![]() |
Türkiye'deki Laiklik ve gerçek Laiklik..
http://karsiliksizcekyasasi.files.wo...durlarc4b1.jpg Eskiden Avrupa'da çıkarcı tavır ile ülke yönetimine olumsuz anlamda karışan Kiliselerin etkisini yok etmek üzere çıkan yönetim biçiminin Türkiye'deki uygulanışı üzerinde tartışmalar dinmiyor. 21.yüzyılda bu ülke hala Laiklikle ilgili kavram karmaşası yaşıyor. Buyrun tartışalım. |
Evet konu güzel . Laikliğin evrensel tek boyutlu olmadığı ülkelerdeki güç odaklarınca istismar edildiği ortada , bu mevcut kavramı insan aklı kendi yaşam felsefesine göre dizayn edip farklılıkları bir arada tutan aygıt olma yerine kendi modelini dikta etmesi aşınmasına ve farklı algılanmasına vesile oluyor. Aslında insan aklı ile bezenmiş bu kavram gelişen akıl ile beraber yeni yorumlara gebe kalması yerine onu durağan konuma getiren yöneticiler bu ideoloji ile hastalık üreten virüs haline dönüştürdüklerinide biliyoruz. ülkemizdeki zinde güçlerin dünya standarlarından çok uzak algıladıkları bu yönetim bicimini maalesef yıllardır bu ülkenin başında demoklesin kılıcı gibi salladılar. Yorumladıkları laik liği muhafaza etmek içinde yıllardır kendi içimizden ona düşman ürettiler düşmanlar ile mücadele ederek o kavramın yaşayabileceği tezini bu halka dayattılar bu savaşın etrafında bir çok nefer yetişdiler şimdi onların yorumladıkları laik liğin dışına cıkan her kesi düşman bellediler.Fransadan aldığımız laik liği Fransızlar her gelişen hayat şartlarına göre yeniden dizayn ederken bizdeki güçler soğuk savaş yıllarından kalma yorum ile onu yaşatmaya calışıyor haliyle bir çok ayrışmaya vesile olan sorunları beraberinde getiriyor . Bir an önce modern ülkelerdeki laik lik anlayışı devlet modeli halimize gelmesi gerekir. Nasıl olsa şeriatın gelmesi çok güç şeriaat denilince ürken o kadar çok müslüman varki en azından bireysel hakların çok daha rahat kullanılabileceğimiz geniş kapsamlı laik anlayışı benimsemek çok daha kolay.
|
Alıntı:
Laiklik özgürlük demektir. Ama bu ülkede kavram karmaşası mevcut. Karmaşa kelimesinide iyimser olarak söylüyorum,kasıtlı yapıldığını,kimlerin bu şekilde yaptığını bütün herkes biliyor. Bir ülkede sistemi korumak için baskı politikası izlemek yerine hoşgörü politikası izlemek gereklidir. En büyük güvence,yasalar ve birtakım kararnameler değildir. Halkın güvenmesidir. Halkın sevmesidir,benimsemesidir. Ama sistemimiz tıpkı bir saatli bomba gibi. Her an bir yerden patlayacak,birilerine zarar verecek izlenimi veriyor. Halk bir sistemi böyle sevemez,bir sistemse böyle korunmaz. Bugün Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı'nın eşi Gata'ya başörtüsünden ötürü alınmıyorsa bu sistem normallikten çıkmıştır. Bu sistemi düzeltmek için kavramda anlaşmak,ortak bir algıya ulaşmak gerek. Laikliği Fransa'dan alırken hoş,ama onun gelişmesini izlerken boş. böyle bir mantık olabilir mi? Asır öncesinin Fransasının sistemiyle 21.yüzyılda idare etmeye çalışmak,Türkiye'nin adına yakışmaz. Dipnot; Oligarşik gruptan kastım soyut bir kavramdır. |
Türkiyede hala kişilere laik değilsin gibisinden eleştiriler getiriliyor.Halbuki kişilerin laik olmak gibi bir sorumluluğu yoktur.Devletin laik olmak gerekmektedir.
|
"Dinin siyaseti gölgelemediği,siyasetin pis elleriyle dini kirletmediği sistem"Türkiye'de bu uygulanmadığı sürece tartışmalar da devam edecektir.
|
İslam dini açısından laiklik.
Hıristiyanlığın dünyevi zevkleri ve ihtirasları reddetmesine karşılık, İslam Peygamberi, “Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi öbür dünya için çalışın” diyor. Yine Kuran’ın pek çok ayetinde de gerek kamusal gerekse özel alana dair kesin hükümlerin yer aldığı görülür. Oysa yukarıda da değinildiği gibi İncil’de kamusal yaşama dair bir düzenleme yoktur. Laikliğin Müslüman toplumlarda uygulanmasında karşılaşılan güçlükler işte bu noktada ortaya çıkıyor. Bir örnek vermek gerekirse; (Bugünlerdeki önemli sorunlardan biri olan ve halen tartışılan türban konusunu geçiyorum.) Üzerinde hemen herkes tarafından mutabakata varılan ve daha az tartışılan namaz ibadetini ele alalım: Laiklik ilkesi gereği devlet kuralları din kurallarına dayandırılamayacağı için, kişinin inancı nedeniyle namaz saatlerinde tatil yapılması mümkün değil. Peki din bu konuda ne emrediyor? Kur’an Müslümanlara namaz kılmalarını emrediyor ve bunun yanında tüm insanları Allah yolundan gitmeye çağırıyor. Peygamber’in de davranışlarıyla örnek alınması gereken bir kişi olması nedeniyle O’nun sünnetine göre davranılmasını istiyor. Yine önemli bir nokta, Kur’an’a uymak ve Peygamberin sünnetinden gitmek demek yalnızca özel alanda yapılan davranışlarla sınırlı değil. Buna göre davranan kişi kamusal alanda da Kur’an’a ve sünnete uymak durumundadır. Bu nedenle bir Müslüman’a, “Sen evinde inandığın gibi yaşayabilirsin, ancak sokağa çıktığın andan itibaren bazı inançlarını evde bırakmak zorundasın” demek mümkün değildir. Peki yaşamını İslamî kurallara göre belirlediğini iddia eden birine, “Senin gibi yaşamayanları namaza, oruca ve örtünmeye teşvik etme” diyebilir misiniz? Elbetteki hayır. Bu saydıklarım zaten İslam’ın temel kurallarıdır ki, kişiden böyle bir istekte bulunduğunuzda ondan İslam’a karşı çıkmasını ve dinin emirlerini reddetmesini istemiş olursunuz. Çünkü dinin emirleri içinde İslam düşüncesini, İslam felsefesini ve İslam İnancını yaymak da vardır. Bugün dünyada yaklaşık 1,5 milyar Müslüman yaşıyor. Müslümanların çoğunlukta olduğu Türkiye hariç hiçbir devlet kendini açık bir şekilde Laik olarak tanımlamıyor. Bunun gerekçesi ise bağnazlık, tutuculuk, taassup falan değil. Bu tamamıyla Kur’an’dan kaynaklanıyor. Çünkü Kur’an’ın kendisi dinin ve devletin ayrılmasına müsaade etmiyor. * * * O halde herkes, “Ben inancıma göre yaşamak istiyorum” dediğinde, İslam’ın en temel kuralları üzerinde dahi (yukarıda verdiğim namaz örneğinde bile hâlâ beş vakit mi, üç vakit mi tartışmaları var) uzmanlar tarafından tam olarak fikir birliğine varılamamışken bu isteklerin yerine getirilmesi ne gibi sonuçlar doğurur? Bir kere bunun için dini inanç özgürlüğü isteyenlerin, başkalarının inanç özgürlüğüne saygı duyması ve onları olduğu gibi kabul etmesi gerekiyor. Oysa görüyoruz ki, bunu isteyenler kendileri gibi düşünmeyen ve inanmayanların da kendileri gibi olmasını istiyorlar. Onlara “öteki” gözüyle bakıyorlar. Hatırlayın; bir tarihte Japonya’yı ziyaret eden Meclis Başkanı Bülent Arınç Japonlar için, “Umarım onlar da bir gün Hak