![]() |
Arif AY Şiirleri
Gökyüzü Saatleri
III bakışından yakaladım seni duruşundan su gibi akışından sesinin ağaçlar kuşlar cümle bulutlar geçti hüznünden yakaladım seni saçlarımda eski zaman karıncaları ve ilk ışıkları çeşmelerin yüzün yüzüme değer gibi yıldızlar akşamından yakaladım seni sevinç mi telaş mı tahtaya kalkmış çocuk gibiyim karşında IV yaz akik bir güldü yanağında soldu ve bitti sende mi esti bu rüzgar savrulur saçların da şimdi yapraklar tümden nefti bir düş horozudur güneş her saat seninle kurulur masaya bir güzel ıssızlıklardan ıssızlıklara öter en tetik yerindesin sabahın kuşlar uçuruyor bakışların |
Erzurum
zaman yitik, sanki hiç yaşanmamış bu mekân ne ilk, ne son durak karşıda çifte minare taşı işleyen nakkaş hem selçuklu, hem dadaş burda mevsim ikimizden biri biz, marifetnameyle bir akşamı yaprak yaprak çevirip geceye ferman açtık okuduk dudakla el arası tartıp her sözü bir bir sonra darasını düştük ve biz, ölümden çok zulmü gördük biz erzurumda otuzüç kişiydik gece oltu taşıdır, işlenir ve tesbihe dönüşür zaman geçer parmak uçlarımızdan sonra, ağırlanır toprak güze dökerek hüznü hırkasına bürünmüş bir derviş suskunluğunda gelir kış burda mevsim ikimizden biri bir de kadınlarımız, yüzleri kavruk, gözleri iri konuşunca gök, susunca toprak gülü türküleyip akşam sabah oturup evlerinde onlar acıyı kilim gibi dokudular biz onları, çocuklarımıza sıla kendimize gurbet bilip çiçeği burnunda bıraktık biz ceylanı vurulmuş dağdık kar iner isyan gibi çabuk ölüm gibi sessiz ve dakik palandöken kolları gürgen gözleri çiğdem gözdesi kekik ve biz, ölümden çok zulmü gördük palandöken hem yassı hem dik bir sabah kepenkleri kar tipisi gibi indirip birden öpüp yüzünü toprağın ağır ve derin bir günü isyana böyle çevirdik kar palandökenin börkü bundan gayrısını giymedik giymeyeceğiz dedik ve bu söz üzre başımızı göğe sakalımızı yele boynumuzu ipe verdik biz erzurumda otuzüç kişiydik şimdi onlarsız bu toprak acıdan kıraç hüzünden çorak kışın dertli, yazın emrah ve mevsim, ikimizden biri |
Çocuklar Nerde
sana anlatacaklarım var otur bir bardak su biraz zeytin gözlerin/tüm sevincin önce sofrayı kur bak/gördün mü nasıl sıcacık ekmek sevenin yüreği/elimin emeği nerede kaldı bunlar çocuklara bir bak -oyundalar/gelirler şimdi saklama yüzündeki ikircimi bir çatırtı/zaman durdu işte oyun onlar vuruldu biraz gözyaşı biraz tuz ekmeğim sokaklarda sofrayı kaldır |
Baskın
yağmur bir göçtür kollara kelepçe vurulunca kapıda beklenmedik zil sesi başlarında zulmün simgesi süzülürler başlar talan götürülür evde ağıt/figan geceyi çöz dağılsın yıldızlar yitik bir kuş, sürüklenen bir yaprak hani bizim olan güneş ah bu dağlanan yürek hangi dağda yaktığın ateş bir devir buğday mühürlenir kitap sürgülenir tutuklanır yaşam yağmur bir göçtür kollara kelepçe vurulunca |
Gül Cengi
toprak değişti şimdi devindi toprak kandan ve gelinlik yeşiliyle ellerim toprakta durur ateşe doğrultup gözlerimi bir ırmağa kıyasla öfkenin eteğine boşaltarak damarlarımı . kanı yazdım yürek vuruşlarımdan dalgalar bir uzun seccade toprak silahların ucuna çekilmiş kalemim kime ah ettin ey Eritrelim firavunlar suda boğulur |
İnfaz
mahcup bir cellat gizli bende her gün yağlar durur ipini vakti yok infazların kendi infazda vakitlerin hızarlara gelemem gayrı hizalara da çürütülmüş bir köküm şurda burda seni düşlemeye gün yetmiyor artık günler bende bakırçalığı serin rüzgarlarda saçların yapraklarda sesin bin yıldızlı gök yaptım gözlerinden sevgilim demek için geceme zor yollardayım önüm ardım cinnet mahyaları cam kırıkları dökülüyor ıslıklardan gül değil yalnızlık bu elden ele kıyamet habercisi çarşılarda |
