![]() |
Hazreti İbrahim (a.s)
I. BÖLÜM: İSHAK’IN MÜJDELENMESİ...
1. İbrâhim as.’ın Misafirleri ve İshak’ın Müjdelenmesi : “Andolsun ki elçilerimiz (melekler) İbrâhim'e müjde getirdiler ve: "Selam (sana)" dediler. O da: "(Size de) selam" dedi ve hemen kızartılmış bir buzağı getirdi” [1] Meâl/ Tefsiri: Andolsun Lut kavmini helak etmek için gönderdiğimiz Cibril, İsrafil ve Mikâil adlı elçi-meleklerimiz İbrahim’e oğlu İshak’ı müjdelemek için yakışıklı gençler suretinde geldiğinde; “Selam sana, selamette ol, sen selamette olanlardansın.” dediler. İbrahim de: “Size de selam, siz de selamette olun.” dedi. İbrahim hemen gecikmeden taş ocakta kızartılmış semiz bir buzağı getirip onlara sundu. “Yemez misiniz?” dedi. (Misafire ikram etmek, güler yüzlü davranmak İslam ahlakındandır.)[2] Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içine bir korku düştü. Dediler ki: Korkma! (biz melekleriz). Lût kavmine gönderildik[3]. Meal/Tefsiri : İbrahim elçi-meleklerin ellerinin yemeğe uzanmadığını görünce, yadırgadı, onlardan çekindi, onlardan pek hoşlanmadı ve kalbine bir korku girdi. Çünkü onların adetine göre bu hayra alamet değildi. Elçi-melekler İbrahim’in endişesini anladılar, onu sakinleştirmek amacıyla dediler ki: “Korkma! Sana kötülük etmek amacıyla gelmedik. Biz Rabbinin elçi-melekleriyiz, insanlar gibi yemeyiz, içmeyiz. Şüphesiz biz işledikleri iğrenç cürümlerden dolayı Lut kavmini helak etmek için gönderildik.”[4] Seyyid Kutub diyor ki: “Hz. İbrahim, konuklarının ellerinin kızarmış buzağıya doğru gitmediğini görünce; "... konukları tuhafına gitti; içine onlardan kaynaklanan bir korku düştü." Bedevi adetlerine göre ikram edilen yemeği yemeyen konuk kuşku uyandırır; ev sahibine yönelik bir hainliği, bir kötülüğe niyetlendiği imajını verir. Bizim kırsal kesimimizin insanları yedikleri yemeğe ihanet etmeyi, daha doğrusu yemeğini yedikleri kimseye kötülük etmeyi mertliklerine yediremezler, böyle bir kalleşliği yapmaktan kaçınırlar. Bu yüzden eğer birinin yemeğini yemek istemezlerse, bu istemezlik, o adam hakkında kötülük düşündükleri, ya da adamın kendilerine yönelik niyetinin iyiliğinden emin olmadıkları anlamına gelir. [5] O esnada hanımı ayakta idi ve (bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak'ı, İshak'ın ardından da Ya'kub'u müjdeledik.[6] Meal/Tefsiri: “ İbrahim’in Sâre adındaki amcasının kızı olan eşi de ayaktaydı, perde arkasından kocasıyla birlikte konuklara hizmet ediyordu. Lut kavminin helak olacağını duyunca iğrenç topluluğun helakinden dolayı sevinçten güldü. Biz de elçi-meleklerimiz vasıtasıyla yaşlı İbrahim ile kısır ve yaşlı eşi Sâre’ye, İshak’ı ve İshak’ın oğlu, yani torunları Yakub’u görünceye kadar yaşayacaksın diye müjdeledik.”[7] (İbrâhim'in karısı:) Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey! dedi.”[8] Meâl/Tefsiri: İbrahim’in yaşlı ve kısır eşi Sâre bu müjdeyi duyduğu zaman, tipik kadınsal tepkiyle yüzü hayretten dona kaldı ve dedi ki: “Vay halime, vay başıma gelenler, heyhat, şaşılacak şey, ne büyük bir iş! Ben kocamış, kısır bir kadın ve şu eşim İbrahim de bir ihtiyar iken, ben mi doğuracakmışım? Nasıl bizim çocuğumuz olur? Doğrusu pek tuhaf ve şaşılacak bir şey! Böyle iki ihtiyardan bir çocuğun dünyaya gelmesi, Allah’ın kudretine göre değil, tabii kanun bakımından acaip bir şeydir. Şimdiye kadar böyle bir şey olmamıştır. Subhanallah demek ki biz bu halde evlat sahibi olacağız.”[9] Muhammed Ali es-Sabuni diyor ki: “Mücahid şöyle der: “Sara o gün 99; İbrahim ise 120 yaşında idi.”[10] (Melekler) Dediler ki: “Allah’ın işine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmet ve bereketi sizin üzerinize olsun ey hane halkı! Şüphesiz O, Hamîd’dir, Mecîd’dir.”[11] Meâl/Tefsiri: Melekler de Sare’ye dediler ki: “İhtiyar ve kısır eşlerden çocuk yaratması hususunda Allah’ın işine mi şaşıyorsun? Bu, Allah’ın kudreti, hikmeti ve planı karşısında şaşılacak bir şey değildir. Allah’ın rahmet ve bereketi sizin üzerinize olsun ey İbrahim’in hane halkı! Siz daima cenab-ı hakk’ın rahmetine, bereketlerine kavuşursunuz, siz ki bir yüce peygamberin ev halkından bulunuyorsunuz, öyle bir peygamber ki nice mucizelere ulaşıp, nice ilahi lütuflara kavuşup durmaktadır. Artık bu harikaları bildiğiniz halde öyle ihtiyarlığınız zamanında evlad sahibi olmanızı nasıl uzak görebilirsiniz? Şüphesiz o harikaları yaratan Yüce Allah, Size yönelik lütuf ve nimetleriyle kulları tarafından övülmeye, yüceltilmeye, hamde layıktır, sıfatlarında ve zatında övülen, kullarına hayır ve ihsanı pek çoktur, yüce, şeref ve kerem sahibidir. Sizi de öyle nice nimetlere, muvaffakiyetlere nail buyurmaya kadirdir. Buna inancınız tamdır.”[12] İbrahim’in korkusu gidip kendisine müjde gelince, Lut kavmi hakkında bizimle tartışmaya koyuldu.[13] Meal/Tefsiri: Meleklerin verdiği teminat ve ne için geldiklerini bildirmeleri üzerine daha önce İbrahim’in, kendisinde hissettiği korku gidip de kalbi misafirlerine ısınınca ve kendisine, çocuğu ve torunu olacağına dair müjde gelince, Lut kavminin helak edilmesi hakkında elçi-meleklerimizle tartışmaya koyuldu. Maksadı iman ederler ümidiyle onların azabını ertelemekti.[14] Muhammed Ali es-Sabuni diyor ki: “Müfessirler şöyle der: Melekler: “Biz bu şehir halkını helâk edeceğiz.” (Ankebut: 29/31) deyince, İbrahim (a.s.) onlara: “Ne dersiniz, içlerinde elli müslüman varsa onları helak edecek misiniz?” dedi. Melekler: “Hayır” dediler. Hz. İbrahim: “Peki kırk kişi varsa?” dedi. Melekler: “Hayır.” dediler. Bu şekilde aşağı inmeye devam etti. Nihayet onlara şöyle dedi: Eğer orada bir tek müslüman kişi varsa, onları helek edecek misiniz, ne dersiniz?” Melekler: “Hayır” dediler. O zaman onlara, “İşte orada Lut var.” dedi. Melekler dediler ki: “Biz orada olanları daha iyi biliyoruz. Karısı hariç Lut’u ve ailesini kurtaracağız. Karısı, geride kalacaklar arasındadır. “Korku gitti” ve “ona geldi” bu ikisi arasında edebi sanatlardan tıbak vardır.”[15] Mevdudi diyor ki: "... Bizimle tartışmaya koyuldu.." ifadesi meveddet ve muhabbet dolu bir ifadedir. Ve Hz. İbrahim'in (a.s) Rabbıyla olan yakın ilişkisini gösterir. Bu ilişkiyi anlamak kulun, Lut kavminin akıbetiyle ilgili nasıl istirhamda bulunabildiğini kavramaya yardım edecektir. Hz. İbrahim (a.s) durmadan "Rabbim, yaklaşan azabı Lut kavmi üzerinden çevir" diye yalvarmaktaydı. Rabb cevapladı: "Bu kavim, içlerinde hiçbir hayır unsuru kalmayacak denli ahlaken çöktü, günahları hiçbir merhamet duygusuna layık olmayacak denli tiksindirici bir hal aldı". Fakat kul diretiyordu: "Rabbim, biraz daha mühlet ver onlara, evet belki içlerinde hayır adına pek az bir şey kaldı fakat belki de bu hayır çiçeklenir, meyve verir" Bu muhavere Kitab-ı Mukaddes'te daha ayrıntılı anlatılmıştır, fakat Kur'an'daki kısa anlatım çok daha anlamlıdır. (Karşılaştırma için bkz. Tekvin l8: 23-32)”[16] Seyyid Kutub diyor ki; Hz. Lût, O'nun kardeşinin oğludur, doğup büyüdüğü yurdundan, kendisi ile birlikte göçetmek zorunda kalmıştır ve şimdi de yakınına düşen bir bölgede oturmaktadır- Çünkü Hz. İbrahim, merhametli ve sevecen bir karaktere, sahiptir. Bu yumuşak karakteri, bir toplumun helâk olmasını, toptan yokolmasını soğukkanlılıkla karşılayamıyor, böyle bir olaya kolayca katlanamıyor.”[17] Süleyman Ateş diyor ki; Hz.İbrâhim’in Hebron’da Mamre meşeliğinde ikamet ederken kendisine bir grub misafirin geldiğine dair Tevrat’ta geçen kıssa[18] bazı farklılıklarla Kur’ân’da da yer almaktadır. Buna göre Hz.İbrâhim’e Allah’ın elçileri misafir olarak gelirler. İbrâhim onlara kızarmış buzağı ikram eder; fakat misafirler yemezler; durumdan kaygılanan İbrâhim’e endişe etmemesini, Lût kavmi için geldiklerini söylerler, ayrıca ona bir oğlu olacağı müjdesini verirler. O esnada ayakta olan hanımı bu müjdeyi duyunca gülerek bu iki yaşlı insandan çocuk doğmasının şaşılacak bir şey olduğunu söyler. Bunun üzerine melekler Allah’ın emrine şaşmamaları gerektiğini hatırlatırlar.[19] Çocuğunun olacağına sevinen, yüreğinden de tasa gitmiş olan İbrâhim, bu kez Lut kavmine azab etmemelerin için Allah’ın melekleriyle tartışmaya başlar. Bu tartışma meleklere veya Allah’a itiraz değil, yalvarma, o günahkar kullura fırsat vermeyi dilemedir. Yüce Allah, melekleri aracılığı ile İbrâhim’e onların affı için uğraşmaktan vazgeçmesini, Allah’ın buyruğunun geri döndürülemeyeceğini, onlara mutlaka azabın ulaşacağını söyler.[20] İbrâhim’in karısına İshak ve ardından Ya’kub’un olacağının müjdelendiği Hud 71’nci ayette bildirilmektedir. Ya’kub, Hz.İbrâhim’in oğlu değil, İshak’tan olma torunudur. Torunu da kendi oğluna katılmak suretiyle İbrâhim neslinin devam edeceği, bu bereketli yuvanın dumura uğramayacağı bildirilmektidir. Tefsirlerin ifadesine göre bu müjde verildiği zaman İbrâhim 100, karısı 90 küsur yaşındadır.[21] Çünkü İbrahim gerçekten yumuşak huylu, duygulu ve gönülden yönelen biriydi.[22] Meâl/ Tefsiri; Çünkü İbrahim gerçekten halim, yumuşak huylu, yufka yürekli, kendisine kötülük edenden intikam alma hususunda acele etmeyen, ihtiraslarına hakim, güçlü, temkinli, makul, müsamahakâr, teenni ile hareket eden, duygulu, kalbinin inceliğinden dolayı çok üzülen, ah vah diyen, bağrı yanık, kendini Allah’a adamış, gönülden Allah’a yönelen ve itaat eden biriydi. Bu yüzden belki yaptıklarına pişman olurlar diye Lut kavmine azabın ertelenmesini istemişti.[23] “Ey İbrahim, bundan vazgeç. Çünkü gerçek şu ki, Rabbinin emri gelmiştir ve gerçekten onlara geri çevrilmeyecek bir azab gelmiştir.”[24] Meâl/Tefsir: İbrahim meleklerle tartışmada ısrarlı olunca melekler ona dediler ki: “Ey İbrahim, Lut kavmi hakkındaki bu mücadele ve tartışmadan vazgeç. Gerçekte sen bir merhamet ve acıma eseri olarak böyle bir müdafaada bulunmak istiyorsun, fakat bunda onlar için bir fayda yoktur. Çünkü şüphesiz, Rabbinin onlara helak edileceğine dair emri, hükmü gelmiştir, icra edilecektir ve gerçekten onlara geri çevrilmesi mümkün olmayan büyük bir azab gelmiştir.”[25] Mevdudi diyor ki: “Hz. İbrahim'in (a.s) hayatı hakkındaki bu pasaja sathi biçimde bakan biri bu durumun uygunsuz olduğunu, özellikle Lut kavmine yaklaşmakta olan azaba bir başlangıç olarak konu dışı olduğunu düşünebilir. Ne var ki konuyla ilgili tarihsel olaylar ışığında meseleye bakan biri burada zikredilenlerin makul olduğu sonucuna varacaktır. Bu uygunluğu anlamak için iki şeyi gözönünde bulundurmak gerekir: a) Bu tarihi olaylar burada Kureyş'e uyarı olması için zikredilmiştir. Zira Kureyş, Kur'an'ın kendilerini geleceğinden korkuttuğu azaba karşı gayet aldırmaz ve kendinden emin bir yanlış tavır içindeydi. Ne de olsa onların Hz. İbrahim'e (a.s) akrabalığı vardı, Kabe'nin bekçileriydiler, Arabistan'ın dini, iktisadi ve siyasi önderiydiler. Düşüncelerine göre ataları Hz. İbrahim (a.s), Allah'ın sevgili bir kulu olarak onlara şefaatçı olabilir ve onları Allah'tan gelecek bir azaba karşı savunabilirdi. Hz. Nuh'un (a.s) oğlunun ölümü de aynı şekilde, onun gibi büyük bir peygamberin oğlunu azaptan kurtaramayacağını göstermek için resmedilmişti. Üstelik duası kabul edilmemekle kalmamış aynı zamanda inkarcı oğlu adına istirhamda bulunduğu için hesaba çekilmişti. Demek ki, Hz. İbrahim'in (a.s) hayatından verilen bu örnek olay, Allah'ın peygamberine karşı tüm dostluğuna rağmen, O'nun Lut kavmi hakkındaki istirhamını reddettiğini göstermek için zikredilmiştir. Zira Hz. İbrahim (a.s) adaletin gereğine rağmen inkarcı bir topluma şefaat etmeye çalışmıştı. b) Hz. İbrahim'in (a.s) hayatından alınan bu olay ile Lut kavminin helaki başka birşeyi vurgulamak için de zikredilmiştir: Kureyş ilahi adalet kanununun sürekli ve düzenli olarak geçerlikte olduğunu ve çevrelerinde buna dair birçok açık delilin bulunduğunu unutmuştu. Bir tarafta İbrahim peygamberin durumu vardı. Yurdunu Hak ve doğruluk uğruna terketmiş ve neresini uygun bulduysa orada yaşamıştı. Ayrıca kendisini destekleyecek hiçbir zahiri güç de yoktu. Fakat ilahi adalet doğruluğundan ötürü kendisine İshak gibi bir oğul, Yakub gibi bir torunla (aleyhimüsselam) ödüllendirdi. İsrailoğullarının bu ataları asırlarca, Hz. İbrahim'in (a.s) bir mülteci olarak yaşadığı Filistin'de egemen olmuşlardı. Öte yandan Lut kavminin durumu vardı: Bu toplum büyük bir refah içinde yaşıyordu. Ancak bu refah onları o denli sarhoş etmişti ki apaçık bir küfür içinde yaşamaya başlamışlar, Allah'tan gelen cezayla alaşağı edileceklerini unutmuşlardı. Artık Hz. Lut'un (a.s) tebliğine kulak asan kalmamıştı. Fakat ilahi adalet Hz. İbrahim'e (a.s) müjdenin verildiği ve günahkar Lut kavminin yeryüzünden silinme emrinin çıktığı zamanla aynı zamanda gerçekleşti. Bunun sonucu olarak yeryüzünde onlardan geriye hiç kimse kalmadı. Bu olay tüm zamanların inkarcılarına bir ders olmalıdır.”[26] Sonuç: 1) Allah’ın takdir ettiği şey geri çevrilemez. O’nun hükmü kesinlikle gerçekleşir.[27] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Kur’an-ı Kerim: Hud, 11/ 69. [2] Abdulvahid Metin, Meal/Tefsir Aynı Ayet. [3] Kur’an-ı Kerim: Hud, 11/ 70. [4] Abdulvahid Metin, Meal/Tefsir Aynı Ayet. [5] Seyyid Kutub, Fîzilâli’l-Kur’an, Dünya Yayınları: 6/135-136. [6] Kur’an-ı Kerim: Hud, 11/ 71. [7] Abdulvahid Metin, Meal/Tefsir Aynı Ayet. [8] Kur’an-ı Kerim: Hud, 11/ 72. [9] Abdulvahid Metin, Meal/Tefsir Aynı Ayet. [10] Beyzavi: 253; Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetu’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/107. [11] Kur’an-ı Kerim: Hud, 11/ 73. [12] Abdulvahid Metin, Meal/Tefsir Aynı Ayet. [13] Kur’an-ı Kerim: Hud, 11/ 74. [14] Abdulvahid Metin, Meal/Tefsir Aynı Ayet. [15] Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetu’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/114-115, 121. [16] Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 2/384. [17] Seyyid Kutub, Fîzilâli’l-Kur’an, Dünya Yayınları: 6/136-137. [18] Bkz. Tekvin; 18/1-32. [19] Kur’an-ı Kerim: Hud 11/69-76; Hicr 15/51-60; Ankebut 29/31-32; Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi c.21/270. [20] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9/115. [21] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9/116, Fahruddin Er-Râzi, Tefsîr-i Kebîr Mefâtihu'l-Gayb: 18/26. [22] Kur’an-ı Kerim: Hud, 11/ 75. [23] Abdulvahid Metin, Meal/Tefsir Aynı Ayet. [24] Kur’an-ı Kerim: Hud, 11/ 76. [25] Abdulvahid Metin, Meal/Tefsir Aynı Ayet. [26] Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 2/385. [27] Ebu Bekir Cabir el-Cezairi, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/174. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Sâre’ye Verilen Mucize :
Hz. İbrahim'in eşi kısırdı, hiç çocuk doğurmamıştı, üstelik o sırada iyice yaşlanmıştı. Bu yüzden Hz. İshak'a ana olacağı müjdesi onun için şaşırtıcı bir sürpriz olmuştu. Üstelik bu müjde katmerli idi. Çünkü Hz. İshak'ın da Yakub adında bir oğlu olacaktı. Böylesine inanılması zor bir müjdeli haber bir kadını -özellikle kısır bir kadını- tepeden tırnağa titretir, haberi ansızın öğrenmesi ise bu titremeyi sarsıntıya, duygusal fırtınaya dönüştürür. Melekler Hz. İbrahim (a.s) yerine Hz. Sare'ye verdiler bir oğlan çocuğu müjdesini; çünkü Hz. İbrahim'in (a.s) eşi Hacer'den olma bir oğlu vardı: Hz. İsmail. Fakat Sare'nin oğlu yoktu. Hüznünü dağıtmak için ona oğlu Hz. İshak'ı müjdelediler. Hz. İshak'ı ve oğlu Hz. Yakub'u. Her ikiside Allah'ın büyük peygamberlerinden olacaklardı.[1] Süleyman Ateş, Sare’ye verilen mucize hakkında şunları diyor; Bu yaştaki insanların, özellikle kadının çocuk yapması olağan değildir. Biz Kur’ân’ın anlattığı bu olaya mucize der, geçerdik. Fakat 1979 yılı Haziran ayında o zamanki Sovyet Rusya’ya yaptığımız gezi çerçevesinde Âzerbaycan’a uğradımızda, bir kasaba doktorunun Bakü yöresinde bir köy sofrasında bize anlattığı olayın, Kur’ân’ın anlattığı mucizeyi doğruladığını gördük; 1959 yılında Azeybaycan’ın güneyinde bulunan Lerik’te 92 yaşındaki bir kadın, 120 yaşındaki kocasından ikiz çocuk doğurmuş ve çocuklar hayatta imişler. Yine 1970’lerden sonra 76 yaşındaki bir kadın da çocuk doğurmuş. Suudi Arabistan’da İmam Muhammed Üniversitesi, Sosyal Bilimler Fakültesinde bir öğretim üyesi, karısı ölünce 92 yaşındaki babasının, bir kız çocuğunun olduğunu anlatmıştı. Demek ki bazen Allah, bu yaşlarda da çocuk lütfediyor ama bu tür olaylar çok nadirdir.[2] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 2/383. [2] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9/116. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Rahman’nın Özgür İradesini Sare’de Gösterilmesi :
Yüce Allah'ın işine şaşılmaz. Çünkü herhangi bir şeyin normalde belirli bir şekilde olması, aynı çizgiyi izlemesi, o şeyin değişmez bir kanun olduğu anlamına gelmez. Yüce Allah, herhangi bir hikmete dayanarak o işin başka türlü olmasını dileyince, iş alışılmışın dışında bir gerçekleşme gösterir. Sözünü ettiğim hikmet, bu olayda, yüce Allah tarafından mü'minlere vadedilmiş olan rahmetin ve bereketin Hz. İbrahim ailesine yansımasıdır. Üstelik bu normal dışı gelişme, yine de bizim sınırlarını bilmediğimiz ilahi geleneğin çerçevesi içinde meydana gelir. Bizler her hal-ü kârda kısıtlı bir süreyi kapsayan gözlemlerimizle normal gelişmelere bakarak bu normal dışı gerçekleşmeler hakkında hüküm veremeyiz. Çünkü bizler evrende meydana gelen bütün olayları gözlem ve inceleme süzgecinden geçiremeyiz. Yüce Allah'ın dilediğini, bildikleri doğal yasaların çerçevesi ile sınırlandıranlar, bizzat yüce Allah'ın Kur'an'da belirttiği gibi Allah gerçeğinden habersiz kimselerdir. Kuşkusuz tartışmaları kesecek son söz yüce Allah'ın sözüdür. İnsan aklına, O'nun sözü karşısında başka bir şey demek düşmez. Hatta yüce Allah'ın dileğini, bizzat yüce Allah'ın "bunlar benim koyduğum yasalardır" diyerek belirlediği kanunların çerçevesi ile sınırlayanlar da Allah gerçeğini bilmiyorlar. Çünkü yüce Allah'ın dileği, bizzat kendisinin belirlemiş olduğu yasaların ötesinde özgürdür, sözkonusu ilahi yasalar bu dilek için bağlayıcı olamazlar. Evet. Yüce Allah, şu evreni önceden belirlediği yasalar uyarınca yönetir. Fakat bu ayrı bir şeydir ve yüce Allah'ın iradesinin, O'nun tarafından yürürlüğe konan bu yasalarla sınırlı olduğunu ileri sürmek ayrı bir şeydir. Çünkü herhangi bir doğal yasa her uygulanışında yüce Allah'ın takdiri ile yürürlüğe girer, işlerlik gösterir. Hiçbir doğal yasanın yürümesi ve işlerlik göstermesi "otomatik" değildir. Buna göre yüce Allah herhangi bir doğal kanunun o ana kadarki sayısız uygulanışlarından farklı bir şekilde yürümesini takdir ederse, bu farklı uygulama gerçekleşir, sözkonusu kanun bu yeni ilahi takdirin pratiğe yansımasını engelleyemez. Çünkü bütün doğal yasaların kaynağı olan "ana-ilke" yüce Allah'ın dileğinin özgür olduğu, hiçbir sınırlamaya bağlı olmadığı prensibidir. Her doğal yasa, her pratiğe yansıyışında yüce Allah'ın bu özgür takdirinin özel kararı ile gerçekleşir, işlerlik kazanır. [1] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Seyyid Kutub, Fîzilâli’l-Kur’an, Dünya Yayınları: 6/136-137. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. İbrâhim’in Konuklara Karşı davranışı ve Sâre’nin Konuklara Hizmet etmesi :
