![]() |
PADİŞAH ABDULHAMİT
abdulhamit hakkında çok şeyler duydum.bir tarih hocamız metresleri olduğunu falan söylemişti.başkalarıda başka şeyler..abdulhamit han sizin için nasıl biri....
|
PADİŞAH ABDULHAMİT
Fatih Sultan Mehmet han içinde eşcinsel diyenler olmuştu ... Kendi düzenlerine uyanlar ulema uymayanlar sapık ... Böyle tarih bilincinin içine tüküreyim.
VesseLam |
PADİŞAH ABDULHAMİT
kaynaklarda yazan bir durumu anlatayımda sende ona göre değerlendir. "bir gece yarısı Abdulhamit Han Cennet Mekan'ın kapısını bir devlet görevlisi devletle ilgili bir belgeyi imzalatmak için çalıyor. biraz bekliyor yine çalıyor. kapı yine açılmayınca, üçüncü kere çalmak üzereyken Abdulhamit Han Cennet Mekan kapıyı açıyor. ve "evladım özür dilerim. kapıyı ilk çalışınızda uyandım. bu saatte devlet meselesi için geldiğinizi tahmin ettim. kapıyı ikinci çalışınızda abdets alıyordum. bugüne kadar devletin hiç bir belgesini dahi abdestsiz imzalamadım" diyor. görevli belgeyi Sultana uzatıyor ve Abdulhamit Han Cennet Mekan bu belgeyi imazlıyor. Abdulhamit Han Cennet Mekan yatağının kenarında her zaman temiz bir tuğla bulundururmuş. ki uyandığında bu tuğla ile teyemmüm alır. kalkar şadırvana gider abdest alırmış hemen. yani abdestiz yere hiç ayak basmamıştır. kendisi yüksek dehası sayesinde batmak üzere olan Osmanlı Devletini tam 33 sene boyunca idare etmiştir. bu süre boyunca devletin borcu örneğin 10 liraysa 1 liraya düşürmüştür. onun hakkında metresleri varmış şöyleymiş böyleymiş demek böyle mübarek bir Sultanın vebalini almaktırki. ahirette bu tür iftiraların vebali nasıl ödenir onu düşünmek lazım.
|
PADİŞAH ABDULHAMİT
İkinci Abdülhamid Han
Osmanlı padişahlarının otuz dördüncüsü ve en yüksekleri idi. İslam halifelerinin doksan dokuzuncusu idi. 1842 de doğdu. 1876 da halife oldu. 1918 de vefat etti. Çemberlitaş’ta, dedesi sultan Mahmud’un türbesindedir. İslamiyet'e hizmeti, saymakla bitirilemez. Abdülaziz han, düşmanlara alet olanlar tarafından şehid edilip, sonra beşinci Murad da hal edilip, kendisi kukla olarak halife yapıldı. Avrupa’da belirli ocakların İslamiyet'i yok etmek için hazırladığı yıkıcı planları, kıyasıya hortlatmaya başlarken önlerine dikildi. Aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olduğu için, memlekete karşı asırlar boyunca hazırlanmış olan sinsi, alçak ve vahşi suikasdı hemen sezdi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları sahte kahramanları, iş başından uzaklaştırdı. İslam bilgilerini, yani din ve fen ve ahlak bilgilerini memleketin her yerine yaydı. Çok sayıda kültürlü din adamı yetiştirdi. Milleti otuzbir sene adalet ile idare etti. Bilgili, temiz bir gençlik yetiştirdi. Haksızlığın, kötülüğün, ahlaksızlığın kökünü kazıdı. Bu yüzden bazı kimselerin hedefi oldu. Yıllarca kötülendi. İftiralara uğradı. Sonra gelen gençliğe, büsbütün yanlış olarak tanıtıldı. Fakat, insaflı yazılan tarihleri okuyanlar ve onun ilme, fenne, sanayiye, ticarete, ahlaka, kısaca insanlığa bıraktığı eserlerini görenler, bu iftiralara aldanmadı. Ona dil uzatan yalancılardan, ilim adamı, yazar maskesi altında çalışan düşmanlarından ve bunların söyledikleri yalanlardan nefret ettiler. Onun büyüklüğü karşısında hayran kaldılar. Önce, bir sene beş ay devlet idaresine karıştırılmadı. Memleketi sadrazam Mithat paşa ve arkadaşları idare etti. Bunlar, 24 Nisan 1295 [m. 1877] günü Rus harbine sebep oldular. Mali 1293 senesine rastladığı için (93 harbi) denilmektedir. 93 harbi Edirne mütarekesine kadar dokuz ay sürdü. Müşir [Mareşal] yaptıkları Süleyman paşa, Şıpka geçidinde büyük gaflet yaparak, en seçkin Türk birliklerinin harcanmasına sebep oldu. Bu hezimete kahramanlık denilerek, başkumandan yapıldı. Fakat, Filibe’ye ve oradan Edirne’ye kaçtı. Edirne’de de tutunamayıp mütareke istedi. Mütareke Abdülhamid hanın, kraliçe Viktorya’ya çektiği telgraf üzerine mümkün olabildi. Ruslar ve Bulgarlar, onbinlerce Türk kadın ve çocuğunu kestiler. Bir milyondan fazla Türk, Bulgaristan’dan, İstanbul’a hicret etti. O zaman Rusya’nın nüfusu doksan, Osmanlıların ise altmışdört milyondu. Sultan Abdülhamid han, faciaları görünce, Edirne mütarekesinden onüç gün sonra, 13 Şubat 1296 [m. 1878] da Meclisi mebusanı kapattı. Devlet idaresini eline aldı. Mebusların ancak yüzde kırkı Türktü. Bu parlamento devam etseydi, Osmanlı devleti, daha o zaman parçalanacaktı. Sultan Abdülhamid hanın ilk ve büyük başarısı, bu felaketi görmesi ve önlemesi oldu. |
PADİŞAH ABDULHAMİT
Osmanlılara imzalattırılan 3 Mart 1878 Ayastefanos [Yeşilköy] muahedesini sultan Abdülhamid han bir türlü hazmedemedi. Dahiyane bir kurnazlıkla 4 Haziran 1878 de İngiltere ile gizlice anlaştı. Kıbrıs adasının idaresini İngiltere’ye bıraktı. Adanın gelirleri her yıl İstanbul’a yollanacak, ada Osmanlı İmparatorluğunun bir parçası kalacaktı. Buna karşılık, İngiltere Ayastefanos muahedesinin Türkiye lehine değiştirilmesine yardım edecekti. Böylece, Berlin muahedesi, 13 Temmuz 1878 de imzalanarak, topraklarımızın çoğu geri alındı. Bu harpte, para tazminatı pek ağır oldu. Sultan Abdülhamid, buna da pek dahiyane çare buldu. 1881 de Düyuni umumiyye idaresi kurarak, borçları, ikiyüzelliiki milyondan, yüzaltı milyona indirdi. Bu büyük başarısı, memlekete unutulmaz bir hizmet oldu.
