![]() |
Türkiye; durmaksızın doğuya giden bir gemidir, bazıları bu geminin güvertesinde batıya doğru koşarak batıya gittiklerini sanarlar.
|
Başbakan Erdoğan Nobel’i hak etti – Nuri ELİBOL -TÜRKİYE
İran ile uluslararası toplum arasında diyaloğun yeniden başlatılması Türk hükümetinin alkışlanacak bir başarısıdır. Viyana Grubu’nun da meseleye pozitif yaklaşması halinde Türkiye’nin katkısı ve önderliği ile dünyanın başına bela olmaya namzet önemli bir sorun diplomasi ile çözülmüş olacaktır. Sayın Erdoğan ve Davutoğlu’nun ısrarlı çaba ve girişimlerini küçümseyen ve inandırıcı bulmayan Batılı diplomatlar dut yemiş bülbüle döndüler. Bence henüz şoktan kurtulamadılar. Takas anlaşmasının gerçekleşebileceğine ihtimal vermiyorlardı. İran yönetimi Türkiye’ye güvendi. İsrail’in yeni yalanlar bulması gerekiyor. Eğer bu süreç uzlaşma ve barış ile sonuçlanırsa Nobel Barış Ödülü Başbakan’a verilir herhalde. Sizce de hak etmedi mi? Bir başka Anadolu ihtilali – İHSAN DAĞI – ZAMAN Sadece Ankara bürokratlarını ve İstanbul burjuvazisini izleyerek, sadece onları dinleyerek Türkiye'yi anlamaya ve açıklamaya çalışanlar yanılmaya mahkûmlar. Çünkü Türkiye onlardan ibaret değil; hâlâ sesleri çok duyuluyor olabilir. Ama bu ülkenin 'itici gücü' Anadolu'dan geliyor artık. Yıllar sonra geçen hafta TÜSİAD'ın ilk kez MÜSİAD'la buluşması ilginç değil mi? Bükemediği eli sıkıyor İstanbul sermayesi. Bu, siyasette de farklı olmayacak. Toplumu, ekonomiyi, düşünceleri, yaşam biçimlerini istediği gibi yönetebileceğini sanan 'bürokratik merkez'i çoktan aşan yeni bir Türkiye var. Bırakın yönetmeyi, 'bürokratik merkez' bu yeni Türkiye'yi anlamaktan bile aciz. Geleceklerini, kariyerlerini ve kazançlarını çökmekte olan bu köhne yapıya bağlayanlar da kaybedecekler. Devletin koruması ve kayırması olmadan 'en iyi' olanın kazandığı bir serbest rekabet ortamına doğru ilerliyoruz. Demokratik rekabette siyasetin, piyasa ekonomisinde ekonominin en iyilerini tercih ederek 'sivil' dinamiklerin yönettiği bir ülke oluyoruz. Daha on yıl önce 28 Şubat sürecinde 'yeşil sermaye' denilerek yok edilmeye çalışılan Anadolu sermayesi dünya ile bütünleşerek 'doğal korunak'lar kazandı bürokrasiye ve büyük sermayeye karşı. İstanbul sermayesinin Anadolu'daki 'ajente'leri değil artık; bırakın İstanbul'u dünya ile rekabet edebiliyorlar. Büyük sermayenin dünyadaki 'ortaklarını' devraldılar. Bugün ihracaat yapmayan, üniversitesi bulunmayan il yok. Türk dış politikası zirvede - HASAN CELAL GÜZEL -RADİKAL Başbakan Erdoğan’ın geçen hafta sonundaki Yunanistan çıkarması, zamanı isabetli seçilmiş fevkalâde başarılı bir ziyaret olmuştur. 500 yıldan fazla Osmanlı Türk hâkimiyetinde kalmış ve birçok kültür değerini paylaştığımız Yunanlılarla artık aramızdaki bütün meseleleri hâlledip kalıcı bir barışa gidilmesinin zamanı gelmiştir. Yunanlıların, ‘megalo idea’, ‘enosis’ gibi hayâllerden vazgeçmeleri; 1897’deki, Millî Mücadele’deki ve 1974 Barış Harekâtı’ndaki hezimetlerini unutmaları; bizim de son yüzyılda Balkanlar’da ve Yunanistan’da başımıza gelenleri, Yunan işgalinde uğradığımız zulmü ve Kıbrıs’taki olayları tarihte bırakmamız lâzımdır. Erdoğan’ın Yunanistan ziyaretinden sonra şu gelişmelerin elde edilebilmesi için gayret gösterilmelidir: 1. Yunanistan’ın ekonomik krizden çıkması için teknik yardım yapılmalı ve aramızdaki dış ticaret hacmi arttırılmalıdır. 2. Ege Ordusu lağvedilmeli ve birlikler diğer ordular arasında dağıtılmalıdır. 3. Ege üzerinde savaş uçağı tatbikatından vazgeçilmelidir. 4. Kıta sahanlığı, kara suları ve FIR hattı üzerinde en kısa zamanda anlaşmaya varılmalıdır. 5. Kıbrıs konusunda ‘4’lü görüşmeler’ başlatılmalıdır. 6. Heybeliada Ruhban Okulu, bir vakıf üniversitesi olarak öğretime açılmalıdır. 7. Gümülcine’de, vakıf üniversitesi statüsünde bir ‘İslâmî İlimler Akademisi’ kurulmalıdır. Baykal, Kılıçdaroğlu’nun önünü kesebilir, kendi sonunu biraz geciktirebilir, o kadar!- Hasan Cemal - MİLLİYET Deniz Baykal 1960’ların sonundan beri aktif politikanın içinde. 1990’ların başında genel başkanlık koltuğuna oturdu CHP’de. 1995 seçimlerini kaybetti. Yüzde 10 barajını kıl payı geçebildi. 1999 seçimlerini kaybetti. Yüzde 10 barajına takıldı ve CHP tarihinde ilk kez parlamento dışında kaldı. 2002 seçimlerini kaybetti. Bu seçimlere gidilirken Baykal’ın CHP’si yine yüzde 10 barajının etrafında dolaşıyordu. Son anda yapılan Kemal Derviş aşısıyla yüzde 20’ye yaklaştı. 2007 seçimlerini kaybetti. Oylarını birkaç puan artırabildi. Kaç seçim kaybetmiş Baykal? 1995, 1999, 2002, 2007... 12 yılda üstüste kaybedilen dört milletvekili seçimi... Bunca yılı muhalefette geçir, sosyal demokrat olduğunu iddia et ve dört seçim birden kaybet... Ama koltuğunu kaybetme! İstifayı aklına getirme... Siyasetçiden daha şereflisi var mı? - MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE - ZAMAN Siyasetçi düşmanlığının cehalete dayalı sebepleri var. Birincisi, siyasetçiler hakkında konuşanlar karşı oldukları partiyi düşünerek hüküm veriyorlar. Bu hükümlerin siyasetçiye güvensizlik olarak tecelli etmesi doğal. İkincisi, parlamenter sistemin işleyişi yeteri kadar bilinmiyor. "Meclis'te sadece parmak kaldırıyorlar" eleştirisi, Meclis'in oylama yeri olduğunu ıskalıyor. Kürsüden yapılan konuşmalar meydanlarda atılan nutuklara benzeyemez. Meclis kanun yapıyor; kanun yapmanın da usulleri var. Parlamenter sistem partiler eliyle işletilir. Lider sultası diye eleştirilenlerin bir kısmı, aslında her demokraside var olan parti disiplininden başka bir şey değil. Dokunulmazlıklar? Köpekleri salıp, taşları bağlayamazsınız. Terör suçundan yargılanan bir ordu komutanını hâkim karşısına çıkartamıyorsanız, halkın temsilcilerine masuniyet tanımalısınız. Askerin elinde silahla siyaset yaptığı bir ülkede, siyasetçiyi korumak boynumuzun borcu olmalı. Başkan olur da lider olabilir mi? - Emre AKÖZ - SABAH Diyelim ki Kemal Bey aday oldu ve kazandı. Partiyi alıp götürebilir mi? Yani "başkan" olur da, "lider" olabilir mi? Bence olmaz. Bugüne kadar ortaya üç beş yolsuzluk dosyası atmasının dışında ne yaptı Kılıçdaroğlu? Hiç! Bir anımı anlatayım: Kemal Bey geçen yıl İstanbul belediye başkanlığına aday olmuştu. İl Başkanı Gürsel Tekin ile SABAH'a geldiler. Ben Kılıçdaroğlu'na doğrudan, "Başkan olursanız yapacaklarınızı, somut örneklerle anlatır mısınız" dedim. Kılıçdaroğlu, gayet heyecansız bir şekilde, beş yılda 80 km metro yapacağını, varoşlara sinema ve tiyatro başta olmak üzere kültür hizmeti götüreceğini, yoksullara yapılan yardımı kurumsallaştıracağını belirtti. Ve sustu! Bırakın Türkiye'yi, dünyanın önemli kentlerinden sayılan İstanbul için söyleyebilecekleri bundan ibaretti. Zaten o gün, Kemal Bey'den çok daha fazla, kente gayet hakim gözüken Gürsel Tekin konuşmuştu. *** Bir toparlama yaparsak... 1) CHP hâlâ Deniz Baykal'ın partisi. 2) Kılıçdaroğlu ancak Deniz Baykal izin verirse başkan olur. 3) Deniz Baykal böyle bir izni iki sebepten verir: a) Kendisini koltuğundan edenlerin parti içinde kimlerle iş tuttuğunu anlamak için... b) Zamanı geldiğinde Kılıçdaroğlu'nu kolayca devirerek, tekrar koltuğuna kavuşabileceğini düşündüğü için.. Baykal CHP'yi böler mi? – Ali BAYRAMOĞLU - YENİŞAFAK Geçen hafta Metropoll Araştırma Şirketi ilginç bir araştırma yayınladı. CHP ve Baykal'a yöneltmişti araştırma merceğini. Deneklerin yüzde 62'si; Baykal'ın istifasını "olması gereken" olarak tanımlıyor. Yüzde 64'ü "Baykal geri dönmesin" diyor. "Baykal'ın istifası en çok kime fayda sağlar" sorusuna verilen yanıtlarda ilk sırayı "CHP'ye fayda sağlar" şıkkı yer alıyor. Nitekim deneklerin yüzde 51'i Deniz Baykal olmaması halinde CHP'nin oylarının artacağını düşünüyor. Aklıselim bu... Açık iki husus var: 1. Baykal'ın siyasetin ve sosyal demokrasinin önündeki tıkayıcı işlevi artık sadece muhaliflerinin değil, CHP'lilerin kanısı olmuş durumda. 2. Baykal'ın istifası, yaptığı manevralar ne olursa olsun, bizzat CHP'li seçmen tarafından, sosyal demokratlar tarafından bir değişim vesilesi olarak görülüyor. Vesile ne olursa olsun, zaman gelince hüküm de geliyor. Tarih ve Türkiye Baykal'ı tasfiye ediyor... İşsizlikteki azalma umut verici – Mustafa SELÇUK - TÜRKİYE Dün şubat ayı işsizlik rakamları açıklandı. Ekonomideki canlanmanın etkileri işsizlik rakamlarına da yansımaya başlamış görünüyor. Bir yıl öncesine göre işsiz sayısı 250 bine yakın azalmış. Tarım dışı işsizlikte ise yüzde 1,7 azalma var. Tarım dışı işsizlik önemli...Zira kentli nüfusun ve reel ekonominin bir çıktısı... *** Ancak, işsizlik oranının hâlâ yüzde 14,4, işsiz sayısının ise 3,5 milyon olduğunu unutmamak lazım... Yani ülkenin en önemli ve muaccel sorunu hâlâ devam ediyor. Yüzde 14’ü aşan bir işsizlik, üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gereken, bir sorun... *** Ekonominin büyüme patikasına bu yıl yeniden gireceğinde herkes hemfikirdi. Nitekim geçen yılın son çeyreğinden itibaren büyüme başladı. Hatta bu yılın ilk çeyreğinde Milli Gelir’in çift haneli büyüyeceği tahmin ediliyor. Lakin, büyümenin istihdam üretip üretmeyeceği bir soru işareti olarak zihinlerde duruyor. Duruyordu desek daha doğru... İlk iki ay işsizlik verilerindeki azalma, büyümeye paralel yeni istihdam oluşmaya başladığını gösteriyor. En azından şimdilik bunu söylemek mümkün... Anayasa Mahkemesi’nin normalleşmesi- Eser KARAKAŞ - STAR 18 yaşında bir kızın üniversite derslerine türbanla girmesinin devletin laiklik ilkesini zedeleyeceğini düşünmek gerçekten çok acıklı; hem Anayasa Mahkemesi hem de çok önemli laiklik ilkesi için. CHP’nin 111 imzayla Anayasa Mahkemesi’ne yeni başvurusu da kanımca benzer bir tartışmaya gebe. Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Haşim Kılıç’a yönelik CHP’nin başvurusunu işleme almaması için talepler mevcut; ben meselenin böyle sonuçlanabileceğine hem inanmıyorum, hem de arzu etmiyorum. Her şeyin doğrusunu, normalini, çağdaşını talep etmemizin vakti geldi de geçiyor. Bu konu Sayın Kılıç’ın iradesi ve yetkileriyle değil, Anayasa Mahkemesi’nin asli görevine, normal ve demokratik denetim işlevine geri çekilmesiyle çözülmelidir. Mevcut anayasa değişikliklerinin, şayet bir şekil problemi mevcut değilse, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunmuyor ise, Anayasa Mahkemesi’ni ilgilendiren bir yönü yoktur, olmamalıdır; kuvvetler ayrılığı ilkesinin de bu kapsamda ele alınması mümkün değildir. Anayasa Mahkemesi haddini ve sınırlarını iyi bilerek kendi meşruiyetinin temeline dinamit koymamalıdır. Anayasa Mahkemesi nasıl ve kimin tarafından tanımlandığı belirsiz bir rejimin değil, temel hak ve özgürlüklerin koruyucusu olmalıdır. Zaten iyi tanımlanmış bir rejim temel hak ve özgürlüklerden başka ne ola ki? |
Rizzeli kardeş çok güzel hazırlanmış satırlar teşekkürler...
Ertuğrul hoca işleyen bir çarkı bozdu. 2000 yılında futbolunun en olgun döneminde, bugün bile hâlâ açıklığa kavuşmayan bir sebepten dolayı Beşiktaş'tan koparılmıştı. Hem o dönemde, hem de daha sonra teknik direktör olarak istifa ettirildiğinde duruşunu hiç bozmadı. Kasti faullere öyle bir hareket çekti ki, bu hareket sonrasında futbolseverler, faulü yapanlara kırmızı kartı gösterdi. O artık tek başına para ve güç baronlarını alt etmeyi başarmış bir kahraman olarak tarihteki yerini almıştı. Ertuğrul hoca, bütün futbol çarkına çomak soktu. Bu ülkenin düzeneğini değiştirdi. Eskiden Türkiye, 'üç tarafı denizlerle ve düşmanla çevrili, Ermeni ve Kıbrıs problemleri olan, en büyük ihracat kalemini fındık, kuru üzüm ve incirin oluşturduğu, her 10 yılda bir askerî darbeye maruz kalan, sadece üç kulübün şampiyon olabildiği ve derin devlet tarafından yönetilen' bir ülkeydi. Önce ihracat kalemlerimiz arttı. Artık kimse fındık ve kuru üzüm rakamlarına dönüp bakmıyor bile. Sonra etrafımızdan düşmanlar temizlendi. Rusya, Suriye, Yunanistan ile çok kritik dostluk anlaşmaları imzaladık. Darbelere karşı hükümetler artık sessiz kalmıyor. Derin devlet manipülasyonlarına karşı toplum daha uyanık. Devlet içerisindeki derin çeteleşmelerden kurtulmaya çalışıyor ve en önemlisi de artık bir başka şampiyon var. Teşekkürler Ertuğrul hoca. Gerçekten Türkiye'de futbol rejimini değiştirdin... Mehmet Kamış |
Alıntı:
:w::güzel: |
Batı ile İran arasındaki anlaşmazlığın perde arkasında “Nükleer enerjiye kim hükmedecek?” kavgası var.
Yaşlı Avrupa, Çinliler gibi düşük ücret vererek ekonomik gücünü perçinleyemiyor. Türkler gibi tek kelime yabancı dil bilmeden çantasını alıp Kenya’da ticarete kalkışacak girişimciliğe de sahip değil. Artan uluslararası rekabet karşısında rakipleri gemlerken mevcut refahını korumanın en önemli araçlarından biri, enerji girdi maliyetlerini kontrol etmek... Bu kozu kaptırmak istemiyor. O yüzden de nükleer kulübü oluşturan 5 ülke, OPEC’vâri bir örgütlenme içinde... OPEC’in petrolde yaptığı gibi nükleer teknolojiyi tekel altına almak istiyorlar. Nükleer teknoloji geliştirmek isteyen ülkelere “Yakıtı ben sana veririm, sen teknoloji geliştirme” diyorlar. Böylece nükleer yakıtın fiyatını belirleme, enerji piyasasına hükmetme, muhtemel rakiplerini denetleme imtiyazını ele geçiriyorlar. İran ise istediğinde nükleer silah üretebilecek teknolojiye kavuşma amacında... Enerjide etkili bir aktör haline gelmek ve İslam dünyasında liderliğe oynamak da istiyor. Batı’nın bunu engellemek için daha ağır yaptırımlara hazırlandığını görüyor, ama geri adım da atmak istemiyor. CAN DÜNDAR |
Vurgulamak istediğimiz ilginçlikte tam bu noktada ortaya çıkıyor. Diyarbakır’daki “Kutlu Doğum” programından hemen sonra, Dıyarbakır’da buna cevap niteliğinde bir defile düzenlendi. Ulusal medyanında özel bir önem gösterdiği üç karakter özellikle ön plana çıkarılıyordu. Bunlar Diyarbakır valisi Hüseyin Avni Mutlu, Diyarbakır B.Şehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ve defileci Cemil ipekçiydi. Vali ve B.Başkanı Cemil İpekçi’ye bölgeye olan kültürel katkı ve fedakârlığından dolayı özel plaket takdim eylediler. Cemil İpekçi de Mardin ve Diyarbakır’da açtığı ve açacağı mankenlik okullarından bölgede yaptıkları ve yaptıracaklarından heyecanla bahsediyordu. Bilindiği gibi Cemil ipekçi uzun bir süreden beri Mardin’de kendisine üs açmış ve bölgede yoğun kültürel (!) faaliyetler içindedir. Mankencilik ve defilecilik gibi işlerle meşgul...
