![]() |
İnsanları mezarsız bırakacak bir zulüm anlayışın bölük bölük mağdur yarattığı, askeriyenin hukuka rahatça silah çektiği ve kısmi bir anayasa değişimine bile statükonun barikat kurduğu bir manzara...
Tümünün hakkından “referandum” gelir... Çünkü bu doğrudan “halk iradesi” demek... Star Gazetesi-- Mehmet Altan |
Soyumun gezdiği bahçede güller açarmış,Dudağında kıpkızıl kan, yanağında jâle;Sabâyla salınan zülüfler koku saçarmış,Alev alev yanan sînelerdeki âmâle...Yaprak sesleri arasında bülbül nağmesi,Gelip kulaklara çarpan mâhûr âhengiyle;Tıpkı Cennetlerin tüllenen lâtif ma'kesi,Hiç ölmeyen güzelliği, solmayan rengiyle...Her yan bir "Bağ-ı İrem" bu bahar ülkesinde,Buhurdanlar gibi hep tütüp-duran sîneler,Solukladıkları ölümsüzlük bestesinde;Neşeyle soluklandılar aylar ve seneler.Ay, Güneş başka duyulurdu onun bağrında;Goncalar tüllenirken çiçekler arasında.Her gün bir başka fasıl bahçesinde, bağında,Güzellikler tüterdi akında karasında...Böyle bir dünya bugün hayâl sayılsa bile,Ölümsüz sesler duymuştuk o altın günlerden,Geçerken evlâd-ı fâtihân debdebesiyle,Tarih ürpererek ayağa kalkmıştı birden.Harıl harıl at üstünde bir karanlık gece,Uçmuştuk üveyk gibi ışıktan kanatlarla...Işıklarıyla aydınlanmıştı her bilmece,Savaşmışlardı her dem köhne kanaatlarla...
M. Fethullah Gülen |
Bu ülke ki gâziler, şehitler diyârıdır,Bütünüyle bize cedlerin armağanıdır.Cennetleri andıran bağ ve bahçeleriyle,Ovası, obası zümrütten tepeleriyle;Muhteşem geçmişin bizlere yâdigârıdır.Nice firûze sütunlar üstünde kubbeler,Dört bir yanda şâha kalkmış gibi minâreler;Hiç eskimeyen bir mânâ ile hâlâ süzgün,Gökte yıldızlarla mahyalaşan o şanlı dünKi sönük bir rüyâdır yanında efsâneler...Ne şarklı İsfendiyâr, ne garbın İskender'i,Hayâl edememişti bu dünyayı hiçbiri...Âlem henüz karanlıklar içinde yüzerken,Ermiştik uhrevî aydınlıklara çok erken;Hep seyrediyorduk buradan tâ öteleri...Şimdi hazana yenilmiş bu lâlezârda biz,Ümit ve inkisârla yutkunuyoruz sessiz..Hülyâlarımızda bir yeni şafaklar çağı,Her gün bir kitap gibi okuyarak varlığı;İhtimal ki bir gün bizler de dirileceğiz...
M. Fethullah Gülen |
Esmer, Vatoz’u berber koltuğuna oturtup Emoculuktan kurtarma operasyonu düzenlerken, benim eski varoş mahallesinin gençlerinin özellikle televizyonlardaki tartışmalar sayesinde anayasa hukuku donanımlarını ziyadesiyle geliştirdiklerini fark ettim.
Muhabbet sırasında aralarından biri Deniz Baykal tadında “sivil darbeciler” muhalefeti yapınca, bir başkası hükümetin iyi niyetli olduğunu kendince kanıtlamak için inanılmaz bir tez geliştirdi. Aralarında geçen muhabbeti dikkatle okuyun lütfen. – Bak şimdi adamlar herkesi kolpaya getirmek (üç kağıtçılık yapmak –DO) istese ne yapar biliyor musun? Hani Anayasa’nın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen ilk üç maddesi var ya işte onları değiştirirler... – Onların değişmesi zaten yasak, dedin ya teklif bile edilemez... – Peki bu yasak nerede yazıyor? Söyliyim ben sana Anayasa’nın 4. maddesinde... – Ee tamam işte ondan bişey yapamıyorlar... – Peki, 4. Madde’nin değiştirilmesinin yasak olduğu yazıyor mu bir yerde? – Nasıl yani? – Nasıl olacak, diyorum ki isteseler önce Anayasa’nın 4. maddesini değiştirip sonra da ilk üç maddeyi değiştirirlerdi. Bu enteresan tez karşısında Baykal kıvamındaki genç de biz de tek kelime edemedik. Ancak eski Emoculardan Vatoz kalkmak üzere olduğu berber koltuğundan atıldı hemen, “En iyisi 5. Madde’ye de 4. Madde’nin değişmesinin yasak olduğu yazılsın o zaman...” Tez sahibi genç cevap verdi, “Peki 5’i nasıl koruyacaksın abi, 6. Madde’yle mi? Sonra 6’yı da 7 ile mi? Ben denemesini yaptım böyle yaparsan da en son madde yine korumasız kalıyor...” Buyurun buradan yakın bakalım. Galiba bu referandum meselesi nedeniyle memleket bir ton alaylı hukukçu kazanacak |
Bu tez'i biraz genişletip Baykal'a göndermenin faydası olur mu acaba 4. maddeyi koruyan kalkanın ne olduğunu açıklar belki...:)
|
Alıntı:
|
Ancak herkes de biliyor ki, bu anayasa paketine taraf ya da karşı olmak, AK Parti yanlısı ya da karşıtı olmak anlamına gelmiyor. Bu ülkeyi Kapıkule ile Habur arasına sıkıştırıp kadük bırakmak isteyen statükocularla, Türkiye'nin zincirlerinden kurtulmasını sağlamak isteyenler arasındaki mücadelenin bir yansıması bu anayasa paketi...
Bu nedenle muhtemel bir referandumda Saadet Partisi'nin oynayacağı rol, gerçekten çok kritik ve anahtar hükmünde! Saadet Partisi'nin gerek yöneticileri gerekse de partiye gönül verenleri, mevcut yasaların devletle toplumun kucaklaşmasına nasıl engel olduğunun farkında. Refah Partisi'nin 28 Şubat sürecinde nasıl da gayri hukuki yollarla kapatıldığını hiç unutmuyorlar. HSYK'nın karanlık odakların üzerine giden hakim ve savcıların üstüne nasıl kılıç salladığını görüyorlar. Karanlık odakların, faili meçhul olayların üzerine gidemeyen bir ülkede darbe dönemlerinin asla kapanamayacağını çok iyi biliyorlar. Darbe dönemleri kapanmadığı müddetçe de, Türkiye'nin o derin çukurdan asla kurtulamayacağının farkındalar. Aksini düşünmek bugüne kadar yaşananları görmemek olur. Bu nedenle CHP ve yüksek yargı gibi statükoculara Saadet Partisi'nden, Büyük Birlik Partisi'nden MHP tabanından oy yok. Hadi başka kapıya |
Geçtiğimiz günlerde bir hanım geldi, dedi ki: "Sorumlu olduğum kişilere sözüm tesir etmiyor. Beni dinlemiyorlar. Vazifemi hakkıyla yapamıyor muyum?" Ona dedim ki: "Bu din, sahipsiz değildir. İslamiyet'e hizmet etmek vazifesini size kim verdi? Siz kendinizi kurtarmaya çalışın. Bir Müslüman'ın kendini yetiştirmesi, milletinin kurtulması derecesinde mühimdir. Siz susabildiğiniz kadar susun, İslamiyet'i yaşayabildiğiniz kadar yaşayın."