İstanbul Denilince Sorulur Yeryüzü
Akşam kişneyen bir at istanbulda Baktıkça sarayburnundan Okşar yelesini tunusun yeli Açılır marmara bir mavi zambak Bir dağ yansıması cezayirden Akşam yürüyen bir kervan istanbulda Baktıkça eyüpten Ansızın boşalan yağmur Yüzündeki telaştan Anlaşılır bir gezgin kadar yerli Olamadığınız Günün iskeleti var ortada Ne içinizde bir giz Ne güneşin pasa işleyen yanı Çözülmeyen bir buzul Bu bilinçsiz durum Durmadan inip kalkan balyoz Ve ezilmişliğiniz Ağır ağır inen morluk Bir faslı ananın yüzü sularda Sığmaz içimin mağaralarına Çözülüp dağılan güvercinlerden Eyüpte bir türbe kalır |
Su Düşü
denize bir şeyler diyor adam çiviler çakarak denize gözlerinden denize bir şeyler diyor adam deniz sımsıcak Erzurum karı denizden bir parça adamın alnına koymalı bil ki çoğalır özlemi rüzgârsa toprağın dansı gelir esen meltemle ölüm ıhlamur kokusu çeker maviliği bir soluk belki çoğalır özlemi/çoğalır adamın |
Tenha Şiirleri'nden
II Sürülmüş toprak kokuyorsun biçilmiş çayır söğütlüğü geçince heryer çiğdem, gelincik ellerin baktıkça açıyor yüzün baktıkça bulutlar ve güneş serçeler karışıyor gülüşüne Saat yok gölgemizde zaman ve suyun uzayıp giden öyküsü sevmek kadar seni |
Anne
taşı tencerede kaynatan anne çocuklara umudu sabrı öğreten anne seni bir ömer arar bulur beni zulüm boğar öldürür taşı tencerede kaynatan anne yürürlerdi erirdi taşlar gün tutulur ay bölünürdü onlar bir bakmaya görsün tüm bakışlar dururdu taşı tencerede kaynatan anne onlar diri günler koydu keskin zamana zulme kaymasın diye vakitleri beş kez yıkayıp beş kez adladılar onlar diri günler koydular umutla taşı tencerede kaynatan anne |
Çekim
çağları aşan bir terziydi annem/düşler biçti uykularıma Yusuf'tan /ay çiçek bahçesi o gecelerde elleri çoğalırken suskunluğumun yüklüydü onlar / sevgi ellerinde bakraçları sarkıtıp kuyulara ışıtır gözlerimizi güneşi emerek sulardan tüm anneler / canevimiz __________________ |
BU KADAR her şey bu kadar bu kadar bütün anılar yollar gibi uzun yolcu gibi gece gündüz yalnızlık bu kadar bu kadar çektiğimiz acılar aşk dediğimiz işte bu kadar çocuk bu kadar onun uzun masalı vardır bu kadar masallarla gelir her çocuk bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde bütün kuşlar gibi o da uçmuş yuva dediğimiz işte o kadar anne bu kadar hiç gün görmemiş bu kadar baba bu kadar gurbetle sıla arasında gitmiş gelmiş ilkbahar yaz sonbahar kış hepsi hepsi dört mevsimmiş hayat dediğimiz işte bu kadar bu kadar yaşadığımız nereye kaçarsan kaç bu kadar başını taştan taşa çal hoşça kal gülüm dünya bu kadar Arif AY |
Şiirin Kandilleri
Soluk soluğa bir tren geçer Bırakıp gider aşkımı Taşır seni yağmurun -hüznün Taşlaşmış sokaklarda; uçurum Bin yıllık ezgidir şiir; Aıyı kavgada geçirir Güneş öylece üstünde dağın Sen denizi yarıyorsun! Şimdi Bıçağı biler gibi Tükenen birşey mi akşam Bir tren soluk soluğa geçer |
MARAŞ
