Siyaset Forum

Siyaset Forum (https://www.siyasetforum.com.tr/index.php)
-   Yarışma | Köşe Yazılarından Paragraflar (https://www.siyasetforum.com.tr/forumdisplay.php?f=454)
-   -   ^^ Köşe Yazılarından Paragraflar.. ^^ (https://www.siyasetforum.com.tr/showthread.php?t=115549)

yolcu44 09-07-2009 17:40

^^ Köşe Yazılarından Paragraflar.. ^^
 
"Köşe Yazılarında Paragraf Seçme" konulu yarışmamıza katılan arkadaşlarımız bu başlık altına paragrafları ekleyebilirler.

Yarışma Bağlantısı: Ödüllü Yarışma | Köşe Yazılarılarından Paragraflar..


Bu başlık altında karşılıklı konuşmak yasaktır ! Teşekkürlerinizi 'Beğeni Ver' butonuna tıklatarak ifade edebilirsiniz.



BlueMoon 09-08-2009 13:08

Zaman Gazetesi 8 Eylül 2009 Mümtazer Türköne'nin "Üniter Devlet in, Laiklik Out" başlıklı köşe yazısından beğendiğim bir paragraf,

"Her sene Yüksek Yargı temsilcileri kurumsal vesilelerle birer "yıllık" konuşma yaparlar ve bu konuşmaların merkezinde de laiklik prensibi olurdu. Yine genel olarak otoriter bir laiklik tanımı ve yorumu üzerine "laiklik düşmanları"na meydan okunur ve yargı adına laik cumhuriyete sahip çıkılırdı. Yargıtay Başkanı'nın konuşmasında, alıştığımız türden bir laiklik vurgusu yok. Muhtemelen diğerlerinde de olmayacak. Dikkat çekici bir durum: Yaklaşık bir yıldır, hemen hemen mahallî seçim kampanyası başladığı tarihten bu yana, Türk Silahlı Kuvvetleri bile dişe dokunur bir laiklik uyarısı yapmadı."

Ak_Kelebek 09-08-2009 13:22

Zaman Gazetesi 07.09.2009 A.Turan ALKAN'ın Köşe Yazısı ''Hayır, bölünmeyeceğiz''adlı yazıdan bir paragraf...

Şu dar günde milliyetçi fikriyatın krize katkısı sadece üst perdeden tehdit ve bir adım sonra "bölünmeye gidiyoruz" feryadı mı olmalıydı? Nerede şu beğenmediğiniz içi boş açılım planına çöp tenekesini boylatacak çok daha iyi bir açılım projeleri? Milliyetçilik, çok daha iyi bir plân ortaya koyan bir siyasetin dili olmalıydı. Militan milliyetçiliği herkes yapabilir, fikrî ve teorik manada milliyetçiliğe katkı yapmak ise herkesin kârı değil...
Ve bir şey daha biliyorum: Bir ülkeyi, milliyetçilerinden başka kimse bölemez!


menes 09-08-2009 13:31

26 Ocak 2008 tarihli Engin Ardıç'ın ''Bu kafayla işiniz zor'' adlı yazısından bir bölüm;

İnsanlar, “simgelere” aşırı önem verdikleri gibi, bu tür “gösterilere” de çok titizlikle yaklaşıyorlar.
İnsanlar “ritüel” severler. Ritüel, ayrıntıları kalıplaştırılmış, değiştirilmesi çok zor, hatta imkânsız bir gösteriler bütünüdür.
Anıtkabir ziyareti de böyledir, mason locası töreni de, merasim kıtası denetimi de... Huu çekmek de, bölükiçtimaı da... Katoliklerin pazar ayini de, satanistlerin kedi kesmeleri de...
Ritüelin ayrıntılı eylemleri, zamanla içeriklerinden boşalırlar, kendi başlarına varolmaya koyulurlar, biçim özün önüne geçer, onun yerini alır.
Ve artık hiçkimse ritüeli sorgulayamaz. Yenilik ve değişikliğin sözkonusu olmaması da, ritüeli uygulayanları rahatlatır, kalıba girmenin edilgin güvenini duyurur onlara. Bu yanıltıcı bir duygudur ama küçük insanların yanılmamaya ihtiyaçları yoktur ki!

menes 09-08-2009 13:42

06.09.2009 tarihli Sabah Gazetesi'nden Engin Ardıç'ın ''Yaşa Varol İnönü!'' adlı yazısından bir bölüm;

Ama bir zamanlar, cumhuriyetin şu anlı şanlı
"ilk döneminde" mahyalara neler yazılmış neler...
En çarpıcı olanı
"VAR OL İNÖNÜ"...
Yarın bir imam aşka gelip
"yaşa Recep Tayyip" yazdırsa, tozunu atarlar tozunu, kemiklerini sıyırırlar...
Ama bakın
"şanlı ordu" yazarsanız kimse ağzını açmayacaktır.
Daha başka sloganlar da atılmış otuzlu ve kırklı yılların mahyalarında:
"Para biriktir", "yerli malı kullan" gibi şeyler.
"Tayyare" bile çizilmiş ayyıldız içine... Türk Hava Kurumu, ya da "Türkkuşu" reklamı...
Hiçkimse ağzını açamamış, çünkü ağzını açmak yasakmış.

ishakyilmaz 09-08-2009 14:39

TARAF-Mehmet ALTAN-Ölü Yargı!

Dün Yargıtay Başkanı’nın konuşmasını dinlerken doğrusu çok zorlandım.

Bu konuşmayı, gelişmiş bir ülkenin yüksek yargıçları önünde ya da Oxford, Sorbonne ya da Harvard gibi bir üniversitenin hukuk fakültesinde yapsaydı, onu dinleyenler ne düşünür, ne hissederlerdi diye aklımdan geçirdiğimde yüzüm hafiften bir kızardı.

Bir ülkenin Yargıtay Başkanlığı gibi “en onurlu, en saygıdeğer” olması gereken makamına yükselmiş birinin hiç hukuk ve demokrasi bilinci olmaması, ne hukuk felsefesini, ne demokrasinin özünü kavramış olması beni utandırdı.

Yargıtay Başkanı öyle laflar etti ki bu ülkede hukuk diye bir şey olmadığını, yargının çoktan öldüğünü sanki bütün dünyaya ilan etti.

Konuşmasını nasıl bir ruh haliyle hazırladıysa, konuşmayı okurken bazı yerleri “atlaması” gerektiğini kendisi de fark etti.

Ama “atladığı” o satırlar basına dağıtılan yazılı metinde yer alıyordu.

Başkan’ın okumadığı ama yazdığı şu satıra bakın:

“Yandaş yargıyı değil, tam bağımsız ve tarafsız yargıyı oluşturmak için uğraş vermeliyiz.”

Türk hukukunun düzeyi bu mu?

Orta boy bir politikacı konuşması bu.


ishakyilmaz 09-08-2009 14:41

Hasan KARAKAYA-VAKİT-İki Merkez hikâyesi... Pisuvar mı, “pis su var” mı?