Kendi hayatımdan bir misal vereceğim. İslamî çalışmalara başladığımda milleti kurtarmak için işe başlamıştık. Anlattıklarımızı tamamen doğru ve kabule değer şeyler görüyorduk. Bizleri dinleyenlerin bunları kabul etmemesine kızıp, üzülüp ümitsizliğe düşüyorduk. Hatta hasta olduğumuz devirler bile oldu. Bir doktor, "Sen bu beyninden ne istiyorsun?!" diye kızmıştı bana. Bütün meselemiz milletin kurtulmasıydı. İslamiyet'i zamanla öğrendikçe bizim vazifemizin sadece ve sadece İslamiyet'i öğrenmek, anlamak ve yaşamaktan ibaret olduğunu anladık, çok rahatladık. Nefis şöhret ister. O zaman adam istiyor ki etrafında insanlar toplansın, sözü dinlensin. Halbuki hubbu cahtan, hubbu riyasetten şiddetle kaçınmak lazım. Yani reis olmak, baş olmak sevdası... Ben şöyle yüksek yerlere geleyim, şöyle yüksek makamlar edineyim diyerek hizmet etmek... Bu kişide ihlas yoktur. Bana göre yaptığı bütün ammeler havaya gidiyor. |
28 Şubat'la, başta askeriye olmak üzere dindarları bürokrasiden silmek, üst bürokrasi ve kilit noktalara "güvenilir" insanları koyabilmek için sahte ihbarlar ve istihbarat duyumlarıyla insanlar yerlerinden edilerek bürokrasi tahkim edildi. Ardından siyasi partilerin itibarı yerle bir edilerek siyaset enkaz alanı haline getirildi. AK Parti hesap dışı olarak denkleme girince, Danıştay cinayetiyle başlayan süreç başlatıldı. Milletin önünde devletin bakanları kovalandı. Meslektaşlarının "irtica" yaftalarıyla nasıl çizildiğini seyrederek, koltuklara oturanlar, Danıştay'daki kanı görünce meselenin ciddiyetini fark etti. Şimdi bu farkındalık, bir sivil kılıfın kaçınılmazlığını daha da fazla hissettiriyor. Umutlar CHP-MHP koalisyonuna bağlanıyor. Koalisyonun bekleneni verebilmesi için ortamın alabildiğine gerilmesi gerekiyor. CHP, Ergenekon'a, millete eylem planı yapanlara açıktan destek vererek rolüne ısındığını herkese ilan ediyor. MHP'nin böyle bir role soyunup-soyunmayacağını, soyunursa milletten umduğunu bulup-bulamayacağını zaman gösterecek. Anayasa paketi, darbelerin sivil görünümlü evresini de geçebilmek açısından önemli bir aşama. Hâkimiyetin millete ait olduğuna inanan ve darbelerin her türlüsüne karşı çıkanlar için bu paket, yeterli olmasa da önemli bir adım |
Bugün ilginç bir durumla karşı karşıyayız: AKP'lilerce hazırlanan Anayasa önerisi, 6 Okçu yargı erbabının fena halde canını sıktı. Hatta çılgına çevirdi.
Çünkü yargının yükseklerinde "6 Ok Biraderliği" kurulmuştu. Nasıl örneğin Masonlar birbirlerine yardım ederek bir sosyal/finansal ağ oluşturuyorlarsa, 6 Okçular da benzeri bir dayanışmayı kendi alanlarında gösteriyordu. "6 Ok Biraderliği"nin iki ayağı olduğu anlaşılıyor: 1) İdeolojik güdülerle dayanışma. 2) İnançsal güdülerle dayanışma. (Not: Hangisinin önce geldiği de ilginç bir araştırma konusu olabilir. Türkiye dini inancını siyasi ideolojiye tevil etme örnekleriyle doludur. O kadar ki bu ülkede inançtan hareketle komünizme ulaşanlar çoktur. Tuhaf bir durumdur ama gerçektir.) İşte yeni Anayasa hazırlığı, bu biraderliği çeşitlendirmeyi, homojen yapıyı heterojenleştirmeyi öneriyor. Tabii karşıdan da tepki geliyor. Bu çekişmede "şeriat getirecekler" iddiasının kullanılmaması bana ilginç geliyor. Ne oldu da geçmişi 1909'a (31 Mart Vakası) dayanan... 1923'ten, 1930'dan, 1960'tan, 1971'den, 1980'den, 1997'den, 2007'den geçerek günümüze dek ulaşan, o klasik "irtica" söylemi terk edildi? Onun yerine "Kuşatma, ele geçirme, yargıya saldırı, Anayasa ihlali" gibi yine ağızlara sakız olmuş ama işin içine "dincilik" suçlamasını katmayan bir savunma söylemi kullanılıyor. Neden? Niçin? "Huylu huyundan vazgeçmez" atasözü aklıma geldikçe, "vardır bir numaraları" diye kuşkulanıyorum. |
Kurumların yanlış davranışları anayasa değişikliğini kaçınılmaz hale getirdi; ancak yanlış ortadan kaldırılırken başka yanlışlara kapı aralanmamalıdır. Hazırlanan değişiklik metni, halkın önüne sunulana kadar, tartışmalarda dillendirilen öze ilişkin eleştiriler göz önünde tutularak sürekli geliştirilmelidir. Toplumsal mutabakat metni sayılan anayasada değişiklik yapma fırsatı eline geçtiği için heyecanlanan halk, oyunu vereceği metnin ülkeye yararından emin olmalıdır.
Bu da bizi değiştirilecek maddelerin mutlaka halkoyuna sunulması gereğine götürüyor. Meclis'ten 367 oydan fazla oy alarak geçen anayasa değişikliği maddeleri için halkoylamasına gitmek gerekmiyor; Cumhurbaşkanı onaylayınca değişiklikler yürürlüğe giriyor. Ancak Cumhurbaşkanı, gerekli gördüğü taktirde, 367'den fazla oy bile almış olsa, anayasa değişikliklerini halkoylamasına sunabiliyor (m. 104). Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Meclis'ten büyük bir kabul oyuyla çıksa ve gerekmese bile, halkı heyecanlandıran bu anayasa değişikliği paketini mutlaka halkoyuna sunmalıdır. |
Kürsü hâkimleri: Yüksek yargı, kurduğu düzenin bozulmasından korkuyorhttp://medya.zaman.com.tr/2010/03/29/kursuhakimi.jpgYerel mahkemelerde görev yapan kürsü hâkimleri, anayasa değişiklik paketinden umutlu. HSYK'ya yüksek yargı dışından da hakim ve savcıların seçilmesine destek veren Ödemiş Hakimi Özsu, "Yüksek yargının reaksiyonunu anlayabiliyorum. Kapalı devre yargı mekanizmasının bozulmasını istemiyorlar." diyor. Kazan Hakimi Şahin de 'küçük bir zümre'nin 12 bine yakın yargı mensubu hakkında karar aldığını belirtiyor.
