![]() |
Beraber okuyoruz... Sonsuzluk Hecesi (Lâ)
Tekrar başlıyoruz :)
|
Hamdele, bu hikâyenin hem ilk sahifesi hem de neticesi.
Hamd O'na ki; Ey varlığı kendi kendinden olan. Ey kendi kendisinin hem sebebi hem sonucu. Ey kendi ezelinde ezeli, kendi ebedinde ebedi. (...) Bütün bunları. Aklım almıyor. Ama kalbime sığıyor. Ey, sorgulayan aklıma değilse de kalbime bu genişliği veren Allah'ım. Ve ey ki aklımın her şeye yetmediğini sezecek gücü de aklıma veren Allah'ım. Aklım iyi ki almıyor. Çünkü Yaratan, yarattığı şeyin sınırları içine nasıl sığabilir? Onunla nasıl anlaşılabilir, bilinebilir? Onun hükmü altına nasıl girebilir? Bildim ki başka bilgiler var, bu kitaba sığmazmış. Bu terazi almazmış. |
...
Söz gelimi iyiliği ve merhameti sınırsız olan, kötülüğü neden yaratmıştı? O tek, sonsuz iyilik ve sınırsız hayr iken, kötülüğün çamurunu nereden karıp da hamurumuza katmıştı? Hem kötülük nedir? Kime göredir? Hâl midir irade midir? Şeytan sonra! Kötülüğün nesidir? sebebi midir bahanesi midir? Benzeyeni midir benzetileni midir? Temsil midir gerçek midir? Kıssa mıdır mesel midir? Dahası Âdem, kendi kaderinin neresindedir? Sorular sorular... Hepsi de geldi küstüh aklan zanlarının önünde durdu. İlmi verilmemiş bilgi. Sırrın kapıları O öyle istediği için açık değil kapalıyda. Kelimeye çevrilemeyen mananın düğümünde kalp açık, akıl kapalı. Bana da sırrı değil hikâyesi kaldı. *** Her şeyin doğrusunu söyleyen Kitap, manayı verir suret üzerinde durmaz. Esası verir ayrıntıda oyalanmaz. Kıssa anlatır ama maksadı hikaye anlatmak değildir. Esası desteklediği nisbette kıssa muteberdir. Âmenna. |
Böyle ağır sınanmasa Âdem kendisini nereden bilecekti? Geçici yanılgısının sebebi olan şey, onun sahiplenilmesine de neden olan şeydir. Ve böyle bir sahipleniliş için insan olan gözen düşmeyi, sürgün edilmeyi, her bir şeyi göze alabilir.
*** Her şey gizli. Benim bildiğimse; Gizli bir hazineydi; görünmeyi, bilinmeyi sevdi. Sıfırdan zamana, sonsuz ân'dan ânbeân'a, nâ-mevcûddan vücûda, lâ-mekândan mekâna, noktadan mükemmele, kelimeden cümleye, emirden vâkiye. Muhabbeti aşikâr kuvveyi fiil eyledi OL, dedi. OL'uverdi. Kûn! Bir kâf. Bir nûn. Sonra sükûn. |
Çok güzeller. Milletin başına karabasan gibi çöken cetelerden nasıl iktidarımız başını kaldıramıyorsa bizim de başımızda ne varki okumaktan kaçıyoruz belkide yoğun tempo ile geçen günlerden sebeb ülfet var üzerlerimizde bu kadar adi kamuoyu varken hoş gör tarihsever bu halimizi
|
Alıntı:
|
Kisaca insan'dan insan'a degisiyor desek :) Genelde "kalp" kadin oluyor, ve "akil" erkek oluyor. Fakat durum bazen degisebiliyor; sizin "akil" olmak istemeniz gibi mesela. "Kalp"i bulmaniz temennisiyle :)
|
Alıntı:
|
uzun bir aradan sonra çok şükür ki birlikteyiz...
arkadaşlar,dostlar,kardeşler kaç kişi okuyoruz bu kitabı?ben çoktan aldım ama forum hasta olduğu için bir haber veremedim.... |
Havva Âdem için, benim değildi ben'di. Ben değil sen'di. Hasılı bu insan çiftinden hiçbirisi bir tek ve kendisi için değildi.