“İbrâhim'in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi? (Bunlar meleklerdi.) Onlar İbrâhim'in yanına girmişler, selam vermişlerdi. İbrâhim de selamı almış, içinden, "Bunlar, yabancılar" demişti. Hemen ailesinin yanına giderek semiz bir dana (kebabını) getirmiş, Onların önüne koyup "Yemez misiniz?" demişti. Derken onlardan korkmaya başladı. "Korkma" dediler ve ona bilgin bir oğlan çocuğu müjdelediler. Karısı çığlık atarak geldi. Elini yüzüne çarparak: "Ben kısır bir kocakarıyım!" dedi. Onlar: "Bu böyledir. Rabbin söylemiştir. O, hikmet sahibidir, bilendir" dediler. (İbrâhim:) O halde işiniz nedir, ey elçiler? dedi. "Biz, dediler, suçlu bir kavme gönderildik." "Üzerlerine çamurdan taş yağdırmaya (geldik)." (Bu taşlar,) aşırı gidenler için Rabbinin katında işaretlenmiş (taşlardır). Bunun üzerine orada bulunan müminleri çıkardık. Zaten orada müslümanlardan, bir ev halkından başka kimse bulmadık. Acı azaptan korkanlar için orada bir işaret bıraktık.”[1] İmam Ahmed ibn Hanbel, İbrâhim’in konuklarına karşı davranışından, konuğa ikram etmenini farz olduğu yargısına varmıştır. İbrâhim’in davranışından, konuk ağırlamanın adabı da öğretilmektedir. İbrâhim, konuklarına sezdirmeden, hemen evinde bulunan en değerli şeyi; buzağıyı kızartıp konuklarıın önüne getirmiş ve nezaketle: “Buyurmaz mısınız?” demiştir. İşte Hz.İbrâhim’in yaptığı gibi konuğun selamı en güzel biçimde alınmalı ve ona böyle nazik davranmalıdır. İbrâhim, konuklarına elinden gelen ikramı yaptıktan sonra gelişlerinin nedenini sormuştur. Bu da gelen konuğu ağırladıktan sonra gerekirse geliş nedeninin sorulabileceğini gösterir. Konuk gelir gelmez hemen ona: “Neden geldin?” denmez. Kıssanın bu bölümünü anlatan ayetlerden, Hz. İbrâhim’in karısı Sare’nin, eve gelen erkek konuklara hizmet için eşikte beklediği ve konuklarla konuştuğu anlaşılır. Kurtubi, bu ayetlere dayanarak ev hanımın, kocasının erkek konuklarına hizmet edebileceği hükmünü çıkarmaktadır. “Ayakta durmakta olan karısı, güldü. Biz de ona İshak’ı müjdeledik. İshak’ın ardandan da (torunu) Yakub’u.” Ayetini Abdullah ibn Mesud farklı şekilde okumuştur. Bu okuyuşa göre, İbrâhim, konuklarıyla otururken karısı, hizmet ediyordu.”[2] Kurtubi, bu münesebetle Müslim’in sehl ibn sa’d’ın anlattığı şu olayı rivayet etmektedir: ”Ebu useyd es-Sa’d’ın, evlendiği gün Allah’ın Elçisi (s.a.v)’i yemeğe davet etti. Gelen konuklara, henüz yeni gelin olan karısı hizmet ediyordu. (Gelin) Allah’ın Elçisine meşrubat olarak ne ikram etti bilir misiniz? Bir çömlek içinde yapmış olduğu hurma şerbeti ikram etti.” Buhari’nin de, bu olayı, kadının, bizzat erkeklere hizmet etmesi” başlığı altında vermiş olduğunu söyleyen Kurtubi, devamla şöyle diyor; “Bizim alimlerimiz, bu olayın, gelinin, kocasına ve kocasının arkadaşlarına hizmet edebileceğini, erkeğin, ailesini, salih arkadaşlarına gösterebileceğini ve onlara hizmet ettireceğini kanıtlar, demişlerdir.”[3] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Kur’an-ı Kerim: Zariyat, 51/24-37. [2] Kur’an-ı Kerim: Hud, 11/71. [3] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9, s.116; Kurtubi, Camiu li Ahkâmi’l-Kur’an: 9/66,68. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. İbrâhim as.’ın Hz.Hâcer ve Hz.Sâre’den Doğan Oğulları :
İbrâhim as’ın, ilk ve büyük oğlu, İsmail as. olup, ikinci zevcesi Hz.Hâcer’den doğmuştu.[1] O zaman, İbrâhim as. 86 yaşında bulunuyordu.[2] İbrâhim as.’ın ikinci oğlu olan İshak as. ise, ilk zevcesi Hz.Sâre’den doğmuş olup[3] o zaman, İbrâhim as. 100 yaşında idi.[4] -------------------------------------------------------------------------------- [1] İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.47; Salebî-Arais s.97; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.221. [2] İbn.Kuteybe-Maarif s.16; Yakubî-Tarih c.1, s.25; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.221. [3] İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.47; Taberi-Tarih c.1, s.160; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.221. [4] İbn.Kuteybe-Maarif s.16; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s. 221. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. İbrâhim as.’ın Katura ve Haccunla Evlenmesi ve Bunlardan Doğan Çocukları :
Hz.Sâre’nin vefatından sonra, İbrâhim as. Katura (Kantura) bint-i Yaktan’ul Ken’âni ve Haccun (Haccura) ile evlendi. [1] Çocukların en büyüğü İsmail’dir. İbrâhim as.’ın, Katuradan dört, Haccun adındaki hanımından da, yedi çocuğu doğup çocuklarının sayısı on üçü buldu.[2] Başka rivayete göre; Katura veya Kantura’dan altı,[3] Haccun veya Haccura’dan beş oğlu doğmuştur.[4] Katuradan Doğan Çocuklarının isimleri: Zimran, Yokşan, Medan, Medyan, Yeşbak, Şuah‘dır.[5] Hacun’dan doğan Çocuklarının isimleri ise; Keysan (Keyşan), Feruh (Şeruh veya Sürec), Ümeym (Üheym), Lutan, Nâfes’dir.[6] Hz. İbrahim’in diğer bir rivayete göre de dört oğlu vardır. Bunlar İsmail, İshak, Medyen ve Medan namındaki zatlardır[7]. -------------------------------------------------------------------------------- [1] İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.48; İbn.Kuteybe-Maarif s.16; İbn.Esir c.1, s.115-123; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.175; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.222. [2] İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.48; İbn.Kuteybe-Maarif s.16; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.221. [3] Sâlebi-Arais s.97; İbn.Esir-Kâmil c.1,s.123; Süheylî-Ravdlünüf c.1, s.84; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.175; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.221. [4] Sâlebi-Arais s.97; Ebül fida-Elbidaye vennihaye c.1, s.175; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.221. [5] Sâlebi-Arais s.97; Ebül fida-Elbidaye vennihaye c.1, s.174,175; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.222. [6] İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.48; Sâlebi-Arais s.97; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.175; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.222; İbn.Esir-Kâmil c.1, s.115. [7] Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, İpek Yayınları: 1/124. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Hz. İbrahim'in (a.s.) iki oğlundan iki kavim meydana geldi :
İsmailoğulları ve İsrailoğulları: Birincisi, Arabistan'a yerleşen Hz. İsmail'in (a.s.) torunlarıydı. Kureyş ve diğer bazı Arap kabileleri O'nun doğrudan torunları oluyorlardı. Fakat gerçekte Hz. İsmail'in (a.s.) torunları olmayan Arap kabileleri de, O'nun davetinden az çok etkilendikleri için O'nun torunları olduklarını iddia ediyorlardı. İkincisi, yani İsrailoğulları, İshak'ın oğlu Yakub'un torunlarıydılar. Hz. Yusuf, Hz. Musa, Hz. Davud, Hz. Süleyman, Hz. Yahya, Hz. İsa (Allah'ın selâmı hepsinin üzerine olsun) ve birçok peygamber bunların arasından çıkmıştır. Bunlar Hz. İsrail'den (Yakup'un ikinci ismi) sonra İsrailoğulları adını almışlardı. Onların dinini kabul eden başka gruplar da bu kavme katılmışlardır. Hz. İsa (a.s.) dahil bütün İsrail peygamberleri İslâm'ı, Allah'a teslimiyeti yaymaya çalışmışlardır. Fakat İsrailoğulları bozulup dinlerini (İslâm) kaybedince, Yahudiliği, daha sonra da Hıristiyanlığı icat etmişlerdir.[1] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 1/96-97. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. İbrâhim as.’ın Çocuklarının Ülkelere Dağılmaları :
İbrâhim as.’ın Kutara’dan oğullarından Medan ile Medyan, Medyan topraklarına yerleşmişler ve bundan dolayı, oraya Medyen adı verilmiştir. Yokşan’ın çocukları, Mekke’ye gelip yerleştiler. Öteki çocuklar ise, başka ülkelere gidip oralarda yerleştiler ve İbrâhim as’a: "Ey Babamız! İsmail ile İshakı, Senin yakınında ve yanınıda bıraktın. Bizlere ise, gurbette ve yabancı illerde yerleşmemizi emrettin!?” dediler. İbrâhim as:”Ben, böyle yapmakla emrolundum!” dedi. Onlara, Yüce Allah’ın isimlerinden bir isim öğretti ki, onunla, yağmur ve yardım dileğinde bulunur, yağmura ve yardıma kavuşurlardı.[1] Onlardan bazıları da, Horasan’a varıp yerleştiler.[2] Hâzerler gelip onlara: “Bunu, size öğreten, yeryüzü halkının hayırlısı ve Hükümdarı olmağa lâyıktır!” diyerek onların krallarına Hâkan ünvanını verdiler.[3] İbn. Habib’e göre: İbrâhim as’ın, Horasan’a gidip yerleşen oğulları: Medan, Eşbak, Şeuh olup bunların, orada nessileri çoğalmış ve Horasan Türkleri de, bunların soyundan gelmiştir.[4] Bir Hadis-i şerifde de, Türklerin, Kantura oğulları oldukları bildirilmiştir.[5] -------------------------------------------------------------------------------- [1] İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.47,48; Taberi-Tarih c.1, s.160; Sâlebi-Arais s.97; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.222. [2] İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.48; İbn.Habib-Muhabber s.394; Taberi-Tarih c.1, s.160; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.222. [3] İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.47-48; Taberi-Tarih c.1, s.160; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.222. [4] İbn.Habib-Muhabber s.394; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.223. [5] Nevevî-Tehzibülesma vellugat c.1, s.102; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.223. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Hz. Sâre’nin Vefatı :
Hz. Sâre, yüz yirmi yedi yaşında iken, Ken’an topraklarında Zorbaların kariyesi olan Habrun’da vefat etmiştir.[1] Vâdilkurâ ile Şam arasında bulunan Habra veya Habrun,[2] Beytülmakdis (Kudüs) kariyelerinden olup Halilürrühman diye de anılır.[3] Hz.Sâre vefat edince, İbrâhim as, onu, gömmek üzere bir yer ararken, Habra nahiyesinde oturan kendi dininde bulunan Safvan adındaki bir adamla karşılaştı ve ondan, elli dirheme-ki, o asırda bir dirhem, beş dirhemdi- satın aldığı yere Hz.Sâre’yi defnetti. Vefat ettiği zaman, kendisi de, oraya gömüldü. İbrâhim as.’ın oğlu İshak as.’ın zevcesi de, sonra, İshak as. da, İshak as.’ın oğlu Yâkub as. da, Yâkub as.’ın zevcesi ilya da, oraya gömüldüler.[4] Rivayet edildiğine göre, Sâre’nin vefatından sonra Hâcer’in bir müddet daha yaşadığı ifade ediliyor. Fakat doğru olan görüş ise, Hz. İbrâhim’in Mekke’ye gitmesi konusunda yukarıda anlattığımız üzere Hâcer’in Sâre’den önce vefat etmiş olduğudur. Her halde doğru olan da budur.[5] -------------------------------------------------------------------------------- [1] İbn.Kuteybe-Maarif s.16; Sâlebî-Arais s.97; İbn.Esir-Kâmil c.1, s.123; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.174; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 221. [2] Zürkanî-Mevahibülledünniye Şerhi c.3, s.358; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.221. [3] Peygamberler Tarihi M.Asım Köksal s. 221; İbn.Esîr-Kâmil c.1, s.115. [4] Yâkut-Mucemülbüldan c.2, s.212; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s. 221. [5] İbn.Esir-Kâmil c.1, s.115. |
Hazreti İbrahim (a.s)
I. BÖLÜM: İBRAHİM AS.’IN FAZİLETleri
1. İbrâhimî Duruş : Korkunun kol gezdiği, güvenin yıkıldığı, insanın metâ olarak algılandığı, eşyalaştırıldığı; paranın, maddenin, gücün putlaştırıldığı bir dünyada ve ülkede kurtuluşun tek reçetesi, “İbrâhimî duruş”tur. Hz. İbrâhim’in, sapık bir toplum düzenine karşı gösterdiği onurlu direniş ve karşı koyuştur. Bir tarafta babasının da içinde yer aldığı bâtıl bir düzen ve halk, diğer tarafta yalnızca Allah’a iman edip O’na güvenen ve yalnızca O’ndan korkan Hz. İbrâhim... Muvahhid kimliği gereği putperest sisteme karşı çıkan tek kişilik bir ümmet. Böyle toplumlarda putlar, yönetimin bir parçasıdır. Refahtan şımarıp azan önde gelenler, putlar etrafında efsâne ve mit oluşturarak toplumu yönetmeyi temel ilke edinirler. Putlar, ibâdet edinilen bir varlık olmanın ötesinde, sömürü çarkının ağırlık merkezini de oluştururlar. “İbrâhim dedi ki: “Siz gerçekten Allah’ı bırakıp da dünya hayatında aranızda bir sevgi bağı olarak putları ilâhlar edindiniz.[1]” Bu tür toplumlarda putlar; dünya hayatında aralarında bir sevgi bağı oluşturması ve böylelikle toplumun daha kolay kontrol edilebilmesi için, refahtan şımarıp azan önde gelenler tarafından uydurulmuş ve isimlendirilmişlerdir: “Bu (putlar), sizin ve atalarınızın (kendi istek ve öngörülerinize göre) isimlendirdiğiniz (kuru ve keyfî) isimlerden başkası değildir. Allah, onlarla ilgili ispatlayıcı bir delil indirmemiştir. Onlar, zanna ve nefislerinin hevâ olarak arzu ettiklerine uymaktadırlar. Oysa andolsun, onlara Rablerinden yol gösterici gelmiştir.[2]” Tarihî süreci incelediğimizde, ihdas edilen ve koruma zırhına büründürülen putlarla ilgili hiçbir tartışma yapılamadığını görmekteyiz. Bu ülkelerde putların dışında, Allah’ın varlığı da dâhil olmak üzere, her şeyi tartışabilirsiniz; fakat putları tartışamazsınız. Onlar hakkında, refahtan azan önde gelenler, bu konuda ileri sürülebilecek her türlü fikri engellemek için korkuyu, bir yönetim aracı olarak kullanmaktadırlar. Bu yüzden Hz. İbrâhim: "Ben hanîf (Allah'ı bir bilen ve O'na yönelmiş) olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim ve ben müşriklerden değilim. Kavmi onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi ki: 'Beni doğru yola hidâyet etmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O'na şirk/ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Rabbimin dilediği dışında hiçbir şey olmaz. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ ibret almıyor musunuz? Siz, Allah'ın size, haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O'na şirk/ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım?! Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki gruptan (Allah'ı tek ilâh kabul edenlerle O'na ortak koşanlardan) hangisi (Allah'ın azâbından) emniyette/güvende olmaya daha lâyıktır?[3]" diyerek putperest düşünceye karşı tavır almaktadır. Yukarıdaki âyetlerde konumuz açısından şu noktalar önemlidir: Putperestler, Allah’tan korkmamakta; fakat iman edenlerin putlardan korkmasını istemektedirler. Putları önemli bir korku kaynağı olarak insanların hâfızalarında diri tutarak toplumu yönetme ilkesi egemendir, bu tür toplumlarda. Bundan dolayı, putların gölgesinde sürdürdükleri otoritelerini sarsacak her düşünce ve hareketi tehlikeli sayarlar. Farklı düşünenler; yıpratma, tehdit ve korkutma gibi yöntemlerle sindirilmeye çalışılır. Hz. İbrâhim, babasını putlardan vazgeçirme konusunda ısrarcı olunca, oğluna verecek cevabı kalmayan baba, putlara olan bağlılığını oğlunu tehdit ederek ortaya koymuştur: "(Babası:) Demişti ki: 'Ey İbrâhim! Sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni kovar, taşa tutarım! Uzun bir zaman benden uzak dur! İbrâhim: ‘Sizden de, Allah'ın dışında taptığınız şeylerden de uzaklaşıyor ve Rabbime yalvarıyorum. Umulur ki (senin için) Rabbime duâ etmemle bedbaht (emeği boşa gitmiş) olmam[4]." Putperest/câhilî düzenin yöneticileri, otoritelerini zedeleyecek hiçbir inanç, düşünce ve davranışa asla tahammül göstermezler. Sisteme ve düzenin ana felsefesine yönelik köklü eleştiri bir tek kişi tarafından da başlatılmış olsa, bundan şiddetli bir paniğe kapılırlar; zira “haksız” olduklarının bilincindedirler ve eleştirileri cevaplayacak tutarlı bir fikir bütünlüğüne sahip değildirler. Nitekim, Nemrut ve adamları, Hz. İbrâhim’in putlara ve putperest düzene yönelik eleştirilerini sürdürmedeki kararlılığı karşısında, onu yakma girişiminde bulunmaktan çekinmemişlerdir: “Dediler ki: ‘Eğer iş yapacaksanız, yakın onu da tanrılarınıza yardım edin!’ dediler. Biz de dedik ki: ‘Ey ateş! İbrâhim için serin ve selâmet ol!’ Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat Biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk[5].” İbrâhim (a.s.), sırf inançlarından dolayı, babasının da dâhil olduğu bir topluluk tarafından yakılmak istenir. Yerleşik değerlerin (putperestlik) temellerine yönelen bir eleştiri, çok şiddetli bir cezalandırma yöntemiyle susturulmak istenir. Refahtan şımarıp azan önde gelenler, sömürü ve zulüm çarkının işlemesini engelleyecek her türlü inanç, düşünce ve harekete karşı tahammülsüzdür. Tarihte Hz. İbrâhim’in yakılma teşebbüsü bunun en canlı örneklerinden biri olmuştur. Günümüzde yapılanlar ise, refahtan şımarıp azan önde gelenlerin toplumu korku, tedhiş ve terör kıskacında yönetebilmek için tarihte benzer zihniyettekilerin yaptıklarının bir tekrarından ibarettir. Tarihsel süreç incelendiğinde benzer senaryolar hep tekrarlanıp durmuştur. Halkı sindirerek daha rahat yönetebilmek için korku, silâh olarak kullanılmakta ve tüm ülke acımasız bir psikolojik savaşın içine sokulabilmektedir. Halkın muhâlif olduğu politikalar karşısında sessiz kalmasını sağlayabilmek için klasik bir yöntem vardır: Yüreklere korku salmak. Halk, malının ve canının bir büyük düşmanın tehdidi altında bulunduğuna inandırılırsa, muhâlif olduğu programların uygulanması karşısında sessiz kalmayı tercih eder; yapılanları hoş karşılamasa bile, zarûri bulabilir. Yüreklere korku salabilmek için propaganda sistemi çalıştırılır. İstenen sonuca ulaşabilmek için, o zamana kadar halka söylenilen ve fakat gerçekte inanılmayan birçok kavram, ilke unutulur. Her şey te'vil edilerek bir çok kavramın içi boşaltılır, anlam alanları daraltılır veya saptırılır. Her türlü hile, entrika, yol ve yöntem mubahlaşır: “Nuh dedi ki: ‘Rabbim, gerçekten onlar bana isyan ettiler; mal ve çocukları kendisine kayıptan başka bir şeyi arttırmayan kimselere uydular. Ve büyük hileli düzenler kurdular.” (Nûh: 71/21-22) Ama İbrâhim (a.s.), putperest düzene karşı mücâdelesinde bütün olumsuz koşullara rağmen, inancının gerektirdiği duruşu, tavrı sergiler: “Gerçek şu ki, ben bir muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim.[6]”. Hz. İbrâhim, yalnızca Allah’a ibâdet ve itaat etmenin, yalnızca O’nu ilâh ve Rab kabul edinmenin, yalnızca O’ndan korkmanın doğal sonucu olarak böyle bir tavır, bir duruş ortaya koyar. Bu nedenle Allah, tüm mü’minlere Hz. İbrâhim’i örnek gösterir: “İbrâhim ve onunla birlikte olanlarda sizin için güzel bir örnek vardır.[7]” Putperest bir toplum içerisinde tek başına kalmış olmasına karşın inancından ve bu uğurdaki kararlı mücâdelesinden vazgeçmemiş olması ise, İbrâhim (a.s.)’in en belirgin vasfıdır. Tek başına olmasına rağmen hiçbir korku ve kaygıya kapılmadan, en olumsuz şartlarda direnmenin, ayakta kalmanın sembolüdür Hz. İbrâhim. O nedenle Kur’ân-ı Kerim onu hem tekil (muvahhid), hem de çoğul (ümmet) olarak tanıtmakta ve örnek olarak gelecek nesillere göstermektedir: “Gerçek şu ki, İbrâhim tek başına bir ümmetti; Allah’a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi.[8]” Hz. İbrâhim’in ateşe atılırken söylediği “Allah bana kâfidir” ve kavmi ile tartışmasında söylediği “ben sizin ilâhlarınızdan korkmuyorum”, “sizden ve sizin ilâhlarınızdan kopup ayrılıyorum.” sözleri, onun teslimiyetinin bir ölçüsü olmanın yanı sıra; tüm korkuları, Allah korkusu içinde eritip yok ettiğinin de bir göstergesidir. Bir önder ve örnek olarak o, özgür olmanın yolunun yalnızca Allah’tan korkarak ve böylelikle tüm korkulardan arınmaktan geçtiğini, tüm iman edenlere göstermektedir. Yalnızca Allah’tan korkan bir mü’min, Allah’ın çizdiği sınırları koruma konusunda gerekli hassâsiyeti gösterir. Yalnızca Allah’tan Korkmak: Malın, canın, neslin ve inancın tehlike altında olması durumunda genelde insanlar, özelde mü’minler, inancını yaşatmak için tüm imkânlarını seferber ederek ölüm de dâhil olmak üzere her şeyi göze alırlar. Bu insanlık tarihinde genel bir kanun olarak hep var olmuştur. Mü’minler ise bu noktada özel bir yer işgal ederler. Onlar, öldükten sonra dirilmeye, Allah’ın huzurunda hesap vermeye olan inançlarından dolayı dünyayı âhiret için bir hazırlık, bir tarla gibi görürler. Öldükten sonra dirilme ve yaptıklarından dolayı hesap verme, mü’mini teyakkuz halinde tutan bir duygu oluşturur. Hesap gününde Allah’ın huzurunda mahçup olma, Allah’ın rızâsını kaybetme mü’minin asıl korkusudur. Birçok korku kaynağı aynı anda vuku bulduğunda, mü’minin bunların etkisi altında kalmaması mümkün olmayabilir. Korkular anaforunda yaşanan geçici durum bu bakımdan önemli değildir. Önemli olan kalıcı haldir; kalıcı hal üzerinde hangi korku kaynağının etkili olduğudur. İşte yalnızca Allah’tan korkmaktan kasdettiğimiz, kalıcı halin Allah korkusu ile tâyin edilmesidir. Bu nedenle mü’min, inancına zarar verecek, dolayısıyla ölüm ötesi hayatta kendini sıkıntıya sokacak herhangi bir davranış içinde bulunamaz. İşte bu yüzdendir ki Allah, mü’minleri yalnızca kendinden korkmaya çağırarak korkularından arındırmak ister: “Öyleyse Benden, yalnızca Benden korkun. Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur, itaat-kulluk da O’nundur. Böyleyken Allah’tan başkasından mı korkup sakınıyorsunuz?[9]” “Öyleyse insanlardan korkmayın; Benden korkun ve âyetlerimi az bir değere karşılık satmayın.[10]” Allah, Kur’an’ın değişik yerlerinde, kâfirlerden, zâlimlerden, müşriklerden ve onların ilâh kabul ettiklerinden, kınayıcıların kınamasından ve şeytandan korkmamaları gerektiğini mü’minlere hatırlatmaktadır.[11] Yalnızca Allah’tan korkmanın, mü’min olma şartı ile birlikte ifade edilmesi, mü’min olmaktan ne anlamamız gerektiğini de berraklaştırmaktadır: “İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer mü’minseniz Benden korkun.[12]” Allah’tan korkmak, O’nun azâbından ve O’nun sıfatlarının derin anlamlarını bilmekten doğan uyanıklık ve dikkat halinde bulunmaktır. Kendisinden dolayı ceza çekeceğini bildiği şeyleri yapmaktan kaçınan kimse, gerçekte Allah’tan korkmaktadır. Mü’minlerin, temiz akla sahip olarak Allah’tan korkup sakınmaları Kur’an’da ısrarla istenmektedir.[13] “Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkup sakınmak gerekiyorsa öylece korkup sakının ve siz, müslüman olmaktan başka bir din ve tutum üzerinde ölmeyin[14].” Allah’a yaraşır şekilde Allah’tan korkmak demek, Allah’ın adını yükseltmek, O’nun emir ve yasaklarına riâyet ederek gösterdiği yolda yürümek demektir. Onun dışında edinilen tüm ilâh ve rabların hükümranlığına son vermektir: “Benden başka ilâh yoktur; şu halde Benden korkup sakının diye uyarıp korkutun.[15]” Bir mü’min için; şeytanın taraftarları ile işgal edilmiş bir dünyada, Allah’tan başka ilâh ve rab olmadığını deklare etmek demek, zulme karşı Hz. İbrâhim gibi meydan okumak, kıyâma kalkmak demektir. İşte böyle bir durumda dimdik ayakta durabilmek için, Hz. İbrâhim’in ateşe atılırken “Allah bana kâfidir” şeklindeki sözünü diyebilme güç, irâde ve bilincinde olmak gerekir. Bunun yolu da, Allah’a güvenip dayanmak, O’na teslim olmak, O’ndan gereği gibi korkup O’na yönelmektir. Zâlimleri etkisiz hale getirmenin yolu mücâdeledir. İnatla, sabırla ve meşrûiyet içinde yürütülecek bir mücâdele ile bütün engeller aşılabilir, kurulan tuzaklar işe yaramaz hale getirilebilir. Bütün korkulardan arınıp yalnızca Allah’tan korkarak, O’na güvenip dayanarak, O’na sığınarak Allah’ın gösterdiği dosdoğru yolda İbrâhimî duruşu göstererek ve bu yolda tüm mazlumlara kimlikleri sorulmadan birlik içinde sahip çıkarak zulme son verilebilir[16].[17] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Ankebût: 29/25. [2] Necm: 53/23. [3] En’âm: 6/79-81. [4] Meryem: 19/46, 48. [5] Enbiyâ: 21/68-70. [6] En’âm: 6/79. [7] Mümtehıne: 60/4. [8] Nahl: 16/120. [9] Nahl: 16/51-52. [10] Mâide: 5/44. [11] Mâide: 5/3, 54; En’âm: 6/81, 82. [12] Âl-i İmrân: 3/175. [13] Ahzâb: 33/39; Fâtır: 35/28; Mâide: 5/100; Talak: 65/10. [14] Âl-i İmrân: 3/102. [15] Nahl: 16/2. [16] Enfâl: 8/45-47. [17] Yıldırım Canoğlu, İbrâhimî Duruş, Umran, sayı: 77, Ocak 2001; Ahmet Kalkan, Kur’an Kavramları: 2464-2467. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. İbrâhim as.’ın Kendisine Verilen Ünvanlar ve Fazileti :
Kur’ân-ı Kerim'de Allahu Teâlâ'nın "Halil" dost diye nitelediği ulu'l-azm mertebesinde olan bir peygamberdir. "İbrâhim" kelimesinin manası "cemaat babası" demektir. Nitekim kendisinden sonra gelen peygamberle babası Hz.İbrâhim'dir. "Allah'ın dostu" anlamına gelen "Halîlullah" ünvanına sahip İbrâhim (a.s), "Ulü'l-azm" denilen büyük peygamberlerden biridir. "Ulü'l-azm" gayesine erişen diğer peygamberler ise Nuh (a.s), Musa (a.s), İsa (a.s) ve Muhammed (a.s)'dir. Hz. İbrâhim'in "halilullah" lakabını alması Allah'a olan sevgi ve bağlılığındandır. Bir rivayete göre Hz. İbrâhim insanlara karşı çok cömert olduğu ve onlardan hiçbir şey istemediği için "halilullah" diye nitelendirilmiştir. Hz.İbrâhim'in ismi Kur’ân-ı Kerim'de 25 sûrede 69 defa geçmiştir. Kur’ân-ı Kerim'de Hz.İbrâhim değişik isim ve sıfatlarla anılmış ve kendisinden övgüyle bahsedilmiştir. Kur’ân'da da geçen sıfatlarının bazıları: Evvâh (çok ah eden), Halim, Munib (Allah'a sığınan), Hanîf, Kânit (Allah'a kulluk eden), Şâkir. Hz. Peygamber (s.a.s)'de Hz. İbrâhim (a.s)'ın faziletini anlatırken şöyle der: "Kıyâmet günü ilk elbise giydirilen kişi, İbrâhim'dir."[1] "Bir gece bana rüyamda her zaman gelen iki melek (Cibril ile Mikâil) geldi. Bunlarla beraber gittik nihayet uzun boylu birinin yanına vardık, (Semaya doğru yücelen) boyunun uzunluğundan başını neredeyse göremeyecektim. O İbrâhim (a.s) idi.[2] Allah, İbrâhim Aleyhisselam’ın kalbine öyle bir sevgi ve korku vermişti ki kalbinin çarpışı, tıpkı kuşun havada kanat çırpması gibi uzaktan duyulurdu. Allah’ın Elçisi as.’da öyle idi. Çok ağladığı zaman göğsünden, tencerede kaynayan suyun sesine benzer bir ses işitilirdi.[3] Hz. İbrâhim’in örnek kişiliği Kur’ân ayetlerinde bize pazajlar arasında naklediliyor. Şimdi Kur’ân’a yönelerek, bizim yoluna uymamız istenen İbrâhim peygamberin şahsiyetini daha yakından tanımaya çalışalım ve onun bazı karakteristik özelliklerini sıralayalım: -------------------------------------------------------------------------------- [1] Buhâri, Enbiyâ, 8. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Özgür Düşünce Sahibi:
Hz.İbrâhim’in kişiliğine yönelik ilk tesbitimiz, onun içinde yaşadığı toplumdan bağımsız olarak doğruları araştıma yönünde bir gayret içinde olmasıdır. O doğruyu görme bakımından özgürce düşünüyor ve hakiki doğruyu bulmaya çalışıyordu. Dünyaya geldiği toplum putperest bir toplumdu. Bir yığın putları vardı taptıkları... O, önce bunlara baktı. Onları tanımaya çalıştı. Onların gerçek değerlerini anlamaya, güçlerini görmeye yöneldi. En’am 74-78’de İbrâhim’in yıldıza, aya ve güneşe bakması ve onların kendisinin rabbi olamayacağını düşünmesi ve bunu dile getirmesi anlatılmaktadır. En’am 74’de İbrâhim, daha önce putlara bakmış ve onları ilah olarak benimseyen babasına hiç çekinmeden şöyle demişti. “Doğrusu seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum.” İbrâhim’in babası, Âzer, put yapıcısı idi. Babası İbrâhim’den yaptığı putları pazara götürüp satmasını isterdi. O da onları alır, pazara götürür : “Hiç kimseye bir faydısı da zararı da olmayan bu putları almak isteyen var mı?” diye, elindeki putları aşağılar, kimsenin almamasını sağlardı. Ama İbrâhim çok dürüst birisiydi. Pazarda onları satabilmek için inanmadığı ve doğru olmayan şeyler söylemiyordu. O gerçekleri dile getiriyordu. İkinci bir özellik olarak onun bildiğini ve inandığını açıklamaktan çekinmeyen açık sözlü birisi olduğunu söyleyebiliriz.[1] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Şaban Piriş, Hz. İbrahim. Denge yayınları: s.80,81. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Açık Sözlülük:
Hz.İbrâhim, doğru bildiğini söylemekten çekinmezdi. Bu tutumu kendisini çok zor durumda bırakacak dahi olsa, o doğruluğun hep yanındaydı. İçinde ne varsa, dilinde de o vardı. Onun bu tutumu sadece müşriklere karşı ve onların batılları yüzlerine vurmakla sınırlı değildi. O, Allahu Teala’ya karşı da dürüst ve açık sözlü idi. O, Allah’ın ölüleri nasıl diriteceğinin düşünüyor ve bunun nasıl gerçekleşeceğini merak ediyordu. Bunun için Rabbine yönelip: “Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster.”[1] Diyebiliyordu. Lut as.’ın İçinde yaşadığı azgın bir kavmin bile içindeki mü’minleri ileri sürerek yok edilmesine gönlü razı olmayan İbrâhim’in yufka yürekli oluşu onun ayrı bir özelliğini teşkil ederken, orayı yok etmeye gelen elçi meleklerle tartışmaya girmesi onun ne kadar açık sözlü olduğunu yeterince ortaya koyuyordu.[2] “İbrâhim'den korku gidip kendisine müjde gelince, Lût kavmi hakkında (adeta) bizimle mücadeleye başladı. İbrâhim cidden yumuşak huylu, bağrı yanık, kendisini Allah'a vermiş biri idi. (Melekler dediler ki): Ey İbrâhim! Bundan vazgeç. Çünkü Rabbinin (azap) emri gelmiştir. Ve onlara, geri çevrilmez bir azap mutlaka gelecektir!”[3] Hz.İbrâhim’in açık sözlülüğü aynı zamanda onun mücadeleci yönünün de ortaya koyuyordu. O, daima hakkın mücadelesinin veriyordu. -------------------------------------------------------------------------------- [1] Kur’an-ı Kerim: Bakara, 2/260. [2] Şaban Piriş, Hz. İbrahim. Denge yayınları: s.81. [3] Kur’an-ı Kerim: Hud, 11/74-76. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Hak Yolda Mücadeleci:
O, doğruluğu kendisine rehber edinmişti. Açık görüşlü, açık sözlü ve mücadeleci bir kimliğe sahipti. Ama onun mücadelesi, insanlara gerçeği göstermeye, doğruyu öğretmeye yönelikti. Yoksa, kin, kıskançlık ve çekememezlik üzerine kurulu bir mücadele kesinlikle değilidi. İşte sizlere bu mücadele adamının gerek babası, gerek toplum ile yaptığı mücadele tablolarından bir örnek:[1] “İbrâhim, babası Âzer'e: Birtakım putları tanrılar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni de kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum, demişti. Kavmi onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi ki: Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O'na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Ancak, Rabbim'in bir şey dilemesi hariç. Rabbimin ilmi herşeyi kuşatmıştır. Hâla ibret almıyor musunuz? Siz, Allah'ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım! Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki guruptan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır?”[2] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Şaban Piriş, Hz. İbrahim. Denge yayınları: s.82,83. [2] Kur’an-ı Kerim: En’am, 6/74-81. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Öğüt Verici:
İbrâhim as.’ın mücadele metodu, doğruyu göstermek ve öğüt vermek şeklindeydi. Mücadele ettiği kimselerin bilgisizliğini, cehaletini yüzlerine vurup, onları küçümsemek ve kendisini yüceltmek için konuşmuyordu. O, Allah’tan korkuyor ve toplumun da Allah’tan korkması, batıl inanç sebebiyle anlamsız putlardan korkmamasını istiyordu. O, insanlara yepyeni bir dünyanın kapılarını açıyordu. Batıl ve hurafe dolu, gerçek dışı sahte ilahların devrini kapatıp, tek ve her şeyin sahibi, hakimi ve insanlara en doğruyu gösteren, adalet sahibi Allah’ın yolunun öğretiyor, o yola girmelerini öğütlüyordu. O başta babası olmak üzere, şefkat ve merhametle halka şöyle diyordu: Onların düşüncelerine ve gönüllerine hitabederek:[1] Bir zaman o babasına dedi ki: Babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin taparsın? Babacığım! Hakikaten sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Öyle ise bana uy ki, seni düz yola çıkarayım. Babacığım! Şeytana kulluk etme! Çünkü şeytan, çok merhametli olan Allah'a âsi oldu. Babacığım! Allah tarafından sana azap dokunup da şeytanın yakını olmandan korkuyorum. (Babası:) Ey İbrâhim! dedi, sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni taşlarım! Uzun bir zaman benden uzak dur! İbrâhim: Selâm sana (esen kal) dedi, Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim. Çünkü O bana karşı çok lütufkârdır. Sizden de, Allah'ın dışında taptığınız şeylerden de uzaklaşıyor ve Rabbime yalvarıyorum. Umulur ki (senin için) Rabbime dua etmemle bedbaht (emeği boşa gitmiş) olmam.”[2] “Andolsun biz İbrâhim'e daha önce rüşdünü vermiştik. Biz onu iyi tanırdık. O, babasına ve kavmine: Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor? demişti. Dediler ki: Biz, babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk. Doğrusu, siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz, dedi. Dediler ki: Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen oyunbazlardan biri misin? Hayır, dedi, sizin Rabbiniz, yarattığı göklerin ve yerin de Rabbidir ve ben buna şahitlik edenlerdenim.”[3] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Şaban Piriş, Hz. İbrahim. Denge yayınları: s..83. [2] Kur’an-ı Kerim: Meryem, 19/42-48. [3] Kur’an-ı Kerim: Enbiya, 21/51-56. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Gittiği Yolda Kararlı:
İbrâhim peygamber, doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen, batıl ve yanlışlara tahammül edemeyen biri olduğu kadar, inandığı davayı sonuna kadar sürdürmekte de kararlı bir insandı. O, toplum hayatındaki sahte ilahların yanlışlığını görüyor, her vesile ile onların anlamsızlığını ve toplum üzerindedeki zararlarını anlatıyor, onların anlamsızlığını ve toplum üzerindeki zararlarını anlatıyor, onları nasıl Allah’ın yolundan uzaklaştırdıklarını ve Allah’ın gazabının üerlerinde topladıklarını hatırlatıyordu. Ancak, toplum tüm onun oğüt ve uyarılarına kulak asmıyor, onu ciddiye almıyor ve putlarına sıkı sıkıya yapışıyorlardı. O, bu mücadelenin ancak onların inandığı ve güvendiği putların yok edilmesiyle sona ereceğinin düşünüyor. O, putları yok edebileceği bir fırsat kolluyordu. Hatta bu düşüncesini de açıkça onlara söylemekten çekinmiyordu:[1] “Allah'a yemin ederim ki, siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım!”[2] Diyordu ve azimle yürüdüğü yolda, planladığı işi yapmış ve tüm putları yerle bir etmiş, halka gerçeği anlatmaya iyi bir fırsat olsun diye de o putlardan iri bir puta dokunmamış, diğerlerini kırdığı baltasını onun omzuna asmıştı. İbrâhim, hedefine ulaşmış, putların acizliğini ve basitliğini onlar göstermişti. Üstelik karşılarındaki genç bu saçma inanaçları dolayısıyla kendileriyle dalga geçiyordu. [3] “Sonunda İbrâhim onları paramparça etti. Yalnız onların büyüğünü bıraktı; belki ona müracaat ederler diye. Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o, zalimlerden biridir, dediler. (Bir kısmı:) Bunları diline dolayan bir genç duyduk; kendisine İbrâhim denilirmiş, dediler. Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın ey İbrâhim? dediler. Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Hadi onlara sorun; eğer konuşuyorlarsa! dedi.”[4] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Şaban Piriş, Hz. İbrahim. Denge yayınları: s.85. [2] Kur’an-ı Kerim: Enbiya, 21/ 57. [3] Şaban Piriş, Hz. İbrahim. Denge yayınları: s.85. [4] Kur’an-ı Kerim: Enbiya, 21/58-63. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Tek başına bir Ümmet :