Meclis'in gündemine bu hafta gelmesi beklenen anayasa paketinin en önemli bölümünü yargı reformu oluşturuyor. Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun yapısı demokratik meşruiyet ve geniş temsil esasına göre değiştiriliyor. Yüksek Mahkeme'ye Meclis'in, HSYK'ya da hâkim ve savcıların üye seçmesi öngörülüyor. Reforma karşı çıkanların başında ise CHP, MHP ve yüksek yargı geliyor. Ancak yerel mahkemelerde görev yapan kürsü hâkimleri, Yargıtay ve HSYK'nın öne sürdüğü görüşlere katılmıyor. HSYK'ya yüksek yargı dışından hâkim ve savcıların seçilmesine destek veriyorlar. Reforma karşı çıkan yüksek yargıya ise tepki gösteriyorlar. Ödemiş Hâkimi Faruk Özsu, "Yüksek yargı içerisindeki al gülüm ver gülüm sisteminin değişmesine karşı çıkıyorlar. Kapalı devre yargı mekanizmasının bozulmasını istemiyorlar." diyor. Beypazarı Hakimi Dr. Orhan Gazi Ertekin ise Yargıtay ve HSYK'dan gelen açıklamaları analiz ve altyapıdan yoksun buluyor. Ertekin'e göre, ellerindeki gücün alınması yüksek yargının işine gelmiyor. http://medya.zaman.com.tr/2010/03/29/manset.png AK Parti'nin pazartesi günü görüşünü almak için muhalefe sunduğu anayasa değişikliği paketine yargıdan ilk tepki Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker'den gelmişti. Başkanlar Kurulu'nun pakete ilişkin aldığı kararı kamuoyu ile paylaşan Gerçeker, yargı ile ilgili olan düzenlemelerin Anayasa'ya aykırı olduğunu savunmuş, HSYK'nın yapısında öngörülen değişikliğe de karşı çıkmıştı. Gerçeker, "Bu düzenlemeler şunu gösteriyor ki yüksek yargının, yüksek mahkemelerin devreden çıkarılmak istenmesi, etkisinin azaltılmak istenmesi öngörülüyor. Biz buna kesinlikle karşıyız. Yargıdaki sorunlar giderilmeden Anayasa Değişiklik Taslağı'nda yer alan düzenlemelerin yapılması, yargıyı kuşatmanın ötesinde yargıyı ele geçirmekle eşanlamlı olacaktır." şeklinde konuşmuştu. Düzenlemeye bir tepki de HSYK Başkan Vekili Kadir Özbek'ten gelmişti. "Elimizdeki metin yargının sorunlarına yanıt verecek nitelikte bir metin değil.'' diyen Özbek, yüksek yargı ile dalga geçildiğini savunmuştu. Ancak, yerel mahkemelerde görev yapan kürsü hâkimleri, HSYK'ya yüksek yargı dışından da hâkim ve savcıların seçilmesini olumlu bir adım olarak değerlendiriyor. |
Kazan Hâkimi Kemal Şahin: Bugüne kadar "yargı" denilince hep yüksek yargı anlaşıldı. Halbuki, yüksek yargı neticede yargı mekanizmasının denetleyicisi konumundadır. Temyiz mahkemeleri gibi işlev görür. HSYK'nın bugünkü yapısı da, yargının temsilinden uzak. Danıştay ve Yargıtay'dan üyeler seçiliyor HSYK'ya. Ancak Kurul'un, Danıştay ve Yargıtay üyelerini ilgilendiren herhangi bir karar alma durumu yok. Yerel mahkemelerin temsili hiç yapılmıyor. Çok küçük bir zümre 12 bine yakın yargı mensubu hakkında karar alıyor, üstelik o döngü yalnızca kendi arasında yürüyüp gidiyor. Anayasa paketi eksikleri de olan bir reform girişimi, ancak diğer yandan olumlu adımları da desteklememiz gerekiyor. Emekli Hâkim Beyazıt Boran: Bir kere kürsü hâkimlerinin sorunlarını en iyi kendi aralarından seçecekleri temsilciler çözecektir. Terfi sorunları, iş yükü fazlalığı, tayin meseleleri gibi bir sürü ihtiyacı en iyi kürsü hâkimleri bilecektir. Özbek'in "yüksek yargıyla dalga geçiyorlar" sözü kesinlikle yanlış. Peki dalga geçilmemesi için HSYK'nın böyle devam etmesi mi lazım? Hiçbir kararı yargıya götürülemiyor. Yapılan itirazlar yine kararı verenlerin önüne gidiyor. Bugüne kadar itiraz için kurulun önüne gelen dilekçelerle herhangi bir kararın değiştiğini görmedim. Bu yapının değişmesi zorunludur.
|
"Devlet merkezli anayasa"yı hazırlayanlar askerî cuntanın arzusu doğrultusunda masa başına oturan bilim adamları ve hukukçular oluyor. Pekiyi "birey merkezli anayasaları" kim ve nasıl hazırlıyor? Konunun can alıcı sorusu budur!
"Birey" insan teki varlıktır, yani ferd-i vahid olan insandır. Ferd-i vahid olan insan "devlet" ve "toplum" gibi soyuttur. Dünyanın hiçbir yerinde bireyler insan teki varlıklar olarak bir araya gelip metin yazamazlar. Türkiye 72,5 milyon nüfusa sahipse, rüşd çağında olan 50 milyon insanın salt birey kimlikleriyle bir araya gelip tartışması, müzakere yapması ve ortak bir anlaşma zemini bulması mümkün değildir. Bu durumda yine birilerinin ortaya çıkıp bir metin yazması zarureti hasıl olmaktadır. Nitekim Batı'da da böyle oluyor. "Birey merkezli metni" yazanlar yine bilim adamları, akademisyenler ve hukukçular olmaktadır. Onlar da liberal filozof ve bilim adamlarından ilhamlarını alırlar, kitaplarda okuduklarını, liberal felsefe tarafından tanımı yapılmış, muhtevası belirlenmiş hak ve sorumlulukları, vecibe ve görevleri bir anayasa metni olarak ortaya dökerler. Kısaca onlar da masa başında metin yazarlar. İşte benim temel itirazım burada başlıyor. Bana göre "devlet merkezli anayasa" ile "birey merkezli anayasa" metni arasında -içerik farklı olmakla beraber- usul yönünden fark yoktur. Her iki metinde de karşılıklı müzakere, tartışma söz konusu değildir. Pekiyi "toplum merkezli anayasa" nedir ve nasıl olmalıdır? Bunu da çarşamba günü ele almaya çalışacağız. |
Grubun yaşadığı sıkıntıların sebebi, iktidardan baskı görmesi değil, siyasi gelişmelere doğru teşhis koyamamasıdır. Eskiden başka siyasilerle alıştıkları türden bir ilişki tarzını bu iktidarla da kurabileceklerini sandılar: İstediğini alıncaya kadar keskin muhalefet... "Sana günyüzü göstermem ha!" mesajıyla yanına çekme... Bu yolla yakalanan 'al-gülüm ver-gülüm' dönemlerini grubun ekonomik çıkarları için kullanma...
"Merak etme patron, bunları da hizaya getiririz; gelmezlerse göndeririz" diyen olduysa Aydın Doğan'a, bugünkü tablonun sorumlusu odur. 3 Kasım 2002 seçiminden de 22 Temmuz 2007 seçiminden de Ak Parti'yi dışarıda bırakacak bir koalisyon çıkmasını bekledi grup; bugün de patrona "İlk seçimde gidecekler" denildiğini işitiyoruz. Bu görüşleri savunan akıldâneler, "Sıkı muhalefete devam edersek, göreceksin, kapına kadar gelecekler" aldatmacasını da dayattılar. Ak Parti'nin kapatılması için 'kes-yapıştır' malzemesi böyle verildi; 'e-muhtıra' bu sebeple desteklendi; 367 mantıksızlığı bu amaçla savunuldu; Cumhurbaşkanı seçiminde akıl-almaz tavırlar bu yüzden takınıldı. "411 el kaosa kalktı" ile zirve noktaya varan demokrasi-karşıtı söylemin arkasında o mantık yatıyor. Aynı mantık şimdi Ergenekon davasına konu olan Danıştay saldırısı için "Türkiye'nin 11 Eylülü" çarpıtma teşhisini de koymuştu. Bunlar Aydın Doğan'ın kişiliğini yansıtmıyor; faturayı o ödese de... Ödediği faturayı hükümet, iktidar partisi veya Başbakan Tayyip Erdoğan çıkarmadı, yanlış öngörüleriyle kendisini sürekli aldatanların faturasını ödüyor patron... Böyle giderse ödemeye de devam edecek... 'Kayıp davaların adamı' Ertuğrul Özkök şimdilerde anayasa değişikliğine karşı çıkanlar cephesinin kılavuzluğuna soyundu da... Siyasileri de rezil ederse şaşırmayın. |
...
