Siyaset Forum

Siyaset Forum (https://www.siyasetforum.com.tr/index.php)
-   Köşe Yazıları (https://www.siyasetforum.com.tr/forumdisplay.php?f=124)
-   -   Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar" (https://www.siyasetforum.com.tr/showthread.php?t=30322)

Ukbâ 02-01-2010 19:36

Onlarca yıldır bu ülkede kendini baskı altında hissedenlerin sayısı az değil. Bu hisler ile paradigmanın dışına çıkan siyasi oluşumlara oy verip demokrasi ile bu ülkenin iyileşebileceğini hissedenlerin sayısı da epey fazla.
Giyim kuşamlarından dolayı sosyal hayattan dışlananların hissiyatı var örneğin. Kapalı kapılar ardında 'almayacak mısınız?' şeklinde kendisi ile ilgili kararlar alınan lise müdürünün ne hissettiğini ben merak ediyorum mesela!
Önden ya da arkadan, sağdan yahut soldan, ne taraftan bakarsanız bakın hislerin oluşturduğu kümelerle dolu bir memlekette yaşıyoruz çok şükür. Çok duygusal bir ülkeyiz çok!.

Ukbâ 02-01-2010 20:42

Engin Ardıç :)
Gerçekten de, "bağlıyız, izindeyiz" gibi basmakalıp laflardan başka neler olabilmiştir o yazılanlar?
Bir de "şikâyet" tabii, genellikle iktidar muhalefeti, muhalefet de iktidarı "Ata'sına şikayet" eder. Atatürk de onları cezalandırır herhalde.
Böyle böyle kaç yüz, kaç bin defter birikmiştir elli yedi yıldır Anıtkabir depolarında? Bunları kim okumakta, kim incelemektedir?
Gelin şu anlamsız defteri kaldırın.
Böylece "aykırı" şeyler yazılmasını da önlemiş olursunuz.
Ya da yalnızca "devlet büyükleri" geldiği zaman falan çıkarın.
Ben Napoleon'un mezarına dört, belki beş kere gittim, ortalıkta defter mefter görmedim. Washington şehrini bilenler söylesinler, Lincoln anıtında defter var mı? Bolşevikler, Lenin mozolesine defter mi koymuşlardı? General Franco'nun mezarında defter imzalayan oldu mu?
Ya da tam tersine, iyice suyunu çıkarın, Anıtkabir'i her ziyaret edene bir de "plaket" verin. Nasıl fikir?
Bekliyorum bakalım, şimdi gene kaç ahmak, böyle dedim diye beni "Atatürk düşmanlığıyla" suçlayacak?
Son bir soru: Sayın Kılıçdaroğlu, beni çarmıha mı gerdireceksiniz, kazığa mı oturtacaksınız, yoksa oramdan tutup tavana mı asacaksınız iktidara gelince? Bileyim de, ona göre hazırlanayım!

İntifada 02-01-2010 20:50

Necip Fazıl, mahkemede sinirlenmiş. Hâkime:

- Burada bulunanların yüzde ellisi eşektir, demiş. Hâkim, sözünü geri almasını istemiş. Şair buna yanaşmamış. Ancak hâkim diretmiş. İşin kötüye varacağını anlayan Necip Fazıl:

- Peki hâkim bey, demiş, sözümü geri alıyorum. Burada bulunanların yüzde ellisi eşek değildir.

Ukbâ 02-01-2010 20:53

Gelinen aşamada olayın gidişatını gören kişi yine Başbakan oldu. Zira bilançoda şunları farketti:
1- İşçiler giderek organize olmakta ve rakip siyasilerin kozuna dönüşmekteydi.
2- Tekel işçilerinin şahsında yüzbinlerce işsiz kendini ifade etmeye başlamıştı.
3- Açlık grevinden ölüm vakası çıkması halinde bunun bedeli ağır olabilirdi.
4- İktidara karşı cephelenen illegal unsurlar işçilerin masumiyetinin ardına saklanarak tehlikeli oyunlar sahneleyebilirdi.
Öte yandan sosyal boyutuna rağmen Tekel işçileri ile ilgili şu gerçekleri de dile getirmemiz gerekli:
1- Milyonlarca işsiz varken Tekel işçilerine kamu güvenceli iş verilmesi bir imtiyaz değil mi?
2- Özel sektör işsizleri tazminatlarını bile doğru düzgün alamazken kamudaki işçilerin mali hakları verildikten sonra devlette önerilen işi beğenmemeleri ne kadar savunulabilir?
3- Özelleştirme işsizlerine, kıdem hakkı doğurmayacak şekilde 10-11 ay, düşük ücretle iş teklif edilip, bunun dayatmaya dönüşmesi ne kadar adil?
Özetle, Tekel başta olmak üzere özelleştirilen şirketlerde istihdam edilen işçilerin akıbeti, herkesin üzerinde düşünmesi gereken bir konu. Satılan kamu varlığının ederi kadar, o kuruluşta çalışanların değeri de bu hesapta yer alması gereken hayati unsur.

Ukbâ 02-02-2010 17:20

Demek ki sahada birbiriyle mücadele eden iki takım yok, paslaştıklarına göre aynı saftalar ve ortak bir hedefe doğru gidiyorlar. Bir kâbustan uyanıyoruz. Yeraltından çıkan silah ve bombalar; yakalanan muvazzaf subaylar, cinayet hatta katliam planları, soruşturmalar, devam eden kovuşturmalar bütün bunların hepsi ister istemez topluma korku salmıştı. "Paslaşıyoruz" ifadesinin, öncelikle Türk Silahlı Kuvvetleri üzerindeki ağır yükü kaldırdığını, şüpheleri dağıttığını görmeliyiz. Başbakan'ın uyumlu bir şekilde, hatta "olumlu biçimde" paslaşacak ölçüde teşrik-i mesai yaptığı ordu emin ellerde olmalı. TSK bünyesinden temizlenen çetelerin hedefi doğrudan hükümet olduğuna göre, Başbakan'ın bu kurumu tezkiyesi ordu için güçlü bir referans niteliğinde. Evet ordumuz içinde çeteler var, ama ordumuzu yönetenler, başta Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları hükümetle uyum içinde, yani hukuku ve ülkenin güvenliğini gözeterek bu belayı def etmekle meşguller. Bu paslaşmanın içinde, TSK'yı sıkıntıya sokan çeteleşmenin yeşerdiği bataklığı kurutma azmi ve kararlılığı da var. Başbakan beklediklerimizi tek tek saydığına göre, bu "olumlu şekilde paslaşma"nın, sorun alanlarında yürüyen bir işbirliği olduğu anlaşılıyor. EMASYA kaldırılıyor. İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesi iptal ediliyor. Millî Güvenlik Siyaset Belgesi gözden geçiriliyor. Bu üçü, askeri siyaset bataklığına çeken "iç tehdit" üretme tezgâhının sacayağı idi. Hani şu bir türlü ortaya çıkmayınca, darbe zemini hazırlamak için darbecilerin kanlı eylemler planlayarak zorla yaratmaya giriştikleri iç düşmanlar.