Benzer şekilde Metin Yazır isimli bir şahıs ta “1. Güneydoğu Anadolu Arjantin Tango Festivali” etkinlikleri adı altında Arjantin’den getirdiği 5 kişilik özel bir ekiple bölgede faaliyetlerine başlamış. Bir yandan bölge illerinde kurslar açmaya çalışırken öte yandan da halka açık ücretsiz temel tango eğitimi etkinlikleri düzenliyor. Batman, Erzurum, Malatya, Mardin ve Diyarbakır’da etkinliklerine başlamış. |
CHP il başkanları ve Gandi - Eser KARAKAŞ - STAR
Geçen hafta aynı gün yazdığım yazıda Türkiye’nin CHP’yi neden bu kadar konuştuğunu anlayamadığımı yazmış idim. İngiltere’de, Fransa’da, İsveç’te kendine sosyal demokrat diyen partiler 60 sene tek başına iktidara gelemezse ne kadar basında yer bulurlarsa bizde de CHP’nin o kadar basında yer bulması normal olur idi ama, bizde böyle olmuyor; bence esas konuşulması gereken konu CHP değil, CHP’nin basında bu kadar tartışılıyor oluşu. Bu soruya ciddi bir cevap üretilirse kanımca karşımıza çok sevimsiz gerçekler de çıkabilir. Geçen hafta başında NTV’de Can Dündar’ın ülkemizin önemli illerinin CHP başkanlarıyla yaptığı bağlantıları izledim; yaklaşık tüm il başkanları çok kesin, tavizsiz bir üslupla Deniz Baykal’ın arkasında olduklarını ifade etmişler idi. Bu yazıyı yazdığım saatlerde ise CHP’li 81 başkanından 77’sinin Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını desteklediğini öğreniyorum. İlkeli siyaset dedikleri de bu olmalı herhalde. Sadece bu olay bile CHP’nin neden üzerinde çok konuşulmayı gerektirmeyen bir parti olduğunu ortaya koyuyor. CHP’ye yönelik eleştiriler karşısında konuşan her CHP yetkilisi söze daima “Biz Cumhuriyet’i kuran partiyiz” diye başlıyor; bu zaten tarihsel bir gerçek, kimse aksini söylemiyor, kimse Cumhuriyeti ANAP kurdu, AK Parti kurdu, Demokrat Parti kurdu, Adalet Partisi kurdu falan demiyor. Ama şunu söylüyor: Bir siyasi partinin önemini ve hakkında uzun vadede konuşulma oranını, başarısını aldığı oy oranları belirler, gerisi boş laftır; aynı şeyi siyasetçiler için de söyleyebiliriz. Erdoğan'ın Batı'dan görünüşü..- Mehmet Ali Birand - MİLLİYET Sizlere Erdoğan’ın,Washington, Paris ve en son olarak Atina’da nasıl göründüğünü, hakkında neler dendiğinin bir özetini yapabilirim. Ancak lütfen bu yazıyı okuduktan sonra “Başbakana yalakalık yaptın” gibisinden mesajlar yollamayın. Burada, gittiğim ülkelerin politikalarını yapan veya bu politikaları etkileyen üst düzey kişilerin neler dediklerini aktaracağım. Bu bir anket değil, bir izlenim yazısıdır. Başbakan Erdoğan’ı bizler başka türlü görüyor ve değerlendiriyoruz, yabancılar ise bambaşka görüyorlar. Dolaştığım Başkentlerde konuştuklarım için Erdoğan adeta Robin Hood gibi bir efsane kahramanıymış muamelesi yapılıyor. En önemli niteleme, arkasından iten bir ailenin, bir gücün veya para desteğinin bulunmaması. Üstüne üstlük, Türkiye’nin egemen güçleri tarafından cezalandırılmasına rağmen, mücadele ederek iktidar olması, insanlara çok cazip geliyor. Genel kanı, Türkiye’yi son birkaç yıl içinde önemli derece değiştirdiği ve eski tabuları yıkıp, yeni bir düzen kurmayı başardığı şeklinde. Özellikle Asker ve Yargı konularında attığı adımlar ve çeşitli Açılımlar, batı dünyasında “ Türkiye’yi normalleştiriyor” şeklinde okunuyor. En son gittiğim Atina’dan bir örnek vereyim. Erdoğan’ın Türkiye’yi bölgenin en ilginç ve en güçlü ülkesi konumuna soktuğu anlatılıyor. Özellikle başarılı bir dış politika izlediği ve bölgede sözü dinlenen bir lider olduğu vurgulanıyor. Bunları söyleyenler de, ne dediklerini bilen insanlar. Biz beğenmesek ve eleştirsek, hatta korksak dahi, Batı bambaşka görüyor. CHP'nin asıl açmazı - Fehmi Koru - YENİŞAFAK Şu yakınlarda kritik bir seçimden çıkmış İngiltere'de birbirleriyle yarışan üç partinin lideri de 40'lı yaşlarında genç insanlardı; en yaşlıları Gordon Brown ayrılınca koltuğu için yarışanların hepsi çok daha genç yaşlardalar... Yaşlı-başlı adamlar CHP'de liderlik kavgası açmış yürütüyorlar, ortaya çıkarabildikleri iki kişinin ikisi de 'eski yüz'; yeni bir liderle kitlesine umut vermek için kullanabileceği kurultay fırsatını, CHP, hem yaşlı, hem eski, hem de söyleyeceği yeni bir fikir olmayan birini başına getirerek heba edecek... 'Biat kültürü' diye küçümsedikleri gelenekten gelen kişilere baktığımızda tam tersi bir durum söz konusu: Necmettin Erbakan'dan sonra Recai Kutan el aldı, ama Saadet Partisi'nin şimdiki lideri Numan Kurtulmuş bileğinin gücüyle genel başkanlığa geldi. Fazilet Partisi döneminde el almamış biri (Abdullah Gül) genel başkanlığa adaylığını koydu ve delegelerin yarısına yakınının oyunu alabildi. Tayyip Erdoğan bugün "Bir seçim sonra yokum" dediğinde arkasında partiyi ileriye götüreceğine inandığı yarım düzine genç arkadaşı olduğunu biliyor... Siyaseti yakından izleyen halktan birine iki parti için ayrı ayrı "Kimler lider olabilir?" sorusunu sorun; Ak Parti için bir çırpıda ad verebilirken, CHP'de tık nefes kaldığını göreceksiniz. İyi de, hani biri 'biat kültürü'nden geliyordu da diğeri demokrattı? İçimizdeki CHP’liler - Yıldıray Oğur - TARAF Cumhuriyet’in esas başarısı olan o gerçek şudur: Bu ülkede okumuş yazmış, zengin olmuş herkes hâlâ CHP’nin potansiyel üyesi kabul edilmektedir. Türkiye okumuşlarının, elitlerinin, gazetelerinin, köşe yazarlarının birinci partisi hâlâ CHP’dir. Bugünkü gazeteleri, CHP’de ne olup bittiğini öğrenmek için değil, eşsiz bir cevher olarak okuyun derken bunu kastediyorum. İçinizdeki CHP’liyi keşfedin bu cevherde. “Baykal’ın karşısına çıkan aday Anıtkabir’e alınmasın” diyecek kadar zıvanadan çıkmış CHP İkitelli teşkilatı delegesi gibi yazan köşe yazarlarını; Taraf’ın Fethullah Gülen’den işaret alıp Baykal’a yapılan komploya karşı durduğunu söyleyecek kadar parti içi hizipçiliğin öfkesine kapılmış ombudsmanları; CHP’yi koruma aşkıyla, “AKP’lilerin de seks kasetleri var” diye şantajlara başvuracak kadar porno siyasetine kendisini kaptıranları; Yandaş dedikleri gazetelerden isimlerin bile AKP’yi övmeden önce beş kez “ama ben AKP’li değilim” demek zorunda hissettiği ülkede, adını söyleme rahatlığında “Ben hep CHP’ye oy veririm, üç kuşak CHP’liyiz” diyen genel yayın yönetmenlerini okuyun ve Cumhuriyet’in bu başarısının hakkını verin. Bu yazıyı okuyabildiğinize göre siz de potansiyel bir CHP’lisiniz. Aslında NE OLDU? - Mehmet Tezkan - MİLLİYET Gazetelerin mutfağında Kılıçdaroğlu krizi.. Yazı işleri kara kara düşünüyor.. Hele birinci sayfayı hazırlayanlar daha şimdiden ıkınıp sıkınmaya başladılar.. ‘Kılıçdaroğlu’ kelimesi hiçbir yere oturmuyor.. Manşete koysalar valla yedi sütun kaplıyor.. Üç sütuna, beş sütuna koymanın imkânı yok.. Ya başlığın puntosunu küçülteceksiniz ya da Kılıçdaroğlu demeden Kılıçdaroğlu diyeceksiniz!.. Krizin nedeni bu.. Gandi Kemal lakabına gazetelerin balıklama dalmasının nedeni budur.. Başlığa geliyor, Manşete çekersen cuk diye oturuyor.. Ama her zaman da Gandi, Gandi denmez ki.. Burası Hindistan mı? Eee, ne yapacaklar? Kara kara düşünmeleri ne yapacaklarını bilmemelerinden.. Kimi Kemal K mı desek diyor, Kimi, K. K diye rumuzu öneriyor.. Kemal Bey desek olmaz mı diye soran bile var.. * * * Anlaşılan Kılıçdaroğlu sadece siyasi rakiplerini değil 12 harfli soyadıyla gazeteleri de zorlayacak.. ‘Bu Davutoğlu da çok oluyor artık!’ – Eyüp CAN - HÜRRİYET Washington’dan Paris’e birçok başkentten tıpkı Mavi’nin reklamındaki gibi “Bu Türkler de çok oluyor artık” kıvamında tepkiler geliyor. Nereden mi biliyorum? Türkiye, İran ve Brezilya arasında önceki gün imzalanan ortak deklarasyondan sonra New York Times’tan Jarusalem Post’a hangi gazeteyi okusanız bu yönde haber ve yorumlarla karşılaşıyorsunuz... Diplomatik koridorlar ve Batı basınında tam bir şaşkınlık hâkim... Çünkü hiç kimse Davutoğlu’nun 12 Eylül’den bu yana inat ve sabırla yürüttüğü diplomatik görüşmelerin bu şekilde sonuçlanacağını beklemiyordu. İran’ın her zamanki gibi zaman kazanmak için Türkiye’yi oyaladığı, Türkiye’nin de romantik heveslerle bu işin peşine düştüğü zannediliyordu... Ama öyle olmadı. Bu yüzden kimi “Türklerin büyük diplomatik hamlesi” diyor, kimi bu deklarasyonla İran’ın zafer kazandığını, İsrail ve Amerika’nın ise hezimete uğradığını öne sürüyor. Emin olun benzer bir sonucu İngiltere ya da Fransa alsa ayakta alkışlanırdı. Ama söz konusu arabulucu Türkiye olunca “Bu Davutoğlu da çok oluyor artık!” şaşkınlığı yükseliyor İsrail’in pozisyonuna yakın Batı medyasında... CHP, Kılıçdaroğlu ile değişim yaşayamaz - Ergun BABAHAN - STAR Kurultay öncesi yaşanan sıcak gelişmeler, kaset komplosunun gerçek adresini ortaya çıkardı. En azından kaseti kullanarak Deniz Baykal’ı tasfiye etmek isteyen medya-iş dünyası ve bürokrasi üçgeninin eline önemli bir silah verdi. Geçen Pazartesi akşamı TRTHaber’de birlikte Çıkış Yolu programını yaptığımız Ekrem Dumanlı’ya ‘’Doğan medyasını izle, en çok kimi parlatırlarsa, genel başkan adayı odur’’ demiştim. Doğal olarak Kemal Kılıçdaroğlu oldu. Doğrudan patron talimatıyla yazanlar, günlerdir ‘’Gandi Kemal’’ güzellemesi yapıp duruyorlar. Yani CHP yandaşı olmakla yetinmiyorlar, CHP içindeki bir yarışın da yandaşı oluyorlar. CHP liderini Doğan okuru seçseydi, Baykal adaylık için bir imza bile bulamazdı açıkçası. Kılıçdaroğlu ekonomiyi nasıl yönetir - Süleyman Yaşar - TARAF Başbakan Tayyip Erdoğan kamu harcamalarının bileşimini fakirlerden yana değiştirerek sağlık reformunu yaptı. Eğitim harcamalarını Cumhuriyet tarihinde ilk defa savunma harcamalarının üzerine çıkardı. Anlayacağınız sol siyasetin araçlarını kullandı. Hatta Tayyip Erdoğan, Türkiye’de demokrasinin gelişmesinde, AB müzakere sürecini başlatarak önemli adımlar attı. Son anayasa değişikliği paketi, statükocu güçlerin engellemelerine rağmen Erdoğan sayesinde TBMM’den geçti. Erdoğan’ın demokratikleşme çabalarına rağmen, CHP son yıllarda demokrasiye karşı tavırlarıyla Sosyalist Enternasyonal’den atılma noktasına geldi. Hatta Sosyalist Enternasyonal “bize daha yakın” diyerek Ak Parti’ye üyelik teklifi götürdü. İşte bu koşullarda Kılıçdaroğlu, CHP Başkanı olursa, sol siyasetin araçlarını Erdoğan’ın elinden almak zorunda. Devletin değil vatandaşın yanında olan ve halkın ekonomik sorunlarını çözen inandırıcı bir sosyal demokrat lider olmak istiyorsa, ilk adım olarak da anayasa değişikliğinin iptaline ilişkin başvuruyu hemen geri çekmek mecburiyetinde. Aksi takdirde ekonomide gelişmeyi sağlayacak demokratik adımları Erdoğan’dan daha hızlı atamayan bir Kılıçdaroğlu Türkiye için faydalı olamaz. |
Alıntı:
Birand'ın Akparti yalakalığı diye etiketlenmeyi yazısında belirtmesi,demokrasi adına üzücü olsa da,belirttiğiniz gibi ideolojilerine hapsolmuş aydınların demokrasinin içinde türlerini kaybedeceğine, yeni kuşak olarak hep beraber şahit olacağız. |
Alıntılar güzelmiş... Tşk..