Ne Hava Âdem'e eşit. Ne Âdem Havva'dan üstün. Eşitliğin muteber ölçü olmadığı bir her zaman endazesinde eşit değil denklerdi. Bu kadar farklı ama bu kadar birbirine göre. İkisinin varlık nedeni, başka bir hesabın rakamlarıyla yazılı: Bütünleyici. *** Cennetin üzerine bir dehşet sessizliği çöktü. Şeytanın kibri görünürde Âdem'e yönelikti. Ama emri Âlemlerin Rabbi vermişti. Öyleyse asilerin bu ilki, Âdem'e başkaldırırken Âlemlerin Rabbine de mi kafa tutuyordu? Kendi iradesini O'nun iradesinin üzerine mi koyuyordu? Üzerine bir lânet inmesi ân meselesi. Güzelliği, itibarı, ismi onu terk etmek üzere. Elini uzatsa. Gitme, dese. Gitmezlerdi. Ama. Ne pişmanlık ne dönme. Ne vazgeçiş ne af dileme. Hata üstüne hata. Sapma üstüne sapma. Şeytan diye bir şey olmazdı, adı şeytana çıkmazdı, isyanından çok isyanında ısrarı, aya diremesi olmasaydı. Ama o direttikçe diretti, azgınlaştıkça azgınlaştı. Bu kadar istekle kışkırtılmış bir azgınlığın sonunda, kopardığı selin önünde boğulması, kendi başını yemesi kaçınılmazdı. Uyarıldı. Sorgulandu. Azarlandı. Demek ki yollar hâlâ açık, kapılar aralıktı. Ama o, geri dönecek gibi değildi. Başını kaldırdı. Seslendi, beni Sen azdırdın, dedi. Kaderimi Sen yazdın. Sorumluluğu, Kaderler Çizen'e yükleyiverdi. Müsebbib-ül Esbâb olana sebep gösterdi. Kabahatinden büyük bir özrü sahiplendi. Bir makamı varsa makamından düştü. Gözde idiyse gözden. Yürekteyse yürekten. Üzerinden bir olumsuzluk nefesi geçti. Hatırası kirlendi. Şöhreti şaibelendi. Lânetlendi. Ayıplahdı. Kınandı. Adı şeytana çıktı. Bütün bu eylem sözcükleri onun üzerine birer sıfat olarak kaldı. Cennet yine zamansız mekânsız bahçe. Ama başkaldırıcıların bu ilkiyle arasına sonsuz bir uçurum girdi. Şeytana aşikâr, cennet sakinlerine gizli. |
...
Bunca irkiltici kelâmın neticesinde başkaldıranların ilki, o ezeli öfkenin, o unutlumayacak hadisenin, o ilk düşmanlık hikâyesini üzerine, bir tek Adem'i değil bütün bir Adem soyunu yoldan çıkarmak için izin istedi. Çünkü onların her biri bir kez daha Adem, bir kez daha secde edilesi insan demekti. Onların, yeteri kadar sadık kalmayacaklarını göstermek için yakıcı bir istekle isteklendi. İsteğini öfkeyle besledi. Geçmesi yoktu bu öfkenin. Mahşere dek sürecekti. Döktü saçtı, içindekileri gösterdi. Ona bakılırsa, insanın yüzmeyi bildiği kadar deniz de boğmanın bilgisine sahipti. Onları, dedi, yeteri kadar kendine sadık bulamayacaksın. Sağdan, soldan, önden arkadan, yani her halden, her meşrepten, her mizaçtan, her lisandan bir yol bulacağım. Sımsıkı bağlarını gevşetip açacağım. Ümit vereceğim, korku salacağım. Güzellikle kandıracağım, güzellikle olmazsa şiddetli nefreti sokacağım araya. Elimden geleni ardına komayacağım. Doğru olanı yaptıklarına inandıracağım. En fazla da onları ben'den caydıracağım. Yok, diyecekler, şeytan diye bir şey. Benim ismimi telaffuz ederken dudakları titremeyecek. Benizleri atmayacak, kanları çekmeyecek. Korkmayacaklar şerrimden. O kadar ileri gideceğim ki olmadığıma neredeyse ben bile inanacağım. İşte o zaman onları Sana geldikleri dosdoğru yoldan çekip çıkaracağım. Yani ben kazanacağım. Vay bee! Azme bak! |
hemen alıp okumalıyım.ama bunu öyle sesli mekanlarda okumak olmaz ki.
ben kitaplarımı sabah ve aksam iş dönüşü yolculuklarda okurum.bu kitap o ortama uymuyor.daga cıkıp okusam daha iyi olur:) |
şimdilerde okuyorum..gerçekten çok farklı,çok güzel bir eser.
ilk başlarda biraz ağır geldi ama sonra akıcılığı beni aldı götürdü.. |
Döktü saçtı, içindekileri gösterdi. Ona bakılırsa, insanın yüzmeyi bildiği kadar deniz de boğmanın bilgisine sahipti. Onları, dedi, yeteri kadar kendine sadık bulamayacaksın. Sağdan, soldan, önden arkadan, yani her halden, her meşrepten, her mizaçtan, her lisandan bir yol bulacağım.