Büyük devletlerin bütün baskılarına rağmen, Abdülhamid han, Berlin muahedesinin, Anadolunun şarkında Ermenilere muhtariyet veren maddesini hiç tatbik etmedi. Mithat paşa ve arkadaşları, Rusya’nın savaş açmasına sebep oldu. Bütün Rumeli ve Anadolunun büyük kısmı Rusya’nın eline geçti. Dahili işler, masonların elinde kaldı. İslamiyet'i yıkmak, dinde reformlar yapılmak isteniyordu. Bunun için, din adamları cahil yetiştiriliyordu. Alman tarihçisi, Hans Kramer, (Ondokuzuncu asır) adındaki büyük tarih kitabının üçüncü cildi, yirmialtıncı sayfasında (dessen klugen Bruder Abdülhamid II) = Beşinci Muradın akıllı kardeşi, diye övdüğü sultan ikinci Abdülhamid, memleketin felakete götürüldüğünü, paşaların, mason uşağı olduklarını görerek, meclisi kapattı. İrade-i seniyye ve meclis-i vükela [Bakanlar kurulu] kararı ile meclis-i mebusan tatil edildi. Meşrutiyet ve bunu sağlayan doksanüç (93) kanuni esasisi [anayasası] ilga edilmedi. Bu anayasa 1908 de ikinci meşrutiyetin ilanına kadar devam etmiştir. Sultan Abdülhamid han, ayan üyelerinin [senatörlerin] vazifelerine de son vermedi. Yaşayanları, 1908 millet meclisine dahil oldular. Sultan Abdülhamid han, devleti, milleti, otuzbir sene, Allahü teâlânın emirlerine göre, adaletle idare etti. Millet, sulh, bolluk, ucuzluk, rahat ve huzur içinde yaşadı. |
PADİŞAH ABDULHAMİT
İkinci Abdülhamid Han
Osmanlı padişahlarının otuz dördüncüsü ve en yüksekleri idi. İslam halifelerinin doksan dokuzuncusu idi. 1842 de doğdu. 1876 da halife oldu. 1918 de vefat etti. Çemberlitaş’ta, dedesi sultan Mahmud’un türbesindedir. İslamiyet'e hizmeti, saymakla bitirilemez. Abdülaziz han, düşmanlara alet olanlar tarafından şehid edilip, sonra beşinci Murad da hal edilip, kendisi kukla olarak halife yapıldı. Avrupa’da belirli ocakların İslamiyet'i yok etmek için hazırladığı yıkıcı planları, kıyasıya hortlatmaya başlarken önlerine dikildi. Aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olduğu için, memlekete karşı asırlar boyunca hazırlanmış olan sinsi, alçak ve vahşi suikasdı hemen sezdi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları sahte kahramanları, iş başından uzaklaştırdı. İslam bilgilerini, yani din ve fen ve ahlak bilgilerini memleketin her yerine yaydı. Çok sayıda kültürlü din adamı yetiştirdi. Milleti otuzbir sene adalet ile idare etti. Bilgili, temiz bir gençlik yetiştirdi. Haksızlığın, kötülüğün, ahlaksızlığın kökünü kazıdı. Bu yüzden bazı kimselerin hedefi oldu. Yıllarca kötülendi. İftiralara uğradı. Sonra gelen gençliğe, büsbütün yanlış olarak tanıtıldı. Fakat, insaflı yazılan tarihleri okuyanlar ve onun ilme, fenne, sanayiye, ticarete, ahlaka, kısaca insanlığa bıraktığı eserlerini görenler, bu iftiralara aldanmadı. Ona dil uzatan yalancılardan, ilim adamı, yazar maskesi altında çalışan düşmanlarından ve bunların söyledikleri yalanlardan nefret ettiler. Onun büyüklüğü karşısında hayran kaldılar. Önce, bir sene beş ay devlet idaresine karıştırılmadı. Memleketi sadrazam Mithat paşa ve arkadaşları idare etti. Bunlar, 24 Nisan 1295 [m. 1877] günü Rus harbine sebep oldular. Mali 1293 senesine rastladığı için (93 harbi) denilmektedir. 93 harbi Edirne mütarekesine kadar dokuz ay sürdü. Müşir [Mareşal] yaptıkları Süleyman paşa, Şıpka geçidinde büyük gaflet yaparak, en seçkin Türk birliklerinin harcanmasına sebep oldu. Bu hezimete kahramanlık denilerek, başkumandan yapıldı. Fakat, Filibe’ye ve oradan Edirne’ye kaçtı. Edirne’de de tutunamayıp mütareke istedi. Mütareke Abdülhamid hanın, kraliçe Viktorya’ya çektiği telgraf üzerine mümkün olabildi. Ruslar ve Bulgarlar, onbinlerce Türk kadın ve çocuğunu kestiler. Bir milyondan fazla Türk, Bulgaristan’dan, İstanbul’a hicret etti. O zaman Rusya’nın nüfusu doksan, Osmanlıların ise altmışdört milyondu. Sultan Abdülhamid han, faciaları görünce, Edirne mütarekesinden onüç gün sonra, 13 Şubat 1296 [m. 1878] da Meclisi mebusanı kapattı. Devlet idaresini eline aldı. Mebusların ancak yüzde kırkı Türktü. Bu parlamento devam etseydi, Osmanlı devleti, daha o zaman parçalanacaktı. Sultan Abdülhamid hanın ilk ve büyük başarısı, bu felaketi görmesi ve önlemesi oldu. Osmanlılara imzalattırılan 3 Mart 1878 Ayastefanos [Yeşilköy] muahedesini sultan Abdülhamid han bir türlü hazmedemedi. Dahiyane bir kurnazlıkla 4 Haziran 1878 de İngiltere ile gizlice anlaştı. Kıbrıs adasının idaresini İngiltere’ye bıraktı. Adanın gelirleri her yıl İstanbul’a yollanacak, ada Osmanlı İmparatorluğunun bir parçası kalacaktı. Buna karşılık, İngiltere Ayastefanos muahedesinin Türkiye lehine değiştirilmesine yardım edecekti. Böylece, Berlin muahedesi, 13 Temmuz 1878 de imzalanarak, topraklarımızın çoğu geri alındı. Bu harpte, para tazminatı pek ağır oldu. Sultan Abdülhamid, buna da pek dahiyane çare buldu. 