|
Kılıçdaroğlu: Komplonun parçası mı, değil mi? - HÜSEYİN GÜLERCE - ZAMAN
Ben tezimde ısrarlıyım. CHP'deki operasyon, bir statüko operasyonudur. Zira vesayet rejiminin sahipleri, tam anlamıyla köşeye sıkıştı. Cuntacılardan hesap sorulmaya başlanması, özellikle Danıştay saldırısının Ergenekon davasıyla birleştirilmesi, darbecilikten muvazzaf general ve amirallerin tutuklanmaya başlaması, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, savcı Doğan Öz, Çetin Emeç cinayetlerinin, PKK- Ergenekon bağlantılarının karanlıklardan kurtulmaya başlaması, vesayetin ağalarını bir çaresizlik cenderesine soktu. AK Parti'yi içten bölemiyorlar, kapatamıyorlar ve darbe yapılamıyor... Statükoya, bir yarma harekâtı gerekiyor. Hedef, AK Parti iktidarına son vermek. CHP, MHP ve BDP, yeni oyuncular olarak görülüyor. Bu üçlüden, bir koalisyon çıkartmak hedefine kilitlenildi. YSK'nın, referandum için 120 gün demesi, Türkiye'yi en uzun dört aya mahkûm etti. Bunu bir fırsat olarak görüyorlar. Stratejileri şöyle: Önce CHP'nin başından Baykal gidiyor. Çünkü CHP'yi yüzde 20'lere sabitledi. Dünkü anketlerle devreye hemen girildi. "Kılıçdaroğlu ile CHP 14 puan sıçradı..." haberleri, bildik numaralar. "Gandi Kemal" parlatması ise, Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz parlatmalarından ezberimizde... Bu medyanın daha ilk günkü tavrından işkillendiğimizi, geçen hafta yazdık. Baykal ile ilgili görüntüler ilk yayınlandığında, herkes ne oluyor derken, onlar gerçek mi, montaj mı demeden, "eşini milletvekili ile aldatan Baykal istifa etmeli" dediler. Yeni kurtarıcının "Gandi Kemal" olduğunu da yine ilk onlar ilan ettiler. Yani kendini 1. Kuvvet zanneden "medyamız" yine başrollerde. Medyayla gelen medyayla gidiyor - Fehmi Koru – YENİ ŞAFAK "Hayırlı olsun" demeyi çok istiyorum, ancak daha önceki örnekler, arkasını 'bir kısım medya'ya dayıyarak yükselmiş siyasilerin ve partilerin sonunun pek 'hayırlı' gelmediğini gösteriyor... 'Bir kısım medya'nın gücüyle genel başkanlığa taşınan Mesut Yılmaz ile Tansu Çiller bugün köşelerine çekildiler, ama esas vahimi ikisinin de partisi siyasete veda etti; ANAP ile DYP şu yakınlarda DP çatısı altında buluşarak kendilerini 'ifna' kararı aldı. Ne ANAP var bugün, ne de DYP... Topluma 'umut' diye sundukları başka isimleri de hatırlıyorsunuzdur: Mehmet Ali Bayar... İlhan Kesici... İsmail Cem... Tuttukları tepeden aşağılara doğru yuvarlanırken medya kılını bile kıpırdatmıyor. Medyamız yenilenleri sevmiyor. Oysa medya desteğiyle tepelere yükselenler için yenilgiyi kaçınılmaz kılan yine medya oluyor: Yüklü bir fatura çıkartıyor, sürekli taleplerle siyasileri bunaltıyor medya: Bilerek yapılan ve üzerine gidilse para ve hapis cezaları söz konusu olabilecek hataların üstünün kapatılması, imar planlarının değiştirilip rant kapılarının açılması, teşvik verilemeyecek fabrikalar için acayip kolaylıklar... Birine kapıları araladığınızda diğerleri de peşine takılıyor ve iyi niyetlerle yola koyulan siyasilerin bile arsızlaşmasıyla ve halkla arasının açılmasıyla sonuçlanan bir süreç yaşanıyor... İlk kez Ak Parti medyayla böyle bir 'ensest' ilişkiye "Hayır" dedi. "Hayır" diyebildi, çünkü daha en başından takındığı duruşla medyayla 'al gülüm – ver gülüm' ilişkisine girmedi. Medya da ilk günden sevmedi Ak Parti'yi, hâlâ da sevmiyor... CHP'nin hastalıkları genetik midir?-İSMET BERKAN – RADİKAL Cumhuriyet Halk Partisi, dün başka biri de söylemiş, dünyanın en eski partilerinden biri. Ülkenin kurucu partisi. Ve şu an içinde bulunduğu durum acıklı: Yüzde 20 oy aldığı zaman başarılı sayılıyor. Bu kadar eski, bu kadar köklü bir siyasi partinin ülkede yaşayan her beş kişiden dördüyle hiç ilişki kuramamış, onların oyunu alamıyor olması nasıl izah ediliyor? Biz masa başı yorumcularının söylediği pek çok şey var; bunlar yanlış da değil. Yani CHP’nin devlet partisi olması, halktan kopuk olması, var olan CHP’lilerin ‘Rejim mi, geçim mi’ sorusuna tereddütsüz ‘rejim’ cevabını veriyor olmasındaki tuhaflık, neredeyse halka rağmen Cumhuriyet değerleri adı verilen ama ne olduğu tam anlaşılamayan bir şeyleri savunmak... Belki art arda pek çok sebep sayılabilir, bunların bir kısmı spekülatif de olsa, bir gerçek saklanamaz biçimde ortada: CHP bir kitle partisi olmaktan uzaklaşmış, bir dar ideoloji partisi olmanın da kenarına kadar gelmiş durumda. Deniz bitti! Kılıçdaroğlu kimin adamı? - MEHMET METİNER - STAR O kaset görüntüleri servis edilmemiş olsaydı Baykal istifa eder miydi? Etmezdi. Peki Baykal partisinin başında kalsaydı Kılıçdaroğlu aday olur muydu? Olmazdı. Sanırım buna cesaret edemezdi. Baykal o görüntüler için “komplo” dedi. Örgütü de kendisine inandı. Baykal birden gözyaşları içinde “mağdur” konumuna oturtuldu. Baykal’ın istifasını hararetle CHP yandaşı köşe yazarları istedi. Kılıçdaroğlu’nun ismi de gene onlar tarafından dillendirildi. Zaten nicedir Kılıçdaroğlu’nun ismini telaffuz eder dururlardı. Hepsinin ortak gerekçesi şuydu: “Baykal’lı CHP ile AK Parti’nin önünü kesmek mümkün değil! Bir tek Kılıçdaroğlu’yla CHP iktidar alternatifi olabilir.” KOMPLOCULARI BİLMİYOR MU? Hem “komplo” deyip hem “istifa” etmek hiç inandırıcı değildi. Komplocuların amacı, Baykal’ı alaşağı etmek ve CHP’yi dizayn etmek idiyse Baykal’ın buna direnmesi gerekmez miydi? Baykal’ın basın toplantısındaki bir cümle nedense dikkatten kaçırıldı: “İstifamla CHP’yi dizayn etmek isteyenlerin önünü açıyorum.” Ne demek istemişti acaba Baykal? CHP’yi tanzim etmek isteyen güç odakları kimlerdi? Baykal tüm bu yaşananlardan sonra çıkıp konuşmalı. Çünkü Baykal darbenin asıl kimlerden geldiğini çok iyi biliyor. CHP, Ergenekon'un arka bahçesi mi? - MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE - ZAMAN Hafızalarımızı tazeleyelim. Onur Öymen'in başlattığı Dersim katliamı tartışmasında Kılıçdaroğlu ürkek bir itirazda bulunmuş, sonra da geri adım atmıştı. Ürkek itiraz kendisine aitti; ama geri adım atması birilerinin ikazı ile olmuştu. Kimin ikazı? Bu tezgâh tutar mı? Devlet içindeki çeteler, CHP'nin yeni genel başkanı Kılıçdaroğlu'nu efsanedeki yol gösteren Börteçine isimli kurt yerine koyup Ergenekon vadisinden çıkışı bulabilirler mi? Hayır bulamazlar. Bu vadinin çıkışı yok. Sadece CHP'ye ve Türkiye'ye zaman kaybettirirler. Görev Deniz Baykal'a düşüyor. Hem yıllarca başında olduğu partisine hem de Türkiye'ye karşı sorumluluğu, bu tezgâhı deşifre etmek. Olup bitenleri en iyi bilen kişi o. Kendisi üzerinden nasıl bir tezgâh çevrildiğini ve CHP'nin nasıl rehin alındığını bize anlatmalı. CHP, Ergenekon'un arka bahçesi olmaktan kurtulmalı. Erdoğan’ın siyasi ömrü – NASUHİ GÜNGÖR- STAR Hemen herkes yeni bir CHP’nin şekillendiği konusunda hemfikir. Mesele bunun hangi aktörler eliyle gerçekleşeceği ve sadece Türkiye değil, dünya siyasetinde nasıl bir karşılık bulacağı. Bunları anlamak için hem zamana ihtiyaç var, hem de bazı uluslararası gelişmelerin olgunlaşmasına. ‘Gandi geliyor’ çığlıklarıyla olup biteni doğru okumak mümkün değil. Daha yolun başındaki bir genel başkan adayı için, malum medya grubunun bu kadar tuhaf bir destek gösterisine girmesi, herhalde yaşayabileceği en büyük talihsizlik olsa gerek. *** CHP üzerinden siyasetin geleceği konuşulurken, bu tartışmaların parantezine sıkça ‘AK Parti’nin ne olacağı’ sorusu da sıkıştırılıyor. Aslında bu soru ‘Tayyip Erdoğan’ın geleceği’ne dair düşünce ve beklentileri ifade ediyor. Siyasi yelpazenin bu tarafında depremler yaşanırken, diğer yanında işlerin nasıl şekilleneceği elbette merak ediliyor. Bu konuda merak sahibi olanların, özellikle dış politikaya bakmaları sanırım daha ufuk açıcı olacaktır. Davos’ta yaşanan ‘one minute’ krizinin ardından ‘Erdoğan’ın siyasi hayatının tamamlandığını’ iddia edenlerin sayısı pek de az değildi. Nitekim daha sonra yine Filistin ve Gazze üzerinden yaşanan gerginliklerde bu tez sıkça gündeme geldi. Öncesini de hatırlayalım. Bana göre AK Parti’ye açılan kapatma davası, partiden çok Erdoğan’ı tasfiye etmeye yönelik bir hamleydi. Hala da aynı düşüncedeyim. Bugün fısıltı halinde Tayyip Erdoğan’a siyasi ömür biçmeye çalışanlarla, o dönemde siyasi yasak tezgahını kuranlar aynı güç merkezinin uzantısı. Davutoğlu efsanesi gerçek mi, yoksa balon mu? - Mehmet Ali BİRAND- MİLLİYET Dışişleri Bakanlığında 1’inci yılını doldurması nedeniyle, medyanın zamanında bakanları paramparça eden ağır top kalemleri dahi övgü diziyorlar. Kimselere nasip olmayacak derece yıldız takılıyor. Hele şu sıralarda, Tahran'da imzalanan takas anlaşmasıyla, Uluslar arası alanda, adı Erdoğa'dan sonra, en çok anılan Türk siyasetçi konumunda. Bu övgüler şişirme mi, yoksa gerçekten doğru mu? Son haftalarda hangi yabancı diplomat veya dışişleri bakanıyla karşılaştım ise, adını vermemek kaydıyla ve dedikodu yapar gibi, Davutoğlu’nu sordum. İlginç yanıtlar aldım. Bakın, benim de katıldığım değerlendirmelerden bazıları: - Türk dış politikasını ilk defa “hep biz haklıyız” çizgisinden çıkardı ve karşısındakilerin de haklı olduğunu söyler oldu. Türkiye’yi ilk adımı atan taraf konumuna soktu. - Türkiye eskiden etrafıyla hiç ilgilenmezdi. Sadece Kıbrıs - Ermenistan ve Kürt sorunuyla yetinirdi. İlk defa başka ülkelerin sorunlarını da çözmeye katkı yapan bir politika izler oldu. Bunu da Davutoğlu başardı. - Sözünde duran bir Bakan profili çizdi. Girdiği arabuluculuklarda, kendini ön plana çıkarmadı. Konuşması çok inandırıcı. Güler yüzlü ve fazla abartmadan samimi ve sıcak bir yaklaşımı var. İşbirliği yapılabilecek bir Bakan. - Türkiye’nin batı merkezli dış politikasını değiştirdi ve bölgesel merkezli bir politika uygular oldu. Bölgeyi iyi anladı ve güven yarattı. - Çok çalışkan bir insan. Ne zaman konuşmak istesek, hemen karşımızda bulabiliyoruz. |
Yüce Divan yetmez, darağaçları kurun! – MEHMET METİNER -STAR
İstanbul’dan Kayseri’ye doğru gidiyorum. Kırıkkale’de gözüme bazı afişler ilişiyor. “Önce yüce sandık, sonra yüce divan!” Merak edip bakıyorum. Hüsamettin Cindoruk’un fotoğrafı ilişiyor gözüme. Altında da DP amblemi... Bu ülkenin irili-ufaklı bütün partileri AK Parti’ye ve Başbakan Erdoğan’a karşı birleşmiş sanki. Hepsi tek bir cephede sıralanmış. Statükonun güya sivil siyasetçi kılığındaki sadık muhafızları Başbakan Erdoğan’a parmak sallayıp duruyorlar. Bilmeyen de sanır ki Başbakan Erdoğan ne kabahat işlemiş! *** Başbakan Erdoğan, demokratik olmayan bir statükoyu değiştirmeye çalışıyor. Milletin hukukunu, milletin iradesi üzerinde bürokratik hegemonya kuran güç odaklarına karşı cesaretle korumaya çalışıyor. “Yeter artık söz de karar da milletin!” diyor. Milletin iradesini hiç hükmüne düşüren vesayetçi rejime demokrasi adına karşı çıkıyor. Vesayetçi rejimin yüksek yargı ayağını demokrasinin ve hukukun zeminine çekmeye çalışıyor. Ülkenin kangrene dönüşmüş meselelerini “eşit vatandaşlık” anlayışıyla çözmeye çalışarak bu ülkenin vatandaşlarını kendi devletine sadık hale getirmeye çalışıyor. Vatandaşların devlete ve ülkeye aidiyet duygularını pekiştirmeye çalışıyor. Kısacası, dini, ırkı, mezhebi ve ideolojisi ne olursa olsun bu ülkenin tüm vatandaşlarını temel hak ve özgürlüklerde eşitleyen bir demokratik vatandaşlık anlayışını sözde değil özde yerleştirerek kalıcı bir toplumsal barışın zeminini oluşturuyor. Cumhuriyet çikolatası kaplı çifte kavrulmuş ‘öteki’ - SİVİLAY ABLA - TARAF Fabrika ayarlarına dönüş Soru: Sevgili Sivilay Abla, son birkaç gündür bir grup gazete CHP bülteni gibi çıkıyor. Başkalarına yandaş basın diyenlerin kendileri ne oluyor peki? (Fuat Uğurlu) Cevap: Sevgili Fuat, bizimiz adımız yandaştı. Artık onların adı da yandaş oldu. Gel bundan böyle onlara Kemal Yandaş diyelim. Kemal Yandaş gazetelerin aslında fabrika ayarları CHP’dir. Bilgisayarımızı düşünelim. Zaman içinde bilgisayarlarımıza duvar resmi (wallpaper) yükleriz. Windows penceresinin gri rengini değiştiririz. İmlecin yerine miyavlayan kedi yükleyenlerimiz olur. Sonra bilgisayar ağırlaşır, yavaşlar. Fabrika ayarlarına geri dön dediğimizde bilgisayar bir rahatlar, yüzüne fer gelir. Ben gazetelerimizin bu halini çok sağlıklı buluyorum. Hem inkâr inkâr da nereye kadar. Rock Hudson seksen yıl gey olduğunu sakladı da iyi mi etti. Bak Ricky Martin açıkladı rahatladı. Küçük bir uyarı. CHP’ye Gandi gelmiş medyada bir bayram havasını Erdoğan bir bir not ediyordur. Mutluluktan ağzı kulaklarına varan sevgili meslektaşlarım, ağzınızı azıcık toplayın, sevincinizi bu kadar belli etmeyin. Eğer hesaplar tutmaz da Gandili CHP de iktidar olamazsa birbirinize bakacak yüzünüz kalsın. Aşk ve laiklik Soru: Sevgili Sivilay Abla, CHP Milletvekilleri Nur Serter ile Necla Arat bir elmanın iki yarısı gibi görünüyorlardı ama Nur Serter Baykal’dan yana tavır aldı, Necla Arat ise Kılıçdaroğlu’na destek verdi. Bu fark nasıl ortaya çıktı? (Bekir İpek) Cevap: Sevgili Bekir, Nur Serter aşktan Arat ise laiklikten yana tavrını koymuş görünüyor. Alkışlar Nur Serter için. Bu nasıl 'komplo' yahu? - Fehmi Koru – YENİ ŞAFAK Türkiye'nin nüfusu genç insanlardan oluşuyor; üçte ikisi 30 yaş altında bir nüfus bu; Kılıçdaroğlu 62 yaşında... "Varoşlardan da oy alabilecek lider" deniliyor, ama son sekiz yılın ekonomik ve sosyal politikaları 'varoş' denilen kenar mahalleleri kentlerin içine kattı; televizyon dizilerinin tutulmasının sebebi de bu işte: Kenarda oturanlar kendilerini merkezin değerleri ve yaşam tarzıyla birleştiren hayatlar yaşıyorlar... Deniz Baykal başına geleceği öngörmüş gibi son zamanlarda kendisini ve partisini 'yeni merkez' değerleriyle barıştıracak adımlar atmaya başlamıştı. Mevlana töreninde yaptığı konuşma ile 'Kutlu Doğam Haftası' vesilesiyle verdiği mesajlar o yönde birer arayıştı. Kemal Kılıçdaroğlu böyle bir açılım için herhangi bir donanıma sahip olmadığı gibi, kodlarının da buna müsait olduğu söylenemez. Bugünün dünyasında liderlik kimsenin kucağına düşmüyor, liderin liderliğini koparıp alması gerekiyor. Kılıçdaroğlu'nda öyle bir liderlik havası sezebiliyor musunuz? 'Dersim' gafını yapan parti yöneticisine haddini bildiremeyen bir Dersim'li o... Baykal "İstifa ediyorum" dedikten ve bütün gözler üzerine çevrildikten sonra tam dört kez "Ben aday değilim" cesaretsizliğini göstermedi mi? Önder Sav bir sebepten eski genel başkana kızıp alternatif arayışına girdiği için o bugün aday... Lider adayı olarak ortaya çıktığından beri gazete ve televizyonlara verdiği demeçleri dikkatle izliyorsanız, bırakın dünyanın geldiği noktayı Türkiye'nin bugün eriştiği düzeyi bile tam kavrayamadığını fark etmişsinizdir. Belediye başkan adaylığı sırasında kullandığı birkaç argümanla başbakanlığa aday olunamayacağını biri ona söylemeli. Yapacağını vaad ettiği politikaların çoğunun bugün uygulandığını da... Başbuğ yine yanlış yaptı- ESER KARAKAŞ - STAR Anayasanın değiştirilmesi teklif dahi edilemez ikinci maddesinde Cumhuriyet’in dört temel niteliği ifadesini buluyor: demokrasi, hukuk devleti, laiklik, sosyal devlet. Cumhuriyet’e yapılacak en büyük kötülük, en büyük ihanet bu dört ilke arasında bir önem hiyerarşisi yapmaktır; bu temel gerçeği herkes, başta da Genelkurmay Başkanı iyi anlamalıdır. Sayın Başbuğ’un açıklamasına gelelim: Herkes 24. maddenin (laiklik) gereğine uyarsa ortada sorun kalmaz (imiş). Bir Türkiye düşünelim, laiklik ilkesi Sayın Başbuğ’un istediği doğrultuda (benim de arzum aynı istikamettedir) işliyor ama demokrasi ve hukuk devleti ilkeleri büyük ölçüde aksamaktadır; böyle bir Türkiye, içinde yaşamak istediğimiz bir Türkiye midir? Sayın Başbuğ’un demokrasi ve hukuk devleti ilkelerini unutarak 24. maddeyi (laiklik) öne çıkarması orijinal bir durum da değildir, daha önce “laik Cumhuriyet” yanlış sloganını çok duyduk, çok tartıştık. Bizler, liberal demokratlar, ülkemiz için Sayın Başbuğ’un sınırlı ve 2010 Türkiye’sine yakışmayan menzilsiz hedeflerinden daha fazlasını istiyoruz, çok daha maksimalistiz. Bizler demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ilkelerinden hiçbirinin diğerinden daha önemli görülmediği, hepsinin kurucu ideoloji ölçütleriyle değil evrensel ölçütlerle tavan yapacağı bir Türkiye istiyoruz. Herkesin ve Sayın Başbuğ’un da vatandaşlık görevi Anayasa’nın ikinci maddesinde ifadesini bulan tüm ilkelere eşit düzeyde, aralarında sıralama yapmadan sahip çıkmaktır. Hükümeti uyarıyorum, kendinizi sakının – MARKAR ESAYAN - TARAF Komplo teorilerini sevmem. Yazılarımın hiç birinde de bu türden şişirmece teorilere yer vermem. Ancak açık olan bir şey var... AKP’yi devirmeyi planlayanlar ne açık ne de postmodern darbelerle buna muvaffak olabildi. Bilakis, AKP bu tür müdahalelerden daha da güçlenerek çıktı. 