Sımsıkı bağlarını gevşetip açacağım. Ümit vereceğim, korku salacağım. Güzellikle kandıracağım, güzellikle olmazsa şiddetli nefreti sokacağım araya. Elimden geleni ardına komayacağım. Doğru olanı yaptıklarına inandıracağım. En fazla da onları ben'den caydıracağım. Yok, diyecekler, şeytan diye bir şey. Tarih sever teşekkürler. Dizelere baktığımız vakit bugün coğrafyamıza musallat olan her şeyin anatomisini sunuyor bizlere. |
Alıntı:
"Bunlar müsebbibi ben degilsem, bu durumu degistirmekte benim hiçbir etkim olamaz, öyleyse birsey yapmam abes olur." Ve düsünce devam eder; "hiçbir sekilde elimden birsey gelmiyorsa ve bunlar kendi basina aksetmiyorsa, sonsuz kudret Sahibi olan'in etkisi olmali mutlaka. Peki, ben ne gibi bir hata yaptim ki beni bu batakliga mahkum etti? Ben bir hata yapmadan beni pislige mahkum ettiyse O'na isyan etme hakkim var..." Ve yanlis'a daha da batar insan :) Yanlis yerden bakmak yanlis düsüncelere, yanlis düsünceler yanlis davranislara, yanlis davranislar ise kontrolümüzden çikan bir kader'e (irademiz disinda olan degil) yol açiyor. Ha birde "iradem zayif" diyenler var. "O halde iradeni güçlendirmek için direneceksin kardesim" demek var tabi :) Az önce bir formül duydum, belki de bu konumda olan kardeslerimiza yardimci olur; "Mutluluk bir seçenek". Insan (her ne konumda olur ise olsun, her ne yasiyor olur ise olsun) hayatini zindan'a dönüstürebilecegi gibi, cennet'e de çevirebilir. Hayata hangi pencereden baktigimiz, hayatimizi neye endeksledigimize bagli yasadiklarimizin güzellikleri. Sevdiginden ayrilmis bir genç gelecege bakip "Bir daha ayni yolu izleyip hüsrana düsmemeliyim" gibi bir sonuca varabilirken, diger bir genç "Terkedildim, demek ki degersizmisim, hayatimin bir anlami kalmadi" gibi düsüncelerle bogusabiliyor. Yasanilanlar ayni, fakat biri kuyudan çikmanin formülünü bulmus digeri ise kuyuyu derinlemesine kazmaya devam ediyor :) |
Kalemine sağlık Minikkelebek...
Alıntı:
*** Ne olsa ne olmasa da Havva'ya bakınca Âdem'in içinden her defasında derin bir gülümseme geldi. Çünkü öyle güzeldi ki Havva bu güzelliği ancak bir tebessüm karşılayabilirdi. Ve böyle bir güzellik ancak bir tebessüme sebep olabilirdi. Âdem'in Havva'ya bu ilk bakışı cennette bile kalbe sığmayan aşkın arı duru bakışı. Her görüşünde ilk kez görür gibi. Her bakışında son kez bakar gibi. Ama Âdem kendisine ne olduğunu anlayıp da ilk ânda aşkın adını koyamadı. Neden sonra bir baktı ki Kelimeler Kitabı'na. Sıradan insanlar aşk diyeceklerdi bu erimenin, bir'ikmenin, bu bir'leşmenin adına. Aşk öylece geldi. Aralarına girdi. Ama ayırmadı birleştirdi. Öznesi çiftse de eylemi birdi. Ben ve sen'den ibaret, ne tek sen ne de tek ben, hem sen hem ben, bir cennet öznesi onlar içindi. Ve Havva ile çift olduğunda Âdem yalnızlığın ancak Allah'a mahsus olduğunu anladı. Demek bundan böyle Havva'sız yapamazdı. |
Bu vesile ile içeriği takip etmek büyük keyif. Emeğinize sağlık yeni dizeleri bekliyoruz.
