![]() |
Necip Fazıl Kısakürek'in Nefis Sözlerini Paylaşıyoruz
büyük "üstad" Necip Fazıl Kısakürek'in birbirinden güzel sözlerini paylaşmadan önce hayatı hakkında kısa bir bilgiyi aktarmak yerinde olur.
Necip Fazıl Kısakürek (1905- 1983) Sorry, your browser doesn't support Java(tm).26 Mayıs 1905'te İstanbul'da doğdu. Çocukluğu, büyük babasının İstanbul Çemberlitaş'taki konağında geçti. İlk ve orta öğrenimini Amerikan ve Fransız Kolejleri ile Bahriye Mektebi'nde (Askeri Deniz Lisesi) tamamladı. Lisedeki hocaları arasında Yahya Kemal, Ahmet Hamdi(Akseki), İbrahim Aski gibi isimler vardı. Necip Fazıl hocalarından en çok İbrahim Aski'nin etkisinde kalmıştır. Tasavvufla ilk tanışması da hocası İbrahim Aski'nin verdiği kitaplarla olmuştur. Necip Fazıl Kısakürek, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdikten (1924) sonra, Milli Eğitim Bakanlığı bursu ile gönderildiği Fransa'da, Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde okudu. Türkiye'ye dönüşünde Hollanda, Osmanlı ve İş Bankalarında müfettiş ve muhasebe müdürü olarak çalıştı. Robert Kolej, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuarı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde ders verdi(1939-43). Sonraki yıllarında edebiyata yönelerek fikir ve sanat çalışmaları dışında başka bir işle meşgul olmadı. Necip Fazıl, annesinin arzusuyla şair olmak istedi (bunu düşündüğünde henüz 12 yaşındaydı) ve ilk şiirleri Yeni Mecmua'da yayımlandı. Milli Mecmua, Anadolu, Varlık ve Yeni Hayat dergilerinde çıkan şiirleriyle kendinden söz ettirmeyi başardı. Daha sonra Paris'e gitti ve dönüşünde yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitaplarıyla edebiyat dünyasında patlama yaptı. Necip Fazıl bu eserleriyle genç yaşta şöhreti yakalayarak, çağdaşı şairlerin önüne çıkmayı başardı. Edebiyat çevrelerinde hayranlık aynı zamanda heyecan uyandırdı. 1932'de Ben ve Ötesi adlı şiir kitabını çıkardığında henüz otuz yaşına basmamıştı. Necip Fazıl için 1934 yılı hayatının dönüm noktası oldu. Çünkü hayat felsefesinin değişmesine neden olan ve Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile bu dönemde tanıştı. Ve bu kişiden bir daha kopmadı. Necip Fazıl'ın, üstün bir ahlak felsefesini savunduğu tiyatro eserlerini birbiri ardına edebiyatımıza kazandırması bu döneme rastlar (Tohum, Para, Bir Adam Yaratmak). Necip Fazıl aralıklarla gidip uzun sürelerle kaldığı Ankara'ya üçüncü gidişinde, bazı bankaların da desteğini sağlayarak 14 Mart 1936'da haftalık Ağaç dergisini çıkarmıştır. Yazarları arasında Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Kutsi Tecer, Mustafa Sekip Tunç'un da bulunduğu Ağaç dergisi, yeni kapanan Yakup Kadri'nin Kadro dergisi yazarları Burhan Belge, Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir ve İsmail Hüsrev gibi yazarların savunduğu ve dönemin etellektüellerini hayli etkilemiş bulunan materyalist ve marksizan düsüncelerine karşı spiritüalist ve idealist bir çizgi izlemiştir. Ankara'da altı sayı çıkan Ağaç dergisi daha sonra İstanbul'a nakledilmiş ancak fazla okur bulamadığından haftalık Ağaç dergisi 17'nci sayıda kapanmıştır. Necip Fazıl, 1943 yılında dinsel ve siyasal kimliği ön plana çıkan Büyük Doğu adlı dergiyi çıkardı. 