2000 krizi sonrasında devraldıkları bitik ülke ekonomisini de çok iyi götürdüler. Dünya krizinin teğet geçtiği birkaç ülkeden birisi Türkiye oldu. Dış politikada Türkiye, mesela İran konusunda Amerika’yı bile sendeleten güçlü bir vizyon ortaya koydu. Erdoğan ve başta Davutoğlu gibi klas kurmayları, ara sıra yol kazaları yapmakla birlikte sıkı bir siyaset ortaya koydular. Azınlık Genelgesi ve ekümeniklik gibi kırmızı çizgili sorunlarda kompleksiz ve özgüvenli “konuşmanın” bile ülkenin önünü nasıl açtığını gösterdiler. Türkiye, önümüzdeki elli yılda dünya politikasına damga vuracak beş ülkeden birisi olarak görülüyor artık. Yiğidi öldür, hakkını ver. AKP’yi iktidardan indirmenin tek yolu, seçimlerle onu göndermek artık. Ama bu AKP ile CHP’nin sittin sene iktidar olması mümkün değil. Baykal, tam da bu iktidarsızlığın sembolü olmuştu. Ama derin devlet iktidar istiyor. Emin olun bunu bel altına vurmadan yapmayacaktır. Kurultay'a doğru CHP-HASAN CELAL GÜZEL-RADİKAL Sözünü ettiğim yazımın sonunda, CHP’lilere değişim için ‘Kendilerine yeni bir lider’ bulmalarını tavsiye etmiştim. Baykal’ın, 33. Kurultay öncesinde böylesine hainâne bir komployla gidişine üzülüyorum. Ne yazık ki, politikada bu gibi kalleşlikler yapılabiliyor. Lâkin, siyasetin gerçekleri bütün merhametsizliğiyle devam ediyor. Artık rakipsiz olarak CHP Genel Başkanlığına seçileceğine muhakkak nazarıyla bakılan Kemal Kılıçdaroğlu’na bazı naçizâne tavsiyelerde bulunmak istiyorum: 1. ‘Tarihsel yanılgı’yı, Ecevit gibi siz de kabul etmeli, CHP’yi artık milletin inançları ve değerleriyle uğraşan bir siyasî parti hüviyetinden çıkarmalısınız. Önüne gelene ‘irticacı’ ve ‘lâiklik karşıtı’ damgası vurmayan, halkın inançlarını serbestçe yaşayabilmesi için katkıda bulanan bir CHP, elbette millete daha sempatik gelecektir. 2. Demokrasiyi, millet iradesini ve millî egemenliği gerçek anlamıyla benimsemeli ve içinize sindirmelisiniz. Milletin vermediği gücü, bürokrasiye, militarizme ve jüristokrasiye yaslanarak elde etmeye çalışmamalısınız. İktidarın ve muktedirliğin tek yolunun halk iradesi olduğunu unutmamalısınız. 3. Halka güvenmeli, CHP’nin geleneksel elitizminin kibrinden -mahallî seçimlerde yaptığınız gibi- kendinizi kurtararak halkın irfanına sığınmalısınız. Artık CHP’nin ‘halka çıkma’ zamanı gelmelidir. 4. ‘Yıkıcı’ değil ‘yapıcı’ olmalı, CHP’nin ‘müzmin muhalefet’ anlayışından ve ‘uzlaşmaz’ tutumundan vazgeçmelisiniz. 5. Batı’daki sosyal demokrat partiler gibi ‘yeni tezler’ ve ‘projeler’ ortaya koymalı, ‘reaksiyoner’ ve tutucu değil ‘aksiyoner’ ve değişimci olmalısınız. CHP mirası ve Kılıçdaroğlu'nun iş listesi... -Ali Bayramoğlu – YENİ ŞAFAK Sosyalist Enternasyonal'den uyarı aldığı zaman şöyle demişti Baykal: "Türkiye'deki İslamcı iktidarla temastaki bazı solcu Avrupalı siyasetçiler, CHP'ye ve Türkiye'ye yanlış tavırlar içine girerlerse gerekeni yapacağız... Başımız dik, güvenli bir şekilde dimdik duruyoruz. Olanlar karşısında hiç eziklik içinde değiliz. Görev yapıyoruz. CHP ve Türkiye'yi kimsenin köşeye sıkıştırmasına, haksızlık yapmasına izin vermeyiz..." Baykal, CHP ve benzerleri bu ifadelerle şunu söylemek istiyorlardı aslında: Türk sosyal demokrasisi "kendi içine kapanmış bir anlayış"a sarılmıştır, Türk sosyal demokrasisi Türkiye için siyasi model olarak da "kendi içine kapanmayı" temsil etmektedir. Nitekim Sosyalist Enternasyonel Kongresi CHP'ye uyarı cezası verilmesini, örgütün üyelerinin zorunluluklarını içeren etik yasasına dayandırmıştı. 5 maddelik "etik yasa"nın 4 maddesi ve bunlar karşısında CHP'nin durumu şöyleydi çünkü: 1- Üyeler Birey ve azınlık haklarına saygı duyar... CHP saygı duymaz... CHP'nin sadece 301. madde ve Kürt sorunundaki tavrı bile buna yeterli kanıttır... 2- Üyeler tarafsız bir adalet sistemi ve bağımsız bir hukuku savunur. CHP savunmaz... Sadece Anayasa Mahkemesi etrafındaki tavrı bile bağımsız bir yargıyı savunma konusunda sıkıntıları olduğunu göstermektedir... 3- Üyeler bütün ayrımcılıklara özellikle cins, ırk, etnik köken, cinsel yönelim, din, dil, siyasal ve filozofik inançlar temelinde yapılan ayrımcılıklara karşı mücadele eder. CHP etmez... Sadece başörtüsü tavrı bile bir kültürel kast sistemini savunan elistist bir parti buna kanıttır. 4- İktidarı ele geçirmek için askeri güç kullanımından sakınır. Tersine CHP siyaseti asker üzerinden yapar... İşte böyledir CHP'nin mirası... Kılıçdaroğlu bu mirasın parçası değilse, bile müşkül bir işle karşı karşıya... |
Hikâye uzun, hızla özetleyelim: II. Abdülhamid, içlerinde Emanuel Karasu'nun da bulunduğu bir Osmanlı parlamento heyeti tarafından azledilir, beş yıl sonra Osmanlılar kendilerini bir cihan kapışmasının ortasında bulurlar ve dört sene sonra artık Osmanlı Devleti mevcut değildir. II. Cihan kapışmasından sonra Birleşmiş Milletler 1947'de Filistin'in Yahudi ve Araplar arasında paylaşılmasına hükmeder. Filistinliler kararı beğenmez, savaş başlar. Gariban Filistinliler yenilir 1948'de İsrail devleti resmen kurulur ve Türkiye kuruluştan 9 ay sonra İsrail'i resmen tanır. O tarihten sonra İsrail, komşularıyla iyi geçinmek ve işbirliği yerine düşmanlık ve genişleme yolunu tercih ederek bütün dünyanın kınadığı, nefret ettiği ve ayıpladığı bir haydut devlet mevkiine gelir.
Hiçbir mûcit, elâlemin kendisiyle dalga geçmesi, ardından kötü konuşması için o kadar emek vermez. Paraşüt ceketi icad eden Franz Reichelt iyi niyetini canıyla ödedi; Theodor Herzl'den başlayarak İsrail Devleti'nin icâdına ve zuhuruna emek veren insanların iyi niyetini ise kendileri değil dünya barışı ödüyor. Türkiye Cumhuriyeti İsrail'in varlık sebebini hiç sorgulamadı, aksine onayladı ama İsrail'in Siyonist, yayılmacı ve kendilerini arzın merkezinde zanneden haydut mizaçlı politikacıları, bir icat olarak İsrail'in varlık sebebini kendi elleriyle otopsi masasına yatırmak için küstahça davranıyorlar. Bir icat olarak İsrail'e fikir ve emek verenler, dünyanın herhangi bir yerinde, daha müsait toprak, iklim şartlarında kendilerine teklif edilen yurtluk yerini kabul etmeyip "Arz-ı Mev'ud" arazisinde direttiler ama o topraklardaki varlık sebeplerini hâlâ meşrûlaştıramadılar; halbuki mümkündü, hâlâ mümkündür. İslâm âlemi, işgal ettiği topraklardan çekilerek 1948'deki kuruluş hudutlarına rıza gösteren barışçı bir İsrail yönetimiyle iyi komşuluk yapmaya hâlâ ve her şeye rağmen hazır. Lâkin bu şekliyle İsrail, bir siyasi proje olarak "Tarihin en kötü icadı". |
İsrail, Filistin meselesini hakkaniyete uygun bir biçimde çözümlemediği için dış dünyanın tepki ve haklı müdahalesiyle karşılaşıyor.
Bu gerçeğe, eski yöntemlere başvurarak tepki gösteriyor. Nasıl mı, başına dert olan ülkelerin başına dert açarak. Türkiye’de son dönemde yaşanan şiddet olayları bu gözle okunmalıdır. Bu noktada İsrail’e kızmalıyız ama iğneyi kendimize de batırmalıyız. Türkiye kendi evini düzene koymadıkça, dışarıdan oynanmaya açık bir ülke olmayı sürdürecektir. Aslolan, bu tip müdahalelere imkan vermeyecek hukuka, insan hakkına saygılı düzeni bir an önce kurmaktır. Türkiye bu yolda çok vakit kaybetti. Adı var, kendi yok açılımda bir adım atılmadı. Çocuklar cezaevine konularak bölge rahatsız edildi. Şiddeti kökten çözecek adımlar atılamadı. Mahmur Kampı boşalacak dendi, üç tane keçi bile getirilemedi. Bugün İsrail, yarın bir başkası... Kendi topraklarınızda silahlı bir güç varsa, önünüze engel çıkarmak isteyen her ülke bu gücü kullanmak ister. Türkiye, bölgede ve küresel çapta etkin bir oyuncu olmak istiyorsa, bu meseleyi halletmek zorundadır. Başkalarına kızmadan, kendimize kızalım. |
Darbecilik bütün ahlaksız eylem ve niyetleri içinde barındıran yüz kızartıcı bir suçtur. İçinde yetki gaspı var, hırsızlık var, emanete hıyanet var, yalancılık var cinayet var. Ne yazık ki bu yüz kızartıcı suç, Türkiye'de hâlâ ne darbeleri yapanların ne de onları destekleyenlerin yüzünü kızartmıyor. Baksanıza 27 Mayısı yapanlar utanıyorlar diyen CHP lideri Kılıçdaroğlu'na eski milli birlik üyesi birisi oradan "utanmıyoruz" diye seslenebiliyor. Darbe karşıtlığı etrafında bir konsensusun oluşamıyor olması gerçekten bir toplumun sağlıklı ve adil bir biçimde bir arada yaşaması açısından ciddi bir sorundur. Darbeciliği önlemenin yolu sadece darbe yapabilecek olanlar üzerinde bir baskı oluşturması değil, darbeden çıkar yol umanların da bunu akıllarından geçirdikleri için yüzlerinin kızarmalarının sağlanmasından geçiyor galiba.
Türkiye'de insanların bir kısmı darbeyi birbirlerine karşı koz olarak kullanabilme ihtimalini etik açıdan dışlayamıyorlar. Çünkü darbe ortamından kendine doğabilecek bir fırsat ihtimali birilerinin aklını çelmeye yetiyor. 27 Mayıs'ı veya tarihimizin diğer kara lekelerini bir hesaplaşma ve rövanş ve intikam havasına sokmak elbette ki gerekmiyor. Doğrusu o tarihte yapılanların vahameti hâlâ gün yüzüne tam da çıkmış değil. 50 yıl sonra 27 Mayıs'ın bu kadar çok gündemde olması, darbenin 50 yıl geride kalmış olmasının verdiği rahatlıktan değil, aksine hâlâ darbe niyetlilerinin aramızda bulunmasından kaynaklanıyor. Bugün Türk tarihinin en adil muhakemesiyle yargılananların yapmaya niyetli oldukları darbelerde yargılama nasıl oluyormuş, bu vesilelerle hem kendilerinin görmesi hem de herkesin görmesi gerekiyor. Ayrıca ne de olsa bugün belki hep hayâ ile hatırlamamız gereken gerçek üstünlüğünden gurur duyduğumuz mevcut hukuk düzeninin bu ahlaksız darbeyle tesis olunduğu gerçeğidir. Bu gerçek adalete olan inancı hiçbir zaman rahat bırakmayacak bir gerçektir |
Hakan Albayrak-Yeni Şafak
GAZZE MESELESİNE KÖKLÜ ÇÖZÜM Hamas ve El-Fetih barıştırılıp bütün Filistin'i temsil eden bir hükümetin kurulması ve bu hükümetin derhal bağımsızlık ilan etmesi sağlanmalı. Bağımsızlık beyannamesinde devletin sınırları meselesi kısmen muallakta bırakılabilir ama Gazze ve Akdeniz'deki kara sular mutlaka zikredilmeli. Türkiye başta olmak üzere pek çok ülke bağımsız Filistin devletini derhal tanıyacak ve Filistin hükümetinin talebi üzerine Gazze'yle deniz köprüsü kurabilecektir. Mavi Marmara'da katliam yapan alçaklar o zaman ne halt edecekler? Hiçbir halt edemeyecekler! NOT: Filistin'de birlik hükümeti kurulamazsa, Gazze'deki yönetim "Geçici olarak Türkiye mandasına giriyoruz" desin. Rest! |
ADEM YAVUZ ARSLAN'DAN ANALİZ- BUGÜN
Bir fikir dünyayı değiştirebilirmiş Bir fikrin dünyayı değiştireceğine inanmayanlardansanız henüz Türkçe Olimpiyatları'nı izlememişsinizdir. Milyonlarca insanın ufkunun Edirne'nin sınırlarını aşamadığı bir dönemde "Oralara gidelim, okullar açalım" dendiği zaman yadırgayanlar şimdi "Ne kadar da haklıymışlar" diyorlar. Eğer 'Abartıyorsun' diyenlerdenseniz önüne bir dünya haritası alıp bakın. Grönland'dan Avustralya'ya kadar 120 ülkede okullar açacaksanız. Üstelik bunun için sermaye ve personel bulacaksanız. O ülkelerde kabul göreceksiniz. Aileler İngiliz ya da Amerikan okulları yerine Türk Okulları'na çocuklarını gönderecek. Alfabelerinde 'ü', 'ş' gibi harfler olmayan toplumlarda Türkçe öğreteceksiniz. Yetmeyecek fıkralarınızı, şiirlerinizi ezberleteceksiniz. Kendimizi de aldatmayalım, Türkçe belki ileride çok geçerli bir dil olacak ama henüz değil. Yani bir Malezyalı'nın, Kenyalı'nın, İrlandalı'nın Türkçe öğrenmesi için çok makul nedenler yok. Bu arada kendi ülkenizden 'etkili ve yetkili' çevreler 'onlar var ya onlar' diyecek, önünüzü kesmeye çalışacaklar. Ama her türlü engeli aşıp o ülkelerde bayrak göstereceksiniz. Sonra 120 ülkeden çocukları Ankara'da toplayacaksınız. Kaç kişi henüz çocuk yaştaki çocuğunu öğretmenine teslim edip dünyanın öbür ucuna yollar? Demek ki o öğretmenler 'emin' olduklarını ispatlamışlar. Üstelik bunlar ilk adımı attıktan sonra 20 yıl bile geçmeden oluyorsa. Durup düşünülünce 'Aşk olsun' dememek işten değil. O çocuklar 15 güne yakın zamandır Türkiye'deler. Muhtelif kategoriler de maharetlerini sergiliyorlar. Bu yarışmaların galibi yok. Çünkü birinci hepsi. Zaten amaçta birinci seçmek değil. Ankara'nın bunaltan gündemlerine ara verip Metehan Demir'den Murat Yetkin'e, Erkan Tan'dan Mehmet Acet'e kadar neredeyse medyanın tüm Ankara temsilcileri, Ankara Arena'nın yolunu tuttuk. Orada birkaç saat boyunca çok farklı yetenekleri ve gösterileri izledik. TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin'den, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'ndan ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'tan uzun uzun alkış alan konuşmalar dinledik. Öyle başarılı performanslar izledik ki bir an için bu çocukların profesyonel olup olmadıklarını bile tartıştık. Şapka çıkartacak performanslar vardı. Okullar, olimpiyatlar hakkında çok şey söylemek mümkün. Zaten günlerdir Türkiye'nin dört bir yanında 'Türkçe rüzgarı' esiyor. En başa dönersek... Bir fikir dünyayı değiştirebilirmiş. Türk Okulları ve Türkçe Olimpiyatları tek başına bunun delili. |
Kak Mesut, serok Barzani bı xer hati! - Mehmet Metiner -STAR
AK Parti Hükümeti sistemle tanıştıkça şunu gördük: Asıl mesele içerideydi ve içeridekiler dışarıyı kendi çıkarları doğrultusunda dizayn ediyorlardı! Bu yüzden “dış politika” anlayışının değişmesi için öncelikle iç politika anlayışının değişmesi gerekiyordu. “Dört tarafımız düşmanlarla ve onların içerideki işbirlikçileriyle çevrili!” paranoyası üzerinden vesayet rejimini sürdüren güç odaklarının asıl derdi, içerideki iktidarlarını sürdürmekti. Ortada hikmetinden sual olunmayacak bir devlet vardı. O devlet, asker-sivil bürokratlardan oluşuyordu. Bir de halk tarafından seçilmiş bir meclis ve hükümet vardı. Kendilerini devletin asıl sahibi olarak görenler bu yüzden “devlet ayrı, hükümet ayrı” diyorlardı. Kim hükümete gelirse gelsin, kendilerince belirlenen “devlet politikaları”nın değişmeyeceğini söylemeleri bu yüzdendi. Bu demokratik olmayan devlet anlayışı ve vesayet rejimi malum sorunlardan besleniyordu. O yüzden sorunların çözümüne vakit geçirilmeden yönelmek gerekiyordu. “Kürt sorunu”nu cesaretle çözmeye yönelmiş Türkiye’nin sadece “PKK sorunu”ndan kurtulmak için değil, bu ülke Kürtlerinin hür ve eşit vatandaşlık anlayışı temelinde sisteme entegre edilmesi için de Barzani yönetimiyle işbirliğine ihtiyacı vardı. Bir dönem Barzani-Talabani üzerinden geliştirilen düşmanlık siyasetinin aslında “Kürt düşmanlığı” anlamına geldiğine inanan Türkiye Kürtlerinin bu algısının devlete ve ülkeye aidiyet duygusunu zayıflatan bir faktöre dönüştüğü biliniyor. AK Parti Hükümetinin sadece Türkiye Kürtlerini değil Irak Kürtlerini de kendinden bilen bir Türkiye perspektifini esas alması, sorunun kalıcı ve hakiki çözümünün zeminini oluşturmuştur. Barzani’nin demokratik açılım sürecini desteklediğini yüksek sesle dile getirmesi önemlidir. Barzani’nin “PKK sorunu”nun çözümüne dair önerilerinin önemle not edilmesinin Türkiye’nin yararına olacağına inanıyorum. Ahmet Davutoğlu’nun Barzani’ye “Kak Mesut” diye hitabı, yeni dönemin ruhunu ortaya koyan anlamlı bir jesttir. Mesut Barzani, sözüne güvenilir, samimi bir Türkiye dostudur. Bu dostluk, babası Molla Mustafa’nın kendisine vasiyetidir. Barzani geleneğinde dosta ihanet yoktur. “Kak Mesut”a, “Başkan Barzani”ye kendi diliyle ülkemize hoş geldiniz diyorum. Kak Mesut, Serok Barzani bı xer hati welate me! |
Diyelim ki, BM Güvenlik Konseyi'nden İsrail hakkında bir kınama kararı çıkarılamadı ya da veto yetkisine sahip ülkeler 9 insanın hayatını kaybetmesine bile aldırış etmeden kararı veto etti; ne yapacaktı Türkiye? Savaşacak mıydı? Dışişlerimiz yoğun bir çaba sarf etti ve İsrail'in hapse attığı insanlar 36 saat içinde serbest bırakıldı. Ya bırakılmasaydı? Ya bu işkence aylarca devam ettirilseydi? Ne yapacaktı Türkiye? İsrail'e savaş mı ilan edecekti? Sokağın sesine kulak verirseniz, "Evet, savaşmak gerekiyor." gibi bir sonuca ulaşabilirsiniz. Fakat büyük devletler sokağın anlık hissiyatıyla yönetilmez. Savaşın ne getireceği, ne götüreceği, bunu kimin isteyeceği, nerelere kadar dayanacağını kim kestirebilir ki? Milliyet'te Taha Akyol, Zaman'ın yayınlarının farklı olduğunu, "öbür gazeteler şehitliği, şehitlerin cenaze törenlerini, İsrail katliamını, 'Gazâ'yı manşet" yaparlarken Zaman'ın manşetinin "Uluslararası soruşturmaya ilk delil Adli Tıp'tan" şeklinde atıldığını söylüyor. Doğru bir tespit. Uluslararası krizler yaşanırken popülizm yaparak manşetler döşemek, aklıselimi devre dışı bırakabileceği gibi tamiri imkânsız olan kazalara da neden olabilir...