120) Gerçekten İbrahim bir ümmetti. Allah’a itaatkârdı. Hanifdi. Müşriklerden de değildi. Ümmet: İyi hasletleri kendisinde toplayan önder. [1] İmam kökünden alınmış bir çoğul isimdir ki, çeşitli insan gruplarına önder olan ve kendisine uyulan bir cemaat demektir. Yani bir imamın çevresinde sağlam bir birlik oluşturup, düzenli bir şekilde faaliyet gösteren ve bu şekilde çeşitli insan grupları üzerine hakim olan bir topluluktur. Diğer bir tabirle ümmet, imamet-i kübra sahibi cemaattir. Cemaatlara göre ümmet, fertlere göre imam gibidir. Demek ki ümmet, hakim bir milletin fertlerinden meydana gelmiş olan bir sosyal toplumdur. [2] Alimlerin Ayet hakkında Görüşleri: 1) Muhammed Ali es-Sabuni diyor ki: “Bu bölüm, öncekileri pekiştirmekte ve Yahudi ve Hristiyanların, Hz. İbrahim’in Yahudi ve Hristiyan olduğuna dair iddialarını reddetmektedir. “Bir ümmetti” cümlesinde teşbih-i beliğ vardır. O, bütün mahlukata dağılmış olan olgunluk sıfatlarını kendisinde topladığı için tek başına bir ümmet ve büyük bir cemaat gibiydi. Nitekim şair şöyle der: Allah’ın âlemleri bir tek kişide toplaması garip değildir.”[3] 2) Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır diyor ki: “Şüphesiz ki İbrahim, başlı başına bir ümmetti. İnsanlar hep kâfir iken o, bir hanif, yani batıl dinlerin hepsinden yüz çevirerek hakka yönelmiş temiz bir muvahhid (Allah'ın birliğine inanan) olarak Allah için ayağa kalkmıştı. Hem o, müşriklerden değil idi. Yani müşrik oldukları halde kendilerini İbrahim'in milletinden sayan Kureyş ve diğerleri gibi müşriklerin dinlerine asla katılmamıştı.”[4] 3) Mevdudi diyor ki: "İbrahim başlı başına bir ümmetti." Çünkü o dönemde dünyada İslam sancağını taşıyan tek müslümandı. Dünyanın geri kalanı ise küfür sancağını taşıyordu. Allah'ın bu kulu, normalde bir topluluk tarafından yürütülen bir görevi yürüttüğü için bir tek kişi değil başlı başına bir topluluk, bir ümmetti."[5] 3) Seyyid Kutub diyor ki: “Kur'an-ı Kerim Hz. İbrahim'i -selâm üzerine olsun- doğru yolun, itaatin, şükretmenin ve Allah'a yönelmenin canlı bir örneği olarak takdim etmektedir. O'nun tek başına bir ümmet olduğunu ifade etmektedir. Buradaki ifade O'nun itaati, güzelliği, bereketi ve iyiliğiyle tek başına bir ümmete denk olduğu anlamına gelebilir. İyilik hususunda kendisine uyulan bir önder olduğu anlamına da gelebilir. Rivayet tefsirlerinden hem bu anlamı, hem de diğer anlamı destekleyen rivayetlere yer verilmiştir. Aslında her iki anlam da birbirine yakındır. Çünkü önder olan, insanları doğru yola iletendir. Bu da bir ümmetin lideridir. Böyle bir adamın hem kendi sevabı hem de onun vasıtasıyla doğru yola gelenlerin mükafatı kendisine verilir. O sanki bu iyilikleri ve sevabı elde etmede tek bir fert değil, bir ümmettir: "Allah'ın buyruğuna titizlikle uyan." İtaat eden, içten boyun eğen ve kulluk yapan. "Tek Allah'a inanmış." Hakka yönelen ve ona doğru içinde eğilim duyan bir liderdi. "Ortak koşanlardan değildi..." Onun şirkle bir ilgisi yoktur. Müşriklerle hiçbir ilgisi yoktur!”[6] 4) Ebu Bekir Cabir el-Cezairi diyor ki: “İmam Malik şöyle demiştir: “Bana şöyle bir haber geldi. Abdullah b. Mesud şöyle demiştir: “Allah Muaz’a merhamet etsin. O verilene razı olan bir ümmetti. Ona: “Ey Ebu Abdurrahman, Allah bu ayeti İbrahim için söylemişti.” denince, o: “ümmet kelimesi insanlara iyiyi öğreten, “Kaniten” kelimesi ise itaat eden demektir.” dedi. [7] 5) Ömer Nasuhi Bilmen diyor ki: “Bu mübarek ayetler, Allah’ın birliğini risalet ve peygamberliği inkar eden, bununla beraber Hz. İbrahim’e bağlanma ve hürmet iddiasında bulunan müşrikleri reddediyor. İbrahim’in niteliklerine ve kavuşmuş olduğu ilahi nimetlere işaret buyuruyor. Allah’ın dini hususunda Hz. İbrahim ile Rasul-i Ekrem efendimizin bir olduklarını ve İbrahim’in müşrikler ile bir bağının bulunmadığını bildiriyor ve cumartesi günü hakkındaki ihtilafların kıyamet gününde Allah’ın hükmüyle çözüleceğini ihtar buyurmaktadır.”[8] 6) Mahmut Toptaş diyor ki: “İbrahim bir tek ümmetti, bir tek şahıs ümmetti yani “Bir mü’min dünyaya bedeldir” diyoruz ya işte o budur.”[9] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetu’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/351. [2] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Yayınları: 1/419-422. [3] Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetu’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/353, 355. [4] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim yayınları: c.5. [5] Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 3/61. [6] Seyyid Kutub, Fîzilâli’l-Kur’an, Dünya Yayınları: 6/583. [7] Ebu Bekir Cabir el-Cezairi, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/40. [8] Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerim Meali ve Tefsiri, İpek Yayınları |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Hanîf :
Hanîf: Batıl dinleri bırakıp İslam dinine dönen demektir. Meyil manasına gelen “Hanf” kökündendir.[1] Hanif: Doğru, sağlam, düzgün. Allah’ın dini üzere dosdoğru olan, O’nu bilen ve hayat sistemine egemen olma noktasında hiç kimseyi ona ortak koşmayan. [2] Hanîf kelimesi, Arapça’da meyletmek anlamına gelir. Bir şeye gereği gibi meyletmek doğru olmak doğruya yönelmek, şirk ve batıl şeyden uzaklaşıp, hakka yönelmektir. Hz.İbrâhim Hanîf idi. Yani o, doğruyu aramayı, doğruya yönelmeyi kendisine ilke edinmişti.[3] Doğru anlamına gelen “Hanîf”, Kur’ân’da çoğunlukla tevhid ve Allah’a şirk koşmama anlamında kullanılmıştır. Batıl inanaçların hepsinden ayrılıp yalnız Hakk’a yönelen kimseye “Hanîf” denir.[4] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetu’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/351. [2] Ebu Bekir Cabir el-Cezairi, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/168. [3] Şaban Piriş, Hz. İbrahim. Denge yayınları: s.86. [4] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9/145. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Şakir ve Kânit ve Muvahhid :
Şakir ise, kendisine verilen ilahi nimetlere şükreden demektir. Türkçede ki anlamı, nimetin sahibine sadece dille teşekkür söylemek biçiminde algılanır. Aslında şükrün ikram anlamı da vardır. Kur’anda ki bu terim, ikram anlamıyla, aynı zamanda Hz. İbrâhim’in destanlaşan misafirperverliğini de anlatmaktadır. Kânit: İtaatkâr, boyun eğen. İtaat ve boyun eğmek manasına gelen kunût kökündendir[1]. Kânit sıfatına gelince, Bu da yukarıdaki şükür kavramının anlamını tamamlar. Çünkü Kânit, Allah’ın emirlerinin hakkıyla yerine getiren demektir. Hz. İbrâhim’in zâtı için kullanılan ümmet kelimesi ise burada iki anlama gelebiri. Birisi; O, tek başına bir ümmetti demek olabilir. Diğeri de bu anlamı tamamlar; O, kendisine uyulan bir imamdı, inanç konusunda kimsenin peşine takılmamıştı.[2] Muvahhid ise, Allah’ı bir tanıyan, her türlü yanlış itikadlardan sıyrılmış. Tevhid akidesine bağlı kimseye denir.[3] “İbrâhim; Hanîf olarak Allah’ın önünde kânit bir ümmet idi. Müşriklerden değildi. O’nun nimetlerine şakir idi”.[4] “Halbuki onlara ancak, dini yalnız O'na has kılarak ve Hanîfler olarak Allah'a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur.”[5] “(Yahudiler ve hıristiyanlar müslümanlara:) Yahudi ya da hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler. De ki: Hayır! Biz, hanîf olan İbrâhim'in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi.”[6] “De ki: Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise, Hanîf (hakka yönelmiş) olarak İbrâhim'in dinine uyunuz. O, müşriklerden değildi”.[7] “İşlerinde Hanîf (doğru ) olarak kendini Allah'a veren ve İbrâhim'in, Allah'ı bir tanıyan dinine tâbi olan kimseden dince daha güzel kim vardır?”[8] “İbrâhim, ne yahudi, ne de hıristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru (Hanîf) bir müslüman (muvahhid) idi; müşriklerden de değildi.”[9] “De ki: “Şüphesiz Rabbim beni dosdoğru (Hanîf) bir yola, dimdik ayakta duran bir dine, muvahhid olan İbrâhim’in dinine iletti. O, müşriklerden olmadı.”[10] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetu’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/351. [2] Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş, Beyan Yayınları: s.24, 25. [3] Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali, Beşir Eryarsoy- Ahmed Ağırakça: s.59. [4] Kur’an-ı Kerim: Nahl, 16/120-121. [5] Kur’an-ı Kerim; :Beyyine, 98/ 5. [6] Kur’an-ı Kerim: Bakara, 2/135. [7] Kur’an’ı Kerim: Al-i İmran, 3/95. [8] Kur’an-ı Kerim: Nisa, 4/125. [9] Kur’an-ı Kerim: Al-i İmran, 4/67. [10] Kur’an-ı Kerim: En’am, 6/161. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Halim :
Halîm Kelimesi Hakkında Alimlerin Görüşleri: “Çünkü İbrahim, çok yumuşak huylu ve çok yufka yürekli (yanık kalbli) idi.”[1] “İbrâhim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrâhim çok yalvarıp yakaran (evvâh) ve gerçekten yumuşak huylu (halim) idi.”[2] Tevbe 114 Meal/ Tefsiri : İbrahim’in babası Azer için “Senin için Rabbimden mağfiret isteyeceğim. Çünkü O, bana pek lütufkârdır.” şeklinde bağışlanma dilemesi, sizin de ona uymanızı gerektiren bir davranış değildir. Çünkü bu davranışın nedeni, babasının şirk üzerinde ısrarı tahakkuk etmeden önce, iman edeceğini umduğu için ona verdiği bir söz dolayısıyla idi. İbrahim’e, babasının gerçekten şirk, küfür ve isyanda ısrar eden bir Allah düşmanı olduğu açıklanınca, bu hal üzere öldüğü belli olunca af ve bağışlanma dilemeyi bırakıp ondan derhal uzaklaştı. Şüphesiz İbrahim çok duygulu, bağrı yanık, yumuşak huylu, aşırı merhamet ve yumuşak kalpliliğinden dolayı çok yalvarıp yakarandı, kendisine yapılan eziyetlere karşı çok sabırlı idi. İhtiraslarına hakim, güçlü, temkinli, soğuk kanlı, makul ve müsamahakârdı. Bunun içindir ki, babası onu “Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni taşlarım” sözüyle tehdit etmesine rağmen ona karşı sabırlı davrandı. (İbrahim’in babasının hidayetini umarak onun için Allah’tan af dilemesi özel bir durum olup örnek alınmayı gerektirmez.) Muhammed Ali es-Sabuni diyor ki: “Halîm: Hilmi çok. Bu öyle bir kimsedir ki, kusuru affeder, eziyete sabreder.”[3] Kurtubi diyor ki: “Halîm (yumuşak huylu), hilmi çok kimse demektir. Bu ise, günahları bağışlayıp eziyetlere katlanan kimse demektir. Bir diğer açıklamaya göre, Allah için olması hali müstesna hiçbir kimseyi cezalandırmayan ve yine Allah için olması hali müstesna hiçbir kimseden intikam almayan kimse demektir. İbrahim (a.s.) da işte böyle idi. O, namaza kalktı mı, iki millik mesafeden kalbinin çırpıntı sesleri işitilirdi.”[4] Fahreddin Razi diyor ki: “Allah Teala Hz. İbrahim’i bu ayette, bu iki vasıfla tavsif etmiştir. Çünkü onu alabildiğine rikkatli, şefkatli, korku ve endişeli olarak vasfetmiştir. İşte bundan ötürü onun, babasına ve çocuklarına duyduğu rikkat fazla olmuştur. Böylece Allah Teala bu vasıfları taşımasına rağmen onun, babasının küfürde ısrar ettiğini görünce, babasından uzaklaştığınıve ona karşı sert davrandığını beyan etmiştir. Binaenaleyh (ey mü’minler) böyle olmak size daha uygun düşer. Hz. İbrahim’in (a.s.) “halim” vasfına sahib oluşu da böyledir. Çünkü hilm sebeplerinden birisi de, kalbin rikkatli ve alabildiğine merhametli olmasıdır. Çünkü insanın durumu böyle olunca, öfkeli anında da hilmi artar.”[5] Ali Arslan diyor ki: “Halîm, öfkesini zapteden, öfke halinin kendisini çileden çıkarmayan, bilgisizliğinin ve heva ve hevesinin kendisini hafifliğe sürüklemediği kişi demektir. Sabır, Halîm kişinin özelliklerinden olduğu gibi, ayrıca başkasının kusurunu affetmek, olayları yumuşak bir şekilde karşılayıp, acelecilikten sakınmak da onun vasıflarındandır.”[6] Şaban Piriş diyor ki: “Ağırbaşlı, akıllı, uslu, sabırlı, yumuşak huylu, ince ruhlu, anlamında, rikkat, şefkat ve merhametli demektir. Başkasına yetişmek için acele etmeyip itidalle haraket eden, kızgınlığı ve öfkesi az olan kimseye Halim” denir.[7] Ahmet Baydar diyor ki: “Allah’ın güzel isimlerinden birisidir. İlâh’ın isminin kullarından birisine sıfat olabilmesinin mantığını şöyle açıklayabiliriz. İlah’ın ‘Halim’ liği, hiddet ve öfkeyle hareket ederek zulmetmek gibi bir kusurdan yüce olması anlamındadır. Beşerin halimliği de, zorluklara tahammülsüzlük göstermekten arınmışlığı, eziyet, meşakkat ve mihnetlere karşı gayet sabırlı oluşu ifade eder. İbrâhim Peygamberin Allah’ın isimlerinden birisi ile nitelenmesi bu anlamdadır.”[8] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Kur’an-ı Kerim : Hud, 11/75. [2] Kur’an-ı Kerim: Tevbe, 9/114. [3] Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetu’t-tefasir, Ensar Neşriyat: 2/538. [4] Kurtubi, Camiu li Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/427. [5] Fahreddin Razi, Mefatihu’l-Ğayb, Akçağ Yayınları: 12/207. [6] Ali Arslan, Büyük Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Arlan Yayınları: 7/269-270. [7] Şaban Piriş, Hz. İbrahim. Denge yayınları: s.87; Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş, Beyan Yayınları: s.23. [8] Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş, Beyan Yayınları: s.23. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Evvah :
Kurtubi diyor ki: “Bu kelimenin aslı, “teevvüh; ah edip inlemek”den gelmektedir ki, bu da ızdıraplıca uzun nefes alındığı vakit göğüsten geldiği işitilen ses demektir.” Ka’b dedi ki: “İbrahim (a.s.) ateşi hatırladı mı, ah aderdi.” El-Cevheri der ki: “Arapların bir şeyden şikayet ettikleri vakit, bu işten “ah” demeleri bir ızdırap çekme ifadesidir. Şair der ki: “Onu hatırladığım her seferinde ah (ederim), onu hatırlamamdan ötürü Ve (yine ah) aramızdaki yer ve gök kadar uzaklıktan dolayı” [1] Fahreddin Razi diyor ki: “Evvâh kelimesi, bir kimsenin kederi iyice artınca söylediği “ah” sözünden türemiştir. Bunun sebebi şudur: İnsan hüzünlendiğinde, kalbi ruh, kalbin içinde sıkışıp tıkanmaya, boğulmaya başlar, böylece alabildiğince yanar. İnsan da, kendisinde bulunan bazı kederleri hafifletmek için, kalbinden bu yanan nefesini (ah diyerek) çıkarır. İşte bu lafzın iştikakı hususundaki temel izah budur.”[2] Süleyman Ateş diyor ki: “Evvâh kelimesi evh kökünden gelir. İnsan çok üzülünce içinde biriken hüznü hafifletmek için “ooh!” der. İşte İbrahim, çok ooh diyen, halkın dertlerine üzüldüğünden çok ooh çeken biri olduğu için “evvâh” sıfatıyla nitelendirilmiştir. Bu şefkat ve merhametinden dolayı babasına, belki doğru yola gelir umuduyla Allah’tan mağfiret dilemiştir. Ama onun kararlı bir kâfir olduğunu anlayınca ondan el çekmiştir.”[3] Muhammed Ali es-Sabuni diyor ki: “Evvâh: Çok yalvarıp yakaran manasınadır. Bir kimse, acı ve ağrıdan şikayet ettiğinde “Te’vehu’r-raculu” denilir. Mastarı Te’veha’dır. Şair şöyle der: “Sevgilimi gece uğurladığım zaman, kederli adamın inlemesi gibi inler.”[4] İzzet Derveze diyor ki: Evvâh: “Allah’a çokça bağlı, yalvaran ve içli, yanık ve Allah’tan korkan anlamındadır.” denilmiştir.[5] Evvâh: Çok içli, yumuşak kalpli, yufka yürekli, merhametli.[6] Çok dua eden, azab ihtimali dolayısıyla ah vah edip sızlayan, Allah’ı çokça anan... diye açıklanmıştır[7].[8] Evvâh kelimesi insanın kederinin iyice artmasından sonra “Ah, âh...” biçiminde çıkardığı seslerden türemiştir.[9] İlim adamları “Evvâh” kelimesinin anlamı ile ilgili şu görüşleri ileri sürmüşlerdir: 1) İbn Mesud ve Ubeyd b. Umeyr’e göre “Çokça dua eden kimse” demektir. 2) Hasan, Katade, Ebu Meysere, Amr b. Şurahbil ve İbn Mesud’a göre “Allah’ın kullarına karşı çokça merhametli olan kimse” demektir. Nehhas’a göre birinci görüşün İbn Mesud’a ait olduğu senet bakımından daha sahihtir. Amr b. Şurahbil bu kelimenin, Habeşçe’den alındığını söylemiştir. 3) Âta, İkrime, Mücahid, Süfyan, Dahhak ve Ebu Zabyan’dan rivayetle İbn Abbas’a göre “Kesin inanç ve yakîn sahibi” demektir. 4) İbn Abbas ve İbn Cüreyc’e göre “Habeşçe’de mü’min” demektir. 5) Kelbi ve Said b. el-Müseyyeb’e göre “Kimsesiz, ıssız, kurak yerlerde Allah’ı anıp tesbih eden kimse” demektir. 6) Said b. Cübeyr, Hasan-ı Basri ve Ukbe b. Âmir’e göre “Tesbih eden ve Allah’ı çokça zikreden” demektir. Ukbe b. Âmir diyor ki: “Rasulullah (s.a.v.) Zulbicadeyn ismindeki bir adam için buyurdu ki: “Bu adam evvâh’dır. Çünkü bu, Kur’an okuyarak, Allah’ı çokça zikrederdi ve dua ederken sesini yükseltirdi.”[10] 7) Âtâ ve Abdullah ibn Abbas’a göre “Çokça Kur’an-ı Kerim okuyan kimse” demektir. Abdullah ibn Abbas diyor ki: “Rasulullah (s.a.v.) geceleyin kabristana vardı. Ona bir kandil yakıldı. Cenazeyi kıble tarafından kabre koydu ve buyurdu ki: “Allah sana rahmet eylesin. Şüphesiz ki sen, çok evvâh idin. Kur’an’ı çokço okuyan idin.”[11] Kurtubi diyor ki: “Bütün bu görüşler, birbirleriyle iç içedir. Kur’an tilaveti ise bütün bunları kapsar.” 8) Ebu Zer’e göre “Çokça ah eden kimse” demektir. İbrahim (a.s.) da: “Ah demenin fayda vermeyeceği bir vakit gelmeden önce cehennem ateşinden ah” derdi. Ebu Zer der ki: “Bir adam Beytullahı çokça tavaf eder ve dua ettiği sırada, âh âh dermiş. Ebu Zer bu adamı rasulullah’a (s.a.v.) şikayet edince, Rasulullah: “Bırak onu çünkü o, çok evvâh bir kimsedir.” diye buyurmuştur. Bir gece dışarı çıktığımda, Rasulullah’ın o adamı geceleyin –beraberinde bir kandil bulunduğu halde- defnettiğini gördüm.”[12] 9) Mücahid (İbn Abbas’tan rivayetle İbn Cüreyc[13]) ve Nehai’ye göre “Fakih (dinde inceliğine bilgi sahibi, ince kavrayışlı) kimse” demektir. 10) Abdullah b. Şeddad b. el-Hâd’a göre “Huşu duyan, yalvarıp yakaran kimse” demektir.[14] Enes der ki: “Bir kadın Rasulullah’ın huzurunda hoşuna gitmeyecek bir söz söyledi. Hz. Ömer bu şekilde konuşmaktan onu alıkoyunca, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bırakın o kadını çünkü o evvâh bir kadındır.” “Ey Allah’ın Rasulü! Evvâh ne demektir?” diye sorunca, Rasulullah (s.a.v.): “O huşu duyan bir kadındır.” diye cevap verdi.”[15] 11) Ebu Eyyub’a (ve Şüfeyy İbn Mani’ye[16]) göre “Hatırladığında, günahlarından dolayı mağfiret dileyen kimse” demektir. 12) Ferra’ya göre “Günahlarından dolayı çokça ah eden kimse” demektir. 13) Said b. Cübeyir’e göre “Hayır yaptığını bilen kimse” demektir. 