Ukbâ 02-03-2010 12:33

Bugün Türkiye'deki en büyük tehlike, en büyük tehdit cuntacılıktır. Bölücülük dahil birçok iç tehdidi besleyen, büyüten, yaşamasına zemin hazırlayan şey budur. Cuntacılık sadece askerî bir konu değildir şüphesiz. Cunta derken TSK'yı kastetmiyorum. Türkiye'nin problemi; ordudan çok ordunun itibarını kullanan, onun içinde var olmaya çalışan bir gruptur. İlhan Selçuk, Hikmet Çetinkaya'ya geçenlerde ne demişti, bir hatırlayalım: "Yahu Hikmet, şu irtica işini biraz abarttık mı ne? Ben Türkiye'de bir din devleti kurulacağına inanmıyorum artık. Bunu yılbaşı gecesi televizyon izlerken bir kez daha anladım." Selçuk'un bile inanmadığı irtica tehdidine artık kimse inanmıyor. Yani toplumun devleti yönetmesine müdahale etmek için irtica inandırıcı bir gerekçe değil. Yeni gerekçeler, yeni versiyonlar geliştirip, teröre olabildiğince su verip Türkiye'yi yönetilmez bir ülke haline getirmek ve toplumun devlet yönetiminde söz sahibi olma girişimini bir kere daha püskürtmek için sürekli cuntalar oluşturuluyor. Nihayetinde bütün bu olanlar, Ortadoğu'nun uyumsuzluk yasasının varlığının devam etmesine yol açıyor. Bugüne kadar yaşadıklarımızdan anlıyoruz ki Türkiye için birinci tehdit cuntacılıktır. Ülke, cuntalardan ve bu anlayıştan kurtulduğu zaman içeride ve dışarıda birçok sıkıntı da kendiliğinden ortadan kalkacaktır.

Ukbâ 02-03-2010 13:18

Ağca'yı sevmiyorum; bu adam bana, vaktiyle serseri mayın gibi yalpalaya yalpalaya gezen o kayıp kuşağın zavallı çocuklarını hatırlatıyor; bu duyguya en son merhum Hrant Dink'in katli davasının iddianamesini okurken kapıldım; daha doğrusu dehşete kapıldım demeliyim. Neredeyse bando-mızıka refakatinde nâmertçe işlenen, azmettirilen bir cinayet Dink'in katli. Hrant hariç belki herkesin haberdar olduğu bir cinayet kumpasını fark edince irkiliyorsunuz. Çok basit birkaç tedbirle önlenebilecek cinayet sadece seyredilmiş! İnsanın kanı donuyor okurken...
İddianamenin satır aralarında insanın içine kıymık gibi batan delikanlı hikâyeleri var. Saf deseniz değiller, nasıl olup da çocukça bir naifliğin sürüklediği suç makineleri haline gelebilmişler? Kısacık ömürlerinde doğru dürüst bir işe yaramamış, ekmek parası kazanamamış ellerine kimler, hangi büyük lâflar savurarak kan bulaştırmış? Nasıl bir ülkedir burası? Meseleyi ano nimleştirerek sorumluları savunmak veya perdelemek gibi bir niyetim yok. Sokaklarımızda hâlâ sayısı bilinmez Ağca'lar dolaşıyor; oradalar işte, görüyorum. Kulaklarına büyük lâflar üflenip, ellerine Lâz yapısı çakaralmazlar tutuşturulunca tek başına memleketi kurtaracağına inandırılan pek çok acınacak çocuk. Biz onları ancak "kaatil" sıfatına büründükten sonra nefretle işaretleyerek kinimizi kusuyoruz. Bâ'de harab'ül Basra

.::ReyyaN::. 02-03-2010 14:25

Tasavvufun temel gayesi; irfan zemzemi, takvâ kevseri ve aşk u muhabbet âb-ı hayâtı ile gönül goncalarını yeşertebilmek ve bir gaflet çölü olan şu dünyada hüsrâna düşmeden kulları Allâh’a vâsıl eylemektir.

OSMAN NURİ TOPBAŞ

Ukbâ 02-03-2010 17:25

Öyleyse... Öyle "adım başında bakkal" kalmayacak zaman içinde...
Hepsi de yokolmayacak canım, korkmayın. Sayıları azalacak. En kötüleri, en garibanları gidecek, "dişlileri" yaşamayı sürdürecekler.
Her sektörde böyle olmuyor mu?
O zaman bu yaygaranın, sırf hükümete vurmak için "kahraman bakkal" edebiyatı yapmanın, "bakkal toplumsal barışın teminatıdır" gibilerden saçmalamanın anlamı nedir? Mahalle bakkalı toplum barışını sağlıyor da süpermarket bizi içi savaşa mı sürüklüyor?
Alternatifi ne midir?
Bolşevik bakkal ve manav düzeni...
Gittim kendi gözümle gördüm bir zamanlar Moskova'da, kapıda "29 Numaralı Sebze ve Meyve Dükkânı" yazıyor, içeride beyaz önlüklü, beyaz başörtülü iki kadıncağız, ikisi de devlet memuru, raflar boş, bomboş, "mecazi" anlamda değil gerçek anlamda bomboş, hiçbir şey yok içeride... Vitrinde elma, armut, portakal resmi var. Evet, meyvenin resmi var.
Alternatif ne yazık ki bu olabilmişti


Engin Ardıç

.::ReyyaN::. 02-04-2010 15:54

Tasavvuf, fıtratta mevcut olan ulvî temâyülleri, sohbet, zikir, riyâzat ve ihlâs ile geliştirerek «ham insan»dan «kâmil insan» hüviyetine ulaşabilmektir.


OSMAN NURİ TOPBAŞ

LeyaL 02-05-2010 14:37

Tezatlarla yoğrulu yaşamımızdan, doğruyu beklemek tezat değil midir?
Kendimize olan uzaklığımız varken, beklediğimiz şeylerin geç kalmışlığına olan isyan tezat değil midir?
Tanımadan kendimizi, başkasını didikleyip, reva gördüklerimiz tezat değil midir?
Bölük pörçük duygularımızı toparlayamadan, isyan etmek ayrılığa tezat değil midir? ‘
’Zirvelerine göz koyduğumuz dağlar bizi beklerken, koşarken takıldığımız çitler’’ hülyâlarımıza tezat değil midir?
Değilmi ki, farkın da olmayışımız kendimize, sevgimize. Aşkımızı sınamak için yapraklarını yolduğumuz papatya, tezat değil midir sevdamıza?...

.::ReyyaN::. 02-05-2010 14:54

Tasavvufun bir gayesi de ilâhî azamet, saltanat ve tanzim karşısında kulun kendi cücelik ve hiçliğini ve Rabb’in yüce kudretini müşâhede etmesidir. Nitekim Allah Teâlâ, bu hakikati zaman zaman kullarına çeşitli imtihanlarla hatırlatmaktadır.



