Siyaset Forum

Siyaset Forum (https://www.siyasetforum.com.tr/index.php)
-   Tartışıyorum (https://www.siyasetforum.com.tr/forumdisplay.php?f=121)
-   -   AVRUPA BİRLİĞİ (https://www.siyasetforum.com.tr/showthread.php?t=27426)

Ak_Zeynep 05-03-2008 07:07

AVRUPA BİRLİĞİ
 
AVRUPA BİRLİĞİ TARİHİ



Avrupa yüzyıllarca, sık sık yaşanan kanlı savaşlara sahne oldu. 1870-1945 yılları arasında Fransa ve Almanya üç kez savaştılar. Birçok insan yaşamını yitirdi. Bazı Avrupa ülkelerinin liderleri, barışın sürdürülebilmesinin tek yolunun, ülkelerinin ekonomik ve siyasi yönlerden birleşmesi olduğuna inandı.

Böylece 1950 yılında, Fransız Dışişleri bakanı Robert Schuman tarafından Batı Avrupa ülkelerinin kömür ve demir sanayilerinin bütünleşmesi planlandı. Sonuç olarak 1951 yılında Avrupa Kömür Çelik Topluluğu (AKÇT) Belçika, Batı Almanya, Lüksemburg, Fransa, İtalya ve Hollanda'dan oluşan 6 üye ile kuruldu. Bu ülkelerdeki kömür ve çelik sanayii ile ilgili alınan kararlar, bağımsız ve devletlerüstü bir kuruma (Yüksek Otorite) devredildi. Söz konusu kurumun ilk başkanı Jean Monnet idi.

Birkaç yıl içinde AKÇT öyle başarılı oldu ki söz konusu altı ülke işbirliklerini daha da ileriye götürmeye ve ekonomilerindeki diğer sektörleri de bütünleştirmeye karar verdi. 1957 yılında Roma Antlaşmalarını imzaladılar. Böylece Avrupa Atom Enerji Topluluğu (AAET) ve Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) oluşturuldu. Üye devletler kurdukları “ortak pazar’’ ile aralarındaki ticari engelleri kaldırdılar.

1967 yılında, AKÇT, AAET ve AET’nin kurumları birleştirildi. Bundan sonra, Avrupa Parlamentosu'nun yanı sıra, tek bir komisyon ve tek bir bakanlar konseyi vardı.

Başlangıçta, Avrupa Parlamentosu'ndaki üyeler ulusal parlamentolardan seçiliyordu. 1979 yılında, doğrudan ilk seçimler gerçekleştirildi. Bu çerçevede, üye ülkelerin vatandaşlarına kendi isteklerine yönelik bir seçim yapma imkanı tanındı. Bu tarihten itibaren, doğrudan seçimler 5 yılda bir gerçekleştirilmeye başlandı.

Maastricht Antlaşması (1992) üye ülke hükümetleri arasında yeni işbirliği imkanlarının başlangıcı oldu. Buna örnek olarak, savunma ve adalet ve içişleri konuları verilebilir. Varolan Topluluk sistemine hükümetlerarası işbirliği mekanizması da eklenmesi yoluyla, Maastricht Antlaşması Avrupa Birliği'ni (AB) ortaya çıkardı.

Ekonomik ve siyasi bütünleşme, Avrupa Birliği üyelerinin birçok alanda ortak kararlar alması gerektiği anlamına geliyor. Bu çerçevede, tarımdan kültüre, tüketici politikasından rekabete, çevreden enerjiye, ulaşımdan ticarete kadar birçok alanda, ortak politikalar gerçekleştiriyorlar.

İlk başlarda, kömür-çelik alanında ortak ticaret politikası ve ortak bir tarım politikası izlenmesine önem veriliyordu. Diğer amaçlar ve politikalar zamanla ve ihtiyaç duyuldukça ortaya çıktı. Bazı temel politikaların amaçları değişen zaman ve koşullarla beraber değişime uğradı. Örneğin, tarımda izlenen politika daha ucuza daha çok ürün yetiştirmekti. Zamanla, daha sağlıklı, daha kaliteli ve çevreye zarar vermeyen ürünler yetiştirmeye yönelik çiftçilik yöntemlerine destek verilmeye başlandı. Çevreyi korumaya duyulan ihtiyaç artık tüm AB politikalarında göz önünde bulunduruluyor.

AB’nin diğer ülkelerle ilişkileri daha fazla önem taşımaya başladı. AB, diğer ülkelerle temel ticaret ve yardım anlaşmaları üzerine pazarlık yapıyor, aynı zamanda ortak dışişleri ve güvenlik politikası geliştiriyor.

Üye devletlerin kendi aralarındaki tüm ticari engelleri kaldırıp, ortak pazarlarını, malların, hizmetlerin, kişilerin ve sermayenin serbestçe dolaşabileceği tek bir pazar haline getirmeleri zaman aldı. 1992 yılının sonunda Ortak Pazar’ın resmi olarak tamamlanmasına rağmen, bazı alanlarda halen yapılması gerekenler bulunuyor. Buna örnek olarak, mali hizmetler alanında tek pazar yaratılması verilebilir.

1990’lı yıllarda AB'nin birçok iç sınırı içinde pasaport ve gümrük kontrollerinin kaldırılmasıyla, Avrupa’da bir yerden bir yere gidilmesi çok daha kolay hale geldi. Bunun sonucunda, AB vatandaşları için daha fazla hareketlilik sağlandı. Örneğin, 1987 yılından itibaren bir milyondan fazla genç Avrupalı AB desteğiyle yurtdışında eğitim aldı.

Avrupa Birliği 1992 yılında, Avrupa Merkez Bankası tarafından yürütülecek tek Avrupa para birimine geçişi de içine alan, Ekonomik ve Parasal Birlik’i geliştirmek için karar aldı. 1 Ocak 2002 tarihinde Avrupa Birliği'nin 15 üyesinden 12'si ulusal para birimleri yerine ortak para birimi Euro’yu kullanmaya başladı. Bu ülkeler, Belçika, Almanya, Yunanistan, İspanya, Fransa, İrlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Avusturya, Portekiz ve Finlandiya'dır.

AB, birbirini izleyen katılımlarla günden güne büyüdü. Danimarka, İrlanda, ve İngiltere 1973 yılında, Yunanistan 1981 yılında, İspanya ve Portekiz 1986 yılında ve Avusturya, Finlandiya ve İsveç 1995 yılında AB’ye üye oldular. 2004 yılında on yeni ülke Avrupa Birliği'ne üye oldu. (Kıbrıs, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Malta, Polonya, Slovakya ve Slovenya). Bulgaristan ve Romanya ise 2007 yılında AB üyesi olmuştur.


Ak_Zeynep 05-03-2008 07:10

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Türkiye - AB İlişkilerinde Önemli Tarihler Kronolojisi




1959

31 Temmuz: Türkiye, AET’ye ortaklık için başvurdu.

1963

12 Eylül: Türkiye ile AET’yi Gümrük Birliğine götürecek ve tam üyeliği sağlayacak olan Ortaklık Anlaşması (Ankara Anlaşması) imzalandı.

12 Eylül: I. Mali Protokol imzalandı.

1964

1 Aralık: Türkiye-AET Ankara Anlaşması yürürlüğe girdi. Birinci Ortaklık Konseyi toplantısı yapıldı.

1966

16-17 Mayıs: Birinci Türkiye-AET Karma Parlamento Komisyonu Brüksel’de toplandı.

1970

23 Kasım: Katma Protokol Brüksel’de imzalandı.

23 Kasım: II. Mali Protokol imzalandı.

1971

1 Eylül: Katma Protokol’ün ticari hükümleri “Geçici Anlaşma” ile yürürlüğe konuldu.

1977

12 Mayıs: III. Mali Protokol Brüksel’de imzalandı.

1982

22 Ocak: Avrupa Topluluğu, Türkiye ile ilişkilerini dondurma kararı almıştır.

1986

16 Eylül: Türkiye - AET Ortaklık Konseyi toplandı. Böylece 12 Eylül 1980 tarihinden itibaren dondurulmuş bulunan Türkiye-AET ilişkilerinin canlandırılması süreci başladı.

1987

14 Nisan: Türkiye, AT’ye, Roma Antlaşması’nın 237 nci, AKÇT Antlaşması’nın 98 nci ve EURATOM Antlaşması’nın 205 nci maddelerine istinaden tam üye olmak üzere müracaat etti.

27 Nisan: Türkiye’nin tam üyelik talebi Topluluk Bakanlar Konseyi tarafindan incelenmek üzere Komisyon’a havale edildi.

1989

18 Aralık: AT Komisyonu, Türkiye’nin tam üyelik başvurusu konusundaki “Görüş” ünde (Avis), Topluluğun, kendi iç pazarını tamamlayabilme sürecinden önce (1992) yeni bir üyeyi kabul edemeyeceği ve Türkiye’nin katılmadan önce, ekonomik, sosyal ve siyasal alanda gelişmesine ihtiyaç duyulduğu hususlarına yer verdi.

1990

6 Haziran: Topluluklar Komisyonu, Türkiye ile her alanda işbirliğinin başlatılması ve hızlandırılması konusundaki önlemleri içeren bir “İşbirliği Paketi”ni hazırlayarak Konseyin oluruna sundu.

1991

30 Eylül: Ortaklık Konseyi 1986 yılından sonra ilk kez toplandı.

1995

6 Mart: Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği’nin gerçekleştirilmesi ile ilgili ve Gümrük Birliği döneminde uygulanacak usul, esas ve süreleri belirleyen 1/95 ve 2/95 sayılı kararlar Ortaklık Konseyi’nin 36 nci dönem toplantısında kabul edildi.

13 Aralık: 1/95 Sayılı Türkiye-AB Ortaklık Konseyi Kararı Avrupa Parlamentosu tarafindan onaylandı (343 Kabul, 149 Red, 36 Çekimser).

21 Aralık: AB ile Türkiye arasinda, AKÇT ürünlerini kapsayan Serbest Ticaret Anlaşması parafe edildi.

1996

1 Ocak: Türkiye, AB ile entegrasyonunda 22 yil süren “Geçis Dönemi”ni 31 Aralık 1995 tarihinde tamamlayarak, 1.1.1996 tarihi itibariyle, tam üyelik sürecinde “Son Dönem”e, sanayi ürünlerinde ve işlenmiş tarım ürünlerinde sağlanan Gümrük Birliği ile girmiştir.

25 Temmuz: Türkiye-AB AKÇT Anlaşması Brüksel’de imzalandı.

1 Ağustos: Türkiye-AB AKÇT Anlaşması TCRG’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

1997

12-13 Aralık: Avrupa Birliği'nin Lüksemburg'ta gerçekleştirdiği devlet ve hükümet başkanları zirvesi sonucunda Çek Cumhuriyeti, Slovak Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Slovenya, Romanya, Bulgaristan, Litvanya, Letonya, Estonya ve Kıbrıs Rum Yönetimi tam üyelik için aday ülkeler olarak belirlenmiştir. Türkiye ise aday ülkeler arasında gösterilmemiştir.