Olaydan sonra, hükümet adına ilk açıklamayı Başbakan Vekili sıfatıyla Bülent Arınç yaptı. İsrail hükümeti hakkında ağır ve haklı eleştiriler yönelten Arınç, "Hiç kimse bizden savaş beklemesin." diyerek Türkiye'nin büyük devlet olduğunu ve bu yüzden öncelikle diplomatik yolları tercih ettiğini ispat etti. Başbakan Erdoğan da 'uluslararası hukuk yolları'na vurgu yaptı ki doğru bir yaklaşımdı bu. Çünkü Türkiye gibi yükselen bir değerin diplomatik yolları tüketmeden vereceği bir karar, başka güçlerin işine gelse bile bu ülkeye zarar verir. En ucuz atlatılacak bir savaş bile bugünkü istikrarı yerle bir eder, onlarca yıl tamir edilemeyecek hasara sebebiyet verir. ULUSLARARASI MECRADA HAKLILIĞIMIZI KAYBETMEMEK ESASTIR Tam bu noktada Fethullah Gülen'in uyarılarına dikkat etmek, bu ikazları soğukkanlılıkla dinlemek gerekiyor. Sağduyunun zamanı yoktur; o her zaman için bir ihtiyaçtır. Devletlerarası hukuka riayet ederek hak aramak, diplomatik yolları sonuna kadar zorlamak ve bütün bunlar yaşanırken ülke vizyonunu daha geniş açılar üzerine kurmak doğru bir stratejidir. Olaylar, fert olarak ruhumuzda büyük bir infiale yol açsa bile, devlet olarak akılla hareket etmek, uluslararası meşruiyeti kaybetmemek esas alınmalıdır. Bazıları buna, "Uzaktan bakınca öyle görünüyor." demiş olabilir. Bu bir ufuk meselesi, uzaktan değil, yukarıdan bakılınca (tepeden bakmak değil) görünen manzara önemli... Türkiye sadece 'bölgesinde güçlü bir aktör' olarak kalamaz; o aynı zamanda bölge ve dünya dengelerinin kuruluşunda senaristlerin arasına girmek zorundadır. Böyle bir misyon için tarihi de müsait, şuuraltı birikimleri de. Gelişmeler Türkiye'nin önemini ve etkisini artırdı. Ne var ki savaş gibi sonu asla tahmin edilemeyecek bir maceranın, gelinen noktayı da yerle bir etmesi kaçınılmaz. Tam da bu sebeple sağduyulu davranmak, bir fitnenin içine çekilmemek, başka mahfillerde hazırlanmış senaryolarda bilmeden de olsa aktörlük yapmamak gerekiyor. Daha zor olanı da koro halinde konuşulurken ezber bozacak bir yaklaşım ortaya koyarak herkesi sağduyuya davet etmek. Çünkü meseleyi sadece öfkeye dayayanların (bu öfkenin haklı sebepleri olsa bile) büyük fotoğrafı görmesi hiç de kolay gözükmüyor... |
Yassıada Mahkemesi'nin ünlü savcısı Egesel, 1957 seçimlerinde Demokrat Parti'den aday adayı idi. Cellat başı Salim Başol, Samet Ağaoğlu'na "Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor" demekle kendi fonksiyonunu ifade etti. Darbelerin iç sebepleri genellikle bahanedir; gerçek sebebini dışarıda aramak gerekir. Ortadoğu her bakımdan dünyanın kalbidir; burada ağırlığı bulunmayan süper güç olamaz. Menderes'in emperyalistleri bölgeden atmak için her şeyi yaptığını Libya'nın eski başbakanlarından Mustafa Bin Alim'in "Libya Siyasi Tarihinin Kapalı Sayfaları" adındaki hatıratından öğreniyoruz. Menderes'in Fransızlara karşı bağımsızlık savaşı sürdüren Cezayirlilere Libya üzerinden silah gönderdiğini belirtiyor. NATO'nun silahlarını, bir NATO ülkesi olan Fransa'ya karşı kullanılmak üzere Cezayir'e göndermekle büyük risk aldığını belirten Alim şöyle diyor: "Türkiye'nin Adnan Menderes'ten daha zeki, daha geniş ufuklu ve siyasi olarak Menderes'in sahip olduğu maharet ve parlaklığa sahip bir devlet adamı daha yetiştirmediğini sanıyorum." Akşam karanlığı basınca, Antalya'dan kalkan takaların nereye hareket ettiğini soran Başol'a; "Devlet sırrıdır, söyleyemem" dedi ve idama gitti. Demokrat Parti'yi deviren cuntacıların, Menderes'in üzerinde sigara söndürten gardiyan başının emperyalizmin urganını vatan evladının boynuna geçirdiğini bilmeleri mümkün mü?
|
tarihte Esat Adil'in "Türkiye Sosyalist Partisi", Şefik Hüsnü'nün "Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi" neredelermiş?
Yoklarmış, iki sene önce kapatılmışlarmış. Onları kim kapatmış? Ankara rejimi. Ama İnönü aziz Türk miletine demokrasiyi hediye etmişmiş tabii... Fakat halk cahil ve kandırılmış olduğundan bu demokrasinin kıymetini bilememiş, İnönü'yü iktidardan devirmiş. Karşıdevrim başlamış. Değişik partiler olacak ama sen gene de CHP'ye oy vereceksin, başkasına verirsen o demokrasinin hiç anlamı kalmaz ki! Demokrasiyi sana niçin bahşettiler, farklı düşünesin diye mi? Başka partiye oy verenlere "ampul kafalı, göbeğini kaşıyan ayı" denilemeyecekse, farklı düşünenlere "satılmış, hain, yandaş, yalaka" diye hakaret edilemeyecekse ne anlarım ben o demokrasiden? Önümüzdeki yıl Önder Sav başbakan yardımcısı olursa, arkadaşın katı yürekli, soğuk, sevgisiz bulduğu, nefret ettiği o adam hükümete girerse, karşıdevrim bitecek, devrim yeniden başlayacak. Arkadaş Deniz Baykal'la papaz olmuştu, sonra gözüne ne göründüyse göründü, barıştı, fakat Baykal devrilince ne yapacağını şaşırdı, sonra da "Kemal'i severim, iyi çocuktur" diyerek çıktı işin içinden. Geliyor, geliyor, yüzde otuzla Ankara rejimi geliyor... Arkadaşı peşine takmış, Kemal geliyor... Ankara rejimi ha? Kemal Atatürk'ün kurduğu rejim mi? Yoksa İnönü'nün sürdürdüğü rejim mi? Herhalde Menderes'in "bozduğu" rejim değil, olay 1948 yılında geçiyor. Yok yok, en iyi rejim "bizim çocukların" 1961 yılında kurduğu rejim... Eskiden bu tür kompozisyonları yazanlara "düşünce tutarlılığı yok, bir gün akım derken ertesi gün başka şey diyor" gerekçesiyle kırık not verirlerdi, şimdi ahbap çavuş ilişkileriyle gazetede yazı yazdırıyorlar. Siz ne diyorsunuz, film bile çektiriyorlar yahu! "İnsani" açılardan falan... |
Ayrıca, siyasi iktidarın izlediği dış politikanın sürece katkısı yadsınamaz. Komşularıyla sıfır riske dayalı ilişki kurmaya çalışan Türkiye, Filistin meselesi çözüme kavuşmadan Ortadoğu sorunun çözülemeyeceğini ve dünya barışının tesis edilemeyeceğini öngörüyor.
O nedenle, hükümetin İsrail’e karşı izlediği, kimi zaman sertleşen politikasının kendi içinde tutarlılığı vardır, anlık tepkilere dayalı değildir. Ancak, kanlı baskın, gerginleşen Türkiye-İsrail ilişkilerinde çıtayı çok yüksek bir noktaya taşıdı. Kamuoyunda öyle bir rüzgar esiyor ki, baltayı kapan İsrail’e doğru koşmak istiyor sanki. Savaş tamtamları çalıyor. Hükümet de maşallah, vurdukça vuruyor. Bıraksan, soluğu birlikte Gazze’de alacaklar. Burada sağduyuya ihtiyaç var. Fethullah Gülen’in bu aşamada Wall Street Journal’e yaptığı açıklama, bu ihtiyaçtan doğmuş olabilir. Hem kamuoyunun sakinleşmesi hem iktidarın frene basması bakımından yararlı olacağı düşünülebilir. Osmanlıyı birinci dünya savaşına sokan İttihat ve Terakki’nin tuzağıydı. İttihat ve Terakki’den sadece 4 kişinin gelişinden haberdar olduğu iki Alman denizaltısının Türk karasularına girmesiyle Osmanlı kendini savaşın ortasında buldu. Elbette, İsrail’e haddi bildirilmelidir. Yakın mesafeden kafalarına kurşun sıkılan masum insanların intikamı alınmalıdır. Daha önemlisi, gemilerin yola çıkmasına dayanak oluşturan Gazze ablukasının kaldırılması sağlanmalıdır. |
İsrail AK Parti'yi devirebilir mi?-İHSAN DAĞI-ZAMAN
Sonuçta manzara şu: İsrail hükümeti, Yahudi lobisinin radikal kanadı ve Washington'daki 'neo-con'lar Erdoğan hükümetini devirmek için ellerinden geleni yapıyorlar, yapacaklar. Baksanıza Dışişleri Bakanı Lieberman geniş bir yelpazeye göz kırpıyor; "Türkler, Osmanlı İmparatorluğu'nu yeniden tesis etmek ve laik mirası tümüyle gömmek istiyorlar" demek suretiyle Türkiye'de, bölgede ve dünyada AK Parti'ye karşı müttefikler arıyor. Bölge ülkelerini neo-Osmanlılıkla, bazı yerli unsurları da laiklikle tahrik etmeye çabalıyor. Bu çabalar yeni değil. Bir süredir hükümeti içte ve dışta zayıflatmak, sonunda da tasfiye etmek amacıyla Türkiye demokrasisini feda etmeye hazır girişimlerin yürütüldüğü biliniyor. İsrail 'AK Parti'yi bitirme operasyonu'nda yerli taşeron bulmakta bir sıkıntı çekmiyor. Bir süredir bir medya grubu, bir sermaye çevresi ve onun örgütü özellikle Washington'da İsrail lobisi ve 'neo-con'larla derin bir işbirliği içindeler. 'AK Parti'den kurtulalım, Ergenekoncuları kurtaralım, bu arada biz de kurtulalım' formülü bazı çevreler için cezbedici. Ama nereye kadar? Türkiye siyaseti ve halkı böylesi dışsal projelerle 'tanzim' edilemeyecek kadar karmaşık ve özerk. Ayrıca bu projenin yerli taşeronlarına da bir uyarı; İsrail lobisiyle çalışmak 'ölüm öpücüğü'dür, tavsiye edilmez! |
Bize ne söylüyorsun arkadaş?-Ahmet KEKEÇ-STAR
Peki, Etro Kemal “özgürlükler” konusunda ne söylüyor? Selefi Baykal, “Zinhar 301. maddeye dokundurtmam” buyuruyordu. İfade özgürlüğünün önünde önemli bir engel olarak duran 301 ve sair maddeler konusunda kendisi ne tür bir “yasal ve anayasal iyileştirme” öngörüyor? “Dokundurtmam” mı diyor? Kürt meselesini nasıl çözecek? Alevi açılımını nasıl, hangi ilave katkılarla devam ettirecek? Kendisi Kürt ve Alevi olduğu halde, bu hususiyetlerini gizliyor... Kökeni hatırlatıldığında, “Horasan’dan geldim, Konya’ya yerleştim, oradan Dersim’e gittim, Türkmenim, Alevi olmayabilirim” diyerek, araya birtakım yabancılaştırma efektleri sokuyor. Biz de saygı duyuyoruz... İyi de, bu ülkede Horasan’dan gelmeyen Aleviler, yolu hiç Konya’dan geçmemiş Kürtler var ve “kimlikleriyle” var olmak, Türkiye Cumhuriyeti’nin “eşit” ve “saygın” vatandaşları olmak istiyorlar? Bu durum ne olacak? Başörtüsü konusuna girmiyorum bile. Etro Kemal’in başörtüsü meselesine bakışı, benzetmek gibi olmasın da, Nur Serter ve Canan Arıtman’dan farklı değil... Hâlâ “dini siyasete alet etmeseler... Din istismarı yapmasalar...” ezberinden gidiyor ve yeni hiçbir şey söylemiyor. Hem iddialı olacaksın, hem çok konuşacaksın, hem de yeni hiçbir şey söylemeyeceksin. Etro gömlek çizgisindeki ısrarın güzel. Ecevit çağrışımlı altıgen kasketin... Empatin... Recep Bey söylemin... Her an dalaşmaya hazır ama fikirler temelinde dalaşmayı zül addeden ve insanda “efendi adam” duygusu uyandıran sahte tevazuun... Hepsi güzel de, nihai olarak bize ne söylüyorsun? Bilelim artık! |
Fotoğrafları tartışalım-Nazlı ILICAK-SABAH
Pazar günkü Hürriyet'te, ağlayan bir İsrail askerinin fotoğrafını görünce şaşırdım. Gazete, "Dünya görmesin diye İsrail'in sildiği fotoğraflar" başlığını atmıştı ama, aksine, gemiye ayak bastığında askerlerinin saldırıya uğradığını iddia eden İsrail açısından bu fotoğraflar delil mahiyetindeydi. Hemen, arka sayfalara, kurtarılan farklı kareler var mı diye baktım. Yoktu! Çok sayıda gazeteci, fotoğraf çekmişti. Nasıl oluyor da, yaralı bir İsrail askerine, korkup, ağlayan bir başka İsrail askerine ve kapı önünde, ellerinde demir çubukla bekleyen iki barış gönüllüsüne ilişkin fotoğraflar sadece kurtarılabiliyordu? Hürriyet gazetesine göre, "İsrail'in sildiği veya kullanılmaz hale getirdiği hafıza kartlarından birinde, program yardımıyla data geri dönüşümü yapılınca" bu çarpıcı görüntüler gün yüzüne çıkmıştı. Hafıza kartını, bir İHH gönüllüsü Hürriyet'e ulaştırmıştı. Hürriyet, haberin sonunda şöyle diyordu: "Helikopter ile gemiye indikten sonra, eylemcilerin demir ve sopayla saldırdıkları ve ele geçirdikleri askerlerin, öldürüleceklerini düşündükleri için yaşadıkları korku yüzlerine yansıyor." Hürriyet'teki bu cümle dahi, fotoğrafların mahiyetini ortaya koymaya yeter. "Eylemciler", ellerinde sopayla İsrailli askerleri korkutmuşlar, dolayısıyla İsrail açısından bir "meşru müdafaa" hali söz konusu. Gazetenin art niyetle hareket ettiğini düşünmüyorum. Haber, her şartta haberdir. Ama, gene de zihinlerde çok sayıda soru işareti uyanıyor. |
GÜLEN HOCAEFENDİ’YE HÜCUM!..