yoluna intisap ederler” diye bir temenni de bulunmuştu. Bu durumda bırakın Hıristiyanların Misyonerlik çalışmalarını, İran’ın veya Suudilerin Türkiye’deki çalışmalarına dahi tepki göstermek gibi bir lüksünüz olmamalı. Çünkü onlar da kendi inançları doğrultusunda hareket ediyorlar. Bir gün Türkiye’yi ziyaret eden yabancı bir ülke temsilcisi Türkler için de aynı şekilde bir görüş belirtse, inanç özgürlüğü isteyenlerin tepkisi nasıl olurdu merak ediyorum doğrusu. * * * İslam dini sağlıklı bir şekilde ele alındığında, Müslümanların elinde tek bir Kur’an olmasına karşılık, yukarıda değindiğim mezhep ayrılıklarının da, aynı mezhep içinde var olan farklılıkların da aslında o gruba ait toplulukların örf ve adet farklılıklarından kaynaklandığını görürüz. Önceleri doğal olarak ortaya çıkan bu farklılıklar, siyasal gücü elinde tutan iktidar sınıfı tarafından kesin dini hükümler gibi benimsetilmeye çalışılmış, farklı düşünmenin ve davranmanın dine aykırı olduğu söylenmiştir. Bunun altında yatan gerçek başlangıçta değindiğim gibi, iktidarı elde tutma ve bunu sürdürme çabasından başka bir şey değildir. Bu gün yaşadığımız dünyada insanların tamamını mutlu edecek bir siyasal sistem geliştirilebilmiş değil. Ancak örnekler gösteriyor ki, hemen herkesin asgari düzeyde de olsa, isteklerine cevap verebilen tek yönetim biçimi çoğulcu demokrasidir. Çoğulcu demokrasinin temelinde ise “laiklik” vardır. Kendisini demokratik bir yönetim olarak adlandıran ülkelerde gerçek demokrasiden söz edebilmek için laiklik ilkesinin yurttaşların tümü tarafından benimsenmesi gerekir. Bu nedenle devletin Anayasasında “Laik” yazması ve kendisini “Laik” olarak tanımlaması yeterli olmaz. Bu sadece kağıt üzerinde bir anlam ifade eder. Laikliği yurttaşlarıyla birlikte benimsemiş bir ülkede her vatandaşın bir diğerinin inancına saygısı varsa ve onu kendisi gibi inanmaya zorlamak gibi bir çabası yoksa laiklikten söz edebiliriz. Böyle bir toplumda kimsenin, “namaz kılıyor, camiye gidiyor, örtünüyor” diye suçlanamayacağı gibi, diğerlerinin de “açık geziyor, oruç tutmuyor veya namaz kılmıyor” diye suçlanması ve eleştirilmesi söz konusu olmaz. |
Alıntı:
Bu ülkede başörtülü bir bayan eğitim hakkını elde edemez,Kamuda çalışma hakkını elde edemez ve bunların üstüne gittiğindede Anti Laik yaftası yerse,böyle bir tartışma konusu açılır. Bu ülkede tesettürlü olmayan bayanlar- ben de dahil- istediğim yerde eğitim alabiliyor,hiç bir kısıtlamaya maruz kalmıyor isem,başörtülü bir bayanda bu hakkı elde edebilmeli. Kendini Laik diye tanımlayan kesimin sürekli baskıcı diyerek suçladığı İran'da nasıl açık gezen insanlara yönelik bir kısıtlama mevcutsa,Türkiye'deki durumda eşit. |
Arkadaşım bak. Laikliğin tam ve kesin çizgiler ile belirlenmiş şekli yoktur. Laiklik ülkelerin idare ve iradesi ile tam şeklini alır. Bu yüzden, aslında Laikliği diğer ülkeler ile kıyaslamak manasız.Zira bizim ülkemiz, irticai faaliyetlere son derece müsait bir ülkedir. Aslında buna yanıtım aşağıdaki yazıdadır.
Dini hemen her alanda referans olarak kullanma çabasının altında aslında toplumsal yaşamın her alanında gördüğümüz iktidar mücadelesi yatar. İktidar mücadelesi toplumun en küçük birimi olan aileden başlayarak, pek çok toplumsal birimde görülebilir. Bu mücadelenin en uç noktasını ise siyasal iktidarı ele geçirme isteği oluşturur. Siyasal iktidar kavgası yani otoriteyi ele geçirme mücadelesi neredeyse insanlık tarihi kadar eskidir: Tarihsel süreç içinde insanlar bazı zorunlu ihtiyaçlarını karşılama (güvenlik ve barınma gibi) amacıyla bir araya gelmeleriyle birlikte toplumlar kendilerini yönetecek birilerini aradılar. Başlangıçta yöneticilik vasfına ve ehliyetine sahip bu kişiler birebir Tanrı ile özdeş tutulurken zamanla yarı tanrısal bir kimlik taşımaya başlamışlardır. Eski Mısır’da firavunlar Güneş Tanrısı Ra’nın oğlu olarak bilinirdi (Japon İmparatorlarının bugün bile hâlâ “Güneşin Oğlu” olarak anılmasının temelinde de bu yatar). Orta Asya Türk devletlerinde de Hakanların “Gök Tanrı”dan “Kut” aldığına inanılırdı. Bu geleneğin Selçuklularda da devam ettiğini görüyoruz. Daha sonraları da krallar ve imparatorlar iktidarlarını meşrulaştırmak için her zaman dini referansa ihtiyaç duymuşlardır. Avrupa’da krallar Kilise tarafından kutsanırken, Müslüman devletlerde bu iş –bazı farklılıklar taşısa da- Şeyhülislam gibi dini unvana sahip kişiler tarafından yapılmıştır. Yavuz’la birlikte Osmanlı Padişahlarının “Halife” unvanını kullanmaları da aslında siyasal iktidarlarını güçlendirmekten başka bir amaç taşımaz. Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğunun resmi dini olarak kabul edildiği IV. yüzyıldan, aydınlanma çağının başladığı 18. yüzyıla kadar geçen bin 500 yıllık süre içinde Avrupa tarihi çoğunlukla din savaşları tarihi olarak karşımıza çıkar. Bu savaşların kökeninde de din adı altında bir iktidar mücadelesi vardır. Bu mücadele “Tanrının Yeryüzü Krallığını” kimin yöneteceğini belirlemeye yöneliktir. Oysa J.J. Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi’nde belirttiği gibi Hıristiyanlık öğretisi insanlara dünya hayatı ile ilgili hiçbir vaatte ve hiçbir telkinde bulunmamaktadır. Tanrı Krallığı da bu dünyada değil öbür taraftadır. Dolayısıyla İncil toplum düzenine dair bir şey empoze etmeye çalışmaz. Hatta tamamen dünyevi zevk ve ihtiraslardan uzak durmayı önerir. Bu bakımdan Reform ve sonrasında Aydınlanma dönemiyle birlikte Kilisenin sorgulanması sonucunda Kilisenin otoriteyi elinde tutma çabasının aslında İncil’e dayanmadığı, Kilisenin gücünü elinde tutanlar tarafından tamamıyla siyasi bir amaçla hareket edildiği anlaşılmıştır. Hıristiyanlığın toplumsal yapı içinde bireysel bir kurum olduğunun anlaşılmasıyla laiklik, “Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” şeklinde tanımlanmıştır. Ve bu tanım tam anlamıyla Hıristiyan kültürüne uygun düşmektedir. Bu nedenle inançlı bir Müslüman için din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasının hiçbir anlamı yoktur. Kanımca evrensel anlamda en uygun ifade, “İktidarın (egemenliğin) kaynağının gökyüzünden (Tanrıdan), yeryüzüne (halka) indirilmesi” şeklinde olmalıdır. Ki bu tanım yüzyıllardır süregelen iktidar mücadelesini de çok iyi bir şekilde özetlemektedir. |
İyide arkadaşım, Laikliğide kötüleme gibi bir derdim yok. Ben Türkiye'deki sistemi eleştiriyorum. Yıllarca bu ülkede darbelerde,yasakçı sistemlerde başta irticai suçlamalarla uygulamaya konuldu.