|
Alıntı:
Evet, beğendiğim paragrafları kalıcı hâle getirmiş oluyorum ben de, ayrıca alamayanlar için okuma şansı oluyor, almak için tereddüt edenlere de fikir oluyor konu itibârı ile... Ve alıntılarıma Minikkelebek'in yorumları ile bakmak çok hoş, ve verimli oluyor... Kalbin kapıları vardı. Korunması kolaydı. Ama vesvese, kapıları bir bir aşarak girmiyor, kalpte doğuyordu. Olan, doğrudan kalp evinde, gönül hanesinde oluyordu. Neticede, vesvesenin kalpte doğan ağacı Âdem'in içine önce tohumunu bıraktı. Sonra tohum çatladı, filiz başını kaldırdı. Âdem'in içini kapladı. Başka da hiçbir şeye yer kalmamıştı. Zemin hazır olmasaydı minicik bir tohum nasıl bu kadar kolay tutunabilirdi? Âdem nihayetinde. İnsandı. Topraktandı bedeni. *** ... Ben kendimi o yasak ağacın altında buldum. Adını Sen sınav koydun. Düşmekten başka yolum, yasak meyvenden başka azığım yoktu bu oyunda. Bunu Sen de biliyordun. Oyunu Sen kurdun. Ben sadece oyuncuydum. Yürüdüysem de Sen değil miydin yürüten? Öyleyse beni suçlaman neden? DİYEBİLİRDİ. AMA DEMEDİ. ÇÜNKÜ: Filbahar ağacının altında, büyük meleğin cümlelerini sese çevirdiği, zihnindeki Kelimeler Kitabı'nda İrade'den öteye geçemese de Kalb'e kadar gelebildiği o kendini bilme ânında, içindeki Rahmanî nefesin de anlamını bilmişti. Kendi içindeki ruhumdan'lığı, yani ki O değilse de O'ndanlığın bilgisine ermişti. Bu fark edişle, bu bilişle sorumluluğu kendi üzerine alırken, O'nun kendisine kattığı nefesin eylem gücünü de yüceltti. Bu yüceltmeyle kadrini kıymetini, oyuna rağmen oyunculuğunun sebebini hikmetini bildi. Yine de Âdem'i. "Akletmeye" devam etti. Hepsi de soru çekimindeydi: O Rahmani nefesin kendisine verdiği gücün eylemiyle, eylemin gücüyle; Âdem mi atmıştı adımını? Olacak olanın olmadığı bu oluşta Rahman, kendi adımını bilir gibi mi bu adımı bilmişti? Öyleyse kimse kimseye zorla bir şey mi yazmamış, bir şey mi çizmemişti? Kendisine önerilen dümdüz yolda yürüyebilseydi, bütün bu yaşadıkları görülmemiş bir rüya olarak mı kalacaktı? Sadece Alîm Allah'ın ilminde mi var olacaktı? O yol ayrımında Âdem biraz durmuş, beklemişti. Kendisiyle cebelleşmiş, sendelemişti. Düşmüştü sonunda, ayağı kaymıştı. Ama en fazla düştüğü ânda bile özgürdü, öyleyse o mu seçmişti o mu istemişti? Sonu yoktu düşünmenin. Sorular sel sağanık. başını çevirdi Âdem. Belli ki yasak ağacın altında ne tamamen mecburdu ne tümüyle başına buyruktu. Boyan boya yarılmış filbahri ağacının gövdesinden geçirdi elini. Bıraktı akletmeyi. Alîm olan O'ydu, o kendisine talim ettirenle yetindi. |
Ve ki irade İRADE'yle çelişik değildi. Uzlaşıktı, birleşikti. İRADE'nin içindeki irade: Gayret ve Niyet'ti.
O da Rahman'ın nefesi. Öyleyse İRADE İRADE'nin içindeydi, İRADE İRADE'nin üzerindeydi. Hepsi de İRADE'ydi. Bu muammanın nasılına niçinine akıl yetirmeye çalışırken, satırları izlemek, sütunları inmek, sayfaları geçmek için acele ederken, Âdem, harflerin iyice silikleştiğini, sayfaların tümüyle karardığını, kelimelerin yok olduğunu fark etti. Sonrası sır, sonrası dokunulmazdı. Sonrası Âdem'e karanlık, hele benîâdem'e kapkaranlıktı. Senin bilme sınırın şimdilik buraya kadar, daha ileri geçemezsin. Daha fazlasına güç takat yetiremezsin. En fazla bunu okudu. İçini büyük bir bilmezlik duygusu kapladı Âdem'in. Bilmek, kavramak, kelimeye çevirmek, isimlendirmek isteyen insan yanıyla büyük bir eksiklik hissetti. Ama bu duyguyla da sınırını, hacmini, muhtevasını, gücünü ve güçsüzlüğünü bildi. Bilmezlik duygusuyla en fazla dolduğu o ânda bildiği şeyi de hissetti. Demek bilebileceği son kelime Bilinmezlik'ti. Bir Bilinmezlik kelimesini söyleyebilmek için esma taliminin gözdesi bunca kelime bilmiş, bunca isim söylemişti. Belli ki o ilimden kendisine verilen az bir şey'le yetinecekti. Ama Âdem, bilgisinin ulaşabildiği son sınır çizgisinde, aklının son devinimiyle aklını sınır dışı ederken, kendisine verilen isimlerden birinin, verilmeyen bütün isimlerin yerini tutması gerektiğini de düşünebildi. Kalb'i öyle seçti. Aklına sığmayanları Kalb'inde bir araya getirdi. Kelimeler Kitabı'nda Yaratan'ın ismi Kalb'in içindeydi. |
Geçen sene bu zamanlarda okumuştum kitabı.