1978 yılına kadar aralıklarla haftalık, günlük ve aylık olarak çıkarılan Büyük Doğu'da iktidarlara cephe alan Kısakürek, yazı ve yayınları yüzünden mahkemelik oldu, hapse girdi ve dergi birçok kez kapatıldı. Sultan Abdülhamit taraftarı olan Necip Fazıl giderek İslamcı kesimin önderlerinden biri oldu. Ağaç dergisinde olduğu gibi, Büyük Doğu'nun ilk sayılarında da yazar kadrosu hayli kozmopolittir. Bedri Rahmi, Sait Faik gibi yazarların imzası dergi sayfalarında görülmektedir. Ancak, Büyük Doğu, dinsel bir kavga organı durumuna gelince bu yazarların bir kısmı ayrılmıştır. Necip Fazıl 1947 yılında Büyük Doğu toplatılınca Kasım-Aralık ayları arasında üç sayı devam eden Borazan adlı siyasal mizah dergisini çıkarmıştır. Sık sık kapatılan veya toplatılan Büyük Doğu'nun çıkmadığı dönemlerde günlük fıkra ve çesitli yazılarını Yeni İstanbul, Son Posta, Babialide Sabah, Bugün, Milli Gazete, Hergün ve Tercüman gibi gazetelerde yayımlayan Necip Fazıl, Büyük Doğu'da çıkan yazılarında kendi imzası dışında Adıdeğmez, Mürid, Ahmet Abdülbaki gibi takma isimler kullandı. 1962 yılından itibaren de hemen hemen tüm Anadolu şehirlerinde konferanslar verdi. Necip Fazıl, Sabır Taşı adlı oyunuyla 1947 yılında C.H.P. Piyes Yarışması Birincilik Ödülü'nü almış, doğumunun 75. yıldönümünde Kültür Bakanlığı'nca "Büyük Kültür Armağanı" ödülünü (1980) ve Türk Edebiyatı Vakfı'nca "Türkçenin Yaşayan En Büyük Şairi" ünvanını almıştır. Necip Fazıl Kısakürek yazılarını yazmaya devam ederken uzun süren bir hastalık dönemi geçirdi ve sonra 25 Mayıs 1983'te Erenköy'deki evinde öldü. Fatih'te düzenlenen cenaze merasiminden sonra Eyüp sırtlarındaki (Piyer Loti'deki) kabristana defnedildi. (aruz.comdan alınmıştır) |
Bir şapka bir eldiven bir maymun ve inkılap...
|
Arkamdan konuşup beste yapacağnıza ; yüzüme konuşun düet yapalm
Üç Kuruşluk Dünya İçin Gayret Üstüne Gayret, Ebedi Hayat İçin Hiç Gayret Yok Hayret ! Necip fazilin tek zaaf! sigradir. Bi gün n.f a 'Allaha tek secde etmeyet bitkinin tütün oldugunu söylerler. Üstad söyle cevap verir: getirin o kafiri yakacam' der. Birini kaybetmek istiyorsanız onu çok sevin o zaten kendiliginden gidecektir. Sırma Renginde Pislik, Dünyanın Süsü Püsü, Bende Tek Aziz Eşya Annemin Başörtüsü ölüm ne güzel şey budur perde altından haber eğer güzel olmasaydı ölürmüydü peygamber. Karanlık gecede önemli değildir yıldızları görmek, Gündüzleri yıldızları görebilmek marifet, Aşık olmak önemli değil, bir ömür boyu sevebilmek marifet |
çok günah işledim, korkuyorum, "ayaklarının altına al beni anne!" cennete gitmek istiyorum. Gaye Türklükse, Bilmek Lazımdır ki Türk Ancak Müslüman Olduktan Sonra Türktür ! Bir insana zorla sevdiremezsin kendini, Bana güven diyemezsin. O bunu hissetmiyorsa, tek bir söz söyleyebilirsin: 'Sen bilirsin' Kendinden geçmek iman, kendinde olmak küfür Sonum yokluk olsa, bu varlık niye…? :güzel: Yarın elbet bizim, elbet bizimdir; Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir! ‘Tomurcuk derdinde olmayan ağaç, odundur’ Kadın ; Hristiyanlıkta yol kesici bir engel, islamda ise yol açıcı bir kanattır |
Güzel paylaşım teşekkürler.