1998

3 Mart: Türkiye-AB ilişkilerinin geliştirilmesine yönelik olarak AB Komisyonu tarafından hazırlanan"European Strategy for Turkey" başlıklı belge açıklandı.

4 Kasım: AB Komisyonu tarafından hazırlanan ve AB’ne üyelik için belirlenmiş olan Kopenhag kriterleri ışığında kaydedilen gelişmelere ilişkin Komisyon görüşlerini içeren "İlerleme Raporu" yayımlandı.

1999

1 Ocak: Avrupa Birliği’nde Tek Para (Euro) uygulamasına geçildi.

13 Ekim: AB Komisyonu tarafından hazırlanan ve AB’ne üyelik için belirlenmiş olan Kopenhag kriterleri ışığında kaydedilen gelişmelere ilişkin Komisyon görüşlerini içeren ikinci "İlerleme Raporu" yayımlandı.

11-12 Aralık: Helsinki'de gerçekleştirilen Avrupa Konseyi Zirve Toplantısında Türkiye'ye adaylık statüsü tanındı.

2000

11 Nisan: Türkiye-AB Ortaklık Konseyi’nin 39 uncu dönem toplantısı yapıldı.

13 Ekim: Avrupa Komisyonu Türkiye için 3. İlerleme Raporu’nu açıkladı.

8 Kasım: AB Komisyonu Katılım ortaklığı belgesinin taslağını ve 2000 yılı ilerleme raporunu açıkladı.

2001

26 Şubat: Katılım Ortaklığına ilişkin usuller ile Katılım Ortaklığı çerçevesinde ülkemizin alacağı yardımların temelini oluşturaca Çerçeve Yönetmelik Genel İşler Konseyi’nin toplantısında kabul edildi.

8 Mart: AB Bakanlar Konseyi Türkiye için Katılım Ortaklığı Belgesini kabul etti.

19 Mart: TBMM “Topluluk Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programını kabul etti.

26 Haziran: Türkiye-AB Ortaklık Konseyi’nin 40 ıncı dönem toplantısı yapıldı.

13 Kasım: IV. İlerleme Raporu yayınlandı.

15 Aralık: Leaken Zirvesi sonucunda Türkiye'nin katılım müzakerelerine yaklaştığı ve AB'nin geleceği ile ilgili konvansiyonun çalışmalarına katılacağı ilan edildi.

2002

16 Nisan: Türkiye-AB Ortaklık Konseyi 41 inci dönem toplantısı yapıldı.

Ekim: V. İlerleme Raporu yayınlandı.

12-13 Aralık: Kopenhag Zirvesi sonucunda 10 aday ülkenin 2004 yılı içinde Birliğe katılacağı ilan edilmiştir. Halen üyelik müzakerelerine devam eden Bulgaristan ve Romanya'nın üyelikleri 2007 yılına bırakılmıştır. Türkiye ile üyelik müzakereleri, Komisyonun 2004 yılı sonunda hazırlayacağı ilerleme raporunda olumlu görüş verildiği takdirde 2005 yılında başlatılacaktır.

2003

2 Ocak: 4. Uyum Paketi TBMM Genel Kurulunda kabul edildi (yürürlük, 11 Ocak)

23 Ocak: 5. Uyum Paketi Kabul edildi (yürürlük, 4 Şubat).

30 Ocak: Türkiye-AB Gümrük İşbirliği Komitesinin 30, toplantısı Brüksel'de yapıldı.

31 Ocak: AB Troykası Türkiye'yi ziyaret etti.

1 Şubat: 26 Şubat 2001 tarihinde imzalanan Nis Antlaşması yürürlüğe girdi.

10 Şubat: Türkiye, Afganistan'da görevli ISAF'ın komutasını Almanya ve Hollanda'ya devretti.

16 Şubat: NATO Savunma Planlama Komitesi (DPC) Türkiye'ye NATO desteği verilmesine karar verdi.

19 Şubat: AB Komisyonu, Avrupa siyasi partilerinin kuruluşu ve finansmanına ilşkin tüzük önerisini açıkladı.

19 Şubat: Komisyon, 10 aday ülkenin Birliğe katılımı hakkında olumlu görüş bildirdi.

20 Şubat: Akdeniz Forumu Antalya'da toplandı.

21 Şubat: Hırvatistan, AB üyeliği için Avrupa Konsey Başkanlığına resmen başvurdu.

23 Şubat: Türkiye'den YUnanistan'a doğalgaz nakline ilşkin anlaşma imzalandı.

26 Şubat: BMGS Kofi Annan 3. çözüm planını sunmak üzere Kıbrıs'a gitti. Hükümet, yurt dışına asker gönderilmesi ve yabancı asker kabulü konusunda TBMM'den yetki talep etti.

2 Mart: TBMM, Hükümetin yetki tezkeresini reddetti.

10 Mart: Türkiye, Lahey'de yapılan Kıbrıs Zirvesinde Annan Planını reddetti.

12 Mart: Türkiye-AB Siyasi İstişare Toplantısı Brüksel'de yapıldı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Abdullah Öcalan davası ile ilgili kararını açıkladı: Mahkeme, Sözleşmenin "adil yargılama hakkı" "gözaltı süresi" "kötü muamele" hükümlerinin ihlal edildiğine karar verdi.

13 Mart: Türkiye-AB Ortaklık Komitesinin 111. toplantısı Brüksel'de yapıldı.

14 mart: NATO-AB Güvenlik Anlaşması imzalandı. Yeni Tüketici Yasası yürürlüğe girdi.

19 Mart: Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Başkanlık Divanı toplantısı Brüksel'de yapıldı.

26 Mart: AB Komisyonu, Türkiye için gözden geçirilmiş Katılım Ortaklığı Belgesini ve katılım öncesi mali yardım önerisini sundu.

31 Mart: AB, ilk ortak askeri operasyon için, Makedonya'da görevi NATO'dan devraldı.

6 Nisan: BMGS Annan, başarısızlıkla sonuçlanan Kıbrıs görüşmeleri konusunda Rauf Denktaş ve Türk tarafını suçladı.

7 Nisan: Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi 15. toplantısı İstanbul'da yapıldı.

9 Nisan: AP, 10 ülkenin Birliğe katılmasını onayladı.

14 Nisan: BM Güvenlik Konseyi, Annan Planının Denktaş ve Türkiye'nin olumsuz yaklaşımları nedeniyle referanduma sunulamadığını verdiği kararda tespit etti.

15 Nisan: Türkiye-AB Ortaklık Konseyi 42. toplantısı yapıldı.

16 Nisan: Mayıs 2004'te AB'ne tam üye olacak 10 ülkenin Katılım Antlaşması Atina'da imzalandı.

21 Nisan: KKTC Bakanlar kurulu, Türk ve Rum kesimleri arasında karşılıklı geçişleri 09.00-24.00 arasında serbest bırakma kararı aldı.

5 Mayıs: Türkiye, Türkçe'yi Avrupa Konseyi dilleri arsından çıkartma kararı aldı.

12 Mayıs: Birliğe 1 Mayıs 2004 tarihinde katılacak ülkelerden 162 gözlemci Avrupa Parlamentosu'nun Strazburg'taki genel kuruluna katıldı.

16 Mayıs: Güney Kıbrıs vatandaşlarının 22 Mayıs tarihinden itibaren Türkiye'ye vizesiz girişine izin verileceği açıklandı.

19 Mayıs: AB KOmisyonu tarafından açıklanan KOB, AB Konseyince kabul edildi.

5 Haziran: Oostlander Raporu AP Genel Kurulunda kabul edildi.

12 Haziran: Türkiye için gözden geçirilmiş KOB, AB Resmi gazetesinde yayınlandı.

16 Haziran: Türkiye-AB KPK 50. toplantısı İstanbul'da gerçekleştirildi.

19 Haziran: 6. Uyum Paketi TBMM Genel Kurulunda kabul edildi (yürürlük, 19 Temmuz). Türkiye, AİHM'nin Loizidou davası kararının gereğini yerine getireceğini açıkladı.

1 Temmuz: AB Komisyonu, "Yeni Komşuluk Stratejisi" hakkında bir tebliğ kabul etti.

Türkiye, AİHM'nin 6. protokolünü onayladığına dair yasayı yürürlüğe koydu

5 Temmuz: NATO, Afganistan'daki Uluslararası Güvenlik DEstek Gücü'nün (ISAF) komuta ve yönetimini Türkiye'den devraldı.

10 Temmuz: AB'nin geleceğine ilişkin Konvansiyon, 16 aydan beri sürdürdüğü çalışmalarını tamamladı.

14 Temmuz: AB KOmisyonu, Gümrük Birliği'nin genişletilmesi ve derinleştirilmesine yönelik Eylem Planını açıkladı.

24 Temmuz: AB Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı yürülüğe girdi.

30 Temmuz: 7. Uyum Paketi TBMM Genel Kurulunda kabul edildi (yürürlük, 7 Ağustos).

8 Ağustos: Türkiye ile KKTC arasında Gümrük Birliği Çerçeve Anlaşması imzalandı.

12 Ağustos: Katılım Öncesi Ekonomik Program tamamlandı.

10 Eylül: AB uyum yasalarını uygulanmasının izlenmesi amacıyla "Reform İzleme Grubu" kuruldu. Türkiye'nin Avrupa'da tanıtımı için "AB İletişim Grubu" kuruldu.

15 Eylül: AB'nin "terör listesi"ne KADEK, İBDA-C ve Anadolu Federe İslam DEvleti örgütleri yer almadı.

19 Eylül: Türkiye-KKTC Gümrük Birliği Çerçeve Anlaşması gelen tepkiler üzerine askıya alındı.

28 Eylül: AB, KKTC'ne yönelik ekonomik yardım paketini onayladı.

4 Ekim: AB Hükümetlerarası Konferans müzakereleri başladı.

8 Ekim: AB mali yardımlarını yönetimi Türkiye'ye geçti.

28 Ekim: Türkiye-AB Gümrük Birliği Ortak Komitesi 14, toplantısı Brüksel'de yapıldı.

5 Kasım: AB Komisyonu, Türkiye İlerleme Raporunu açıkladı.

2 Aralık: Türkiye Loizidou'ya gecikme faizi ile birlikte toplam 1,12 milyon Euro tazminat ödedi.

2 Aralık: Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonunun 51. toplantısı Brüksel'de yapıldı.

2004 (Kaynak: www.ntvmsnbc.com)

9 Ocak: İdam cezasının kaldırılmasını öngören Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 13. protokolü Türkiye tarafından Strazburg’da imzalandı.

9 Şubat: İnterreg III/A kapsamında Türkiye-Yunanistan Sınır Ötesi İşbirliği Programı onaylandı.

19 Şubat: Annan Planı çerçevesinde görüşme konusunda uzlaşmaya varan taraflar, Kıbrıs’ta müzakerelere başladı.

31 Mart: Türkiye-Bulgaristan Sınır Ötesi İşbirliği Programının stratejik çerçevesi tamamlandı.

1 Nisan: Avrupa Parlamentosu’da Türkiye hakkında Arie Oostlander’in Raporu onaylandı.

15 Nisan: Türkiye ile Avrupa Komisyonu arasında Türkiye’nin AB Eğitim ve Gençlik Programlarına katılımına ilişkin Mutabakat Zaptı imzalandı..