Son günlerde en çok konuşulan olaylardan birisi de Ordu Valisi Ali Kaban’ın Merkez’e alınması... Malûm, Vali Bey, camilerdeki “pisuvar”ları söktürdüğü için “hedef tahtası”na oturtulmuş, “Merkez Valiliği”ne de bu sebeple alındığı iddia edilmişti... “Hedef tahtası”na oturtulmuştu ya, vur abalıya... “Laik Devlet”in valisi, “cami”lerle ve “pisuvar”larla niye bu kadar uğraşıyordu?.. “Resepsiyon”lara katılsın, “içki”sini yudumlasın, “protokol”lerde ve “karşılama törenleri”nde hazır bulunsun, yeterdi!.. “Cami”ymiş, “temizlik”miş, Vali’nin işi miydi bunlarla uğraşmak?..
Ama Vali Ali Kaban, standart dışı bir valiydi... “Dindar” bir kişiliğe sahipti... “Pisuvar” olayından önce de “cami denetlemeleri” ile gündeme gelmiş ve “ulusal-cı basın”dan önce, “yerel basın”ın saldırılarına maruz kalmıştı!..
Onlar da, “Camileri denetlemek Vali’nin işi mi?” diye saldırmışlardı Ali Kaban’a...
Oysa, “hayırlı bir iş” yapıyordu Vali Bey...
Meselâ, bir defasında “namaz” kılmak için bir “cami”ye gitmişti... Ama, minaresinden ezan okunan cami “kapalı”ydı... Evet, ezan “merkezi sistem”le okunmuştu ama cami kapalı, imam da ortalarda yoktu!..
Vali Bey; “imam”ı çağırtmış ve sormuştu;
“Ezan okundu ama siz ortalarda yoksunuz... Bu ne iş?.. Gelip, niye açmadınız camiyi?”
İmam efendi ıkınmış, sıkınmış sonra da gerekçesini şöyle açıklamıştı:
“Ezan merkezi sistemle okunduğu için, bize lüzum kalmıyor... Cemaat de gelmediği için, camiyi açmaya gerek duymuyorum!”
“Olur mu öyle saçmalık” demişti Vali Bey; “İşte ben geldim, namaz kılacağım ama cami kapalı!”

Fasl-ı Gül 09-08-2009 17:25

08.09.09

Yenişafak- Akif Emre-
Cumhuriyet'in Osmanlı'yla barışı?


"Sorun şu ki: laiklik projesinden çağdaşlaşmaya kadar Osmanlıdan tarihsel köken bulma iddiasındaki aydınlar, tarihçiler, siyaset ve sosyal bilimciler Kürt açılımı konusunda Osmanlı dene-yimini neden görmezden gelirler?
Yoksa dış dinamiklerin devreye girmesiyle oluşacak bir çözüm adına çözümsüzlüğe de tarihsel arkaplan aramaya mı koyulacağız? Dış dinamiklerin hiç de kenardan seyretmediği bu süreç ancak tarihsel tecrübeyle aşılabilir. Aksi takdirde dış faktörlerin ortaya çıkaracağı pek çok karanlık noktaların tuzağına çekilmemek mümkün değil.
Tarih yapıp ettiklerimizi meşrulaştırmak için gerekçelendirdiğimiz bir deneyim olmaktan çok geleceği okuyacağımız bir ders kitabı ise anlamı vardır."

Evet, pek çok aydınımız, tarihçimiz Osmanlıyı referansla günümüzü doğruluyor değil miydi?
Köklere ulaşarak dalların sağlam zamin üzerinde büyümesini sağlamak için..

Bugün yeni bir çiçek büyütmeye çalışılıyor bu dallarda.. Demokratik açılım adıyla, huzur çiçeğinin boy vermesi isteniyor devletin "vatan" olarak görüldüğü her toprağında..

Biz "kendi kimliğiyle, bir arada yaşama" kültüründen gelenler insanlar değil miyiz ki.. Türk'ü, Kürt'ü, Laz'ı.. Türkiye topraklarında iken; köklerimize gittiğimizde kıtaları aşan bir imparatorlukta Arap'ı, Yunan'ı, Bulgar'ı..nın bir arada yaşadığını görmüyor muyuz?

Birleşmeye çalışıldıkça büyür gücümüz, ayrılıklardan fasıl açtıkça erir bütünlüğümüz.. Biz "kendi kimliğimizle" bir olabiliriz.. Vatan içinde..


Özgür Çağrı 09-09-2009 01:53

Hasan Cemal 08.09.2009 tarihli Milliyetteki '' Hiç Unutmayın barış ve demokrasinin yolu diyarbakırdan geçer '' başlıklı yazısından bir bölüm

--
Çok acı çekti bu şehir.
Çok gözyaşı akıttı.
Ama yalnız Diyarbakır değil, onunla birlikte bütün Türkiye acı çekti, gözyaşı akıttı.
Yazın bir kenara:
Geçmişin acılarıyla bu denli yoğrulmuş insanlar gelecekten korkmaz. Ve geçmişin tutsağı olmadan, bu topraklarda güzel bir geleceğin temellerini hep birlikte, elbirliğiyle atarlar.
Umut etmeden yaşanmaz.
Bugün barış umudu doğmuş durumda. Diyarbakır ve Türkiye’de bunun heyecanı ilk kez böylesine yaşanıyor.
Anaların artık gözyaşı dökmeyecekleri tarihi bir dönemin eşiğinde sayılırız. Diyarbakır’da ve bütün Türkiye’de insan onuruna yakışan gerçek bir barış yapılabilir.
Klasik deyiştir:
Barış yapmak, savaş yapmaktan zordur!
Öyledir ama artık yeterince acı çekildi. Tüm tarafların bunca yıllık meşru acıları barışın kapısını araladı diye düşünüyorum.
Diyarbakır’da da hissettim.
Bugüne kadar yaşanan acılar artık bu ülkede silahla, şiddetle, zorla bir yere varılamayacağını tüm taraflara göstermiş durumda...
Yaşamak için ille de acı çekmek gerekmiyor.
Anaların ağlamadığı, şehit cenazelerinin gelmediği, taziye çadırlarının kurulmadığı bir Türkiye bugün artık hayal değildir.
--

Yıldırım 09-09-2009 02:34

Şamil Tayyar
Maşallah, al gülüm ver gülüm(08.09.2009)
Alıntı:

Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, her ne kadar okumasa da kayda geçti. Dedi ki, “Yandaş yargı yaratılmasın.”
Böyle bir kaygıya gerek yok, zaten var. Ama kime yandaş? Bugün Ergenekon’un, CHP’nin ve Ulusalcıların yargıdaki istilasını kim inkar edebilir? Ergenekon sıralarında ve sanık telefonlarında dilden düşmeyen CHP Manisa Milletvekili Şahin Mengü’nün yüksek yargıdaki gücünü nereden aldığını düşünüyorsunuz?
Ergenekon sanığı Engin Aydın’ın örümcek ağı gibi sarmış yargıdaki kollarını, HSYK Üyesi Ali Suat Ertosun ve Sincan Hakimi Osman Kaçmaz’ın şanlı direnişini nasıl izah etmek gerekir? Ya YARSAV Başkanına ne demeli?

Hala birileri gerçekleri görmezden gelip hiç bir şey olmamış gibi davranabiliyor.Bu Yargıtay Başkanı Hasan Gerçek'er olsa bile.Ergenekon davası başladığı günden belli acaba bir müdahale olacakmı acaba acaba acaba... diye paranoyak olduk resmen.Yargı üstüne vazife olmayan yere bir muhalefet partisiymiş gibi müdahale ettiği zaman ona güzel bir ayar çekmek gerekir.Şener Eruygur'un eşi '12. ve 14. mahkemeler bizden' derken neden yandaş yargı dan korkan Yargıtay başkanı ortalıkta yoktu..
Engin Aydın'ın yediği naneleri bilmeyen yoktur...
7 Haziran 2008. Aydın, Işık Kansu isimli kişiyle görüşüyor. Ve 2000 yılında Necmettin Erbakan hakkında verdiği gözaltı kararı ile tanınan İbrahim Can Demircioğlu adlı savcının ataması için devreye giriyor.
Ergenekon sanığı "tamam oldu" diyerek kapatıyor. Bir hafta sonra bu defa Engin Aydın, şahsı arıyor.Adam şuan istanbul Beyoğlu hakimi...bak bak bak.
Yaptığı kritik müdahaleyide "iyi niyet" diye savunmaya çalışsa da, belgelerde yer alan, 'Danıştay'ı ayağa kaldırırım' gibi sözleri bunun aksini söylüyor nedense bu kadar pislik bu kadar gatakulli varken gelde değiştirme bu adamları...
Yargı kendi içinde siyasallaşsın bizde oluruna mı bırakalım?

menes 09-09-2009 15:30

09.09.2009 tarihli Sabah Gazetesi'nden Mehmet Barlas'ın ''Çakma İslamcılar, çakma demokratlar,çakma trafsızlar...'' adlı yazısından bir bölüm ;