"Bacımın örtüsü batmakta kafirin gözüne billahi acırım tükrüğe tükürsem yüzüne." Bu söz mehmed akif'in değil mi? |
Beni kimsecikler okşamaz madem
Öp beni alnımdan, sen öp seccadem Ne hasta bekler sabahı Ne taze ölüyü mezar Ne de şeytan bir günahı Seni beklediğim kadar Çaycı, getir ilaç kokulu çaydan Dakika düşelim senelik paydan Zindanda dakika, farksızdır aydan Karıştır çayını zaman erisin Köpük köpük, duman duman erisin Dağı tanıyan, nasıl tanımaz uçurumu? Madem ki yükseliş var, iniş olmaz olur mu? Akıldan büyük nimet, zekâdan da ağır yük tanımıyorum Geçti, istemem gelmeni Yokluğunda buldum seni Anladım işi ; San’at ALLAH ı aramakmış, Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış Gençliğine güvenipte vakit çok erken derken; Bir bakmışsın elveda bile diyememişsin giderken ALLAH bir demektense, ecel teri dökerken Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın Gündüz geceye muhtaç bana da sen lazımsın Sual = ey veli, insan nasıl olmalı, söyle! Cevap = son anda nasıl olacaksa hep öyle! Tel tel ve iple iplik dikseler de ağzımı Tek ses duyarlar, ALLAH..yoklayanlar nabzımı Ölüversem, beklenmez bir anda ALLAH bir derken |
Güneşle bir tutsam girmez hizaya
Dar bulur sığmam der, dipsiz fezaya Kuyruk salar, sonra hırlar ezaya Benim nefsim, benim nefsim..ne köpek Nefsimin ardından koştum perişan Ondan bir kıl bile avlayamadım Her ağızda her telde fanilik dırıltısı Sonunda tek bir şarkı, tabutun gıcırtısı Gözüm, aklım, fikrim var deme hepsini öldür Sana çöl gibi gelen, o göl diyorsa göldür Tahtadan yapılmış bir uzun kutu Baş tarafı geniş, ayak ucu dar Çakanlar bilir ki bu boş tabutu Bir gün kendileri dolduracaklar Allah dostu odur ki nefsine tek pay biçmez Kırk yıl bir ekşi ayran özler de onu içmez Cılız vücuduma tam görünse de İçim bu dar yere sığılmaz diyor Geride kalanlar hep dövünse de İnsan birer bire yine giriyor Eklense de başıma, dünyada kaç baş varsa Başım, onların hepsi için secdeye varsa Açı doyurmaksa kabirde meram Yemeğim fatiha, günde beş öğün Öyle bir devim ki, hakikatte pireyim Bir delik gösterin de utancımdan gireyim Minarede ‘ölü var’ diye bir acı sala Er kişi niyetine saf saf namaz..ne ala Böyledir de ölüme kimse inanmaz hala Ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan Son gün olmasın dostum, çelengim, top arabam Alıp beni götürsün, tam 4 inanmış adam |
Her güzel, daha güzele yaver;
«Allah güzeldir, güzeli sever…» |
necip fazıl kısakürek birgün vapurla karaköye geçerken yanına bi adam gelip ; Üstat ne gerek vardı peygamberlere biz kendi yolumuzu kendimiz bulurduk der ; Necip fazıl kısakürek başını kitaptan kaldırıp o zaman vapura neden bindin yüzerek geçsene karşıya.