gülün oymağı bizdedir gör ki acıdandır rengi zaman garbiyelidir eser usul ve sessiz, dervişim söyle ki gönül gergefinde dokuyup biçtiğin kumaş, sonra konup göçtüğümüz, kervansaraylarca eski, bu Maraş dervişim söyle ki gülün oymağı bizdedir gör ki acıdandır rengi su akar, yeniler kendini toprak; depremlerin ustası taşı en güzel gediğine koyandır sonra bir fırtınadan, bir fırtınaya tutulmuş günlerin ardından kalaylı taslarda hüznü meyan şerbeti gibi sunandır dervişim söyle ki gülün oymağı bizdedir gör ki yüreğimizde büyüyen kurşun dengi ırmak kendince açar yolunu direnir ve akar; Dicle geceyi fırat sabahı bekleyen iki nöbetçi: nice uçurumlardan geçip toprağın acısından dağın isyanını gördük dervişim söyle ki acının oymağı bizdedir o da zulmün kendi yol uzun, yaz bakır bir sinide sunulan erken olgunlaşan kabarcık üzümü gibi ince ve saydam yüzleriyle yedi adam bu toprak kir tutmaz deyip yağlı ilmeklere uzatıp boyunlarını ve biz, gide gide acının sonuna geldik dervişim söyle ki acının tutanağı bizdedir Arif AY |
HÜCRE
güneş ansızın yitirilen devlet hem sıla hem gurbet küçülüp daralmış gök sanki bir kuzgun gözü avına tepeden bakan sabrın belgesi bu ip mermerleri keser ekmek istemem, su yeter zamanı onunla onarır onunla büyütürüm yüreğimde eritip hüznü soluğu neye üfler gibi beklerim sabrın belgesi bu ip mermerleri keser ey ruhumun parıltısı yusufun, derin kuyusu iklimlerin solmayan gülü çağları aştın da bana da o ateşten bir demet sundun ey ruhumun parıltısı Arif AY |
KUTLU DÜŞ
duvarda küflü bir lamba sanki ağlar taşlar rutubetten katran yürekte kor ateş estikçe gece yanar sesler donmuş burada, çeliğe su değil sükût verilir vakit ki yüreğin atışından bilinir yazar kalem savunusunu suçsuzluğun ak bir güvercin uyku gözleri sonsuzluğa dalar /uykudan murad hasıl olur KAINATIN FAHRINI GÖRÜR/ Arif AY |
RİZE
kış harap, yaz hoyrattı yağmurun hüznü susuşun çok şey anlattı acı filizlenir, dalverir zamana zaman ki; en uygar yaşandı sonra Karadeniz, sularında feodal bir gemiyle kıyısına en ilkel ve saçma olanı taşıyandı karadeniz köpürüp yıkılan küheylandı rize, bir sabah güneysudan çayın filizinden, fındığın çiçeğine geçen bir yangınla uyandı dediler, bir yanımız dağ kuşları talan deniz bir yanımız, oysa o ağımızı elimizden alandı karadeniz köpürüp yıkılan küheylandı yıl bindokuzyüzyirmialtı aylardan şubattı güneysudan sekiz adam yağmur nasıl yağarsa rizeye öyle çoğalan ağacı kökünden, insanı yüreğinden yaşamı en alıcı yerinden vuran birine karşı karadenize sel olup aktı kış harap, yaz hoyrattı yağmurun hüznü susuşun çok şey anlattı güneş yitik biz buna ölüm demedik martı ve tay iki ürkek bir de gece, kıyıda ışıldayan kürek gömülür kumlara sekiz can ay sarı, sanki mısır ekmeği akşamları kıble dağından şavkı soframıza vuran saçları mısır koçanı, o gece gök ambardır, yıldızlar darı fındığı harmanlar gibi yarıp kumları çıkarıp onları dizildik dağa dağ ki, acımıza soyunandır çiğnimizde çiğindirik, ölüyü kundakta taşıyan bizdik çay demlenir acıdan bardaklarda hüzün sunduk yapraklardan, çiçeklerden estikçe poyraz damar damar gece ve gündüz, süzülür kan ay sarı, sanki mısır ekmeği akşamları kıble dağından şavkı soframıza vuran ete kemiğe bürünür bir gün yürür bu kan, kurulur zaman Arif AY __________________ |
İMLER
buğday en yoğun bir öyküdür anlatılır bizde bir de Bitlis tütünü gibi iplere dizildiğimiz yaprağın ağıtı çürütür ağacı işte mazgirt, tersemek ektik acımızdan toprağı bire on, bire bin verip sarı başaklar gibi biçildik buğdayı ölç, dağıt ve sonra, çoğalt güzü Arif AY |
GAM YÜKÜ
/gam defterinin tamamı yok mu/ olmaz mı galip gam bizde dağdır gün gün öğütüp tuz ve barut ekmekle acı: urganlarla kervanlara yüklediğimiz sonra kadınlarımızın gidip de dönmeyenlere yaktığı bir ezgidir; söylenir akşamlarda /yine gam yükünün kervanı geldi/ Arif AY |
BİLDİRİ