Bende diyorum ki, Bir ülkede sistemi korumak için, o sistemi olumlu olarak halka yansıtmak,ve sistemin çatısı altında olan halkın huzurlu olduğu bir ortam yaratmaktır. Şuanlık soruna yalnızca başörtüsü probleminden yaklaşıyorum. Yani, başörtüsüyle özgürce okuyabilen,haklarını kullanabilen bir insan ne diye irticai faaliyetlerde bulunsun? Laiklik kıyaslanamaz diyorsun Hiç bir ülkeyle kıyaslamıyorum; Ülkemiz daha huzurlu bir laik sistem yaratır ise,gündem biraz olsun değişir. Halkta aynı mevzularda sıkıldı artık. |
bununla ilgili bir köşe yazısı paylaşmak istiyorum...mehmet kamışın yazsı
Sömürge laikliği Fransız Milli Bilimsel Araştırmalar Merkezi'nde Ortadoğu ve Türkiye uzmanı olarak çalışan Pierre Jean Luizard'ın Zaman'ın Paris muhabiri Ali İhsan Aydın'a verdiği röportaj maalesef Türkiye'de yeterince tartışılmadı. Geçtiğimiz hafta Zaman gazetesinde yayınlanan röportajında Luizard, Türkiye'nin laiklik konusunda Fransa'daki modeli değil, Fransa'nın bir zamanlar sömürgesi olan Cezayir'de uyguladığı laiklik modelinin uygulandığını savunuyordu. Luizard; Anglo-Sakson sekülerleşmenin yeterince sert olmaması nedeniyle Kemalist elitler tarafından benimsenmediğini, bunun yerine Fransa modelinin örnek alındığını ifade ediyor, bu Fransız sekülerizminin de Türkiye'nin Osmanlı geçmişiyle sert bir kırılmayı sağladığını söylüyordu. Fransız uzman, ülkesinin, "Cezayir'de cemaatleri, halk İslam'ını, tarikatları bastırmak lazım. İslamî söylem devletin tekelinde olmalı" anlayışıyla davrandığını, aynı laiklik anlayışının Türkiye'de de halen uygulanmak istendiğini söylüyor. Luizard, ''Fransa'nın sömürgesi Cezayir'de uygun gördüğü bu laiklik uygulaması, İslam dünyasında Nasser, Burgiba ve Baas tarzı yönetimler için model oldu. Türk ve sömürge modelini uyguladılar.'' diyor. Bilindiği gibi Tunus, Cezayir vs. gibi sömürge ülkelerinde bağımsızlıktan sonra iktidara gelen bütün yönetimler, sömürge döneminin uygulamalarına devam etti. O dönemin, toplumuyla problemli katı laik yönetim biçimlerini aynen sürdürdüler. Din sadece kontrol altına alınmıyor, olabildiğince de baskı altında tutuluyordu. Bu model Luizard'ın dediği gibi sömürge ülkelerinin, sömürgeci ülkeler tarafından kontrol edilmesi için üretilmiş bir formüldü. Bu nedenle İslam ülkelerinde demokrasi hiç uygulanmadı. Uygulanması, sömürgeci ülkelerin işine hiç de yaramayacaktı. Sömürgeden kurtulduğu söylenen ülkelerde durum böyleydi, peki bu modeli ısrarla Türkiye'de uygulayanlar ve ısrarla da uygulamaya devam etmek isteyenler kimlerdi? Bugün bu anlayışı sürdürmek için yoğun gayret sarf edenlerin ulusalcı bir kimlikle ortaya çıkmaları da doğrusu pek yaman bir çelişki. Devlet Türkiye'de sadece din üzerine böyle baskıcı davranmadı. Bütün farklılıklara, farklı olduğunu düşündüğü her şeye baskıcı davrandı. Onları yok sayarak yok edebileceğini düşündü. Ama hiçbir şey yok olmamıştı. Türkiye'de bugüne kadar bastırılmış bütün kimlikler demokratikleşmeyle birlikte yeniden gün yüzüne çıkıyor. Demokrasi, seksen yıldır tek kimlik üzerine yürütülen siyaset mühendisliğinin hiç ama hiç başarılı olmadığını gösteriyor. Türkiye, ya bu kimliklerle yeniden yüzleşecek ve kendini yeni çağa göre yeniden tanımlayacak ya da cebir, şiddet ve olağanüstü hallerle yönetmeye devam etmeye çalışacak. Türkiye'de yaşayan insanların büyük çoğunluğu, kapatma davasının AK Parti'den çok; bir vatandaş olarak kendisine açıldığını düşünüyor. AK Parti üzerinden kendi inançlarıyla, değer yargılarıyla yeni bir hesaplaşmaya gidilmek istendiğine inanıyor. Bu nedenle birtakım güç merkezlerinin yaptığı her engelleme girişiminde AK Parti biraz daha güçlenecek. Güçlenme AK Parti ile olamasa da başka bir parti ile olur. Yani Türkiye'deki yerliler, artık okuyan, yazan, dünyayı gören, kendine saygı duyan yerliler, üç beş güç merkezinin sömürge laikliğini dayatmasını içine sindiremiyor. Türkiye'deki toplum, ne 27 Mayıs Türkiye'sinin ne de 12 Eylül Türkiye'sinin toplumu. Bir sömürge ülkesinin insanları gibi muamele görmek, tahammül edilesi bir şey değil. 22 Mart 2008, Cumartesi |
İnançlı bir Müslüman için Din ile Devletin birbirinden ayrılmasın'ın çok büyük anlamları vardır..!