------------------------------------------------------------------ Nazım Hikmet ve Necip Fazıl Ramazan ayında arabayla gidiyorlarmış. Tabi Necip Fazıl oruç ama Nazım Hikmet değil. Nazım Hikmet Necip Fazıl ile dalga geçmek için yolun kenarındaki zayıf bir ineği işaret ederek Necip Fazıl'a demiş ki: -'Şunun haline bak,oruç tutmaktan ne hale gelmiş' demiş. Tabi Necip üstad altta kalırmı hemen cevabı yapıştırmış: -'Aaa Nazım sen bilmiyormusun hayvanlar oruç tutmaz...' |
«Benimdir o hadîs ki, kalbinize hoş gelir;
İçinizi soğutan hadîs, benim değildir.» |
Evet, sevgili gençler, daima benim gibi konuşmaya çalışın. Çünkü davamız çeşm-i bülbül kadar naziktir, yere düşürüp kırmayalım. Bir gün, mahkemede bana hâkim sordu. Dedi ki:
“-Kuzum Necip Fazıl, zapta geçirmeyeceğim, hükümde de esas teşkil etmeyecek, şahıs olarak, dost olarak, dostluğa kabul ediyorsanız, bir sual soracağım.” “-Buyursunlar.” Dedim. “-Siz lâik misiniz, değil misiniz?” Dedim ki: “-Efendim, böyle sual olur mu? Ben belki bunun için huzurunuzdayım. Ve şimdi anlayacaksınız lâik miyim, değil miyim! Fakat bir şartla cevap veririm. Hem zapta geçmesi hem de hükme tesir etmesi şartıyla…” Ve devam ettim: “-Ben Allah’a inanıyorum, yani Halik’a… Bütün âlemlerin Rabbına… Nasıl istersiniz ki, Allah’ı ve onun emirlerini dünyanın dışında kabul edeyim. Şimdi ben lâik miyim, değil miyim, siz karar verin!” Dikkat edilirse burada bir incelik var; lâik miyim, değil miyim, sen karar ver!.. (İslâm Ve Öbürleri’nden) |
Dininde 163 yara açan ulus’un, Günde 163 kez Cehennemde ulusun! O’na deyin: Nemrutlar, su dökemez eline, Küfür tarihinde sen, erişilmez ulu’sun! |
Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten, Affet senden habersiz aldığım her nefesten… |
İhtilâl acentası… Solun tam da ortası. Moskova’nın oltası.. Eli, zulüm muştası. Tek ümidi, cuntası.. İnkılâp, avantası… Nemrut, onun atası… Ölüm yolu, rotası.. Namlı servet çantası.. Ünlü küfür softası.. |
Bu konunun takipçisiyim paylaşımlar süper ..
|
halimi dusunup yanma Mehmed'im....
Kavusmak mi?..Belki....Daha olmedim!... |
Ne iştir, yarı iman, yarı inkâr giderler; Güneşe var derler de ışığına yok derler!.. |
Allah, Resûl aşkıyle yandım, bittim, kül oldum! Öyle zayıfladım ki, sonunda herkül oldum. |
Alıntı:
|
Bu şiire dikkat... Muhteşem bir hicivdir... Nöbet sende diye aldanma sakın, Zannetme bakidir devranın senin! Bir gün bizim köye yolun düşerse, Boynuna asılır fermanın senin! Kanlı bir sofraya geçtin oturdun, Haksızı korudun, haklıyı vurdun, Çınar ağacına yosun tutturdun Dikenlerle dolu vatanın senin!.. Milletin başına vurdun tokmakla, Binbir çorap ördün altı parmakla, Tanrı sensin diye taşa tapmakla, Karardı namusun, vicdanın senin!.. Baba ocağına arka çevirdin, Bin dört yüz senelik taşı devirdin, Ayakdakileri başa geçirdin, Bu mudur terazin, evzanın senin? |
Dinde zorlama yoktur
İnsan hürdür elbette.. Ya bu dünyada pişer, Ya da ahirette... | Necip Fazıl Kısakürek |
Alıntı:
Anladım işi , sanat Allah 'ı aramakmış; Marifet bu , gerisi yalnız çelik çomakmış... |
Kalbimi ve aklımı hep sağ elime verdim; Görevi olmasaydı sol elimi keserdim.... |
O söz mehmet akifindir...