14) Abdulaziz b. Yahya’ya göre “Çok şefkatli kimse” demektir. Ebu Bekir Sıddık (r.a.) da şefkat ve ince kalpliliği dolayısıyla “Evvâh” diye adlandırılırdı. 15) Âtâ’ya göre “Yüce Allah’ın hoşlanmadığı herşeyden dönen, vazgeçen kimse” demektir.[17] 16) Ebu Derda şöyle demiştir: “Kuşluk namazına ancak evvâh olan devam eder.” (İbn Ebu Hatim) 17) Mücahid diyor ki: “Evvâh; kendisini muhafaza eden, korkan, günahı gizlice işleyip yine gizli olarak ondan tevbe edendir.” (İbn Ebu Hatim) 18) Ka’b el-Ahbar diyor ki: “İbrahim, cehennem zikredildiği zaman: Ah ateşten dermiş.”[18] Taberi diyor ki: “Bana göre bu görüşlerden doğru olan, Abdullah b. Mesud’dan nakledilen birinci görüştür. Yani evvâh kelimesinden maksat, “Dua eden” demektir. Çünkü Hz. İbrahim, babasını hakka davet ettikten sonra babası, onu tehdit etmiş, İbrahim de babasına Allah’tan af dileyeceğini ve ona dua edeceğini belirtmiştir.” İbrahim’in neden böyle bir kimse olduğu hakkında alimlerin görüşleri: 1) Bazı alimlere göre “İbrahim, babasına ve diğer insanlara karşı çok merhametli ve çok yumuşaktı. Bu sebeple o, bu sıfatla sıfatlandı.” 2) Bazı alimlere göre “İbrahim’in böyle oluşu, Allah’a kesin iman etmesinden, O’nun azametini bilmesinden ve O’na boyun eğmesindendi.” 3) Bazı alimlere göre “İbrahim’in böyle oluşu, onun Rabbine olan imanının sağlamlığındandır.” 4) Bazı alimlere göre “İbrahim’in kendisine inen ilahi kitabı çokça okumasındandır.” 5) Bazı alimlere göre “İbrahim’in Rabbini çokça zikretmesindendir.”[19] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Kurtubi, Camiu li Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/427. [2] Fahreddin Razi, Mefatihu’l-Ğayb, Akçağ Yayınları: 12/207. [3] Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri: 4/146. [4] Ebu Hayyan, Bahru’l-Muhit: 5/88; Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetu’t-tefasir, Ensar Neşriyat: 2/538. [5] İzzet Derveze, Tefsiru’l-Hadis, Ekin Yayınları: 7/416. [6] Şaban Piriş, Hz. İbrahim. Denge yayınları: s.87. [7] Kurtubi, Camiu li Ahkâmi'l-Kur'an: c.8 s.275. [8] Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali Beşir Eryarsoy- Ahmed Ağırakça: s.231. [9] Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş, Beyan Yayınları: s.23. [10] Ahmed b. Hanbel, Müsned: 4/159; Suyuti, Durru’l-Mensur: 4/305; İbn Ebi Hatim, İbn Mubarek, İbn Kesir Tefsiri. [11] Tirmizi, Cenaiz: 62. [12] Suyuti, Durru’l-Mensur: 4/305. [13] İbn Kesir Tefsiri, Çağrı Yayınları: 7/3686. [14] İbn Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınları: 4/371-372; Kurtubi, Camiu li Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/425-426. [15] Suyuti, Durru’l-Mensur: 4/305. [16] İbn Kesir Tefsiri, Çağrı Yayınları: 7/3685. [17] Kurtubi, Camiu li Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/426-427. [18] İbn Kesir Tefsiri, Çağrı Yayınları: 7/3686. [19] İbn Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınları: 4/372. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Münîb :
Münib: Allahu Teala’ya tevbe edip, yönelen, itaatte devamlı, sadakat gösterendir. Munîb: Dönen. “İbrâhim cidden yumuşak huylu (Halim), bağrı yanık (Evvâh), kendisini Allah'a vermiş (Münib) biri idi.”[1] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Kur’an-ı Kerim: Hud, 11/75. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Rahman tarafından Övülen :
“Hz. İbrahim’i (a.s.) övmekle[1] Allah (c.c.) bize şu mesajı ulaştırmış oluyor. Günaha giren insanlar ne kadar büyük günah içerisinde olurlarsa olsunlarsizin onlara karşı davranışınız İbrahim’in davranışı gibi olmalıdır. Yumuşak ve de yanık yürekli olmamız gerekiyor. Yanık yürekli insan nasıl olur? Bu, hadisi şerifde şöyle ifade edilmiş: Bir harb esnasında esirler alınmış, esirlerin arasında ihtiyarı var, genci var, kadını var, çoluğu çocuğu var, hepsi var. Çocuklar kadınlar hepsi birbirine karışmışlar. Peygamber efendimiz ashabıyla beraber o olaya bakıyor. Kadının biri çocuğunu arıyormuş. O çocuğa bakıyor, bu çocuğa bakıyor derken kendi çocuğunu buluyor, bağrına basıyor. Sonra ona göğsünü verip emzirmeye başlıyor. Peygamber efendimiz diyor ki: “Şu, çocuğu bulan ve bağrına basan kadını gördünüz. Bu kadın bu çocuğu ateşe atabilir mi?” Sahabeler: “Atamaz ya Rasulallah” dediler. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “İşte Allah da mü’min kullarına karşı bu kadından daha merhametlidir.”[2] Şimdi o kadının yavrusuna olan merhameti vardır. Onu arayıp buluyor, bizim de insanlara karşı merhametimiz böyle olmalıdır en azından. Yani bu insanlar ateşe düşüyormuş da kurtarıyormuşuz gibi olmalıyız. İbrahim gibi yanık yürekli olmalıyız. Yüreği yanık olmayan insanın başkasına fayda vermesi mümkün değildir. Yani insanlara İslami mesajımızı götürürken İslam’ı ulaştırırken şu gözle bakabilirsek, “Bu adam cehenneme doğru kendini atıyor, bile bile atıyor. Ve ben bu insana mani olmak için geldim. Elinden ve gönlünden tutayım, bu adamın ateşe düşmesini engelleyeyim, diye geldim.” Diyerek gidecek olursanızinsana Allah ta nasip etmişse faydalı olunur.”[3] Rabbe Teslimiyet ve Adanmışlık (Müslim), Halil/Halilur-Rahmandı (Allah’ın dostu idi.), İnananların Babası: Halîl: Samimi sevgi manasına gelen hulle’den türemiş olup dost manasınadır. Sa’leb şöyle der: “Dost sevgisi, kalbe girip boş yer bırakmayacak şekilde onu doldurduğu için dosta “halil” denilmiştir. Şair Beşşar şöyle der: “Sen benim kalbimin her tarafını doldurdun. Böyle yaptığı için dosta halil denildi.”[4] Sevgisi nefes yollarını açan, sevgiliden daha yakın dost. [5] Ömer Nasuhi Bilmen diyor ki: Halil: Hüllet kelimesinden bir vasıftır. Hüllet ise pek samimi bir dostluk demektir, kalbi işgal eden bir muhabbet ve sevgiden ibarettir, sevgiliden başkasından kalbin tahliye edilmesidir. Samimi bir muhabbet ve ihlasa, bir zat ile sırdaş, karşılıklı bir muhabbete sahip olmak da bir hullettir, ilahi sırların bir kalbi kuşatması da bir hullettir. İşte İbrahim de Allah’ın muhabbetine nail, muhterem bir peygamber olduğundan kadrini yüceltmek için kendisine Halilullah denilmiştir. Yoksa onun Halilullah olması, Cenab-ı Hakk’ın ona bir ihtiyacından veya onun bütün ilahi sırlara vakıf olmasından dolayı değildir. Binaenaleyh onun bu ünvana, bu şerefe kavuşması onun kulluk mertebesinin üstünde olmasını gerektirmez. Keşşafı Istılahatu’l-funun’da anlatılmış olduğu üzere Peygamber Efendimiz de Halilullah ünvanı verilmiş olduğunu bir hadisi şerif bildirmektedir. ”[6] Müslüman ismi “Rabbe teslim olan” anlamına gelir. Onun hayat yolu, varlığının yegane sebebi olan yüce Allah’a teslimiyet idi. Varlığını varlığından aldığı alemlerin Rabbine tüm varlığını feda ettiği için ona Rabbi “halilim” yani “dostum” demişti. O bu fedakarlığını iki imtihanla isbatlamıştı. Birincisi ateşe atıldığında, ikincisi kendisinden oğlunu kurban etmesi istendiğinde... O canını da cananını da bağışlamıştı o yola... Her şey kendisinin olan Allah’a, bir emanetçi oluşunu, kul oluşunu canını, malını ve evladını adayarak göstermişti. Allah da onu bize önder ve örnek kılmış, onun teslimiyetini bizim dinimize isim yapmıştı. İslâm, yani teslimiyet...[7] Kur’ân’da bu sıfatla nitelenen O’ndan başka kimse yoktur. Hz.İbrâhim ilahi isimlerin mazhar yeri demektir. Bu sıfat, O’nu ilahi isimlerin esrarına yüceltmekten bir mecazdır. Yani “Allah O’nu dost edinmişti” beyanındaki asıl anlam, “O’nu sevgisiyle yüceltti” demektir.[8] “ Allah İbrâhim’i halil edinmişti.”[9] “Çünkü Rabbi ona: Müslüman ol, demiş, o da: Alemlerin Rabbine boyun eğdim, demişti.”[10] “Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrâhim'in (inanaların babası) dininde (de böyleydi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur’ân'da) size "müslümanlar" adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır!”[11] “İbrâhim, ne yahudi, ne de hıristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru (Hanîf) bir müslüman idi; müşriklerden de değildi.”[12] Halel kökünden sıfat olan Halil, iki şey arasındaki açıklıktır. Bu kökten sıfat olan “halil”, içli dışlı, sıkıfıkı, insanın bütün gizli şeylerini bilen, sevgisi gönüle işlemiş dost demektir. İsra 73’üncü ayette şayet Hz.Muhammed müşriklerin istedikleri ödünleri vermiş olsaydı, onu halil edinmiş olacakları belirtiliyor. Nisa 125’inci ayette de Allah’ın, İbrâhim’i halil edindiği bidiriliyor.[13] “Allah İbrâhim'i dost (halil) edinmiştir.”[14] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Kur’an-ı Kerim: Hud, 11/75. [2] Buhari, Edeb: 18. [3] Mahmut Toptaş, Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/74. [4] Kurtubi, Camiu li Ahkami’l-Kur’an: 5/400; Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetu’t-Tefasir: 2/26. [5] Ebu Bekir Cabir el-Cezairi, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/260. [6] Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerim Meali ve Tefsiri, İpek Yayınları: 2/137. [7] Şaban Piriş, Hz. İbrahim. Denge yayınları: s.87. [8] Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş, Beyan Yayınları: s.26. [9] Kur’an-ı Kerim: Nisa, 4/125. [10] Kur’an-ı Kerim: Bakara, 2/131. [11] Kur’an-ı Kerim: Hac, 22/78. [12] Kur’an-ı Kerim: Al-i İmran, 3/67. [13] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9/145. [14] Kur’an-ı Kerim: Nisa, 4/125. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Cesaret Örneği :
Gerçi Hz.İbrâhim’in cesareti onun Allah’a olan teslimiyetinden kaynaklanıyordu. Fakat, yine de ayırıcı bir özellik olarak bu vasfını da anmakla yarar vardır. O, özgür düşünce ve açık görüşlülüğü ile hiç kimseden çekinmeden doğru yolda, Hanîf olarak yürüyen cesur bir kişiydi. O, kendi canını, evlandının canının ve tüm varını adadığı Allah yolunda ateşe atılmaktan korkmuyordu. O, ebedi ve çok daha acı verici olan Allah’ın ateşinden korkuyordu. Dünya ateşini bir gül bahçesi gibi görüyordu, diğerinin yanında...[1] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Şaban Piriş, Hz. İbrahim. Denge yayınları: s.89. ---------------------------------- 1. Proaktif Bir Liderdi : O, tek başına bir önderdi. Onun hareket ve aktiviteleri herhangi bir şeye tepki olarak doğmuyordu. Gerçek ne ise, ona uygun olanı yapıyordu. Onu harekete geçiren kendi iç dinamikleriydi. Beyniydi, kalbiydi... Onun yürüdüğü yol, Allah’ın insanın tabiatına çizmiş olduğu doğal yoldu. O, gittiği her topluma rehberlik etmiş, Alemlerin Rabbinin yolunu göstermiş, öğretmiştir, yaşamıştır ve yaşatmıştır.[1] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Şaban Piriş, Hz. İbrahim. Denge yayınları: s.89-90. |
Hazreti İbrahim (a.s)
. Göklerin ve yerin melekûtu gösterilendir :
“Böylece biz, kesin iman edenlerden olması için İbrâhim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk.”[1] İşte biz İbrahim’e ilme, delile ve gerekçeye itibar edip, yakîn sahiplerinden olsun, Allah’a şeksiz şüphesiz iman etsin diye babasının putlara tapmasının batıl olduğu hakkında gerçeği ona gösterdiğimiz gibi, göklerin ve yerin mülkünü, işleyiş disiplinini, asli düzenini, engin saltanatını da böylece gösteriyorduk. Ona yerler ve gökler açıldı. En üstte ve en altta bulunan hükümranlığı gözleriyle gördü.[2] Melekût: Mülkler, Saltanat.[3] Büyük hükümranlık demektir. Sonundaki “vav” ve “te” hükümranlığın büyüklüğünü ifade eder. Nitekim rağbet kökünden rağabût, rahbet kökünden gelen rahebût kelimelerinde de vav ve te mübalağa ifade eder.[4] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır diyor ki: “Ve işte böyle açık bir gösterişle biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk. Yıldızları, Ay ve Güneş'i ile gökleri ve yeri gözüne gösterdikten başka, tümüyle bütün âlemin bir mülk, bir saltanata tabi olan bir memleket olduğunu ve bu memleketi zabt ve idare eden rablık sırlarını ve hükümranlık saltanatını kalbine bildiriyorduk. Bütün bunlar yerde bir cismanî beşer olan İbrahim'in ruhunda şekilleniyor ve tahakkuk ediyordu. İbrahim görüyordu ki yer ve zamanıyla bütün bu âlemleri toplayıp İbrahim'in nefsine indiren, maddeleri ve maneviyatıyla ona bağlayıp hepsini birden idare ve tedbir eden rabbani kudret, hepsinin sahibi ve hâkimi bulunan, ortak ve benzeri olmayan bir tek kudretten ibarettir. Ve İbrahim, ona gökteki yıldızlardan daha uzak değildir. Yıldızların gökte birer yerleri, mevkileri varsa, yerdeki İbrahim'in, hepsinin üstünde bir şerefi vardır. Böyle bir şerefi taşıyan bir mahlukun ve onun kavminin ve hemcinsinin, o hakiki malik gerisinde herhangi bir mahluka kul, köle olup alçalması pek büyük bir sapıklık, pek tehlikeli bir küfür, bir nankörlüktür. İşte İbrahim'e bu hükümranlığı gösteriyorduk ki öyle desin, ve tam inananlardan olsun.”[5] Mevdudi diyor ki: “Yani, "nasıl tabiattaki olgular her gün gözlerinizin önündeyse ve Allah'ın ayetleri size gösteriliyorsa, aynı şekilde İbrahim'in de önündeydi. Fakat, İbrahim bunlar üzerinde derinden derine tefekkür edip gerçeği gördüğü halde, siz kör insanlar gibi onlara bakıyor ama görmüyorsunuz. Aynı yıldızlar, aynı ay ve aynı güneş gözlerinizin önünde doğup battığı halde, doğuş zamanlarında siz gerçekten ne kadar uzaktaysanız, batış zamanlarında da onlar aynı ölçüde sizi gerçekten uzaklaştırıyor. Fakat, İbrahim akıl gözüyle tabiattaki aynı olguları gördüğünde üzerlerinde düşünmüş ve gerçeğe varmıştı.[6] “Şu bozulmamış fıtrat ve açık basiret gibi, hakka karşı böylesine bir içtenlik ve bu derece şiddetle batıldan tiksinme üzerine İbrahim'e bu mülkün, göklerin ve yerin mülkünün gerçek mahiyetini gösterdik. Evrenin planında gizli sırlardan haberdar kıldık. Varlık sayfalarına serpiştirilmiş işaretleri ortaya çıkardık. O'nun kalbi ve fıtratı ile şu olağanüstü evrende yer alan imana yönelik mesajlarla doğru yolu gösteren kanıtları birbirine bağladık. Böylece O'nu, sahte tanrılara kulluk yapmayı reddetme aşamasından gerçek ilahı benimseme aşamasına yükselttik. İşte fıtratın derin ve yalın yöntemi budur. Bu, birikintilerin yozlaştıramadığı bilinçtir. Evrendeki yüce Allah'ın harikulade sanatını düşünen basirettir bu. Görülen alemleri, içlerindeki sırları dile getirene kadar derinliğine incelemektir. Bu, O'nun uğruna çaba sarfetmenin mükâfatı olarak yüce Allah'ın doğru yolunu göstermesidir. İşte İbrahim (selâm üzerine olsun) bu şekilde yoluna devam edip Allah'ı bulmuştur. Daha önce fıtratında ve vicdanında bulduktan sonra düşünce ve bilincinde de bulmuştur. Düşünce ve bilincinde bulduğu ilâhlık gerçeği fıtrat ve vicdanda yer eden gerçekle bir uyum arzetmiştir. O halde İbrahim'in (selâm üzerine olsun) bozulmamış fıtratıyla zorlu bir yolculuğa çıkalım. Kuşkusuz bu, son derece korkulu bir yolculuktur, ilk başta rahat ve kolay görünse de. Fıtrî iman noktasından bilinçli iman noktasına uzanan bir yolculuktur bu. Bu, birtakım farzların ve hükümlerin yükümlülüğü gerektiren imandır. Bu noktada yüce Allah, halk kitlelerini sadece akılları ile başbaşa bırakmamıştır. Peygamberlerin getirdiği mesajlarla açıklama yönüne gitmiştir. İnsan fıtratını veya insan aklını değil de, peygamberliği insanlar için bir gerekçe kılmıştır. Hesaba çekilmenin ve cezalandırılmanın nedeni budur. Bu, yüce Allah'ın adaletinin, rahmetinin, insanlardan haberdar olmasının, onları bilmesinin gereğidir. İbrahim'e gelince, o, İbrahim'dir. Rahmanın dostu, müslümanların babasıdır.”[7] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Kur’an-ı Kerim: En’am, 6/75. Melekût; izzet ve hükümranlık demektir. Yüce Allah, Hz.İbrahim’e göklerdeki hükümranlığını ve hükümranlığının azametini göstermiştir. Kur’an-ı Kerim Türkçe Meâli Kral Fehd Mushaf-ı Şerif Basım Kurumu; “Hz.İbraahim’e birgün semalar açılmış ve onlarda olup bitenleri seyretmiştir. Bu seyrân esnasında Arş’ı da görmüştür. Aynı şekilde kendisine yedi kat yer de açılmış ve onlarda olup bitenleri de seyran etmiştir. Bu seyrân esnasında gözü günah işleyen kullara takılmış ve onlara bedduâ etmiştir. Bu bedduasına C.Hak tarfından: “Ben kullarıma şüphesiz sendan daha merhametliyim. Onlar belki vaz geçerler veya tevbe ederler” tarzında karşılık vermiştir. Aynı konu ile ilgili biri Hz.Ali, diğeri Mu’az İbnü Cebel’den mervî iki merfu’ hadis vardır. Bunlar da aşağı-yukarı aynı ma’nadadır.” Abdullah Aydemir, Tefsir de İsrâiliyyat, Beyan Yayınları: s.360. [2] Abdulvahid Metin, Meal/Tefsir Aynı Ayet. [3] Ebu Bekir Cabir el-Cezairi, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/35. [4] Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetu’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/216. [5] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Yayınları: 3/453. [6] Göklerin ve yerin melekutunu tabiattaki olgulara hasretmek ne kadar tartışmalıysa İbrahim’in (a.s.) bu olgularla gerçeğe ulaştığını söylemek de o kadar tartışmalıdır. İbrahim (a.s.) bunları kavmine delil gösteriyordu. Kendisi doğru yol üzerindeydi, gerçeği biliyordu. Bunun en açık delili, Güneşten önce Ay’ın batışını delil getirirken, “Rabbim beni hidayet etmeseydi...” demesidir ki (En’am: 6/77) Güneş, ay ve yıldızların batışını ‘bunlara tapan kavmine’ onların ilah olmadıklarının delili olarak öne sürmekte ve kendisinin hidayet üzere olduğunu ifade etmektedir. (Çeviren). [7] Seyyid Kutub, Fîzilâli’l-Kur’an, Dünya Yayınları: 4/84-85. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Hakka yönelen, Allah’a itaat eden bir önder (imam)’dır :