- Dünkü gazetede Paris'te düzenlenen müzayedenin haberini okudun mu, Diana? - Yoo, neden sordun anneciğim? - Descartes'in yeleği 125.000 dolara alıcı bulmuş da... - Yaaa! İyi ki gitmemişiz. Sen satın almazdın, benim de içimde kalırdı. Hem bak, benim gömleğim kesin onun yeleğinden daha şıktır. - Tam tamına 125.000 dolar, Diana. - Ha tamaaam, şimdi anladım. Sen bana, 1100 doların böyle bir gömlek için az bile olduğunu söylemeye çalışıyorsun, değil mi anişkom? Annesinin böyle düşünmediğini adı gibi biliyordu ama, işi şirinliğe vurup, bi an önce yeni gömleğini gönül rahatlığıyla diğerlerini yanına asmak istiyordu. - Bir konuda haklısın yavrum. Senin gömleğin Descartes'ın yeleğinden çok daha şık. Descartes'ın yeleği, ne ipek, ne de kaşmir... Ne Donna Karan, ne de Prada... Hatta bir mağazaya götürsen, beş dolar bile etmez. - Eee, o kadar da olsun anne, fiyat gayet makul, o yeleği Descartes giymiş sonuçta. - Doğru. Descartes gibi insanlar, giydikleri kumaş parçalarına değer kazandırıyorlar. Bir de tam tersini düşünsene. - Ne gibi? - Kumaş parçalarını insanlara değer kazandırdığını. Diana bir an başını öne eğmiş ve annesinin yeri geldiğinde kendine has yöntemlerle kızına hissettirmeye çalıştığı şeyi düşünmüştü: Kendini özel hissetmek için ihtiyacın olan tek şey, kendinsin. (Kayıp Gül / Serdar Özkan) |
Taraftar veya taraf olmak
Gerçekten yeni bir anayasal düzen içinde özgür bir toplumu hayal edenlerin kendileri de özgür düşüncenin yansımalarını seslendirmelidirler. Amerikan yakın tarihinin en seçkin siyasetçilerinden biri olan Adlai Stevenson, Demokrat Parti'den Başkan adayı olduğu 1952 seçim kampanyasında "Üç metrelik bir zincirle duvara bağlı olan köpeğin havlaması özgür düşünce değildir" demişti. Sovyet sisteminin totaliterliğine karşı olan ve kendilerini "Hür dünya"nın sözcüleri olarak niteleyenlerin tek merkezden yönlendirilmelerine dönük bir eleştiriydi bu. Bugünün siyasetinde "AK Parti'den ne gelirse tümüne karşıyız" diyenlere karşı, "AK Parti'den ne gelirse destekleriz" demek de herhalde çoğulcu ve özgürlükçü demokrasinin tanımına uygun düşmez. Bunun gibi "Madem yargı mensupları Anayasa değişikliğine karşılar, o zaman yargının da hesabını görelim" anlayışı "Kuvvetler ayrılığı"nı pekiştirmesi beklenen bir anayasa sürecinde ağırlık kazanmamalıdır. Sonuç olarak şunu söyleyebilirim. Bir kampın içinde bulunmadan da, siyasi tartışma konularında taraf olabiliriz. |
Bakın, iktidar partisinin ortaya koyduğu anayasa değişikliği paketi, hakkında konuşan bütün cenahların işe sarılmasıyla -hepten karşı çıkanlarının dolaylı katkısından bile söz edebiliriz- giderek toplumun sevdiği-benimsediği bir büyük tartışma konusu olma yoluna girdi. İlk günlerin epeyce heyecansız havası yerini sanki bambaşka bir "pathos"a bırakacak gibi görünüyor. Toplumun giderek hemen her kesiminin bu işi "sevmesi", yani konuşmaya katılması büyük bir nimettir. Bilinmez, belki de toplum olarak o "anayasal an"ın etrafında dolaşmaya başlıyoruz.
Anayasa değişikliğine ilişkin ortaya atılan taleplere bakın... Memurlara grevli toplu sözleşme hakkının tanınması, seçim barajının düşürülmesi, zorunlu din dersinin kaldırılması, 42. maddede belirtilen "anadil" şartının kaldırılması, 66. maddede tarif edilen "Türk-Vatandaş" tanımının değiştirilmesi, siyasi partiler yasasının değiştirilmesi, sendikal haklara ilişkin talepler, "Diyanet"e ilişkin maddenin gözden geçirilmesi, Anayasa Mahkemesi ve HSYK'nın oluşumuna ilişkin son derece yerinde öneriler, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin kaldırılması, "su kaynaklarının korunmasının anayasal güvence altına alınması" (TZOB Başkanı Şemsi Bayraktar'ı bu önerisi için kutlar, çok geçmeden bizim parlamentomuzda da "Yeşil" grubun yer almasını dileriz...) Hepsi bu kadar değil tabii ki. İktidar partisi, hazırlamış olduğu "paket" sayesinde toplumda büyük bir tartışmaya yol açtığı için ne kadar övünse azdır... Ancak unutmayalım ki, toplumun önemli bir bölümünün "paket" dolayısıyla başlattığı bu anayasa tartışmayı ciddiye alması gerekenlerin başında da iktidar partisi geliyor. |
Bununla birlikte, paketin hazırlık aşamasında, muhalefet partilerinden hiçbir pozitif elektrik alınmadığı halde, onların süreç içindeki tahmini eleştirilerinin gereğinden fazla dikkate alındığına dair bir eleştirim var benim de. Anayasa Mahkemesine veya HSYK'ya parlamentonun üye seçmesiyle ilgili, mesela, süreç içinde dile getirilen eleştiriler, belli ki sözümona "uzlaşma hurafesi" adına fazla dikkate alınmış ve bu sefer çağdaş yargı ufkundan epey geriye düşülmüş. Bu da zaten hem Bumin'in hem de atıfta bulunduğu hukukçuların eleştirilerinin önemli bir kısmını oluşturuyor.
Oysa zaten hiçbir destek vermeyeceği belli olan muhalefetin uzlaşma denkleminin dışında kalmasını bu geri adımdan dönmek için bir vesile görmek ve meclise sunulacak olan paketi muhalefete şirin gösterme baskısından kurtarmak gerekiyor. Bu, anayasayı, emin olun şimdi değilse bile gelecekte muhalefetin de memnun kalacağı daha yüksek bir standarda kavuşturacaktır. Bu konudaki bir düzeltmenin siyasi karşılığı konusunda ise ciddi bir endişem yok. Referandum değerlendirmesinde bu tarz bir düzenlemenin getirisi, götürüsünden çok daha fazla olacaktır. |
Sayın Baykal çıkıp "AK Parti'nin hazırladığı Anayasa değişikliği taslağının mevcut Anayasa'nın temel ilkelerine aykırı olduğunu" söylüyor.
Bunu nasıl bir mantıkla söylüyor. Yılların siyasetçisi olarak konuşmadan önce biraz düşünmesi gerekmez mi? Yoksa nasıl bir niyetle söylüyor, demeli miydim? Mevcut Anayasa'nın bir darbe Anayasası olduğunu herkes gibi kendisi de çok iyi bilmiyor mu? Hem Anayasa değişikliği mevcut Anayasa'ya uygun olacaksa buna değişiklik denmez ki. Kaldı ki söz konusu taslak mevcut Anayasa'nın sadece bazı maddelerinin değiştirilmesini öngörüyor. Anlaşılan o ki bir parça değişikliğe bile tahammülü yok Sayın Baykal'ın, ama neden. Oysa olması gereken tamamen yepyeni bir anayasanın yapılması... Demek ki toplumsal uzlaşmanın tam olarak sağlandığı bütünüyle yepyeni sivil bir anayasa taslağı gündeme gelse, Sayın Baykal hepten isyan edecek, ama neden. Şu bir gerçek ki, aslında tümüyle yepyeni bir anayasaya ihtiyaç var ve eninde sonunda bu güzel ülkenin güzel insanları bunu gerçekleştirecekler. Ama bugün ama yarın. Elbette yarın derken bildiğimiz yarından değil gelecekten bahsediyorum, bu elli yıl sonra da olabilir ancak bir gün mutlaka olur diye düşünüyorum, en azından umut ediyorum. |
Kurtulmuş'un pusula talebi de uygulanabilir değil ve kendi içinde çelişkili. SP lideri şöyle diyor: "Anayasa değişikliği, bir paket olarak getirildi. Pakete, önümüzdeki günlerde ilave maddeler olabilir veya çıkartılabilir. Referanduma bir paket olarak sunmaktansa, YSK'nın düzenleyeceği bir oy pusulasında madde madde milletin oyuna sunmanın daha doğru bir yol olduğu kanaatindeyiz." Taslak paketin haberini ilk gün 'Bu inat niye?' başlığıyla duyuran Milliyet Gazetesi, bu öneriye balıklama atladı. Kurtulmuş'un teklifi uygulanma zorluğu yanında birinci kısımla çelişiyor. "Anayasa Meclisi'nin hazırlayacağı taslağın da referanduma gitmesi sağlanmalı." diyor, Numan Bey. Aynı mantıktan hareket edersek, yeniden yazılan anayasanın da tek tek pusulada gösterilmesi gerekir. Yaklaşık 200 maddeden oluşan anayasanın oy pusulasında madde madde halkın onayına sunulması fantezi ötesi bir durum olur. Numan Bey'in iyi niyetinden şüphem yok. Ama taleplerin üzerinde stratejik düşünme yapılmadığı ortada. Numan Bey'in 367 sürecinde partisine rağmen Meclis'e giren Ümmet Kandoğan'ın tecrübelerinden yararlanmasında fayda var. ANAP ve DYP'yi siyasi mevta haline getiren tavırları iyi analiz etmek lazım.