akrebin kendini zehirlediği günlere geldik taşları tek tek düşen yalan duvarının önünde can çekişiyor engerek artık, tüm yoksullar için kervanı vurmak gerek işte en yoğun sabah tomurcuğun açıldığı andır sonra bir sesle yüreğe çiğ gibi düşen de ki, kan ve hüzünden umudun söken şafağıdır Arif AY |
Yürü Dağım
yürü dağım gidelim aşiretiz, akrabayız meşeyle, aynı karın suyunu içtiğimizden bir dal kurur da bin dal göveririz yeniden atlarımız, keçilerimizle biz oba, oymak yaşar gideriz basılmadıkça damarımıza kemlik görmez bizden uyuyan yılan yürüyen karınca oysa, bin hileyle yakın dediler, doğrusu biz, yiğitçe öldük onlar yaşadı haince yürü dağım gidelim aşiretiz, akrabayız meşeyle, aynı karın suyunu içtiğimizden bir dal kurur da bin dal göveririz yeniden merhaba orman merhaba Arif AY |
Bediüzzaman
a. kuşlar savrulur, gök bahçelenir bir ezgi mi, hüzünden dura dura söylenir kışı gelincikli tarla edip buğdayı büyütmek, renginden bir gülün; karı eritmesi gibi yüreği yakmak sana, o gülden sevda, o buğdaydan ekmek seni şiire dökmek sonra işte, gülün düş gördüğü an at bedir ve tan: kor bir demir ki düştüğü örs; hizan nurs köyünde bir çocuk büyür ve bilenir kuşlar savrulur, gök bahçelenir bir ezgi mi, hüzünden dura dura söylenir b. sevdanın fetretinden ferhad dağı kazmada o dağ ki, yarılır tilloda deniz dürülür düşünde bir kıyamet imgesidir gider gelir boşlukta elinde “Fütûh-ül-Gayb” dönüp dönüp okumakta bir ırmak ki derinlerde akmada sevdanın fetretinden ferhad dağı kazmada sen, sürgünlerin uzmanı mardinde sürgün yolunda kıyama durdun da ne müthiş bir vecd anı o namaz ki kelepçeleri kırmada sevdanın fetretinden ferhad dağı kazmada c. gece bir göldür burada dağlardan bakılınca evler ki, belki en çok acıyı konuk etmiştir akşam olunca; kavaklar tekmil sıra bitlis, siirt mardin ve urfa gece bir sestir burada kapılar kapanınca salkım söğütler vardır dere boylarında dağılmış saçları gibi çocuların; gülme nedir bilmeyen yüzlerine poyraz vurunca gece hüzünden bir türküdür burada uykular bozulunca ey karıncaların piri gecenin türbedarı sen ki, kalbiyin külliyesini kurup bilginin künhüne erince gece açılan bir güldür burada şafak sökünce d. barla: kırlar ve güller yazılır sözler; ulu bir çınar ki altından sürekli akan çeşme kuşlardan bir çeşme eriyen nedir akşamın sonunda yaşanmış yılların bendinde içim dopdolu yağmur hüzünden bir yağmur iner, iner de güz yaprağını döker ağaçta döner kendine Arif AY |
En Erikten Kan
yeryüzünde telefonlar çalıyor tellerden bir bildiri geçiyor rotatifler daha hızlı sabaha aydınlığı basıyor ak kâğıtlara mürekkep değil: kan ortadoğudan, afrikadan dicle gibi fırat gibi böğründe bir at gibi gürül gürül borulardan kağıtlara kan basıyor rotatifler daha hızlı urfa, mardin, fas istanbul yeryüzünü gözetliyor konya bir selçuklu kubbesi mevlâna soluğu bir gök genişliği döndürüyor sonra bursa; zaman ipeğinden ilk kumaşı dokuyor kudüs damarlarını topluyor çağa urgan için kudüs damarlarını topluyor mekke medine arası ay yine yürüyor ay bölünüyor hıra, güneşi bağrında daha da büyütüyor erzurum karını iyi tut toprak böyle bekler ilk yazı açar fabrika damının çiçeği bilâlin solmayan çiçeği tunusun zeytin gözlü güzeli cezayirin yağız genci tüm yeryüzü gücü şimdilerde en erikten kan rotatifler daha hızlı hışır hışır sabaha aydınlığı basıyor ak kâğıtlara selâm yeryüzü Arif AY |
Kıyım