Yusuf ile Züleyha gibi sürekli gözümün önünde durur açar bakarım satır altlarını çizdiğim kısımlara... Kitabı okurken olayın içine giriyo insan, öyle bi üslupla yazılmış ki! Olay birebir görür gibiydim her satırda... Harika bir şeçim olmuş.. Yeni görüyorum nedense:) |
Başlık hepinize küstü işte :ağla:
Âdem'in âdemliği kabahatle başladı, bilmekle biçimlendi, zehir menzillerinden geçti. Arınmakla tamamlandı. Afla mühürlendi. Suyla yoğrulmuş toprak bedeni hamdı Âdem'in, ateşlerde yandı, pişti. O zaman, getirdiler, cennetin zemini akanyıldız bezemeli atlas örtüsünü, üzerine çekti. Sabah vaktinin laciverdi. Akşamın tazeliği. Âdem'in örtündüğü ancak kendisine yetebildi. Bir adım atabildi. Sıyrılan bulutların arasından ışığın parladığını yapraktan değilse de gölgeden okuyabildi. Güneşe değilse de gölgeye bakabildi. Sendeleyerek birkaç adım daha atabildi. Ceylanların, mavi gagalı kuşların, turuncu gölgeli ağaçların, altın rengi derin uçurumların, süt ve bal ırmaklarının, incilenmiş köşklerin kendisine bakmasına tahammül edebildi. Üzerinden önce bir yıkım sonra bir af geçmişti. Kalbinin üzerinden o büyük ağırlık kalktı. Çilenin sonuna geldiğini anladı. Uyumamışta ama kabustan uyandı. Bundan sonrası? Âdem'in yolculuğu. Şimdi bir filbahri dalının altında gözlerini açtığı günkü kadar masumdu. |
Arkadaşları ve bizleri mazur görün , o kadar kaypak siyasi yönler varki eğilipte bu güzel çalışmaya eşlik edemedik.
Siz farklı bu güzel yönünüz ile zaten bizlere menbadan taşıyorsunuz , mevlam razı olsun gönlünüze sağlık. |
Ben de aldım bu başlıktan ve alıntı yapılan kısımlardan etkilenip...
Ama hiç vaktim yokki o güzelim satırları burada paylaşayım... Acizane okumayanlara okuyun diyebilirim sadece... |
Alıntı:
*** Dünya Bir Cennet Bir De Cehennem Gibiydi İçinde zümrüt kuşunun yabancılık acısı. Âdem ağlarken gülümsedi. Kanı terine, teri gözyaşına karıştı. Demek böyleydi burası, dünyaydı. Kimi isyankârdı yer kimi itaatkârdı. Kimi bozguncuydu kimi uysaldı. Dünya aynı ânda korku ve hayranlıktı. Bu bilgiyle bir yanını hoş buldu koca dünyanın Âdem, ama daha çok diğer yanından korktu. Bundan sonra bir yurdu ümitti Serendip yolcusunun, daha geniş bir yurdu korku. Şu dünya âlemin mizacındaki kararsızlık. Âdem'i en çok da bu korkuttu. Meşrebi dönekti dünyanın. Fırtına hiç beklenmedik ânda patlıyordu. Onda her Ân her şey olabilirmiş gibi duruyordu. Her şey iç içeydi burada. Dağınıktı, düzensizdi. Emniyetsizdi. Hiçbir şey sonuna kadar duru sonuna kadar masum değildi. Dünya işte, bir cennet bir de cehennem gibiydi. *** Bulutlar Ve Filbahri Ağacı Bulutlar geldi. Suyun üzerine gölgelerini bıraka bıraka ufkun üzerinden akıp gitti. Yumdu gözlerini Âdem, sonra açtı. Bulutları bir varlardı bir yoklardı. Âdem bir bulutlara bir gölgeye baktı. Suretten sirete. Kesretten vahdete. Çoktan Bir'e. Gölgeden ışığa. Nakıştan nakışa. Bir dünyayı gördü bir cenneti hatırladı. Bir resim. Bir suret. Bir vehim. Cennette vuku bulmuş bir bahse mevzu olan insanın hatırladığı rüya. Bildi yaradılışının ve macerasının hikmetini. Asıl, sürgüne göre sıla olan makamdaydı. |
Harika dizeler. Ellerine parmaklarına sağlık kardeş.