|
Üstelik statükoya demirleyen, değişime direnen CHP'ye benzemekle AK Parti'yi değişimin öncülüğü rolünde iyice yalnız bırakıyorlar. Bu anlamda ikisinin de AK Parti'den oy çalması neredeyse imkânsız. Rakipleri AK Parti değil, birbirleri. Bu kadar birbirine benzeyen iki hareketten birisi diğerini yutacak. Tıpkı ANAP ve DYP gibi.
Bu çerçevede anayasa tartışmaları MHP için gelecek seçimler öncesi son fırsat; ya anayasanın değiştirilmesine direnerek CHP'nin saflarında yer alacak, ona biraz daha yakınlaşacak, ya da sürece destek vererek CHP'ye benzemekten kurtulacaklar. Üç yıldır yazıyorum; MHP'nin AK Parti'ye alternatif olması mümkün. Çünkü, bir gün AK Parti seçmeni alternatif aradığında bunun için 'sol' veya Kemalist partilere değil, geniş anlamda 'sağ-muhafazakâr' seçeneklere bakacak. MHP 'öte taraf'a yanaşarak bu imkânı ve ihtimali ortadan kaldırıyor, kendini yanlış yerde konumlandırıyor. 'Muhafazakâr-demokrat' AK Parti'ye karşı 'milliyetçi-demokrat' bir kimlik oluşturabilen bir MHP iktidar alternatifi olabilir(di). Ama bunu ısrarla yapmıyor, tam aksine laik-otoriter-statükocu ve ulusalcı bir kimliğe savruluyor. MHP'nin yapması gereken, cumhurbaşkanı seçimi sürecinde olduğu gibi kendini büyük çoğunluğun yanında konumlandırması. Geleneksel çizgisindeki 'toplumsal çevreyi temsil eden' bir MHP Kemalist bürokrasiye, laikçi kentlilere ve statükocu CHP'ye yanaşan bir partiden siyaseten daha doğru yerde durur. Devlet Bahçeli partisini, 'baba-dede yadigârı CHP'ye benzetmekte bir beis görmeyebilir, ama Türkiye'nin iki CHP'ye ihtiyacı yok ki... |
Ekonomik krizin ve demokratik açılıma yönelik menfi kampanyanın etkisiyle kısmî oy düşüşü yaşayan AK Parti'nin 2009'un sonbaharından sonra oylarını toparladığı, yeniden yükselişe geçtiği görülüyor. Yaşanan gelişmeleri iyi değerlendiremeyen MHP ise uzun süren durgunluk eğiliminden sonra düşüş trendine girmiş durumda. Özellikle Balyoz Planı sonrasında ortaya çıkan demokratik tepki, ekonomik faktörleri geri plana itmiş, siyasi dengeyi AK Parti'nin lehine değiştirmiştir. Bu siyasi tabloda özellikle vurgulanabilecek iki önemli husus var. Birincisi MHP ve CHP arasındaki geçişkenliğin artması, ikincisi Sarıgül'ün başlattığı hareketin giderek sol ve ulusalcı bir eksene oturması. CHP'lilerin ikinci parti tercihinde MHP yüzde 13,9 oya tekabül ediyor. MHP'lilerin yüzde 19,5'i de ikinci parti olarak CHP'ye yöneliyor. Burada ortak duyarlılığın AK Parti karşıtlığı ve ulusalcı düşünce olduğu söylenebilir. Nitekim birçok konuda CHP ve MHP'nin benzer tutumlar takınması, bu iki partiyi ulusalcılığın sağı ve solu olarak konumlandırıyor. Son seçimlerde propaganda malzemesi olarak kullanılan bir slogan "Oy verin MHP'ye, gitsin CHP'ye" idi. Bu ilişkinin bugün itibarıyla iki parti arasındaki farklı bir yakınlaşmayı yansıttığı söylenebilir. AB, yabancı sermaye, özelleştirme gibi birçok konuda daha içe kapanmacı, daha tepkisel, daha hamasi bir yaklaşım görüyoruz ve ulusalcılık kefesinde farklı ideolojik hareketler yan yana geliyor. Türk siyasetinin yeni ekseni AK Parti'nin başı çektiği değişimci cephe ile değişime direnen ulusalcı cephe arasında oluşuyor. SP ve MHP'nin CHP ile gösterdiği yakınlaşma eğilimi bu durumu doğruluyor. Milliyetçi, Kemalist, muhafazakâr, sosyal demokrat gibi farklı özellikler, sergiledikleri politik tutumlarla aynı noktaya savrulabiliyorlar. Marksist, sosyalist, İslamcı, muhafazakâr, milliyetçi, liberal ve hatta laik birçok kesim de değişim isteği ve demokratikleşme talebinde yine benzer bir noktada buluşabiliyor. Türk siyaseti geçmişin sağ-sol, merkez-çevre tanımlamalarından farklı bir eksene doğru kayıyor. AB perspektifi, değişimin, reformculuğun, çağdaşlaşmanın, dışa açılmanın, aktif dış politikanın ve her türlü açılımın ana dinamosu görünümünde. Tüm bu faktörleri siyasetinin konusu yapan AK Parti de çok farklı kesimlere ve anlayışlara şemsiye fonksiyonu görüyor, bu kesimlerin yeni siyasi mecrası ve sözcüsü haline geliyor. Hatta laik ve Kemalist grupta kendisini tanımlayan ama makul, rasyonel, gerçekçi bir anlayışla çağdaşlaşma hedeflerini ve kalkınma hamlesini bu partinin yapabileceğini düşünerek AK Parti'yi destekleyenlerin oranı küçümsenmeyecek düzeyde.
|
Organizasyonel suç
Bu durumu ceza hukukunun "Organize suç" tanımı içinde değerlendirmek elbet mümkün değildir. Siyaset sözlüklerini karıştırdığınızda karşınıza çıkan ve hukuk açısından suç oluşturmayan "Organizasyonel suç" kavramı belki bu noktada işimize yarayabilir. "Organizasyonel suç" bir kurumun veya bir şirketin yöneticilerinin, kurumlarının veya şirketlerinin rakiplerine üstün gelmesi için her yolu denemelerini ifade ediyor. Bunu bizdeki duruma uyarlarsak, statükonun değişmesini engellemek isteyen rejim muhafızlarının "Cumhuriyet ve laiklik elden gidiyor" gerekçesi ile demokrasiyi tehlike olarak sunmalarını belki ele alabiliriz. Aslında eski ile yeninin her karşılaşmasında bu tür durumlar ortaya çıkar. Ancak her yeni de eskir sonunda. Mesela ülkemizi ziyaret eden Almanya Başbakanı Merkel'in ana derdi en yeni para birimi olan "Euro"nun yeni koşullara artık uyarsız kalması değil midir? İflas etmiş Yunanistan'ın da para birimi euro olduğu için, bu ülke devalüasyon yapamamakta, kolay borçlanabilmek için faiz hadlerini yükseltememektedir. Bu da böyle bir sorunu olmayan ama o da euro kullanan Almanya'yı krize sürükleyebilmektedir. Yani içe çok fazla dönmeyelim. Dünyadaki sorunlu konular sadece bize ait değildirler. |
Ülkemizin en büyük medya grubu, izlenen ekonomi politikalarıyla iyice artmış olan gücünü epey bir süredir iktidarın sonunu getirmek amacıyla kullanıyor. Her seçim öncesinde "Göreceksiniz, sandıktan Ak Partisiz koalisyon çıkacak" hülyasına kapılıyor ve her seferinde yanılıyorlar. Cumhurbaşkanı seçimi sürecini ellerine yüzlerine bulaştırdıkları gibi, halkla birlikte attığı her adımda iktidarın karşısına dikilip demokrasi-dışı gelişmelere destek çıkarak halkın da nefretini kazanıyor grup...