OSMAN NURİ TOPBAŞ

.::ReyyaN::. 02-06-2010 12:46

İnsan kelimesi «üns, ünsiyet» kökü ile de irtibatlıdır. Yani ünsiyet kurmak, çevresiyle ülfetten tesirler almak, insanoğlunun özünde vardır. O hâlde kimlerle ünsiyet kuracağımıza dikkat etmek, mâruz kalacağımız müsbet-menfî tesirlerin idrâki içinde bulunmak zarûrîdir.
OSMAN NURİ TOPBAŞ

Ukbâ 02-06-2010 20:01

TSK'nın gündemden düşmesi ve yıpranmasının önüne geçilebilmesi için Milli Siyaset Belgesi'nin yeniden ele alınması ve katı ideolojik saplantılardan ayıklanması gerekiyor. Asker içindeki çeteleşmelerin kökünün kazınmasından, cuntacılara asla göz açtırılmaması gerektiğinden hiç bahsetmiyorum bile. Tahmin ediyorum kurmay kadro içinde de bu konuyla ilgili bir mutabakat oluşmuştur artık. Yanlış yapanı cezalandırmak, çeteleri ayıklamak orduyu yıpratmaz. Bilakis kamuoyu nezdinde itibarını arttırır. Bütün bunların ötesinde TSK'nın kendi yanlışlarını kabul etmesi ve bunun üzerine kafa yormaya başlaması çok önemli bir gelişme. Umarım bu gelişme 'toplumun değer yargılarıyla barışma' sonucunu doğurur. Kendi ellerimizle oluşturduğumuz duvarların ülkeyi ne kadar yorduğunun artık farkına varılır.

ZAMAN

Ukbâ 02-06-2010 20:06

AK partinin güçlüklerinin çok daha çetin olanları, kuşku yok ki muhaliflerinden kaynaklanmakta. AK parti iktidarı 2002-2005 arasında statükoyu değiştirmek için AB'ye katılım sürecinden yararlandı. AB'de yükselen Türkiye muhalefetiyle darboğaza giren katılım sürecinden cesaretlenen statüko yandaşlarının askeri ve yargısal darbe tehditleri altında, 2007'de ortaya attığı yeni demokratik anayasa fikrini rafa kaldırmak zorunda kaldı. 2009'da başlayarak, bir seçim daha kazanmasının, politikalarını hayata geçirmenin başka yolu olmadığını görerek, demokratik açılımı, buna bağlı olarak kısmi ve sonra toptan yeni anayasa fikrini gündeme sokma arayışında. AK parti hükümetinin yanlışları eleştirilmeli. Hükümet de bunlardan yararlanmalı. Ama özgürlük ve demokrasiden yana tavır alanlar eleştirilerinde gerçekçi, adil, insaflı ve teşvik edici olmalı. Zira eğer statüko değişecekse, günümüz koşullarında bunun yolunu açabilecek yegane siyasi gücün AK parti olduğu muhakkak.

ZAMAN

merve 02-06-2010 20:10

Biraz sevilmişlik
Biraz sevmişlik
Bi tutam umut
Bi avuc gözyaşı
Kah keder kah mutluluk
Ve nihai son ayrılık..

Ukbâ 02-20-2010 16:49

Bilinen bir gerçeği tekrarlayalım: Ergenekon çetesi ile AKP arasında "doğrudan" bir ilişki bulunmuyor.
AKP Kasım 2002 seçimleriyle iktidara geldi. Ergenekon şebekesi ise o tarihten önce MİT tarafından saptanarak dönemin Cumhurbaşkanı ile Genelkurmay Başkanı'na bildirildi. Şebekenin kuruluşu "en azından" 1999 yılına uzanıyordu.
Ergenekon askeriye merkezli bir örgütlenmeydi. Ancak kolları dört bir yana uzanıyordu: Sivil bürokraside, poliste, yargıda, üniversitelerde, iş dünyasında, medyada adamları vardı.
Ergenekoncuların hazırladığı metinlere baktığınızda asıl amaçlarının "Baasçı-Kemalist" bir iktidar kurmak amacıyla darbe yapmak (ya da önce yapılmasını sağlamak, ardında da bir "iç darbeyle" iktidar olmak) olduğu gözüküyordu.
Aslında 2002'de, AKP değil de faraza CHP ya da MHP iktidar olsaydı, Ergenekoncuların işi çok zordu: O partilere karşı darbe örgütlenmesi yapılamazdı. Kim, kimi, nasıl ikna edecekti?

***
Ama AKP gibi geçmişi Milli Görüş'e dayanan siyasetçilerin kurduğu bir partiye karşı Ergenekoncuların örgütlenmesi ve kendilerini meşrulaştırmaları kolaydı:
AKP'nin gizli ajandası vardı. Fırsatını bulur bulmaz din devleti kuracaktı. Şeriata karşı direnmek gerekiyordu.
Bunlar elbette hayali iddialardı. Ama o uydurmaları, Amerikalıların deyişiyle, "satın almaya hazır" bir kitle vardı.
Eğitimleri ülke ortalamasının üstünde olduğu için bunlar kendilerini "bilinçli vatandaş" sanıyordu.
Gazeteci Çetin Emeç'in eşi Bilge Emeç'in, suikastın üstünden 20 koca yıl geçtikten sonra yapabildiği itiraflarının da gösterdiği gibi, suçu dindarların üstüne atmaya hazırdılar.
2003'teki darbe teşebbüsünü GK Başkanı Hilmi Özkök sayesinde atlatan AKP Hükümeti, zamanla bürokrasiyi tanımaya başladı ve Ergenekoncuların üstüne gitti...
Normal şartlarda diğer partilerin de onlara omuz vermesi gerekiyordu çünkü nihayetinde kasıt demokrasiye karşıydı.
Ancak Türkiye'deki siyasi kültür farklıydı: CHP lideri Deniz Baykal, kendisini "Ergenekon'un Avukatı" ilan edebildi.
"Ergenekon dostu" medya aracılığıyla, yazının girişinde sözünü ettiğimiz gerçek, tersine çevrilmeye çalışıldı:
Ergenekon, sanki AKP'nin muhalifleri susturmak için yarattığı hayali bir çeteymiş gibi sunuldu.
Emre Aköz

Ukbâ 02-20-2010 16:57

Türkiye'nin eleştirileri
http://www.sabah.com.tr/c/i/bullet.jpg Birçok davada iç hukuk yolları tüketilmeden karar vermesi, AİHM'yi son değil birinci mahkeme konumuna indirgiyor.
http://www.sabah.com.tr/c/i/bullet.jpg Zaman aşımında verdiği çelişkili kararlarla, ülkeler arasında ayrımcılık yapıyor.
http://www.sabah.com.tr/c/i/bullet.jpg Başvuru için harç ya da masraf istenmemesi, özendirici etki yapıyor.
http://www.sabah.com.tr/c/i/bullet.jpg AİHM'nin yüksek tazminatlara hükmetmesi, davacılar için kişisel zenginleşme fırsatı, avukatlar için de ekmek kapısı olarak görülmesine yol açıyor.
Birçok ülkenin paylaştığı ve destek verdiği Türkiye'nin eleştirilerine AİHM çevreleri farklı pencereden yanıt veriyor:
"Mahkemenin daha önce hükmettiği kararlarla benzerlik taşıyan başvurular alması, kararın söz konusu devlet tarafından gerektiği gibi uygulanmadığını gösteriyor. Devletlerin AİHM kararlarını daha iyi uygulamaları gerekiyor. Bu da benzer davaların iç hukukta çözümlenmesini gerektiriyor. Böylelikle de davacının Strasbourg Mahkemesi'ne gelmesine gerek kalmaz." (AİHM Genel Sekreteri Erik Fribergh)
Kısacası AİHM, iç hukukun Strasbourg Mahkemesi içtihatlarına uyumlu hale getirilmesini öneriyor.
Yani? Üstü kapalı olarak yargı reformu tavsiye ediyor.
Strasbourg'da reform isteyen Türkiye, kendi yargı sisteminde reform yapamayacak mı?
Son olayların etkisiyle yeniden ve daha yüksek sesle önerilen yargı reformu için AİHM bir kaldıraç ya da fırsat olamaz mı? Bizce bal gibi olur.