1881 de Düyuni umumiyye idaresi kurarak, borçları, ikiyüzelliiki milyondan, yüzaltı milyona indirdi. Bu büyük başarısı, memlekete unutulmaz bir hizmet oldu. Büyük devletlerin bütün baskılarına rağmen, Abdülhamid han, Berlin muahedesinin, Anadolunun şarkında Ermenilere muhtariyet veren maddesini hiç tatbik etmedi. Mithat paşa ve arkadaşları, Rusya’nın savaş açmasına sebep oldu. Bütün Rumeli ve Anadolunun büyük kısmı Rusya’nın eline geçti. Dahili işler, masonların elinde kaldı. İslamiyet'i yıkmak, dinde reformlar yapılmak isteniyordu. Bunun için, din adamları cahil yetiştiriliyordu. Alman tarihçisi, Hans Kramer, (Ondokuzuncu asır) adındaki büyük tarih kitabının üçüncü cildi, yirmialtıncı sayfasında (dessen klugen Bruder Abdülhamid II) = Beşinci Muradın akıllı kardeşi, diye övdüğü sultan ikinci Abdülhamid, memleketin felakete götürüldüğünü, paşaların, mason uşağı olduklarını görerek, meclisi kapattı. İrade-i seniyye ve meclis-i vükela [Bakanlar kurulu] kararı ile meclis-i mebusan tatil edildi. Meşrutiyet ve bunu sağlayan doksanüç (93) kanuni esasisi [anayasası] ilga edilmedi. Bu anayasa 1908 de ikinci meşrutiyetin ilanına kadar devam etmiştir. Sultan Abdülhamid han, ayan üyelerinin [senatörlerin] vazifelerine de son vermedi. Yaşayanları, 1908 millet meclisine dahil oldular. Sultan Abdülhamid han, devleti, milleti, otuzbir sene, Allahü teâlânın emirlerine göre, adaletle idare etti. Millet, sulh, bolluk, ucuzluk, rahat ve huzur içinde yaşadı. Her vilayette mektepler, hastaneler, yollar, çeşmeler, Viyana’dan başka bir yerde eşi bulunmayan modern bir tıp fakültesi yaptırdı. 1876 da Mektebi Mülkiyeyi yaptırdı. 1879 da bir müze yaptırdı. 1880 de hukuk mektebi ve divan-ı muhasebatı [sayıştay] kurdu ve Beyoğlu kadın hastanesini yaptırdı. 1882 de güzel sanatlar akademisi, 1883 de yüksek ticaret mektebi, 1884 de yüksek mühendis mektebi ve yatılı kız lisesi açıldı. 1886 da Terkos suyunu İstanbul’a getirtti ve mülkiye lisesini açtı. 1888 de Alman imparatoru İstanbul’a gelip, sultan Ahmed meydanında Alman çeşmesi yapıldı. 1890 da Bursa’da ipekçilik mektebini yaptırdı. 1891 de Halkalı ziraat ve baytar mektebi ve Kağıthanede bir poligon kurdurdu. 1892 de Bursa demiryolunu ve Aşiret mektebini yaptırdı. 1893 de Üsküdar lisesi ve Rüştiyye mektepleri ve yeni postane binası ve Osmanlı bankası ile Reji binalarını ve (Yafa-Kudüs) demiryolu ile Ankara demiryolu yapıldı. Yine 1893 de Hamidiyye kağıt fabrikası, Kadıköy havagazı fabrikası ve Beyrut limanı rıhtımını yaptırdı. 1894 de Osmanlı sigorta şirketi ve Küçüksu barajı ve (Manastır-Selanik) demiryolu yapıldı. 1895 de (Şam-Horan) demiryolu ve (Eskişehir-Kütahya) demiryolu yapıldı. Yine 1895 de Hamidiyye yüksek ticaret mektebi ve (Galata-Tophane) rıhtımı, Dolmabahçe saat kulesi yapıldı. 1896 da (Beyrut-Şam) demiryolu, Dar-ül-aceze binası, mum fabrikası, (Afyon-Konya) demiryolu, Sakız limanı rıhtımı, şimdiki İstanbul lisesi binası, (İstanbul-Selanik) demiryolu yapıldı. Ereğli kömür ocakları çalıştırıldı. 1897 de Tuna nehrinde Demirkapı kanalını, kapalıçarşı tamirini yaptırdı. 1896 Yunan zaferini kazandı. Akıl hastanesini yaptırdı. 1899 da Şişlide Hamidiyye Etfal hastanesini yaptırdı. 1900 da Medine-i münevvereye kadar telgraf hattı yaptırdı. 1902 de Hamidiyye Hicaz demiryolu Zerkaya kadar işledi. Kağıthanedeki Hamidiyye suyu yapıldı. Yeni balıkhane, Haydarpaşa rıhtımı, maden arama mektebi, Şam’da tıbbiyyei mülkiye yapıldı. Haydarpaşa’da askeri tıbbiyye mektebi şahanesi 1903 de açıldı. 1904 de dilsiz ve sağırlar mektebi açıldı. Yine 1904 de Bingaziye telgraf hattı yapıldı. 1905 de (İstanbul-Köstence) kablosu döşendi. Haydarpaşa istasyonu binası yapıldı. Beşiktaş tepesindeki Yıldız sarayını ve önündeki camii yaptırdı. |
PADİŞAH ABDULHAMİT
Velhasıl Avrupa’da yapılan yeniliklerin hepsini en modern şekilde yurdumuzda yaptırdı. Ne yazık ki, 1909 da tahttan indirilince, bütün bu ilerlemeler durdu ve memleket kana boyandı. Abdülhamid han, (İstanbul-Eskişehir-Ankara) ve (Eskişehir-Adana-Bağdat) ve (Adana-Şam-Medine) demiryollarını yaptırdığı zaman, başka memleketlerde bu kadar demiryolu yoktu. Din bilgileri, fen ve edebiyat üzerinde çok kitap bastırdı. Köylere kadar kurslar açtırdı. Parasız kitaplar gönderdi. Savaş gücünü gayb etmiş olan eski gemileri Halice çekip, Avrupa’da yeni yapılan üstün evsaflı kruvazörler, zırhlılar ile donanmayı kuvvetlendirdi. Askeri, subayı öyle şerefli olmuştu ki, bir kahve önünden bir binbaşı geçerken, kahvede oturanlar ayağa kalkarak saygı gösterirlerdi. Öyle bereket vardı ki, bir binbaşının evinde pişen yemekten, bir mahalle fakirlerinin karnı doyardı. Bütün millet, sivil, asker, herkes birbirini çok severdi. Yalnız 1896 yılında, Yunan isyanı oldu. Ethem paşa kumandasında gönderdiği askeri, kendisi saraydan idare ediyordu. Askeri yirmidört saatte Termopil geçidini aşıp, Atina’ya girdi. Bütün Avrupa kumandanları buna şaşırdı. Çünkü, Alman kurmayları, Osmanlı ordusu, Termopili altı ayda geçemez diye rapor vermişti.