Üstadında bu konuyla alakalı muhteşem bir sözü vardır... Bir kız öğrenciyi, başını örttüğü için tahsil hakkından mahrum etmek İstiklal Savaşı başlarında ve Maraş'ta düşmanlar tarafından başörtüsü çekilip düşürüldüğü için başlayan milli şahlanışın ruhuna tükürmektir" |
Tohum ek, vermezse toprak utansin. NECIP FAZIL KISAKUREK
|
Üstada bir konferans sırasında bir genç sorar: -Osmanlı emperyalist değil miydi? Cevap dikkate şayandı... -Evladım eğer Osmanlı emperyalist olsaydı şu anda bu soruyu fransızca değil türkçe sorardın. Bu güzel paylaşım için teşekkürler Murat kardeşim...bu güzel çalışmayı sabitliyorum... |
Gönlüm uçmak dilerken semavi ülkelere;
Ayağım takılıyor yerdeki gölgelere... |
Gençliğe Hitabe
Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik… “Zaman bendedir ve mekân bana emanettir!” şuurunda bir gençlik… Devlet ve milletinin yedi asırlık hayatında dört devre… Birincisi iki buçuk asır… Aşk, vecd, fetih ve hakimiyet… İkincisi üç asır… Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet… Üçüncüsü bir asır… Allahın, Kur’ân’ında ‘belhüm adal-hayvandan aşağı’ dediği cüce taklitçilere ve batı dünyasına esaret… Ya dördüncüsü? …. Son yarım asır! .. İşgâl ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında ebedî helâke mahkûmiyet… İşte tarihinde böyle dört devre bulunduğunu gören… Bunları, yükseltici aşk, süründürücü satıhçılık, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi… Beşinci devrenin kapısı önünde nur infilâkı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik… Gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle bütün ‘dikey’leri ‘yatay’ hale getirecek bir çığlık kopararak ‘mukaddes emaneti ne yaptınız? ‘ diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik… Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik… Halka değil, Hakka inanan; meclisinin duvarında ‘Hakimiyet Hakkındır’ düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik… Emekçiye ‘Benim sana acıdığım ve seni koruduğum kadar sen kendine acıyamaz, kendini koruyamazsın! Ama sen de, zulüm gördüğün iddiasıyla, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamazsın! ‘ diyecek… Kapitaliste ise ‘Allah buyruğunu ve Resûl emrini kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın! ‘ ihtarını edecek… Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrâkine sahip bir gençlik… Bir buçuk asırdır türlü buhranlar içinde yanıp kavrulan ve bunca keşfine rağmen başını yarasalar gibi taştan taşa çalarak kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığı, Türk’ün de yine bir buçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını, her sistem ve mezheb, ortada ne kadar illet varsa devasının ve ne kadar cennet hayâli varsa hakikatinin İslâmda olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna, İslâm âlemine ve bütün insanlığa model teşkil edecek bir gençlik… ‘Kim var? ‘ diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert ‘ben varım! ‘ cevabını verici, her ferdi ‘benim olmadığım yerde kimse yoktur! ‘ fikrini besleyici bir dâva ahlâkına kaynak bir gençlik… Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nispetle usûle, stratejiye uygun bir gençlik… Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifirî karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin; ve gerçek kahramanlık mâdeniyle sahtesini ayırdetmekte kuyumcu ustası bir gençlik… Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, demagog politikacısı, çıkartma kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, takma diş fabrikası, fuhuş albümü gazetesi, mümin zindanı mâbedi, temeli yıkık ailesi, hâsılı kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, destanlık bir meydan savaşı içinde ve bu savaşı mutlaka kazanmakla vazifeli bir gençlik… Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün eski mümin nesillerden hiçbirini beğenmeyecek, onlara ‘siz güneşi ceplerinizde kaybetmiş marka müslümanlarısınız! Gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi! ‘ diyecek ve gerçek müslümanlığın ‘nasıl’ını ve ‘ne idüğü’nü her haliyle gösterecek bir gençlik… Tek cümleyle, Allahın, kâinatı yüzü suyu hürmetine yarattığı Sevgilisinin fezayı bütün yıldızlariyle manto gibi saran mukaddes eteğine tutunacak, ve O’ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak tanımayacak ve O’nun düşmanlarını ancak kubur farelerine lâyık bir muameleye tâbi tutacak bir gençlik… İşte bu gençliği, bu gençliğin ilk filizlerini karşımda görüyorum. Şekillenmesi, billurlaşması için 30 küsur yıldır, devrimbaz kodomanların viski çektiği kamış borularla kalemime ciğerimden kan çekerek yırtındığım, paralandığım ve zindanlarda süründüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allaha hamd etme makamındayım. Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim şudur: Tabutumu öz ellerinle musalla taşına koyarken, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil! Allahın selâmı üzerine olsun… Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes! Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es! … |
gençliğin ezberlemesi gerekn bir hitabe gerçekten.... Allah razı olsun...Rabbim o şuura sahip gençler eylesin tün Türk gençliğini...