Kendileri içeriden bakınca göremiyor olabilir; ancak dışarıdan bakıldığında durumları 'fareli köyün kavalcısı' masalına benziyor. Kavalcının ardında elele tutuşup hep birlikte hoş olmayan bir sona doğru yol alıyorlar... İşin ilginç yönü, kavalcı ve yakınlarının gözlerinin patronlarını da görmeyişi... Başarısızlığın nereden kaynaklandığını ve gerçek suçluyu araştırırken genellikle Aydın Doğan ve kızlarını bu tiplere imkân sağlamaktan öte bir eleştiriye tâbi tutmuyorum. Bazı saftirikler bunu kişisel hesaplarıma bağlıyor, önce bana grupta bir yerlere gelme beklentisi atfedip sonra yazdıklarımı beklentimle ilgili bir tavır olarak yansıtıyor... |
Şunu kimsenin unutmaması gerek:
Özgür düşünce, siyasetten özerk fikir üretimi, bir toplumun can damarıdır. Dengeli ve doğal gelişmenin ana rehberidir. Serbest teşebbüs adımları ve bireysel kararlardan siyasi kararlara, edebiyattan müziğe kadar; özgür düşünce, yaratıcılığın onsuz olmaz atmosferini oluşturur. Yaratıcılık ise kültürel, ekonomik ve siyasi refahın temel koşulunu... Demokrasinin anlamı da burada gizlidir. Zira, fikir üretimini, düşünceyi, özgür ve rekabetçi tartışma besler; tartışmayı mümkün kılan ise demokrasidir. Tartışmanın temel işlevi 'ötekini' dinlemek ve anlamaksa; anlamak farklı görüşler arasında etkileşime yol açıyorsa; etkileşim de zengin ve yaratıcı bir kimlik üretiyorsa... Bu, eşitlikçi, özgürlükçü ilke ve kuralların kendiliğinden oluşumu ve onun etrafında şekillenen bir toplumsal mutabakat demektir, demokrat bir zihniyet demektir... Demokrasiden beslenen ve demokrasiyi besleyen de işte bu mutabakat ve zihniyettir... Demokrasi ve demokratlık, bizde olanın tersine, her şeyden önce kendini sorgulama ve mutlak kılmama çabasıdır. Ve bu çabanın ötekilerin, bizden farklı olanların varlığıyla, talepleriyle ilişki içinde olmasıdır. Bunlar ile sahte demokratlar arasındaki fark açıktır... Özkökgiller'den uzak durmak, belki biraz Türkiye'de etik mesele böyle bir şeydir... |
Türkiye'nin yakın tarihinde hiçbir dış güç, Türk toplumuna medya kadar zarar vermemiştir. Türkiye'deki bütün darbelerin tetikçiliğini medya yapmıştır. Anadolu insanı son elli yılını, medyanın haksız ve insafsız saldırıları altında geçirmiştir. Türkiye'de medya seküler kültürün değerlerini Anadolu'ya taşımak için, yalan haber başta olmak üzere her yola başvurmuştur. Anadolu'da yabancılaşmanın silahşörlüğünü medya yapmıştır.
Anadolu'da dış güçlerin yapamadığı yıkımı medyanın öncülüğünde, iç güçler yapmıştır. Kutsal kültüre karşı seküler kültürün misyonerliğini medya yüklenmiştir. Medyanın ayağının altındaki zemin bütünüyle kayıp gitmesine rağmen, medya hala çoğunluğa karşı azınlığın sözcülüğünü yapmaktadır. Medyanın desteğiyle Türkiye'de güçsüz azınlığın görüşleri, güçlü çoğunluğun görüşleri gibi sunulmuştur. İletişim ağlarıyla, herşeyi bildiğini sanan medyanın, çok şeyi bilmediği ortaya çıktı. Türkiye'de medya çözümün değil, sorunun kaynağı oldu. Medya için iyi haber, kötü haber değil, doğru haberdir. Bir insanı öldüren medya, bütün insanlığı öldürür. Hayat haberdir, haber hayattır. |
Türkiye’de Başbakan yargılanır, Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları yargılanamaz!
Yani, seçilmiş hükümet yargıya teslim edilebilir, tayinen gelmiş üniformalı devlet, asla! Bu Türkiye’de iki devletin sembolik göstergelerindendir. Genelkurmay başkanı neden kendisinden “devlet adamı” olarak söz ediyor? Neden başbakan gibi konuşuyorsa, neden başbakan gibi bazı tavırlar sergiliyorsa, işte ondan kendini devlet adamı gibi görüyor. Üniformalı devlet, ideolojik devlet, derin veya çekirdek devlet… bin türlü koruma zırhına bürünmüştür. Sivil devlet ise, her türlü denetleme, kontrol ve yargılamaya açıktır; üstüne üstlük seçmene hesap verir. Yani, üniformalı devlet sivil devlete faiktir, üstündür. Yeni Anayasa değişiklikleri en azından bu faikiyeti ortadan kaldırırsa, doğru bir yola gireriz. Türkiye’nin tek devlet olması yolunda ciddi adım atarız. Yoksa bu ikili devlet yapısı sürer, her biri diğerinin aleyhine, içeriden veya dışarıdan her zaman sevk edilebilir ve bu çatışma Türkiye’nin geleceğini karartır, bugüne kadar olduğu gibi… |
Meğer CHP lideri ETÖ’nün Avukatlığına soyunurken müvekkilleriyle dolaylı veya doğrudan görüşmekten imtina etmemiş. Avukatlığı aşan bir ilgiyi müvekkillerinden esirgememiş. Hani neredeyse kendini müvekkilleriyle özdeşleştirmiş. Halbuki bir Avukat için en büyük tehlike kendini müvekkilleriyle özdeşleştirmesi, zamanla davanın parçası haline gelmesidir.
Bu güne kadar, darbeler tartışılırken olayın hep asker veya medya boyutu irdelenmiş, CHP boyutu ihmal edilmiştir. Bu ülkede darbeleri kışkırtan, çanak tutan,demokrasiyi hazmedemediği için bana yar olmayan başkasına da yar olmasın diyen CHP'dir.Türkiye’de darbeler CHP diye bir partimiz olduğu için kolayca yapılabilmekte, siyasi alan CHP'nin katkılarıyla aşındırılabilmektedir. Onun için darbeciliğin kaynağı önce CHP'nin içinde kurutulmalıdır. Halka dayanmayanlar, halkı bir tehdit ve tehlike gibi görürler. Halkın sesini kısmak için her türlü kirli ittifaka girerler. CHP halktan ümit kesmiş bir partidir. Türk Halkı da CHP'den ümit kesmiştir. Onun demokrasinin bir parçası değil,millet iradesinin karşısında olanların bir parçası olduğuna inanmaktadır. |
Bu sayfaya katkılarınızdan ötürü minnet gönülden.
ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ MEŞRU VE GEREKLİDİR Yargı bağımsızlığı kavramı üzerinden yürütülmek istenen mevzi koruma savaşı bu hakikati gizleyemez. Türkiye'de yargının, yürütmenin ve yasamanın kuşatması altına girmesi potansiyel tehlikesinden ziyade yargının yürütme ve yasamayı hukuk ve demokrasi dışı şekilde sınırlaması fiilî problemi söz konusudur. Yüksek yargının hem yargının diğer parçalarından hem de demokratik siyaset ve siyasetçilerden gayri memnun olmasının nedeni budur. Yüksek yargıda ideolojik bir kast sistemi kurulmuştur. Sözcülerinin zihniyetleri ve söylemleri hep aynıdır ve halkın iradesinin ve taleplerinin kendi irade ve talepleri adına reddedilmesini istemektedir. Yüksek yargıda büyük bir toplumsal ve demokratik meşruiyet eksikliği göze çarpmaktadır. "Türk milleti" adına karar veren yargıyı Türk milleti nasıl denetleyecektir? Hata yaptığında nasıl hesap soracaktır? Yüksek yargının bu sorulara makul, inandırıcı, dürüst cevaplar vermesi gerekir. Hükümetin anayasayı değiştirme teşebbüsünün liberal demokrasi teorisi açısından hem meşru hem de gerekli olduğu açıktır. İdeal olan, anayasanın toptan yenilenmesidir. Bu mümkün olamıyorsa, bürokratik tahakküm yapılanmasına neşter atarak bürokratik iktidar alanını demokrasi lehine daraltma ve böylece müstakbel yeni reformların önünü açma yoluna gidilmelidir. Yani, anayasa değişikliğinin dayanması gereken felsefe ve gidilecek istikamet bellidir: Birey hak ve özgürlüklerini daha kuvvetli korumak ve demokratik siyasetin sahasını bürokratik iktidar aleyhine genişletmek. |
Şimdi devre arası/yolun yarısı...
Bugüne dek ancak tanıştık hayatla... Ben O'na kendimi tanıttım... O bana kendimi... Göğsüme madalya gibi dizdim hatalarımı... (Zaferlerim onlar benim... Olgunluğumun yapıtaşları...) ...Ve derin bir yara gibi sakladım başarılarımı... Asansör çıkarken yukarı, dönüp bakmadım aşağı... Dönmesin diye başım... Ben istikballe arkadaşım... Can Dündar |
Ancak önerilen isimler için son kararı, mecliste oluşturulan 8 kişilik Yargı Komitesi, nitelikli çoğunlukla verecek. Değişiklikle, yargı ile siyaset arasındaki bağ güçlenecek. Yargı bağımsızlığı önlenirken, önceki sistemde olduğu gibi ehliyeti tartışmalı, demokratik meşruiyeti olmayan isimlerin cumhurbaşkanı tarafından yüksek yargıya atanması önlenecek. Yüksek mahkeme, yargıtay, danıştay gibi kurumların üyeleri bu yolla belirlenirken, 17 üyeli yüksek mahkeme başkanının yaş haddi veya başka nedenle görevden ayrılması halinde ikinci kıdemli üye başkan olacak.
Pakistan'ın geri kalmasını peş peşe yaşadıkları darbelere bağlayan Khan, değişiklikle meclisin güçlendiğini, yargının bağımsızlığının ise arttığına inanıyor. Bizim yaşadıklarımızın aksine, iktidarı ve cumhurbaşkanını anayasa değişikliğine zorlayan muhalefet olmuş. Süreçte, cumhurbaşkanı ve iktidar demokratikleşmeden yan çizmeye başlayınca, Lahor'dan iki yüz bin kişi İslamabad'a yürümeye başlamış. 'Uzun Yürüyüş' dedikleri bu tepkiye, ilginç ama asker de destek vermiş. Pakistan, birçok açıdan bizden zor durumda. Her gün 10-12 saat elektrik kesiliyor. İşsizlik yüzde 30'larda. Terörle savaşta binlerce insanını kurban veriyor, son bir yılda 4 milyar dolar para harcamış bu anlamsız savaşa. Ama iktidar ve muhalefetin demokrasi ortak paydası etrafında yaptığı mücadele ve sonunda vardığı uzlaşma, keşke bize de örnek olsa... |
Eskiden böyle problemler var mıydı? Sanki eskilerin evlilikleri çok iyi...
E.Ö: Modernizmin bireylerin ruh sağlığını olumsuz etkilediği doğru. Ama sorunların artmasının bir sebebi de bireyleşme. "Kendi ayaklarının üzerinde dur, sen önemlisin, ben ben..." bombardımanı ile motive ediliyorsunuz ve evleniyorsunuz. Ve sonra birden "biz" diye bir şey çıkıyor. Bünyede biz kavramı oturmuyor. Eskilerde bireyleşme yoktu. Ama sorunsuz da değildi. Aslında ailelerin çoğunda sorun vardı. Kol kırılır yen içinde hesabı içerde kalıyordu. O evliliklerin negatifliğinin meyveleri bu nesil. Ve bu nesil sorunları dile getirmeye başladı. A.Ö: Boşanma oranlarını artıran şey kadının değişmesi. Sosyal hayata girdi, ekonomik bağımsızlığı var. Dolayısıyla kendini ezdirmiyor. Önceki jenerasyonda, kadınlar evliliği taşıyordu. Yuvayı dişi kuş yapardı. Erkek evine tutunamıyorsa kadın becerememiştir anlayışı vardı. Çocukta problem varsa sorumlu kadındı. Ama artık kadın bireyselleştiği ve özgürleştiği için erkekten de taşımasını bekliyor. Bu da sorunların gün yüzüne çıkmasına sebep oldu. Boşanma davasını erkeklere göre kadınlar daha çok açıyor |
Arınç'ın 'Attıkları taş başlarını yarar' sözü seçim çağrıştırıyor. Merak edilen, olağandışı gelişmelerin erken seçim doğurup doğurmayacağı... Yani anayasa değişikliği süreci Anayasa Mahkemesi yoluyla durdurulursa AK Parti 'Haydi seçime' der mi? Siyasi kulislerde sıkça sorulan bir soru bu.
AK Parti, normal şartlarda genel seçimleri zamanında, 2011 Temmuz'unda öngörüyor. Bunu hem Başbakan Erdoğan hem de parti sözcüleri defalarca tekrarladı. Arınç'ın, '2007 gibi olur' hatırlatması aslında başlı başına bir erken seçim sinyali taşıyor. Bu kendisine açıkça soruldu. 2011'e göre çalıştıklarını vurgulayan Arınç, 'Önümüzde yaşayacağımız siyasi olaylar bazı konuları yeniden tartışmayı gündeme getirebilir.' dedi. Yani seçim, ortaya çıkacak şartlara göre tekrar değerlendirilir. Artık bu bir ihtimal... AK Parti referandum sürecinin durdurulması halinde erken seçimi bir çıkış olarak gündeme getirebilir. Her şey anayasa değişikliğinin normal seyir izleyip izlemeyeceğine bağlı. Hukukun dışına çıkılması durumunda yol belli: Sandık, halka gitmek. Hem 2007 örneği hem de Arınç'ın mesajı erken seçime işaret ediyor. |
Dün eski bir Yargıtay üyesi, Yüksek Yargı’ya TSE’li olmayanlar giremez diyordu. TSE’li yani, Tunceli, Sivas,Erzincan menşe’li. Daha açık bir ifadeyle mezhep referanslı.