Yüce Allah, kulu ve elçisi olan İbrâhim (a.s.)’i ateşten koruduğu gibi, evlâtlarını da korumuş ve onlara peygamberler arasında üstün mevki ve mertebe de vermiştir. Kur’ân-ı Kerim Hz. İbrâhim’in önderliğinden ve evlâtlarından şöyle bahsediyor: "Bir zamanlar Rabbi İbrâhim'i birtakım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince; 'Ben seni insanlara imam/önder yapacağım' demişti. 'Soyumdan da (imamlar/önderler yap, yâ Rabbi!)' dedi. Allah: 'Ahdim zâlimlere ermez (onlar için söz vermem)' buyurdu[1]." “İbrâhim, gerçekten Hakk'a yönelen, Allah'a itaat eden bir önder idi; Allah'a ortak koşanlardan değildi.”[2] Allah Teâlâ, sevdiği kulu İbrâhim’i herkesin tâbi olduğu bir imam/önder yaptığını beyan ediyor. Çünkü İbrâhim (a.s.), Yüce Allah’ın sınavlarını tümüyle ve en güzel şekilde kazanmıştı. Yüce Allah, kulu ve elçisi olan İbrâhim (a.s.)’i ateşten koruduğu gibi, evlâtlarını da şirk ve haramlardan korumuş ve onlara peygamberler arasında üstün mevkî ve mertebe de vermiştir. Yüce Allah, sevdiği kulu İbrâhim’i herkesin tâbi olduğu bir imam/önder yaptığını beyan ediyor[3]. Çünkü İbrâhim (a.s.), Allah’ın sınavlarını kazanmıştı. Allah’ın kendisini insanlara imam kılacağını beyan edince, İbrâhim (a.s.) kendi soyundan da imamlar isteyince, Allah “zâlimler imamlık/önderlik hakkına sahip olamazlar” karşılığını vermiştir. Hiçbir zâlim, imam olamaz, kendisine uyulan önder olamaz, buna hakkı yoktur. Allah’ın imâmet ahdine hiç bir zâlim eremez. Bu konuda Fahreddin Râzi şöyle der: “Onlar (zâlimler), Allah’ın emirlerinin kendilerine emanet edildiği kişiler olamazlar. Kendilerine uyulamaz. Dolayısıyla imam (önder, lider) olmazlar. Böylece fâsığın imâmetinin bâtıl olduğu bu âyetin delâleti ile sâbit olmuştur. Efendimiz buyuruyor ki: “Yaratana isyan konusunda hiçbir mahlûka itaat yoktur.”[4] Ve yine bu âyet-i kerime gösteriyor ki, fâsık hâkim olamaz. Hüküm mevkiine geçtiği zaman, onun verdiği hükümler uygulanamaz. Şehâdeti kabul edilmez ve Rasûlullah’tan naklettiği hadis benimsenemez. Fetvâ verirse fetvâsına itibar edilemez. Namaz için öne geçirilemez.”[5] Görüldüğü üzere imamlık veya diğer bir adıyla önderlik, sıradan basit bir görev değildir. Babadan oğula geçen veya soy sop takip eden bir verâset malı olmadığı gibi, zâlim, fâcir, fâsık, münâfık ve müşrik gibi kimselerin de gelip oturduğu bir makam değildir. İmamlık; iman, amel, şuur ve yaptırıcı güce sahip olanların hakkıdır. Bu üstün meziyetlere sahip olmayanlar babası ve atası ne olursa olsun, o yüce makama getirilemez. İslâm, bir saltanat ve hükümdarlık dini değildir. İslâm, hak ve adâlet dinidir. Kim o mertebeye ulaşırsa onun hakkıdır. İmamlığı sadece bir devlet başkanı olarak düşünmek doğru değildir. İmamlık; risâlet imamlığı, hilâfet imamlığı, devlet imamlığı, cemaat imamlığı ve namaz imamlığı şeklinde geniş bir muhtevâya sahiptir. Hangi şekliyle olursa olsun, o makamlara geçen şahsın zâlimlik, fâsıklık ve benzeri sıfatlardan uzak kalarak tam bir adâlet sıfatına sahip olmaları şarttır. Allah Teâlâ’nın İbrâhim (a.s.)’e söylediği “zâlimlere imamlık ahdim erişmez” ifadesi, sadece İbrâhim nesline münhasır değildir. Her dönemde geçerli bir kuraldır. Zâlimlik ve fâsıklık yaparak Allah’ın dinini hafife alan herkes için geçerli bir ölçüdür bu. Dün de, bugün de, yarın da olsa zâlimler, bu yüce makama getirilemez. Şirk, en büyük zulüm[6] olduğu için, müşrik bir kimse büyük bir zâlimdir. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen zâlimlerin ta kendisi[7] olduğundan Allah’ın indirdiği dışında, O’na ters yasa veya hükümle hükmetmek, insanları yönetmek zulüm olduğu gibi, bu yönetici de zâlimin ta kendisidir.[8] Zulmün zıddı, adâlettir. Allah adâletle davranmayı emretmektedir.[9] Bütün bunlarla birlikte nefsine uyduğundan, câhillik ve başka sebepler yüzünden adâletten ayrılan kimse de zâlimdir. Ve zâlimlerin imam/önder/lider olma hakkı yoktur.[10] Hz. İbrâhim’in (bir peygamberin) çocukları, onun sülâlesi, zürriyeti de olsa zâlim olduğu müddetçe hiç kimse imam olamaz. Demek ki, Hz. İbrâhim neslinden de bu tür insanlar çıkacaktır. Bu konuda Allah’ın vaadi kesindir: “Zâlimler imamlık ahdime erişemez!” Seyyid Kutub şöyle diyor: “İslâm, itaat ve amel esasına dayanmayan bütün bağları ve alâkaları tamamen koparıp atar. İtikat ve amel bağları kopunca hiçbir şekilde akrabalık ve kan bağını kabul etmez. İtikat ve amel zinciri ile bağlanmadıktan sonra bütün râbıta ve değerleri kökünden siler. Bir milletin iki nesli itikat yönünden muhâlefet ederse, aradaki bağlar kesilir. Hatta itikat ipi kopunca karı ile koca, baba ile evlât arasındaki bağlar bile kopar. Müşrik Araplar ayrı, müslüman Araplar ayrıdır. Şirk devrinin Arabı ayrı şeydi, İslâm devrinin Arabı ayrı şeydir. Aralarında ne bir bağ, ne bir alâka, ne de bir akrabalık vardır. Ehl-i kitaptan iman edenler ayrı, İbrâhim, Mûsâ ve İsa (a.s.)’nın dininden inhiraf edip sapanlar ayrıdır. Âile; babalardan, evlâtlardan ve torunlardan ibaret değildir. Bu değer, aralarında müşterek bir inanç bağı olunca doğrudur. Ümmet de muayyen bir ırkın birbiri ardınca gelen nesiller topluluğundan ibaret değildir. Millet; ırkları, cinsleri, renkleri ve vatanları ne olursa olsun, birleşen mü’minler topluluğundan ibarettir. İşte Kerim olan Allah’ın şu Rabbânî beyanından fışkıran iman tasavvuru, iman duygusu, iman şuuru, iman düşüncesi bundan ibarettir.”[11] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Bakara: 2/124. [2] Kur’an-ı Kerim: Nahl, 16/120. [3] Bakara: 2/124. [4] Müslim, İmâre: 38. [5] İbn Kesir, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 2/536. [6] Lokman: 31/13. [7] Mâide: 45. [8] Mâide: 45. [9] Nahl: 16/90. [10] Beşir İslâmoğlu, İslâmî Hareketin Tarihî Seyri:. 46-49. [11] Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l Kur’an: 1/240; Ahmet Kalkan, Kur’an Kavramları: 2 |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Enbiyaların Babasıdır :
Cenab-ı Hakk’ın geniş yeryüzünde hicret edip, ayağının her bastığı yere iman tohumu eken İbrahim as, sabrı ve azmi sebebiyle Enbiyaların babası olmaya müstehak olmuştur. [1] -------------------------------------------------------------------------------- [1] M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 148. ---------------------------- 1. Güzellik verilen ve Salih olan : “ Ona dünyada güzellik verdik. Muhakkak ki o, ahirette de sâlihlerdendir.”[1] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Kur’an-ı Kerim: Nahl, 16/122. --------------------------------- 1. İbrâhim’in Istıfası (seçilmiş olması) : “İbrâhim'in dininden kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada (elçi) seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.”[1] “Gerçekten Allah Adem’i, Nuh’u, İbrâhim ve İmran’ın ailesini seçip alemlere üstün kıldı.”[2] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Kur’an-ı Kerim: Bakara, 2/130. [2] Kur’an-ı Kerim: Al-i İmran, 3/33. ---------------------------------- 1. İbrâhim çok misafirperverdir : Kendisi, sabah, akşam yemeğini, misafirsiz yemezdi. Misafir, bulabilmek için, iki mil ve hattâ daha da, çok yürüdüğü rivayet olunur.[1] Kendisine, Misafirler (Konuklar) Babası denilirdi.[2] “Onlara İbrâhim'in misafirlerinden (meleklerden) de haber ver.”[3] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Sâlebî-Arais s.99; İbn.İyas-Bedâyiüzzühur s.87; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.226. [2] İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.47; Sâlebî-Arais s.98; Nevevi-Tehzîbülesmâ vellugat c.1,s.100; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s. 226. [3] Kur’an-ı Kerim: Hicr, 15/51. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. İbrâhim güzel bir örnektir :
"İbrâhim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: 'Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz/reddediyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.' 'Rabbimiz! Ancak Sana tevekkül edip dayandık, Sana yöneldik. Dönüş de ancak Sanadır. Andolsun, onlar sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü arzu edenler için güzel bir örnektir. Kim yüz çevirirse şüphesiz Allah ğanîdir (zengindir), hamîddir, hamde lâyık olandır.[1]" Kur’an, “üsvetün hasenetün (güzel örnek)” ifadesiyle tüm müslümanlara örnek gösterdiği Muhammed Mustafâ (s.a.v.)’dan başka sadece Hz. İbrâhim’in adını verir.[2] Bu, Hz. İbrâhim’in Allah katındaki faziletini gösterdiği gibi, bizim de pratik hayatımızda Hz. İbrâhim’i model almamız, onun davranışlarını hayatımıza geçirmemiz için de her dönem referansımız olması açısından önemlidir. Allah, Hz. İbrâhim’i mü’minlere örnek olarak gösterdiğine göre, acaba bu örnek insanın temel özellikleri nelerdir? Kur’ân-ı Kerim’den Hz. İbrâhim’in en temel özelliklerini şöyle özetleyebiliriz: Nûh’un milletinden[3], seçilmiş önder, elçi, peygamber[4], yalnızca Allah’tan korkan[5], muvahhid ve tek başına bir ümmet[6], hanîf (Allah’ı bir tanıyan muvahhid ve O’na yönelen müslüman)[7], Allah’ın dostu[8], Allah’a itaat ve ibâdet eden[9], doğru yolda olan[10], kitap verilen[11], hikmet sahibi[12], delil verilen[13], ilim sahibi[14], rüşd sahibi[15], akıl yürüten ve aklı en iyi şekilde, gerçeği aramada kullanan[16], mutmain olmak isteyen[17], iyi bir tartışmacı,[18] kendisini Allah’a vermiş[19], sâlihlerden[20], şükredici[21], denenmiş, imtihanlardan başarıyla çıkmış[22], duâ eden[23], düşünen ve düşünmeye dâvet eden[24], neslini düşünen[25], ahiret yurdunu düşünen[26], iyi davranan[27], kuvvetli[28], basîretli[29] İhlâslı[30], sabırlı[31] ümit dolu[32], yumuşak huylu[33], kalb-i selîm sahibi[34], ahde vefâlı[35], insanlara güzel örnek[36], müslüman, müşriklerden olmayan[37], Allah’ın düşmanlarını velî/dost edinmeyen, onlardan kopup uzaklaşan[38], Allah’ın rahmetini kazanmış[39], derecesi yüksek[40], kendisine güzellik ve mükâfat verilmiş.[41] Allah uğrunda kavim ve kabilesini terk edip hicret etmiş bulunan İbrâhim'in ve onun ailesinin örnek alınması emredilmektedir. Çünkü onlar, inkarcılardan uzak durmuşlar ve yalnız Allah'a inannıncaya dek onlara sevmeyeceklerinin söylemişlerdi. Böylece Allah sevsini ve rızasını akrabalık bağının üstünde, yani Hakk'a bağlılığı duygusallığın, çıkarın üstünde tutmuşlardı. İbrâhim ve ona inananlar hep Allah'a dayanmış, O'na yönelmiş, Allah'a niyaz ederek kendilerini kafirlere fitne yapmamasını, yani kafirleri kendilerine saldırtarak onların, bunları zorla dinlerinden çevirmelerine fırsat vermemesini, kendilerini onların baskısı altına düşürmemesini dilemişlerdir.[42] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Mümtehıne: 60/4, 6. [2] Ahzâb: 33/21; Mümtehıne: 60/4, 6. [3] Sâffât: 37/83. [4] Bakara: 2/124, 130; Nahl: 16/120, 121. [5] Hicr: 15/51-59; En’âm: 6/80, 81; Zâriyât: 51/28, 29. [6] Nahl: 16/120, 121. [7] Âl-i İmrân: 3/67. [8] Nisâ: 4/125; Şuarâ: 26/77-93. [9] A’râf: 7/131; Nahl: 16/120, Enbiyâ: 21/73. [10] En’âm: 6/84; Sâffât: 37/99, 100. [11] Ankebût: 29/27; Necm: 53/36, 37. [12] Şuarâ: 26/83. [13] En’âm: 6/83, 75. [14] Meryem: 19/43. [15] Enbiyâ: 21/51. [16] En’âm: 6/74-83; Hicr: 15/54, 55; Meryem: 19/42; Sâffât: 37/95, 96. [17] Bakara: 2/259, 260; En’âm: 6/75. [18] Sâffât: 37/83-113; Enbiyâ: 21/57-69; Bakara: 2/258. [19] Hûd: 11/75. [20] Nahl: 16/122; Ankebût: 29/27; Şuarâ: 26/83, 84. [21] Nahl: 16/121. [22] Bakara: 2/124; Sâffât: 37/103-106. [23] Bakara: 2/127-129; İbrâhim: 14/35, 41; Mümtehine: 60/5. [24] Şuarâ: 26/75, 76; Ankebût: 29/19. [25] Bakara: 2/127-129; Ankebût: 29/27. [26] Sâd: 38/46. [27] En’âm: 6/84. [28] Sâd: 38/45. [29] Sâd: 38/45. [30] Sâd: 38/45. [31] Tevbe: 9/114. [32] Hicr: 15/55, 56. [33] Tevbe: 9/114; Hûd: 11/75. [34] Sâffât: 37/84. [35] Necm: 53/36, 37. [36] Mümtehine: 60/4, 6. [37] Bakara: 2/131; En’âm: 6/161; Nahl: 16/120, 123; Sâffât: 37/107-111. [38] Tevbe: 9/114; Zuhruf: 43/26; Mümtehıne: 60/4; Meryem: 19/48, 49; Enbiyâ: 21/67. [39] Hûd: 11/73; Yûsuf: 12/6; Meryem: 19/47. [40] En’âm: 6/83. [41] Nahl: 16/122; Ankebût: 29/27. [42] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9/163. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Sıtkı bütün bir peygamberdir (Sıddık Nebi) :
Kitab’ta İbrahim’i de an; çünkü o, doğru (sıdkı bütün) bir nebi idi. [1] Sıddık Kime Denir? Her türlü iş, söz ve ahvâlinde çok doğru olan kimseye sıddık denir. İslâm düşüncesinde sadâkat, imanın temelini oluşturan bir mertebedir. Çünkü sadâkatın velâyetten daha yüce bir mevkisi vardır. Yani her sıddık bir velidir, fakat her veli, sıddık olamayabilir. Yani sıddıklık peygamberliğe daha yakın bir derecedir. Tabiidir ki: hem veli hem de sıddık olan bir kimse, peygamber olmayabilir. Oysa her peygamberin, aynı zamanda hem veli ve hem de sıddık olması gereklidir. O zaman velilik ve sıddıklık, peygamberliğin temeli olan birer nitelik olmaktadır.[2] Allahu Teala Nebisi Muhammed as.’a İbrahim Halilü’r-Rahman’ı hatırlamasını emrediyor. O, doğruluğunun çok fazla olmasından dolayı Allahu Teala O’nu “Sıddık Nebi” olarak isimlendirdi. O’nu doğrulukla vasıflandırdı ve bunu Nübüvvetten önce zikretti.[3] Alimlerin Görüşleri : 1) Fahreddin Razi diyor ki: “Sıddık’ın ne demek olduğu hususunda, şu iki görüş ileri sürülmüştür: a) Bu tabir Hz. İbrahim’in (a.s.) son derece sadık ve doğru olduğunu ifade eder. Bu, adeti doğruluk olan kimseler hakkında kullanılır. Çünkü bu kalıb, bu manayı ifade eder. Nitekim, bu fiilleri adet edinip onlara gönül vermiş kimseler için “Raculun hımmîr: Çok içki içen kimse” ve “Raculun sikkîr: Çok sarhoş olan kimse” denir. b) O, hakkı adamakıllı tasdik etmiş ve böylece de, bu haliyle meşhur olmuştur. Birinci izah daha uygundur. Zira birşeyi tasdik eden, o tasdikte samimi ve doğru olduğu zaman ancak “sıddîk” ismiyle vasfedilir. Binaenaleyh, iş yine birinci izaha varıp dayanmaktadır. İmdi, şayet, “Cenab-ı hak, ‘Allah’a ve peygamberlerine iman edenler (yok mu?) İşte sıddikler onlardır, Allah için şahitlik edenlerdir.[4]’ buyurmamış mıdır?” denilirse biz deriz ki: Burada sıddık yine, Allah’a ve rasulüne iman edenlerin bu tasdik işinde sadık oldukları manasını ifade eder. Bil ki Hz. Peygamber’in (s.a.v.) de, haber vermiş olduğu her şeyde sadık olması gerekir. Binaenaleyh bundan Hz. Peygamberin (s.a.v.), söylediği herşey hususunda sadık olduğu neticesi çıkar. Bir de peygamberler, Allah7ın insanlar üzerindeki şahitleridirler. Nitekim Cenab-ı Hak da “Her ümmetten birer şahid, onların üzerine de seni bir şahid olarak getirdiğimiz zaman (halleri) nice olur?”[5] buyurmuştur. Şahidin sözü ancak, o yalan söylemediği zaman kabul edilir. İmdi, şayet, “Siz, Hz. İbrahim’in (a.s.) “Tam aksine bu işi onların şu büyüğü yaptı[6]” ve “Doğrusu ben hastayım.[7]” şeklindeki sözleri hakkında ne dersiniz?” denilirse, biz deriz ki: Biz, bu ayetlerin tefsirini yaparken, bu tür şeylerin yalan olmadığını apaçık delillerle izah ettik. Binaenaleyh her peygamberden sıddîk olması gerektiği ama her sıddîkın peygamber olması gerekmediği sabit olunca, bununla sıddıkların mertebesinin peygamberlerin mertebesine yakın olduğu ortaya çıkmış olur. İşte bundan dolayı Allah Teala onun sıddık olmasını zikrettikten sonra, onun peygamber olduğunu bildirmiştir. 2) Muhammed Mahmud Hicazi diyor ki: “Sıddîk: Çok doğru, çok doğrulayıcı demektir.”[8] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Kur’an-ı Kerim: Meryem, 19/41. [2] Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş, Beyan Yayınları: s.26. [3] M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 152. [4] Hadid: 57/19. [5] Nisa: 4/41. [6] Enbiya: 21/63. [7] Saffat: 37/89. [8] Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim yayınları: 3/525. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Hiçbir zaman şirke düşmemiştir :
Çocukluğunda da erginliğinde de şirke düşmemişti. “Ortak koştuğunuz şeylerden uzağım ben”[1] demiştir. -------------------------------------------------------------------------------- [1] Kur’an-ı Kerim: En’am, 6/125. ---------------------- 1. Lisan-ı Sıdk Olması : İbrâhim as.: “Benden sonrakiler içinde, benim için bir lisan-ı sıdk ver! [1] “Lisân-ı Sıdk: Dünyada kıyamete kadar eseri baki kalacak güzel bir nam, yani güzel bir şöhret, dosdoğru güzel bir hatıra, şaşmaz güzel bir anı. Bunun için her ümmet Hz. İbrahim'i sevegelmiştir. Veya zürriyetim içinde benim asıl dinimi yenileyecek, benim gibi doğruluk ve tevhide insanları davet edecek doğru bir dil ki, Muhammed (s.a.v) dir. Şüphesiz bunda, yani okunan İbrahim kıssasında mutlak bir âyet var, yani ibret ve öğüt alınacak, ders edinilecek bir hüccet ve delil vardır.”[2] Lisan-ı sıdk: Doğruluk dili demektir. Bununla; güzel övgü, tertemiz ve mis gibi kokular saçan bir yaşantı kastedilmiştir.[3] Alimlerin Ayet Hakkındaki Görüşleri: 1) İbn Cerir et-Taberi şöyle der: “İnsanlar içerisinde onlara güzel bir övgü ve güzel bir şöhret nasip ettik.”[4] 2) İbn Kesir diyor ki: “Ali b. Ebi Talha’nın İbn Abbas’tan rivayetine göre burada güzel övgü kasdedilmektedir. Yani onlar her dilde övülmüşlerdir. Süddi ve Malik İbn Enes de böyle söylemişlerdir. İbn Cerir der ki: Allah Teala: “Onlar için yüce bir doğruluk dili verdik.” buyurmaktadır. Zira bütün dinler(e mensup olanlar) onlara sena etmekte ve onları övmektedirler. Allah’ın salatı ve selamı hepsinin üzerine olsun.”[5] 3) Kurtubi diyor ki: “Onlardan güzel övgülerle sözettik. Çünkü bütün diller onlardan güzelce söz etmektedir. Dil (anlamındaki lisan kelimesi) kelimesi hem müzekker hem müennes olarak kullanılabilir.[6] 4) Fahreddin Razi diyor ki: “Ayette bahsedilen lisan-ı sıdk (sadakat dili), “güzel övgü, nam, şan” demetir. Nasıl, el ile verilen bağış “yed: el” kelimesi ile ifade edilirse, dil ile ifade edilen (yapılan şey) de “lisan” kelimesi ile ifade edilir. Cenab-ı Hak Hz. İbrahim’in “(Benden) sonrakiler arasında, benim için bir lisan-ı sıdk (iyi bir nam) ver.[7]” şeklindeki duasını abul etmiş ve onu insanlar için numune-i imtisal kılmıştır. Öyleki her din mensubu, Hz. İbrahim’i (a.s.) örnek aldığını iddia etmiştir. Nitekim Allah Teala da: “Babanız İbrahim’in dininde olduğu gibi, (Allah) dinde size bir güçlük yüklemedi.[8]” ve “Muvahhid bir müslüman olarak İbrahim’in dinine uy.[9]” buyurmuştur. -------------------------------------------------------------------------------- [1] Kur’an-ı Kerim: Şuara, 26/84 [2] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim yayınları: 6/104. [3] Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim yayınları: 3/525. [4] Taberi Tefsiri: 16/93; Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetu’t-tefasir, Ensar Neşriyat: 3/493. [5] İbn Kesir Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5150. [6] Bkz. Al-i İmran 3/78; Kurtubi, Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 11/212. [7] Şuara: 26/84. [8] Hacc: 22/78. [9] Nahl: 16/123. |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Peygamberimiz Muhammed as.’ın Mîrac Gecesinde atası İbrahim as. ile Karşılaşıp Selamlaşması :