Erdal Şafak

Gönülden 02-21-2010 10:39

Eski nesil ne derse desin. Cemre düşmüş, karlar erimeye başlamışsa, en muhkem baraj duvarları bile dayanamaz artık. "Men" edemez çağlaya çağlaya akışlarını. Bu işin ilmini bilenler, barajın yıkılmaması için hemen kapakları açarlar. "Yükselmek ve ileri gitmek" üzere her sabah telkin alan cumhuriyet çocukları artık demokrasiyi şart görüyor. Sezer zamanında "eski nesilden güvenilir" hukukçuları tuğla gibi dizerek örülen ideolojik setin üstünden aşıyorlar. Bağırarak, çağırarak, ağızlarından tükürük saçarak değil, hukukun gereğini yaparak...

Hamdullah Öztürk






Ukbâ 02-22-2010 11:58

Meselenin aslı şudur: Devlet denen mekanizmanın arkasına sığınan birileri toplumu diledikleri gibi yönetmek için kanun dışına çıkarak sosyal hayatın her alanına müdahale ediyor. Öteden beri bu çark böyle çalışıyordu zaten; ancak vatandaş farkında değildi. Önce "iç tehditler" oluşturuluyor, sonra bu tezlerin inandırıcı hale getirilmesi için provokasyonlar yapılıyor ve siyasete kurtarıcı havasıyla müdahale ediliyordu. Kâh Aleviler hedef tahtasına konuyordu kâh Sünniler. Bazen "devrimci gençler" ağır bedel ödüyordu bazen "milliyetçi-muhafazakâr" kitleler. Sonuçta kaotik bir ortam oluşturuluyor ve kendilerine görevleri gereği silah verilenler olaya el koyuyordu. Bu süreçte binlerce faili meçhul cinayet işleniyor, bombalar patlıyor, suikastlar yapılıyor, halk birbirine düşürülüyordu. Güya devlet "iç düşmanı"na karşı "ülkeyi koruma ve kollama" bahanesiyle vatandaşın bir bölümünü ibret olsun dercesine cezalandırıyordu. Bu tür bir sistemin adı tabii ki demokrasi olamazdı. Askerî ve bürokratik bir oligarşi vardı ve bunun devamı için yeni düşmanların üretilmesi kaçınılmazdı. Erzincan'da yaşanan da budur. Kafes Eylem Planı'nın maksadı da budur. "AKP'yi ve Gülen'i bitirme planı"nın asıl hedefi de budur...

Ukbâ 02-22-2010 12:18

Sayın Abdullah Gül, cumhurbaşkanı makamını doldurdu, oraya yakıştı. Ancak mevcut hukuki mevzuat olduğu gibi korunduğu için, demokratikleşmeye herhangi bir katkı sağlayamadı.Kürt sorunu, Alevi meselesi, azınlıklar, dindar büyük çoğunluğun sorunlarının nasıl çözüleceğini, gelir bölüşümündeki adaletin nasıl sağlanacağını herkes biliyor artık. Herkes şunu da biliyor ki temel bir anayasa değişikliği olmadan hiçbir sorun çözülemeyecek. Anayasa Mahkemesi yasama meclisinin, Danıştay yürütmenin, HSYK da mahkemelerin yetkilerini üstlenmiş bulunuyor. Eğer, zaman içinde demokrat bürokratların cumhurbaşkanı tarafından atanmasıyla sorunların çözüleceği düşünülüyorsa, bu şahısların iyi niyeti ve düşüncelerine endeksli olması hasebiyle kalıcı bir çözüm değildir. Bir başka cumhurbaşkanıyla başka atamalar yapılır, sistem eski alışkanlıklarına döner. Doğru olanı temel yasa değişikliklerinin yapılmasıdır ki, bunun ifadesi "yeni ve sivil bir anayasa"dır. Bu köklü reform yapılmadıkça ister Abdullah Gül ister Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olsun, sorunlar olduğu gibi yerinde duracak.

LeyaL 02-22-2010 12:38

“böyle yap evet, bana hep peki de, bak iç ve dış bir olunca alemin manası belirliyor. Alem uzlet demektir.
Şimdi, bu odada, güneşin camlardan yerdeki kilimlere düştüğü alemde ikimiz uzletteyiz.
İki değiliz, biriz. Bir’leyiz, birbirimizi birliyoruz….”


/ Sadık Yalsızuçanlar – Garip /

Ukbâ 02-22-2010 12:57

Mevkii ne olursa olsun, kimse suç işleme özgürlüğüne sahip değildir. Erzincan Başsavcısı'nın neler yaptığını gazete sütunlarında okuyoruz. Doğru mu uydurma mı olduğu ancak yargılama sonucu ortaya çıkacaktır. Bu yargılamada verilecek kararın temyizi var; işte o zaman yüksek mahkemenin huzuruna dosyalar gelecek, inceleme fırsatları doğacaktır. Daha şimdiden HSYK'nın sayın üyeleri bu dosyalarda neler bulunduğunu nereden ve nasıl öğrenip de hop oturup hop kalkıyorlar? HSYK'ya Yargıtay'dan ve Danıştay'dan destek geliyor; bir kurumun icraatını durup dururken başka kurumların desteklediği görülmüş müdür? Bu, ideolojik yandaşlık değil de nedir?
Artık milletçe askerî ve hukukî darbe tehditleriyle oluşan vesayet rejiminde yaşamak istemiyoruz. 27 Mayıs darbesi yalanlar üzerine bina edildi. Kars'ı, Ardahan'ı Menderes'e Rusya'ya sattırdılar, üniversite öğrencilerini kıyma makinelerinde doğrattılar. Medya tek sesliydi, kendileri gibi birkaç yargıç bularak seçilmiş üç vatan evladını astılar. Milletin hakimiyetini önlemek için oligarşik bir anayasa yaptılar. Hangi demokratik ülkede "Tabii senatörlük" gibi bir ucube bulunabilir?
Gençlik heveslerini körükleyerek fidan gibi delikanlılarımızı birbirlerine kırdırttılar, anaların gözyaşları üzerine 12 Mart darbesi geldi. Onu takip eden cinnet dolu yılların 12 Eylül'de bıçak gibi kesilmesi, tezgâhı bütün çıplaklığıyla ortaya koydu. Bu hareket sadece ülkemizin kalkınmasını yavaşlatmakla kalmadı, Yunanistan'ın NATO'ya dönmesini de sağladı. Oy kaybından çekindiği için hiçbir sivil hükümet bunu yapamazdı; evlatlarımızın kanlarıyla oluşturulan ara rejim bu imkânı peşkeş çekti. 28 Şubat'tan önceki gazeteleri karıştıranlar, "Maalesef ekonomi iyiye gidiyor" haberlerini okurlar. Aziz milletimizin evlatlarıyla, ekmeğiyle uğraşmaktan daha bıkmadılar mı?

