Siyaset Forum

Siyaset Forum (https://www.siyasetforum.com.tr/index.php)
-   Tartışıyorum (https://www.siyasetforum.com.tr/forumdisplay.php?f=121)
-   -   CUNTA açığa alınmadı sizce Başbakanımız KUVVET KOMUTANLARINI görevden almalı mıdır ? (https://www.siyasetforum.com.tr/showthread.php?t=119587)

rıfat gökalp 11-06-2009 18:07

CUNTA açığa alınmadı sizce Başbakanımız KUVVET KOMUTANLARINI görevden almalı mıdır ?
 
http://image.samanyoluhaber.com/Imag...9623/77583.jpg http://www.samanyoluhaber.com/Images/yazar_golge.jpg


GÜLAY GÖKTÜRK- BUGÜN GAZETESİ



Ordu içindeki cunta -ya da cuntalardan biri mi demeliyim? - tam olarak suçüstü yakalanmış...
Komplonun beyni dahil, bütün ayakları isim isim ortaya çıkmış. Harekât planı ortada. Genelkurmay'ın beyni sayılabilecek bir birim olan Harekât Başkanlığı'nda hazırlanan eylem planında Türkiye ordusunun kendi halkına karşı savaşan bir ordu haline getirilmesinin planı yapılmış. Meşru hükümeti yıkmak için harekete geçilmesi, halka karşı komplolar kurulması, Kürt'ün Türk'e, Alevi'nin Sünni'ye, dindarın "laik"e kırdırılması, komşu ülkelerle aramızın açılması, suçsuz insanlara karşı provokasyonlar düzenlenmesi, iftiralar atılması düşünülmüş ve bütün bu korkunç suçlar, altında bir kıdemli albayın imzasıyla resmi bir rapor haline getirilmiş.

Emri verenler, uygulayanlar, destekleyenler, hepsi kabak gibi ortada...

Ama bakıyoruz, herkes susuyor.

Hükümet susuyor. Başbakan Erdoğan, Başbuğ'la görüşüp "işi yargıya havale ettik" demekle sorumluluğunun bittiğini düşünüyor. Peki bu ordu sana bağlı değil mi? Senin hükümet olarak alacağın idari tedbir yok mu hiç? Milleti birbirine kırdırmayı planlayan bu generallerin mahkeme bitene kadar orduyu yönetmesine göz mü yumacaksın?

Meclis, varlığına kasteden bu plan sanki hiç kendisini ilgilendirmiyormuş gibi susuyor. En azından bir Meclis Araştırma Komisyonu kurup olayın araştırılmasına bile kalkışmıyor.

Genelkurmay Başkanı susuyor. Zırt pırt ordu komutanlarını arkasına sıralayıp millete fırça atmayı; postmodernizm, Weber, Huntington hakkında ahkam kesmeyi pek seven Başbuğ, tam da konuşması gereken zamanda suspus olmuş bekliyor. Boynunun borcu olan açıklamaları yapmadığı gibi işleri de yapmıyor. Cuntacıların bir tanesi bile açığa alınmıyor. Mahkemeye çağırılan zanlılar ifadeye gitmiyor.

Halk susuyor. Yeri göğü birbirine katması gereken halk, pasif bir izleyici konumunu benimsemiş, sanki ateşe atılan kendi geleceği değilmiş; işlenen suç kendisine karşı işlenmemiş gibi olan biteni seyrediyor. Taksim'de yapılan darbe aleyhtarı gösteriye sadece 500 kişi katılıyor!

Ortada sadece "bir kısım" basın var susmayan... Olayı ortaya çıkaran da, üstüne gidilmesi için çırpınan da sadece o...

Soruyorum; Bu mudur demokratik bir ülke manzarası?

Bu mudur hukuk bilinci?

Bu mudur, AB üyeliğini çoktan hak ettiğini düşünen, bölgesinde lider ülke olmaya heveslenen bir ülkenin atmosferi?

Bu ordu cumhuriyetin başından beri sürdürdüğü iktidarını kaybetmemek için ne kadar gözü kara davranabileceğini bu planla koyuyor ortaya. Benden sonrası tufan diyor açıkça...

Eğer bu korkunç gerçekle bugün hesaplaşmayacaksak ne zaman hesaplaşacağız?

Bu hesaplaşmayı yapmazsak, nasıl olacak da ortaya çıkan korkunç gerçeklerle "bir arada yaşamayı" hazmedeceğiz? Ordu yönetiminin en kilit noktalarında Türkiye'yi ateşe vermeye hazır generaller, subaylar olduğunu bilerek nasıl huzur içinde yaşayacağız?

Hiç kimse bu davayı yargıya havale ederek üstüne düşen görevden kurtulabileceğini sanmasın.

Yargıya havale ettim deyip susmak zevahiri kurtarabilir. Ama Türkiye'yi kurtaramaz.

Çünkü yaşanan şey aslında hukukun değil, siyasetin konusudur.

Bütün bu olup bitenler cumhuriyetin başlangıcından bu yana süren büyük bir siyasi mücadelenin son safhasıdır. Kıran kırana bir rejim kavgasıdır. O yüzden de sonuç hukuk alanında değil, siyaset alanında alınacaktır.

Evet; zaman darbecilerin, komplocuların aleyhine çalışıyor. Dünyanın, Türkiye'nin şartları, askeri cumhuriyeti sürdürmek isteyenlerin gidecek çok az yolları kaldığını gösteriyor. Bütün bunlar doğru...

Ama bizim de biraz kıpırdanmamız; tarihin akışını hızlandırmak için; çekilen acıları azaltmak için bir şeyler yapmamız gerekmiyor mu?

hipermuhafazakar 11-07-2009 12:29

Zaman Gazetesinin 1-2 gün önceki manşetyidi sanırım andıçların komuta kademesi emri olmadan hazırlanamayacağı. Zaten Encümeni Danış, ETÖ'nün henüz deşifre olmamışları, kilit noktalara kendi gibi soyubozukları getirmek için taaa yıllar öncesinden ayarlamışlar herşeyi. NE KADAR ÇOK GÖREVDEN ALMA OLURSA O KADAR İYİDİR

Ak_Urfalı 11-07-2009 13:21

çok yerinde bir düşünce...

tsk gibi gurur verici bir kurumda temizlik yapmak şart...

ishakyilmaz 11-07-2009 13:30

Ortada illegal bir suç eylem planı söz konusu!Bu tüm delillleri ile ortaya çıkartılmıştır.Yap-boz un tüm parçaları birleştirilmiş,suçlu ve suçlular teşhir edilmiştir.Bütün bunlara rağmen henüz somut bir adım atılmamıştır.Adımlara gerek yok aslında,tek bir adım atılacak,tüm suçlular hapse atılmalıdır!Ceza hukuku bunu gerektirir,suçu sabit bulunan suçlu cezaevine gönderilir..Ama gel gör ki,söz konusu TSK ekseninde cerayan edince hukuk-yargı sus pus olabiliyor mu..!