İkinci Abdülhamid hanın güzel ahlakını, dine olan bağlılığını, edep ve hayasının derecesini, aklını, ilmini, adaletini, millet için durmadan çalıştığını, hiç can yakmadığını, düşmanlarına bile iyilik ettiğini, masonların aldattıkları ve maşa olarak kullandıkları satılmışları bile af ettiğini anlamak isteyenlere, (Mabeyn baş katibi) Esad beyin (Hatırat-ı Abdülhamid-i han-ı sani) kitabını okumalarını tavsiye ederiz. Ermeni komitecilerin hazırladıkları ve 21 Temmuz 1323 [m. 1905] günü Cuma namazını kılıp, Yıldız camiinden çıkarken patlatılan bir arabadaki saatli bombadan kurtulunca, binlerce seyirci ve ecnebi diplomatlara karşı, düşünmeden, hemen söylediği şu kelimeler, kalbinin temizliğini, milletin olgun, şefkatli bir babası olduğunu göstermeye yetişir sanırız: (Kendimce en büyük emel, ahalinin rahat ve mesut olmasıdır. Bu uğurda, gece-gündüz nasıl çalışıldığı ve gayret gösterildiği malumdur. Gayret ve hüsn-ü niyetimin min tarafillah mükafatı, şu hadiseden, hıfz-ı Huda ile, emin olmaklığımdır. Onun için, cenab-ı Hakka şükür ve hamd ederim. Müteessir olduğum bir şey varsa, asker evlatlarımdan ve ahaliden bazılarının telef ve mecruh olmalarıdır. Buna, ilelebed teessüf ederim. Tebeamın, hakkımda göstermiş oldukları hissiyata an-samimilkalb memnuniyetimi beyan eyler, afati semaviyye ve erdiyyeden masuniyetleri için dua ederim). |
PADİŞAH ABDULHAMİT
Merkezi Selanikte bulunan üçüncü ordunun bazı subayları, ingiliz casusları tarafından bol para ve makam vaadleri ile aldatıldı. 7 Temmuzda Şemsi paşa, teğmen Atıf tarafından vuruldu. Ellerinde ingiliz, fransız silahları bulunan hareket ordusu İstanbul’a yürüdü. Halife, [müslüman kanı dökülmesin diye] bunlara karşı koymadı. Bu durum, facia ve felaketlere sebep oldu. 23 Temmuz 1908 de ikinci meşrutiyet ilan edildi. Silah baskısı altında seçim yapıldı. 17 Birinci kanun [Aralık]da meclis açıldı. Bununla, devletin idaresi, ehliyetsiz, tecrübesiz ellere geçti. İngilizlerin hazırladığı facialar tekrar başladı.
5 Ekim 1908 de, Bulgaristan prensliği, krallığını ilan ederek, Osmanlılardan ayrıldı. Yine o tarihte, Avusturya, Bosna-Herseki ilhak etti. Yunanistan da baş kaldırıp, beş sene sonra Girit’i ilhak eyledi. 14 Nisan 1909 da, Adana’da ermeni ihtilali oldu. Müslümanların mallarına, canlarına, ırzlarına saldırdılar. 1850 Türkü öldürdüler. İttihadcılar buna da seyirci kaldılar. Halk, onyedibin ermeniyi öldürüp isyan bastırıldı. İttihadcılar, Avrupalılara şirin görünmek için yüzlerce Müslümanı kestiler, astılar. Bu zulümleri, o zaman Adana valisi olan meşhur Cemal paşa yaptı. Dahiliyye nazırı Talat paşanın takdirine mazhar oldu. Bu hadiseler dolayısiyle ittihadcılar da [1914]de meclisi kapattı. Sultan Hamide hak vermek zorunda kaldılar. 31 Mart vakası adı ile meşhur olan 13 Nisan 1327 [m. 1909] hareketi ile sultan Abdülhamidin hiçbir alakası olmadığı, kati olarak anlaşılmıştır. İttihadcıların, padişaha sadık birinci orduya güvenmeyerek, Selanikteki üçüncü ordudan getirdikleri avcı taburlarının çıkardığı tespit edilmiştir. Yani ittihadcıların bir tertibi olmuştur. İttihadcılar, böylece Selanikten Bulgar, Sırp, Yunan, Arnavut yağmacılarının meydana getirdikleri hareket ordusunu İstanbul’a gönderdi. Talat beyin baskısı ile Sultan, 27 Nisan 1327 [m. 1909] da tahttan indirildi. Son meşrutiyet zamanında hükümdarlığı dokuz ay, beş gündür. Selanikten gelen, toplama ve frenk silahlarını taşıyan hareket ordusuna karşı koymak isteyen kumandanlara, çarpışılmamasını, Müslüman kanı dökülmemesini sıkı emir verdi. İsteseydi yalnız Taksim ve Taş kışladaki talimli asker ve sadık subaylar, gelen çapulcu alaylarını darmadağınık edebilirdi. Fakat, kardeş kanının dökülmesini istemedi. İstanbul’a giren hareket ordusu kumandanları, doğru Yıldız sarayına geldiler. Hazineyi, asırlardan beri toplanmış olan kıymetli yadigârları ve dünyanın en zengin kütüphanelerinden olan saray kitaplığının bir kısmını yağma ettiler. Padişahın altın arabası bile parçalanıp paylaşıldı. Bu barbarca saldıranlar, birer kahraman, kurtarıcı ilan edildi. |
PADİŞAH ABDULHAMİT
O yıl, ittihadcılar, Sultandan iki yaş küçük olan kardeşi Mehmed Reşadı yerine geçirdiler. Sultan Reşad, ihtiyar, sessizdi. Ortalığı kana boyayanların, gönülden Müslüman olmadıklarını görüyordu. Bu canavarlar karşısında aciz, zavallı bir kukla halinde idi. İttihadcılar, sultan Hamidi lekeleyecek bir suç bulamadılar. Milletin onu çok sevdiğini, saydığını görerek, öldürmeye de cesaret edemediler. Hemen o gece, kurmay binbaşı Fethi Okyar’ın emrinde olarak, trenle Selaniğe götürdüler. Orada Alatini köşkünde hapis edildi. Ömrünü okumakla ve ibadet ile geçirdi. Hükümeti ele geçiren ittihadcıların çoğu, hatta din işleri başkanı olan şeyh-ul İslam efendileri dahi mason idi.
Sultan Hamid hanın kansız ve huzur içinde geçen idaresinden sonra memleket, siyasi idamlar, sui kasdler ülkesi oldu. Çok kimseleri idam ettiler. Birbirlerini, hatta kendi başkumandanları olan Mahmud Şevket paşayı da dört aylık sadrazam iken 11 Haziran 1331 [1913] de kendileri öldürdü. Yerine getirilen Mısır prensi Said Halim paşanın 3 sene, 7 ay ve 23 günlük ve bunun yerine gelen Talat paşanın birbuçuk senelik sadaret zamanlarında, memleket karma karışık oldu. Herkes, ölüm, hapis korkusu içinde idi. Can, mal ve namus emniyeti kalmadı. İslam düşmanlığı, küfür ve irtidad moda olmaya başladı. Her vilayette zalimler türedi. 1329 [m. 1911] da Arnavut isyanı oldu. Mahmud Şevket paşa büyük kuvvetle önleyemedi. Sultan Reşad 16 Haziranda Kosova’ya gitti. Beşyüzyirmiiki sene önce, dedesinin zafer kazandığı yerde, yüzbin Arnavut ile Cuma namazı kıldı. Huzuru temin etti. Mahmud Şevket paşanın sekseniki taburla yapamadığını, sultan Muhammed Reşad, bir gövde gösterisi ile temin eyledi. Ebüzziya takviminin 19 Şubat 1945 pazartesi yaprağında diyor ki: (Meşrutiyetin başlangıcı, memleketimiz için büyük felaket ve ziyanlara sebep oldu. Çünkü 1911 de Trablusgarb İtalyanlara bırakıldı. 1912 de Balkan harbi bozgunu oldu. İki büyük kıta ile ilişiğimiz kesildi. Afrikada birmilyonikiyüzbin kilometre kare, Rumelide ikiyüzelli bin kilometre kare yerimiz elden gitti. Birinci cihan harbinde de birmilyon kilometre kareden fazla toprak gayb oldu. Koca imparatorluk yağma edildi. Bu felaketlere, ittihad ve terakkinin, gafil, cahil, fırkacı, inatçı, bölücü idaresi sebep oldu.) |
PADİŞAH ABDULHAMİT
Birinci cihan harbine Osmanlılar üç milyon askerle katıldı. Bir milyon zayi eyledi. Bunun dörtyüzbini cephede şehid oldu. Müttefiklerimizin mevcudu yirmiüç milyon olup, onbeşbuçuk milyon zayıatımız oldu. Bunun üçbuçukmilyonu cephede öldü. Düşman orduları mevcudu, kırküç milyon idi. Bunların yirmiüç milyonu zayi oldu. Yalnız beşbuçuk milyonu cephede öldü.