24 Nisan: Kıbrıs’ta referandum yapılmıştır. Kıbrıs Türk halkının yüzde 64.9’u Annan Planını onaylarken Kıbrıs Rum kesiminde ise halkın yüzde 75.83’ü planı reddetti.

29 Nisan: Avrupa Birliği Konseyi Kıbrıs Tüzüğü’nü onaylamıştır. Tüzükle, Kıbrıs’ta yapılan referandumun ardından sorunun çözüme ulaşmaması üzerine mevcut duruma ve özellikle malların dolaşımına ilişkin önlemler alındı.

1 Mayıs: Avrupa Birliği’nin 10 yeni üyeyi kapsayan (Polonya, Macaristan, Çekya, Slovakya, Slovenya, Litvanya, Letonya, Estonya, Malta, GKRY) Beşinci genişlemesi gerçekleşti.

7 Mayıs: Anayasa Reform Paketi TBMM’de kabul edildi.

10-13 Haziran: Avrupa Parlamentosu seçimleri gerçekleştirildi.

22 Haziran: Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi Türkiye üzerindeki denetim sürecini sona erdirdi.

1 Temmuz: Hollanda AB dönem başkanlığını üstlendi.

7 Temmuz: Avrupa Komisyonu Kıbrıslı Türklerin izolasyonunu sona erdirmek için kapsamlı öneriler açıkladı.

6 Ekim 2004: Avrupa Komisyonu, 2004 Türkiye İlerleme Raporu ve rapora bağlı tavsiye belgesini yayımladı. Söz konusu belgelerde Türkiye’nin siyasi kriterleri gerekli ölçüde karşıladığı belirtilerek, birliğe katılım müzakerelerinin başlatılması tavsiyesinde bulunuldu.

15 Aralık: Avrupa Parlamentosu, Hollandalı Hıristiyan demokrat parlamenter Camiel Eurlings’in hazırladığı, AB’nin Türkiye ile tam üyelik müzakerelerini başlamasını tavsiye eden raporunu 262’ye 402 oyla kabul etti.

17 Aralık: AB Zirvesinde Türkiye ile katılım müzakerelerinin 3 Ekim 2005 tarihinde açılacağı ilan edildi.

Ak_Zeynep 05-03-2008 07:19

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Türkiye mutlaka AB'ye girmeli

Müslüman dünyadaki fikirler savaşını ılımlıların kazanmasını istiyorsak, demokrasi ve İslam'ı bir arada yaşatan Türkiye'yi güçlendirmeliyiz

13/01/2004


Thomas L. Friedman (Arşivi)

İstanbul ziyaretimde, kıyısında Topkapı Sarayı'nın uzandığı Boğaz'da uzun bir yürüyüş yaptım. Medeniyetler çatışması ve bundan nasıl kaçınabileceğimiz üzerine kafa yormak söz konusu olduğunda, Avrupa ve Asya'nın göz kamaştırıcı şekilde birleştiği bu topraklardan daha uygun bir yer bulmak zor. Kendimizi kandırmayalım: tarihin önemli bir dönemecinde yaşıyoruz ve geleceğin nasıl şekilleneceği meçhul.
Açık olan şu ki, Usame bin Ladin amacına ulaştı: 11 Eylül, Yahudi-Hıristiyan Batı ile Müslüman Doğu arasında gerçek gerilimler doğurdu. Her iki taraftaki dindarlar, şimdi açık açık birbirlerinin inançlarını suçluyor.

Bu gerilimlerin gerçek bir medeniyetler çatışmasına yol açıp açmayacağını ise şu belirleyecek: Üç yerde, Türkiye, Irak ve İsrail-Filistin'de Batı ile İslam arasında köprüler mi kuracağız, yoksa hendekler mi kazacağız?
Dilerseniz Türkiye'den, yani Avrupa'daki yegane Müslüman serbest piyasa demokrasisinden başlayalım. 15 Kasım'da intihar bombacılarının saldırdığı iki sinagogdan birinin dışındaki sokak tekrar açılırken İstanbul'daydım.
Üç şey beni son derece etkiledi: Birincisi, Türkiye'deki baş hahamın törene, İstanbul'un en üst düzey Müslüman din adamıyla ve belediye başkanıyla el ele katılmasıydı; kalabalık onlar geçerken üzerlerine kırmızı karanfiller atıyordu. İkincisi, Türkiye'nin İslamcı bir partiden gelen lideri Erdoğan'ın, baş hahamı ziyaret etmesiydi -bu Türkiye tarihinde bir ilkti. Üçüncüsü ve en dikkat çekicisi ise, sinagoglara saldıran bombacılardan birinin babasının yaptığı açıklamaydı.
Acılı baba Şefik Elaltuntaş, Zaman gazetesine şunları söylüyordu: "Biz ülkesini, bayrağını ve Kuran'ı seven saygın bir aileyiz. Fakat bu çocuğun neden böyle bir şey yaptığını anlayamıyoruz... Bırakın Yahudi kardeşlerimizin baş hahamıyla bir araya gelelim. Bırakın onu kucaklayayım. Ellerini ve cüppesini öpeyim. Oğlum adına özür ve ölenler için başsağlığı dileyeyim... Onlarla barışmazsak lanetleneceğiz."
A
ynı gazete hükümet sözcüsü Cemil Çiçek'ten bir alıntı yapıyor: "İslam dünyası terörizme karşı, hiçbir 'fakat' veya 'rağmen'e başvurmaksızın, sert önlemler almalı."
Burada bir mesaj var: Meseleler bağlamı içinde ele alınıyor. Türk siyasetçiler, köktendincilerden yılmıyor, çünkü (Arap siyasetçilerin birçoğundan farklı olarak) demokratik şekilde seçilmiş olmaktan gelen bir meşruiyetleri var. Yanı sıra intihar bombacılarının aileleri, çocuklarının eylemlerini hiçbir şekilde kutsamıyor. Bu barbarlığı kınamaktan korkmuyorlar, çünkü bu tür olayların utanç sebebi ve Türkiye'nın
ılımlı İslam geleneğine yabancı sayıldığı özgür bir toplumda yaşıyorlar; dinsel çoksesliliği daima kucaklamış ve Türklerin çoğunun 'gerçek' İslam olarak gördüğü bir gelenek bu.

Bütün bunlardan dolayı, Müslüman dünyadaki fikirler savaşını ılımlıların kazanmasını istiyorsak eğer,
Türkiye'nin demokrasi, modernizm, hoşgörü ve İslam'ın bir arada yaşadığı bir model olarak güçlenmesine yardım etmeliyiz.
Bu modelin güçlenmesine, Türkiye'nin AB'ye üye olmasından daha fazla yardım edecek bir ikinci şey yok; AB buna dair temel kararını 2004 içinde verecek.

Türkiye kendisini AB üyeliğine hazırlayabilmek için bir dizi muazzam reforma imza attı. Eğer bütün bunlar yapıldıktan sonra AB kapısını Türkiye'ye kaparsa, Müslüman dünyanın dört bir köşesindeki aşırılıkçılar,
ılımlılara şunu söyleyecek: "İşte görün, biz size demiştik. AB bir Hıristiyan kulübüdür ve bizi asla almaz. Öyleyse niye onların kurallarına uyalım ki?"

Türkiye'nin AB üyeliği öylesine önemli ki, ABD Türkiye'nin kabul edilmesi uğruna AB'ye mali destek vermeyi bile düşünmeli. Eğer bu proje başarısızlığa uğrarsa, ne kadar çetrefilli olursa olsun, Türkiye'ye NAFTA üyeliği teklif etmeliyiz.
Ankara'da görüştüğüm Dışişleri Bakanı Abdullah Gül bana şunları söyledi:
"Eğer AB bazı mazeretler yaratır ve Türkiye'ye bütün bu reformların ardından 'hayır' derse, eminim ki AB de kaybedecek, dünya da. Türkiye kabul edilirse hem AB hem de dünya barışı kazançlı çıkacak. Bu Müslüman dünyaya verilmiş bir armağan olacak... Diğer Müslüman ülkeleri ziyaret ettiğimde (Suriye, İran, Suudi Arabistan), bizim yaptıklarımızdan gurur duyduklarını görüyorum. İlerleyişimizden (AB'ye katılmak için gerçekleştirdiğimiz siyasi ve ekonomik reformlardan) gurur duyuyorlar. Bunu bana söylüyorlar. 'Reform süreci nasıl gidiyor?' diye soruyorlar."
Evet, herkesin gözü AB'nin üzerinde. Türkiye'nin etrafına hendek kazıp dev (ve tarihi) bir hata mı yapacak, yoksa Türkiye ile arasında köprü mü kuracak?
(11 Ocak 2003)

Tutku ÇAKIR 05-03-2008 10:18

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Teşekkürler arkadaşım.

Engellemeye çalışan çok bizden. Ama kazanan Türkiye olacak gireceğiz AB'ye

Benide_Kapatın 05-03-2008 11:19

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Teşekkürler zeynep hanım çaışmanız çok güzel.,

AB mevcut şarlarda ülkemizin kültür ve refah seviyesinin yükselmesi için tek yol,

AB ye karşı olanlar alternatif bir proje getiremiyorlar, sadece girmeyelimde böleceklerde, bayrak gidecekte falan da filanda,AB ye giren hangi ülke Fransa mı? Almanya mı? bölünmüş, ki bu iki devlet daha 50-60 yıl önce düşman idiler.Ama şimdi BU MEDENİYET projesi etrafında güç birliği yapıp müthiş bir kültür ve zenginlik oluşturdular..

Ak_Zeynep 05-03-2008 12:26

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Meltem Kurtsan " Türkiye'de Kadının Konumu ve AB "

Çağdaş toplum anlayışı her bireyin kendi yaşamını ilgilendiren konularda karar verme hakkının kabulüne dayanır. Hayal edilen kadın veya erkek bütün vatandaşların insani potansiyellerini özgürce gerçekleştirebileceği bir toplumdur.

Dünyada bugün toplumsal fırsatlardan eşit yararlanamayan kesimlerin başında kadınlar geliyor. Kadınlar kendi yaşamları hakkında verilen kararlarda söz sahibi olabilmek için eşitlik istiyorlar ve eşitliği elde edebilmek için ise güçlenmek... Çağdaş toplumların "insanca yaşama" standardına kavuşabilmek için bireylere sunduğu temel güçlenme olanaklarını eğitim, ücretli çalışma ve siyasal kararlara katılım olarak tanımlayabiliriz.

Kadın hakları konusu sosyal eşitliği ve toplumsal uyumu hedefleyen Avrupa Birliği'nin önemli yapı taşlarından biridir. AB 70'li yıllardan bu yana kadın-erkek eşitliği alanında birçok kapsamlı düzenleme gerçekleştirmiş, gerek siyasi ve sosyal hayatta gerek çalışma hayatında eşitsizlikle mücadele etme yönünde büyük ilerlemeler kaydetmiştir.