Şuayip 03-16-2010 11:19

Son elli yılı, askerin topuyla, tüfeğiyle, kurduğu yasal düzenlerle velhasıl her şeyiyle, tıpkı Balkan Savaşları'nda olduğu gibi gırtlağına kadar siyasetin içinde olduğu bir dönem olarak hatırlayacağız. Balkan Savaşları'nda olduğu gibi toprak kaybına uğramamış olmamızın sebebi, ulus devlet düzenlerinin artık oturmuş olması ve Soğuk Savaş'ta NATO şemsiyesinden ibaret. Ama bu elli yıl içinde yaşadığımız felaketlerle, Balkan Savaşları arasında kurulacak epeyce benzerlik var.
Türkiye, 1950'li yıllarda yakaladığı ve kullanmaya başladığı fırsatları 27 Mayıs'ın kör kuyusunda tüketti. 1960'lı ve 70'li yıllarda ağır bedeller ödediğimiz toplumsal şiddet, bu şiddetten iktidar planları çıkartan darbeciler olmasaydı bu kadar yıkıcı olmayacaktı. Bugün önümüze dökülen Balyoz, Kafes gibi planlara bakın. Bu planlardaki eylemlerin toplumu sürükleyeceği kaosu, hangi dış düşman yaratabilir? Ve son olarak bu geçen elli yılın tam yarısını kapsayan terör sorunu, siyasete ve devlet yönetmeye hevesli askerin içinden çıkılmaz hale getirdiği Kürt sorununun sonucu değil miydi? 1983 yılında 12 Eylül Cuntası'nın giderayak çıkarttığı ve özel hayatta bile Kürtçe konuşma yasağı getiren yasayı hatırlamak yeterli.
Silahlı vesayet düzeni, demokrasi aşkımızdan önce bu düzenin yol açtığı bedeller katlanamaz hale geldiği için tasfiye ediliyor. Son üç yılın tartışmalarına ve katlanmak zorunda kaldığımız rezaletlere dönüp bakalım. Türkiye bütün enerjisini, askerini siyasetin dışına çekebilmek için harcıyor. Askerin Türkiye'yi sürüklediği paranoyalarla malûl atmosfer kara bir delik gibi gücümüzü tüketmiyor mu? Baykal'ın Balkan Savaşları uyarısı çok yerinde. Onun da hatırlaması lâzım. Balkan Savaşları'nda hükümet burnunu kışlaya sokmamıştı; tersine askerler ellerindeki silahı siyaset için kullanırken ülkeyi savunacak halleri kalmamıştı. Ve bu yüzden Atatürk, Cumhuriyet'i kurar kurmaz askerleri siyasetin dışına çıkarmıştı.

Şuayip 03-16-2010 11:39

Peki şimdi ne olacak? Kötü senaryo yazanlar öncelikle piyasalarda her dalgalanma olduğunda akıllarına para fonunu getirecekler. Kriz tellalları, 'IMF ile anlaşmış olsaydı bunlar başımıza gelmezdi, bakın görürsünüz dolar 3 TL'ye çıkacak' eleştirilerini dillendirecek.
İyi senaryoda ise önümüzdeki dönem yaz tatili; turizm gelirlerindeki artış beklentisi döviz ihtiyacının bir kısmını karşılayacak gibi görünüyor. Bu da borç servisinde Hazine ve bankaları rahatlatacak. Kötü senaryo gerçekleşse bile bedelli askerlik kararı alınarak kaynak sağlanabilir.
'Anlaşma yapılmış olsaydı ne olacaktı?' sorusunun cevabını vermek gerekirse; en önemlisi düşük maliyetle kredi alabilecektik. 'Stand-by imzalamamak aleyhimize mi oldu?' sorusunun cevabı geçen hafta test edildi. Dış borçlanmaya çıkan Hazine'nin tahvillerine 5 kat talep geldi.
Peki hükümet, bu yol ayrımına geldiği süreçte haklı mıydı? İşe bugünkü iktidar açısından bakacak olursak; gündemde referandum ve sonrasında seçim var. Gelir İdaresi için bağımsız yapı öneren ve yerel yönetimlere kaynak aktarımını kısıtlayan IMF ile anlaşmayı hükümetin istememesi çok normal.
Peki IMF vesayetinden kurtulduktan sonra tekrar eski günlere dönmemek için ne yapmak gerekecek? Öncelikle orta ve uzun vadede döviz ihtiyacını karşılamak için hamlelere ihtiyaç var. Bunun yolu da yerli ve yabancı yatırımcılara destekten geçiyor. Bu konuda ilk işaret Kuveyt'ten geldi. Emir'in Türkiye'ye 3 milyar dolarlık yatırım yapacağı haberi doping etkisi yaptı.

Gönülden 03-16-2010 17:45

Düşünebiliyor musunuz bir milletvekili gizli tanıklarla görüşüyor, delilleri karartmaya, açılmış bir davaya etki etmeye çalışıyor, Yüksek Yargı’da tıs yok. Müdahale eden bir CHP'li olunca kimse Yargı bağımsızlığını aklına getirmiyor.
Yüksek yargının bu anlamlı suskunluğu, Yargı’daki siyasallaşmanın muhtevası ve boyutlarını göstermesi bakımından fevkalade önemlidir.
O bağırışların çığırışların hepsi AK Parti hükümetinin Yargı’yı tarafsızlaştırmasına mani olmak içindi.
Yargı bağımsızlığı dedikleri şey de CHP paralelinde bir Yargı’dır.
Ahmet Ersin’in yaptığı görüşmelerin onda birini bir AK parti milletvekili yapsaydı nolurdu, tahmin edebilen var mı? Danıştay, Yargıtay, Yarsav, HSYK ülkede ne kadar Yargıyla ilgili ilgisiz kurum varsa hücuma geçerdi. Başsavcı bunu yeni bir kapatma davasının gerekçesi yapardı. Medya hükümeti top ateşine tutar,kafesçilerin, balyozcuların ETÖ’cülerin hep böyle bir tezgaha kurban gittiklerini iddia ederdi. Ama CHP yapınca kimsenin kılı kıpırdamıyor.
Bu kadar dümenden sonra Erzincan savcısı Cihaner berat etse kim inanır?
CHP'li Ersin’in temasları yüzünden Cihaner ile Saldıray Berk ikilisi için verilecek her karar bu saatten itibaren tartışmalı hale gelmiştir.Cihaner’a gösterilen CHP ilgisini de bir tarafa not etmek lazım. Bir başsavcı acaba hangi meziyetlerinden dolayı CHP'nin bu yakın ilgisine mazhar olur. Bu ülkede başka savcılar da var.Ferhat Sarıkaya meslekten ihraç edilirken CHP'nin hiç kılı kıpırdamamıştı.
Yargı tarafsız olmak için bağımsız olmalıdır.
Bağımsızlık iddiası herkese karşı ileri sürülürse bir anlam ifade eder. Günlerdir ortalık Ahmet Ersin’in baştan sona suç olan ve Yargıya müdahale anlamına gelen ilişkileriyle çalkalanıyor, ama kendini Yargı gardiyanı gibi görenlerin sesi çıkmıyor.

İrfan Sönmez






Terennüm 03-17-2010 19:23

Zavallılar! Her biri bir yediveren olan milyonlarca sevdayı toprağa gömüyorlar.Güneşe seni seviyor diye tutuklama emri çıkarıyorlar.Senin rengin diye yeşilin her tonunu darağacına çektiler.Senin mevsimin diye baharı gıyabında idama mahkum ediyorlar.bızlere yerin üstünü zindan ediyorlar...