Sultan Abdülhamidi tahtından indirenler, sonunda memleketi düşman çizmelerinin altında bırakarak kaçtılar. İlk olarak Enver paşa, Talat paşa, doktor Behaeddin Şakir, doktor Nazım, 30 Ekim 1918 de Mondros mütarekesini imza ettikten bir gün sonra, gece yarısı kaçtılar. Talat paşa 1921 de kırkdokuz yaşında Berlin’de, Enver paşa kırk yaşında 1922 de Türkistan’da, Cemal paşa da 1922 de elli yaşında Tiflis’de öldürüldüler. Avrupa’daki mason locaları, bu başarılarını uzaktan keyif ile seyrediyorlar, İslamiyet'i yok etmek için, yeni planlar hazırlıyorlardı. Masonlar, ittihadcılara yaptırdıkları bu cinayetleri Mithat paşa ve arkadaşları gibi maşalarla, daha otuzbir yıl önce ve pek kıyasıya yaptıracaklardı. Fakat, çok akıllı, zeki, ileriyi görüşü keskin ve tam Müslüman olan, ikinci Abdülhamid han, bunu anlamış, bu felaketleri önlemiş, İslam âlemine seadet, huzur sağlamıştı. Bunun için, bu yüce hakana, kızıl sultan, korkak, zalim gibi isimler taktılar. Böylece gençleri aldatmaya, onun sevgisini, büyüklüğünü gönüllerden çıkarmaya uğraştılar. (Türkiye Tarihi)nde diyor ki: (İkinci meşrutiyetten sonra gelen yeni rejim, ikinci Abdülhamidi mahkum etmiş, hatta bugüne kadar, bu hükümdarın lehinde, hatta tarafsız yazmak ve konuşmak, tehlikeli sayılmıştır. Bunun bir sebebi, ikinci Abdülhamidin, asla mürteci, gerici olmamak şartı ile, muhafazakâr olması ve imparatorluğu otuz yıl şahsen adalet ile idare etmesidir. İkinci Abdülhamidi düşürenler birbirinden inkılabcı oldukları için, tabiatiyle, bu hükümdarın muhafazakârlığını beğenmemek durumunda kalmışlardır. Ancak tarih, siyaset değildir. Günün modasına göre söyleyen, yazan kimse, tarihci değildir. Çünkü, siyasi rejimler ve fikir modaları daima değişir. Yakın maziyi halka fena tanıtmak gibi hissi görüş, ilmi tetkik yapılmasına mani olmaktadır. Bazı sathi görüşlü kimseler, günlük oluşları küçültür, gölgede bırakır diye, eski kahramanları küçültürler. Tarihi realiteden korkmak manasızdır. Türkiye’de, yine de, ikinci Abdülhamid aleyhindeki yalanları nakil etmek modası yürürlüktedir. |
PADİŞAH ABDULHAMİT
13 Şubat 1295 [m. 1878] gününe kadar, ikinci Abdülhamidin saltanatının ilk bir yıl, beş ay ve onüç günü, bu hükümdarın şahsi idaresi ile ilgisizdir. Şahsi idaresi, 13 Şubatta başlar. 7 Zilhicce 1293 ve 23 Kanuni evvel [Aralık ayı] 1876 günü birinci meşrutiyet ilan edildi. İlk millet meclisi 19 Mart 1877 de açıldı. Anayasayı hazırlayanlardan Mithat paşa, bir hukukcu değildi. İkinci Abdülhamid han hatıratında diyor ki:
Mithat paşa, öteden beri meşrutiyet taraftarı idi. Lakin ismini ve bazı kitaplarda methini işitmekle hasıl olmuş bir taraftardı. Hiçbir devletin Kanuni esasisini tetkik etmiş ve bu babda esaslı fikir edinmiş değildi. Rehberi, nafia vekaletinin müsteşarı, Odyan efendi idi. Odyan efendi ise, o zaman bile bizde mümtaz hukukculardan değildi. Hele memleketi hiç bilmezdi. Zan ederim bu vukufsuzluk, Mithat paşa ile Taif kalesine kadar beraber gitti. Mithat paşanın başkanlığında, Ziya bey [paşa] ile Namık Kemalin de katıldığı bir heyetin hazırladığı Anayasanın 113. cü maddesi, hükümdara bir şahsı sürmek hakkını vermişti. Bu maddeyi Mithat paşa, mahsus koydurdu. Çünkü, ölünceye kadar iktidarda kalmayı umuyordu. Bu madde ile, muhaliflerini sürmek istemiştir. Nitekim birkaç devlet adamını sürdü. İkinci Abdülhamid han, muhakemesiz sürülmenin tanzimata aykırı olduğuna dikkati çekti ise de, Mithat paşayı ikna edememişti. Mithat paşa, anayasaya, herkesin kendi dili ile konuşabileceğini koydurmak istemiş, fakat Sultan, bu maddeyi kaldırmıştır. Mithat paşa, Sultanın bütün selahiyetini yok etmek için, Anayasayı büyük devletlerin kefaletleri altına koymak istemiştir. Türk devletinin istiklalini yok edecek bu feci madde de kabul edilmemiştir. Rusya ile savaş etmek için, Bab-ı alide nutuklar çekti. Medrese talebesini ayaklandırarak, savaş lehine nümayiş yaptırdı. Bunlar, Sultanın penceresi altında bile savaş diye bağırdılar. Savaş olursa, İngiltere’nin yardım edeceğine inanıyordu. İçki sofralarında, Cumhuriyet ilan edip, üçüncü Napolyon gibi, Cumhurbaşkanı, sonra imparator olacağını söyledi ve (niçin Âl-i Osman olur da, Âl-i Mithat olmaz) dedi. İşi daha ileri götürerek, hususi asker yazmaya kalkıştı. Bu yeni asker, Millet askeri namı ile yeni bir ordu teşkil edecek ve Mithat paşanın emrinde olacaktı. Hıristiyan ve Müslümanlardan gönüllü yazılanlar, başkumandanları Mithat paşa lehine yürüyüşler yapıyorlar. İstanbul'da huzuru bozuyorlardı. Yeniçeri ocağı hortluyordu. Mithat paşa, milliyetçiliğe uymayan hareketlerde de bulundu. Bosna’da, Türk bayrağındaki ayyıldız yanına bir haç eklenmesini emretti. Devlet bayrağının, bir eyalette olsa bile, sadrazam emri ile değiştirilmesi de, onun demokrasi anlayışına parlak bir örnektir. Bu haçlı Türk bayrağını taşıyan bir tabura İstanbul'da geçit resmi bile yaptırdı. Bütün bu sapıklıkları, ikinci Abdülhamid hanın sabrını taşırarak, 5 Şubat 1877 de, onu sadrazamlıktan azletti. Kendi arzusu üzerine İzzeddin vapuruna bindirilerek İtalya’ya gönderildi. Eline de beşyüz altın verildi. Bir sene, sekiz ay çeşitli şehirleri gezdi. İngilizlerle halifeye karşı anlaşmalar yapması üzerine, yurda çağrıldı. İki ay Girit’te, Hanya’da oturduktan sonra 1295 [m. 1878] son ayında Suriye valisi, 4 Ağustos 1297 [m. 1880] de Aydın valisi yapıldı. Burada iken, 16 Mayıs 1298 [m. 1881] de, Yıldızda muhakeme edilmek için tevkif emri verildi. Fransız konsolosluğuna sığınarak kendisini lekeledi. Fransız sefirinin emri ile halifeye teslim edildi. Mahkemenin idam kararını halife, müebbet hapse çevirip, 28 Temmuzda İzzeddin vapuru ile Rüştü, Mahmud ve Nuri paşalarla ve Hasen Hayrullah efendi ile birlikte Taife götürülüp hapis edildiler. 6 Mayıs 1301 [m. 1883] de Mahmud Celaleddin paşa ile, askerler tarafından boğulup öldürüldüler. İngiltere onu kurtarmaya karar verdi. Kızıldeniz’deki bir savaş gemisine bu vazifeyi verdi. Paşaların, İngilizler tarafından kaçırılacağını anlayan hicaz valisi müşir Osman Nuri paşanın emri ile öldürüldüğü sanılmaktadır). (Yeni Türkiye Tarihi)nin yazısı tamam oldu. |
PADİŞAH ABDULHAMİT
kaynaklardan özetlenmiş olan Sultan Abdulhamit Han hakkında kısa bir bilgi gönderdim yukarıdaki mesajlarda dikkatlice okunusa konu iyice öğrenilebilir.