“Gazze”ye yardım organizasyonuna dair bir beyandan dolayı Gülen Hocaefendi ile diğer Müslümanlar arasında fitne çıkartmak; çıkmış fitneleri de büyütmek isteyen güçlerin oyununa gelmeyelim!.. Ben Gülen Hocaefendi’nin (değerlendirmelerinin bir bölümüne katılmasam da) samimiyetinden asla şüphe etmiyorum... Ona tepki gösteren kardeşlerimin de önemli bir bölümünün samimiyetlerine şahitlik ederim... Birileri yekvücut hareket ederken, kardeşlerimizin birbirine düşmesi akıllı işi olmaz. Demem o ki; Uzatmayııııın!.. Bir de şu: Gülen Hocaefendi hareketi, “bu camianın” köylülükten şehirliliğe ulaşmayı ve kaliteli işler yapmayı başarmış yegane organize akımıdır... Seyfi Oktay zihniyetiyle başa çıksa çıksa, bu kardeşlerimiz çıkar!.. Unutmayın!.. Son olarak: Adamlar Seyfi Oktay’a sahip çıkıyor; ben Hocaefendi’me hücum mu edeyim... DUAM!.. Vakit |
Türkiye ilkeli davranmaya, politikada hakkaniyeti gözetmeye devam etmeli elbette. Ne var ki bu çizgi, kullanılan siyasi dile dikkat etmekle, akıllı ve serinkanlı davranmakla çelişmiyor. İzlenen temel politika, her noktada uluslararası hukuku harekete geçirmeye çalışmak, diğer ülkelerle hukuk temelinde birleşmek, yürütülen kara propagandayla doğru araçlar kullanarak mücadele etmek, Türkiye'nin üzerine giydirilmeye çalışılan imajı ustaca manevralarla geçersiz hale getirmek, dış politikada eksen kayması suçlamalarını çürütecek adımlar atmak gibi bir dizi destekleyici politikayla birlikte götürülmeli.
Bu bağlamda, kullanılan siyasi dil deyince akla ilk gelen örnek "Hamas terör örgütüdür, değildir" tartışması oluyor. Açıkçası ben Başbakan'ın Hamas'ın karakteri konusunda yaptığı açıklamada daha titiz olmasını beklerdim. Ülkesi işgal altında olanların direnme hakkından söz ederek Hamas'a terör örgütü denemeyeceğini savunan başbakan, Hamas'ın şiddeti siyasi bir mücadele aracı olarak kullanmasının sadece İsrail'e karşı olmadığını, Hamas'ın El Fetih'li Filistinliler'e karşı da terör uyguladığını hesaba katmamış görünüyor. Aynı şekilde, İstanbul ve Kudüs'ün kaderlerinin birbirine bağlı olduğu ifadesi de herhangi bir gerçekliğe tekabül etmediği gibi, bırakın dünyayı Türkiye'de bile büyük bir antipati yaratıyor. Bu arada, izlenen dış politikayı eleştiren herkese karşı sık sık kullanılan şu "İsrail ağzıyla konuşmak" suçlamasını da derhal bir yana bırakmak lazım. Yıllardır yerine göre, "AK Parti ağzıyla", "IMF ağzıyla", "Fethullahçılar'ın ağzıyla", "Avrupa Birliği ağzıyla", "Soros ağzıyla", "bölücülerin ağzıyla" konuşmakla suçlanıp duran biri olarak diyorum ki, herhangi bir eleştiriye karşı mücadelede bundan daha berbat, daha etkisiz, daha itici ve üstelik de söyleyenin aczini ortaya koyan bir söylem olamaz. Fikirleri yaftalayarak çürütmeye çalışmayı bir yana bırakın. Siz söylenene bakın. Çürütecekseniz, eleştirinin kendisini çürütün. |
Ben de diyorum ki...
DP’yi alaşağı edenlerle kol kola girmek sende... Menderes’in kemiklerini sızlatmak sende... Darbe soruşturmalarını sulandırmak ve “sivil diktaya gidiyoruz” diyerek ortalığı bulandırmak sende... Silivri’ye selam göndermek sende... Hasım bilinen CHP’yle aynı türküyü çığırmak sende... Her türlü “demokratikleşme”ye karşı militer tepkiler vermek sende... Madem yok birbirinizden farkınız... Sen neden Etro Kemal’in yanında değilsin? |
İHSAN DAĞI-ZAMAN
Artık günümüzde tek yönlü bağımlılıktan değil, karşılıklı-bağımlılıklardan söz ediyoruz. Kimse tek başına belirleyici değil. Kimse kendisine, kendi çıkarlarına zarar vermeden başkasına zarar veremez halde. Türkiye-ABD ilişkileri de farklı değil. Ama hâlâ bazıları 'soğuk savaş' yıllarında yaşıyor adeta. Türkiye'yi ABD'nin üç kuruşluk yardımına veya askerî hurdasına muhtaç sanıyorlar. Yok, 'ABD bizi cezalandırır, olmadı İsrail bunun hesabını keser'! Maliyetine katlanabilecekler atsın ilk taşı... Türkiye'ye 'ceza'nın ne üzerinden kesilmesinin beklendiğine özellikle dikkat ediniz: PKK ve Ermeni sorunu. 'Ya PKK'ya karşı verdiği desteği keser, Ermeni soykırım iddialarını Kongre'den geçirirse'! Türkiye'yi 'cezalandırmak' isteyeceklerin bu iki konuyu 'kaşıyacakları' iddiası bu sorunları neden 'bizim' ve 'hemen' çözmemiz gerektiğini de açıklıyor. KERİM BALCI-ZAMAN Bizim dış politika anlayışımızda sınırlar vatan denilen toprağın sınırını çizerler ama vatandaşın hayallerini sınırlayamazlar. Bu, coğrafi sınırlar için böyle olduğu gibi tarihî ve hayali sınırlar için de böyledir. Neo-Osmanlıcılık acınacak bir dûn-himmetlik halidir. O sınırları Osmanlı'nın kendisi bile kabullenmemişti; yüz yıl sonra bazı torunlarının o sınırları idealleştirmesi ne acı! Avrasyacılık, Kafkasyacılık, Afro-Avrasyacılık hayallere konulan sınırlara takılmış adlar. Bu sınırlı -her iki anlamda- kavramlarla düşünen kafalar Latin Amerika'yı keşfedemezlerdi. Ya hayali sınırlar? Benim gücüm buna yeter demek, ben bu kadarım demektir. Allah'ın gücü her şeye yeter, ben de O'na kul olmakla her işe talibim demekse gerçek özgürlüğün, kâinata meydan okuyabilmenin unvanıdır. Zamanla öğrenebilir mi –MEHMET BARLAS-SABAH Aslında her yanlışlık ABD Başkanı Obama'nın renginden kaynaklanmaktadır. Bir Amerikan Başkanı beyaz derili de olsa siyah da olsa, Amerika Amerika'dır. Lula ve onun gibiler bunu bir türlü anlamak istememektedirler. Onlar için denize petrol kaçıran platformların yarattığı tehdit, Gazze'deki insanların toplama kampı hayatı yaşamasından çok önemlidir. Ayrıca Ortadoğu'da İsrail'in sahip olduğu nükleer silahlar, İran'ın bu tür silahlara sahip olmayı istemesi kadar tehlikeli değildir. Lula zamanla bunları öğrenecektir. O da bir gün hem laikçi, hem solcu, hem cumhuriyetçi olacak ve "Ama İsrail de haklıydı" diye başlayan konuşmalar yapacaktır. Hatta bir gün İran'da birlikte takas anlaşmasını yaptığı Türkiye Başbakanı Erdoğan'a "Recep Bey" diye hitap ederek ne kadar sosyal demokrat olduğunu da kanıtlayacaktır. Ama şu andaki görüntüsü pek ümit verici değildir MAHMUT ÖVÜR-SABAH CHP Genel Başkanlığı'na Kemal Kılıçdaroğlu'nun gelmesiyle esen rüzgar, klasik CHP siyasetinde bir değişime yol açıp açmayacağı merak ediliyor. Kurultay konuşması bunun işaretini vermedi ama yine de CHP'lilerde müthiş bir rahatlama ve güven seziliyor. Çok değil iki hafta önce Türkiye'nin temel sorunları etrafında dolaşan CHP'liler bugünlerde o sorunlara "Bir tek biz çözeriz"havasında yaklaşıyor. Kürt sorunu mu? Cevap hazır; "Biz çözeriz… Bu konuda rapor yazmış ve bedel ödemiş bir siyasi partiyiz." Türban meselesi mi? "Hiç merak etmeyin, onu da biz çözeriz. Tartışmanın manası yok. Sessizce hallederiz. Yeter ki biz iktidara gelelim. Üniversitelerde türban sorunu olmayacak."Tabii aynı cümle içinde "Yanımızda anti faşist mücadeleye katılan kardeşimizin etnik kimliğine hiç bakmadık" veya "Yahu eskiden bu kadar türbanlı yoktu bunlar nereden çıktı?" denilse de bu yaklaşımlar CHP açısından iyi gelişmeler. Şimdi merak edilen "Açılıma lanet" okuyan bir genel başkanlı yönetiminin, bu sorunlara gerçek çözüm üretip üretmeyecekleri. Merakla bekliyoruz. SÜLEYMAN YAŞAR-SABAH AK Parti hükümetleri, kamu harcamalarının bileşimini fakirlerin lehine değiştirdi. Eğitim ve sağlık harcamaları reel olarak arttırıldı. Cumhuriyet tarihinde ilk defa 2004 yılında eğitim harcamaları savunma harcamalarının üzerine çıktı. Ailelere çocuk başına eğitim yardımı veriliyor. Özel sektöre yeni eğitim teşvikleri getirildi. Özel üniversite sayısı hızla çoğaltılıyor. Ayrıca yeni "ulusal istihdam stratejisiyle" iş garantili meslek eğitimi verilecek. Temiz enerjiye yatırımlar artırıldı. Ulaştırma altyapısı duble yollarla, liman, havaalanları ve enerji altyapısı özelleştirilerek, özel finansmanla, yenileniyor. Anlayacağınız Jeffrey Sachs'ın Keynes'e vedanın ardından önerdiği "yeni devlet", dünyada ilk defa Türkiye'de kuruluyor. |
http://www.sabah.com.tr/c/i/bullet.jpg Nasıl "mahalle baskısı", "sivil darbe" gibi saçmalıkları uydurdularsa...
http://www.sabah.com.tr/c/i/bullet.jpg Nasıl "Malezya'ya benziyoruz" hezeyanını tartıştılarsa... http://www.sabah.com.tr/c/i/bullet.jpg Nasıl parti kapatılmasına destek verdilerse... http://www.sabah.com.tr/c/i/bullet.jpg Nasıl Ergenekon Davasını sulandırmak ve de bulandırmak için uğraşıyorlarsa... http://www.sabah.com.tr/c/i/bullet.jpg Nasıl Yüksek Yargı'nın yüzde 100 taraflı kararlarını göz ardı ediyorlarsa... http://www.sabah.com.tr/c/i/bullet.jpg Nasıl Demokratik Açılımın sekteye uğraması için her türlü kışkırtmayı yaptılarsa... http://www.sabah.com.tr/c/i/bullet.jpg Nasıl yeni anayasa paketinin geçmemesi için çaba sarf ettilerse... Benzeri bir şekilde... İsrail'i haklı çıkarmaya çabalıyorlar. *** İsrail'in deniz haydutluğuna, aynı "Deniz Baykal'ı gönderen gizli kaset" muamelesi yapıyorlar.Kaseti nasıl unutuverdilerse... Filoya yapılan saldırıyı da unuttular. Çünkü işlerine bu geliyor. İsrail'in haydutluğunu hatırlatarak İsrailcilik yapılamaz ki! İsrailcilik dedim de... Hakikaten bizim İsrailci medyacılar, "vicdanlı, demokrat, sol liberal" İsrailli gazetecilerin çok daha gerisinde. Bizimkiler düpedüz İsrailli şahinleri destekliyor. |
FOREİGN POLİCY
New York Times’da ABD-Türkiye ilişkilerine dair epey ilginç bir yazı dikkatimi çekti. Yazı, Dış İlişkiler Konseyi üyesi Steven Cook’tan, ABD’nin hırslı bölgesel güçlerle iştigal etme çabalarına zarar veren zihniyeti açığa vuran bir alıntı yapıyor: “Türkiye Washington’da giderek ‘bölgede başkalarını atlatıp büyük güçlerin isteklerine aykırı işler yapan’ bir ülke gibi görülüyor.” Cook’a göre sorulan soru şu: “Türkleri kendi çizgisinde nasıl tutabiliriz?” Bir realist olarak, güç kullanımına karşı sağlıklı bir saygı duyarım. Fakat ABD’nin başlıca hedefinin ‘Türkleri kendi çizgisinde tutmak’ olması gerektiği fikri bana fazla tepeden bakmacı geliyor, özellikle de bağımsızlığından duyduğu gurura çok önem veren bir hükümetle iştigal ediyorsanız. Biz ne zaman trafik polisi oluverdik ve Türkiye’nin ‘doğru çizgisini’ tanımlamak niye bizim işimiz olsun? Bence bu Türkiye hükümetine ve halkına kalmış bir mesele. ABD yönetiminin işiyse kendi çıkar ve tercihlerini belirlemek, Ankara’yı bunları (ya da çoğunu) desteklemeye ikna etmeye çalışmak ve aykırı düşülen durumlarda sonuçlarla başa çıkmaya hazır olmak. Türklerin bazı meselelerde haklı olabileceği ihtimaline de açık olmalıyız. THE ECONOMİST Türkiye’nin gözünde İsrail, Gazze’ye yardım ulaştırmaya çalışan sivil filonun öncü gemisi Mavi Marmara’ya baskın düzenlediğinde, Erdoğan’ı haklı çıkardı. İsrail nefsi müdafaada bulunduğunu iddia ediyor. Filoyu organize eden İHH adlı Türk yardım kuruluşunun üyelerini de küresel cihatçılara paravanlık yapmakla suçluyor. Türkiye bunu reddediyor ve İsrail’den açık bir özürle BM öncülüğünde soruşturma talep ediyor. İsrail bunu kabul etmedikçe, Türklerin diplomatik ilişkileri kesme ihtimali söz konusu. Erenler biz de 'can'ız yahu, huuu!..-A. TURAN ALKAN-ZAMAN Bu dostlarımız yıllardır HSYK'ya Adalet bakanı ve müsteşarının katılmasını eleştirir, yerden yere vururlardı. Belki akıllarından tam olarak geçen "Adalet hizmetleri Adalet Bakanlığı'na bağlı olmasın, özerk olsun; hükümet bize istediğimiz parayı versin, güzel adliye binaları yapsın ama işimize karışmasın" şeklinde bir hoşluktur. "Çomak benim elimde dursun; davulu senin boynuna asalım"ın kibarcası. E, onca yıldır HSYK'ya hükümet kanadından bakan ve müsteşar katıldı da ne oldu; yargıyı ele mi geçirdiler; HSYK'ya, Yüksek Seçim Kurulu'na, Anayasa Mahkemesi'ne, Yargıtay ve Danıştay'a kendi adamlarını mı yerleştirmişler? Yoo. Gelip geçen onca hükümete rağmen Bağımsız yargı cemaati dimdik işbaşında. Yüksek yargı kuruluşları arasında koordinasyon, danışma ve tavsiye görevi yapan "Guru"ları bile var. Nitekim koordinatör Dede, kendini şöyle savunmak ihtiyacı hissettiğine göre, burada boşu boşuna dedikodu yapmıyoruz demektir: "Bir kısım medya tarafından hakkımda bir linç uygulaması gerçekleştiriliyor ... Bu çevreler geçmişte de mezhebimden rahatsız olduklarını açıkça belirtiyorlardı. Bir Alevi'nin Adalet Bakanlığı'na atanmasını şaşkınlıkla karşılamışlar ve asla hazmedememişlerdi. Hele hele Alevi inançlı bir gencin hakkıyla hâkim veya savcı olmasını dünyanın sonu gelmiş gibi değerlendiriyorlardı... Şahsımla ilgili iddiaları kullanarak HSYK sistemini karalamak, bu sistem hakkında şaibe yaratmak suretiyle anayasa değişikliklerinin gerçekleşmesine hizmet etmektedirler." N'ayır üstad, çoğumuz sizin bir Alevi, hatta Dede olduğunuzdan bile haberdar değildik; vakta ki gözaltına alındınız, şöyle ilginç demeçler okuduk bazı Alevi sözcülerinden: "Dede Seyfi Oktay hukukçudur, 76 yaşındadır, neyin suç olup olmadığını, onu gözaltına alan Savcı Bey'den çok daha iyi bilir. Bu nedenle Pir Sultan gibi girdiği Adalet Sarayı'ndan, yine Pir Sultan gibi çıkacaktır. Buna hiç şüphemiz yoktur." Dede, madem senin sözünü dinliyorlar, söyle şunlara: Bağımsız olsunlar eyvallah, tarafsız da olsunlar ki yetmişiki milleti bir görsünler; elâleme cemaat ayarı verip, kendileri cemaatçiliğin dikâlâsını yapmasınlar. Biz de "can"ız yahu, huu!.. Hayır diyebilen bir Türkiye-Resul Tosun-YENİ ŞAFAK Manzaraya şöyle bir bakın. 120 ülkenin çocuklarına Türkçe Olimpiyatları için ev sahipliği yapan bir Türkiye. İHH, Cansuyu, Yardımeli ve benzeri sivil toplum örgütleriyle ve de TİKA eliyle dünyanın dört bir köşesine insani yardım ulaştıran bir Türkiye Afganistan, Kosova ve Lübnan'da askeri birlik bulunduran bir Türkiye. İran'ın uranyum sorununa uluslar arası çözüm için rol üstlenen bir Türkiye. BM Güvenlik Konseyine üye seçilmiş bir Türkiye. Afrika, Asya ve Balkanlar zirvesi düzenleyen bir Türkiye. Hemen her hafta uluslar arası toplantılara ev sahipliği yapan bir Türkiye AB ile üyelik müzakereleri yürüten bir Türkiye Avrupa Parlamentosuna başkan seçilen bir Türkiye İKÖ' ye genel sekreter seçilen bir Türkiye ABD'ye Rusya'ya ve Çin'e rağmen 'Hayır' oyu kullanabilmiş bir Türkiye. Hayır diyebilen bir Türkiye Ortadoğu'da serbest ticaret ve serbest vize anlaşması imzalayan bir Türkiye. GSMH'sı 200 milyar dolardan bir milyon dolara doğru tırmanan bir Türkiye. Bunlar ve daha niceleri son 8 yılda gerçekleşen başarılar. Türkiye artık bölgenin en önemli dünyanın da önemli aktörleri arasında yer alan büyük bir ülke. Evet büyük Türkiye. Büyüyen Türkiye. Büyüyen, bölgede güçlenen ve artık söz sahibi olan Türkiye'den rahatsız olan İsrail. Fotoğraf bu. Türkiye bir taraftan takip edilen politikalar sayesinde böylesine büyüyor, öbür taraftan cuntaların, ufuksuz siyasetçilerin ve münevverlerin bu başarıları gerçekleştiren iktidar partisini durdurma gayreti kesintisiz devam ediyor. İşin garip olan tarafı ABD ve İsrail uşağı olarak nitelenen iktidar partisini İsrail ve yandaşları da istemiyor. Çünkü mevcut iktidarın İsrail'in menfaatlerini gözetmediğini söylüyorlar. Manzara şu, dışarıda İsrail içerde muhalefet, iktidar partisine karşı amansız bir mücadele veriyorlar. İslam dünyası ise AK Parti ile yatıp Erdoğan ile kalkıyor. Yani bir tarafta AK Parti ve AK Parti'yle sevdalanmış bir İslam dünyası, karşı tarafta muhalefet ve İsrail var.. Vatandaş sizce hangi tarafı tercih edecektir? |