İnsanları hüküm sahibi olan Allahın kanunları ile yönetmek Müslümanların inançların'ın en temel prensiplerinden birini oluşturur..! Batı hegomanyasına giren ülkemizin ve çağımızın,asrımızın gerisine doğru dönüp bakıldığın'da Dünya'yı yönetmiş,Dünya'ya yön vermiş büyük Müslüman devletlerin,İmparatorlukların tamamına yakınının Din ile Devlet işini birbirinden ayırmak gibi gayri İslami bir tutuma girmedikleri görülür..! Şundan bahsetmiyorum Din erkanı yani ulema sınıfı ile,devlet erkanı tabiki merci olarak ayrıdır ama bu ayrılık kurum olaraktır devlet yine Allahın emirleriyle yönetilir ve fetva makamı Ulema sınıfıdır..! İktidarın kaynağını gökyüzünden yeryüzüne indirmek (Daha sa desi Allahın hükümranlığını sallayıp kul emir ve hükümranlığına bürünmek) kimin haddine..? Siz daha mı zekisiniz,daha mı adaletlisiniz,neyiniz üstün nedir bu kafa tutma..? Siz çağı,zamanı,Dünya şartlarını Allahtan daha iyi mi bilip yorumlayıp,çözüyorsunuzda kafa tutuyorsunuz..? Hristyan kültürüne uygun olabilir onların Dinide,kitabıda tahrif edilmiş 4 tane incilleri var şuanda onların Din şavaşları yapması gayet normal batılın kültürünü,inancını hakka yamamaya çalışmayın..! |
Ama şunu kabul etmelisiniz muhafazakar kesim olarak. Ortada mahkeme kararları dahi dururken, (AİHM kararları da dahil), muhafazakar kesimin, ''özgürlük'' adı altında bazı şeyleri dayatması ne kadar doğru? Bakın GÜNÜMÜZ DE İKTİDAR SAYESİNDE ''ILIMLI-İSLAM'' diye bir kavram çıktı. Bir çok iktidar partisi yanlısı kişi buna karşı çıkıyor. Ama şu da bir gerçek ki bu karşı çıkanlar ''muhafazakar demokrasi'' diyede bir kavram kullanıyorlar. Demokrasinin şekli şemali belli iken nasıl olur da muhafazakar demokrasi olabilir?Muhafazakar kitle maalesef Türkiyedeki laikliği diktalık ve faşist olmakla eş değer tutuyor. Eğer Atatürkçülük ''faşistlik'' olsa idi, Mussolini ya da Stalin gibi olunması, ülkedeki, hiçbir dini simgeye (camiler ve kliseler dahil) izin verilmemesi gerekirdi. Halkı tamamen, materyalist bir bakış açısı ile dogmatik düşüncelerden sıyrışmış bir halk oluşturulurdu. Ama günümüz de türban malesef ki, bunun ülke tarihinde örneklerini fazlasıyla gördük, dini siyasete alet etme, türbanı ''siyasi islam'ın simgesi'' olarak gösterme ve kullanmaları çok gördük. Gerek geçmişteki Erbakan'ın partileri ve gerekse islami çevreler sürekli türbanı ülke yönetiminin içine sokmak istediler. Hala daha alnımızda kara bir leke gibi duran MADIMAK KATLİAMI'nı anımsayınız. O otel yanarken, onlarca aydın ve bilim insanıo can verirken, yanan binanın karşısında durup tekbir getirmek hangi mantıkla açıklanabir? İşte bu ve bıunun gibi sebebler ile, dini inancı sadece Allah ve insanarasında olması gerektiğini Atatürk göstermek istemiştir. Bakınız dünyada başka hiçbir ülke yoktur ki, %99'u müslüman olan ve LAİK olan bir ülke. Bir tek Türkiye var. Devlet yönetimin de kaldı ki parti muhafazakar kanada yakın dahi olsa, eğer siyasi bir parti ise, dini inanç ile ilgili hiç bir hüküm ve tahaklüm de bulunmamalı, söylev ve demeçlerinde bunu dile getirmemeli. Kamusal alanda ise, yani gerek okullar ve gerekse iş alanın da türban ve bunun gibi dini simgesel simge kıyafet v.b. şeyler olmamalı. Çünki devlet TAMAMEN DİNLERE EŞİT ŞEKİLDE ve yaklaşmalıdır. Kamusal alana giren dini bir simgenin, devletin dinlere eşit mesafede yaklaşımını zedeler.
|
türkiyede ki laiklik fransanın cezayire ve baas rejimlerine biçtiği laiklikle aynı laikliktir...yani 2.sınıf laiklik aynen demokraside de olduğu gibi...
|
Adem Bey bunu neye istinaden söylüyorsun? Eğer az önce alıntı yaptığın Fransızın söylediklerine göre diyorsan eğer, şu anda Fransa da sokaklarda ve her türlü kamusal alanda müslüman kadınların çarşaf, burka v.b. gibi kıyafetler giyip giyrmrmrsi tartışılıyor. Şu anda bunun tartışıldığı bir ülke den çıkan bir sesin, bizim ülkemizde yaşanan LAİKLİĞE gönderme yapması bence çok saçma.
|
bunu ben söylemiyorum fransızlar söylüyor..
|
Alıntı:
Sana evvela şunu söylüyorum ki İnsanların kılık,kıyafetine varacak derece'de özgürlüklerini kısıtlamaya giden AİHM ve önüne çadır kuran Chp ve de yardakçıları utansın :) Bu ülkede özgürlükler o söylediğiniz devlet organları ile yok ediliyor.. Bir ülkede özgürlüğü kısıtlayan devlet organları olursa o ülke henüz dikta rejiminden kurtulmuşta değildir :) Ilımlı-İslam,Dinde Reform ve Çağdaş Din (!) anlayışını ülkemizde kimlerin dillendirip uygulamaya çalıştıkları ayan beyan ortadadır görmek lazım bakmak değil..! Eğer Atatürkçülük faşitlik olsaydı camilere,kiliselere vesair dini simgelere izin verilmezdi... Demişsiniz.. Tarihinize bu kadar uzakmısınız..? Bu ülkede camiler hatta kiliseler ahıra çevirilip kapatılmadı mı..? Satılmadı mı..? Hacca gitmek yasaklanıp,Kuranı Kerim öğretimi ortadan kaldırılmadı mı..? Bunları uygulamaya sokan Atatürk,Şahlandıran İsmet İnönü ve avanesi değil midir..? İstiklal Mahkemeleri diktalığın şahidi olan birer katliam yuvaları değil midir..? Bugün iktadara gelseler bunları yapmayacaklarına garanti var mı zihniyetleri hala 1950 öncesin'de dopuk kalan insanlar değil mi bunlar..? Din kul ile Allah arasındadır,Sen bakma bana benim kalbim temiz kalbim teraneleriyle nereye kadar gideceksiniz :) Din kalplere gizlenecek bir olgu olsaydı her yerde camiler kurulup cemaatle namaz kılınmazdı,Cemaatle namaz kılmanın daha sevap olduğu söylenmezdi,Kurban ibadeti hep beraber açıkta yapılmazdı,Hac ibadeti birlikte açıkta yapılmazdı artık bu safsatalar yenmiyor :) Madımak'ta,Menemen'de,Şeyh Said'de,28 Şubat'ta darbe yapabilmek dindarları sindirebilmek için tezgahlanmış kahpe oyunlardır tezgahçısıda dikda zihniyeti :) |
Bne de diyorum ki; Ülkesin de müslüman kadınların çarşaf burka v.b. gibi kıyafetler ile dolaşıp dolaşamayacağının tartışıldığı, hatta Fransa'nın demokrat kanadından vekillerin, ''bu tip kıyafetlerin kadını aşşağıladığı ve ikinci sınıf insan yapıyor'' gibi söylemlerinin olduğu bir ülkenin vatandaşının bizim ülkemizdeki LAİKLİK UYGULAMASI'na laf etmesi bence çok saçma.