Tüm önlemler AB vatandaşı kadınların daha eşit bir statüye kavuşmasını sağlamış olsa da AB eşitliğin her yönüyle ve tam anlamıyla sağlanması için sorunlu alanları tespit etmeyi ve çözüm mekanizmaları geliştirmeyi sürdürmektedir.

Türkiye'deki kadın hakları ise gerek mevzuat gerek uygulama açısından AB ile aynı seviyede değildir. Esasen Türk kadınının karşılaştığı eşitsizlikler mevzuat alanından çok uygulama alanında ortaya çıkmaktadır. Toplumun kadını ikinci planda tutan genel değer yargıları, ekonomik zorluklar ve bölgelerarası eşitsizlikler bunun en önemli nedenleri arasındadır.

AB'dekinin aksine Türkiye'de sorunların tespit edilmesine ve çözümlerine yönelik politikalar geliştirilmesine ilişkin bütünleştirilmiş bir yaklaşım da henüz bulunmamaktadır.

AB'de kadınların istihdam oranı 1997 itibari ile yaklaşık % 45 iken, 2001 yılında % 55'e ulaşmıştır. AB kadın istihdam oranını 2010 yılı itibari ile % 60'a çıkarmayı hedeflemektedir. Türkiye'deki istihdam piyasalarında kadınların durumu ise gerek AB üyelerinden gerekse aday ülkelerden oldukça geridedir. 2001 yılı itibari ile kadın istihdam oranı ancak % 28'lere ulaşabilmiştir. Üstelik bu oranın % 70'i ücretsiz aile işçisi olarak sosyal güvenlikten yoksun çalışmaktadır.

Türkiye'de bu düşük oranlara rağmen halen kadın istihdamını arttırıcı önlemler alınmamakta, bu da ülkenin insan kaynaklarını etkili kullanmasını engellemektedir.

Avrupa Birliği'ndeki 18 milyon KOBİ'nin % 20-30'u kadın girişimciler tarafından kurulmuştur. Kadın girişimcilerin oranının erkek girişimcilerden daha düşük olmasının en önemli nedenleri, sermaye yetersizliği, mali kaynakların dağıtımında yapılan cinsel ayrımcılık ve teknoloji destek mekanizmaları konusundaki bilicin düşüklüğüdür.

Türkiye'de ise kadın girişimcilerin oranı son yıllarda artmakla birlikte tüm girişimcilerin % 8.4'ünü oluşturmaktadır. Bu durumun en önemli sebepleri piyasa araştırması, ürün ve kalite geliştirme, pazarlama teknikleri gibi konularda bilgi eksikliği, teknoloji kullanımındaki yüksek maliyetler, ataerkil değerler, yetersiz krediler ile mevcut kredilere ulaşmakta yaşanan zorluklardır.

Meltem KURTSAN
KAGİDER Yönetim Kurulu Başkanı
www.kagider.org

Ak_Zeynep 05-03-2008 12:35

AVRUPA BİRLİĞİ
 
AB, Türkiye'ye muhtaç, Fransa bunu dikkate almalı!
Fransa Milli Meclisi, bir kez daha, bir görüşme içinde yolunu şaşırdı ve sonuçları düşünmeden bir oylama yaptı. 12 Ekim 2006'da, Fransa'yı son aylarda birkaç tartışma yaratan lois mémorielles [toplumsal hafızaya ilişkin kanunlar]'dan, özellikle aralarından sömürgeciliğin "pozitif rolü" ile ilgili olanından, hiçbir ders almayan 106 Fransız milletvekili, XX. yüzyılın başında Doğu Anadolu'da gelişen trajik olayların soykırımsal niteliğini yok sayan her türlü ifadeyi müeyyideye bağlayarak, yanlış adımlarına yeni bir adım daha ekledi.


Bugün bizim konumuz, bu vahim siyasi hataya karşı mücadele etmek için ortaya konulan sayısız argümanı tekrar değerlendirmek yerine, daha çok böyle bir oyunun sonuçlarının neler olacağıdır.
İlk sonuç, şüphesiz, Paris'le Ankara arasındaki ilişkilerin bozulmasıdır. Bu sonuç, yıllardır iki ülke arasında köprülerin kurulmasına çalışan; Türkiye'nin ve Türk toplumunun etkileyici gelişimini daha iyi tanıtabilmek için harekete geçen; Türkiye'nin Avrupa Birliği içinde tam üye olarak yer alabilmesinin kavgasını verenler için korkunç bir durumdur, [onlara] gerçek bir çaba israfı duygusu vermektedir.
Gerçek bir cumhuriyetçi olarak, iyi örgütlenmiş bir baskı grubunun parlamento kararları üzerinde bu şekilde baskı kurabildiğini saptamaktan dolayı ayrıca üzüntü duyuyorum. Hiç kimse yanılgıya düşmesin, burada söz konusu olan, hem [cumhuriyetçi] ilkelerimize hem de ulusal çıkarlarımıza tümüyle aykırı olan, Fransa'nın dış siyasetinin bir nevi cemaatçileştirilmesinin ifadesidir.
Fransa Cumhuriyeti ancak uluslararası hukuka uygun hareket ederse ve -tıpkı 2003'te Irak'a karşı Amerikan-İngiliz saldırganlığı sırasında uluslararası çevrelerde gösterdiği gibi- tek taraflılığı reddeder; ya da uluslar ve devletleri uzlaştırmaya çabalarsa; ya da en hafif ifadeyle kriz içinde olduğunu söyleyebileceğimiz Avrupa projesinde yerini tam olarak alabilmek için tüm imkânlarını kullanırsa görevini yerine getirmiş olacaktır. Fransa, ancak böyle yaptığı anlarda, kendisine ait olan sorumlulukların mevkiinde davranmış olmaktadır.
Durumu tüm ayrıntılarıyla açıklamayan bu üç nedenden dolayı 106 milletvekili bu yola sırtını döndüler: Kararlarıyla Türklerle Ermeniler arasında toplumsal hafızaları uzlaştırma çabası için uğraş verenlerin kavgasını güçleştirdiler; Ermeni sorununun Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girme hedefini engellemeye çalışanlarca araçsallaştırılmasına katkıda bulundular; ve simetrik bir etkiyle Türkiye'de Avrupa Birliği'ne girme hedefine karşı olan çevreleri de güçlendirdiler. Bu müracaatta ve oylamada yapılan her şey, gerici milliyetçilikleri ve korkuya dayanan milli egemencilikleri cesaretlendirmeye katkıda bulunarak, hatalı olmuştur!
Bu nedenle parlamenterlerin, hiçbir zaman terk etmemiş olmaları gereken, siyasal aklın alanına geri dönmeleri ve bu tartışmaları yatıştırmayı hedefleyen girişimleri başlatmaları gerekiyor.
Böylece Fransa, sürecin yavaşlatılmasını denemeye dört elle sarılmayı bırakıp, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliğine eşlik etmekteki yerini tekrar almalıdır. Titiz olmak, engelleri artırmak demek değildir, hatta bunun tam tersidir. Paris en kısa zamanda Yukarı Karabağ sorununu uluslararası hukuk kurallarına saygı çerçevesinde çözmeyi hedefleyen Minsk Grubu'nu yeniden harekete geçirmelidir. Son olarak Fransa, Türkiye'ye, yeniden şiddetlenen ve komşusu Irak'taki durumun kötüleşmesiyle yayılma tehlikesi gösteren, maruz kaldığı terörist saldırılara karşı etkin bir biçimde mücadele edebilmesi için yardıma koşmalıdır.
Şüphesiz bu tür girişimler bir sihirli değnek dokunuşu gibi, birikmiş olan sorunları hemen çözmeyecektir, ancak iki ülke arasındaki ilişkilerin bozulmasını durdurmak için elzem olan bir tepkiye işaret edecektir.
Fransa'da seçimlere yönelik ve cemaatçi girişimlere karşı mücadele etmek her zamankinden daha ivedi, Türkiye'nin Avrupa Birliği'yle bütünleşmesinin, her iki ülke için güçlendirici bir etken olduğunun ve bunun hedef olarak kalması gereğinin anlatılması da her zamankinden daha gereklidir. Önümüzde bulunan, özellikle bazı adayların, aday oldukları makamlara layık olmadıklarını göstererek, bir kez daha Türk dosyasını hayali bir korku nesnesi olarak araçsallaştırmaktan kaçınmayacakları bu seçim döneminde ortaya çıkabilecek sıkıntıları da küçümsemeyelim. Birçok nedenden ötürü Avrupa Birliği Türkiye'ye muhtaçtır, bu nedenle Fransa, düşmanca işaretler yollayacağına, her zamankinden daha fazla, ortağımız, müttefikimiz ve özellikle dostumuz olarak kalması gereken [Türkiye] ile ilişkisini yeniden ele almalı ve bu konuda ilerlemek için çaba göstermelidir. (*) Bu yazıyı Zaman için kaleme alan Fransızların dünyaca ünlü tarihçisi ve siyaset bilimcisi Didier Bilion, Fransa Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Enstitüsü Başkan Yardımcısı olarak görev yapmaktadır.

DIDIER BILLION
21/10/2006

Ak_Zeynep 05-03-2008 12:35

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Alıntı:

yalçın Nickli Üyeden Alıntı

Sevgili Meltem hanım , sanırım kadına dair her şey için AB girme taraftarı ,Halbuki sistem ve topluma dönük bir çok eksikliğin giderilmesi için bir yoğunluğu teşkil eden paket olarak görmek gerekir :D Meselenin ve sorunların kendi üstüne düşenler ile yol alınması yolu kısaltan nüanslardır . Her kurum ve birey kendi lehinden faydalı gördüğü gelişmeleri lanse etmesi toplum bilinçi için hayati öneme haiz paylaşım için teşekkürler +1

Rica Ederim.Youmlarınız için teşekkürler :)

Sukut-u Hayal 05-03-2008 12:38

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Avrupa Birligine hic girilmeyecek..


Ak_Zeynep 05-03-2008 12:38

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Haluk Koç: CHP yenileşirse AB süreci ivme kazanır
Avrupa Birliği: AB üyeliği Mustafa Kemal Atatürk'ün çağdaşlaşma hedefinin bir parçası sayılmalı ve mutlaka gerçekleştirilmelidir. AB üyelik süreci durma noktasına gelmiştir. Bunun nedeni, AKP ile AB arasında var olan doku uyuşmazlığıdır. Dinci eğilimlerin kamu yaşamına egemen olma iddiasının geçerli olduğu bir Türkiye'nin AB'ye tam üye olma olasılığı çok zayıftır. CHP'nin yenileşerek güçlendiği ölçüde AB üyeliği de güçlü bir ivme kazanacaktır.



Umut Oran: AB laikliğe güvence
Avrupa Birliği: AB önemli bir barış ve işbirliği projesi. Atatürk'ün koymuş olduğu vizyona da uyuyor. AB ile tam üyelik konusunda kesin bir tarih belirlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bizim toplumsal refahımız için, insani adalet, güvenlik ve demokrasinin daha içselleşmesi ve sosyal güvenliğin eşit ve adaletli çalışabilmesi için, AB'deki sosyal politikaları bu amaç uğruna önemli bir araç olarak görüyorum. AB'yi özellikle AKP hükümetinin başında olduğu bir iktidarda laiklik açısından da güvence olarak görüyorum.