başağa durmadan daha sestiler başları ah firezli tarlalarım ah toprağımın uzayıp giden çoraklığı gölgesi yok ağaçlarımın yazım yok ki ağacım olsun tarihim; yaşam ağacım o kurtuldu, biz kuruduk çünkü biz, gürül gürül akan ırmakların suyuyduk ey çocuk sorma nedendir yazan ben değil, kalemdir bir coğrafya ki; yerle gök arası elemdir onun için yunuslayın söylerim: /dağdan kestiler hezenim bozuldu türlü düzenim ben bir uslanmaz ozanım derdim vardır inilerim/ ey çocuk uykunu boz artık gölgeli ağaçlar dikelim sabaha kıyım zulmün ilk hecesi ağaçların en zor bilmecesi gecenin suç alfabesi nedendir diye sorma nedendir yazan ben değil, kalemdir Arif AY |
"Arkadaşlar Merhaba"
Sizden sonra da dolup boşalacak bu sınıflar Duvarlara, sıralara sindi şimdiden Umudunuz, sevinciniz, düşleriniz Mezun olup gidiyorsunuz ya Hep kulaklarımda çınlayacak sesiniz Ben asık yüzlü hocanız Arif Ay Çantası kitap, yüreği şiir dolu Kucaklarcasına hepinizi: MERHABA! Bu hafta kaç kitap okudunuz diyerek Yine her sabah mahcup bakışlarınızdan öpeceğim Hayat ebedî hayata eklenince tamamlanır Bu yüzden dersler de bitmeyecek Son şiirler gibi yarım kalacak Uzun bir nehirdir anılarımız Hep aramızda akacak Sizler gibi bir gün Ben de mezun olacağım Özledikçe her birinizi Yorgun gözlerimle Yıllığınıza bakacağım Arif Ay |
Eyvallah Esra.. Ben de çok sevdiğim bir Arif Ay şiirini bu vesileyle hatırlatmış olayım.. YAĞMURLARDAN GELMEK a. Yağmurlardan geliyorsun upuzun gecelerden ayışığına batmış üstün başın bir hasreti bölüşüyoruz şimdi tüm acıları bölüştüğümüz gibi canerikleri boşaltıyorsun eteğinden zambaklar çocukluğumun giyilmemiş çamaşırları gibi annelerin arada bir açtığı hülya sandıkları anıların kokusu var onlarda Boyuna susuyoruz dünyaya benzer birşey büyüyor içimizde çözemiyoruz neden uzuyor uzuyor ellerin saçların zaten sonsuzluk can geliyor ağlamak gülmek geliyor ağır ağır uyanıyor gövdem baharda bir toprak gibi yağmurlardan geliyorsun canıma giriyorsun uçsuz bucaksız kokuyorsun yağmurlardan geliyorsun b. Gül dökülüyor yüzünden gülüşün gülleri bunlar tutup koyamıyorum masaya masa işte aramızdaki sonsuz deniz bir dalga hafiften kabarıyor bir el usulca uzanıyor bir bardak ansızın tuzbuz dokunuşun gülleri bir bulut yavaş yavaş açılıyor birlikte aralıyoruz perdesini yağmurun ipek bir mendili gezdirmek gibi yüzünde aramızdan akıp gidiyor gün Sonra akşam geliyor ansızın akşam işte şu dehşetli karanfil "yârin dudağından getirilmiş" kokusu sarıyor önce sonra saçların saçlarının rüzgârı bir serinlik ki sorma gitsin yüzüne dokunuyorum yıldızlar dökülüyor birden yıldızlar hüzün ve karanfil akşam doluyor birden c. Kapı çalınıyor kuru ekmeğimiz var mı diyor bir kadın geçip gidiyor çünkü İskender de geçiş gitmiş gibi sokaklarından akşamın biraz gazyağı biraz is kokusu ve korkunç duvarlar ki tarihin durmadan yapıp yıktığı ateşler akan iki aşk çeşmesi aç ve ilaç gibi yedikleri zehiri köpük ve akşam akşam ve köpük köpeklerden çöker gibi çatısı göğün parçalandı düş ve gerçek ne tükenip bitmesi yıldızların ne dağılan bilyası çocukların yalnız sundurmada yağmuru seyreden tüyü dökülmüş bir serçeden kalmas kumral bir bakış mı gözlerin en derin kederinde suların Su akmayınca eskir tarihe yalanın girmesi gibi öyle bak yalnızlıklara dalıyorum işte en kalabalığına yalnızlıkların dörtnala uçar gibi bir at düşlerimden dökük saçık bir zaman kalıyor geriye oysa mor bir şafaktan canım sevgilim güvercinim |
bu sözlere nedenebilirki yorum yok üstad ARİF AY yüreğindeki o sözlerle duyurdu bizlere allah razı olsun esra kardeşim paylaşımlar harika çok beğndim emeğine yüreğine sağlık
|
All times are GMT +3. The time now is 15:50. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025