|
PADİŞAH ABDULHAMİT
teşekkür ederim ilginiz için.
|
PADİŞAH ABDULHAMİT
mustafa armağan'ın 'Abdulhamit'in Kurtlarla Dansı' diye bir kitabı var.Onda Abdulhamitle ilgili çok güzel şeyler anlatılıyor.Okumanızı tavsiye ederim
|
PADİŞAH ABDULHAMİT
evet o kitabı bende okudum çok güzel kitap herkes okumalı
|
PADİŞAH ABDULHAMİT
Bi çok şey yazmıştık Abdülhamit Han hakkında ama bu farklı bi konu galiba...
|
PADİŞAH ABDULHAMİT
SULTAN ABDÜLHAMİD’İN MANEVİ KİŞİLİĞİ
Dindar Kişilik ve Yaşantısı Sultan II. Abdülhamid’in kişiliğinin en baskın özelliklerinin başında, dindar ve muhafazakâr olması gelir. Hayatı boyunca ibadetlerini hiç aksatmamış, abdestsiz evrak imzalamamıştır. Abdülhamid Han’ın kadere inanışı fevkalade kuvvetliydi. Hacca gidemese de, başkaları tarafından pek çok defa ruhen orada görülecek ve hatta Osmanlı’nın “Veli” padişahlarından biri olarak nitelendirilecek kadar koyu dindar ve takva ehli bir sultandı.(1) Bediüzzaman’ın talebelerinden Mustafa Sungur’un, Üstad’ın ağzından naklettiğine göre, Abdülhamid “Veli” idi: “Sultan Abdülhamid, velidir. Ben, onu hususî dualarımın içine almışım. Her sabah, ‘Ya Rabbi, sen Sultan Abdülhamid Han ve Sultan Vahidüddin ve Hanedan-ı Osmaniye’den razı ol’ diye dualarımda yad ederim.”(2) Kızı Ayşe Osmanoğlu’nun da hatıratında temas ettiği gibi, doğru ve tam dinî itikada sahip bir Müslüman’dan başkası değildi. Beş vakit namazını kılar, sürekli Kur’an-ı Kerim okurdu. Daima camilere devam etmiş, Ramazanlarda Süleymaniye Camii’nde namaz kılmıştı. Camide namaz kıldığı günlerden birinde Hamza Zâfir Efendi adında muhterem bir şeyhle tanışıp onunla ahbap olmuş ve Şazeli tarikatına bu vesileyle intisap etmişti (bağlanmıştı). Keza, Yahya Efendi Tekkesi’nin şeyhi olan Abdullah Efendi vasıtasıyla da Kadirî tarikatına girmişti. Sultan Abdülhamid, herkesin namaz kılmasını, camilere devam etmesini çok isterdi. Sarayın hususî bahçesinde beş vakit Ezân-ı Muhammedî okunurdu. En çok tekrarladığı sözlerden biri de şuydu: “Din ve fen; bu ikisine de itikat etmek (inanmak) caiz.” Abdülhamid Han ayrıca, -en sahih (doğru) hadis kitabı olan- Buhârî-i Şerif’i hususî surette (Abdülhamid neşri diye geçer; şu an elimizdeki en sağlıklı nüshadır.) bastırmış ve satışa koydurmadan bütün Müslüman memleketlerine, camilere ücretsiz hediye etmiştir.(3) Nitekim Çanakkale Harbi sırasında, ordumuzun galip gelmesi için Sultan Abdülhamid’in devamlı surette “Buhârî-i Şerif” okuyarak dua ettiğini, Atıf Hüseyin Efendi hatıralarında ifade etmektedir. Şöyle ki: “Bizim için elden duadan başka ne gelir? Her vakit Buhârî-i Şerif okuyorum. Bir hatim de ikmal etmek (tamamlamak) üzereyim. İnşallah duamız Cenâb-ı Hak indinde müstecab (kabul) olur... Memleketin selameti, millet-i İslâmiye’nin bu beladan kurtulmasını dua ediyorum. Hastalığım iyi olsun, yine Buharî’ye başlayacağım. Çanakkale Harbinde hep Buhârî okudum. Cenab-ı Hak o vakit bizi himaye ve siyanet etti (korudu). Yine eder.”(4) Diğer yandan, millî ve manevî değerlere sonuna kadar sadık kalmış, onları, içerden ve dışardan gelen çirkin saldırılara karşı müdafaa edip yüceltmiş ve devlet hayatında, İslâm Dini’ni ve Müslümanları korumayı ve güçlendirmeyi esas alan politikalar üretmiş, icraatlarda bulunmuştur. Peygamber Efendimiz (sav) ve kutsal beldesine karşı duyduğu sonsuz sevgi, hürmet, sadakat ve hizmetleri; O’nun manevî şahsiyetine ve dinin izzetine hakaret içeren Batı kaynaklı iftira kampanyalarına karşı verdiği amansız mücadele; yine Avrupalılar ve Ermenilerin millî, tarihî ve kültürel değerlere yönelik olarak düzenledikleri karalama çalışmaları karşısında, saltanatı müddetince adeta bir “heykel” gibi dikilmesi, Abdülhamid Han’ın manevî yapısını açıklayan en çarpıcı misallerdendir.(5) İşte, onun manevî profilini konu alan seçkin bir-iki hadise ve hatırat: Evrakları Abdestsiz İmzalamazdı! Sultan Abdülhamid, rivayete göre, yatağının başında daima temiz bir tuğla bulundururmuş. Bu tuğlayı, yataktan kalktığında çeşmeye kadar abdestsiz yere basmadan, teyemmüm almak için kullanırmış. Bir gün hanımının, niçin böyle çok titiz hareket ettiğini sorması üzerine şu düşündürücü cevabı vermiş: “Bunca Müslümanların Halifesi olarak, biz sünnet ölçülerine dikkat etmezsek, Ümmet-i Muhammed bundan zarar görür!.” Bu yüzden padişah, acil bir iş zuhur ettiğinde, gecenin hangi vakti olursa olsun uyandırılmasını ister, o işin ertesi güne bırakılmasına kesinlikle rıza göstermezmiş. Mâbeyn Başkâtibi Esad Bey, bu hususta şu fevkalade etkileyici hatıratını nakletmektedir: “Bir gece yarısı, çok mühim bir haberin imzası için Sultan’ın kapısını çaldım. Fakat açılmadı. Bir müddet bekledikten sonra tekrar çaldım, yine açılmadı. ‘Acaba Sultan’a emr-i Hak (ölüm) mı vâkî (gerçekleşti) oldu?’ diye endişelendim. Biraz sonra tekrar çaldım; bu sefer kapı açıldı ve Sultan elinde bir havlu ile kapıda göründü. Yüzünü kuruluyordu. Tebessüm etti: “Evladım, bu vakitte çok mühim bir iş için geldiğinizi anladım. Kapıyı daha ilk vuruşunuzda uyandım, ancak abdest aldığım için geciktim kusura bakma!. Ben bu kadar zamandır milletimin hiçbir evrakına abdestsiz imza atmadım. Getir imzalayayım!.” Ve besmele çekerek evrakı imzaladı.”