Tolga Yarman: Batı gölge etmesin
Avrupa Birliği: Emperyalizm devlet olarak örgütlenmiş bir haydutluktur. Bugün Washinton'da bir çete vardır. AB, Washington'daki çeteye alternatif emperyalist bir yapıdadır. Benim Batılılar karşı tavrım şudur: Gölge etmeyin, başka ihsan istemez.

Ayhan Yalçınkaya: Artık üyelik hayal
Avrupa Birliği: AB kuruluş felsefesi bakımından demokrasi, insan hakları, dünya vatandaşlığı gibi insanlık değerlerini içinde barındıran bir yaklaşımdır. Bu önemli özelliklerine karşın AB Türkiyeyi üye yapmayacağını alenen ilan etmiştir. Ucu açık müzakereler, 15 yıllık öngörüler AB üyeliğinin artık bir hayal olduğunu göstermektedir.

Ak_Zeynep 05-03-2008 12:39

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Alıntı:

Turkiye icin Akparti Nickli Üyeden Alıntı
Avrupa Birligine hic girilmeyecek..



Neden?

Ak_Zeynep 05-03-2008 12:45

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Hurşit GÜNEŞ Gösterge
CHP, AB'ye karşı mı?

Başbakan Erdoğan TÜSİAD'da çıktığı müsamerede CHP'ye iki noktadan yüklenmiş. Bu yüklenmenin birinde kendini rahatlatmaya çalışmış, diğerinde de işadamlarını. Kendini rahatlatmak için cumhurbaşkanlığı seçimlerini Baykal'ın çıkmaza soktuğunu iddia etmiş. "Madem Meclis'e seçtirmiyorlar, bari halkın seçmesine izin versinler" demiş. Cumhurbaşkanı'nın da ipe un serdiğini, Anayasa değişikliklerini bir türlü onaylamadığını söylemiş.
Elimizi vicdanımıza koyalım. Erdoğan aylar önce "Gerginliğe gerek yok. Ben aday değilim. Cumhurbaşkanı adayını elbette muhalefetle uzlaşarak belirleyeceğiz" deseydi, buraya gelinir miydi? Üstelik Baykal "aday AKP'den olabilir" demişken... Bize kalırsa Erdoğan Çankaya'ya çıkamamanın sancısını çekiyor. Seçim kampanyasında bol bol içini dökeceği anlaşılıyor.

İşadamlarının yanılgısı
Gelelim işadamlarını tatmin için söylediklerine. Erdoğan CHP'nin AB trenine taş koyduğunu, daha doğrusu CHP'nin AB'ye karşı olduğunu söylemiş. Eh işadamları da çok AB yanlısı ya! Böylelikle CHP'nin üzerini çiziverecekler. Üstelik birçok işadamı CHP'nin AB'ye karşı olduğuna inanıyor. Bunu da özellikle neo-liberal aydınlar pompalıyor. Oysa (CHP içinde oldukça karamsar olanlar olsa da) bu genel olarak doğru değil... Açıklayalım.
Birincisi, son dört yılda Türkiye'nin AB yolunda olumlu mesafe aldığı savunulamaz. Çünkü 2002 yılında AB tarafında durum daha sıcaktı. O tarihten bu yana iktidarda AKP olduğuna göre AKP'nin AB karnesinin geçer olduğu savunmak çok güç. Avrupa'daki fikir değişikliğini sadece seyrettiler.
Avrupa'da Türkiye karşıtlığı giderek yükseliyor. Eskiden bu karşıtlık toplum içindeydi, şimdi hükümet düzeyine de yansıdı. Oysa yerli neo-liberaller hep AB'nin Türkiye'nin tam üyeliğini istediğini, ama Türkiye'de buna karşı çıkanlar olduğunu iddia ediyor. Üstelik AB cenahından ne zaman akla mantığa sığmayan talep gelse bunları savunmak için didiniyorlar.
Filmi baştan saralım. Ankara Anlaşması'nı kim imzaladı? İsmet İnönü. Gümrük Birliği'nin imzalanması sürecinde kimler Dışişleri'ni üstlendi? Karayalçın ve Baykal. Daha sonraki uyum sürecinde CHP'nin Meclis'te çomak soktuğu hangi AB reformu var? Hiç yok. Avrupa (özellikle Almanya ve Fransa) ABD'nin Irak'a müdahalesine karşı çıkarken, AKP ne yaptı? 1 Mart tezkeresini hazırladı. Kim direndi? CHP.

Sosyokültürel modernleşme
CHP'nin AB karşıtı olduğunu savunmak bayağı bir gaflet. Elimizi yine vicdanımıza koyalım: Bugün AB kapılarını aşındırabiliyorsak bu CHP'nin öncülük yaptığı sosyokültürel modernleşmeden kaynaklanıyor.
Şimdi dönelim Avrupa'da Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkanlara... İtalya'da Prodi, İngiltere'de Blair ve İspanya'da Zapatero Türkiye'nin tam üyeliğinden yana. Ve hepsi sosyalist.. Oysa AB'nin iki kurucu ülke lideri Merkel ve Sarkozy karşı.
Bunların da her ikisi tutucu. Yani eğer tutunacak bir dalımız varsa, o da Avrupa solu. Peki onlarla kim ilişki kuracak? Tabii ki Türkiye'deki sosyal demokratlar. O zaman işadamlarının bu denli yanlış bir tavrı neden aldığını anlamak güçleşiyor.
Nihayet son söz: Segolene ile Sarkozy arasında tartışma çıktığında Segolene Türkiye'nin laik bir ülke olduğuna ve cumhuriyet mitinglerine işaret ederek göz ardı edilemeyeceğini savundu. Sarkozy ise "Hayır, onlar ayrı bir kültürden geliyorlar" dedi. Şimdi tekrar düşünelim: Acaba tam üyelik için AKP mi daha yararlı, CHP mi?

Ak_Zeynep 05-03-2008 12:48

AVRUPA BİRLİĞİ
 
CHP Nihayet AB'ye Karşı Olduğunu Açıkladı


Yazar Emin Alper


Geçtiğimiz ayın son haftasına girerken CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, bir dizi önemli açıklama yaptı. AB reformlarının ülkeyi çürüttüğünü iddia eden Baykal bundan böyle partisinin AB reformlarına destek vermeyeceğini ve açık bir biçimde bu reformlara karşı mücadele yürüteceğini ilan etti.



CHP’nin son dönemde takındığı tutum itibariyle pek çok insan tarafından “malumun ilamı” olarak kabul edilen bu açıklama pek heyecan yaratmasa da belli açılardan üzerinde durulması gereken bir dönüm noktası niteliğinde. Öncelikle uzun zamandır konuşulan, AB reformlarının Türkiye siyasetinin belirleyici karşıtlık noktasını oluşturduğu tespiti artık aleniyet ve inkar edilemez bir gerçeklik kazanmış oluyor. Artık bir yanda reformları destekleyen AKP ve onlara karşı olan ana muhalefet partisi CHP var. İkincisi ve daha önemlisi CHP’nin artık alenen reformlara karşı olduğunu söyleyecek özgüveni bulması sözkonusu reformlara karşı olmanın kazandığı meşruiyeti göstermesi açısından dikkate değer. Bilindiği gibi daha önce bütün partileri ortaklaştıran “AB’yi biz de istiyoruz ama” çizgisi ya da “AB’ye onurumuzla girelim” sloganı ilk kez anamuhalefet partisi tarafından açıkça “istemiyoruz”a dönüştürülmüş durumda. Dört sene önce MHP’nin bile ilan etmeye cesaret edemediği bu siyasal pozisyon, muassır medeniyetlerle kaynaşma arzusunun açık reddi, “AB’ye evet” fikriyatının nasıl ciddi bir hegemonya yitimine maruz kaldığının açık bir göstergesi.



Bir başka önemli nokta ise Baykal’ın takip eden günlerde cephe aldığı azınlık vakıfları ile ilgili tasarılara karşı kullandığı, Türkiye’de reaksiyoner-faşizan çevrelerde duymaya alıştığımız azınlık karşıtı, anti-Hıristiyan ve anti-Batıcı teyakkuz üslubuydu. CHP sıralarında uzun süredir Fener Patrikhanesi’nin toprak satın alarak Vatikan benzeri bir devlet kurmak istediği senaryoları konuşuluyordu zaten. Bu tablo siyasetin gövdesinde bir başka kaymanın da göstergesi. Azınlık, misyonerlik ve Hıristiyanlık karşıtlığı (tek parti CHP’sinin muhafazakar kanadını saymazsak) bu ülkede faşist sağın ve radikal İslamcılığın ideolojik cephanesinde yer alagelmişti. Bugün bu sağ gelenekten gelen bir parti Türkiye’nin en Batıcı partisi konumuna yükselmişken, geçmişte radikal Batıcılığın kalesi sayılan CHP, bünyesinde önemli bir bileşen olarak barındırdığı Üçüncü Dünyacı bir Batı aleyhtarlığını milliyetçi-muhafazakar bir Batı karşıtlığıyla harmanlamaya başlamış durumda. Peki bu noktaya nasıl gelindi? Halkın %70’inin destek verdiği AB projesi nasıl bu denli hegemonya yitimine uğradı ve 2002 seçimlerinde AB sözü veren ve ülkenin en Batıcı kesiminin temsilcisi olan CHP milliyetçi-muhafazakar bir dili sahiplenecek kadar anti-AB’ci bir noktaya nasıl sürüklendi?




Ak_Zeynep 05-03-2008 12:49

AVRUPA BİRLİĞİ
 
AKP MİLLİYETÇİLEŞTİ Mİ?



Kuşkusuz AB’ci hegemonyanın yitiminde AKP’nin müzakereler başladığından bu yana takındığı tutucu, reformlar karşısındaki isteksiz tavrının payı çok yüksek. Reformları tamamlar tamamlamaz iç siyasal desteğini konsolide etmek amacıyla milliyetçiliğe cevaz veren AKP bu tavrıyla AB karşıtı milliyetçi cephenin elini bir hayli güçlendirmiş oldu. AKP’nin böyle bir tavır değişikliğine gitmesinin en önemli sebebiyse başta tahmin ettiği gibi AB reformlarının içeride kendisine olan siyasal desteği arttıracağından ciddi bir şüpheye kapılmış olmasıydı.