Peygamberimiz Muhammed as., Mirac gecesinde Cebrâil as. ile birlikte yedinci kat göğe yükseldiler. “Cebrail as. göğün kapısını çaldı. “Sen, kim’sin?” denildi. Cebrail as.: “Cebrail’im!” dedi. “Yanında kim var?” diye soruldu. Cebrail as.: “Muhammed (as.) var!” dedi. “O (Mirac için) gönderildi mi?” diye soruldu. Cebrail as.: “Gönderildi.” Dedi. Göğün kapısı açılınca, orada, İbrahim as. ile karşılaştılar ki, kendisi, sırtını, Beytülmâmûr’a dayamış,[1] Beytülmâmur’un kapısının önündeki bir Kürsü üzerinde oturuyordu.[2] Cebrail as.: “Selam ver ona!” dedi. Peygamberimiz as. selam verdi. O da, Peygamberimizin selamına mukabele ettikten sonra: “Haş geldin! Safâ geldin? Sâlih oğlum! Sâlih Peygamber!” dedi.[3] Kendisi, çok yaşlı, Ulu ve Heybetli bir Zat idi.[4] Peygamberimiz, Cebrâil as.: “Ey Cebrail! Kim bu?” diye sordu.[5]Cebrail as.: “Bu, Atan İbrahim as.’dır.” dedi.[6] İbrahim as. Peygamberimiz as.’a: “Ümmetine,[7] benden, selâm söyle![8] Onlara, emret![9] Haber ver de,[10] Cennet’e, fidan dikmeyi, çoğaltsınlar![11] Çünkü, Cennet’in toprağı güzel,[12] suyu, tatlı,[13] arzı, geniş[14] ve düzlüktür!” dedi.[15] “Cennet’e dikilecek Fidan, nedir?” diye sordu.[16] İbrahim as.: “Cennet’e dikilecek fidan: Sübhânallâhi velhamdü ililâhi velâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber,[17] Lâ havle velâ kuvvete illâ billah’dır!” dedi.[18] -------------------------------------------------------------------------------- [1] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.14, s.303-304; Ahmet b.Hanbel-Müsned c.3, s.148-149; Müslim-Sahih c.1, s.146-147; Beyhaki-Delâilünnübüvve c.2, s.130-131, Begavi-Mesâbihussünne c.2, s.179; Kadı Iyaz Şifâ c.1, s.137; İbn.Esir-Camiul’usul c.12, s.53-54; İbn.Seyyid-Uyunüleser c.1, s.144; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.228. [2] İbn.İshak, İbn.Hişam-Sire c.2, s.48-49; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.228. [3] Ahmet b.Hanbel-Müsned c.1, s.48-49; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.228. [4] Ahmet b.Hanbel-Müsned c.1, s.209; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.228. [5] İbn.İshak, İbn.Hişam-Sire c.2, s.46; Ahmet b.Hanbel-Müsned c.1, s.257; Buhari-Sahih c.1, s.92; Müslim-Sahih c.1, s.149; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.228. [6] İbn.İshak, İbn.Hişam-Sire c.2, s.49; Ahmet b.Hanbel-Müsned c.1, s.257; Buhari-Sahih c.4, s.249; Taberi-Tefsir c.27, s.53. [7] Ahmet b.Hanbel-Müsned c.5, s.418; Tirmizi-Sünen c.5, s.510; Taberi-Tefsir c.3, s.86; Süyuti-Hasaisülkübrâ c.1, s.414; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.228. [8] Tirmizi-Sünen c.5, s.510; Taberâni-Mucemüssagir c.2, s.196; Kurtubi, Camiu li Ahkâmi'l-Kur'an: c.10, s.415; Halebi-İnsanüluyun c.2, s.123; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.228. [9] Ahmet b.Hanbel-Müsned c.5, s.418; Tirmizi-Sünen c.5, s.255; Ebülfida-Tefsir c.3, s.86; Suyuti-Hasaisülkübra c.1, s.414; Halebi-İnsünaluyun c.2, s.123; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.228. [10] Ahmet b.Hanbel-Müsned c.5, s.418; Taberi-Tefsir c.5, s.255; Ebülfida Tefsir c.3, s.86; Süyutî-Hasâisülkübra c.1, s.414; Halebî-İnsanüluyun c.2, s.123; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.228. [11] Ahmet b.Hanbel-Müsned c.5, s.418; Taberi-Tefsir c.15, s.255; Ebülfida-Tefsir c.3, s.86; Suyuti-Hasaisülkübra c.1, s.414; Halebi-İnsanüluyun c.2, s.123; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.228. [12] Ahmet b.Hanbel-Müsned c.5, s.418; Tirmiz-Sünen c.5, s.510; Taberi-Tefsir c.15, s.255; Taberâni-Mûcemüssagir c.2, s.196; Kurtubi, Camiu li Ahkâmi'l-Kur'an: c.10, s.415; Ebülfida-Tefsir c.3, s.86; Süyütî-Hasâisülkübrâ c.1, s.414; Halebi-İnsanüluyun c.2, s.123; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.228. [13] Tirmizi-Sünen c.5, s.510; Taberâni-Mûcemüssagir c.2, s.196; Kurtubi, Camiu li Ahkâmi'l-Kur'an: c.10, s.418; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.228. [14] Ahmet b.Hanbel-Müsned c.5, s.418; Taberî-Tefsir c.15; s.255; Ebülfida-Tefsir c.3, s.86; Süyuti-Hasâisülkübra c.1, s.414; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.228. [15] Tirmizi-Sünen c.5, s.510; Taberâni-Mücemüssâgir c.2, s.196; Kurtubi, Camiu li Ahkâmi'l-Kur'an: c.10, s.415; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.228. [16] Ahmet b.Hanbel-Müsned c.5, s.418; Teberi-Tefsir c.15; s.255; Ebülfida-Tefsir c.3, s.86; Suyuti-Hasaisülkübra c.1,s.414; Halebi-İnsanüluyun c.2, s.123; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: S.229. [17] Tirmizi-Sünen c.5, s.510; Taberâni-Mücemüssagir c.2, s.196; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.229. [18] Ahmet b.Hanbel-Müsned c.1, s.418; Taberâni-Mücemüssagir c.2,s.196; Ebülfida-Tefsir c.3, s.86; Süyüti-Hasâis c.1, s.414, Halebî c.2, s.123; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 229. |
Hazreti İbrahim (a.s)
I. BÖLÜM: KUR’AN-I KERİM’DE VE HADİS-İ ŞERİFLERDE İBRAHİM AS.
1. Kur'ân-ı Kerim'de İbrâhîm (a.s.) : Kur'ân-ı Kerim'de "İbrâhîm" ismi 69 yerde geçer. 25 ayrı sûrede Hz. İbrâhim'den değişik vesilelerle bahsedilir. Hz. Mûsâ’dan sonra, Kur’ân-ı Kerim’de isminden en çok bahsedilen ikinci peygamber İbrâhim (a.s.)’dir. Bunun yanında, 213 âyet, Hz. İbrâhim’le (hayatı, mücâdelesi, mesajı, duâları ile) ilgilidir. Kur'an'da Hz. İbrâhim, değişik sıfatlarla anılmış ve kendisinden övgüyle bahsedilmiştir. Kur'an'da geçen sıfatlarından bazıları; Evvâh: Başkalarına çok üzülüp âh eden, bağrı yanık (Tevbe: 9/114; Hûd: 11/75), Halîm: Çok yumuşak huylu (Tevbe: 9/114; Hûd: 11/75), Münîb: Allah'a sığınan (Hûd: 11/75), Hanîf: Allah'ı bir tanıyan, Hakka yönelmiş (Bakara: 2/135, Âl-i İmrân: 3/67, 95; Nisâ: 4/125 vd.), Halîl (Halîlullah): Dost, Allah dostu (Nisâ: 4/125), Kaanit: Allah'a kulluk eden (Nahl: 16/120), Şâkir (Allah'a çok şükreden (Nahl: 16/121). "Bir zamanlar Rabbi İbrâhim'i birtakım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince; 'Ben seni insanlara imam/önder yapacağım' demişti. 'Soyumdan da (imamlar/önderler yap, yâ Rabbi!)' dedi. Allah: 'Ahdim zâlimlere ermez (onlar için söz vermem)' buyurdu." (Bakara: 2/124) "Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrâhim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrâhim ve İsmâil'e: ''Tavaf edenler, ibâdete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim'i temiz tutun' diye emretmiştik." (Bakara: 2/125) "İbrâhim de demişti ki: 'Ey Rabbim! Burayı emîn bir şehir yap, halkından Allah'a ve âhiret gününe inananları çeşitli meyvelerle besle.' Allah buyurdu ki: 'Kim inkâr ederse onu az bir süre faydalandırır, sonra onu cehennem azâbına sürüklerim. Ne kötü varılacak yerdir orası!" (Bakara: 2/126) "Bir zamanlar İbrâhim, İsmâil ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor, (şöyle diyorlardı:) 'Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz Sen işitensin, bilensin." (Bakara: 2/127) "Ey Rabbimiz! Bizi Sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de Sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibâdet usûllerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak Sensin." (Bakara: 2/128) "Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden Senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara Kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü azîz olan, üstün gelen; hakîm olan, her şeyi yerli yerince, hikmetle yapan yalnız Sensin." (Bakara: 2/129) "İbrâhim'in dininden kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, Biz onu dünyada (elçi) seçtik, şüphesiz o âhirette de sâlihlerden/iyilerdendir." (Bakara: 2/130) "Çünkü Rabbi ona: 'Müslüman ol, demiş, o da: Âlemlerin Rabbine teslim olup boyun eğdim, müslüman oldum' demişti." (Bakara: 2/131) "Bunu İbrâhim de kendi oğullarına vasiyet etti, Ya'kub da: 'Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslâm'ı) seçti. O halde sadece müslümanlar olarak ölün (dedi)." (Bakara: 2/132) "Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Ya'kub) oğullarına: 'Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?' demişti. Onlar: 'Senin ve ataların İbrâhim, İsmâil ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz ancak O'na teslim olmuş, O'nun için müslüman olmuş kimseleriz' dediler." (Bakara: 2/133) "Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız (yaptıklarınız) sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz." (Bakara: 2/134) "(Yahûdiler ve hıristiyanlar müslümanlara:) 'Yahûdi ya da hıristiyan olun ki, hidâyeti (doğru yolu) bulasınız' dediler. De ki: 'Hayır! Biz, hanîf olan İbrâhim'in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi." (Bakara: 2/135) "Biz, Allah'a ve bize indirilene; İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya'kub ve esbâta (torunlara; Ya'kub'un on iki evlâdından torunlarına) indirilene, Mûsâ ve İsa'ya verilenlerle Rableri tarafından diğer peygamberlere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah'a teslim olup müslüman olduk' deyin." (Bakara: 2/136) "Yoksa siz, İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya'kub ve esbâtın (torunların) yahûdi, yahut hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: 'Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?' Allah tarafından kendisine (bildirilmiş) bir şâhitliği gizleyenden daha zâlim kim olabilir? Allah, yaptıklarınızdan gâfil değildir." (Bakara: 2/140) "Allah kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrâhim ile tartışmaya gireni (Nemrut'u) görmedin mi?! İşte o zaman İbrâhim: 'Rabbim, hayat veren ve öldürendir' demişti. O da: 'Ben (de) hayat verir ve öldürürüm' demişti. İbrâhim: 'Allah güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir' dedi. Bunun üzerine kâfır apışıp kaldı. Allah zâlim kimseleri hidâyete erdirmez." (Bakara: 2/258) "İbrâhim Rabbine: 'Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster' demişti. Rabbi ona: 'Yoksa inanmadın mı?' diye sordu. İbrâhim: 'Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim).' dedi. Bunun üzerine Allah: 'Öyleyse dört tane kuş yakala, onları yanına al, sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da onları kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil ki Allah azîzdir, hakîmdir; üstün gelen, her şeyi yerli yerince, hikmetle yapandır' buyurdu." (Bakara: 2/260) "Allah, birbirinden gelme bir nesil olarak Âdem'i, Nûh'u, İbrâhim âilesi ile İmrân âilesini seçip âlemlere üstün kıldı. Allah (her şeyi hakkıyla) işiten ve (her şeyi tümüyle) bilendir." (Âl-i İmrân: 3/33-34) "Ey ehl-i kitap! İbrâhim hakkında niçin çekişirsiniz? Halbuki Tevrat ve İncil, kesinlikle ondan sonra indirildi. Siz hiç düşünmez misiniz?" (Âl-i İmrân: 3/65) "İbrâhim, ne yahûdi, ne de hıristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslüman idi; müşriklerden de değildi." (Âl-i İmrân: 3/67) "İnsanların İbrâhim'e en yakın olanı, ona uyanlar, şu Peygamber (Muhammed) ve (ona) iman edenlerdir. Allah mü'minlerin velîsi/dostudur." (Âl-i İmrân: 3/68) "De ki: 'Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise, hakka yönelmiş olarak İbrâhim'in milletine/dinine uyun. O, müşriklerden değildi." (Âl-i İmrân: 3/95) "Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidâyet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbed), Mekke'deki (Kâbe)'dir. Orada apaçık âyetler/nişâneler, (ayrıca) İbrâhim'in makamı vardır..." (Âl-i İmrân: 3/96-97) "...İbrâhim soyuna Kitab'ı ve hikmeti verdik ve onlara büyük bir hükümranlık bahşettik." (Nisâ: 4/54) "Onlardan bir kısmı İbrâhim'e inandı, kimi de ondan yüz çevirdi; (onlara) kavurucu bir ateş olarak cehennem yeter." (Nisâ: 4/55) "Doğru olarak kendini Allah'a veren ve İbrâhim'in, hanif/Allah'ı bir tanıyan dinine tâbi olan kimseden dince daha güzel kim vardır?! Allah İbrâhim'i halîl/dost edinmiştir." (Nisâ: 4/125) "İbrâhim, babası Âzer'e: 'Birtakım putları tanrılar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni de, kavmini de apaçık bir dalâlet/sapıklık içinde görüyorum' demişti." (En'âm: 6/74) "Böylece Biz, kesin iman edenlerden olması için İbrâhim'e göklerin ve yerin melekûtunu (izzet ve hükümranlığını) gösteriyorduk." (En'âm: 6/75) "Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü; 'Rabbim budur' dedi. Yıldız batınca, batanları, yok olanları sevmem' dedi." (En'âm: 6/76) "Ay'ı doğarken görünce, 'Rabbim budur' dedi. O da batınca, 'Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette dalâlette olan/yoldan sapan topluluklardan olurum' dedi." (En'âm: 6/77) "Güneşi doğarken görünce de, 'Rabbim budur, zira bu daha büyük' dedi. O da batınca, dedi ki: 'Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) şirk/ortak koştuğunuz şeylerden uzağım." (En'âm: 6/78) "Ben hanîf (Allah'ı bir bilen ve O'na yönelmiş) olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim ve ben müşriklerden değilim." (En'âm: 6/79) "Kavmi onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi ki: 'Beni doğru yola hidâyet etmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O'na şirk/ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Rabbimin dilediği dışında hiçbir şey olmaz. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ ibret almıyor musunuz?" (En'âm: 6/80) "Siz, Allah'ın size, haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O'na şirk/ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım?! Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki gruptan (Allah'ı tek ilâh kabul edenlerle O'na ortak koşanlardan) hangisi (Allah'ın azâbından) emniyette/güvende olmaya daha lâyıktır?" (En'âm: 6/81) "İman edip de inançlarına herhangi bir zulüm (şirk) karıştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır." (En'âm: 6/82) "İşte bu, kavmine karşı İbrâhim'e verdiğimiz huccetlerimiz/delillerimizdir. Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki senin Rabbin hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir." (En'âm: 6/83) "De ki: 'Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, hanîf/Allah'ı birleyen İbrâhim'in milletine/dinine iletti. O, şirk/ortak koşanlardan değildi." (En'âm: 6/161) "Onlara, kendilerinden evvelkilerin, Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin, Medyen halkının ve altüst olan şehirlerin haberi ulaşmadı mı? Peygamberleri onlara apaçık mûcizeler getirmişti. Demek ki Allah onlara zulmetmiyordu; fakat onlar kendilerine zulmetmekte idiler." (Tevbe: 9/70) "(Kâfir olarak ölüp) Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah'a) şirk/ortak koşanlar için af dilemek, ne peygambere yaraşır, ne de iman edenlere. İbrâhim'in, babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrâhim evvâh (başkalarına çok üzülüp âh eden, bağrı yanık, sabırlı) ve halîm (çok yumuşak huylu) idi." (Tevbe: 9/113-114) "Andolsun ki elçilerimiz (melekler) İbrâhim'e müjde getirdiler ve 'selâm (sana)' dediler. O da: '(Size de) selâm' dedi ve hemen kızartılmış bir buzağı getirdi." (Hûd: 11/69) "Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içine bir korku düştü. Dediler ki: 'Korkma! (Biz melekleriz.) Lût kavmine gönderildik." (Hûd: 11/70) "O esnâda hanımı ayakta idi ve (bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak'ı, İshak'ın ardından da Ya'kub'u müjdeledik." (Hûd: 11/71) "(İbrâhim'in karısı:) 'Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Bu, gerçekten şaşılacak bir şey!' dedi." (Hûd: 11/72) "(Melekler) dediler ki: 'Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur." (Hûd: 11/73) "İbrâhim'den korku gidip kendisine müjde gelince, Lût kavmi hakkında (âdeta) Bizimle mücâdeleye (tartışmaya) başladı." (Hûd: 11/74) "İbrâhim cidden halîm/yumuşak huylu, evvâh (başkalarına çok üzülüp âh eden, bağrı yanık, sabırlı), münîb (kendisini Allah'a vermiş) biri idi." (Hûd: 11/75) "(Melekler dediler ki:) 'Ey İbrâhim! Bundan vazgeç. Çünkü Rabbinin (azap) emri gelmiştir. Ve onlara, geri çevrilmez bir azap mutlaka gelecektir!" (Hûd: 11/76) "Hatırla ki İbrâhim şöyle demişti: 'Rabbim! Bu şehri (Mekke'yi) emniyetli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut!" (İbrâhim: 14/35) "Çünkü onlar (putlar), insanlardan birçoğunun dalâletine/sapmasına sebep oldular, Rabbim. Şimdi kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, artık Sen gerçekten çok bağışlayansın, çok merhametlisin." (İbrâhim: 14/36) "Ey Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını Senin Beyt-i Harem'inin (Kâbe'nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vâdiye yerleştirdim. Artık Sen insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki bu nimetlere şükrederler." (İbrâhim: 14/37) |
Hazreti İbrahim (a.s)
"Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen bizim gizleyeceğimizi de açıklayacağımızı da bilirsin. Çünkü ne yerde, ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz." (İbrâhim: 14/38)