(6) Kalp Gözü ve Yavuz’un Türbedarı Abdülhamid Han zamanında, Yavuz Sultan Selim’in türbesine bakan fakir bir insan vardı. Hizmetkâr, çok şiddetli geçim darlığı sebebiyle sıkıntılı anlar yaşamaktaydı. Yine çok sıkıntılı olduğu bir zamanda, dayanamayarak türbeye hiddetle vurup şu sözleri söyler: “Bir de senin evliyâ olduğunu söylüyorlar!?. Yıllardır türbeni beklemekteyim; hâlâ yoksulluk içindeyim!..” Türbedarın bu durumundan habersiz olan Abdülhamid, hemen ertesi gün onu çağırtarak, bir yıllık ihtiyacını tamamen karşılayacaktı. Çünkü, Sultan gece rüyasında ceddi Yavuz Selim’i görmüş ve onun uyarısını alarak türbedarın durumundan haberdar olmuştu.(7) |
PADİŞAH ABDULHAMİT
Hz. Peygamberle Orduyu Denetleyen Sultan!
İslâm Şairi Mehmet Âkif’in, İstanbul’daki bir camide, Abdülhamid döneminde orduda önemli bir göreve sahip olan bir subayın ağzından dinlediği şu hatıra, Abdülhamid Han’ın “veli padişahlardan” olduğunu ispatlayan en çarpıcı misallerdendir: Mehmed Âkif, sabah namazlarını Sultan Ahmed Camii’nde kılmayı âdet haline getirmişti. Bir zaman, her sabah camiye erkenden gelip, mihrabın bir köşesinde sürekli gözyaşı dökmekte ve inlemekte olan, saçı-sakalı bembeyaz olmuş ihtiyar bir zat dikkatini çeker. Durmadan ağlayan bu adamı uzun süre büyük bir hayret ve merakla takip eder. Nihayet bir gün yanına yaklaşarak, derdinin ne olduğunu, neden kendisini bu kadar derbeder ettiğini sorar: “Muhterem, Allah’ın rahmetinden bu kadar ümitsizlik olur mu? Niye bu kadar ağlıyorsun?” O zat, “Beni konuşturma, kalbim duracak.” diyerek önce konuşmak istemez. Ancak, çok ısrar edince, bu halinin sebebinin ne olduğunu Âkif’e gözyaşları içerisinde şöyle izah eder: “Ben, Abdülhamid devrinde binbaşı idim. Anam-babam vefat edince Sadârete (Sadrazamlığa) bir dilekçe gönderdim. Dedim ki: “Mallarımız, gayrimenkullerimiz var. Bunların bir nezâretçiye (bakıcıya) ihtiyacı vardır. Kabul buyurulursa istifa etmek istiyorum.” Sadâret benim dilekçemi padişaha göndermiş. Bana doğrudan doğruya hünkârdan bir yazı geldi. “İstifa kabul edilmedi” deniyordu. Ben bir daha gönderdim. Yine aynı cevap geldi. Bizzat huzura çıkıp şifâhi (yüz yüze) görüşmek istedim. Ben o cehalet ile padişahın huzuruna çıktım: - Sultanım, istifamın kabulünü istirham edeceğim. Durumumuz budur, dedim. Derin derin biraz düşündü. İstifa etmemi istemiyordu. Yüzünden belli idi. Israrıma da dayanamadı. Öfkeli bir eda ile, elinin tersiyle: - Haydi! İstifa ettirdik seni! dedi. Ben dönüp, işimin başına geldim. Gece, mânâ âleminde orduların teftiş edildiğini gördüm. Rasulullah Efendimiz (sav), Yıldız Sarayı’nın önünde duruyordu. Bütün Türk ordusunu teftiş ediyordu. Osmanlı padişahlarının ileri gelenleri de orada idi. Abdülhamid, edeple Fahri Kainat Efendimiz’in arkasında duruyordu. Derken, benim birliğim geldi. Başında kumandan olmadığı için darmadağınıktı. Efendimiz: “Nerede bunun kumandanı?” diye sordular. Abdülhamid de: “Ya Rasulallah çok ısrar etti. İstifa ettirdik.” dedi. - Senin istifa ettirdiğini, biz de istifa ettirdik! Buyurdular. İşte ben o gün bugündür bunun hicranı ve pişmanlığı ile gözyaşı döküyor, kederleniyorum. Ben ağlamayayım da söyle kim ağlasın?(8) “Sakın Aleyhinde Konuşma; O, Veliydi!” Yazar Ahmed Şahin’in, Adıyamanlı merhum Mahmud Allahverdi’nin bizzat ağzından duyduğu şu yaşanmış hadise de, Sultan Abdülhamid’in “manevî hüviyetine” parlak bir ışık tutmaktadır: “O günlerde ben de Sultan Abdülhamid aleyhtarı idim. Okulda anlatılanları gerçek sanıyor, aleyhinde bulunuyordum. Bir gün yine aleyhinde konuşurken, dükkanımdaki müşterinin biri bana çıkıştı: “Oğlum, sen imanlı insansın, sakın Abdülhamid aleyhinde konuşma. O büyük bir veli idi!” Ben buna kızarak karşılık verdim: “Kim demiş veli diye? Memleketi bu hale getiren o değil mi? Ben öyle rivayetlere kulak asmam. Herkes bir şey söylüyor, kimi veli diye rivayet ediyor, kimi de deli diye...” Yaşlı zat elindeki bastonuyla beni dürttü, belli ki kızmıştı: “Bana bak, şimdi sana öyle bir olay anlatacağım ki, bu ne bir rivayet, ne de bir söylenti. Bizzat yaşadığım, şahit olduğum, başımdan geçen bir olay bu!” Ben bu defa dikkat kesilmiştim. Çünkü işitme, söylenti falan değil, bizzat yaşadığı bir olayı anlatacaktı. Nitekim başladı da anlatmaya: - Ben, sekiz yaşına kadar dilsizdim. Konuşamıyor, el-kol işaretiyle maksadımı anlatmaya