Cihan_ŞümuL 03-17-2010 21:17

.....Biz her şeye rağmen,söğüdün dibinde dizlerimiziz karnımıza çekip çaylarımızı karıştıracağız.İzlenmekten korkmuyoruz.İzlesinler de insanlık görsünler.
Nasıl olsa onların kirli bakışlarını sıcak yüreğimizde eritip eğiteceğiz.BİZ DOĞULULAR ALLAHIN BAKIŞLARINA TESLİM OLMUŞUZ.bakıştan korkmayız.
Bakışlar bizi korkutmaz eğitir.Yeterki kafamızı havaya kaldırdığımızda O'na mahcup olmayalım.Gökyüzüne.toprağımıza.sokaktaki hayvanlarımıza.yüzlerce yıldır vatanımızdan akan nehirlerimize yüzümüz olsun.Bizi gören,gözeten.koruyan ve cezalandıracak olan engin gökyüzünün gözü Allah'tır.
Amerikadan korkmuyoruz.Amerika ve gavur batıdan korkmuyoruz.Bir canımız var onu da Allah'a vereceğiz.Bizi öldüren el ingilizin.fransızın eli olsa da canımızı Allaha verdiğimizi biliyoruz.Bu cümle onları çıldırtmaya yeter.Üstü kalsın!
Oturdukları yerden kıpırdamadan her an.her yeri tanrısal gözlerle kontrol etmeye çalışan döner koltuklar.insanlığın şirk koşan nesnelerinden biridir.
Allah hepsinin belasını versin.defolup gitsinler dünyadan.Biz imanlı taburelerimizle safları sıkıştırmaya devam edeceğiz.....

BÜLENT AKYÜREK "İçinizdeki Öküz(gibi büyüyen nefisleriniz)e Oha deyin"

Gönülden 03-18-2010 17:13

Son savaşla şunu daha iyi anladık ki; Filistin sadece Filistin değildir…


Filistin bir çizgidir… Hakla batılı ayıran çizgi… Bu çizginin içinde olmak, tercihi insaniyet, hakkaniyet, özgürlük, adalet ve ahlâktan yana yapmaktır…


Çizginin dışında kalmak ise; cinayet, ihanet, sömürü, zulüm ve işgale ortak olmaktır…


Filistin ne bir halkın kurtuluş hareketi ne de kurulacak yeni bir devletin bağımsızlık mücadelesi değildir… Şayet böyle olmuş olsa idi bunun üzerinde bu kadar durmamıza da gerek kalmayacaktı… Sözüm ona varolan 40 küsur İslam ülkesine, bir benzerinin daha eklenmiş olması hiçbir sorunu çözmeyecektir… İşbirlikçi veya aciz devletlere ihtiyacı yok ki…


Filistin bir dünya görüşü, bir yaşam tarzıdır…


Filistin bir mekteptir… İnsanın inancı, onuru, ilke ve değerleri ile nasıl yaşayabileceğini öğreten bir mektep… Bu mektebin müfredatında; cihad, şehadet, izzet, özgürlük ve adalet vardır…


Filistin insan olan tarafımızın ortaya çıkmasıdır… Bugün insan olmak ve insan kalmamız Gazze üzerinden tesbit ediliyor…


Bu bakımdan gündeminde ve gönlünde Kudüs olmayan her kul kusurludur ve özürlüdür…


Filistin bir laboratuardır… Sadakat ve samimiyetlerin test edildiği, sahteliklerin ve hastalıkların deşifre edildiği bir laboratuar…


Filistin bir pazardır… Fenanın, bekaya takas edildiği bir Pazar… Bir tarafta Allah (cc), diğer tarafta müminler…


“Şüphesiz Allah müminlerden canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır.” (Tevbe 111)


Evet, ucunda cennet olan bir alış-veriş… Kaldı ki; zaten can da, mal da O’nun…

Filistin bir iradedir…. Çözülmeyen, eğilmeyen, pes etmeyen bir irade…


Kudüs ümmetin hafızasıdır… Siyonizmin hedefi ise ümmetin hafızasını silmektir… Ancak Kudüs, direniş, aşk, aksiyon, özgürlük, umut ve gelecek olarak içimize yürüyor… Hayata anlam ve azim katıyor…

Ramazan Kayan






Ukbâ 03-19-2010 13:30

Bir CHP milletvekilinin gizli tanık ile ne işi olabilir? Görüşmenin yargıya müdahale olacağını bilmez mi?
Kaldı ki beyefendi İzmir milletvekili, Erzincan’a niye gider? Partinin Erzincan milletvekili yok mudur? Yanında getirdiği çantayı neden otel lobisinde bırakır? O çantayı neden bir başkası alır? Gizli tanık ailevi meselesini anlatmak için niye gelip CHP İzmir milletvekilini bulur? Görüşmede Başsavcı Cihaner’in avukatının ne işi vardır?
Tabii ortalama bir vatandaş olarak kafamızın karışması gayet doğal. Mahkeme süreci devam eden, üstelik kuvvetli deliller bulunan, Genelkurmay Başkanı Sayın Başbuğ’un bile vahim dediği bir davada bir parti böyle net bir tavır nasıl alır anlamak gerçekten zor.
Bu bir parti için büyük bir risktir. Ya bu işin sonucunda mahkûmiyet çıkarsa? Bu tavır siyasi intihar anlamına gelmez mi?
Deşifre olmuş bu örgüt hakkında ne yapıp edip temize çıkarma çabaları çok manidar. Ne tür ilişkileri var, neden gizli tanıkları ikna etmeye çalışıyorlar, bu işin avukatlığına soyunuyorlar anlayamıyorum.
Merak ettiğim bir başka konu da CHP milletvekillerinin tamamının Ergenekon konusunda partinin bu yaklaşımlarını tasvip edip etmediği. Hepsi böyle mi düşünüyorlar acaba? Farklı düşünen yok mudur? Yoksa seslerini mi çıkaramıyorlar?
Gerçekten merak ediyorum

Ukbâ 03-19-2010 13:38

Laikçi teyzeleri kıskandıracak Anayasa taslağı

Mini Anayasa Paketi önümüzdeki dönemde Meclis'e nasıl bir içerikle gelecek? Oradan nasıl çıkacak?
Referanduma gidecek mi? Göreceğiz.
Ancak değişiklik yapılmak istenen konuların çok önemli olduğu apaçık... Birkaç noktaya değinelim:
http://www.sabah.com.tr/c/i/bullet.jpg Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) üye sayısı artacak. Bu da yüksek yargıdaki altı okçu kastlaşmayı biraz olsun azaltacak.
http://www.sabah.com.tr/c/i/bullet.jpg Parti kapatma zorlaştırılacak, büyük olasılıkla Avrupa Birliği'nin ilke edindiği "Venedik Kriterleri" geçerli olacak. Bir parti ancak şiddeti savunursa kapatılacak. Ayrıca Meclis onayı gerekecek.
http://www.sabah.com.tr/c/i/bullet.jpg Kadınlar "pozitif ayrımcılık" denilen şekilde desteklenecek. AKP gibi "muhafazakâr" bir parti buna öncülük ederse, laikçi teyzeler, aniden maçolaşır mı dersiniz?
http://www.sabah.com.tr/c/i/bullet.jpg Yüksek Askeri Şûra kararlarının bir kısmı yargı denetimine açılacak. Bu da çok iyi: Askeriyenin "kafasına göre" iş yapması engellenmedikçe, hukukun üstünlüğünden bahsedilemez.
Yeterli mi? Elbette değil. Anayasa'da değiştirilmesi gereken daha nice madde var. Ancak şimdilik iyi bir başlangıç...