"İhtiyar halimde bana İsmâil'i ve İshak'ı lutfeden Allah'a hamdolsun! Şüphesiz Rabbim duâyı işiten, kabul edendir." (14/İbrâhim, 39) "Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı ikame edenlerden (dosdoğru kılanlardan) eyle; ey Rabbimiz! Duâmı kabul et!" (14/İbrâhim, 40) "Ey Rabbimiz! (Amellerin) hesap olunacağı gün beni, ana-babamı ve mü'minleri bağışla!" (14/İbrâhim, 41) "Onlara (kullarıma) İbrâhim'in misâfirlerinden (meleklerden) de haber ver." (15/Hıcr, 51) "Onun yanına girdikleri zaman, 'selâm' dediler. (İbrâhim:) 'Biz sizden çekiniyoruz' dedi." (15/Hıcr, 52) "Dediler ki: 'Korkma; biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz." (15/Hıcr, 53) "(İbrâhim:) 'Bana ihtiyarlık çökmesine rağmen beni müjdeliyor musunuz? Beni ne ile müjdeliyorsunuz?' dedi." (15/Hıcr, 54) "Sana gerçeği müjdeledik, sakın ümitsizliğe düşenlerden olma!' dediler." (15/Hıcr, 55) "(İbrâhim) dedi ki: 'Rabbinin rahmetinden, dalâlettekilerden/sapıklardan başka kim ümit keser?" (15/Hıcr, 56) "İbrâhim, gerçekten kaanit (kunut eden, Hakk'a yönelen), hanîf (Allah'ı birleyen ve O'na itaat eden) bir ümmet (önder) idi; Allah'a şirk/ortak koşanlardan değildi." (16/Nahl, 120) "Allah'ın nimetlerine şükrediciydi. Çünkü Allah, onu seçmiş ve sırât-ı müstakîme hidâyet etmiş, doğru yola iletmişti." (16/Nahl, 121) "Ona dünyada güzellik verdik. Muhakkak ki o, âhirette de sâlihlerdendir." (16/Nahl, 122) "Sonra da sana: 'Doğru yola yönelerek İbrâhim'in milletine/dinine uy! O müşriklerden değildi' diye vahyettik." (16/Nahl, 123) "Kitap'ta İbrâhim'i an. Zira o, sıdkı bütün bir peygamberdi." (19/Meryem, 41) "Bir zaman o babasına dedi ki: 'Babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin taparsın?" (19/Meryem, 42) "Babacığım! Hakikaten sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Öyle ise bana uy ki, seni düz yola hidâyet edip çıkarayım." (19/Meryem, 43) "Babacığım! Şeytana kulluk etme! Çünkü şeytan, çok merhametli olan Allah'a âsi oldu." (19/Meryem, 44) "Babacığım! Allah tarafından sana azap dokunup da şeytanın yakını olmandan korkuyorum." (19/Meryem, 45) "(Babası:) 'Ey İbrâhim! dedi; sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni kovar, taşa tutarım! Uzun bir zaman benden uzak dur!" (19/Meryem, 46) "İbrâhim: 'Selâm sana (esen kal)' dedi, Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim. Çünkü O bana karşı çok lütufkârdır." (19/Meryem, 47) "Sizden de, Allah'ın dışında taptığınız şeylerden de uzaklaşıyor ve Rabbime yalvarıyorum. Umulur ki (senin için) Rabbime duâ etmemle bedbaht (emeği boşa gitmiş) olmam." (19/Meryem, 48) "Nihayet İbrâhim onlardan ve Allah'tan başka taptıkları şeylerden uzaklaşıp bir tarafa çekildiği (hicret ettiği) zaman Biz ona İshak ve Ya'kub'u bağışladık/verdik ve her birini peygamber yaptık." (19/Meryem, 49) "Onlara rahmetimizden bağışta bulunduk; kendilerine haklı ve yüksek bir şöhret nasip ettik." (19/Meryem, 50) “Andolsun Biz İbrâhim’e daha önce rüşdünü vermiştik. Biz onu iyi tanırdık. O, babasına ve kavmine: ‘Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor?’ demişti. Dediler ki: ‘Biz babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk.’ ‘Doğrusu, siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz’ dedi. Dediler ki: ‘Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen oyunbazlardan biri misin?’ ‘Hayır’ dedi; ‘sizin Rabbiniz, yarattığı göklerin ve yerin de Rabbidir ve ben buna şâhitlik edenlerdenim. Allah’a yemin ederim ki, siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım!’ Sonunda İbrâhim onları paramparça etti. Yalnız onların büyüğünü bıraktı; belki ona müracaat ederler diye. ‘Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o, zâlimlerden biridir’ dediler. (Bir kısmı:) ‘Bunları diline dolayan bir genç duyduk; kendisine İbrâhim denilirmiş’ dediler. O halde, dediler, ‘onu hemen insanların gözü önüne getirin. Belki şâhitlik ederler.’ ‘Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın ey İbrâhim?’ dediler. ‘Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Haydi onlara sorun; eğer konuşuyorlarsa!’ dedi. Bunun üzerine, kendi vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine) ‘zâlimler sizlersiniz, sizler!’ dediler. Sonra tekrar eski inanç ve tartışmalarına döndüler: ‘Sen bunların konuşmadığını pek âlâ biliyorsun’ dediler. İbrâhim: ‘Öyleyse’ dedi, ‘Allah’ı bırakıp da, size hiçbir fayda ve zarar vermeyen bir şeye hâlâ tapacak mısınız? Yuh olsun size ve Allah’ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere! Siz akıllanmaz mısınız?’ (Bir kısmı:) ‘Eğer iş yapacaksanız, yakın onu da tanrılarınıza yardım edin!’ dediler. Biz de dedik ki: ‘Ey ateş! İbrâhim için serin ve selâmet ol!’ Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat Biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk. Biz, onu ve Lût’u kurtararak, içinde cümle âleme bereketler verdiğimiz ülkeye ulaştırdık.” (21/Enbiyâ, 51-71) "Bir zamanlar İbrâhim'e Beytullah'ın yerini hazırlamış ve (ona şöyle demiştik): 'Bana hiçbir şeyi şirk koşma/eş tutma; tavaf edenler, ayakta ibâdet edenler, rükû ve secdeye varanlar için Evimi (Kâbe'yi) temiz tut." (22/Hacc, 26) "İnsanlar arasında haccı ilân et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun argın develer üzerinde, kendilerine ait birtakım yararları yakînen görmeleri, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde Allah'ın ismini anmaları (kurban kesmeleri) için sana (Kâbe'ye) gelsinler. Artık ondan hem kendiniz yiyin, hem de yoksula, fakire yedirin." (22/Hacc, 27-28) "Sonra kirlerini gidersinler; adaklarını yerine getirsinler ve o Eski Ev'i (Kâbe'yi) tavaf etsinler." (22/Hacc, 29) "Allah uğrunda, hakkını vererek, gereği gibi cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrâhim'in milletinde/dininde (de böyleydi). Peygamberin size şâhit olması, sizin de insanlara şâhit olmanız için O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur'an'da) size 'müslümanlar' adını verdi. Öyle ise namazı ikame edin (dosdoğru kılın); zekâtı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır/dostunuzdur. Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır!" (22/Hacc, 78) "(Rasûlüm!) Onlara İbrâhim'in haberini de oku/naklet. Hani o, babasına ve kavmine: 'Neye tapıyorsunuz?' demişti. 'Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz' diye cevap verdiler. İbrâhim: 'Peki, dedi; yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı? Yahut, size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı?' Şöyle cevap verdiler: 'Hayır, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk.' İbrâhim dedi ki: 'İyi ama, ister sizin, ister önceki atalarınızın; neye taptığını (biraz olsun) düşündünüz mü? İyi bilin ki onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi (benim dostumdur). Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O'dur. Beni yediren, içiren O'dur. Hastalandığım zaman bana şifâ veren O'dur. Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O'dur. Ve hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum O'dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni sâlihler/iyiler arasına kat. Bana, sonra gelecekler içinde, iyilikle anılmak nasip eyle! Beni naîm cennetinin vârislerinden kıl. Babamı da bağışla (ona tevbe ve iman nasip et). Çünkü o dalâlettekilerden/sapıklardandır. (İnsanların) dirilecekleri gün, beni mahcup etme. O gün, ne mal fayda verir, ne de evlât. Ancak Allah'a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur)." (26/Şuarâ, 69-89) "İbrâhim'i de gönderdik. O kavmine şöyle demişti: 'Allah'a kulluk edin. O'na karşı gelmekten sakının. Eğer bilmiş olsanız bu sizin için daha hayırlıdır." (29/Ankebût, 16) "Siz Allah'ı bırakıp birtakım putlara tapıyor, asılsız sözler yaratıyor/uyduruyorsunuz. Bilmelisiniz ki, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, size rızık veremezler. O halde rızkı Allah katında arayın. O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Ancak O'na döndürüleceksiniz." (29/Ankebût, 17) "Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok ümmetler/topluluklar da (kendilerine tebliğ edileni) yalan saymışlardır. Peygamber'e düşen, yalnız açık bir tebliğdir." (29/Ankebût, 18) "Kavminin (İbrâhim'e) cevabı ise: 'Onu öldürün, yahut yakın!' demelerinden ibâret oldu. Ama Allah onu ateşten kurtardı. Doğrusu bunda, iman eden bir kavim için ibretler vardır." (29/Ankebût, 24) "(İbrâhim onlara) dedi ki: 'Siz, sırf aranızdaki dünya hayatına has muhabbet uğruna Allah'ı bırakıp birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyâmet günü (gelip çattığında ise) birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lânet okuyacaksınız. Varacağınız yer cehennemdir ve hiç yardımcınız da yoktur." (29/Ankebût, 25) "Bunun üzerine Lût ona iman etti ve (İbrâhim): 'Doğrusu ben Rabbim'e (emrettiği yere) hicret ediyorum. Şüphesiz O, azîzdir, hakîmdir; mutlak güç ve hikmet sahibidir' dedi." (29/Ankebût, 26) "Ona İshak ve Ya'kub'u bağışladık/verdik. Peygamberliği ve kitapları, onun soyundan gelenlere verdik. Ona dünyada mükâfâtını verdik. Şüphesiz o, âhirette de sâlihlerdendir." (29/Ankebût, 27) "Elçilerimiz İbrâhim'e (iki oğul ihsan edeceğimize dair) müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: 'Biz bu memleket halkını helâk edeceğiz. Çünkü oranın halkı zâlim kimselerdir." (29/Ankebût, 31) "(İbrâhim) dedi ki: 'Ama orada Lût var!' Şöyle cevap verdiler: 'Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve âilesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesnâ; o, (azapta) kalacaklar arasındadır." (29/Ankebût, 32) “Şüphesiz İbrâhim de onun (Nuh’un) milletinden idi. Çünkü Rabbine kalb-i selîm ile geldi. Hani o, babasına ve kavmine: ‘Siz kime kulluk ediyorsunuz?’ demişti. ‘Allah’tan başka birtakım uydurma ilâhlar mı istiyorsunuz? O halde, âlemlerin Rabbi hakkındaki görüşünüz nedir?’ (Hz. İbrâhim’in kavmi, yıldızlara bakar, onlarla kâhinlik yaparlardı. Bir bayram günü İbrâhim’e kendileriyle beraber bayram yerine gelmesini söylediler.) Bunun üzerine İbrâhim yıldızlara şöyle bir baktı. ‘Ben hastayım’ dedi. Ona arkalarını dönüp gittiler. Yavaşça (kavmin) putlarının yanına vardı. (Oraya konmuş çelenkleri, yemekleri görünce:) ‘Yemiyor musunuz? Neden konuşmuyorsunuz?’ dedi. Bunun üzerine, yanlarına gelip sağ eliyle vurdu (kırıp geçirdi). (Putperestler) koşarak İbrâhim’e geldiler. (Neden putları kırdığını sordular.) İbrâhim: ‘Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?! Oysa ki sizi ve yapmakta olduklarınızı Allah yarattı’ dedi. ‘Onun için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın!’ dediler. Böylece ona bir tuzak kurmayı istediler. Fakat Biz onları alçaklardan kıldık.” (37/Sâffât, 83-98) "(Oradan kurtulan İbrâhim:) 'Ben Rabbime gidiyorum. O, bana doğru yolu gösterecek. Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlât ver' dedi. O zaman Biz onu uslu bir oğul ile müjdeledik. Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: 'Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin?' dedi. O da cevaben: 'Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşâallah beni sabredenlerden bulursun' dedi. Her ikisi de teslim olup, onu alnı üzerine yatırınca: 'Ey İbrâhim! Rüyayı gerçekleştirdin. Biz muhsinleri/iyileri böyle mükâfatlandırırız. Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır' diye seslendik. Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik. Geriden gelecekler arasında ona (iyi bir nam) bıraktık: 'İbrâhim'e selâm!' dedik. Biz ihsan sahiplerini/iyileri böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o, Bizim mü'min kullarımızdandır. Sâlihlerden bir peygamber olarak ona (İbrâhim'e) İshak'ı mübârek (kutlu ve bereketli) eyledik. Lâkin her ikisinin neslinden ihsan sahibi iyi kimseler olacağı gibi, kendine açıktan açığa zulüm/kötülük edenler de olacak." (37/Sâffât, 99-113) "Kuvvetli ve basîretli kullarımız İbrâhim, İshak ve Ya'kub'u da an. Biz onları özellikle âhiret yurdunu düşünen, ihlâslı kimseler kıldık. Doğrusu onlar Bizim yanımızda seçkin, hayırlı/iyi kimselerdendir." (38/Sâd, 45-47) "Bir zaman İbrâhim, babasına ve kavmine demişti ki: 'Ben sizin taptıklarınızdan uzağım. Ben yalnız beni yaratana kulluk yaparım. Çünkü O, beni doğru yola iletecektir.' Bu sözü, ardından geleceklere devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı ki, insanlar (onun dinine) dönsünler." (43/Zuhruf, 26-28) "İbrâhim'in ağırlanıp ikrâm olunan misâfirlerin haberi sana geldi mi? (Bunlar meleklerdi.) Onlar İbrâhim'in yanına girmişler, selâm vermişlerdi. İbrâhim de selâmı almış, içinden, 'bunlar, yabancılar' demişti. Hemen âilesinin yanına giderek semiz bir dana (kebabını) getirmiş, onların önüne koyup 'yemez misiniz?' demişti. Derken onlardan korkmaya başladı. 'Korkma' dediler ve ona bilgin bir oğlan çocuğu müjdelediler. Karısı çığlık atarak geldi. Elini yüzüne çarparak: 'Ben kısır bir kocakarıyım!' dedi. Onlar: 'Bu böyledir. Rabbin söylemiştir. O, hikmet sahibidir, (her şeyi) bilendir' dediler. (İbrâhim:) 'O halde işiniz nedir, ey elçiler?' dedi. 'Biz, dediler, suçlu bir kavme gönderildik. Üzerlerine çamurdan taş yağdırmaya (geldik).' (Bu taşlar,) isrâf edenler (aşırı gidenler) için Rabbinin yanında işaretlenmiş (taşlar)dir. Bunun üzerine orada bulunan mü'minleri çıkardık. Zaten orada müslümanlardan, bir ev halkından başka kimse bulmadık. Acı azaptan korkanlar için orada bir işaret bıraktık." (51/Zâriyât, 24-37) "Yoksa, Mûsâ'nın ve ahdine vefâ gösteren İbrâhim'in sahifelerinde yazılı olanlar kendisine haber verilmedi mi?" (53/Necm, 36-37) "Gerçekten hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenemez." (53/Necm, 38) "Ve insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur." (53/Necm, 39) "Ve çalışması da ileride görülecektir." (53/Necm, 40) "Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir." (53/Necm, 41) "Ve şüphesiz en son varış Rabbinedir." (53/Necm, 42) "Doğrusu güldüren de ağlatan da O'dur." (53/Necm, 43) "Öldüren de dirilten de O'dur." (53/Necm, 44) "Şurası muhakkak ki (rahime) atıldığında nutfeden, erkek ve dişiden ibâret olan iki çifti O yarattı." (53/Necm, 45-46) "Şüphesiz tekrar diriltmek de O'na aittir." (53/Necm, 47) "Zengin eden de yoksul kılan da O'dur." (53/Necm, 48) "Doğrusu Şi'râ yıldızının Rabbi de O'dur." (53/Necm, 49) "Andolsun ki Biz, Nûh'u ve İbrâhim'i (peygamber olarak) gönderdik; peygamberliği de kitabı da onların soyuna verdik. Onlardan (insanlardan) kimi doğru yoldadır; içlerinden birçoğu da fâsıktır/yoldan çıkmışlardır." (57/Hadîd, 26) "İbrâhim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: 'Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz/reddediyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.' Ancak, İbrâhim babasına: 'Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez' demişti. (O mü'minler şöyle dediler:) 'Rabbimiz! Ancak Sana tevekkül edip dayandık, Sana yöneldik. Dönüş de ancak Sanadır." (60/Mümtehıne, 4) "Rabbimiz! Bizi, inkâr edenler için fitne (deneme konusu) kılma; bizi bağışla! Ey Rabbimiz! Yegâne azîz (güçlü ve gâlip), hakîm (hüküm ve hikmet sahibi) ancak Sensin." (60/Mümtehıne, 5) "Andolsun, onlar sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü arzu edenler için güzel bir örnektir. Kim yüz çevirirse şüphesiz Allah ğanîdir (zengindir), hamîddir, hamde lâyık olandır." (60/Mümtehıne, 6) "Eğer hatırlatmak/öğüt fayda verirse hatırlatıp öğüt ver. (Allah'tan) huşû ile korkan, öğütten yararlanacak. En büyük ateşe girecek olan kötü kimse ise, öğütten kaçınır. Sonra o, ateşte ne ölür, ne de yaşar. (Maddî ve mânevi pisliklerden) Temizlenen, Rabbinin adını zikredip O'na kulluk eden kimse kuşkusuz kurtuluşa ermiştir. Fakat siz (ey insanlar!) âhiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu halde, dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Şüphesiz bu (anlatılanlar), önceki suhufta (kitaplarda), İbrâhim ve Mûsâ'nın kitaplarında (onlara inen suhufda) da vardır." (87/A'lâ, 9-19) |
Hazreti İbrahim (a.s)
I. BÖLÜM: İBRAHİM AS.’IN VEFATI
1. İbrahim as.’ın Vefatı : Rivayette göre, Allah Celle İbrâhim as.’ın ruhunu kabzetmek istediği zaman, onun yanına yaşlı bir insan suretinde ölüm meleği Hz.Azrâil’i gönderdi. Bir gün Hz.İbrâhim misafirlerine yemek ikram ederken, sıcak bir havada yaşlı birinin yaya olarak geldiğini gördü. Bunun üzerine Hz.İbrâhim, yanına gelmesi için ona bir merkep gönder. O da merkebe binip Hz.İbrâhim’in yanına geldi. Bu ihtiyar insan Hz.İbrâhim tarafından kendisine takdim edilen yemeği yerken ağzına götürmek istediği lokmayı önce gözüne ve kulağına sokuyor, ancak bundan sonra ağzına götürebiliyordu. Aynı zamanda yediği yemek hemen def-i hâcet mahallinden dışarı çıkıyordu. Hatta İbrâhim as. Rabb’inden, kendisi ölüm isteyinceye kadar onun ruhunu kabzetmemesini istemişti. Bir ara Hz.İbrâhim ihtiyara: Kaç yaşındasınız?” diye sordu. O, yaşını söylediğinde Hz.İbrâhim’den iki yaş daha büyük olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine Hz.İbrâhim: "Benim de bu ihtiyar gibi olmam için iki yıl kalmış” dedi ve ellerini kaldırıp: “Ey Rabb”im! Hemen ruhumu kabzet” diye yalvardı. Hz.İbrâhim’in bu sözleri üzerine ihtiyar ayağa kalkıp O'nun ruhunu kabzetti.[1] Böylece Hz.İbrâhim as. iki yüz yaşında iken vefat etti.[2] Bir rivayette Hz.İbrâhim’in yüz yetmiş beş yaşında iken vefat ettiği de söylenir. [3] Uzunca bir süre yaşadıktan sonra, ömrünün sonlarına doğru Mısır'a gitti. İbrâhim (a.s) vefat ettiğinde -kuvvetli rivayetlere göre- Kudüs yakınlarında (Hebron) Halilü'r-rahman denilen yerde defnedildi.[4] Tevrat’ın Tekvin Sifrinin 25’nci bâbında İbrâhim’in, 125 yaşında ölüp Makpela Mağarasında karısı Sara’nın yanına gömüldüğü yazılıdır.[5] İbrahim as.’ın vefatında, İsmail as. seksen dokuz yaşında idi.[6] -------------------------------------------------------------------------------- [1] İbn.Esir-Kâmil c.1, s.116; Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi c.21 s. 271. [2] İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.48; İbn.Kuteybe Maarif s.16; Taberi-Tarih c.1, s.160; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.223; İbn.Esir-Kâmil c.1, s.116; Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi c.21, s.271. [3] İbn.Kuteybe-Maarif s.16; Taberi-Tarih c.1, s.160,161; İbn.Esir-Kâmil c.1, s.116-124; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.174; Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi c.21 s.271. [4] Salebi-Arais s.98,99; Taberi-Tarih c.1, s.312; Şamil, İslam Ansiklopedisi,İbrahim Maddesi, c. 3; Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi c.21, s.271. [5] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9, s.90. [6] Diyar. Bekrî-Tarihulhamîs c.1, s.145; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.223. |
All times are GMT +3. The time now is 09:05. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025