BlueMoon 11-07-2009 13:38

tsk dan herkes korkuyor.

Yıllarca ordu hakkında kimse hiçbirşey yazıp çizemedi, çizemezlerdi de zaten. yazdırtmazlardı.

ilk defa hükümetimiz zamanında ordu ile ilgili bu kadar haber yapılıyor. ha ben bunları doğru bulmuyorum. neyi diyeceksiniz ? basının ordu ile ilgili ileri geri birçok yazı yorum vs.. yapmasını hoş karşılamıyorum. bu gelişmeler bize zarar veriyor.

darbe çalışmaları bu kadar ayyuka çıkmışken tsk sert bir müdahale ile basını sindirmesinden korkuyorum. çünkü ordu mensupları kendi güvenlikleri için ne gerekiyorsa yapmaktan geri durmazlar. bu 28 şubat süreci de olur 12 eylül de olur.

kim bu hayallerle yatıp kalktıysa derhal cezalandırılmalı, ve bu tip ordu ile alakalı haberler yapılmamalıdır.

rıfat gökalp 11-07-2009 15:50

Kuvvet komutanlarının görevden alınması sembolik açıdan yani DARBE yapma teşebbüsünde bulunan askerlerin demokratik hukuk devletine bağlılıklarını göstermek ve Millete tank yürütülemeyeceğini anlamaları için tarihi bir adım olacaktır ama generaller'in vesayetini bitirmek için bu uzun vadede yeterli olmayacaktir.


TSK,İç Hizmetler Kanunu'nun 35. maddesi(DEĞİŞTİRİLMELİDİR)

Madde 35 - Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini ‘kollamak’ ve korumaktır.

1960 ve 28 şubat darbesi bu madde'ye dayandırılarak yapılmıştır.
Türkiye Cumhuriyetini korumak Sivil idare'nin görevi olduğu halde,TSK kuvvetler ayrılığına uymayarak,işgüzar bir tablo sergilemesi,Cumhuriyetin ve laikliğin bekçisi olarak görmesi ORDU'nun yıpranmasına ve Milletimizin kahir ekseriyetine travma yaşatmasına sebep olmuştur.

İRTİCA anayasa'da suç olarak kabul edilmemesine rağmen GERİCİ ve YOBAZ güruhun
DARBE'ye kılıf olarak bu kaideyi kullanması DEMOKRATİK HUKUK devletimize olan TEHDİT'i gözler önüne sermektedir.

rıfat gökalp 11-07-2009 17:12

http://www.sabah.com.tr/c/sb/i/y/ca7...134a9682b1.jpg


EMRE AKÖZ-SABAH GAZETESİ


Golç Paşa'nın mirasını niye reddediyoruz?

Ordu,milleti yönetmek için değil,dış saldırılardan korumak için vardır !



En sıradan, en banal klişeleri, çok önemli saptamalarmış gibi sunan yorumcular var medyada. Bunları tanımak kolay: Ne zaman askeriyeyle ilgili bir (iç) siyasi sorun çıksa, bugün olduğu gibi tartışmalar başlasa, bunların lafı hazırdır:
'Ehem, ıııı, öööö, kişisel hatalar yüzünden kurumları yıpratmayalım lütfen.'

Genelkurmay başkanlığı koltuğuna oturan orgeneraller, neredeyse istisnasız bir biçimde siyasete müdahale planları yaptırıp duruyor...
40 hatta 50 kişiden oluşan ekipler, bazen aylarca çalışarak eylem planları hazırlıyor...
Yani apaçık suç olan bir emir ve uygulama, hesap soran olmadığı için, kurumsal alışkanlık haline getirilmiş...
Ayrıca suç ortaya çıkmış, zanlılar da belirlenmişken, olay kurumsal bir refleksle örtbas edilmeye çalışılmakta...
50 yıl içinde sürüyle darbe, muhtıra, müdahale, psikolojik operasyon üst üste yığılmış...
Bizim kerameti kendinden menkul yorumcular, hâlâ "kişilerin hatalarını kurumlara yüklemeyin" demekte.

***
Sünger beyinlilerin bir başka klişesi de 'orduyu yıpratmayalım' şeklindedir.
Nedenmiş o?
Tankları topları, tüfekleri, uçakları, helikopterleri, cemseleri, mayınları, dürbünleri, radarları, füzeleri var...
"Olmasın" diyen kim?
Konu bu değil ki!
Biz, 'Görevinizi yapın; ülkeyi savunun ama siyasete karışmayın' dedikçe, onların adına konuşan postal civeleklerinden hep aynı yaygara yükseliyor: "Orduyu yıpratmayın."
Eğer, bir bürokratı görevini yapmaya çağırmak, onu yıpratmaksa, varsın yıpransın. Ne yapalım yani?

***
Üstelik daha da ileri gidiyorlar: Askeri zihniyeti tüm topluma empoze etmeye çalışıyorlar.
Bu yılki Cumhuriyet Bayramı açıklamasında ne demişti GK Başkanı Org. İlker Başbuğ: 'Türk Silahlı Kuvvetleri, Türk milletinin özüdür.'
Sonra da, Türkler olarak, 'Ordu-millet' özelliğimiz olduğunu iddia ediyordu...
Bunlar 1930'larda kullanılan sözlerdir. Cumhuriyet bayramında kurulan 'tak'ların üzerine, 'Ordu, milletin özüdür' diye yazarlardı.
Ancak bunun tek nedeni, Kurtuluş Savaşı anılarının hafızalardaki tazeliği değildi.
Asıl mesele 19'uncu yüzyılın sonunda Almanya'dan ithal edilen militarist ideolojiydi.
Orduyu modernleştirmek üzere gelen General Colmar Freiherr von der Goltz'un (1843-1916) hocalık yaptığı genç subaylar aracılığıyla yaydığı 'Volk in Waffen' anlayışıdır bu:
Yani Osmanlı da, Prusya gibi, bir 'millet-i müselleha' (silahlanmış millet/halk, ordu-millet) olacaktı...
Osmanlı'daki adıyla 'Golç Paşa'nın ordu üzerindeki etkisi, İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna dek apaçık biçimde sürmüş, ABD ile ilişkiler ve NATO'ya girişimizle değişiklik başlamıştır.
Ancak görüyoruz ki Türkiye'de görev almasından 126 yıl sonra dahi Golç Paşa'nın ruhu TSK'da dolanmaya devam ediyor.
"Ordu-millet" kavramının ve "Ordu, milletin özüdür" sloganının bileşik anlamı şudur:
'Ordulaşmış milletin yöneticisi, siyasetçiler değil, komutanlardır.'
Öyle midir? Hayır!
İlker Başbuğ, Golç Paşa'nın mirasına sahip çıkabilir ama biz o mirasın sadece tarih kitaplarında kalmasını istiyoruz.
Bizim için ordu, milleti yönetmek için değil, dış saldırılardan korumak için vardır.
Yani: 'Ordu, milletin hizmetkârıdır.'