|
seni niye bir kadının başörtüsüyle yada çarşafla gezmesi rahatsız ediyor ki?
|
Alıntı:
|
''Kemalist Cumhuriyet'in demokrasi paradoksunun aşılması, Cumhuriyet'in doğru ve tam anlamıyla kendisini bulması için kaçınılmazdır''
Yalçın KARACA bu sözünden ne anlam çıkarılmalı biraz daha açar mısın? Yani Kemalist rejimin ytıkılması, yerine 2. Cumhuriyetçilerin istediği^''muhafazakar demokrasi'' denilen tuhaf yönetim şekliningelmesini mi kast ediyorsun? |
Alıntı:
İslami teröriz mi değil İslama Madımak gibi tezgahlarla darbe vurmaya çalışan dikta zihniyetinin oyunlarını bozmayı destekliyorum :) Hacca gitmene kimse karışmazmış 5 yıl hacca gitmek yasaklandı bu ülke'de üstelik Kemalist zihniyet tarafından Tarihinden bii habersin boş konuşuyorsun... Yol ortasında da ibadet ederiz yeryüzü bize mescit kılındı ama zorda kalırsak :) 90 tane cami satıldı arkadaşım bugün aynı zihniyet başa gelsin yine aynısını yapacak biz çarşaf açılımını yutacak enayilerden değiliz :) Yazık ki ne yazık asıl ben adi faşistler tarafından katledilen Menderese laf atabilen bir insanın insanlığından şüpe ederim..! Deniz Feneri vs çoğu komplo,düzmece olmakla beraber bir Müslüman'da hata yapabilir sonuç olarak insan.. |
Camileri kapatanlar kimlerdi, kuran kurslarını senin partin.Yol ortasında kılarsan gereken yapılır gidersin evinde kılarsın. Hem madem din kolaylık dini diyeceksin hem de yol ortasında kılacaksın kusura baklmada burasaını arap ulkelerı ıle kıyaslaymassın. DenizFeneri v.b. gibi oluşumlara gelince onlarda insan ama Atatürkçülere gelince faşist dikta öyle mi? İşte bu islamcı AKP nın ıkı yuzlulugudur.Şeyh Said gibiler ülke yönetimiine baş kaldıracaklar şeriat çığırtkanlşığı yapğacaklar sonra asmayacagız da besleyecekmıydık oylelelrını. Bu ülkede islam mülüman kisvesi altında insanlkarı dolandıranlar hatalı herkez hata yapabılır dmen senın cıfte standartlı ve ıkı yuzlulugunu gosterır. Asıul sen aklı basına devsıre ve Ataturk ideolojini agzına alırken DESTUR çek oldu mu? Bana ıspatlasana camılerın ahıra cevrıldıgını. Hacca gıtmek ne zman yasak oldu soylesene.
Evet, geçmişte hem Özal hem de Menderes için ‘’sivil dikta” özlemi içinde oldukları söylendi. Bugün de Erdoğan için söyleniyor. Çünkü; değişen bir şey yok! Özal da Menderes de sivil dikta özlemi içindeydi. Toprak ağası olan Menderes, CHP içinde siyaset yaptığı dönemde, Dersim isyanının ‘’kanla bastırılması’ için Meclis’te ateşli konuşmalar yapardı. Gericiliğin simgesi olan feodal toprak ağalığının tasfiye edilmemesi için çaba gösteren Menderes, “özgür birey”in ortaya çıkmasını sağlayacak ekonomik – sosyal gelişmelerin önünde set kurardı. Zaten bu yüzden, arkasına ABD’nin desteğini de alarak Demokrat Parti’yi kurdu. Celal Bayar’la birlikte öncülüğünü yaptığı “karşı-devrim” Türkiye’yi Amerikan emperyalizminin kucağına oturttu. En ağır işkenceler, zulümler, baskılar Menderes döneminde yaşandı. Basına tahammülsüzdü Menderes… Keza; muhalefet partisine de… Toprak ağası Menderes’e göre, İsmet İnönü’nün hayatta kalması bile gereksizdi. Bunu yakınındakilere açıkça söylerdi. Seçimler söz konusu olduğunda “Ben kendime sabık Başbakan dedirtmem” derdi. Seçime gitmek istemezdi… Elinde olsa, seçimleri bile ortadan kaldıracaktı. Ki; bunun denemelerini de yaptı. “Tahkikat Komisyonu” kurdurtarak, CHP’yi kapattırmaya çalıştı. İsmet İnönü, onun döneminde Meclis’teki oturumlara dahi giremeyecek noktaya getirildi. Menderes, “besleme basın”ın yaratılmasında da öncü oldu. Örtülü ödeneklerden sağlanan kaynaklarla, kendisini öven yayınlar çıkartıldı. Bugünkü “yandaş medya”nın ataları olan besleme basın Menderes’i över, muhalefeti kötülerdi. Menderes döneminin Türkiye’nin başına açtığı felaketler saymakla bitmez… Demokrat olmadığı gibi, aynı zamanda bir diktatördü… Koyu bir Amerikan hayranı olan Menderes, “Her mahallede bir milyoner yaratacağız” diyerek sosyal adaletsizliğin de önünü açtı. Tarikatlara, gericiliğe, feodalizme yaslanarak iktidarda kalan Menderes, 1960 Devrimi’yle iktidardan indirildi. Asılması ise kimi çevrelerce hep istismar edildi. Hiçbir zaman “demokrat” olmamasına rağmen, hak etmediği bir paye verilmeye çalışıldı. Bunları yapan biri ya da birilerinin asılması gayet normal.Sen kalkacaksın halkı soydukları dolandırdıkları yurt dısı mahkemelerinde sabit olan ve tutuklananları savunacaksın sonra kalkıp Atatürke laf edeceksin Be hey cahil önce kendinizin ne mal oldugunuza bakın. |
Türkiyedeki laiklik; yerli ve milli olmayan gizli iktidarın paratoneri..
Gerçek laiklik, özgürlüktür. |
Türkiyede Laiklik=Dine mesafeli...özgürlükleri kısıtlayan...tamamen dikte edilmeye çalışılan milletin bir türlü benimsemediği absürtlükler ile dolu gereksiz bir maddedir...