Yazının başında da söylediğim gibi "Çakma" gerçekten bu dönemin yükselen kavramıdır.
Kendileri gibi düşünmeyen meslektaşlarını karalayan, susturan ve hatta hedef gösteren gazeteciler, bu dönemde
"Çakma özgürlükçü" olmuşlardır.
Bugüne kadar her iktidarla iş çevirip kamu pastasından çeşitli paylar alanlar, bu iktidarla anlaşamayınca
"Çakma tarafsız" kesilmişlerdir.
Asker siyasete müdahale etsin diye her fırsatta darbeye çanak tutanlar şimdi
"Çakma demokrat" tır.
Yargının partileri kapatmasını, farklı düşünceleri susturmasını alkışlayanlar, aynı yargı kendilerini de dava kapsamına alınca
"Yargı bağımsız değil" sloganları atarak "Çakma hukukçu" oluvermişlerdir.
Atatürk'ün her cümlesini doktriner bir ideolojinin kutsal mesajları olarak sunan
"Çakma Atatürkçüler" önce Kürtlere sonra da Ermenilere dönük "Açılımlar" başlatılınca "Yurtta sulh cihanda sulh" ilkesini yok saymaya başlamışlardır.
Kısacası bu
"Çakma" kavramı önce Çin'den gelen "Çakma marka"lı ürünler için kullanılmaya başlandı.
"Adidas"ın adibas,
"Nike"ın noke, "Puma" nın puna olmasını "çakma" kavramı ile ifade ettik.
Sonunda sosyo-politik yaşamımızın çakmaları için de kullanılır oldu bu kavram.
Kim bilir sizin karşılaştığınız ne kadar çok
"çakma" olgu vardır. http://www.sabah.com.tr/c/i/sp.gif

menes 09-09-2009 15:46

09.09.2009 tarihli Star Gazetesi'nden Mustafa Akyol'un ''Türk milliyetçiliğinde açılım ihtiyacı'' adlı yazısından bir bölüm ;


Gelgelelim, Osmanlı’ya ve İslam’a ait olan herşeyden kopmak azmiyle yola çıkan sevgili Cumhuriyet’imiz, Türklüğün bu geniş çerçevesini epey daraltmış, yok Güneş Dil Teorisi, yok Türk Tarih Kongresi diye zorlayarak, kökeni Orta Asya’ya uzanan epey etnik temelli yeni bir “ Türklük” inşa etmiş durumda. Okullarda “Milli Tarih” diye bunu öğretiyoruz. Bu zihniyetin vardığı en son noktayı da, Mümtaz Soysal’ın “etnik mübadele” teklifinde açıkça görebiliyoruz.
Türklüğün” vaziyeti bu iken, bunun çatısı altına girmek pek çok Kürt için “asimilasyon”dan başka bir şey ifade etmiyor.
Dolayısıyla, “Türklüğün” Kürtleri de gerçekten kucaklaması için biraz “açılması” gerekiyor.
Özellikle de Osmanlı’ya doğru...

BlueMoon 09-09-2009 16:18

radikal gazetesi yazarı hasan celal güzelin 11 nisan 2008 tarihli güneydoğu ve oligarşik despotizm yazısından bir paragraf

İçinden kıs kıs gülerek 'Canım, hukuk var; hukukun sonucunu bekleyelim' diyenlerin dışında, Türkiye'de, hattâ dünyanın her yerinde, AK Parti'nin kapatılma dâvası, bir hukuk meselesi olarak değil, iktidar mücadelesi olarak görülüyor. Ağzınızla kuş tutsanız, yedi ay önce oyların yarısını alarak parlamentonun beşte üçlük (yüzde 62'lik) çoğunluğunu elde etmiş ve tek başına iktidara gelmiş bir siyasî partinin kapatılmak istenmesini, birazcık demokrasi terbiyesi olan kimseciklere anlatamazsınız. Azınlığın çoğunluğa tahakkümünü, 'çoğunlukçuluk' gibi yeni terimler icat ederek meşrulaştırmaya çalışmak, dünyanın yuvarlak olmadığını, iki kere ikinin dört olmadığını iddia etmek gibi bir şeydir.
Ortada, oligarşik despotizmin lâikliği bahane ederek yargı üzerinden yürüttüğü bir 'iktidar kavgası' vardır. Milletimiz bu kavgayı, 27 Mayıs'tan beri yaşıyor ve mahiyetini de çok iyi biliyor.




Yıldırım 09-09-2009 16:55

Nazlı ILICAK
CHP,12 Eylül ve Demokratlık(09.09.2009)
Alıntı:

CHP İl Başkanı Gürsel Tekin ve arkadaşları, başta Kenan Evren olmak üzere, 12 Eylül'de rol alanların isminin okul ve caddelerden silinmesi için İl Genel Meclisi'ne bir önerge vermiş. CHP, darbe karşıtı olduğunu bu şekilde göstermeye çalışıyor ama, yetersiz ve eksik bir pozisyon. Birkaç ay önce de, Baykal, "Kenan Evren yargılansın" diyerek, demokrat bir tavır sergilemiş, fakat hemen akabinde, askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını düzenleyen yasaya karşı sert eleştiriler getirmişti. Darbecileri yargılayan Ergenekon davası karşısındaki tavrı da malum.
Elbette CHP'nin bu duruşunu izah eden gerekçeleri var: Askerin, sivil mahkemelerde yargılanmasına ilişkin madde, komisyonlarda müzakere edilmeden, gece yarısı verilen bir önergeyle tasarıya girdi. Ergenekon davasında da bazı usul hataları göze çarpıyor. Ama "Evren yargılanmalıdır" derken Baykal'ın sergilediği net tavrı, Şener Eruygur ve arkadaşları söz konusu olduğunda göremiyoruz. Ya da "Darbecileri sivil mahkemeler yargılasın; gelin elbirliğiyle anayasayı değiştirelim, varsa engelleri kaldıralım" diyeceklerine, yasanın iptâli için Anayasa Mahkemesi'ne başvuruyorlar.

Üç günlük demokratın,üç günlük demokratik açılımı...Önce gelin 12 Eylül darbecilerini yargılayalım diyor sonrada sıra Eldivene,Yakomoz'a gelince "durun diyor" ben onların avukatıyım.İşte CHP ve yönetiminin demokrasi anlayışı bu...sadece üç günlük...
Ondan sonrada çıkar demokrasi dersi vermeye kalkarlar.
Öyle bir darbeye karşı çıktın diye demokratmı zannettin kendini?

Fasl-ı Gül 09-09-2009 17:56

09.09.09 İbrahim Karagül- Yenişafak

""Tezleri şöyle: Bizim dediğimiz Türkiye'nin düzen kurucu rolü. Gerek Ortadoğu gerek Kafkaslar'da yeni düzen kurulması gerekir. Bunu kurarken biz aktif rol almak istiyoruz. Bu bir emperyal dürtü değil, bir gereklilik. 'Yeni bir düzen kurulması lazım, başkaları kursun, biz sonra intibak ederiz' deyip geri çekilebilirsiniz. Ama bu Türkiye'nin büyüklüğüne, ulusal çıkar anlayışına yakışmaz. Ya bir kaos yaşayacağız ve bu bizim işimize geliyor diyeceğiz ya da biz bir düzen fikrinin öncülüğünü yapacağız. Türkiyesiz bir düzen kurulamaz. Dış aktörler bile Türkiye'nin düzen kurucu rolünü benimsiyor. İsveç'teki AB toplantısında 27 bakana konuştum. İki saatlik oturumun bir saat on beş dakikasında ben konuştum. Ben emperyal dürtüyle, 'Osmanlı'nın çocuğuyum, dinleyeceksiniz beni ha yoksa falan' demedim.'
.....
Biz bu yüzden; Demokratik Acılım Projesi'ni, Kürt Açılımı'nı, Ermenistan'la sınırların açılmasını ve soykırım konusunu da içeren anlaşma kapılarının açılmasını, bundan sonra gündemimize gelecek başka sürpriz gelişmeleri bu yeni durumun sonucu olarak görüyoruz. Türkiye, bu sorunlarla yüzleşiyor, çözüm arıyor. Ama aslında Türkiye kendisi hakkında karar veriyor. Bundan sonra Türkiye'nin iç sorunlarına, dünya ile ilişkilerine, tarihsel sorunlarına 20. yüzyılın Türkiye'sinden bakanlar durumu algılamakta çok zorlanacak. ""

Ülkemiz son zamanlarda öenmli adımlarla bir yol çiziyor.. Gelecek nesillerin üzerini asfaltlayacağı, etrafını ışıklarla aydınlatacağı bir yol..

