tan Müzdelife'ye hareket, daha önce değil; ancak güneşin batımından sonra başlamalıdır. Bu önemlidir. İslâm ordusu gece örtüsü altında hareket etmek için tüm tedbirleri almalıdır. Mina'daki şeytanlara atmak için Müzdelife'de taş toplamaktır hedef. Taşlar, İslâm ordularının Mina'daki üç cemerât tarafından temsil edilen şeytanlara karşı kullanacakları silâhlarını simgelemektedir. Her yıl müslümanlar öfke ve azimle taşlamaktalar şeytanı. Fakat ne yazık ki bu taştan sütunlar ile günümüz şeytanları arasındaki irtibatı bir türlü kuramamaktalar. İşte bu bağlantı kuramama sorunudur ki, aslî vazifelerimizi yapma önünde bize büyük engel oluşturmaktadır. Bizden istenilen acaba yalnızca taş sütunlara küçük çakıl taşları atmak mıdır? Ya İslâmî uyanışı yok etmek için müslümanları katleden ABD, Rusya, siyonist İsrâil, Hindistan, Sırbistan... gibi günümüz dünyasında işbaşında olan şeytanî güçler ne olacak? Bu ibâdetin gerçek anlamda îfâsı, ancak biz müslümanların taş atma eyleminin önemini kavraması ve kendi hayatımızda bu mânâyı gerçekleştirmemizle mümkün olacaktır.

Haccın dikkat çeken başka iki yönü daha mevcuttur. İlk olarak hac, tarihte ve çağımızda benzeri olmayan bir tarzda Ümmet'in yıllık olarak gerçekleştirilen büyük bir kongresidir. Ümmetin birliğini yansıtır. Dünyanın her yerinden müslümanların bir araya gelmelerine rağmen, büyük bir çoğunluk diğer kardeşlerine ilgisiz biçimde gelip geri dönmektedir. Bu kaybedilen büyük bir fırsattır. Allah bizden birbirimizi tanımamızı istiyor; hac bunun gerçekleştirilmesi için büyük bir imkân. Fakat pek çok müslüman öyle bir şekilde hac îfâ etmekte ki, yanı başındaki milyonlarca kardeşinin sorunlarından veya imkânlarından bütünüyle habersiz kalmakta.

Bununla bağlantılı bir diğer konu da, Kur'an'ın bir emri olan hac sırasında müslümanların müşriklerden berî olduklarının ilânı görevidir.[2] Bu âyetler hicretin 9. yılında müslümanlar hac görevini yerine getirmek üzere Hz. Ebûbekir (r.a.)'in önderliğinde Medine'den Mekke'ye doğru yola çıkmalarından sonra inzal olmuştu. Hz. Peygamber bu âyetleri Arafat'ta duyurması için aceleyle Hz. Ali'yi yolladı. Müşriklerden uzak olma (berâ), Kur'ânî bir emirdir. Buna rağmen resmî dogmalar ve tarihsel çarpıtma sâyesinde bu açık ve net mesaj bulandırılmış ve hatta unutturulmuştur.

Hac, Ümmetin birliğini, Allah'ın dinine bağlılığımızı ve İlâhî emirler ve Rasûlullah'ın örnekliği doğrultusunda dünyanın tüm baskıcı güçlerine karşı tavır alma kararlılığımızı dile getirmek için büyük bir fırsat sunmaktadır. Filistin halkının çaresizliği ve Kudüs'te siyonistlerce sürdürülen işgal, haccın İslâm'ın düşmanlarına karşı müslümanları harekete geçirmek için değerlendirilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. Biz müslümanlar bu âcil görevi yerine getirmeyi başaramazsak, kıyâmet gününde Rabbimize karşı hesap vermemiz mümkün olamayacaktır. Haccın İlâhî ve nebevî muhtevâsından boşaltılarak kalıplaşmış bir tür törene ya da ticarî bir panayıra dönüştürülmesi kabul edilemez. Mevcut hal maalesef budur. Bu halin giderilmesi ve Kur'an'daki haccın, Rasûlullah'ın sünnetindeki haccın, yani gerçek haccın canlandırılması günümüz müslümanlarının önündeki büyük bir vazifedir.[3]

Müslümanın rûhunun susuzluğunu gidermesi, yüce sevgisinin ateşini söndürmesi, putperestlik haline gelen âdet ve alışkanlıklarına karşı isyan etmesi, Ramazan’da midesini dinlendirmek sûretiyle ruhunu doyurması mümkündür. Fakat sınırlı bir zamanda ve muayyen saatlerde. Üstelik hırçın bir denizin küçük bir adayı kuşatması gibi oruçluyu kuşatan ve orucun etkisini azaltan çok yemek, israf etmek, gereğinden fazla istirahat etmek ve isyankâr bir toplum içinde yaşamak gibi faktörlerle... Bütün bunlarla beraber müslüman, dar ve eski hapishaneden kurtaracak, her türlü kayıt ve bağları koparacak bir sıçrayışa muhtaçtır; diğer taraftan hepsi eski alışılmış, sınırlı ve kayıtlı, monoton ve yapmacık bir âlemden tamamı gerçek sevgi olan bir âleme intikal etmesi de zarûrîdir. O öyle bir âlemdir ki müslüman ona kavuştumu her türlü kölelikten kurtulur, her türlü puta isyan eder, ırk ve renk ayrımına karşı gelir, Allah’ın birliğine, insanlığın vahdetine, akîdenin tekliğine, gâyenin aynılığına inanır. Orada bütün insanlar koro halinde “lebbeyk...” diye nidâ ederler. Şüphesiz müslüman, her gün kıldığı namazdan, Ramazan’da tuttuğu oruçtan ve şartları tahakkuk edince verdiği zekâttan sonra, sevgi ve muhabbetin kaynaştığı, âbid ve ihlâslıların toplandığı bir mevsimi görmeye muhtaçtır.

“Seven kimse, sevdiğine nisbet edilen her şeyi sever. Allah’ı seven de O’nun şiarlarına karşı sevgi ve saygı duyar. Kâbe, Allah’a nisbet edilmiş ve “Beytullah -Allah’ın evi-” adını almıştır. Vaad edilen mükâfatlar şöyle dursun, burayı ziyâret için yalnız Allah’a nisbet edilmesi bile kâfîdir.”

“Bazen insan, Rabbini son derece arzular; bu arzusunu dindirmek için bir şey arar ve hacdan başkasını bulamaz.”[4]






--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bakara: 2/97.

[2] Tevbe: 9/3.

[3] Zafer Bangaş, Crescent, Haksöz, sayı 120 (Mart, 2001), s. 42-43.

[4] Şah Veliyyullah Dehlevî, Huccetullahi’l-Bâliğa; Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.


All times are GMT +3. The time now is 19:34.

Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025