Kişi değil...Devlet Laik olur... Kişiden Laik olmasını istemeniz...Özgürlüğü kısıtlamaktır... ve Kimse benim Özgürlüğümü Kısıtlayamaz...!!! |
Yeter ki kanıt iste sen biz arkamız da belge olmadan konuşmayız camiler hangi dönem satılmış bak bakalım belki yüzsüzlük yapıp bir daha üye olursan okursun artık (:
9 ikinciteşrin 937 (1937) tarihli Çankırı gazetesinin 4. sayfasına bakdığımızda bu konuyla ilgili olarak ilginç bilgilere rastlamak mümkündür. Belirtilen gazetede Çankırı Vakıflar Memurluğunun 11.11.937 Perşembe günü saat 13:00 da yapılacak olan bir satış ihale ilanı vardır. Bu satış ilanları içerinde bazı Cami ve mescitlerin bulunmasıda dikkat çekicidir. Satılan Cami ve Mescitler: İmaret Mahallesinde bulunan Kirmanoğlu Camisi Yoğurtçu Mahallesinde Hoca Musa Cami arsası Tabakhane Mahhallesinde Tabakhane Mescidi Alibey Mahallesinde Hacışeyhoğlu Camisi Tevfikiye Mahallesinde Kuşhane Mescidi arsası Taşmescid Mahallesinde Alişeyh Camisi Çetince Mahallesinde Çetince Mescidi Yapar Mahallesinde Yapar Mescidi Buğday Pazarı Mahallesinde İplik Pazarı Mescidi arsası ve Hoca Bahşayış Mescidi arsası Taşmescid Mahallesinde Şeyh Kasım Cami arsası. http://img230.imageshack.us/img230/7789/gazetehz7.jpg Bir devrin çıkmazı Edirne'de Satılan Camiler Adurrahman Camii Abdurraman mahallesinde, Abdurraman Cami sokağında, ahşap çatılı ve tek minareli olarak, Edirne Kadılarından Amasyalı Mevlana Abdurrahman bin Ali tarafından 1550 yılında yaptırılmıştır. Abdurrahman Camii (Mescidi)1752 depreminden etkilenerek harab olduğu ve bir sene sonra tamirinin yapıldığı, kapı üzerindeki tarih kitabesinden anlaşılmaktadır: Sadr-ı Rum merhum-ı Fadıl (Fazıl) Abdurrahman benim Kılmış idi bu mübarek mescidi muhkem bina Zelzele müştedd olunca bu ibadetgah dahi Ser-be~hak secde olup hef'ini etdi rica Nazır-ı vakf-ı Şerif Şeyhü'l-İslam-ı enam Nazhar-i tevfık-i Hakk ya'ni ki Seyyid Murtaza Emri ile bir sadakat-karı mal-ı vakf ile Bir bina yaptı ki, hakka-etti tahsil-i rıza Şeş-cihatı hab olup tarihe imdad eyledi. Oldu ta'mir ile nev bu mescid ahsen'i bina (1753) Bu caminin temlik tarikiyle satılması hakkında karar şudur: Karar numarası: 5 Turgut Bezirgan, Rakkas Ali Bey, Sinan Bey, Hafız Ahmed, Veled-i Veliyyüddin, Zen-i İbrahim Paşa camilerinin arsaları ile Sıkça Murad, Hastahane caddesinde Tijtin Ağa, Soğuk çeşme caddesinde Soruca Paşa, Vize Çelebi, İbrahim Paşa, Nişancı Paşa, Emir Mescidi, Kösec Balaban, Haceği, Abdurrahman, Çokalca,Yaya Demirtaş camilerinin temliken satılmaları...... 27 Mart 1939 Üye: Belediyeden Matbaacı Mustafa Çetinkol Üye: Emlaki Mil. Md. Şükrü Evkaf Müdürü İbrahim Kaya alp Bu cami, 29 numaralı kararla 2759 liraya satılmıştır. Alemdar Camii Alemdar Hasan Baba tarafından Alemdar Mahallesinde mescit olarak yaptırılmıştır. Mustafa Efendi tarafından minber konularak Camiye çevrilmiştir. Yapıldığı zaman çatısının ahşap ve tek minaresi olduğunu Ahmet Badi Efendi aktarmaktadır. Günümüzde Cami arsasında temellerinin izi bile kalmamıştır. Bu Cami ve arsası, 17 numaralı ve 8 Eylül 1940 tarihli karar ile kerestecilerde köprübaşındaki Alemdar Camii minaresinin taşları satılığa çıkarılmıştır. 28 Eylül 1940 tarihinde de cami arsası mülkiyetinin satılmasına karar verilmiştir. Karar numarası:78 Nihayet 84 numaralı kararla 1940 yılında satılmıştır. Ali Efendi Camii(Papasoğlu Mescidi) Ali Efendi Camii Hakkında Badi Efendi'de, Papasoğlu Ali Efendi adıyla ve bir mescit olarak verilen bu yapının; Turgut Bezirgân Mahallesi’nde İstanbul yolunda Tekkanat Köprüsü denilen mevkide son bulan sokağın sonunda büyük ağacın yanında yapıldığı ve küçük, çatısı ahşap, kiremit döşeli, minaresiz bir mescit olduğundan bahsetmektedir. Nakliye Taburu Binbaşısı Reşit Bey tarafından 1891 tarihinde tamir ettirilmiş ve haziresine de kahvehane inşasıyla mescide vakfetmiştir" Badi Efendi burasının aslında bir zaviye olarak yapıldığını ve bu yapıyı "çatısı yıkıldıktan sonra dört duvar olarak" gördüğünü yazmaktadır. Badi Efendi şunu da ekler: " Sonradan onlar da yıkılıp arsa kalmıştı." 31 Mart 1932 ve 25 Nisan 1932 tarihli, 302 ve 309 numaralı kararlarla müzayedeye çıkarılmış; muhammen bedelinde otuz bir lira fazlasıyla 151 liraya 4 Mayıs 1932 de 313 numaralı kararla satılmıştır. Balaban Paşa Camii Cami ahşap çatılı ve tek minareli olarak Balaban Paşa mahallesinde, mahallenin de kurucusu Balaban Paşa tarafından yaptırılmıştır. Mezarı da bu cami içindedir. Balaban Faşa Enderun-ı Hümayun'dan yetişip Menteşe ve Tokat Beylerbeyliği yapmış değerli bir ve güçlü bir şahsiyettir. Ahmet Badi Efendiye göre 1452 tarihinde vefat etmiştir. Bugün Camii'nin temellerinden de iz kalmamıştır. Haziresindeki taşlar kaldırım inşasında kullanılmıştır. 1 ve 21 Ağustos 1926 tarihinde cami enkazı diye satılmasına karar verilmiştir. 31 Ağustos 1926 da ve 246 numaralı kararla 30 lira bedelle satılmıştır. Arsası, 78 numaralı kararla 28 Eylül 1940 tarihinde satışa çıkarılmış; 88 numaralı kararla, 16 Kanunu evvel 1940 da, metre karesi 23 kuruştan Edirne Belediyesi ambar memuru ve merkez tahsildarına satılmıştır. Mülkiyetleri satılmak üzere Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün 25 Eylül 1940 tarih ve 84814/215 sayılı emirleri ile satış mezuniyetleri verilip evvelce açık arttırmaya çıkarıldığı halde alıcı çıkmaması yüzünden satılamayarak kalmış olan yukarıda yazılı on dört parça cami arsası üzerinde yapılan inceleme neticesinde konulan kıymetleri hal-i hazır ve alım satım vaziyetine göre düşük görüldüğünden kezalik Genel Müdürlüğün 12.3.1942 sayılı genel yazıları uyarınca her birerlerinin hizalarında gösterilen kıymetler yeniden takdir ve tahmin kılınmış olduğundan bu bedellerle satışa çıkarılarak ihalesi 23.2.1948 tarihine müsadif Pazartesi günü saat 14'te yapılmak üzere bir ay müddetle açık arttırmaya çıkarılmasına ve o suretle keyfiyetin ilanına oy birliği ile karar verildi. 