rıfat gökalp 11-07-2009 18:46

AKparti ve GÜLEN harekatini BİTİRME ve KOMPLO planı





İHBAR Mektubu






Bilgi Destek planı





Hasan Celal GÜZEL'in,Millet'e ve Demokrasiye ihanet belgesine ile alakalı değerlendirmesi !


Berr Ak 11-07-2009 19:34

Bende isterim ki Türkiye öyle bir yere gelsin ki ispanya savunma bakanı Carme Chacon gibi istediği bütün generalleri görevden alabilsin.Ya da öncesinde sadece sözlerinde darbe iması bulunduğu gerekçesiyle kara kuvvetleri komutanını görevinden alan jose bono...Ah Türkiye'm!

Ancak Türkiye şartları, geçmişi ve anayasası itibariyle henüz böyle bir şeyi yapabilecek zaman dilimine girememiştir.

EpiVaTeS 11-07-2009 19:46

esaslı bir temizlik şart tabiki...

Terennüm 11-07-2009 20:39

normal demokrasilerde böyle bir olayda kesinlikle sorumlularına hesap sorulur ve cezası verilir.lakin bizim demokrasimiz 2.sınıf demokrasi olduğundan çokda fazla yorum yazmaya gerek yok.ama size sadece şu kadarını yazayım.böyle birşey aleyhimize gözüksede aslında lehimizedir.sebebini merak edenlere kısaca şunu yazayım.başbakan insiyatifi eline almıştır.belki görevden almalar olmayabilir.ama bu belgeden sonra bazıları iyice köşeye sıkışmıştır.hareket alanları iyice daralmıştır.bence bu saatten sonra akparti muhalifleri başbuğ ve ekibinin üzerine gidecektir.buda benim şahsi görüşüm....

.:Ay_Yıldız:. 11-08-2009 13:52

Dikkatinizi birşeye çekmek istiyorum arkadaşlar.

Daha önce üzerinde darbe planları yapılan kaç partinin başbakanının Ordudaki darbe planı yapan pisliklerin temizlenmesi gerektiği çıkışları basın ve halk tarafından yapılabilirdi?

Bu Demokrasinin zaferidir.Terakkiperver Cumhuriyet fırkasından başlayıp,Demokrat Parti'den devam edip,Milli görüş akımlarından sürdürülüp,Adalet ve kalkınma partisi'nin kağıt üzerinde zaferi ile son bulmuştur.

Bu kağıt üzerinde diye tabir ettiğimiz demokratik zaferi resmi kayıtlara ve Tarihe geçirebilmek için,Başbakanımızın son "Mat hamlesi" kalmıştır.

Eğer Başbakanımız bu zorlu yolu aşıp, Darbe planı içindeki komutnları görevden alırsa,İddia ediyorum bu ülkede bir daha darbe marbe olmaz.

rıfat gökalp 11-08-2009 21:03

Askeri HAKİM-Volkan Şahin, DURSUN ÇİÇEK'in evini ARAMAMIŞ ?


Arama'ya ciddiyet kazandırmak amacı ile 6.5 saat kaldığını,YİYİP ve İÇEREK zaman geçirdiğini İTİRAF etti !
İşte o SES KAYDI




rıfat gökalp 11-08-2009 21:08


Erhan KARACA 11-08-2009 21:30

=) salih memecan klasikleri güzel özellikle de sonucu =)

rıfat gökalp 11-08-2009 21:31

http://yenisafak.com.tr/resim/site/fehmi_koru.jpg

Fehmi Koru-YENİ ŞAFAK GAZETESİ



Güçlü Türkiye için GENERALLER değişime ayak uydurmalıdır !

İçhizmet kanunu 35.madde DEMOKRATİK teamüllere uygun hale getirilmelidir



Tabloya bir başka açıdan bakarsak...Acaba konuya biraz farklı bir açıdan bakılamaz mı?

Şöyle: 'İrtica ile Mücadele Planı' diye de anılan artık ıslak imzalı nüshası da yetkililerin eline geçtiği için 'sahici' olduğu kuşkusu artan belge askerin 'rutin' işlerinden olmasın?

'Yeni komutan geldiğinde yapılacak işler' başlıklı listenin ilk sırasında yer aldığı için ona sormaya bile gerek kalmadan otomatik olarak hazırlanan bir çalışma söz konusu olamaz mı? Geçmişte deşifre olmuş 'andıçlar' fasilesinden 'olağan' bir çalışmaysa 'İrtica ile Mücadele Planı', günlerdir tartıştığımız sorunu, askerin, belgenin deşifre olması ile sınırlı görmesi doğal değil midir?
İlk bakışta biraz aykırı gelse de, 'askere yakın' bilinen yazarlar tarafından kaleme alınan makalelerden benim çıkardığım sonuç bu: Böyle bir planın içeriği üzerinde fazlaca durulmasını anlamıyorlar; esas üzerinde durulması gereken, 'bir ihbarcı subay' tarafından belgenin savcılığa gönderilmesi ve oradan da medyaya sızması onlara göre...

Bir “Belge sahici olsa ne olur, irticayla mücadele askerin görevi değil mi?” diye sormadıkları kaldı...
Vaktiyle 'ıslak imza' eksikliği sebebiyle tümüyle inkâr ettikleri için hafifçe bir mahcubiyet hissi duymamış olsalardı bu açıklıkta da sorabilirlerdi; şimdilik etrafında dolaşıp aynı kapıya çıkacak yorumlar yapıyorlar.
Peki ya onların bize ters gelen bu yaklaşımları 'doğru' ise?
Askerin olayı sâkin karşılaması karargâhta da benzer bir değerlendirme yapılmış olabileceğini düşündürüyor.
Şöyle düşünün: Albay Dursun Çiçek'in yerinde bir başka subay da olsa o konumdaki bir askerin 'öncelikli işler listesi' yüzünden yapmak zorunda olduğu bir çalışma ise 'İrtica ile Mücadele Planı'? Medyaya sızan belgenin içinde yer alan görüşler ve tavsiye edilen eylemler yıllardan beri her komutana arz edilen benzer raporlardan farklı değilse?
Üzerinde düşünmenizi istediğim soru budur...