Bunun için de önce zeminde ki taşların temizlenmesinin bilincinde.. Yolda taşlar varken ileriye gitmek ne kadar mümkündür ki..

Sayın Ahmet Davutoğlu'nun aktarımlarından yola çıkılarak kaleme alınmış bu yazıda da Türkiye'nin gelecekte ki misyonunun önemi vurgulanıyor. Evet, Türkiye OrtaDoğu ve Kafkaslarda kurucu rol almalıdır. Bu güçte olmalıdır. Yeni nesilleri bu şekilde yetirştirmelidir.. Emperyalist bir anlayışla değil.. Elinden tutmak, beraber daha uzun yol alıp güçlenmek için.. Kopan bağları yeniden onarmak için..

Fakat bunu yapmadan önce önce kendi içimizdeki problemleri çözmemiz gerekiyor. Ve son zamanlarda atılan adımların pekçoğu bu amaca hizmet ediyor.. Uzun soluklu adımlar bunlar..

Kendi gücümüzü kendi içimizdeki birliği keşfederek hissedeceğiz.. Sonra da mamur bir Türkiye'den sonra kollarımızı kardeşlerimize uzatacağız. . Onların da kendi içlerinde, kendi kimlikleriyle kuvvetlenmelerini arzulayarak...


reyAKbay 09-10-2009 00:04

21.09.2007 BAŞÖRTME ÖZGÜRLÜĞÜ YOK MU?-A.Abdulkadiroğlu


Bu ülkede hiçbir genç kızın zorla başı örtülmedi. Ama hepimiz çok iyi biliyoruz ki üniversite kapılarında çok genç kızın zorla başı açıldı. Kimi yasağa lanet ederek çıkarıp başındaki örtüyü sessizce koydu çantasına, kimi herkesin içinde gözyaşlarıyla zorla açıp başını girdi okuluna.
Bu ülkede genç kızların zorla başları açıldı ama zorla örtülmedi. İşte şimdi mahalle baskısı diye korkuları bundan. “Biz zorla açtık, onlar da zorla kapatır” diye telaşları.
Ama bu ülkenin insanlarının böyle bir korkusu yok. Çünkü başı açığı da kapalısı da birbirini çok seviyor. Ne onun gözü öbürünün başörtüsünde, ne de öbürünün gözü onun saçında.
“Mahalle baskısı” diye ortalığa korku salmaya çalışanlar aslında kadınlara en büyük hakareti ediyor. Bir ülkenin genç kızlarına aptal, kafası çalışmayan, aklı ermeyen muamelesi yapılıyor

Yıldırım 09-10-2009 13:09

Nazlı ILICAK
Hükümetin Kararlılığı(10.09.2009)
Alıntı:

Demokratik açılım paketi konuşulmaya başlandığı günden beri, ikinci kez şehit veriyoruz. İlk olay Hakkâri'de gerçekleşti, 4 gencimiz hayatını kaybetti. Önce üzerlerine bomba atıldığı söylendi; sonra çatışmada öldükleri belirtildi. Bu defa da, Siirt'in Eruh ilçesinde ve Hakkâri'nin Çukurca ilçesinde çıkan çatışmalarda 8 gencimiz şehit oldu. 30 Ağustos'ta kaybettiğimiz canların cenazesini 1 Eylül Barış Günü'nde kaldırdık. O gün, gergin saatler yaşandı, çünkü vatanın bir bölgesinde şehit cenazelerine yakılan ağıtlar, bir diğer bölgesinde, DTP mitinginde, Apo'yu öven ağızlar...
Tayyip Erdoğan, Eruh ve Çukurca'daki kayıplardan sonra gene kararlı konuştu:
"Güvenlik güçlerimize, askerimize sıkılan bu kurşunlar hiçbir zaman, 72 milyon vatan evlâdının birliğine, beraberliğine yönelik başlattığımız ve sürdürmekte olduğumuz bu süreci engellemeyecektir."



ishakyilmaz 09-10-2009 13:32

Akif BEKİ-KIYAMET PROVASI DEĞİL BU!-RADİKAL

Trakya’dan sonra İstanbul’u da vuran sel hadiseleri, hemen hemen aynı sözlerle yansıdı başlıklara.
‘Görülmemiş felaket’, ‘Tsunami gibi’, ‘Nuh tufanı gibi’ diyenler oldu.
TV ekranlarında izlediğim görüntüler korkunçtu, korkunç olmasına...
Ve fakat, mitolojik tufanlar kadar değil.
Oysa tanıkların anlatımları da, gördüklerimden çok daha şiddetli bir felakete işaret ediyordu.
Mesela Yenibosna’da işyeri selden etkilenen Abdurrahim Albayrak, bir TV’ye konuşuyordu.
Diyordu ki;
“Korkunç bir şey, anlatamam sana.
Bu, başka bir şeydi, dehşetti...Kimsenin yapabileceği bir şey yok...
Korkunçtu, sanki dünyanın sonu gelmişti...’’
Kuran’daki ilahi buyruğa uyup, yer suyunu yuttuğunda...
Ve gökte, geri çektiğinde...
O gerçekle başbaşa kalırsınız.
Demek ki; en büyük trajedi, ölümdür.

ishakyilmaz 09-10-2009 13:34

Şahin Alpay
İYİ Kİ VARSIN TARAF-ZAMAN

Geçen ay Elazığ Karakoçan'da el bombasının patlaması sonucu şehit olan 4 erin kaza değil ceza sonucu öldüğünü Taraf yazmasaydı, kimse bilmeyecekti... Bunlar kamuoyunun Taraf sayesinde öğrendiği, Taraf olmasaydı kimsenin ruhunun duymayacağı, Türkiye'de demokrasiyi, hukuk devletini ve şeffaf yönetimi yerleştirme mücadelesini yakından ilgilendiren haberlerin sadece bazıları.
Taraf'ın haberciliği yanında Ahmet Altan'ın insan haklarını ve hukuk devletini cesaretle savunan ve her biri Türkiye'deki demokrasi mücadelesine altın harflerle yazılacak olan yorumları, Türk gazeteciliği için bir iftihar ve onur vesilesidir. Meslektaşlarının büyük çoğunluğunun Altan'ın ve Taraf'ın aldığı prestijli uluslararası ödülü görmezden gelmeleri, söz konusu ödülle ilgili haberin Türk medyasında pek az yer bulabilmiş olması ise, muhakkak ki Türkiye'de medyanın acıklı yüzünün yeni bir yansıması.
Türkiye'de medya adam olmadan, demokrasi de adam olamaz... Medyanın adam olmasının en önemli koşullarından biri de medyanın demokrasideki dördüncü kuvvet işlevini yerine getirmesi, yani siyasi, idari ve iktisadi güç sahiplerinin kanunlara, ahlaka, insan haklarına, demokrasiye aykırı davranışlarını ifşa etmesi, bu davranışlarından dolayı onlardan hesap sormasıdır. Ahmet Altan yönetiminde Taraf, basın mensuplarına sorumluluklarını hatırlatmakla kalmıyor, genç gazetecilere mesleğin standartları konusunda örnek oluyor. Bütün baskılara ve engellemelere rağmen demokratik işlevini cesaretle yerine getirdiği için Taraf, şimdiden sadece Türkiye değil, dünya basın tarihine de geçti

menes 09-10-2009 13:57

10.09.2009 tarihli Sabah Gazetesi'nden Engin Ardıç'ın ''367 Lisesi'' başlıklı yazısından bir bölüm :

Biz hükümet yandaşı, iktidar yalakası, şerefsiz ve namussuz, aynı zamanda psikopat olduğumuz için, aklımıza bazı sorular geldi...