Şimdi bütün patırtı Laikliğin, Atatürkçülüğün arkasına saklanarak bu yapıyı korumak için çıkarılıyor. Demokrasi bir çoğulculuk rejimidir. Her kurumun herkese açık olduğu bir rejim.Belli mevkileri belli görüş veya inançta insanlara hasrederseniz, en hafif tabirle bölücülük yapmış olursunuz. Cumhurbaşkanlığı kale, Yargıtay kale, Danıştay, HSYK, Anayasa mahkemesi kale derseniz ortada ne devlet kalır, ne hukuk.Kimin kalesi bunlar.? Milletin içinde milletten kurtarılıp,kale haline getirilmiş yerler olur mu? Zihniyet bu. Cumhurbaşkanlığı seçiminde yapılan tartışmaları hatırlayınız. Cumhurbaşkanlığı halktan soyutlanmış, yalıtılmış bir kale olarak mütalaa edilmişti.Kemalist, Laik, hatta ateist olmayan birinin Çankaya’ya oturması Kale’nin düşüşü olarak ilan edilmişti. Vatan coğrafyasında millete kapalı kaleler olmaz. Bütün kaleler milletindir çünkü. Bütün bu direnişlerin, şamatanın,gürültünün sebebi budur.Halka devleti kapatmak.Devleti küçük bir azınlığın uhdesinde tutmak. |
Gece, gaflet ve rahat uykusundan hemen uyan!
Her saniyesi elmas gibi ömrünü etme ziyan! Senden önce göçmüş binlercesi kabirde şimdi pişman. Uyan ey gönlüm, uyan!... Bitmeden sana verilen zaman. Bu uyanışla beraber, kendimle bir sözleşme yapmış ve Türkiye ile ilgili haber sitelerine sadece haftada bir gün bir saat gireceğime yemin ederek kendimi frenlemiştim. İlk etapta zor olmasına rağmen bir süre sonra bu yeni düzene alışmış, bazen bir saatin bile fazla geldiğini görmüştüm. Daha sonra aynı taktiği ömrümü tüketen diğer siteler için de uygulamıştım. Örnek olması hasebinden, çalışma ofisime astığım şu anki kişisel kontratımı sizinle paylaşmak istiyorum. Umarım internet canavarından korunarak, internet okyanusundan en iyi şekilde istifade etmenize vesile olur. Örnek bir kontrat Bu kişisel taahhüdümü hatırladığım sürece, aşağıdaki hususları yapacağıma Allah adına yemin ediyorum: Kişisel e-mail hesaplarımı, gerçekten ihtiyaç olmadığı sürece, sabah, öğlen ve akşam olmak üzere en fazla üç defa kontrol edeceğim. Üyesi olduğum sosyal paylaşım sitelerini en fazla günde bir defa kontrol edeceğim. Sırf merak için internette tarama yapmayacağım. "Faydasız ilimden Allah'a sığınırım." hadisini kendime hatırlatarak, aramak istediğim şeyin benim için faydalı olacağına kanaat getireceğim. Türkiye ile ilgili haber sitelerini ziyaret etmeyi haftada bir gün (cumartesi) bir saatle sınırlı tutacağım. Eğer zihinsel ve ruhsal gelişimime faydalı olacak haber veya makaleler varsa onları ayrıca okuyabilirim. Her gün maksimum 15 dakika İngilizce gazete haberlerine bakacağım. Eğer zihinsel ve ruhsal gelişime faydalı olacak haber veya makaleler varsa onları ayrıca okuyabilirim. Bu sözleşmenin hükmünü bilerek bozduğum her gün için 50 dolar bağışta bulunacağım. Bu sözleşme 1 Temmuz 2010 tarihine kadar geçerlidir |
Alıntı:
Bu uygulamayı birey olarak başardığımız ölçüde kendimize daha çok şey katacağımıza gönülden inanıyorum... Teşekkürler sevgili Ukba |
Öyle Gönülden hanım :)
Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker dün, Başbakan'ın eleştirilerine "Söylediklerimiz yargı bağımsızlığının güçlenmesi için" cevabını veriyor. İyi de "yargı bağımsızlığı" ne için? Yargı elbette bağımsız olmalı. Bunun için yargıç teminatı olmalı; yani yargıçlara kimse dokunamamalı. Beğenmediği yargıcı kimse değiştirememeli. Neden? Başka türlü adalet dağıtılamaz da ondan. Peki yargımız bağımsız mı? AB standartlarının üzerinde bağımsız olduğu konusunda herkes müttefik. Peki tarafsız mı? Hayır. O zaman bu yargı bağımsızlığı ne işe yarıyor? Yargıç tarafsız olsun diye sağladığımız bağımsızlık neye hizmet ediyor? Mevcut tabloya bakarak, bu bağımsızlığın yüksek yargı bürokrasisinin oligarşik eğilimlerine hizmet ettiği anlaşılıyor. Yargı bağımsızlığı, yüksek yargı temsilcilerine bir iktidar gücü veriyor. Türkiye geçtiğimiz hafta, dünyanın bir başka ülkesinde olsa ortalığı ayağa kaldıracak bir yargı skandalı yaşadı. Bir tek hâkim, toplumu korku ve endişeye sevk eden çok önemli bir davada 19 askeri tek bir kararla serbest bıraktı. Üç kişilik mahkeme heyeti ise bu kararı düzeltti ve yenilerini ekleyerek serbest bırakılanların tekrar tutuklanmasına karar verdi. Korkumuz, bu ülkenin güvenliğini emanet ettiğimiz askerlerin bizim canımıza ve hukukumuza kastetmeleri. Gözlerimiz fal taşı gibi açılmış, yargının tarafsız şekilde hükmünü vermesini, adaleti tesis ederek hukukumuzu korumasını bekliyoruz. Neden yüksek yargıdan tek ses çıkmıyor? Yargı bağımsız olmalı. Bu bağımsızlık zırhı yargıya, emrinde koca ordular olan generallere karşı sağlam bir koruma sağlamalı. Bizim hakkımızı, elindeki silahı suç işlemek için kullananlara karşı korumak için. Peki bu son skandalda yargı bağımsızlığı kime hizmet etti? Yanlışı, kim düzeltti, tarafsızlığı kim sağladı? Yargı reformu ve anayasa değişikliği tartışmalarında kilit kavram "yargının tarafsızlığı". Askere sivil yargı yolunu anayasa hükmü haline getiren, yani yargıya asker karşısında bağımsızlık veren 145. madde hakkında tek bir söz bile söylemeyen yüksek yargı sözcülerinin tarafsızlığına ben şahsen güvenmiyorum. Yargıtay Başkanı, anayasa ve yargı reformu hakkında |
TBMM'ye sunulan son anayasa değişikliği paketi etrafındaki tartışma Türkiye'nin fiili siyasal yapısının çıplak gözle görülmesini sağlamıştır. İlk defa, 27 Mayıs 1960'ta temelleri atılan vesayet rejiminin kısmen de olsa değişmesi talep edilmiştir. Bu değişim talebine göre alınan pozisyonlar Türkiye'deki fiili siyasi sistemin ta kendisidir. "Ret cephesinde" yerini alan partiler (CHP, MHP...) 12 Eylül rejiminin değişmesini engelleyerek cunta geleneğine sahip çıkmaktadırlar. Kürt siyasal hareketi de (BDP, PKK, Öcalan...) eğer TBMM'deki görüşmeler sürecinde "ret cephesine" fiilen katılırsa kendilerinin düzenin diğer bir aktörü olduğunu ilan etmiş olacaktır. Ne var ki hemen hatırlatmak gerekiyor, mevcut anayasa değişikliği ile ilgili süreçte ortaya çıkacak olan siyasal ayrışma, orta ve uzun vadede Türk siyasetinin, başta seçmen davranışı olmak üzere, temel belirleyicisi olacaktır. Anayasa değişikliği ile ortaya çıkacak konfigürasyon uzun yıllar Türk siyasal hayatında hatırlanacak ve ürettiği sembolik alan etkisini devam ettirecektir. Daha önemlisi, eğer 12 Eylül rejimi Meclis'te olası bir CHP-MHP-BDP/PKK 'ret cephesi' ile değişmekten kurtarılırsa sanırım Türk siyaseti hakkında bildiğimiz her şeyi yeniden düşünmek zorunda kalacağız.
|
Şimdi saat kaç?
Bu soruyu bana sormayın; çünkü şimdi saat kendime çok var ! Çünkü şimdi saat, dünü (az öncemi) çoktan geçmiş! Çünkü şimdi saatlerimin hepsi (belki) çoktan durmuş (da) kurulmayı bekliyor! |
All times are GMT +3. The time now is 13:59. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025