çalışıyordum. Babam buna çok üzülüyor, ne yapacağını bilemez halde bulunuyordu. Gitmedik hoca bırakmadı, ama hiçbiri de fayda etmedi. Bir gün yaşlı komşumuz geldi, dedi ki: - Seni çok üzgün görüyorum, üzülmekte de haklısın. Bir baba için yavrusunun dilsiz olması kadar üzücü bir şey olamaz. Sana bir çare söyleyeceğim. Bunu mutlaka yap! Babam ümitle gözlerini açıp dinlemeye başladı: “Yarın şu yoldan Sultan Abdülhamid geçecek, oğlunu mutlaka karşısına çıkar ve ona dua ettir. Osmanlı sultanlarında yedi evliya derecesi vardır, ola ki şifa bula.” Bu tavsiye babamın aklına iyice yatmış olacak ki, beklenen saatte yol üzerine çıktık, ümitle beklemeye başladık. Az sonra yaylı araba göründü, ama bizim ona yaklaşmamız mümkün değildi. İzdiham çok fazlaydı; uzakta kalışımıza çok üzüldük. Fayton hizamıza gelince beklenmedik bir olay oldu. Ansızın durdu, içeriden başını uzatan Sultan Abdülhamid Han bize doğru bakarak seslendi: “İhtiyar! Çocuğu getir, çocuğu!” Şaşırdık. Babam heyecanla elimden çekerek beni kalabalığın içinden arabanın yanına götürdü, elimden tutup yukarı çıkardılar. Sultan, yanaklarımı okşadı, bir şeyler okuyor gibiydi. Az sonra bana: “Beni tanıyor musun, ben kimim?” diye sordu. Benim dilim tutuktu, cevap vermem imkansızdı. Dilsizdim. O anda bir şeyler hisseder gibi oldum. Birden dilim çözüldü, cevap verdim: “Sen bizim padişahımızsın!” Bunun üzerine babam, “Allah Allah!..” diye feryadı bastı. Beni aşağı indirdiler. Ondan sonra bülbül gibi konuşmaya devam ettim. Dilimin açılması onun duasıyla oldu. İşte evladım, bu olay bir söylenti falan değil, bir yaşamadır. Sakın ola ki, Osmanlı sultanları aleyhine konuşmayasın. Onlarda gerçekten yedi evliya derecesi vardı. Dilimin açılmasına sebep onun duasıdır. Ona hep Yasin okumaktayım.”(9) Dipnotlar: 1) E. Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C.8, Ankara, 1988, s.249-250. 2) Vehbi Vakkasoğlu, Başkasının Günahına Ağlayan Adam, İstanbul, 2005, s.138. 3) Ayşe Osmanoğlu, Babam Sultan Abdülhamid, İstanbul, 1986, s.24-25. 4) Atıf Hüseyin Efendi’nin Hatıratı’ndan, s.266, 388; Karal, age, s.249-250; Mustafa Armağan, Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı, İstanbul, 2006, s.85-87. 5) Bkz. İsmail Çolak, Abdülhamid’i Yeniden Keşfetmek, İstanbul, 2007, Akis Kitap, s.49-56; Çolak, “Hz. Peygambere Hakarete Abdülhamid’in Müdahalesi”, Gülistan Dergisi, Nisan 2006, Sayı: 52. 6) Çolak, age, s.44. 7) Nak. İbrahim Refik, Efsane Soluklar, İzmir, 1992, T Ö V Yay, s.57. 8) M. Fethullah Gülen’in vaazlarında sıkça anlattığı bir hatıradır. Ayrıca bkz. Fazilet Takvimi, 24 Eylül 2003. 9) Ahmed Şahin, Olaylar Konuşuyor, İstanbul, 1995, Cihan Yay.; Şahin, “Sultan Abdülhamid Han Hakkında”, Zaman Gazetesi, 26 Mart 1996. Abdülhamid Han’ın farklı yönleri, kişiliği, projeleri, politikaları ve yenilikleri hakkında bkz. İsmail Çolak, Abdülhamid’i Yeniden Keşfetmek, İstanbul, 2007, Akis Kitap. İSMAİL ÇOLAK |
PADİŞAH ABDULHAMİT
Bunların da bir yardımı olur inşaallah.
|
PADİŞAH ABDULHAMİT
mustafa armağanın kitabında hakikaten çok güzel şeyler yazıyor söyleşisine de gittim abdulhamit han ı hakikaten severdim mustafa armağan farklı bir boyut kattı.
abdulhamit hanın yaptığı icraatlari sevmeyenler yada kötüleyenler şahsı hakkında atıp tutanlar niye böyle yapıyor kitabı okuyunca daha iyi anladım kuyruk acısı var millete o yüzden atıyorlarmış hazretin arkasından paylaşımlar içinde salounn teşekkür ederim |
II.Abdülhamid Han'ı tanımanın en güzel yolu bence Necip Fazıl'ın Ulu Hakan II.Abdülhamid'i okumak.Ve bence okulda anlatılan Osmanlı tarihi ile ilgili bilgiler hocanın ideolojisinin yansıması.Şimdiye o kadar objektif olan ne bir tarih ders kitabına ne de tarih hocasına rastladım.
|
Abdülhamid Hân'ın metresleri mi varmış?..
Öğretmenin hangi kaynaktan ulaşmış bu kanıya acep? Sultan Hamid ömrü boyunca yere abdestsiz ayak basmayan velî bi padişahtır. Bu terbiyesizlikleri kendilerinde aramalı bu lafı söyleyenler.. Bu devlet ana'ya O'ndan başka kimse de baba olamamıştır. Bunlar maksatlı çarpıtma yalancılarıdır!.. |
Alıntı:
|
Kısaca Deha, hayatının politikalarının ders olarak okutulması lazım
|
Alıntı:
Ulu Hâkân'ın en çok karalandığı bir zamanda çok cesur yüreklilikle yazılmış bi kitap. Ve kitabın son cümlesi: ABDÜLHAMİD'İ ANLAMAK, HER ŞEYİ ANLAMAK OLACAKTIR. |
Şimdi eğer Bu metres kelimesinden kasıt cariyeleri ise elbette vardır. 10-20-50 bunun sayısını kendi belirler. fakat bunların hepsi ile birlikte olmuşmudur işte soru budur.
ayrıca bizden istenen sorunun cevabını ilber hocam biraz üstelemesek cevaplamayacaktı neredeyse biz de buna istinaden bu kadarla kalıyoruz. hikmet himmette yatar. neme lazım. |
All times are GMT +3. The time now is 10:35. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025