12 Eylül'e bu kadar karşı olan, Kenan Evren isminin tabelalardan silinmesini bu kadar yürekten destekleyen CHP yöneticileri, aynı
"hassasiyeti" niçin 12 Eylül'ün anayasası için de göstermiyorlar? Niçin hem o anayasaya sahip çıkıyorlar, hem de aynı anayasanın yüksek yargı tarafından hiçe sayılmasına da çanak tutuyorlar?

Niçin kazı, yanmaması için hep kendilerine doğru çeviriyorlar? Niçin 12 Eylül'ün seçim kanununa, siyasi partiler kanununa karşı çıkmak hiç akıllarına gelmemiştir?

Niçin Sayın Deniz Baykal o kanuna göre parti diktatörü olunca büyük adamdır da,
"Tayyip" öyle değildir?

CHP üyelerinin deyimiyle
"demokrasi ayıbı" Evren adı silinince giderilecek midir, yoksa ortada daha başka ayıplar da var mıdır?
Ne yapalım Sayın Tekin,
"Kenan Evren Lisesi"ni "367 Lisesi" yapsak size uyar mı mesela?
Bir
"Çevik Bir Caddesi" düşünür müsünüz?
Yok yok, en iyisi bir
"Cemal Gürsel Sokağı"... Onun darbesi iyidir.

Karşıdevrimcilerin isimlerini de silip, örneğin Adnan Menderes Havaalanı'na eski genel sekreterinizin adını versek,
"Recep Peker Havaalanı" desek?


menes 09-10-2009 14:12

10.09.2009 tarihli Zaman Gazetesi'nden Hüseyin Gülerce'nin ''Yanaşık düzende yargı...'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

27 Nisan e-muhtırasından beri, yargıda, bazı isimler pop yıldızları gibi parlatılarak öne çıkartılıyor. Hukuk adına konuştuğunu söyleyerek, şecaat arz ederken durmadan sirkatini söyleyen yargı mensubu olur mu? Cumhurbaşkanlığı seçim sürecindeki 367 hamlesini hangi hukukçu savunabilir? Daha gerilere gidildiğinde, 28 Şubat sürecinde, servis otobüsleriyle Genelkurmay'da brifing alan yargı mensupları, acaba o ayakta paşa alkışlama fotoğraflarını, torunlarına gösterebilirler mi? Ve en acısı, Şemdinli davasında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun, savcı Ferhat Sarıkaya hakkında aldığı kararın utancı, unutulabilir mi? Şemdinli'deki olayı soruşturan ve Ergenekon davasında haklılığı giderek anlaşılan Van savcısını, yani bir meslektaşlarını, meslekten atan, ona avukatlık yapma yasağı bile getirenler, gözlerini kaçırmadan, başlarını öne eğmeden o kararlarını savunabilirler mi? Aynı kurulun, Ergenekon davasının hakim ve savcılarıyla, Güneydoğu'daki JİTEM cinayetlerini soruşturan savcıları tayin ettirmeye kalkması acaba nereye yandaşlıktır?

BlueMoon 09-10-2009 15:23

27 Temmuz 2008 Abdullah Abdülkadiroğlu "Derdinizi Anlıyorum" Başlıklı Köşe Yazısından Bir Pargraf,

"Derdinizi anlıyorum.

Şimdi siz gidiyorsunuz, millet geliyor.

Bu toprakların asıl sahipleri geliyor.

Eskiden siz ne isterseniz o olurdu.

Artık milletin dediği olacak.

Eskiden gazeteci de, avukat da, hakim de, doktor da, mühendis de sizdiniz.

Şimdi Tayyare Fabrikasından emekli tornacı Hamdi Bey’in oğlu Cumhurbaşkanı oldu, Denizcilik işletmelerinden Rizeli Ahmet reisin oğlu başbakan.

Köylü Mehmet efendinin kızı doktor, Fehmi bey’in torunu hakim, kaportacı Ali ustanın gelini avukat.

Yargıç da çıktı, rektör de, pilot da, mimar da Anadolu çocuklarından.
Bu millet bir değil birçok devleti yönetebilecek evladı yetiştirdi.

Hem de öz be öz kendi toprağından çıkmış, kendi suyunu içmiş, kendi ekmeğini yemiş, kendi köyünün tozunda büyümüş.

Hem de öz be öz Anadolulu olan.

Hem de öz be öz kendi kanından olan.

Öz be öz kendi İstiklal Marşıyla yetişmiş, okurken iliklerine kadar Mehmet Akif’i hissetmiş.

İnancını yaşayan, namaz da kılan, oruç da tutan…

Şimdi siz bunu bir türlü kabullenemiyorsunuz.

Derdinizi anlıyorum."

BlueMoon 09-10-2009 15:29

26 Temmuz 2008 Abdullah Abdülkadiroğlu "Derdinizi Anlıyorum" başlıklı köşe yazısından bir paragraf,

"Devrinizin hiç bitmeyeceğini düşünerek bir milleti budamaya kalktınız.

Bir milletin geleceğini, inancını, değerlerini, kutsallarını budamaya kalktınız.

Bir milletin hayat damarlarını kurutup, posasını çıkarmaya kalktınız.

Darbeler yaptınız, darbeler yapacaktınız, başbakan astınız, komutan öldürttünüz.

Siz bir milletin Peygamberine bile dil uzattınız.

Yanlış yaptınız."

Fasl-ı Gül 09-10-2009 17:20

10.09.09
Zaman- Hüseyin Gülerce-Yanaşık Düzende Yargı

"Ergenekon davası sürecinde bir tablo giderek netleşiyor. "Resmî ideoloji terk edilemez, bu memleket bizden sorulur- git bakayım biraz öte, tekere çomak sokulamaz, devletin çıkarları ferdin hak ve hürriyetlerine, özgürlüklere feda edilemez, güçlü devlet-sindirilmiş vatandaş, fazla demokrasi bizi bozar arkadaş" diyenlerin durumu gittikçe zorlaşıyor. Demokratikleşme hamleleri, onları giderek üzerlerine çevrilmiş sahne ışıkları altında mahcup, sıkıntılı, kaygılı, endişeli, telaşlı gösteriyor. Hani nasıl denir, mızrak artık çuvala sığmıyor. Bahsettiklerimiz, minderde künde üstüne künde yiyip, boş bakışlarla, yine de bir şey olmuyormuş gibi davranan pehlivan gibiler. "


Zaman- Mümtaz'er Türköne- Yargı İktidarı Reformdan geçiyor

"İstediğimiz tarafsız bir yargı. Gözleri kapalı bir şekilde adalet dağıtan ve terazisi eksiksiz tartan bir yargı düzeni içinde hayatımızdan, özgürlüklerimizden ve haklarımızdan emin yaşamak istiyoruz. Bize bu hayatı verecek yargının tarafsız olabilmesi için öncelikle bağımsız olması sonra hızlı, verimli ve etkili çalışması; suç işlemeye niyetlenenleri caydırması, işleyenleri terbiye etmesi lâzım. Türk yargı sisteminin temel sorunu tarafsızlık. Tarafsızlığın lâzım-ı gayr-ı mufarıkı olan bağımsızlık Avrupa standartlarına uygun düzeyde var. Bağımsızlık yargı erkini yürütme ve yasama erki karşısında dokunulmaz kılıyor. Bizde ise bağımsızlık bir yargı iktidarı alanı yaratmış durumda. Kendisinden beklenenin tam tersine yargının tarafgirliğine koruma zırhı sağlıyor. Yargımız bağımsız ama tarafsız değil."

Taşlar yerine otururken, zemin kontrolünden geçiyor kuvvet erkleri..
İki yazarda yargı reformunun üzerinde duruyor.
Neden ihtiyaç var ki böyle reforma?