Ukbâ 03-19-2010 13:48

"Tayyip ne yaparsa kötüdür"...
Kafa bu kafa.
Bir komünist arkadaşım vardı, Turgut Özal'a küfür edip duruyordu. "Özal sayesinde hayatınızda ilk kez pasaport alabildiniz, TKP de onun döneminde serbest kaldı, yöneticileri ülkeye onun sayesinde dönebildiler" dediğim zaman aval aval suratıma bakmıştı...
Tartışmasız herkes pasaport alabilmelidir. Parasını bastırmak şartıyla elbette.
Henüz askerliğini yapmamış gence de pasaport verilmeli, pasaport almak temel bir hak sayılmalıdır. "Bu suretle askerden kaçarsa", eh, ordumuz bir eksikle savaşır!
Hükümet, küfür ettikleri bu hükümet, harçlara zam yapmış ama pasaport almayı da son derece kolaylaştırmıştır. İkametgah belgesi sorulmuyor, "oturduğun yerin" emniyetine de başvurmak zorunda değilsin artık. "Memleketinden kayıt getirtmek" için bir ay kadar beklemek falan da kalmadı, "bugün sünnet, yarın deniz" gibi, bugün sabahtan başvuru, yarın öğleden sonra pasaport.
"Bize pasaport vermiyorlar" diye hep ağlamış solcuların bu gelişmelere "Tayyip yapıyor" diye karşı çıkmaları da, onların "ahmaklık beratı" olsun.
Yeni tasarıda "12 Eylül darbecilerinin yargılanabilmeleri" olanağı da var.
Bu ahmaklar ona da karşı çıkarlar

Ukbâ 03-19-2010 14:14

"...Bu iktidar hem yuhalanacak, hem alkışlanacak işleri aynı anda yapabiliyor. Kafası ve kimliği pek net değil, bir yanıyla çağdaş ve ilerici, bir yanıyla tutucu ve hoyrat. Müslüman kimliğine bolca milliyetçilik katmış, özgürlük aranışına 'itaat isteği' bulaştırmış, Ergenekon'a karşı çıkarken İttihatçı katilleri sahiplenmiş tuhaf bir iktidar bu. Türkiye gibi çok karmaşık bir ülkenin değişim günlerini yönetmeye çalışırken kendisi de çalkalanan bir yönetim anlayışı. Sorunumuz sadece bu iktidar değil tabii, bence büyük sorunlarımızdan biri de bu kafası karışık iktidarı 'hakkıyla' eleştirecek bir muhalefetin eksikliği, onu hak ettiğinde alkışlayacak, hak ettiğinde destekleyecek 'adaletli' bir aydın kitlesinin olmaması."

Ukbâ 03-20-2010 07:47

DANIŞTAY, YARGITAY VE HSYK'NI YAPACAĞI BASKI DAHA YIKICIDIR"
Yargı üzerinde baskı tartışmalarına da değinen Can, iktidarın yargıya baskı yapmayı isteyebileceğini ancak burada önemli olanın bunun sınırlarının belirlenmiş olması olduğunu kaydetti. Ama baskının bir başka boyutu daha bulunduğuna dikkat çeken Can, şöyle devam etti: "Yargının içinde olan baskılar. Danıştay, Yargıtay ve HSYK'nın yapacağı baskılar. Ve bu baskılar çok daha yıkıcıdır. Bir yargıç, gerektiği zaman bir başkana rest çekip baya da popiler olabilir. Ama bir yargıç, Yargıtay'a rest çekemez, HSYK'ya rest çekemez."
"ANAYASA'YI YAPACAK TOPLUMDUR, TSK SADAKAT İÇİNDE GÖREVİNİ YAPAR"
Can, "Yeni bir anayasaya Türk Silahlı Kuvvetleri nasıl bakıyor?" şeklindeki bir soruya ise şu yanıtı verdi: "Nasıl baktığını bilmiyorum ama yeni bir anayasa yapacak olan toplumun kendisidir, toplumun temsilcileridir. Reformları yapacak olanlar bizlerin temsilcileridir. Hangi siyasi düşünceye sahip olursa olsun. Kurumlar anayasa yapımında söz sahibi olamaz. Ne Anayasa Mahkemesi, ne Danıştay, ne Yargıtay, ne Türk Silahlı Kuvvetleri ne Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü. Bunlar, sadece ve sadece ortaya çıkan anayasaya sadakat içerisinde görevlerini yerine getirecek olan kurumlardır."

Şuayip 03-20-2010 15:45


MAZLUM-DER Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal, ‘’Bir ülkede yasal süresi geçtikten sonra kalmaya devam eden bir kimse ya devlet onu yakalayamadığı için kaçaktır, ya da devlet onun yerini bildiği halde dokunmadığı için misafirdir. Misafire ikramı başa kakmak Kasımpaşa kriterlerine sığmaz” dedi. Ünsal, yaptığı yazılı açıklamada, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın BBC’ye verdiği mülâkatta Türkiye’de kayıt dışı yaşayan 100 bin Ermeninin “sınırdışı edilmesi”ne yönelik sözlerinin, bu kişilerde tedirginlik oluşturduğunu ifade etti. Sözü edilen kaçak 100 bin Ermeni’nin yaşlı ve çocuk bakıcılığı, ev içi işçilik, tezgahtarlık, inşaat işçiliği, vasıfsız işçilik gibi ucuz iş gücü olarak uzun yıllar ülkelerine gidemeden çalıştığını anlatan Ünsal, şöyle devam etti: ‘’Bir ülkede yasal süresi geçtikten sonra kalmaya devam eden bir kimse ya devlet onu yakalayamadığı için kaçaktır, ya da devlet onun yerini bildiği halde dokunmadığı için misafirdir. Sözü edilen 100 bin Ermeni hemen sınır dışı edilebileceğine göre yerleri biliniyor demektir. Yerleri biliniyor ve dokunulmuyor ise kaçak değil misafirdir. Kasımpaşa kriterlerine göre misafire yapılan ikram ve ihsan başa kakılmaz. Kasımpaşa kriterlerine göre fakirlerin, sahipsizlerin, kimsesizlerin ellerinden ekmekleri ve umutları alınmaz, korkutulmaz, tehdit edilmez.’’

Şuayip 03-21-2010 17:37

"Demokratik açılım" Türkiye'nin en ciddi projelerinden biri. Bu projeye her şeyden önce devletin önayak olduğu "birlikte yaşama iradesi" olarak bakmak lâzım. Ortak akıl ve sağduyu bu sorunun üstesinden gelmek için yeterli. Türkiye'de bütün vatandaşları içine alan bir güven ortamının oluşması durumunda, hiç kimsenin şikâyet edeceği bir sorun kalmaz. Kürt sorunu özünde bir Kürtçe sorunu. Hükümet eliyle devlet önayak olunca, toplumda anadile saygının yerleştiğini, farklılıklara saygılı bir kültürün hızla güç kazandığını gözden kaçırmayalım. Demokratik açılımın ana gayesi, toplumu bir arada tutmak, kamplaşmaları, kutuplaşmaları önlemek.
Nevruz da öyle... Baharı karşılamanın coşkusunu birlikte yaşamak. Umut dolu bir geleceği paylaşmak. Aydınlığın karanlığa karşı kazandığı zaferi kutlamak. Yeni yıl hepimize barış getirsin