|
Alıntı:
Ben biraz daha ilerideyim alıntıladığım yerlerden; ama ancak vakit bulup aktarabiliyorum, not aldıklarımı :) *** Ya Rabbi, dedi Âdem, ey kalpleri çekip çeviren, açan değiştiren. Yokluğu yokluk ki, ben onu hâlâ yitirdiğim cenneti sever gibi seviyorum. Şu arzın sathında cenneti bana onun kadar kuvvetle hatırlatacak biri daha varsa gönder bana. Yoktu. Arzın sathında bir Âdem bir Havva, aralarında bir büyük umman duruyordu. Her şey kopmuş ayrılmış aslından. Bir Havva kalmış Âdem'e, arı duru, yekta. Gülün adıyla varlığı arasına mesafe girmediği, dünyanın o en saf zamanında. Aşk da sadece aşktı. Bunca bulanmışlıkla daha karşılaşmamıştı. Havva varlığında ne kadarsa, yokluğunda da o kadardı. Ve Âdem anladı ki cennette bile Havva'ya doyamamıştı. Değilse, geride söylenecek bu kadar çok söz kalır mıydı? Âdem bu kez Hava'ya seslendi. Dedi Ey ismimin bütün harfleri, ey benim benliğim, benliğimin sen'i. İçimde tecelli bulan lâtif esmasınca, her ânımın şimdisi. Her gecikmişliğimin telâfisi. Arttır kelimelerimi. Göster yüzünü, cennetlik et beni. Dünyanın son gününe değin yaşasam, bambaşka bir gözle görmüşlüğüm görülmüşlüğüm. Çünkü cennette gördüğüm görüldüğüm. Gençliğini gördüğüm, gençliğine görüldüğüm. Bir esenlik bahçesinde zorlamışlığım zorlanmışlığım. Sınadığım sınandığım. Sınavım. Kaybım. Kaybımda kazancım. Yani kârım, kârgâhım. Nihayetinde kararım, karargâhım. Bu nedenle yeri hiç kimseyle dolmayacak olan ve yerimi doldurmayacak olanım. Etin etimden, kemiğin kemiğimden. Ay ışığında oku harflerimi ay ışığında yaz nameni. Senden önce öleyim ki ölümden korkma. Benden evvel öl ki ölümden korkmayım. Öyleyse dirimim gibi ölümümde de arkadaşım. Ey benim yaradılışım, yolunu kaybetmiş yol arkadaşım. Kimi bağrındaki kemikten yaratılmışsan ona gel. Eksik parçamı arar gibi seni arıyorum ben. Sen de beni ara. Boşluğunu doldur, eksiğini tamamla. Dünya dediğin bir kaza ertesi. Aç kapılarını. Elinle koymuş gibi bıraktığın yerde bul beni. Gel neredeysen. Cennet olsun yeniden. |
Alıntı:
Etkilendim Ya Hu.. |
Alıntı:
*** Şu dağ, şu taş, şu toprak. Şu, denizi uzun uzun seyreden yağmur kuşu şahit olsundu ki güzelliğin kaynağını böyle kuvvetle hatırlatmasa, Âdem, Havva'yı böyle hasretle beklemezdi. Aşkın tarihçesinin bile olmadığı bir tarihte onu böyle büyük bir aşkla sevmezdi. Böyle çözülmezdi dizleri, kalbi dile gelmezdi. Havva belli ki içinde değil içinden çok derindeydi. Yandı Âdem bu yüzden yandıkça tükenmedi. Değil mi ki ondan sürgün edilmiş olsa bile, cennetin hatırasını yitirmeyen bir kalbe güvenilebilirdi. Âdem yitirdiği cennetin hesabını dünya gözüyle yapmaya ancak o zaman başladı. Havva'sız bu dünya, bir cehennem yurdu. Oysa Havva olsaydı Âdem'in dünyası cennet olurdu. *** Cennetin hatırası, Rabbin bağışı. Pervanelerin kanatları yandı. Öyle daraldı ki içi, Âdem bu dünyaya sığmadı. Bu dünya ona artık dar, anladı ki durmakla olmuyor. Ne kurduysa arkasında bıraktı. Yolculuk zamanı geldi çattı. Kapattı kapısını Âdem. Salının yelkenini bağladı. Ummanlara açıldı. |
DİYEBİLİRDİ..AMA DEMEDİ..