22-1-1948. Cedid Kasım Paşa Camii Şimdi Sabimi Mahallesi muhtarlığı içindeki eski Güzelcebaba semtinde bulunan bu mescit, ahşap çatılı ve tek minareli olarak Cedid Kasım Paşa tarafından yaptırılmıştır. Cedid Kasım paşa 1532 yılında Gelibolu'da vefat etmiş ve orada gömülmüştür. Bu vakıf binaların, önce son cemaat yerleri,kubbeleri, duvarları yıktırılmış, avlu duvarlarının ve minarelerinin taşları satılmış, hazireler açıkta bırakılmış; sonra bakımsızlıktan, camları, çerçeveleri ve nakilleri sırasında bütün aksamı çalınmış olduğundan harabeye döndükleri için enkazları satılıp, yıktırılmış ve nihayet sadece arsası kalmıştır. 15 Şubat 1932 tarihli kararla yirmi gün süre ile müzayedeye çıkarılan cami enkazı 102 liradan satılmıştır. Arsasının ise 28 Eylül 1940 da (Karar No: 78) satılmasına karar verilmiştir. Daha onlarcası vardı fazla yer kaplamasın diye koymadım Kaynak:( Edirne/Yöre Dergisi Sayı: 43-44-46) Hacca gitmek 1946 yılına kadar resmi olarak yasaktı bunun nesini kanıtlayayım (: TEK PARTİ DÖNEMİNDE HAC YASAKTI Kuran-ı Kerim’in basılması ve mevcutların toplatılması gibi uygulamalarla hafızalarda yer eden dönem Tek Parti döneminde, tüm dini faaliyetler gibi hac farizası da yasaktı. 1947'lere kadar Türkiye'den hacca resmen izin çıkmadı. 1948'de döviz yokluğu bahanesiyle hac yine yasaklandı. Hac için ilk izin ise ancak 1949'da çıkartıldı. O yasaklı yıllarda Rusya dahi hacılarına yasak koymamıştı. Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi, hac farizasının uzun müddet yasaklı olduğunu belirterek, “1945’ten sonra, yani 2. dünya savaşı bitince Türkiye’de Tek Parti sistemi bitince o zaman izin verdiler.” Dedi. Eygi, Sovyetler Birliği’nin bile her sene 20-30 kişiyi sembolik olarak hacca gönderdiğini ifade ederek “Göz boyamak için Sovyetler bunu yaptı. Bu kadar bile yoktu Türkiye’de. İnsanlar kaçak olarak bin zahmetle develerle, Suriye’den İran’dan geçerek hac farizasını yerine getirmeye Suudi Arabistan’a gitmeye çalışıyordu.” Diye konuştu. İHRAMLI FOTOĞRAFINI YAKTIRAN CUMHURBAŞKANI Mehmet Şevket Eygi’nin aktardığı bilgilere göre, eski cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, ziyaret ettiği Suudi Arabistan’da umre yapmış ve zaruri olarak da ihram giymişti. Ancak Tek Parti zihniyeti Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına o kadar sirayet etmişti ki, Sunay, ihramlı fotoğraflarını Suudi yetkililere rica ederek imha ettirmişti. Abdülhamid Güler-Vakit |
Peki neden ve kime satılmış bu camiler? Ayrıca cami ''satılamaz'' diye bir kanunmu var. Neden satılmasın gayet normal. Sonuçta omlar da emlak.
|
Vallaha aynı zihniyet Meclisteki de aynı zihniyette bunlar'da.
Ülkede ki camilerin yarısı satılmış kapatılmış nedeni basit Din düşmanlığı,Laikliğe aykırılık(!) iddiası bu tür hezeyanlar..! Hala kime satılmış bunu soruyor adam banane yahu..! Alın meclis konuşmasından bir parça orada'da SHP Milletvekili aynı şekilde Nereye satılmış Rusyaya mı satılmış diye havlıyor..! Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul Tutanağı 19. Dönem 4. Yasama Yılı 128. Birleşim 23/Haziran/1995 Cuma bütün müesseselerin listesi var; -fazla zamanınızı almadan- bir iki tanesini takdim edeceğim: 1926-1949 yılları arasında -resmî kayıttır bunlar- 384 cami satılmış. İBRAHİM GÜRSOY (İstanbul) - Kime satılmış?.. Rusya'ya mı satılmış?!. SALİH KAPUSUZ (Devamla) - ... 248 cami arsası satılmış. İBRAHİM GÜRSOY (İstanbul) - Kime satılmış?.. BAŞKAN - Efendim, lütfen... SALİH KAPUSUZ (Devamla) - ... 2 minare satılmış, 699 mescit satılmış... İBRAHİM GÜRSOY (İstanbul) - Nereye satılmış?.. Rusya'ya mı satılmış?!. HALİL İBRAHİM ARTVİNLİ (Kocaeli) - Bu camileri siz mi yaptınız! SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Sayın Kırca, biraz önce çok güzel bir konuya değindi ve "Anayasanın 69 uncu maddesini değiştiren 8 inci maddede, 14 üncü maddeye olan atıflar çıkarılmış" dedi. Ben, Sayın Komisyona bir şey sormak istiyorum; şu 1982 Anayasasında, laiklikle ilgili, sadece ve sadece atıf olarak tekrar edilen, tam 16 madde var. İBRAHİM GÜRSOY (İstanbul) - Sayın Kapusuz, kime satılmış?.. BAŞKAN - Sayın Gürsoy!.. SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, dikkat edin, Sayın Kırca "14 üncü maddeyi atıftan kurtardık, gerek yoktur" diye ifadede bulundu. Aynı şekilde, bu Anayasada, tam 16 yerde laikliğe atıfta bulunuyor, zikrediliyor. İBRAHİM GÜRSOY (İstanbul) - Camiler nereye satılmış Sayın Salih Kapusuz, onu söyle; Ruslara mı satılmış?!. SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Şimdi, geliyorum partiler meselesine... İBRAHİM GÜRSOY (İstanbul) - Camiler kime satılmış, onu söyle; Rusya'ya mı satılmış?!. SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, anayasa yapıyoruz; lisanına dikkat edeceğiz... İBRAHİM GÜRSOY (İstanbul) - Camiler kime satılmış, onu söyle!.. Rusya'ya mı satılmış?!. Camiler kime satılmış, onu söyle... SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Sayın Başkan, görüyorsunuz... İBRAHİM GÜRSOY (İstanbul) - Camiler kime satılmış, onu açıklayın da bilelim. BAŞKAN - Sayın Gürsoy... Efendim, siz konuşmanızı tamamlayın. Siz onunla ilgilenmeyin... İBRAHİM GÜRSOY (İstanbul) - Halkın kafasını bulandırmayın... Camilerin kime satıldığını açıklayın da bilelim. SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Camilerin kime satıldığı, kaça satıldığı liste olarak var, gerek yok. (CHP sıralarından "Oku oku" sesleri, gürültüler) Anayasada bir kelime daha var , o da "istismar" kelimesidir. Türkiye'de ve yurt dışında bulunan bütün hukukçu arkadaşlarıma bir sual sormak istiyorum. İBRAHİM GÜRSOY (İstanbul) - Ayıp denilen bir şey var "cami satıldı, cami satıldı..." SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Anayasa literatüründe, termoloji olarak, terim olarak "istismar" diye bir kelime bulabilir misiniz; maalesef bulamazsınız... Nerede bulursunuz; sadece 1982 Anayasasında bulursunuz. İBRAHİM GÜRSOY (İstanbul) - Cami nereye satılmış, onu söyle bize!.. SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, partilerle ilgisi ne: Demokratik hayatın vazgeçilmez unsuru partilerse, demokratik hayatın bütün kurumlarını ne ilgilendirir; parti ilgilendirir. Dolayısıyla, partiler bunu fiilî olarak pratik hayatta yürüten, bunu iktidarda, muhalefette ve Parlamentoda devam ettiren müesseselerdir. Böyle bir müessesenin elbette... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Konuşma sürenizi ikinci defa uzatıyorum, lütfen bağlayalım... SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Bağlıyorum, Sayın Başkan. Değerli arkadaşlarım, şimdi, bu maddede birtakım düzenlemeleri uygun olarak yerine getirmişiz; fakat, yetersizlikleri pek çoktur. Biz bu konuda önergeler verdik, daha iyi çıkması konusunda yardımcı olunması arzusuyla. Bu maddeyle ilgili önergelerimizi de, şayet, dikkatlice.. |
laikliği nezaman anlayacağımı bilmiyorum ama bizdeki laiklik tam olarak dinini yaşayan insanları nasıl kıstlarız diye düşünüp içine sığınılan bi halde anlamadığım şu özgürlük özgürlük diyolar sonra sen şu olacaksın diyolar herkes istediği gibi düşünemezmi sen şöyle düşüneceksin diyerek kimin fikri değişmiş bunu bi türlü anlamayacaklar laiklik diyerek insanları belli bir çerçeveye sokmaya çalışacaklar gündemdeki olay baykal cübbeli ahmet hocayla konuşmuş gayet normal demi ah bide başbakanımız konuşmuş olsaydı kızlca kıyamet kopcaktı şeriat gelio dencekti niyeyse bitek biz laik olmuyoruz nasıl iş anlayan varsa bana özelden bi anlatıversin
|
Alıntı:
|
Beyaz TEBEŞİR ;
Papağanlar gibi, siyonist idealizmin tehlikelerinden, masonik yapılanmalardan ve faaliyetlerden, bu faaliyetlerin içinde olan piyonlardan bahsediyoruz fakat biraz düşününce nasıl bir tehlike ile karşı karşıyayız ortaya çıkıyor... Alıntı: Postmodern darbe, içeride milli iradeye ve değerlerine ters uygulamalar yaparken, ülkenin dış politikasını da milli vicdanları sızlatacak şekilde yönlendirmiştir. Bunun belgesi İsrail ile yapılan anlaşmalardır” http://www.timeturk.com/israile-hizm...14-haberi.html Laiklik kavramı devlet yönetimleri için geçerlidir, kişiler için değil. Devletler laik olabilir kişiler değil. Eğer illa birşeyleri mukayese etme veya çarpıştırma isteğimiz var ise "dinimiz ile diğer dinleri, laiklik ile diğer yönetim şekillerini" mukayese edelim.. En azından birbirine muadil kavramlar hakkında yorum yapmış oluruz... |
O zaman islam ülkelerinde de ülkeler şeriatçı ilamcı olur, insanlar değil. Senin mantığınla gidersek Tuğrul Paşa.Devletler laik olur insanlar da. Sizler dine gelince yok hayat biçimi gibi lafazanlıklar yapıyorsunuz, olay laikliğe gelince devletler olur öyle mi?
|
O zaman islam ülkelerinde de ülkeler şeriatçı ilamcı olur, insanlar değil. Senin mantığınla gidersek Tuğrul Paşa.Devletler laik olur insanlar da. Sizler dine gelince yok hayat biçimi gibi lafazanlıklar yapıyorsunuz, olay laikliğe gelince devletler olur öyle mi?
|
Alıntı:
|
İnsanlar İslamcı değil Müslüman olurlar "İslamcı,Şeriatçı" tabirleri Laik kesimin Dindar kesime yakıştırdığı isimlerdir :)
İslamcı tıpkı halıcı,ayrancı,iskenderci'de olduğu gibi İslam alıp,İslam satan kişiye denir ki ben henüz öyle bir kimseyi ve öyle bir dükkanı görmedim bilmem siz gördünüz mü :) Din hem devlet hemde hayat biçimidir,Laiklik sadece devletlerin yönetim biçimi arada ki fark kavranmayacak kadar zor olmasa gerek :) |
Bizdeki laiklik başka bir laiklik, devlet dine müdahale ediyor, din devlete müdahale edemiyor. Avrupada Almanyada devlet dine karışmıyor ama dine müdahale etmiyor. Kiliselerin önerilerini dinliyor, gerekirse uyguluyor. Kiliselerin devlelt harici yardım kurumları var. Devletten para alamayan sefiller olursa kimlik gözetmeden yardım ediyorlar. Genelkurmayın uygulamaları artık 2010 larda gülünç demokrasiz kalıyor. Demokrasi müslümanlıkla ilgisi yok. Ama adaletli uygulamada yararlanacağımız kurum haline gelmiştir bu gün. Türkiyede de dini vecibeleri yerine getirmek isteyenlere, Asker anneleri örtülü babaları sakallı orduevinde düğün yapsa başörtülü annesi, sakallı babası katılamıyor.
Sayın başbuğ bas bas bağırdı tv lerde allahın evi bombalanırmı diye ama dini uygulaamlara askeriyede izin verilmiyor, irtica, gericilik oluyor. Sonradan da sayın başbakanımızın hanımını gataya sokmuyorlar genelkurmay başkanı açıklama yapıyor keşke olmasaydı diye. Sanki uygulamaları bilmiyormuş gibi. Artık İnsanların dini yaşama modelelrine , uygulamalarına değil kişilerin işlerine icraatlerına bakılmalı. Şehit olunca askeriye sakallıymış, örtülüymüş demeden şehit ailelerle sarmaş dolaş oluyorsa diğer uygulamalarda da ayrımı kaldırmalı. Ayrım kalkmalı. Tabi hükümetinde bu işlerde yapması gerekeni yapmalı. |
Başbakanımızın ifade ettiği gibi...
Kişi Laik olmaz... devlet Laik olur... ama bizim devlet laiklikten çok dindüşmanlığı yapıyor... Gerçi bu bürokrasideki oligarşik yapı için geçerli... Laik kafaları ezmek gerek... Kahrolsun Laikler... |
Alıntı:
|
bu laiklik tartismasi aslinda hiç yoktan çikiyor, neden bu konu bugun karsimizda ? çunku Basbakanimiz ve Cumhurbaskanmizin geçmisi rahatsiz ediyor, dini egitim almalari ve eski milli goruscu olmalari , yoksa hiç bir sey için degil, ama i$te CHp gibi partiler laiklik uzerinde oy kapma derdine dustuler
|
All times are GMT +3. The time now is 06:44. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025