|
Biz, Ayakları Şişene Kadar Namaz Kılan Peygamberin; Gözleri Şişene Kadar Uyuyan Ümmetiyiz.
|
Fazla Ciddiye Almayın Bu Hayatı!Nasıl Olsa İçinden Canlı Çıkamayacaksınız..
|
YENİ dille Türkçenin… Baba ve evlâdın Mâzi ile hâlin.. Ticaretle ahlâkın.. Dudakla kalbin… Şehvetle aşkın… İlimle hakikatin… Profesörle talebenin.. Kültürle profesörün… Fikirle gazetenin … San’atla nizamın.. Şairle şuurun… Meclisle Anayasa Mahkemesinin… Hükûmetle Danıştayın… Toprakla köylünün… Makine ile milli dehânın… Sermayedarla işçinin… Servetle dağıtım ölçüsünün… Makamla liyakatin… Parti programiyle ideolacyanın.. Ve nihayet… Devet bünyesinde beyin merkeziyle yumruk manzumesinin… Aralarını efsane çapında açtılar ve bu hâle devrim dediler.
|
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar
Onu ‘İstanbul’ diye toprağa kondurmuşlar |
Dipsiz hasrete tuzak
En yakınken en uzak Tadı zehrinde erzak; …KADIN! |
Ölürken aynı ahenk, sala sesinden sızan:
Kulağıma doğduğum günde okunan ezan |
Seyyid Tâhâ'yı Ziyaret
Şemdinli dağlarının içtim nur çeşmesinden; Kurtuldum akreplerin ruhumu deşmesinden... |
Sabrın Sonu SeLâmet, Sabır Hayra Alâmet.. Belâ Sana Kahretsin; Sen Belâya Selâm Et !
|
Anlayabilseydiniz Ağlardınız , Ağlayabilseydiniz Anlardınız.."
|
Utanırdı burnunu göstermekten sütninem, Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem. |
MANTIK KABUL EDER, RUH KUSAR! Bir yaz günü… Sofra kurulmuş, yemek yenilecek… Her şey hazır… Merhum Üstad Necip Fazıl Kısakürek, masanın üzerindeki içi su dolu “viski şişesi”ni görünce sorar: “Bu ne?” Cevap verir, oğlu; “Baba; soğuk su için…. Buzdolabına ancak bu şişeleri koyabiliyoruz da!…” İtiraz eder üstad: “Olmaz!..” İzaha çalışır oğlu… “Baba inan ki çok iyi temizledik, bol sabun ve kaynar sularla yıkadık.” Üstad yine “olmaz” der ve şu ibretli sözler dökülür ağzından: ” O halde oğlum; yarın lazımlık satan bir dükkana gideceksin ve oradan el değmemiş bir lazımlık alacak, çorbanı da bu lazımlıkla içeceksin! İçebilir misin?… Elbette içebilirsin… Hiçbir mahzuru da yok… Amma velakin; mantığın kabul etse de, ruhun kusar bu çorbayı!” |
All times are GMT +3. The time now is 14:57. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025