Deforma olan şeylerin aşikar olduğu ortada da onun için.. Ergenokon davası sürecinde hakimlerin hükümlerinin nasıl mağduriyetlere yol açtığını gördük.. Verilen kararlarla nahak yere hapislere saklanan insanları duyduk.. Ve kaç gözyaşına eşitlendi verilen kararlar..

Ve Ergenokon davasıyla beraber yargıdaki çatlakları onarma niyetinde olan hakimlerin alaşağı etmek için meslektaşlarının (!) nasıl davranışlar sergilediklerine de şahit olduk..

Şimdi devlet farklı bir zeminde yeni bir adım atıyor.. Yargı Reformu..

Adaletin, mülkün temeline oyuk açmak için değil, mülkün zeminini sağlamlaştırmak için olduğunu göstermek adına.. İsabetli kararlarla "adalet"in bizim topraklarımızda da neşv-ü neva bulmasına vesile olsun inşaallah.. Ve her sine adalete teşne..

Taşlar yerine otururken..


Gönülden 09-10-2009 18:15

27 Nisan e-muhtırasından beri, yargıda, bazı isimler pop yıldızları gibi parlatılarak öne çıkartılıyor. Hukuk adına konuştuğunu söyleyerek, şecaat arz ederken durmadan sirkatini söyleyen yargı mensubu olur mu? Cumhurbaşkanlığı seçim sürecindeki 367 hamlesini hangi hukukçu savunabilir? Daha gerilere gidildiğinde, 28 Şubat sürecinde, servis otobüsleriyle Genelkurmay'da brifing alan yargı mensupları, acaba o ayakta paşa alkışlama fotoğraflarını, torunlarına gösterebilirler mi? Ve en acısı, Şemdinli davasında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun, savcı Ferhat Sarıkaya hakkında aldığı kararın utancı, unutulabilir mi? Şemdinli'deki olayı soruşturan ve Ergenekon davasında haklılığı giderek anlaşılan Van savcısını, yani bir meslektaşlarını, meslekten atan, ona avukatlık yapma yasağı bile getirenler, gözlerini kaçırmadan, başlarını öne eğmeden o kararlarını savunabilirler mi? Aynı kurulun, Ergenekon davasının hakim ve savcılarıyla, Güneydoğu'daki JİTEM cinayetlerini soruşturan savcıları tayin ettirmeye kalkması acaba nereye yandaşlıktır?

Türkiye'nin en büyük derdi, anayasal kurumların güven erozyonudur. Vesayet düzeni adına cepheye sürülmüş bir yargı görüntüsü, her ülkede yargıyı yaralar, yargının tarafsızlığını şaibe altına sokar. Eğer yargı, askerî bürokrasinin yanaşık düzeninde, sürekli dirsek temasıyla görev yapar hale gelirse, bu, devletin ortak aklını yitirmesi demektir. Yargı, halkı sindirmek isteyen yönetici elitlerin, tahakküm vasıtası değildir. Milli iradeyi sürekli baskı altında tutmak isteyenlerin, tek kelimeyle statükonun; bekçisi, zırhı, tamponu, emniyet supabı hiç değildir...

Hüseyin Gülerce -Zaman

tikky_men 09-11-2009 15:02

"İtirazım; milleti salak yerine koymasınadır, un ve patates çuvalı yüzünden AK Parti’ye oy verdiklerini iddia ettiği kesime “göbeğini kaşıyan adam” sıfatını takarken kabarık banka hesabı üzerinden siyaset yapmasınadır. "
STAR GAZETESİNİN, ŞAMİL TAYYAR'IN " CEBİNİ KAŞIYAN ADAM " ADLI KÖŞE YAZISINDAN BİR PARAGRAF. BİRAZ ANLAMLI BİRAZ SİTEMLİ...

ishakyilmaz 09-11-2009 15:42

Abdurrahman Dilipak - Vakit
a.dilipak@vakit.com.tr
2009-09-11
ETME BULMA DÜNYASI!



Fethullah Gülen Hocaefendiye karşı yürütülen kampanyayı hatırlayın. Gülen’in yurtdışına çıkmasıyla sonuçlanan süreci. Nasıl bir terör estirdiler. Ardından sıra bana geldi.. Tam bir hafta, gazeteleri, televizyonları ile neler yazdılar, neler söylediler.. Ama ben gitmedim. Yoksa hedefleri beni de göndermekti..
İnsanları intihara mı sürüklemediler.. “Topyekun savaş” manşeti atan kimdi?
Darbe kışkırtıcılığı yapanlar kimlerdi? Soğuk savaşın, psikolojik harbin Truva atı gibi idi adeta bir kısım media.
“Media tetikçiliği”, “Media terörü” diye bir kavram üretilmişti, yaşananları anlatmak için.
Doğan’ın kavga etmediği kimse var mı? Dinç Bilgin, Karamehmetler, Aksoy..

ishakyilmaz 09-11-2009 15:47

sami ÖZEY-Vakit

BİTTİ GİBİ

Başaramadık!..
Bu elbette dünyanın sonu değil..
Bosna’nın da bizim de 2’şer maçımız daha var..
Ekim’in 10’un da dananın kuyruğu kopacak..
Bosna-Hersek deplasmanda Estonya’yla karşılacak.. Aynı gün biz Belçika’yla deplasmanda kapışacağız.. 0 maçlardan 4 gün sonra, yani 14 Ekim’de Milli Takımımız Bursa’da Ermenistan’la oynarken Bosna evinde İspanya’yı ağırlayacak..
Tabloya bakıldığında Bosna Hersek’in büyük avantajı olduğu kesin!..
Ancak, çıkmayan candan ümidin kesilmeyeceği vakası da kesin!..
Netice-i kelam; hedefe varabilmek için evinde hovardaca puan dağıtmayacaksın.. Bu bir!..
Televizyonlarda “biz büyüğüz, biz ezeriz, biz parçalarız” ara gazlarıyla da maç kazanılmıyor.. Bu da iki!.

menes 09-11-2009 16:30

11.09.2009 tarihli Sabah Gazetesi'nden Engin Ardıç'ın ''Hükümet İstifa'' adlı yazısından;

Dere yatağını sel bastı, hükümet istifa...
Milli takım iki eliyle bir maçı kazanamadı, hükümet istifa...
Amerikan bankacıları ekonomik kriz çıkardılar, hükümet istifa...
PKK askerlerimizi şehit etti, hükümet istifa...
Benim maaşa zam gelmedi, hükümet istifa...
Sokakta yürürken ayağım taşa takıldı, hükümet istifa...
Bizim hanım son zamanlarda çok kilo aldı, hükümet istifa...
Komşunun kızı bana pas vermiyor, hükümet istifa...
Fizik yazılısından kırık not aldım, hükümet istifa...
Dar geliyor düğmeler, terzi elin kırılmasın, hükümet istifa...
Berber yanlardan aldı, üstte bıraktı, hükümet istifa...
Defter kalem el yakıyor, hükümet istifa...
Pastırma sucuk da el yakıyor, hükümet istifa...
Ramazan yaza denk geldi, hükümet istifa...
Amma çok yağmur yağdı, hükümet istifa...
Darbeciler enselendi, hükümet istifa...
Ergenekon'a selam olsun, hükümet istifa...
Anayasayı biz çiğnedik, ama hükümet istifa!
Kaçak inşaatımız yıkıldı, hükümet istifa...
Batan gemiyi ilk terkeden fare rakip dükkâna gitti, hükümet istifa...
Bizim patron vergi kaçırırken yakalandı, hükümet istifa...
Ne yani, bir de para mı vereceğiz, hükümet istifa...
Biz ne utanmaz, ne yüzsüz herifleriz, zarar yok, ille de hükümet istifa!
http://www.sabah.com.tr/c/i/sp.gif

menes 09-11-2009 17:14

Prof.Nevzat Tarhan'ın 11.09.2009 tarihli ''Sel değil, ahlak erozyonu asıl felaket'' adlı Haber7'de yayımlanan yazısından bir bölüm ;


Mekteplerde yetişen genç Türkler “Bizim değerlerimiz bizi geriletiyor” kanısına vardılar. Tanzimat ile başlayan batı hayranlığı bizim özgüven eksikliğimizle birleşince, ne tam batılı olduk ne de aslımızı koruyabildik.-
Özgüven eksikliği olan ama beklentileri de yüksek olan herkes gibi amaca ulaşmak için yalan teşvik edildi. Yalanın yaygınlaşması sosyal güveni zayıflattı. Bugünkü Türkiye ortaya çıktı.