AKP’nin iktidara gelirken temsil ettiği en özgün proje cumhuriyetin resmî kurumları ve ideolojisiyle ılımlı İslamı uzlaştıracak bir çerçeve oluşturmak ve cumhuriyet ideolojisinin tanımladığı siyasal normları siyasal İslamın kimi simgelerini de içerecek şekilde genişletmekti. Bu ideolojik bir zaferin yanında kendi destekçilerini oluşturan İslamcı-muhafazakar seçkinlerine (örneğin yüksek tahsilli türbanlı kadınlara ya da Merkez Bankası başkanlığına atama sürecinde görüldüğü gibi buram buram Anadolu muhafazakarlığı kokan kendi seçkinlerine) kamusal görünürlük kazandırmak ve onlara cumhuriyetin kurumları içinde yer açmak anlamına gelecekti. İktidarın en güçlü adayı olduğu anlaşıldığından beri kendisinden duyulan rahatsızlığın açıkça beyan edilmesi AKP’nin kendini müesses nizamın bir partisi olarak kabul ettirebilmesinin ne kadar zor olduğunu gösteriyordu. Bu açıdan AB reformları AKP’nin kendini ispatlaması için bulunmaz bir fırsattı. Türkiye’nin muasır medeniyetler seviyesine ulaşma arzusunun nihai hedefi olarak kabul edilen AB’ye entegrasyon projesinin yürütücülüğünü yapmak AKP’ye ciddi bir prestij getirecek ve onu kurulu düzenin doğal bir parçası haline dönüştürecekti. Üstelik AB reformlarıyla birlikte gelecek olan siyasal demokratikleşme süreci AKP’nin temsil ettiği uzlaşma hedefini gerçekleştireceği bir esnekleştirmeyi de kendiliğinden getirecekti. Ordunun siyasal konumunun zayıflatılması, YÖK gibi vesayetçi kurumların demokratikleştirilmesi ılımlı siyasal İslamın elitlerine ve simgelerine Türkiye siyasetinde yer açacaktı. AKP’nin AB reformlarını bu denli istekli bir biçimde sarılmasının ardında yatan temel sebepler bunlardı.



Ancak AKP’nin beklediği olmadı. AB reformlarının ilk ayağı verilebilecek en az siyasal “tavizle” gerçekleştirildiği ve AB içindeki güçlü direnişe rağmen müzakere tarihi başarıyla alındığı halde ordu, sivil bürokrasi ve müesses nizamın partileri AKP’yi rejimin meşru bir partisi olarak aralarına almakta büyük direnç gösterdi. AKP’nin siyasal yaşamdaki yerinin normalleştirilmesi şöyle dursun, dahiyane komplo teorileri eşliğinde bu partinin dış güçlerin bir uzantısı olduğu fikriyatı gitgide daha fazla dillendirildi. Bu sert tavır karşısında AKP, AB reformlarının yarattığı milliyetçi tepkiden de ürkerek en azından seçimlere kadar reformlar konusunda ayak sürümeyi ve süreci rölantiye almayı tercih etti. Kuşkusuz kendi siyasal tabanının da Milli Görüş çizgisinden gelen milliyetçi refleksleri nedeniyle partisine olan siyasal desteği eriteceğinden korkuyordu. Oysa aynı süreçte, TESEV’in çarpıcı anketinin ortaya koyduğu gibi AKP destekçileri arasında “AB’ye evet” diyenlerin oranı 2002’den 2006’ya gelindiğinde %52’den %72’ye çıkıyordu. Ancak yine de AKP, PKK’nın da tekrar silaha sarılması gibi olumsuz gelişmelerin de etkisiyle AB reformlarını askıya almaya ve “rejim”in istediği refleksleri göstermeye özen gösterdi. Ve böylelikle güç dengesinin milliyetçi cephenin eline geçmesine izin verdi.




Ak_Zeynep 05-03-2008 12:49

AVRUPA BİRLİĞİ
 

YA CHP



Yargıdan Orduya dek cumhuriyetin sarsılmaz kurumlarının AKP’nin normalleştirilmesine cevaz vermemesinin ve AB reformlarına direnişinin nedenleri çok konuşuldu. Kemikleşmiş cumhuriyet ideolojisinin herhangi bir İslami simgeye tahammül gösteremeyecek ve her türlü uzlaşmayı bir “zaafiyet” sayacak katılığından sıklıkla dem vuruldu. Cumhuriyet seçkinlerinin AB reformlarına gösterdiği ideolojik tepkinin yanında bu karşı çıkışlarının gayet maddi sebepleri de vardı. Başta Ordu olmak üzere Cumhuriyet’in sağlam kalelerini elinde tutan seçkinler sözkonusu reformlarla ciddi bir siyasal güç kaybına uğrayacaktı. Dolayısıyla onların itirazında garip olan bir şey yoktu.



Bu noktada asıl anlaşılması güç olan, kendi tabanında AB destekçiliğinin en yüksek olduğu (yine TESEV araştırmasına göre 2002’de %83, 2003’te %86) CHP gibi bir partinin hem kamuoyundaki yüksek AB taraftarlığına hem de kendi tabanındaki olumlu bakışa rağmen dört senelik süreçte kendi siyasal çizgisini gitgide yukarıda sözü edilen bir avuç katı Kemalist elitin AB karşıtı siyasal çizgisiyle özdeşleştirmesi, hatta bu çizgiyi daha da radikalleştirmesi ve bu çizgiyi popülerleştirmek için elinden geleni yapmasıydı. Çocukları için güvenli bir gelecek, sağlam bir eğitim, kendileri için temiz sokaklar, saygılı insanlar isteyen ve bunların AB’ye üyelikle geleceğine inananların en fazla temsil edildiği parti dört yılın sonunda açıkça AB reformlarına cephe alıyordu. Ve dört yılın sonunda CHP’yi destekleyenler arasında AB’ye evet diyenlerin oranı % 60’a düşüyordu.



Hem AKP’nin hem de CHP’nin siyasal çizgisini parti tabanında yaşanan siyasal değişimlerin yansıması olarak okumak safdil bir sosyolojizm olur. Değişimin asıl belirleyici gücü tam ters yöndeydi. Yani bu süreçte parti örgütlerinin aldığı tavırlar tabandaki değişimin yönünü belirledi. Bir başka deyişle parti önderliğinin bilinçli ya da bilinçsiz uyguladıkları siyasal eğitim kendi destekleyicilerinin görüşlerindeki kaymanın ana müsebbibiydi. AKP tabanı gitgide Batı karşıtı reflekslerini bir yana bırakmanın makûllüğüne ikna olurken CHP tabanı gitgide daha fazla “Kıbrıs’ı satıyorlar”, “tersanelerimiz işgal edildi” sloganlarının etkisi altına girdi. Peki CHP gerçekten tabanındaki eğilimlerin tam tersi bir rota mı izledi?



Bu soru aslında çok soruldu. Pek çok solcu ve liberalin gönlündeki CHP, gerçekleşmesi bir hayli zor gözükse bile, AB reformlarını AKP’den daha fazla sahiplenen ve muhalefetini demokratikleşmeyi daha ısrarlı bir biçimde savunmak üzerine inşa etmiş, Avrupa sosyal demokrat partileri çizgisinde bir CHP’ydi. Nitekim partinin içinde bu çizgiyi savunan bir kanat vardı. Livaneli-Derviş çizgisi diyebileceğimiz bu ekibin partide pek bir şansı olamadı. Kuşkusuz Baykal otokrasisinin bu tip muhalif çizgileri ezmedeki rolü büyüktü; ancak partide tümüyle demokratik seçimler olsa bile CHP’nin siyaset esnafının bu çizgiyi iktidara taşıyacağı oldukça su götürürdü. Kuşkusuz pek çok insan Baykal’dan rahatsızdı ve muhalefetini açıkça dile getiriyordu. Ancak tabandan gelen muhalefetin çok daha önemli bir kısmı “ülke elden gidiyor, bunlar bir şey yapmıyor” türünden daha Kemalist çıkışları yansıtıyordu. Pek çok yazara göre CHP her zaman devlet partisi olagelmişti ve ondan herhangi bir reformcu karakter üstlenmesini beklemek hayaldi. Ancak bu yaklaşım tarih-dışı bir CHP algısı üzerine inşa edilmekteydi. CHP 1970’lerde devlet partisi olmaktan uzaklaşmış ve bu özelliğini 1990’ların sonuna kadar korumuştu. CHP’nin daha milliyetçi ve popülist gövdesini kendine çeken DSP bu dönüşümü çok daha erken yaşarken, daha Batıcı ve demokrat üyeleri barındıran SHP-CHP çizgisinin devletlulaşma süreci 28 Şubat ertesinde, ama asıl olarak AKP iktidarı ve AB sürecinde gerçekleşti. Dolayısıyla şu soru sorulabilir: CHP her ne kadar devlet partisi olma geleneğinin izlerini taşısa da tabanında varolan bu yüksek AB destekçiliğinin de etkisiyle farklı bir rota tutturabilir miydi? Ya da en azından bu denli pervasız bir Batı karşıtlığına savrulmak zorunda mıydı?



CHP tarihi boyunca Kemalizme içkin olan Batıcılık-milliyetçilik, modernleşmecilik-demokratlık, laiklik-demokratlık türü gerilimleri derinden yaşadı. Bu gerilimi en sade biçimde yansıtan yaklaşım Türkiye’nin hızlı bir Batılılaşma iradesi gösterdiğini ancak bu Batılılaşma sürecinin Türkiye’ye özgü tarihsel ve yapısal nedenlerle Batı’nın yaşadığı ve “biz”den beklediği biçimde olamayacağı üzerine kurulmuştu. Örneğin Türkiye tabii ki laikti ve laik kalacaktı ancak bu laikliğin teminatı ordu idi ve şımarıkça isteklerle cici demokrasicilik oynamak Türkiye laikliğinin dibine dinamit koymakla eş anlamlıydı. Böylelikle en kapsayıcı ifadesi Batıcılık-milliyetçilik olan bu gerilimden, Batıcılık-laiklik türü ucube pek çok küçük gerilim türedi ve son dönemde CHP zihniyetine içkin olan bu gerilim ciddi bir yarılmayla sonuçlandı.



Ancak bu yarılma ne kaçınılmazdı ne de genetik olarak belirlenmişti. Başka koşullarda bu gerilimlerin üzerini örtecek ya da bunları yumuşatacak bir siyasal formül bulunabilirdi. Örneğin AKP, geleneğinden getirdiği bütün anti-Batıcı özelliklere ve taşıdığı benzer gerilimlere karşın yukarıda özetlediğimiz gibi kendi İslamcı çizgisiyle AB reformculuğunu uzlaştıracak bir projeyi özellikle iktidarının ilk iki yılında başarıyla geliştirdi ve uyguladı. CHP ise Batıcılık-milliyetçilik geriliminde yaşadığı yarılma sonucu tercih ettiği milliyetçiliği haklı çıkarmak için fütursuz bir komploculuğa girişerek, bir zamanlar kendisine karşı kullanılan 1970’lerin Tercüman gazetesinin reaksiyoner-komplocu-teyakkuzcu dilini sahiplendi.