Tabii o noktada durmamalı ve böyle bir ihtimali mümkün kılan yasal şartları ortadan kaldırmak için çaba göstermelisiniz...
Hızla değişen bir ülke Türkiye... Bundan kısa süre öncesine kadar olması mümkün görülmeyen pek çok yeniliği birbiri ardına yaşıyoruz. İçine kapanık, etrafıyla sorunlu, neredeyse kendi yağıyla kavrulan bir ülke olmaktan hızla uzaklaşıp bölgede sözü dinlenen, büyükler nezdinde itibar gören, ekonomisi büyüyen bir ülkeye dönüştük. Bunu sağlayan, Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne (AB) tam üyelik perspektifine konuşlandırma cesareti eşliğinde gelen demokratik yapının sağlamlaştırılması oldu.

Demokrasiyi birinci sınıf yapma gayreti ülkemizi birinci lige ha soktu, ha sokacak...
Birinci lige çıkmak neyi gerektiriyorsa onları yerine getiriyor Türkiye; bütün kurallar ve kurumlar bu değişime göre yeniden konuşlanma çabasında. Hukukta, sosyal hayatta, siyasette meydana gelen hızlı değişimi hepimiz görebiliyoruz; tek aksayan alan 'asker-sivil ilişkileri'...
Asker de bu yeni dönemin özelliklerini fark ediyor elbette, büyük ihtimalle değişime ayak uydurma yolunda adımlar da atıyor...
Sonuç? Alışkanlıklar, oluşmuş gelenekler, kullanma kılavuzları, yapılacak işler listeleri, hatta yasalar değişimi yavaşlatıyor...
Bu noktada askere yardım etmek daha doğru olmaz mı? Elbette belgeyle ilgili hukuki süreç devam etmeli, fakat aynı anda bazılarının siyasete doğrudan müdahale izni olarak yorumladıkları 'İçhizmet Yasası'nın ünlü 35. maddesini olgun bir demokrasiye uygun biçimde değiştirmek neden düşünülmüyor?
Düşünülmelidir !

.:Ay_Yıldız:. 11-14-2009 12:45

Alıntı:

rıfat gökalp Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 685925)
Askeri HAKİM-Volkan Şahin, DURSUN ÇİÇEK'in evini ARAMAMIŞ ?


Arama'ya ciddiyet kazandırmak amacı ile 6.5 saat kaldığını,YİYİP ve İÇEREK zaman geçirdiğini İTİRAF etti !
İşte o SES KAYDI




Bu ayrı konu olarak açılmalı kardeşim.Herkes görmeli.

DadaşAkp 11-14-2009 12:55

biraz pasif kalıyor başbakanımıza turgut ozal olsaydı coktan görevden almıştı

rıfat gökalp 11-14-2009 13:51

http://www.bugun.com.tr/newsFiles/1/...file/83873.jpg





Çiçek ifadeye gitmeden önce İlker Başbuğ ve komutanlarla yemek yemiş


İkini kez tahliye edilen Kurmay Albay Çiçek, 10 Kasım törenlerinin ardından Karargah’ta, Genelkurmay Başkanı ve komutanlarla yemekte bir araya geldi.

GELİNCİK SALOUNNDA ALTI GENERAL, BİR ALBAY
AKP ve Gülen’i Bitirme Planı’nın altında imzası olan Albay Çiçek, Ergenekon savcılarına ifade vermesinin hemen öncesinde komutanlarla öğle yemeğinde buluştu. Genelkurmay Gelincik Salonu’ndaki yemeğe Orgeneral İlker Başbuğ ile birlikte dört kuvvet komutanı da katıldı.

YEMEKTE 1.5-2 SAAT KOMUTANLARLA SOHBET ETTİ
Çiçek yemeğe sonradan dahil oldu. Çiçek’ten kısa süre sonra, Genelkurmay İkinci Başkanı da salona geldi. Çiçek yemekte yaklaşık 1.5-2 saat komutanlarla sohbet etti.

DURSUN ÇİÇEK’İ KARARGAH’TAN UĞURLADILAR
İrticayla Mücadele Eylem Planı’nın altında imzası olan ve tutuklandıktan sonra ikinci kez tahliye edilen Albay Dursun Çiçek, 10 Kasım’da Genelkurmay Karargahı’nda Orgeneral İlker Başbuğ, Genelkurmay 2. Başkanı ve dört kuvvet komutanıyla birlikte yemek yedi.
Karargah’taki Gelincik Salonu’ndaki yemek, Anıtkabir’deki 10 Kasım törenlerinin ardından, öğlen saatlerinde başladı. Çiçek’in yakın çevresinden alınan bilgiyle göre, yemeğe Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un yanı sıra Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hasan Aksay, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Işık Koşaner ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral A. Atilla Işık katıldı. Çiçek yemeğe, başladıktan bir saat sonra katıldı.
Yemekte Albay Çiçek’e ‘general’ muamelesi yapıldı. Yemek başladıktan bir süre sonra, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Aslan Güner de Gelincik Salonu’na geldi. Yemeğe ayrıca internet andıcında parafları olan birçok komutan da katıldı. Bir buçuk saate yakın süren yemekte sonra İlker Başbuğ, Genelkurmay 2. Başkanı’nı da yanına alarak kendi odasına geçti. 10 Kasım’da dikkat çeken bir başka olay da Savcı Zekeriya Öz’ün çağırdık gelmedi açıklamasından sonra Avukat Mustafa Çevik, Çiçek’in kanser olan annesinin yanında, Tokat’ta olduğunu açıklamıştı. Oysa Çiçek o gün Ankara’da ve Genelkurmay Başkanı’yla birlikte yemekteydi.

(Kaynak: Mehmet Baransu/Taraf)

rıfat gökalp 11-14-2009 14:02

Hakan ALBAYRAK-YENİ ŞAFAK GAZETESİ


BAŞBUĞ NİYE HALA GÖREVDE?


Demokratik bir ülkede ekonomik, sosyo-politik ve dini hayata müdahale eğiliminde olduğunu açıkça gösteren bir genelkurmay başkanı görevde kalabilir mi?