Fasl-ı Gül 09-11-2009 17:32

11.09.09
Zaman-İhsan Dağı- CHP Çok Yaşa!

"CHP, elli yıldır kendini demokrasiye, demokrasinin kurallarına uyarlayacağına demokrasiyi kendine uydurmaya çalışıyor. O yüzden darbelere destek veriyor, darbe anayasasını savunuyor, o yüzden Ergenekon sanıklarının avukatlığına soyunuyor.
.....
Vesayet rejimini ne tehdit ediyor? Yeni anayasa. CHP ne yaptı? Taslak anayasayı 'rejimi değiştirme' projesi olarak niteleyip, vesayet düzeninin medya uzantılarının da desteğini alarak bu girişimi boğdu. Başardı da bunu.
Vesayet rejimini başka ne tehdit ediyor? AK Parti. Yeni anayasa fikrinin arkasında da o var, rejimi sulandıran AB sürecinin arkasında da. Kıbrıs'ta çözüm diyen de o, Kürt açılımı yapan da. 'O halde AK Parti'yi kapatalım gitsin' lobisini ayakta alkışlar CHP. Yine vesayet rejiminin ortağı medya kuruluşlarıyla birlikte rakip siyasi partinin kapatılma ihtimaline dört köşe destek verir. Vesayet rejimini tehdit eden başka ne var? Ergenekon soruşturması. 'Derin devleti çökerten, darbecileri yargı önüne çıkaran, darbe teşebbüsçülerini caydıran bu soruşturma durdurulmalıdır' mantığı yürüten CHP, halkın temsilcisi olma misyonunu bir yana bırakıp darbe sanıklarını, elinde suikastların kanı, LAW silahlarında parmak izi bulunanların 'avukat'lığına soyunur. Yine, soruşturmayı, ya görmezden gelme veya sulandırma siyaseti izleyen medya ortağıyla birlikte
CHP'nin misyonu seçim kazanmak değil, vesayet rejimini ve onun bürokratik uzantılarını savunmak.

Kısaca bu partinin demokrasiyle bir işi yok, çünkü demokrasiyle hiç kazanamadılar, kazanamayacaklar. Kazanmak için demokrasiye değil 'vesayet rejimi'nin devamına muhtaçlar. Yani CHP 'demokratik muhalefet' yapmıyor, varoluş mücadelesi veriyor, anlayın.
"



Üretmeden, elini taşın altına koymadan yaşamak ne kadar mümkünse..
Eli taşın altına koymak yerine , taşı kaldırmak yerine, taşın insanları incitmesine katkıda bulunarak! nasıl ülke menfaatine(belki de onlar için menfaat çıkar manasınadır) katkıda bulunuluyorsa.. İşte böylece yaşamalı (mı) CHP..

Yıldırım 09-11-2009 19:02

Yavuz Donat
11 Eylül, 12 Eylül
Alıntı:

29 yıl önce "bugün" ortalık kan gölüydü...
11 Eylül 1980. "Ertesi gün" ise sütliman...
12 Eylül 1980.
Sıkıyönetim, aynı sıkıyönetim idi.
Güvenlik güçleri, aynı güvenlik güçleri.
Ne oldu da:
11 Eylül'de akan kan,
"12 Eylül'de duruverdi."
Acaba neden; "Kan" 11 Eylül'de neden durdurulmadı?..
Durdurulmak istenmedi?

29 yıl önce demokrasi bir bir darbe daha yedi.Olağan üstü hal ilan edildiği halde asker iç karşıklığa müdahale etmeyip direk olarak demokrasiye darbe vurdu ve ne hikmetse birden bire bütün çatışmalar tartışmalar sona erdi.Türkiye bu çatışmalar yüzünden okuyan insanlarını,değerli bilim adamlarını ve böylece geleceğini kaybetti.Bu darbe olmasaydı belkide bugün Türkiye'nin konumu yeni dünya düzeninde çok farklı olabilirdi.Aslerin her defasında Atatürk'ü öne sürerek yediği naneleri meşrulaştırmaya çalışmıştır.Dünya'da eşi benzeri görülmemiş muğlak ifadelerle dolu bir anayasa dayatılmıştır.Yürüllüğe girdiği günden belli değiştirilmek istenen bu dayatma günümüzdede hala devam etmektedir.Soruyorum size yankıları hala süren o darbeyi yaparken hiçmi utanmadınız.Bu ülkeye demokrasiyi getiren Atatürk'ün kurduğu düzeni bozarken hiçmi yüzünüz kızarmıyor yada söyle diyeyim hala biz Atatürkçüyüz demeye utanmıyormusunuz.

Mu-Alim 09-12-2009 02:11

Bazı CHP üyeleri, İstanbul İl Genel Meclisi'ne önerge vermişler, Kenan Evren adının okullardan, cadde ve sokaklardan silinmesini istemişler... "Bu ayıba bir son verilsin" diyorlar. CHP İstanbul İl Başkanı Sayın Gürsel Tekin de önergeyi destekliyor. Tekin, AKP'li il meclisi üyelerinin "bütün darbecilerin adları silinsin, 27 Mayısçılar, 12 Martçılar, 28 Şubatçılar da kalmasın" şeklindeki karşı tekliflerine, "biz bütün darbelere karşıyız" diye beylik bir yanıt verdikten sonra "ama 12 Eylül bambaşka" demiş... Dilimize tercüme edersek "bizim darbelere dokunmayın" anlamı çıkar.

Engin Ardıç-Sabah (10.09.09)

menes 09-12-2009 10:30

12.09.2009 tarihli Star gazetesinden Ahmet Kekeç'in ''Hepiniz Yılmaz Özdil'siniz'' başlıklı yazısından bir bölüm ;


Bu grubun bir gazetesi var. Adı Hürriyet...
Bu gazetenin başında da, son zamanlarda “Yaşasın Ayşe Arman gazeteciliği, yaşasın sit-kom medyası” gibilerden laflar eden Ertuğrul Özkök isimli bir şahıs var. Bu şahıs, bir zamanlar “biat medyası” diye bir kavram atmıştı ortaya.
Kendi mahallesine ait saymadığı (ait saymadığı ve ötekileştirdiği) yayın organlarını
“biat medyası” olarak tanımlıyordu. Kendi mahallesine ait saydığı yayın organlarını da “eleştiri kültürüyle büyümüş hür medya” olarak değerlendiriyordu.

Eleştiri kültürüyle büyümüşler ama darbecilere biat edebiliyorlar.
Eleştiri kültürüyle büyümüşler ama ellerine tutuşturulan her metni, her karargâh çıktısını, her andıçı sormadan, soruşturmadan, doğruluğunu test etmeden yayınlayabiliyorlar...
Eleştiri kültürüyle büyümüşler ama “Ergenekon” örgütüne mazeret üretmekten geri durmuyorlar.
Eleştiri kültürüyle büyümüşler ama grup çıkarları için her türlü asparagasa yeltenebiliyorlar.
Eleştiri kültürüyle büyümüşler ama gazetelerinde bir tek farklı ses, bir tek aykırı görüş barındırmıyorlar.