İyimser çevrelerin CHP’den beklediği daha az laikçi, daha demokrat ve AB’ci bir çizgiyi savunma talebi AKP iktidar olduğu anda buharlaşan bir hayal olarak kaldı. Çünkü muhalefetteyken AB reformlarını daha fazla talep etmek, daha fazla demokratikleşme istemek AKP’nin projesini yani demokratikleşerek siyasal İslama yer açma projesini dolaylı ya da dolaysız olarak kabul etmek anlamına gelecekti. Oysa belirleyici karakteri katı bir laiklik ve şeriat korkusu olan, ulusal kalkınmacılığın iflasıyla birlikte alt sınıflarla olan temasını tümüyle yitirip, seçkinci bir hayat tarzı savunuculuğuna girişen ve siyasal İslamın ’90’lardaki yükselişiyle ciddi bir panik havası yaşayan CHP’nin eğitimli orta sınıfları için böylesi bir kabul mümkün görünmüyordu. Siyasal İslamın rejimi tehdit ettiğine inanıldığı sürece aynı anda hem demokratikleşmeyi hem de YÖK’teki Kemalist vesayeti, hem siyasal reformları hem de 12 Eylül Anayasası’ndaki rejimi koruduğuna inanılan maddeleri savunmak imkansızdı. CHP ancak Kürt milliyetçiliğinin ve ılımlı da olsa İslamcılığın marjinalleştiğine inandığı anda Batıcılık rolünü oynayabilirdi. AB reformlarını önce İslamcı emellerle ardından emperyalist yayılmacılıkla bir tutan teyakkuzcu ruh hali aslında bir güçsüzlük ve güce tapma hissiyatının garip bir birleşimiydi.



Neo-conların bugünlerde en fazla referans verdiği tarihsel olayların başında Neville Chamberlain’in Nazilere karşı uyguladığı yatıştırma (appeasement) politikası geliyor. Hitler ile Saddam (bugünlerde Ahmedinecad) arasında paralellik kuran neo-conlar benzer bir yatıştırma politikasının fanatiklere kendi güçlerini abartma fırsatı vererek felaketlere kapı açacağını iddia ediyorlar. Benzer bir hissiyatın Kemalist seçkinlerin ve orta sınıfların dünya görüşünü şekillendirdiği kolaylıkla iddia edilebilir. Her türlü uzlaşma adımının karşı taraf açısından bir “zaafiyet” olarak anlaşılacağı ve onlara hain emellerini gerçekleştirmek için cesaret vereceğine duyulan inanç cumhuriyetçi tavizsizliğin ana eksenini oluşturmaktaydı. Bu durum aslında Orduda cisimleşen muazzam bir güç arzusuyla toplumsal olarak hissedilen bir güçsüzlük ve etkisizlik hissinin tuhaf birleşimiydi. Toplumsal hegemonyanın eksikliğinden kaynaklanan bilinçaltı korku, cumhuriyetin kurumlarında gerçekleşecek herhangi bir esnekleşmeyi gerici kalabalıkların istilasına davetiye çıkarmakla bir tutuyordu. Böylesi bir sonuçtan kaçınmanın tek yolu tavizsiz bir biçimde tepede biriken güce sarılmaktı.



Aslında bu durumun Türkiye’ye özgü bir tarafı da yoktu. Tarihte hakim sınıfların ve seçkinlerin ilk bakışta kendi lehlerine olmayan reformları destekledikleri durumlar, genellikle bu kesimlerin ciddi bir özgüven içinde bulundukları, ancak tarihsel sürecin zamanla kendi güçlerinin altını oyacağını fark ettikleri anda ısrarla eski konumlarını sürdürmek yerine denetimli bir reform yoluyla kendi iktidarlarını pekiştirmeye karar verdikleri durumlar olduğu söylenebilir. Değişime akıldışı direnç ve katı tavizsizlik politikaları ise genellikle bir paranoya ve büyüklenme hallerinin tekinsiz bileşiminin ifadesidir. İngiltere’nin 19. yüzyılda aristokrasi önderliğinde yaşadığı değişim birinci durumun en güzel örneğidir. Tarihte burjuvazinin zaferi olarak bilinen 1846 tarihli Tahıl Yasası tümüyle toprak sahiplerinin hakim olduğu bir meclisten geçmişti. Toprak sahipleri burjuvazinin yükselen gücünün ve özellikle ülke için hayati önemde gördükleri sanayinin istihdam yaratma kapasitesini fark ederek, kendi kısmi çıkarlarından vazgeçmek yoluyla, kendilerini doğal hakim sınıf olarak kodlamak yerine hakimiyetlerinin meşruiyet kaynağını ülke çıkarlarını korumalarından türetmeye çalışmışlardı. Benzer bir biçimde, cumhuriyet elitlerinin kendi yaşam tarzlarını ve kimliklerini sert karşıtlıklar yaratarak korumak yerine AB reformlarıyla uyumlu bir çerçevede bir genel çıkar tanımlamaları ve bu tanım içinde Kürtlere ve İslamcılara kısmi bir yer açmaları mantık dahilindeydi. Üstelik CHP, siyasal geleneğinde benzer bir uzlaşmacı ve hegemonik tarzın mirasını taşıyordu. Ecevit’in Demokratik Sol’u tam da yukarıda anlatılana benzer bir değişim çabasının sonucuydu. 1960’ların sonuna doğru CHP siyasetteki eski hakim pozisyonunu askerin yardımı olmadan koruyamayacağını anlayarak kendi kimliğinden ciddi tavizler vermeyi, Güven Partisi’nde biriken muhafazakarların korkularının aksine ülkeyi sola açarak ve daha az laikçi bir politika izleyerek CHP çizgisini hegemonikleştirmeyi denemişti. Ama o dönemde Kemalist orta sınıflarla geniş yığınları birleştiren bir ulusal kalkınmacı söylem bu projeyi mümkün kılmıştı. Bugün ise benzer bir sol söylemin yaşadığı kriz Kemalist orta sınıflar-alt sınıflar ittifakını tümüyle dayanıksız biraktı. Ancak yine de cumhuriyet elitleri bugün yaşadıkları toplumsal güçsüzlüğe karşı toplumdaki AB’ye yönelik kaba zenginleşme ve yırtma hayallerini de kucaklayan sosyal ve siyasal haklar temelli bir hegemonya projesi sunabilirlerdi. Fakat tarihindeki Ecevit parantezinden ders çıkaramayacak denli defansifleşmiş, korkaklaşmış ve aynı ölçüde saldırganlaşmış cumhuriyetçiler, CHP’den Güven Partisi’ne intikal eden tarihsel tecrübelerine ve siyasal kültürlerine sarılmayı seçtiler.



Sözkonusu elitler ve laik, Kemalist, eğitimli orta sınıflar ta 27 Mayıs darbesinden bu yana sürekli bir güç yitimi ve gücün restorasyonu döngüsünün içinden geliyorlardı. Toplumsal olarak güçlerini yitirdiklerini panik içinde algıladıklarının hemen ertesinde Ordu eliyle yitik gücün restore edilmesi sözü edilen güçsüzlük-güce tapma salınımını bu kesimin temel siyasal karakteri haline getirdi. Ecevit projesinin başarısızlığı da orduyu “halk”tan daha güvenilir bir ittifak olarak kabul etmeyi kolaylaştırdı. 1990’larda katı bir biçimde özdeşleştikleri Türk milliyetçiliğinin Kürt milliyetçiliği tarafından saldırıya uğraması, ardından da siyasal İslamın yükselişi CHP’nin doğal seçmeni eğitimli orta sınıflar arasında ciddi bir panik havası yaratmış ve eski gücün restorasyonu özlemlerini iyiden iyiye kışkırtmıştı. Batıcı hayat tarzlarının azımsanamayacak bir tehdit altında olduğunu fark eden bu Kemalist orta sınıflar 28 Şubat sürecinde orduyla özdeşleşmeyi seçtiler. Ancak bertaraf ettikleri Refah Partisi çizgisi yeni bir kılıkta karşılarına çıkınca düşmanları toplumsal açıdan tasfiye edememiş olmanın verdiği güçsüzlük hissi öfkeli bir otoriterlikle kaynaştı. Ama tarihten çıkardıkları ders sabitti: Yeterince tavizsiz dururlarsa kuşkusuz kazanacaklardı. Tıpkı cumhuriyetin kazanımlarını tehdit altında hissettikleri an Napoléon ve Boulanger gibi askerlerin koyu destekçisi haline gelen Fransız cumhuriyetçileri ve kendi güçsüzlüklerini kavrayıp, Almanya’yı birleştireceğine inandıkları anda Bismarck’ın arkasına dizilen ve onun anti-demokratik anayasasını destekleyen Alman liberalleri gibi, Kemalist cumhuriyetçiler de kimliklerinin temelindeki katı laikliğin ve milliyetçiliğin garantörü orduyla özdeşleşmeyi seçtiler. AB ile entegrasyon süreci bu korkuları azaltabilirdi. Ne var ki AB süreci AKP iktidarıyla aynı döneme denk geldi. AB reformlarıyla İslamcı emelleri ayırdetme yeteneğinden yoksun kafalar, ikisini özdeşleştirmeyi ve İslamcılık, emperyalizm ve Kürtçülüğü aynı düşman potasında eritmeyi seçtiler. Böylelikle CHP’liler kendilerini, İslamcı addettikleri bir partiye karşı misyonerlik ve azınlık okullarının tehdidi altındaki Müslüman-Türk kimliğini korurken buldular.



CHP’li bir akrabam televizyonda Ahmet İnsel’in konuşmasını izlerken bana dönüp “Bu adam İslamcı mı solcu mu anlayamadım?” diye sormuştu. Ortalama bir CHP’linin kafası hiçbir zaman laiklik ve demokratlığın birarada olabileceğine ya da insan haklarıyla ülkenin bölünmeyeceği fikrine pek yatmadı. Bu zihniyet AB modelinde somutlaşan farklı kimliklerin siyasal temsiline izin veren bir parlamenter demokrasiyi anlamakta hep güçlük çekti. Ancak bunları söylemek özcü bir CHP’li kimliğini kabul etmek anlamına gelmez. Farklı siyasal projelerin üretildiği ve geleceğe yönelik güçlü vizyonların inşa edildiği dinamik bir CHP örgütü bu dar ufuklu siyasal kısırlığı tabanından söküp atabilirdi. Tabandaki %90’lara varan AB taraftarlığı bu tip projeler için bir zemin olabilirdi. Fakat yukarıda belirtilen tarihsel ve yapısal nedenlerin de güçlü belirlenimiyle ortalama CHP tarzı aşılamadı. AB reformlarıyla laikliği ve ulusal bütünlük hedeflerini uzlaştıramayan zihniyet AB taleplerinde art niyet ve komplo senaryoları aramayı seçti.

Ak_Zeynep 05-03-2008 12:50

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Abarttım galiba :D :D

Eşref 05-03-2008 12:55

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Alıntı:

Ak_Zeynep Nickli Üyeden Alıntı
Abarttım galiba :D :D

Yo hayır. Çok önemli bilgileri paylaşmışsınız.

Sukut-u Hayal 05-03-2008 12:58

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Alıntı:

Ak_Zeynep Nickli Üyeden Alıntı
Alıntı:

Turkiye icin Akparti Nickli Üyeden Alıntı
Avrupa Birligine hic girilmeyecek..



Neden?

Bunu galiba babacanin kendisi demisti..
AB sureci Turkiyenin gelismesini sagliyor.
Onlarin dediklerine gore 2014'de alacaklarmis.
O zaman Turkiyenin super guc olacagini ve AB'ye gerek kalmayacagini dusunuyorum..
Yinede girersek gucumuz kisitlanacaktir.
Tabi bu benim gorusum. :)

Ak_Zeynep 05-03-2008 12:59

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Alıntı:

yalçın Nickli Üyeden Alıntı
Sosyokültürel modernleşme
CHP'nin AB karşıtı olduğunu savunmak bayağı bir gaflet. Elimizi yine vicdanımıza koyalım: Bugün AB kapılarını aşındırabiliyorsak bu CHP'nin öncülük yaptığı sosyokültürel modernleşmeden kaynaklanıyor.