|
Alıntı:
bak şımartma bunu yarın bigün tepene çıkar görürsün dedim... olsun abisi şımarsın dedi al işte...:w::hihi2::hihi2: |
Alıntı:
|
Alıntı:
Kalp ile akıl herkesde var, herkes ise bu birleşim. Yani hayatlarını birleştirip tek hayat yaşamaları lakin, asıl önemli olan ruh, ruh olmazsa ikiside boş yere uğraşıp durur. Ruh ise imandır.Ruh olmazsa bir ömür yaşayan iki et parçası olurlar. Rabbim üç öğeyi birleştirmeyi nasip etsin, biz toy kullarına.. |
Alıntı:
Tabi, sunu belirtmek gerekir ki fâni dünyaya çok fazla ehemmiyet verenler çogu kez elde ettikleri maddelerden umduklari sekilde istifade etmiyorlar. Ruhsal eksikliklerini maddeyle doldurabileceklerini düsünenbu sahislar, maddî bakimdan varlikli olduktan sonra eksikliklerini gideremediklerini farkedip baska arayislarda bulunuyorlar. Bu arayistan kazançli çikanlar O'nu (c.c.) bulanlardir. Digerleri ise çesitli bagimliliklara (alkol, uyusturucu, zina, kumar) saplaniyorlar. Bu bagimliliklar ise bir "kaçis" olusturuyorlar; aslindan kendilerinden kaçis. Mâneviyattan uzak, varlikli (madden) insanlarin hayatlarini arastirmak huzurdan yoksun olduklarini anlamak için yeterli oluyor :) |
Katkıları ile dünyamıza eşlik edenlerden mevlam razı olsun.
|
Kitabın yarısından çogunu okudum.
Çok etkileyici. okurken bambaşka alemlere gidiyorum. Lakin... Kafamı kurcalayan soru var: Yazılanlar ,verilen bilgiler Kitaba uygun mu? |
Alıntı:
BELÂ AŞKTAN BÜYÜKTÜR Söz gece içinde genişledi, ân geldi Kabil bir denge bozulmasında, direnmesine bir yüreklilik hali, bir göze almak cesareti yüklemeye yeltendi. Aşk aşk, diyecek, aşkına bir ölçüsüzlük cesareti giydirecek, göze alırım kendi bedelimi, öderim diyetimi, diyecekti ki yerini bir aşkınlık telâffuzunda belirledi. Belirlediği yerde büyüklendi. Kolay olanı değil zor olanı seçmekle kibirlendi. Sesi yüksek perdeli, gözleri alev alevdi. Âdemse usul usul, açık seçik söyledi. Bak bana, dedi. Uzun gece ırmaklarına benzeyen bu söyleşmekler sırasında sesini ilk kez yükseltti: Aşk, diyorsun. Ölçüsü olmaz ya, varsa da ölçüsü, neler yapabildiğin değil, neler yapabilmediğindir. Aşk aşk, diyorsun. Aşk adına yapıp yapabileceğin, olup da biteceğin bu mu senin? Oğul, dedi, senin keşfettiğini ben çoktan eskitmiştim. Aşkı bana mı öğretiyorsun? Ve içine düşen huzursuz bir sezgiyle, gözlerini Kabil'in gözlerine, bu elâ mehtap hatırasına dikti. Dikkat et, dedi: Belâ aşktan büyüktür, Allah hepsinden. Sesi yine eski sesiydi. Kabil ikna olacak gibi değildi. Baba, dedi. Demekten çok diklendi. Sesine bir zorbalık eklenmişti, ve ilk kez baba sözcüğünün ne sonuna ne de başına iyeliği eklememişti. Benim, dememişti, benimsememişti. Babasının bir yanını eksik bıraktığını fark bile etmedi. Durdu, bir ân için söyleyeceğinden kendisi de korktu. Ama içinde tutmadı. Bir alev dilini, kıyasının boşluğuna bıraktı. Sen, dedi, sen derken yüzüne kan hücum etti, sen her gece, uğrunda bir cennet feda ettiğin, dünyalar güzeli Havva'nın koynunda uyuyorsun. Sonra tutup bana nefsin vaazını veriyorsun. Yapma! Bana söylevler verip durma! Boşuna tüketme nefesini. Parlak sözlerini onlara inanacak uydum akıllılara sakla. Âdem dehşetle baktı onun yüzüne. Oğul, dedi, edep her türlü davanın üzerindedir. Ve insan ancak dili kadar edeplidir. Bilmediği kelimeler kadar edepli bildiği kelimeler