Yakışıyor mu?- Rauf TAMER-POSTA
Soruyorlar: - Nereye gidiyoruz? Asya’ya mı, Afrika’ya mı, nereye? Kendimize hiç mi güvenimiz kalmadı? İlle bir yerlere gitmeye mi mecburuz? Biz onun bunun peşine takılan bir avâre miyiz? Biz kişiliksiz, zavallı insanlar topluluğu muyuz? - Nereye gidiyoruz? İran’a, Malezya’ya, Cezayir’e, Filistin’e, Arabistan’a... Öyle mi? *** Dünyada hiçbir ülke, nereye gidiyoruz diye kendine sormaz. Çünkü hiçbir ülke, kolay kolay bir yere gitmez. Bir de bize bakar mısınız? Bazen Avrupa’nın bekleme odasına gidiyoruz. Bazen Amerika’ya. Bazen Kuzey’e, Güney’e... Şimdi de Doğu’ya. İşin tuhafı, nereye gitsen kabahat... - Avrupa’nın güdümündesin. - Amerika’nın emrindesin. Peki, vazgeçtim, Rusya’ya göz kırpıyorum, İran’a pas veriyorum. O zaman da “eyvah, eksen değiştiriyorum.” *** Bu kadar döneklik, hiçbir ülkeye yakışmaz. Ama biz bunu kendimize yakıştırıyoruz. Dudakları titreyerek, ürkek ve korkak bir ses tonuyla Türkiye nereye gidiyor diye soran şu insanlara bakınız. Ne biçim Atatürkçü bunlar? Ne biçim Cumhuriyetçi? Terörün yeni stratejisi-Mahir KAYNAK-STAR Demokratik açılıma rağmen terör tırmanıyor. Açılımı yeterli görmeyenler ne istiyor? Artan terör olaylarıyla ne elde edilmek isteniyor? Tırmanan terör onları amaçlarına ulaştırır mı? Bu soruları cevaplandırmadan önce geçmişteki PKK hala yaşıyor mu? Bu örgütün belli bir kadrosu ve destek kitlesi var mı? Amaçları bölünme ise bölge halkı onların bu hedefini destekliyor mu sorusuna cevap vermek gerekir. Bana göre PKK artık bir markaya dönüştü ve çok farklı amaçlarla eylem yapanlar aynı adı kullanıyor. Eğer belli bir kadrosu ve hiyerarşik yapısı olsaydı bugüne kadar bu yapıya sızılabilirdi. Çeyrek asır geçmesine rağmen örgüt hala gizliliğini koruyor ve eylemler yapabiliyorsa bu gerçek bir istihbarat başarısızlığıdır. Bu gibi örgütlerin kendileri için de talihsizlik sayılacak bir kaderi vardır. Bazı güç odakları, onları tasfiye etmek yerine, ele geçirirler ya da markaya dönüştürüp adlarını kendi eylemlerinin örtüsü olarak kullanırlar. Bugün gerçekleştirilen eylemler, Kürtler için faydalı olmak bir yana, onlara son derece kötü bir gelecek hazırlamaktadır. Irak’ta fiilen tecrit edilen Kürt bölgesinin umduğu refaha kavuşabilmesi için güvenliğe ihtiyacı vardır ve tek başlarına bunu sağlayamazlar. Bu nedenle Kuzey Irak yönetimi Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek ve güvenli bir ekonomik alan yaratmak isterken birileri halkımızı Kürtlere düşman etmek için eylemler yapıyor. Burada bir soru akla geliyor: Özal döneminde, sandviç operasyonu olarak adlandırılan, Güneyden Irak’ın Kuzeyden Türkiye’nin bastırmasıyla Kürtleri etkisiz ve kimliksiz hale getirme projesi yeniden hayata mı geçirilmek isteniyor? Ya da bu eylemler ülkemize karşı bir şantaj olarak mı kullanılıyor? Hangi seçenek söz konusu olursa olsun kaybeden Kürtler olur. ‘Kimse beni sevmiyor’-Deniz Adnan ÇOBAN-STAR Kişinin yaşadığı “hata yapmamalıyım, kaygılarımı belli etmemeliyim, herkes beni beğenmeli, ben hep hata yapan biriyim, beni kimse sevmedi” tarzındaki olumsuz düşünceler topluluk önünde korku yaşamasına veya kaçınmasına sebep olur. Kişiler mümkün olduğu kadar sosyal ortamlara girmemeye, girseler bile hiç konuşmamaya özen gösterir. Bazıları da sosyal korkularını yenmek için alkol ve madde kullanırlar. Ancak bu sefer de sosyal fobiye alkol ve madde bağımlılığı eklenir. Fehmi Koru-YENİ ŞAFAK Cezayir'de ulusal kurtuluş savaşı verenleri kınayan kararlardan yana davranan, Birleşmiş Milletler'in Filistin'e yönelik saldırılarına karşı hareketsiz kalamadığı dönemlerde aldığı İsrail-aleyhtarı kararlara karşı çıkan, her uluslararası ihtilâfta haksız da olsa Batı'nın yanında yer alan Türkiye yok bugün... Her konuya haklıdan yana tavırla yaklaşan, adalet ve insaf sınırları içerisinde bir dış politika izleyen 'yeni' bir Türkiye var... Rahatsızlık ve huzursuzluk konusu bu. 'Yeni Türkiye' görüntüsünün rahatlarını bozup huzurlarını kaçırdığı çevreler, "NATO Türkiye'yi böyle davransın diye almadı" diyorlar, Avrupa Birliği adaylığını da aynı yönden sorguluyorlar. Amerika ve Avrupa'dan belli isimlerin tahmin edilebilecek yayın organlarında kaleme aldıkları değerlendirmelerde "Türkiye NATO'dan atılsın" türü teklifler son zamanlarda hayli arttı. Oysa her global ihtilâfta haktan ve adaletten yana davranan yeni tavrı iyice belirginleştikçe, Türkiye'nin içinde yer aldığı ve almayı umduğu uluslararası kuruluşlardaki yeri biraz daha sağlamlaşıyor. Sadece dünyanın dört bir tarafındaki halklar nezdinde itibarı artmıyor ülkemizin, bu itibar artışı sayesinde üyesi olduğu uluslararası kuruluşlardaki konumu da eğretilikten kurtuluyor. |
A.TURAN ALKAN-ZAMAN
konunun can alıcı noktasına eğilelim, anayasamızın bir rûhu var mı? Cevap veriyorum: Evet, her anayasanın bir rûhu vardır ama bizimkinin bir rûhu olup olmadığı, bidâyetinden beri tesbit edilememiştir. Her şeye rağmen bir yüksek ruhâniler heyetine sahip bulunmamız, onda esasen ruh olduğuna delalet etmiyor. O ruh, 367 meselesinde büyük oranda kaçtı; kalanını 12 Haziran 2007 tarihinde Anamuhalefetin başkanı AYM'yi açıkça tehdit ettiğinde ziyan ettik. Mezar taşını ise AK Parti'yi kapatma davası dikti: "Laikliğe karşı eylemlerin odağısın ama kriz çıkmasın diye şimdilik para cezası veriyoruz, bu güzelliğimizi de unutma" kararı unutulmazdı! Konuyla doğrudan ilgisi yok ama aklınızda bulunsun; kutsal'ın mahiyeti hakkında fikri olmayanların işlerine gelen her şeye kutsallık izâfe etmesi kaçınılmazdır. Nitekim konuyla doğrudan bağlantılı olarak diyorum ki, bu anayasa kutsalsa, bizim evin önünde iki seneden beri kımıldamadan duran kamyon da kutsaldır; en azından vakar ve istikrarını muhafaza ediyor. AZİZ ÜSTEL-STAR Şimdi, Amerika’lılar şu sıra sıkça, “Türkiye, Batı’ya sırtını mı dönüyor?” diye soruyor. Yahu niçin bir kişi çıkıp da, “İsrail mi sırtını Batı’ya dönüyor?” diye sormuyor! Ne yaptı İsrail? Türkiye gibi bir NATO ülkesinden gelen gemiye, kendi kara sularının 80 mil dışında saldırdı! İsrail’in dış politikasını ırkçı ve kafatascı Libermann yönlendiriyor. ABD’ye söz vermiş olmasına rağmen, işgal ettiği topraklarda yeni yerleşim alanları yapıyor. Ama Post Gazetesi, düşmanı yanlış yerde aradığından bunları görmüyor bile! İşte yandaş medya bu! Güneşi balçıkla sıvayan, körü körüne biri ya da birilerini destekleyen Washington Post gibi gazeteler yandaş medyadır! Yoksa ülkesini seven, yapılan doğru işleri sütunlarına taşıyan, yanlışları da gerektiğinde eleştirenler değil! ARDAN ZENTÜRK-STAR Siyasal şizofreni yansımaları... Aslında, “eksen kayması” yorumları yapmak için “parlak bir zekaya” sahip olmak gerekmiyor. Aksine, eğer şizofreni, insanda, gerçekle hayal alemini birbirine karıştırma, mantıksal düşünme kaybı ve normal tepki verememe belirtileriyle kendini gösteriyorsa, “Türkiye’nin eksen kayması tartışmalarını bir tür siyasal şizofreni olarak” görmekte yarar vardır. Bu tür bir siyasal analiz deformasyonunun düzeltilmesinin tıpkı şizofreninin tedavisinde olduğu gibi hayli zor ve uzun süre alacağını kabul etmemiz gerekiyor. |
MİLLİYET-HÜSEYİN ÇELİK-RÖPORTAJ
Erbakan’ın D-8’i de bir tür küreselleşmeydi? D-8 bir hayal ürünüydü. D-8’in pratikte hiçbir anlamı yoktu, bir ütopyaydı, biz realiteden söz ediyoruz. Ben şimdi size somut sonuçlara geliyorum, diyorum ki, Suriye’yle kanlı bıçaklı mıydık? Şu anda Şam’a, Halep’e gitmek,Gaziantep’e Hatay’a gitmek kadar kolaydır. Katılıyor musunuz buna? Bir araştırmaya katılanların yüzde 66’sı “İsrail’e daha sert yanıt verilmeli” noktasında. Bu beklenti siyasi olarak sizi sıkıştırıyor mu? Hele de arkadan bir Saadet Partisi tazyiki varken... Hiç öyle bir tazyik falan hissetmiyoruz. Elbette Saadet Partisi bizim rakibimiz. Ama İşçi Partisi de bizim rakibimiz. Demokrasilerde bütün siyasi partiler birbirinin rakibidir, ister yüzde 1 oy alsın ister yüzde 30 oy alsın. Sonuçta biz AK Parti’yiz. Saadet Partisi’nin söyledikleri veya yapılmasını istedikleri bizim politikamıza yön vermeyecek. Nitekim bu güne kadar yapmadık, bundan sonra da yapmayacağız. İSKENDER PALA-ZAMAN onlara göre modern olan şey herkese parmak ısırtmalıdır. Mesela sorsanız, mânâsı olmayan hezeyanlar modern şiir, anlaşılmazlığı ön planda olan ruhsuz yapıt modern sanat, iki kere iki yedi eder saçmalığı modern matematik, "Bir şey mademki güzeldir, o halde çirkinin zıddı değildir!" önermesi modern mantık, internetteki -ki tam bir bilgi çöplüğüdür- okuduğu bir yorum üzerine atalarına sövmek modern tarih, slogan edinmeyi bilgi edinmeye yeğleyen uçuk çocuklar da modern gençliktir. MEHMET ŞEKER-YENİŞAFAK Arap ülkeleri ve Kuzey Afrika başta olmak üzere, Ortadoğu'da yakın zamana kadar, Türkiye hakkında olumsuz düşünenlerin sayısı az değildi. Daha beş on yıl öncesinde, "Dün gece anneni Türk televizyonlarında gördüm" sözü hakaret anlamı taşımaktaydı. Bugünse durum çok farklı... Ay yıldızlı bayrağımız her yerde büyük saygı görüyor. Taksi şoförleri Türkiye'den geldiğinizi anladığında, para almak istemiyorlar. Çarşılarda esnaf "Van minut" diye sesleniyor. Hele İsrail komandolarının Mavi Marmara baskınından sonra, "Siz Filistinli çocuklar için dokuz şehit verdiniz, sizden para alamayız, şerefimize dokunur" diyen lokantacılarla karşılaşıyoruz. Ortadoğu ülkelerinde o dokuz kişinin isimleri caddelere veriliyor. TAHA AKYOL-MİLLİYET Her kafadan bir ses çıkan, Genel Başkan’ın da ‘ortalama’ konuştuğu bir CHP “Anadolu’ya açılım” yapabilir mi? Ecevit, bu açılımı “Ortanın Solu” hareketinde değişimci, atılgan, iddialı, net konuşmalarla başarmıştı. Şüphesiz Baykal inisiyatif ve karar gücüne sahip bir “lider”di ama CHP’nin klasik söylemiyle sonuç alamamıştı. Kılıçdaroğlu bir değişim rüzgârı estirdi ama bu görüntüler yüzünden rüzgâr hız kesmeye başladı. Hele bir de “inisiyatif, kararlılık, dirayet” gibi konularda kamuoyunda negatif bir imaj yerleşirse, Kılıçdaroğlu’nun başarılı olması Baykal’dan daha zor olabilir. Hem de Türkiye etkin bir sosyal demokrat alternatife ihtiyaç duyduğu halde! |
HASAN BÜLENT KAHRAMAN-SABAH
Türkiye'de toplumsal, siyasal zıtlaşmaların altında eğitimin yattığı neredeyse kesindir. Bir toplum düşünün ki, eğitim sistemi ezbercilik üstüne otursun. Ezbercilik aynı bilginin, tekil bir bilginin, dışına çıkılmaz bir şekilde herkese belletilmesidir. Oysa analitik bir yaklaşım bu anlayışı kabul etmez. Bir tek, tekil doğru olmadığını, doğrular kümesi olduğunu önerir. Belli yöntemsel ilkeleri yerine getirmesi koşuluyla herkesin kendi doğrusunu öne sürme hakkına sahip bulunduğunu belirtir. Öte yandan doğrunun tekil olmadığını bir kez belledikten sonra bir başka doğrunun olabileceği, kabul edilebileceği de neredeyse kendiliğinden bir ilke haline gelir. Şimdi söyleyin: sadece ilk ve orta eğitimde değil üniversitede de aynı kitabı okuyan, tek doğruyu kabule zorlanan bir insan düşüncesini kolaylıkla değiştirebilir mi, başka bir doğrunun olabileceğini düşünür mü? Herhangi bir konuda belirli bir görüşe inandırılan insanların oluşturduğu bir toplumda tüm gruplar kendi görüşlerini vazgeçmemek üzere, sıkı sıkıya savunurken kutuplaşma olmaz da ne olur? Hep siyasetten mi eğitime gideceğiz, biraz da eğitimden siyasete gitsek?.. |
Bir ülkenin en etkili gücü, en kapsayıcı gücü, en caydırıcı gücü hukuktur. Bunu kavrayamayan bir devlet görevlisinin eşkıyâdan farkı kalmaz. Çünkü hukukun emrinde olmayan bir kamu gücü, kendisine bu yetkiyi veren devleti çürütüp yok eder. Terörle mücadele mi? Eğer katillere, teröristlere karşı bile bağlı olduğunuz bir hukuk yoksa terör eninde sonunda amacına ulaşır. Çünkü terörün etkilemeye çalıştığı halk devleti, elinde silahla kan kusan terör örgütüyle aynı gördüğü zaman, terör amacına ulaşmış olur. Terör, ülkenin bir parçasını kopartmak için çaba harcarken, devlet teröristi güvenlik güçleri ile durduracak, halkı ise ancak hukukla yanında tutacaktır. Yargıya inancın bittiği tabloya bakarak söyleyin: Türkiye'nin bütünlüğünü bu hukukla mı sağlayacağız? Bir terör davası sanığı, terörle mücadele eden bir ordunun başında görev yaparken kime hangi hukukun güvencesini vereceğiz? PKK askerlerimize saldırıyor. Bizi canevimizden vuruyor. Ateş sadece düştüğü yeri değil hepimizin ciğerini yakıyor. Bizi öfkeye, daha ötesi çaresizliğe ve umutsuzluğa sürüklüyor. Güveneceğimiz, sırtımızı emniyet içinde dayayacağımız bir duvara ihtiyacımız var. 26 yıldır bu belayı yaşıyoruz. Bu ülkenin birliğini bütünlüğünü, dirliğini düzenini sağlayan asıl gücün vatandaşların bu devletin hukukuna güvenle bağlanmaları olduğunu hâlâ anlayamadık mı? Bu güveni bize kim verecek? Hassas terazisi ile haklıyı haksızdan ayıran, şaşmaz biçimde adalet dağıtan bir yargı düzeni dışında neye güveneceğiz? Bu devletin dağıttığı hukuktan başka çare olmadığını gören Kürt vatandaşların terör örgütünü yalnızlığa mahkûm etmesi dışında, terörün insan kaynağını kurutma imkânı var mı? Darbe yapmayı amaçlayan, darbe şartlarını oluşturmak için terör eylemleri planladığı iddia edilen asker kişiler ve sivil ortakları, yani güç ve kudret sahipleri hakkında yargılama sürüyor. Ancak ve ancak bu lekeden bütünüyle temizlenmiş bir devlet terörle mücadelede başarılı olabilir. Tersine şaibeli ve tartışmalı kararlarla vatandaş hukuka olan güvenini yitirirse, hep birlikte terörün ocağına odun taşımış oluruz. Yargı dünyası, bugün kaldırılacak cenazelere bir de bu gözle bakmalı Mümtaz'er Türköne |
İlk yıllarında 'bağımsız, birleşik, sosyalist Kürdistan' hedefi ile yola çıkanPKK, bugün bu hedeflerin hiçbirisini savunmuyor. Ayrılmayı veya federasyonu istemiyor. Öcalan, Türkiyeliliği ve Kemalizm'i öne çıkarıyor. PKK, kendisi için layüsel bir diktatörlük kuran Öcalan'ın cezaevi şartlarını merkeze koyuyor. Öcalan, 'yerim dar, gözüm akıyor' sözleri üzerine yüzlerce genci sokaklara dökmekten imtina etmiyor. Anadilde eğitim ve genel af talebi ikinci sırada kalıyor.