İlker Başbuğ, görevi Yaşar Büyükanıt'tan devralırken yaptığı konuşmada, “giderek güçlenen bazı cemaatler”in “ekonomiyi yönlendirmeye, sosyo-politik yaşamı biçimlendirmeye, dine bağlı bir yaşam tarzı olarak sosyal kimliklerini ortaya koymaya” çalıştıklarını ifade ederek, böyle bir müdahale eğilimi sergilemişti. Orduyu Meclis'in, hükümetin ve genel olarak siyasetin üstünde gördüğünü de faş etmişti o konuşmada. Demişti ki: “Türkiye, ulus devletin yaşanmasına engel olmayacak kültürel değişimleri sağlamıştır. Türkiye'den bunun dışında kurumsal düzenlemeler beklenemez.” Mealen: 'Ulus devlet sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğine, Türkiye için hangi kültürel değişimlerin ve kurumsal düzenlemelerin uygun olup olmadığına karar verecek olan merci sivil otorite değil askeriyedir.'

Başbuğ'un sonraki konuşmaları ve tavırları bir yana… “AK Parti ve Gülen Hareketi'ni Bitirme Planı”yla örtüşen 'anti cemaat' duruşu, iki milyon vatandaşımızın oy verdiği DTP'lilere “siyaset ağaları” diyerek cephe alması, TSK içinde bir “cadı avı” başlatmayacakları sözünü vererek darbecileri rahatlatmaya çalışması v.s. bir yana… Sivil toplum, sivil otorite ve siyasi hayat üzerinde askeri tahakküm hesabı anlamına gelen diğer bütün sözleri ve davranışları bir yana… Cuntayla ilgisi veya ilgisizliği de bir yana… Genelkurmay Başkanı olarak yaptığı o ilk konuşma, Başbuğ'un görevden alınması için yeterli sebeptir. Daha o gün, o saat, göreve gelir gelmez görevden alınmalıydı Başbuğ. Hâlâ neyi tartışıyoruz?

Hükümet, “Sivil otoriteye bakışı daha kötü olan bir genelkurmay başkanı gelirse pişman oluruz” diye düşünüyorsa, o düşünceden vazgeçsin. “Öyle geleni de göndeririz” desin. “Sonraki de öyle gelirse onu da göndeririz” desin…

Demokrat Parti'nin “Yeter, söz milletin!” sloganıyla iktidara gelişinden 60 sene sonra hâlâ millet iradesinin üzerindeki gölgeyi konuşuyoruz. Bu gölge kalksın artık.


GENELKURMAY'IN TUHAF BEKLENTİSİ


Haber: “Genelkurmay Başkanlığı, 'İrtica İle Mücadele Eylem Planı' başlıklı, 'ıslak imzalı' olduğu iddia edilen belgenin henüz Askeri Savcılığa ulaşmadığını, belge ile ilgili adli tıp raporunun Askeri Savcılığa ulaştığını, raporda sadece imza tetkikinin yapılmış olduğunu bildirdi.”

Yorum: Böyle işlere artık sivil yargının baktığı bilgisi Genelkurmay'a ulaşmadı mı? İlgili yasa değişikliğinin yer aldığı Resmi Gazete Genelkurmay'a gelmedi mi? “Islak imzalı olduğu iddia edilen belge”yi bekliyorlarmış. Ne diye? Ne hakla? “Sadece imza tetkikinin yapılmış olduğu” adli tıp raporunu yeterli bulmuyorlar, halbuki sivil savcılık onu bile göndermek mecburiyetinde değildi. Genelkurmay'ın çağa ayak uydurmasını bekliyoruz!

rıfat gökalp 11-14-2009 14:05


tolga_09 11-14-2009 16:44

Başbakanımız bence gerekeni en kısa sürede yapacak.Türkiye alışık olmadığı,zamanında yapılması gereken ama yapılmayan şeylere Ak Parti ile alışacak.Darbecileri kucaklamak yerine hapse atmak,görevden almak hatta ve hatta vatana ihanetten yargılamak gerekir.

rıfat gökalp 11-14-2009 19:49



Askeri Hakim-Millet'e Komplo belgesi'nin emrini SÜLEYMAN DEMİREL ve İSMAİL HAKKI KARADAYI verdi !




Tarımcıoğlu'dan bomba iddialar! Komplo belgesinin emrini veren general ve 50 kişilik ekip... Başbuğ haberdardı... Demirel ve Karadayı'nın ismini verdi...



Emekli askerî hâkim Tarımcıoğlu: İrticayla Mücadele Eylem Planı’nı tek başına bir albay hazırlayamaz. Bu planlar 50 kişilik ekip işidir
Hazırlama emri İkinci Başkan’dan
Tarımcıoğlu, İrticayla Mücadele Eylem Planı gibi planların hazırlanmasını ancak Genelkurmay İkinci Başkanı’nın emredebileceğini söyledi: Çünkü bir karargâh planının emrini ancak karargâh komutanı verebilir. Karargâh komutanı da Genelkurmay İkinci Başkanı’dır.

Genelkurmay Başkanı haberdar olur

Planın, Genelkurmay Başkanı’ndan habersiz hazırlanmış olabileceğini belirten Tarımcıoğlu, sözlerini “ama” diye sürdürdü: Genelkurmay Başkanı’nın böyle bir plandan haberinin olmaması mümkün değildir. Emrini vermemiş de olsa, plan mutlaka ona arz edilir.
“27 Nisan muhtırası Ankara’da meşhur bir ofiste hazırlandı ve GK Başkanı Büyükanıt’a verildi. Ekipte eski bir genelkurmay başkanı, kuvvet komutanı ve eski cumhurbaşkanı vardı.”

“Bu bir psikolojik harekât. Gazetelerin manşetlerine bakın. Görürsünüz... Bu plandaki bir sürü şey uygulanmış. Askerin psikolojik harekâtı daima medyayla iç içedir.”

“Bingöl’de 33 er, Başbağlar’da 33 kişi katledildi. Bu 33 rakamı Tesadüf değildir. 33 rakamı Mustafa Muğlalı olayına bir referanstır ve kasten seçilmiştir.”