Gönülden 03-21-2010 19:24

Şimdilerde de adalet gücünü kaybetti, odak gücü baskın… Adalet zulmün aracı kılındı… Uygulanan ise adalet değil, yasalar yığını…

Adaletin mahkum edildiği bir ülkede doğal olarak doğruların yeri cezaevleridir…

Adalet çarpıtıldı… Çağdaş yorumlarla hakikat sulandırıldı… İçi boşaltılmış boş ve kof cümlelerle insanlar aldatıldı… Sihirli söylemlerle kitleler büyülendi… Olan halka oldu… Artık adalet, özgürlük, insan hakları vurgusu cezp etmiyor, heyecan vermiyor… Kelimeler inandırıcı değil…

“İnsan hakları” iddiaları, adeta onların tüm gayri insaniliklerini örtbas eden güçlü bir argümana dönüştü…

Zulüm örgütlü, hem de küresel düzlemde… Adalet dağınık, parçalı… Örgütlü zulüm, adaleti önce örseledi, sonra öteledi… İnsanlar kötülere öykündükçe adaletin kökü kurumaya yüz tuttu… artık örgütsüz ve duyarsız toplumlar öğütülmeye mahkum… Hak talepleri ertelene ertelene zaman aşımına uğradı… Şirazesinden çıkmış insanlar nerede duracağını, başını hangi taşa vuracağını bilmiyor… Yaslanacağı bir güvenlik duvarı arıyor…

İnsanlar haklı olarak soruyor: Adalet söylemi kimlerin çıkarına hizmet ediyor? Adalet üzerindeki kuşkuyu kim giderecek? Sis perdesini kim kaldıracak?

Adalet saraylarında yaşanan cevr-ü cefa tüm bunları bize söyletiyor…

Adalet adına slogan, söylem, sembol kırıla gidiyor… Bu yönü ile fazlası var, noksanı yok… Ancak adaletin kendisine gelince yoksunluk işte o zaman… “Kıst” kısırlığı burada kendini gösteriyor…

Habire adalet sarayları inşa ediliyor, adalet yasaları çıkarılıyor, ancak adalete yaşam hakkı yok…

Bu şartlarda yetişen nesiller silik ve suskun… Dertsiz ve duyarsız… Her türlü olumsuz etkiye yatkın ve yakın…

Düne kadar olup- bitenin farkında olanların bir çoğu ise bugün “göze batmadan, dikkat çekmeden” hayatını yaşamanın derdindeler… Çünkü onlar artık akıllı, tedbirli, bilgili ve de tecrübeli!.. Evet, bu doymuşluk ve bilmişlik havası, “teslimiyetçi” bir ruh halinin tezahürü… “Gelene ağam, giden paşam” felsefesi hakim…

Ramazan Kayan






Ukbâ 03-23-2010 07:36

Yüksek yargı da reddiyeci tavrıyla kendi tabanına ters düşüyor. Yaklaşık 12 bin yargıç ve savcı var. Referandum sandığını önce adliyelerin kapısına koysak, sayıları 400'ü bile bulmayan yüksek yargı mensupları dışında, 'evet'in tulum çıkaracağını tahmin ediyorum. Kaldı ki yüksek yargıçlar da epey fire verir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu için önerilen sisteme itiraz ediliyor. Hâlbuki 'temsilde adalet' düsturuna uygun bir formül ortaya konuyor. Bugüne kadar 5 asıl üyenin tamamı yüksek yargıdan seçiliyordu. Kürsü yargıcı veya birinci kademe mahkemeleri dediğimiz 11 bin hâkim ve savcı, kendileriyle ilgili hayati kararları veren idarî kurulda 'sıfır' temsil hakkına sahip. Buna mukabil sayıları birkaç yüzle sınırlı olan yüksek yargıçların temsil oranı yüzde yüz. Şairin "bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa" dediğinden daha adaletsiz bir paylaşım! İtirazların temel dayanağı 'yargı kuşatılıyor' şeklinde. Taslak bu şekilde geçerse yargıyı gerçek sahipleri, yani kürsü yargıçları kuşatacak. Seçimle gelen 19 üyeden 10'unu yerel mahkemelerde görev yapan hâkim ve savcılar seçecek. Bundan niye endişe duyuluyor, anlamıyorum. Ankara'daki yargıçların itirazlarını kendi camialarına bile anlatabileceklerini sanmıyorum. 'Sen beni seç, ben seni' kısır döngüsünün kırılması en çok adliyeye huzur getirecek.

Şuayip 03-23-2010 09:09

Yargı, Yasama'nın üstünde olabilir mi?

Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker'in ne dediğini duydunuz mu? Mini Anayasa değişikliği gündemde ya... "Yargıyla ilgili düzenlemeler, Anayasa'ya aykırı" demiş.
Bu laf, şu anlama gelir: "Meclis yasama görevini yerine getiremez; Anayasa'yı değiştiremez."
Yani "kuvvetler ayrımı"ndan bahseden Yargıtay Başkanı, aslında kuvvetler ayrımına karşı çıkıyor. "Yargı, Yasama'nın üstündedir" diyor.
Bizim "yargıçlar devleti" ya da "yargıçlar iktidarı" dediğimiz, tam da bu işte.
Demokrasi karşıtı bir yöne savrulan Yüksek Yargı nasıl toparlanacak? Fikri olan söylesin.

Şuayip 03-23-2010 10:44

Kadir Özbek’in yıllarca anılacak sözü ise esasında bunlar değil. “Kusura bakmayın, yüksek yargı ile dalga geçiyorlar” çıkışını unutmak mümkün değil.
Ey Kadir Özbek, utanç kararlarına imza atan ve “Sizi buraya tıkan kuvvet idamınızı istiyor” diyen Yassıada Mahkemesi Başkanı Salim Başol’u Anayasa Mahkemesi üyeliğine getirirken halkla dalga geçmediniz mi?
Bugüne kadar cumhurbaşkanı seçimlerinde asla gündeme gelmeyen 367 şartı ucubesini bu milletin başına saran yüksek yargı değil miydi?
TBMM’nin büyük bir çoğunlukla yaptığı düzenlemeyi, cuntacı ruhun “411 el kaosa kalktı” dolduruşuna gelerek iptal edip karşısına geçip gülenler sizler değil miydiniz?
Böylesine kötü bir sicile sahipken kalkıp bu sözleri edebilmek için insanda biraz utanma duygusu olması gerekir. Dahası biraz da balık hafızalı olmamanız gerekir tabii. Dün dediğinizi unutmamanız şart.
2003 yılında Anayasa Mahkemesi yönetimi, üyelerin seçimine ilişkin ortaya koyduğu öneride üye seçim yönteminin değiştirilmesini istenmişti. Bugün öngörülen değişiklik, o gün istenenden daha az iddialı.
Anayasa Mahkemesi’nin hazırladığı taslakta Meclis’in seçtiği üye sayısı 4 idi. Hükümetin bu taslağında TBMM’nin seçeceği üye sayısı 3’e indiriliyor.
Önümüzdeki günlerde neyin nasıl olacağı işin ayrı tarafı. Bunu hep birlikte göreceğiz.
Aslında konunun en önemli tarafı, bu değişikliğin halkın önüne gelecek olması. Bırakın işin sahibi karar versin. Kendinin nasıl yönetilmesini istiyorsa ona karar versin.


Ünal TANIK


All times are GMT +3. The time now is 17:35.

Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025