Kürtlerin demokratik hakları açısından hiçbir anlam ifade etmeyen PKK'nın şiddeti tırmandırma mantığı, analitik bakış açısıyla hadiseleri değerlendirebilen pek çok Kürt tarafından da şüpheli bulunuyor. Örgütün, 'demokratik mücadeleyi rayından saptırmanın etkili bir aracı' olduğunu düşünenlerin sayısı hiç de az değil. PKK'nın eylemleri, Türkiye'deki demokratik dönüşümü içine sindiremeyen güçlere katkı sunuyor. Türkiye'nin 1993-94'lü yıllara geri dönmesini, ülkenin kaosa sürüklenmesini isteyen güçler, PKK'nın eylemleriyle can buluyor. Hükümet değişikliği arzulayanlar ellerini ovuşturuyor. Yıllarca partilerinin kapatılmasından şikâyet eden BDP'lilerin, parti kapatmayı zorlaştıran düzenlemeye destek vermediğini, anayasa değişikliğiyle ilgili referandumda MHP ve CHP ile aynı cephede yer aldığını da unutmamak gerekir. Ayrıca yeni bir değerlendirme yapmayı gerektiren çok önemli bir nokta daha var. Türkiye, son dönemlerde komşularıyla ilişkilerini olumlu yönde geliştirdi. Kuzey Irak'taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile de diyaloğu artırdı. Daha önce, 'peşmerge, aşiret reisi' denilen liderlerle temasa geçildi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bölgeyi ziyaret etti, Erbil'de konsolosluk açılması için düğmeye basıldı. Bugün siyasi olarak başkaları öne çıksa da, Kuzey Irak'ta ekonomik açıdan Türkiye hızla söz sahibi oluyor. Yüzlerce proje peş peşe hayata geçiyor, milyar dolarlık anlaşmalar yapılıyor. Bu durum hem PKK'nın hoşuna gitmiyor, hem Kuzey Irak'taki bölgesel yönetimin kat ettiği mesafelerden rahatsız olanları kızdırıyor,hem de bu coğrafyada vizyona giren filmlerde sürekli başrolü oynayan ülkelerin planını bozuyor. Türkiye'nin inisiyatif alması, rol çalması, bazılarının planını bozuyor. Ve tabii bu gidişatı bozmak isteyenler elbirliğiyle harekete geçiyor. PKK, Türkiye'yi tahrik ederek Kuzey Irak'a çekmeye çalışıyor. Türkiye'de şehit cenazeleri arttıkça, teröristlerin Kuzey Irak'ta üstlendiği, oradan lojistik destek aldığı şeklindeki söylemler öne çıkacak ve Kuzey Irak'a yönelik tepkiler yükselecek. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin sınır ötesi operasyonları ise Kuzey Irak'ta rahatsızlık oluşturacak. PKK, bölgede kara bir propaganda yaparak Türkiye'nin operasyonlarını kullanacak. Köylerin hedef alındığını, sivil insanların zarar gördüğünü, bölge yönetiminin egemenlik haklarına saygı gösterilmediğini savunacak |
Eğrilen kardeşleri düzeltecek kılıç biz olmaz isek ezilip gitmekten kurtulamayız… “Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşimize yardım etmemiz” gerekmiyor muydu? “Zalime yardımın da onu zulümden vazgeçirmek” olduğunu bilmiyor muyuz?
Evet, bizim birbirimize müdahale etme hakkımız vardır… Kardeşlerimizi, yaşadıkları şerle, münkerle baş başa bırakamayız, merhamet müdahale etmeyi gerektiriyor… Kimse bu “Benim özelimdir”, “özgürlük alanımdır” diyerek kendini bunun dışında tutamaz… Bugün herkes kendince bir “dokunulmazlık” zırhına bürünmüş durumda… Hoşgörü gündemlerinin gürültüsü içinde sorumluluklar güme gidiyor… Din kişinin özeline indirgensin isteniyor. Allah’ın hoş görmediğine nasıl hoşgörü ile bakabiliriz? Bu durumda münkerin önü açılıyor ve insanlar savunmasız… İşte “emri bil ma’ruf, nehyi anil münker” toplumun kendi içerisinde bir otokontrol sistemi olarak fonksiyon icra edecektir… İmani, insani ve vicdani bir yükümlülük olarak rol üstlenecektir… Bu sayede toplum kendi içindeki günahkârları dışlamadan rehabilite etme yöntemini uygulamaya başlamış olacaktır… Toplumsal yozlaşmaya karşı en etkili çözüm ve güvenilir sigorta bu önlemdir… Bu bakımdan “toplumsal barış” adına toplumun yanlışlarını onaylamak zorunda değiliz... “Çoğulculuk” adına, doğrularımızı gündemden düşürmek yoluna gidemeyiz... “İnsan hakları” söylemi sadece hak ihlallerini değil, insanların maruz kaldığı ifsadı da göre bilmelidir… Toplumsal çürümenin temelinde, topyekûn Müslümanların bu farzı terk etmelerinin olduğunu söyleyebiliriz. Münkerin her türlüsü toplumu tehdit ediyor… Görsel, işitsel, sanal, yasal, legal, sosyal, siyasal ve kültürel tüm münkerler, tüm kirler toplumsal varoluşu tüketiyor… Bugün yangın bacayı değil, paçayı sarmış durumda… Bu yangını söndürmek hususunda herkesin elinden geleni yapması lazım… Karınca duyarlılığı ile ateş-i Nemrud’a doğru harekete geçmek esastır... Münkerin medyatik gücü, ekonomik gücü, iktidar gücü, fiziki gücü gözümüzü yıldırmaması lazım… Hangi korkular bizi elsiz, dilsiz ve tepkisiz kıldıysa önce korkularımızı ve kaygılarımızı atmamız gerekiyor... Tedbirciliğimiz bizi silikleştiriyorsa, tevekkülümüz tezellüle sürüklüyorsa, takiyyelerimiz bizi tanınmaz hale getiriyorsa gerçekten biz kimiz? İslam’ın şiarı, Müslüman’ın şuuru nasıl bir duruş öneriyor? Kötülerin kötülükte gösterdikleri cesareti biz doğrularımızı ve değerlerimizi hayata geçirmede gösteremeyeceksek İslami kimliğimize sirayet eden zilleti nasıl atabiliriz? Münkere itiraz etme yükümlülüğümüz var… Şerre karşı çıkma mecburiyetimiz bulunuyor… Sükûtun altın olduğu günler geride kaldı… Tam aksine suskun kalmanın bir ucunun şeytanlaşmaya kadar uzandığını biliyoruz… Evet, “sukut orucu” nu bozmamız gerekiyor… “Zor zamanda konuşmak” zorundayız… Münkere duyarsız duran, o suçun ortağıdır… Şayet münkere “hayır” diyemeyeceksek biz de hayır kalır mı? Hala İslam’ın doğrularını, değerlerini gündemleştirmede gecikiyorsak bir bildiğimiz olmalı? Evet, biz işini bilen insanlarız(!) Kendimizi riske atmaya değmez… Hele hele fincancı katırlarını ürkütmeye hiç gelmez… Çünkü çok akıllandık(!)… Çok tecrübe(!) kazandık… Çok uyanık(!) olmak gerekiyor… Bu durumda yapılacak bir iş de yok demektir… Evli evine, köylü köyüne… “Zaten iman etmişiz; Allah belasını verecektir… Onların hakkından gelecektir… O halde bize ne oluyor ki?” Ama unuttuğumuz bir şey var; Allah bizim elimizle kirlilikleri ve kötülükleri gidermek istiyor… Şimdi elimizi bu işten çekebilir miyiz? Asla! Çünkü bu çağın öncelikli farzı, iyiliği emretmek kötülüğü engellemektir… Bugün buna “farzlar ötesi farz” diyen alimlerimiz var… Kişinin kendisinin “iyi bir Müslüman” olması yeterli değil. İyinin aktif ve yetkin olması şarttır… Cahiliye Mekke’sinde de pasif iyiler vardı, ancak hayata bir etkileri ve müdahaleleri yoktu… Bugün de kimilerine göre “iyi insan” profili; uysal, uyumlu, sorgulamayan, eleştirmeyen, tepki vermeyen, itiraz etmeyen, “evet, efendim”ci prototiplerdir… “İslam’ın insanı”nın farkı burada kendini gösteriyor… Hayata yönelik iddia ve itirazlarının bedeli neyse göğüsleyerek yaşamdaki çarpıklıkların ve yanlışlıkların izalesine yoğunlaşır… Tabi ki, bu görevi yaparken kırıp-dökmez, ezip-geçmez, sövüp-saymaz… İtici, kırıcı, kavgacı olması da gerekmiyor... Hikmetle hakikatin savunucusu, hidayetin sunucusu olur… Bu ibadeti eda ederken ne kimseye zorbalık, ne de yobazlık var… Bedevice değil medenice… Kabaca değil kibarca… Ramazan Kayan |
Mehmet Ali BİRAND-HÜRRİYET
Bırakalım bu ucuz populizmi... Toplumu, gereksiz şekilde kışkırtmanın, ümitsizliğe sokmanın hiç anlamı yok. Terör ile daha uzun süre birlikte yaşayacağız. Kolay kolay da bitmeyecek. Toplumu sabırsızlığa sevketmek yerine, aksine sabır tavsiye edecek, durumu anlayışla karşılayacak başlıklar atmamız gerekiyor. PKK, bu ülkeyi yeterince yakıyor. Yangına bari bizler de körükle girmeyelim. Toplumun psikolojisine dikkat edelim. siyaset yapmak, iktidarı yıpratmak için, terör kartını kullanmayalım. MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE-ZAMAN MHP lideri Devlet Bahçeli'nin vatanseverliğini kimse tartışamaz. Ama terör hakkında söylediklerinin neye hizmet ettiğini bizzat kendisi ölçüp biçmeli. Bahçeli diyor ki: "AKP döneminde kanlı terör cesaret ve cüret kazanmış, etnik bölücülüğün önü açılmış ve ayrılıkçı ve bölücü emellerinin hayata geçirileceği ümitleri yeşertilmiştir". Yani? Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti teröre katkı sağlamıştır. Doğru mu? Doğru olabilir mi? Bu sözlerin terör üzerinden İktidar Partisi'ni köşeye sıkıştırmak dışında bir anlamı var mı? Şemdinli'de saldıranlar planlamayı yaparken MHP liderinin yapacağı yorum hakkında hangi öngörüde bulunmuşlardır? Terör gerekçesi ile erken seçim isteyen kime hizmet etmiş olur? Terör bize yol göstermemeli. Ne yapacağımızı öğretmemeli. Terörü durduracak olan, şehit cenazelerindeki tevekküldür. Kürt'üyle, Türk'üyle birlikte yaşamaya azmetmiş bir millettir. Unutmayalım: Sabır olmazı oldurur. ESER KARAKAŞ -STAR Milliyet gazetesinin 20 Haziran Pazar günkü sayısının birinci sahifesi ilginç başlıklarla dolu idi. O sayısında Milliyet gazetesi manşet olarak “Göğüs göğse çarpıştılar” ifadesini tercih etmiş. Hemen altında da şöyle yazıyor: “Mehmetçik mevzilere sızan teröristleri göğüs göğse çatışarak püskürttü”. Mehmetçik birileriyle göğüs göğüse çatışıyorsa ve ancak püskürtüyorsa bu sürecin adı artık terör değildir, bunu da en iyi herhalde Milliyet’teki gazetecilerin bilmesi gerekir. Sırf resmi terminolojiye uymak için belirli sözcükleri tercih etmek de gazetelerin işi olamaz. Bu bir. İkinci konu çok daha vahim. Menfur olaydan hemen sonra TBMM Başkanı Sayın Mehmet Ali Şahin bir açıklama yapıyor ve “Bugün verdiğimiz 8 şehidimizle ilgili ben Genelkurmay’dan tatmin edici bir açıklama bekliyorum” diyor. Milliyet gazetesi de TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’in bu açıklamasının şaşkınlık yarattığını yazıyor ve “Olmadı M. Ali Bey” gibi bir ifadeyi birinci sahifede kullanıyor. Bendeniz de neyin neden olmadığını anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Ortada bir akıl karışıklığının olduğu muhakkak ve bu akıl karışıklığının tam da göbeğinde TBMM’nin ve TSK’nın tanımlarının netleşmemesi yatıyor. İSKENDER PALA-ZAMAN gece veya gündüz, yalnız kalacağınız bir köşeye çekilin ve ellerinizi şakaklarınıza, dirseklerinizi dizlerinize dayayıp şöyle sorun kendinize: "- Ben nasıl bir insanım?!.." Hayır, hayır, bunu kendinizden nefret veya şahsınıza hayranlık için değil, bütün samimiyetinizle ve kendinizi anlama ihtiyacı ile yapın. Peşin fikirlerden, yersiz methiyelerden, ucuz mazeretlerden ve cebriyeci bir teslimiyetten uzaklaşarak, sanki kendinizi karşınıza alarak, bir hasta muayene eder gibi yapın. Kendinize sorun: "- Ben nasıl bir insanım!.." Ancak bu sorunun ardından kendinizi keşfetmeye başlayabilirsiniz?!.. Sahi siz nasıl bir insansınız? |
Özgürlük dediğiniz, sorumluluğun bahçesinde yeşerir. Sorumlu hissetmediğin, geleceğini dert etmediğin birini, zorlandığın ilk virajda sırtından atmak demokratlıkla bağdaşmaz.
Bejan Matur |
Yılgın Türkler Mayklara Karşı! Kapitalizm, öcüler yaratarak insanları korkutur. Diş macunu reklâmlarında bugüne kadar yarattıkları karikatürize hayvanları hatırlayınız. Şampuan reklâmlarını da ıskalamadan izleyiniz. Geriye, bulaşık ve çamaşır deterjanları için yaratılan hayvanları zikretmek kalıyor. Sanırım ne demek istediğimi şimdiden anladınız? Hoower marka elektrik süpürgesiyle başlayan macera sonunda çok gelişmiş buharlı, su tankları olan makinelere dönüşünce, onları pazarlamak problem yarattı. Büyük kapitalizm, bu aletleri insanlara satabilmek için düşündü taşındı ve gözle görünmeyen mikrobik canlıları yarattı. Biz, onları yazılışı gibi okumayıp "Mayk” diye telâffuz ettik. Halıların tüylerinde yaşayan Mayklar insan sağlığı için çok önemliydi ve onlardan korunabilmenin tek yolu, son model süpürgelerden almaktı. Kapitalist pazarlamacılar ağlarını böyle ördüler. Televizyon reklâmlarını izleyen ev kadınları, iki işte çalışarak evini zar zor geçindirmeye çalışan kocalarına Mayk baskısı kurarak adamları yıldırdılar. Ya o süpürgelerden alınacaktı ya da Mayklar ölüm saçacaktı. Bir zamanlar ben de aynı konudan muzdarip oldum ama karımın okuryazar bir insan olması nedeniyle, saldırıyı ucuz atlattım. Marks'tan girip, Lenin’den çıktım, kapitalizm filan derken Mayksizm’e ulaşıp paçayı yırttım! Kapitalizm halı öcüleri yaratırken, kadınların cinperi korkularını çok iyi kullanır. Televizyon reklâmlarında cin çarpmış kıllı yaratıklar olarak lanse edilen Mayklar, kadınların hayal güçleri sayesinde hedefine hemen ulaştı. Ben, Mayk öcülerini yüksek kültürümle savuşturdum, diğer erkekler ne yaptı bilmiyorum! Kapitalizmin öcülerine inanmayın. Bu kadar büyük zararlar verebilen güçlü hayvanlar niye ayakaltında sürünsünler! Gerçekten güçlü olsalardı başımıza çıkarlardı, akıllı olun biraz! Aynı numara PH formüllü vıdı vıdı söylemlerle şampuanlarda da çekiliyor. İşin en iğrenç oyunları ilâç fabrikaları tarafından yönetiliyor. İlâç tüccarları dünyaya bir hastalık adını öğretip inandırarak bol miktarda ilâç satıyorlar. Örneğin depresyon numaraları iyi tuttu. Çünkü birçok hastalık gibi onu da iktidarsızlık yapar tehdidiyle pazarladılar Zaten bizim millete şu ilacı kullanmazsanız kuşunuz uçmaz derseniz, satış patlaması yaşarsınız. Kuşyeminin her türlüsü yok satar. Yılgın Türkler / Bülent Akyürek Belki üslubu bozuk biri olabilir; ama kimse şurada yazılanların doğruluğunu inkar edemez... Tamam herşeyi kapitalizme bağlamamak gerekir... Ama insan başka da birşey düşünemiyor... Yıllardır doktorlar; "saçlara dışarıdan müdahale olmaz, saç içten beslenir" der, yıllardır da şampuan reklamları; "Saçlarınız "X" ile kökten uca beslensin, güçlenip köklensin, ahenkle dans etsin" der... Bazen reklamlara kazara denk geldiğim zaman, kendimi aptal gibi hissediyorum... Yazıyı okunmaya değer bulduğum için paylaştım, tümden olmasa bile konusu itibari ile değer... İnsanlarımızın uyutulduğunu görmek gerekir, uyanık olmak gerekir... |
All times are GMT +3. The time now is 16:15. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025