* * *

NEDEN: FAİK TARIMCIOĞLU


Ergenekon soruşturması başladığında, emekli olan generallerin kuvvet komutanıyken nasıl dört tane birden darbe planladıklarını ve toplum olarak ne tür kanlı tuzakları atlatmış olduğumuzu ürpererek öğrenmiştik. Şimdi ise toplum olarak kanımız dondu. Meğer ordudaki cunta planları bitmemiş. Darbe ortamının olgunlaşması için bugün de hâlâ hazırlıklar yapılıyormuş. Bu vahim olay, Genelkurmay Karargâhı’nda bir albay tarafından yeni bir darbe planının hazırlandığının ortaya çıkmasıyla anlaşıldı. Bu planın hazırlanmasını kim emretti? Kimler hazırladı? Böyle bir planın hedefi neydi ya da kimdi? Bu planın ne kadarı uygulandı? Bu psikolojik harekâtta medya ve yargının rolü ne oldu? Bütün bu soruları Türkiye’nin yakın geçmişini hem askerî savcı olarak hem de siyasetçi olarak sadece yakından değil bizzat içinden takip etmiş biri olan ve Türkiye’deki sistemi çok iyi bilen, 12 Eylül döneminde sıkıyönetim savcılığı yapan Faik Tarımcıoğlu’na sorduk. Bir dönem ANAP milletvekilliği yapan ve Özal’ın yakınında bulunan eski askerî hâkim ve askerî savcı Faik Tarımcıoğlu çok ilginç analizler yaptı ve çok çarpıcı iddialarda bulundu.


* * *

NEŞE DÜZEL: Genelkurmay Karargâhı’nda bir darbe planı hazırlandığı ortaya çıktı. Planı bir albayın hazırladığı anlaşıldı. Bir ihbar mektubu ise emri bir orgeneralin verdiğini ileri sürdü. Sizce bu planın hazırlanmasını kim emretti?


FAİK TARIMCIOĞLU: Böyle bir planın hazırlanmasını ancak Genelkurmay İkinci Başkanı emredebilir. Çünkü bir karargâh planının hazırlanması emrini ancak karargâh komutanı verebilir. Karargâh komutanı da Genelkurmay İkinci Başkanı’dır. Ayrıca bu planı Genelkurmay’da tek başına bir albay hazırlayamaz.

Bu tür bir eylem planını kaç kişi hazırlar?


Muhtevasına bakarak söylüyorum... Bu eylem planı bir kâğıt parçası olamaz. Bunun gibi planlar 30-40-hatta 50 kişilik bir ekip tarafından hazırlanır. Bunun için çeşitli birimler görevlendirilir. Önce planın taslağı hazırlanıp, Daire Başkanı’na sunulur, ki o Daire Başkanı, genellikle Genelkurmay Harekât Dairesi Başkanı’dır.

Rütbesi nedir daire başkanının?


Korgeneraldir. Sonra bu taslak Genelkurmay İkinci Başkanı’na verilir. O da sonra Genelkurmay Başkanı’na sunar.

Böyle bir planın hedefi neydi ya da kimdi?


Bu plan, 22 Temmuz seçimlerine bir tepkidir. Çünkü o seçim yenilgisinde büyük bir travma yaşadılar ve bu harekât planını hazırladılar. Hedef, hükümeti devirmek ve cumhurbaşkanlığı kalesini geri almaktır. Bir diğer hedef de hükümete destek veren Gülen Cemaati’ni ezmektir. Planda yer alan Alevilere yönelik eylemler de, toplumda huzursuzluk yaratmak içindir.

Niye özellikle Aleviler seçiliyor?


Çünkü toplumda huzursuzluk yaratmak için ya Türk-Kürt savaşı çıkartacaksın, ya da Alevi-Sünni kavgası yaratacaksın. Bunun başka bir yolu yoktur. Aslında 27 Mayıs da, 12 Eylül de hep toplum mühendisliğini içeren bu tür eylem planlarıyla yapıldı. 12 Eylül öyle müthiş bir harekât planıydı ki, bir düdükle bir saat içinde bütün Türkiye’ye en ücra karakollara kadar hâkim olundu.

Peki, şimdiki eylem planı uygulandı mı? Yoksa kâğıt üzerinde mi kaldı?


Muhtevasına dikkatle baktığımız zaman bir sürü uygulanmış şeyler var bu planda. Bu bir psikolojik harekât olduğu için önce gazetelerin manşetlerine bakmak lazım. Psikolojik harekâtın izlerini ve planın uygulanıp uygulanmadığını gazetelerin manşetlerinde, televizyon haberlerinde mutlaka görürsünüz. Televizyonlarda konuşmalar olur, birileri çıkıp avaz avaz bağırır.

Genelkurmay’ın psikolojik harekâtı medyayla bu kadar iç içe midir?


Evet, maalesef öyledir. Üstelik bu ilişki, bir bayrak yarışı gibi devam eder. Komuta kademesinin değişmesi pek bir şey değiştirmez. Hükümeti devirme planları yapılmaya devam eder ve bu planlar uygulanmak için müsait bir ortam beklerler. 22 Temmuz seçimlerine dönersem...

22 Temmuz seçimlerinde askerin yaşadığı asıl büyük travma nedir sizce?


Askerin yaşadığı asıl büyük travma, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasıdır. Zira cumhurbaşkanlığı bu ülkede bir rejim sorunudur. Cumhurbaşkanı mutlaka asker kökenli olmalıdır. Turgut Özal’ın cumhurbaşkanlığından önce de inanılmaz hadiseler yaşandı. Ama Özal Çankaya yollarına dizilen taşları cesaretle ve dirayetle temizledi. Bunda benim de ciddi katkılarım oldu. Taşların temizlenmesiyle Özal cumhurbaşkanı oldu ve işte orada film koptu.

Çankaya’nın taşları dedikleriniz neler ya da kimler?


Mesela Anayasa Mahkemesi... Özal cumhurbaşkanı olmasın diye türban kanununu mahalli seçimlerin önüne alarak haksız yere iptal etti. Hadi öyle karar verdi diyelim. Bir de gerekçeyi yazmadan kararı açıklayıp Özal’ı kontrpiyede bıraktı. Beyazıt camiinde cuma olayları tertiplenmeye başladı. Rahmetli Özal’la aramızda bu konuda çok enteresan bir konuşma geçti. “Postallarına baktınız mı” dedim.

Camilerde cuma olaylarına katılanların mı?


Evet... Olaylara katılanların çember sakalları vardı. “Ya Allah Bismillah, Allahü Ekber” diye bağırıyorlardı ama postalları vardı.

Ajan provokatörlerdi, öyle mi?


Evet. Benzer olaylar 12 Eylül’de de yapılmıştı. Konya’da İstiklal Marşı çalarken yere oturanlar da postallılardı. O zaman Hürriyet’in manşeti, “İstiklal Marşı’na saygısızlık” idi. 12 Eylül’ü meşrulaştırmak için bir provokasyondu bu. Özal’ın cumhurbaşkanlığı öncesinde, Anayasa Mahkemesi’nin türban kararıyla senkronize bir biçimde o günlerde Yargıtay da “tapu tahsis belgesi geçersizdir” diye senkronize bir karar verdi. Büyük basında bu haberi, “Özal yalan söyledi” diye manşetten verdiler. Özal cumhurbaşkanı olmadan son altı ayda yaşananlar bunlar... Bir diğer senkronize adım da Danıştay’dan geldi.