kadar da edepsizdir. İnsan olan her hesabı aşar da bir kendi sözcüklerinin ağırlığı altında ezilir. Ne kadar hicapsız sözcükler üşüşmüş diline senin. Bu kelimeleri sana ben öğretmedim. Nereden öğrendin? Ve oğul, utanmak ki nimetlerin en değerlisidir. Utanman yok mu senin? Âdem de, ilk kez, oğul sözcüğünün arkasına sahiplik ekini eklememişti. Sustu. Araya, ağaçları iki büklüm eden rüzgârın sesi doldu. Âdem yasak meyve sonrasındaki büyük çıplaklığı hatırlayarak şimdi Kabil'in yerine de utanıyordu. Kabil. Sanki bütün söylediklerini söylememiş gibiydi. Bir müddet ses etmedi. Sonra, döndü babasına, neden susuyorsun, dedi. Bana karşılık gelecek bir kelimen yok mı? Sen ki kelimelerin sahibisin. Haydi, bul da söyle, çıkar hazinelerinin arasından bir mucize, bana da göster birini. Utanmanın da üstündeki davamdan caydırabilirsen caydır beni. Şimdi de sen akla kendini. Cevabım, dedi Âdem, yaşadıklarım. Cennette zuhur etmiş bir mucizeyi miras olarak bırakıyorum sana. Bundan daha iyi bir sözü bulup da sana ne anlatayım? |
Teşekkürler Nun kardeş dizeler çok hoştu.
|
Nun kardeş,
La kitabını okuduğumuzda karşımıza yazarın hayal ürünü olan durumları görüyoruz. Gerek Havva'nın gerk adem'in güncel yaşantısındaki bu olayları bu şekilde romanlaştırmak doğru mu acaba diye bir soru takıldı kafama. Ha verdiği mesajlara bakalım diyorsanız ki ona diyecek sözüm yok. Mesela şeytanın kovulmasındaki sebep kibri ve bunu anlatışı. Adem'in yasak meyveyi yeyişi ve tevbesiyle gelen affı. Kabilin içindeki kötülüğü... Çok çok çok etkileyici. |
Cennet: kaybettiği
Havva: bulamadığı Yıllarca Adem Havva’yı aradı. Hiç pişman olmadı, hiç şikayet etmedi. Kalbi hiç kaymadı, güveni hiç sarsılmadı. Yoruldu ama yolundan dönmedi. ~ ~ ~ Bütün yorgunlukları arkasında bırakmış, aşılmaz zannedileni aşmakla onanmış Bir kere değil çok kere, bir şeyle değil çok şeyle sınanmış Bir dünya yolculuğu geçmişti üzerinden Adem’in. Ama belli ki cennet bir kere yitirilse bile kazanılabilir bir şeydi. Baştan ayağı dikkat kesildi Adem ve Havva’yı bekledi. Belliydi Havva’nın geleceği, gelmeyecek olan böyle beklenmezdi. Bir rayiha gibi içine düşen umutla Adem: “bekliyorum öyleyse gelecek” dedi. Bu kadar çok çağırdığı için. Bir devri kapadığını, bir devri açtığını fark etti. Ân geldi; Adem, Havva ile iki dünyanın birleştiği yerde bir araya geldi. Gelen Havva değil, yitirilmiş cennetti.. |
Cennetten çıkınca yanlarına çok şey alamadılar. Adem tüm kelimelerini aldı, tüm bilgeliğini; Havva'yı tekrar tekrar anlatabilmek için... Havva, annelik duygusunu aldı. Aşkın yüküyse o kadar ağırdı ki taşıyamadılar, bölüştüler.
Çok sert bir düşüş yaşadılar. Adem, tüm kelimelerini kaybetti. Bilgelini, kendini Havva'da izlediğinde tekrar bilecekti. Havva ise annelik duygusunu hafif de olsa yitirdi. O da Kabil ile Habil'e sahip olduğunda tekrar bilecekti. Aşksa, birbirlerini görene kadar gizliydi. İkisi birden tekrar buluşunca öğrenilecekti. Gizli bir anlaşma gibi düzüldü defter, Kabil ile Ayartıcı arasında. Duyduğu sesleri değil, duyması gerekenleri söylüyordu kulağına. Yasak meyveyi yerken yanlarında olsaydı Kabil, O da bilecekti bu sesi. Değildi. Mazlum bir kardeş değildi yitirilen, tüm insanlıktı. |
All times are GMT +3. The time now is 16:46. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025