BlueMoon 09-12-2009 10:32

rauf tamer 11 eylül 2009 hürriyet gazetesi "dev adamlar" yazısından bir paragraf

Doğal âfet üzerinden muhalefet yapmak, ayrı bir sanat.
Baykal'ın bunu çok iyi becerdiğini gördük.
Hava muhalefeti ile siyasi muhalefet bir araya gelince, şehirde büyük sinerji doğdu.
Yaşasın yağmur.
Demek ki yarın, şiddetli bir deprem olsa meşruiyetini kaybetmiş bir iktidar'la karşı karşıya kalacağız.
Hah şöyle.
Nihayet çıkardım baklayı ağzımdan.

menes 09-12-2009 11:02

12.09.2009 tarihli Star Gazetesi'nden Mustafa Erdoğan'ın ''Hangi kurucu felsefe?'' başlıklı yazısında bir paragraf ;

Kısaca, bugün resmi mahfillerde “kurucu felsefe” muamelesi yapılan şey, gerçekte kuruluş felsefesinden bariz bir sapmayı temsil etmektedir. Bu, yeni Türkiye’nin kurucu felsefesi değil, tek-parti dönemi CHP’sinin felsefesidir. Aslında, Türkiye’nin bugün halâ devam eden büyük sorunlarını yaratmış olan da işte bu çoğulculuk karşıtı ve otoriteryen felsefedir.

Hakan Özkan 09-12-2009 11:10

Bu işleyişi doğuran yapı, yargıçların tamamen kapalı bir sistem içinde, birbirlerini seçmelerini esas alan, yargı yönetimini bütünüyle yalıtılmış hale getiren anayasadaki düzenlemelerden kaynaklanmaktadır. HSYK tartışmalarında çokça değinildi; HSYK üyeleri Yargıtay ve Danıştay üyelerinin kendi aralarında seçtiği kişilerden oluşmaktadır, Yargıtay ve Danıştay üyelerini ise HSYK seçmektedir. Böylece tamamen kapalı devre bir sistemle muhkem ideolojik yapılar oluşturulmaktadır. Sorumluluk mekanizmalarının işletilmesi de bu yapı içinde gerçekleşeceğinden çoğu noktada tıkanmakta, kapatılmaktadır. Bu sebeple Türkiye'de yargının sorumsuzluğa varacak derecede bağımsız olduğunu söyleyebiliriz. Adalet bakanı ve müsteşarının HSYK üyesi olması ise, bu mekanizma içinde sadece keyfe keder bir durumdur, esasa müessir hiçbir yönü yoktur.

ishakyilmaz 09-12-2009 13:29

Ergun Babahan-12 Eylül ve Ergenekon

Darbeciler, büyüklerinin izinden gidiyordu.

Önce halkın güven duygusunu zedele, iktidara Batılı ülkelerin kuşkulu bakmasını sağla, kışladaki askeri darbeye hazırla.

Tek amaç iktidarı devirmek ve ipleri ele almak olunca bir gazetecinin de, laik bir yargıcın da hayatının ne önemi olabilirdi ki.

O yüzden bugünkü kuşaklar şanslı.

Darbeciler ve işbirlikçileri silahları, planlarıyla suçüstü yakalandı.

Bakın ne Ermenistan’la açılım sürecini baltalamak amacıyla halkı sokaklara dökmeye çalışan, ne ikide birde gazetecileri yazarları dava edip gündem oluşturmaya çalışan var.

Çünkü hepsi içeride.

İçeriden dışarıyı karıştıramıyorlar, dışarıda olanlar raporlu olduğu için pek ortaya çıkamıyor.

İyi ki de öyle.

Türkiye sorunlarını, sıkıntılarını tartışarak, konuşarak aşmaya çalışıyor.

İsteyen muhalefetini yapıyor, isteyen desteğini veriyor.

Demokrasi güçlenerek yoluna devam ediyor ve artık bir sabah tank sesiyle uyanma tehlikesi kalmadı.

Şimdi iş darbenin anayasası ve hukukundan kurtulmak.

ishakyilmaz 09-12-2009 13:31

Mehmet Kamış -ZAMAN
Anlaşıldığı gibi bugün de krizi tırmandırabildikleri kadar tırmandıracaklar. Ortalığı karıştıracaklar, göz gözü görmeyecek. Doğal olarak bütün planlar, düşünceler rafa kaldırılacak ve her şey eskisi gibi yürü(tül)meye devam edecek.

Hem Siirt ve Hakkari'deki saldırılarda, hem de Van'daki mayın patlamasında şehit olan askerlerimizle ilgili Başbakan'ın yaptığı açıklamalar dikkat çekici. Erdoğan'ın bu olayların provokatif eylemler olduğunu ve süreci etkilemeyeceğini söylemesi hükümetin olayın farkında olduğunu gösteriyor. Ancak derin güçlerin krizi tırmandıracağını, toplumun sinirlerine dokunacak eylemlerle işe devam edeceğini, söylemek kehanet olmaz. Bundan sonraki fotoğraf o kadar belli ki, derin güçler-PKK işbirliği krizi olabildiğince artıracak. Ergenekon gibi yapıların ellerindeki PKK kozunu kaybetmek istemeyeceklerini daha önce de yazmaya çalışmıştık. PKK terörü bırakırsa yaslanacakları hiçbir argüman kalmayacak. Ergenekon'un avukatlığını gururla yapan CHP ve Genel Başkanı Deniz Baykal'ın bu sürece ısrarla karşı çıkması ve şehit haberlerinden hemen sonra "Bu süreci bitirin." demesini başka bir şeyle açıklamak mümkün değil.



Fasl-ı Gül 09-12-2009 14:52

ZAMAN-Mehmet KAMIŞ- Terörün bildik oyunu

"Bu savaş oyununu oynayanların nasıl olsa çocukları ölmüyor, ölenler bizim çocuklarımız. Bizim canımız acıyor ve bizim can acımızdan onlar kazanç sağlıyor. Nasıl olsa hiçbir savaş baronunun evine acı düşmüyor, evlat acısı yaşamıyor.
Son terör eylemleri Ergenekon gibi statükonun değişmesinden rahatsız olanların ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramıyor. Bu eylemleri PKK yapıyor ve Türkiye'yi bir şeye zorlamaya çalışıyorsa, böyle bir şeyin asla gerçekleşmeyeceğini biliyor olması lazım. Çocuklarını şehit verenler dahil Türkiye'deki hiçbir kimsenin bunu istemeyeceğini, birazcık aklı olan herkes bilir. O nedenle bu terör eylemleri mevcut yapının devam etmesini istemekten başka bir anlam taşımıyor. Eylem yapıp süreci provoke ediyorlarsa, bu onların Ergenekon gibi derin yapılarla işbirliği içinde olduklarının en büyük ispatıdır. Mevcut statükonun değişmesinden en az Ergenekon kadar rahatsız olduklarını gösterir.
Yok eğer bu da değilse, yani eylemler kendi kontrollerinde değilse çıkıp bunu da açıklasınlar."

12 Eylül.. Önce ülkeyi karıştırıp, sonra bir gecede hiçbir şey olmamış gibi, yeni bir sabaha, darbe sabahına uyanmanın yıldönümü..

Bir oyunda yüzlerce cana kıyılmış, sonra sahne kapanmış, başka bir oyuna başlanmıştı. Senaryoyu yazanlar mutlu!, oyuncular perişan..

Bugün darbe değil demokrasinin sesini duymaya çalışıyoruz.. İnsanları, senaryolarla birbirine kırdırmak değil, kırıkları onarmak niyetinde devlet.. Öyle görmek istiyoruz.. Böyle umuyoruz..

Çünkü eylemler bizim bakışımız bu yöne sevk ediyor.. İnsanlar ölerek değil, yaşayarak devletin bekasına hizmet etsinler diye bunca emek.. Demokratik açılım.. Bunun için.

Artık gözyaşıyla değil, sevincle, sürur ile yıkansın topraklar isteniyor.. Biz böyle istiyoruz.. PKKnın son zamanlarda artarak devam eden eylemleri ise onların niyetlerinin ne olduğunu aşikar ediyor.. Kavga devam etsin!!! bir de kavganın etmesini isteyen başka zihniyetler var ki... Onlar hala kendi senaryolarının oynanmasını isteyenlerden başkası değil..

Gözyaşı dinecek inşaallah.. Bizim umutlarımız yeşerecek.. Devlete çok iş düşüyor, millete olduğu gibi..




All times are GMT +3. The time now is 11:48.

Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025