Yargı bütün bu kararları alırken kiminle senkronize hareket ediyor?


Genelkurmay’la... Özal Çankaya’ya çıkmasın diye her türlü itibarsızlaştırma operasyonu yapıldı. Yargının verdiği bütün kararlar siyasiydi... Danıştay, Özal’ın çok önem verdiği ikinci değişim programıyla ilgili Bakanlar Kurulu kararnamesini haksız yere iptal etti. Hemen ardından bu kez Yüksek Seçim Kurulu, hiç üstüne vazife değilken, kimse ona bir şey sormamışken...

O ne yaptı?


ANAP’ın eli güçsüz olsun diye, gene senkronize bir hareketle, “seçime katılmamanın bir müeyyidesi yok” diye bir karar verdi. Daha önce seçime katılmamanın para cezası vardı. Bu, ANAP büyük şehirlerde oy kaybetsin diye yapıldı. Bütün bunlar, ANAP oy kaybederse ANAP’ın genel başkanı Özal cumhurbaşkanı olamaz diye gerçekleştirildi. Türkiye’de bu tür planlar zaten hep hazırlandı ve hayata geçirildi.

Türkiye gene bir cumhurbaşkanlığı seçim sürecine giriyor. 2011’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerine neredeyse bir yıl kaldı. Siz, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hep çok gerginlik yarattığını söylüyorsunuz. Ortaya çıkarılan darbe planı, Erdoğan’ın muhtemel cumhurbaşkanlığını engellemeyi hedeflemiş olabilir mi?


Elbette. Hiç şüpheniz olmasın. 1993 senesi tarihe en büyük kara leke olarak geçti. Darbe ortamını hazırlamak için pek çok suikast yaşandı. Uğur Mumcu 1993 başında öldürüldü. Birkaç gün sonra Özal şaibeli bir şekilde öldü. Arkasından Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis suikasta uğradı. Hemen ardından 33 er Bingöl’de öldürüldü. Sivas’ta 37 kişi yakıldı. Üç gün sonra Başbağlar’da 33 kişi katledildi. Bu 33 rakamı, Mustafa Muğlalı olayına bir referanstır ve kasten seçilmiştir. Sonra JİTEM’in karanlık yüzü Cem Ersever öldürüldü.

Bütün bu cinayetler niye işlendi?


Bütün bunlar darbeye ortam hazırlamak ve darbenin meşruiyetini sağlamak için yapıldı. Çatışmalar sürdü, Kürt sorunun demokratik ve siyasi yoldan çözülmesi engellendi. Ama Özal ölüp de Demirel Cumhurbaşkanı olunca işler normalleşti. Özal dönemi bitti ve bir süre darbeye gerek kalmadı. Çünkü Demirel’le 12 Eylül’ün darbe düzeni devam ettirildi. 28 Şubat ise bir nokta operasyondu.

Anlamadım...


O nokta operasyonun hedefi Erbakan’ın şahsıydı. Erbakan’ı siyasetten silme operasyonuydu bu. Tasfiyeyi Tel Aviv politikası da istiyordu. Bu işe görevlendirilen dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir’di. Onu döneminde İsrail’le çok özel askerî anlaşmalar yapıldı. Aslında Erbakan’ın tasfiye edenler...

Onlara ne oldu?


İktidara Erdoğan’ın ve Gül’ün gelmesiyle birlikte öyle bir duvara tosladılar ki... Bunun öfkesiyle “Sarıkız, Eldiven, Yakamoz, Ayışığı” darbe planlarını yaptılar ve başaramadılar. Ve sonunda bugünlere gelindi. Sıra, bu yeni eylem planına geldi. Çünkü 28 Şubat’tan sonra “Erbakan’ı hallettik. Şimdi önümüze kim çıkabilir? İstanbul’un ağzı laf yapan belediye başkanı çıkabilir, onun için bir kumpas yapalım” dediler. Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir, adlî müşavir olan tümgenerale talimat verdi. O da Atatürkçülük ticareti yapan bir Yargıtay başsavcısına söyledi. O, Diyarbakır DGM başsavcısına “devlet böyle istiyor” diye telefon etti. Böylece Siirt konuşmasında okuduğu şiir bölücülük olarak takdim edilerek Erdoğan hapse atıldı. Ben o sırada Ankara’daydım.

Artık askerî savcı değildiniz. ANAP’tan milletvekili değildiniz. Ne yapıyordunuz?


Bizim Vakıf 2000 diye bir stratejik araştırmalar vakfımız vardı. Konferanslar düzenliyoruz, kim başbakan olacak diye araştırmalar yapıyoruz. Tuttuğum nabızlardan Erdoğan’ın bir güç olduğunu gördüm. Diyarbakır DGM’den mahkûmiyet kararını istettim. Arkadaşlarım gönderdi. Rezalet... Hukuk düzenini alt üst eden bir karar. Hiç üstüme vazife değilken kalkıp Yargıtay’a gittim. Bu konuyu Yargıtay’da en üst düzeyde bir görevliyle konuştum.

Ne konuştunuz?


Sonradan politikaya atılan bu görevliye, “Bu karar haksız ve hukuksuz. Bu kararla mahkûm ederseniz, bu adam başbakan olur” dedim. Açtı Anayasa’yı , “76’ncı maddeye bak, nasıl aday olacakmış” dedi. “Hukukta memnu hakların iadesi diye temel bir kavram var. O zaman geldiğinde ne yapacaksınız” dedim. Yetkili bana aynen şunu söyledi. “Beş yıl sonra kim öle, kim kala” dedi. Erdoğan’ın başbakan olması onları çok öfkelendirdi.

İhbar mektubunu yazan subay, Genelkurmay Başkanı’nın bu plandan haberdar olduğunu söyledi. Sizce Org. Başbuğ bu plandan haberdar mıydı? Ya da şöyle sorayım Genelkurmay Başkanı’ndan habersiz böyle bir plan hazırlanabilir mi?


Hazırlanabilir ama genelkurmay başkanının böyle bir plandan haberinin olmaması mümkün değildir. Planın emrini vermemiş olabilir ama sonunda mutlaka bilgisi olur. Çünkü plan hazırlandıktan sonra ona arz edilir. Genelkurmay eski Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde 367 tartışmalarının yapıldığı sırada yaptığı bir konuşma çok sonra internet sitelerine düştü. Bu ses kaydında Karadayı “aksi olursa, Genelkurmay gereğini yapar” diyordu. Bu ne demektir?

Ne demektir?


Bu, “darbe planları yapılıyor” demektir. Zaten o dönemdeki 27 Nisan Muhtırası da Ankara’da bir büroda hazırlandı.

Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt o muhtırayı ben yazdım diye açıklamadı mı?


Evet, ama muhtıranın bir bölümünü o yazdı. Önce Ankara’da bir büroda 14 nisan-27 nisan tarihleri arasında bir muhtıra taslağı hazırlandı. Bu taslak, Genelkurmay Başkanı’na verildi. 14 nisan’da Büyükanıt, cumhurbaşkanıyla ilgili “sözde değil özde laik” lafları etti, ondan sonra muhtıra taslağı hazırlandı. Bu taslağa Büyükanıt bazı montajlar yaptı.

Muhtıranın diğer kısmını kim yazdı?


Ekibin içinde İsmail Hakkı Karadayı Paşa ve Aytaç Yalman var. Hatta onlardan daha rütbeli birisi de var.

Cumhurbaşkanı demektir bu... Demirel mi var?


Evet. 367, Abdullah Gül cumhurbaşkanı olmasın diye tezgâhlanmıştı. Anayasa Mahkemesi baskı altına alınmıştı. 367 kararı çıkacak ve hükümet eli mahkûm anayasa değişikliği için referanduma gidecekti. O anayasa değişikliğinde, daha evvel cumhurbaşkanlığı yapmış biri tekrar aday olabilecekti. Hedef, Demirel’in cumhurbaşkanı olmasıydı. Bir de o günlerde askerî kesimde peş peşe intihar olayları basına yansı. Bu suiistimal olayları dosya halinde Başbakanlığa intikal etmek üzereydi. Gündemin bu nedenle de değişmesi gerekiyordu.

Çok emin konuşuyorsunuz. Neye dayanarak bu kadar emin konuşuyorsunuz?


27 nisan günü saat öğlen bir buçuk, televizyon seyrediyorum. Mehmet Ağar 367 oylaması için Meclis’e girip girmemeyi basına açıklayacaktı. O sırada ciddi bir işadamı telefon etti. “Aman Faik Abi, Mehmet Ağar’a müdahale et” dedi. DYP Genel Merkezi’ni aradım. Başkan Yardımcısı Saffet Arıkan Bedük’le konuştum. Kendisi sınıf arkadaşımdır. “Duyum aldım. Meclis’e girmeyecekmişsiniz. Bu, DYP’nin intiharıdır” dedim. Bedük, “aynı fikirdeyim, laf anlatamadım” dedi. “Ağar’ı Özel Kalemi’nden ara, onunla bir de sen konuş” dedi.

Ağar’la konuştunuz mu?


Aradım, özel kalemi Abdullah’la konuşmamız yarıda kaldı. Çünkü o sırada Ağar, basına Meclis’e girmeme kararını açıkladı. Meclis’e o gün DYP ve ANAP girmedi. ANAP’tan Başkan Yardımcısı Mehmet Keçeciler’le de konuştum. “ANAP buharlaşır” dedim. Bana, “mani olamadım” dedi.

Çok ciddi iddialarda bulunuyorsunuz. Bunların belgesi var mı?


Bunun belgesi olmaz. Muhtıranın dışarıda hazırlandığı bilgisi benim şahsi araştırmam ve duyumumdur. Ama zaten sonraki bazı gelişmeler bu bilgiyi teyit etti. Ankara Kuleli Sokak’taki hepinizin bildiği çok meşhur bir ofis adlî gelişmeler dolayısıyla alelacele kapatıldı.

Muhtıranın taslağını hazırlamak için orada mı toplanılmıştı?


Evet...



AKTİFHABER
-Neşe Düzel/Taraf

mpektas 11-14-2009 20:27

Alıntı:

Gencdadaslar Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 688147)
biraz pasif kalıyor başbakanımıza turgut ozal olsaydı coktan görevden almıştı

Oldu canım!Nerde Turgut Özalı bende severim ancak o olsa bunun üstünü kapatırdı.Nitekim kendine suikast düzenlendiğinde bile "bunu pek fazla araştırmayın" demedi mi rahmetli?
Ya arkadaşlar bu gün özellikle Başbakan'a laf söylemeyin(tabi hiç bir zaman söylemeyin de) çok hassasım bu konuda özellikle bu gün!Ki o da sizin düşündüklerinizi düşünüyordur emin olun!Ne de olsa başbakanı Türkiye'nin.Boş boş oturmuyordur yani.Gereken gerektiği zamanda gerektiği şekilde yapılacaktır İnşallah!

EpiVaTeS 11-14-2009 21:48

Başbakanımızın pasif kaldığını düşünmüyorum...
Arkadaşlar...
Her adımı ince ince hesaplayıp öyle atmak gerekir...
Başbakanımız ve danışmalarıda bu adımları ince eleyip sık dokuyorlardır...
ve Genelkurmay başkanını görevden almak o kadar basit bir iş değil...
Ha özal yaptı diyeceksiniz...
Özalın zamanındaki durum ile şimdiki durum çok farklı...

Komutan 12-06-2009 21:24

Alıntı:

.:Ay_Yıldız:. Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 685807)
Dikkatinizi birşeye çekmek istiyorum arkadaşlar.

Daha önce üzerinde darbe planları yapılan kaç partinin başbakanının Ordudaki darbe planı yapan pisliklerin temizlenmesi gerektiği çıkışları basın ve halk tarafından yapılabilirdi?

Bu Demokrasinin zaferidir.Terakkiperver Cumhuriyet fırkasından başlayıp,Demokrat Parti'den devam edip,Milli görüş akımlarından sürdürülüp,Adalet ve kalkınma partisi'nin kağıt üzerinde zaferi ile son bulmuştur.

Bu kağıt üzerinde diye tabir ettiğimiz demokratik zaferi resmi kayıtlara ve Tarihe geçirebilmek için,Başbakanımızın son "Mat hamlesi" kalmıştır.

Eğer Başbakanımız bu zorlu yolu aşıp, Darbe planı içindeki komutnları görevden alırsa,İddia ediyorum bu ülkede bir daha darbe marbe olmaz.

Sonuna kadar katılıyorum tam olarak istediğimizi alamamış olsak bile kesinlikle bir tabuyu yıkmış olduk ...

fatih güneş 01-11-2010 00:48

ordu yenilenmelidir baştan aşağı yeni muhafazakar bir ordu kurulmalıdır

●..eNes..● 01-11-2010 02:23

Osmanlı zamanı olsaydı tek cümlede biticekti iş "tez kelleleri vurula." ama zamanımızda böyle olmuyo bu işler.


All times are GMT +3. The time now is 07:09.

Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025