Bu gün hizmet etme fonksiyonları ile hatta ülkenin geleçeğini etkileyen büyük projeler ile var olma yerine devlet erkinin idolojik cevrelerin sözcülüğünü yaparak kendini devletin mutlak sahipi konumuna iterek halkı ve onun değerlerini yok sayarak toplumun içine nifak ateşleri körükleyerek belli kurum ve kuruluşları tedirgin ederek gerilim siyasetini benimsemiş bir fikir külüpü için neden her şey güzel olsun ki , yeterki kaos ve gerginlik olsun ortaya cıkan siyasi boşluklarda söz hakkımız olsun aksi sandık ve demokrasiden haz almayanlar , sandıktan umudunu yitirenlerin en kısa yolu bu olsa gerek , ülkeyi senelerce geriye kötüren bütün enerjisini fitneye kilitlenmiş bir partinin varlığından utanıyorum.

CHP geniş kitleleri temsil eden bir parti değil, statükodan yana bir ideoloji partisidir.CHP aynı zamanda bir öfke partisidir. Vizyonu olmayan, sevgiden yana nasibini yitirmiş bir öfke partisi chp nin politikaları içeride Türkiye'yi yoruyor, dışarıda zor durumda bırakıyor.Sorunların varlığından beslenen, sorunların çokluğundan güç alan bir partigönülden düşmüş bir parti, salonlarda sürünüyor,elde kalan bir salon partisidir.chp insanların içine doğru yolculuk yapmalı, devlete doğru değil. CHP insanlaşmalı ve insana yönelmeli. Bir parti ya bir değer üretmel ya da üretilmiş değerleri muhafaza etmeli.

Çok güzel özetlemişsiniz.CHP bu işte..+1 :-*

tayyipleyiz 05-03-2008 13:00

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Alıntı:

yalçın Nickli Üyeden Alıntı
Sosyokültürel modernleşme
CHP'nin AB karşıtı olduğunu savunmak bayağı bir gaflet. Elimizi yine vicdanımıza koyalım: Bugün AB kapılarını aşındırabiliyorsak bu CHP'nin öncülük yaptığı sosyokültürel modernleşmeden kaynaklanıyor.



Bu gün hizmet etme fonksiyonları ile hatta ülkenin geleçeğini etkileyen büyük projeler ile var olma yerine devlet erkinin idolojik cevrelerin sözcülüğünü yaparak kendini devletin mutlak sahipi konumuna iterek halkı ve onun değerlerini yok sayarak toplumun içine nifak ateşleri körükleyerek belli kurum ve kuruluşları tedirgin ederek gerilim siyasetini benimsemiş bir fikir külüpü için neden her şey güzel olsun ki , yeterki kaos ve gerginlik olsun ortaya cıkan siyasi boşluklarda söz hakkımız olsun aksi sandık ve demokrasiden haz almayanlar , sandıktan umudunu yitirenlerin en kısa yolu bu olsa gerek , ülkeyi senelerce geriye kötüren bütün enerjisini fitneye kilitlenmiş bir partinin varlığından utanıyorum.

CHP geniş kitleleri temsil eden bir parti değil, statükodan yana bir ideoloji partisidir.CHP aynı zamanda bir öfke partisidir. Vizyonu olmayan, sevgiden yana nasibini yitirmiş bir öfke partisi chp nin politikaları içeride Türkiye'yi yoruyor, dışarıda zor durumda bırakıyor.Sorunların varlığından beslenen, sorunların çokluğundan güç alan bir partigönülden düşmüş bir parti, salonlarda sürünüyor,elde kalan bir salon partisidir.chp insanların içine doğru yolculuk yapmalı, devlete doğru değil. CHP insanlaşmalı ve insana yönelmeli. Bir parti ya bir değer üretmel ya da üretilmiş değerleri muhafaza etmeli.

Sevgili hocam yorumunuz çok ağır değil mi? Hele de CHP gibi bir parti için...+1 :D

Ak_Zeynep 05-03-2008 13:03

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Alıntı:

yalçın Nickli Üyeden Alıntı
Alıntı:

Ak_Zeynep Nickli Üyeden Alıntı
Alıntı:

yalçın Nickli Üyeden Alıntı
Sosyokültürel modernleşme
CHP'nin AB karşıtı olduğunu savunmak bayağı bir gaflet. Elimizi yine vicdanımıza koyalım: Bugün AB kapılarını aşındırabiliyorsak bu CHP'nin öncülük yaptığı sosyokültürel modernleşmeden kaynaklanıyor.



Bu gün hizmet etme fonksiyonları ile hatta ülkenin geleçeğini etkileyen büyük projeler ile var olma yerine devlet erkinin idolojik cevrelerin sözcülüğünü yaparak kendini devletin mutlak sahipi konumuna iterek halkı ve onun değerlerini yok sayarak toplumun içine nifak ateşleri körükleyerek belli kurum ve kuruluşları tedirgin ederek gerilim siyasetini benimsemiş bir fikir külüpü için neden her şey güzel olsun ki , yeterki kaos ve gerginlik olsun ortaya cıkan siyasi boşluklarda söz hakkımız olsun aksi sandık ve demokrasiden haz almayanlar , sandıktan umudunu yitirenlerin en kısa yolu bu olsa gerek , ülkeyi senelerce geriye kötüren bütün enerjisini fitneye kilitlenmiş bir partinin varlığından utanıyorum.

CHP geniş kitleleri temsil eden bir parti değil, statükodan yana bir ideoloji partisidir.CHP aynı zamanda bir öfke partisidir. Vizyonu olmayan, sevgiden yana nasibini yitirmiş bir öfke partisi chp nin politikaları içeride Türkiye'yi yoruyor, dışarıda zor durumda bırakıyor.Sorunların varlığından beslenen, sorunların çokluğundan güç alan bir partigönülden düşmüş bir parti, salonlarda sürünüyor,elde kalan bir salon partisidir.chp insanların içine doğru yolculuk yapmalı, devlete doğru değil. CHP insanlaşmalı ve insana yönelmeli. Bir parti ya bir değer üretmel ya da üretilmiş değerleri muhafaza etmeli.

Çok güzel özetlemişsiniz.CHP bu işte..+1 :-*

Bir artı için o kadar zihnimi yordum, yorum üstüne yorum yaptım , tık yok ama şükür ki verdiniz artık :D :D

:D :D istediğiniz artı olsun :D

Eşref 05-03-2008 14:09

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Türk milleti, ne yazık ki AB konusunda eski heyecanını, isteğini ve umudunu kaybetti. Çünkü üyelik sürecinde, olmayacak isteklerde bulunuldu. Diğer aday ülkelere yapılmayan haksızlıklar yapıldı. Başbakanımızın tabiri ile maç oynanırken kurallar sürekli değiştirildi. Böyle bir haksızlık başka hiçbir ülkeyi yapılmadı. Hedef sadece Türkiye oldu.

Bizim AB'ye girmemiz için öncelikle bu sorunu çözmemiz gerekir. Çünkü mevcut sorun çözülmeden, AB'ye girebilmemiz mümkün değildir. Girmiş olsak bile, haksızlıklar silsilesi devam edecek, Türk milletinin kabullenemeyeceği bir durum ortaya çıkacaktır. Bugün bile toplum içinde AB karşıtı sesler yükselmeye başladıysa, sebebi de bu haksızlıklar silsilesidir. Onları hor görmemek gerekir. Çünkü Türk milleti onurlu bir millettir. Aç da kalsa, açıkta da kalsa istenmediği yerde durmaz. Verilmeyeni istemez. İşte bu nedenle Türkiye ile AB arasında gerçek bir müzakere süreci, ancak AB'nin istekli tutumuyla başlayabilir. Bu sürecin ilk şartıdır.

Unutulmamalı ki vagon ne kadar kusursuz olursa olsun, tren gitmedikçe hareket etme şansı yoktur. Biz üzerimize düşeni yapacağız, fakat AB'de kendi üzerine düşen görevleri yapmalı, sorunun kaynağını bulmalıdır. İnanç ve tarihten kaynaklı olumsuz düşüncelerinden vazgeçmelidir. Bu sadece Türkiye'yi AB ülkesi yapmaz, aynı zamanda AB'yi de gerçek anlamda özgürlükçü, modern, hoşgörülü bir topluluk yapar. Bizim AB ödevimiz zor, AB'nin Türkiye ödevi daha zordur.

Sonuç olarak, Türkiye, yıllardır sürdürdüğü ancak sonuç alamadığı anlayışı değiştirmeli ve AB'ye kendi üzerine düşen görevi hatırlatmalıdır. Bunun için AB'nin, kesin, gerçekleştirildiğinde sonu belli olan bir planı, Türkiye'ye sunması gerekir. Böyle bir plan sunulmadıkça, Türkiye, AB ilişkilerini muhakkak askıya almalıdır. Çünkü kuralların sürekli değiştirildiği bir maç asla bitmez.


Eşref 05-03-2008 14:25

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Alıntı:

yalçın Nickli Üyeden Alıntı
Alıntı:

KaraEsref Nickli Üyeden Alıntı

Güzel kardeşim AB girip girmemenin ötesinde ülke dinamiklerinin kendi insanına kazandıramadığı bir çok getirilerin varlığıdır ,belki bir ufuk nazarında bakıldığında dayatmalar ile gelen yenilikler askeri vesayet kültürü ile tasarlanmış olarak anayasamıza kazandırılan bir çok medeni kazanımlar ile sabitlenmesi gerekir.

Türkiye, AB üyelik süreciyle bölgesel dışa açılan politikalar ve bağlantılarıyla küresel süreçe girmiş bulunmaktadır. Bu aşamadan sonra Türkiye'nin bu iki süreçten köklü bir biçimde kopması çok zor görünmektedir. 27 Nisan süreci, yöneldiği hedefler bakımından Türkiye'yi AB sürecinden koparmak isteyen, AB sürecinin Türkiyeyi parçalamayı hedefleyen bir süreç olduğunu iddia eden söylemi teyid etmektedir Türkiye'nin Ortadoğuda aktif rol oynamasının önüne geçmek istemektedir. Bu iki gerekçeye dayanarak, cumhuriyetin tasfiye edilmek istendiğini öne sürenler, bu iki süreci durdurmayı başardıkları takdirde içeride kaybettikleri zemini iktisadi, siyasi ve sosyal yeniden kazanabileceklerini düşünmektedirler. Böyle bir kara hesapların beşinde olanların varlığı ile hangi tarz siyaset yapmak gerek

Türkiyenin daha fazla GSMH'ya, daha fazla üretime, daha fazla yabancı sermayeye, daha fazla istihdama, daha zengin uluslararası ilişki trafiğine, daha çok spor başarısına, daha fazla patente ihtiyacı vardır. Bu ve benzeri konuların herhangi birinde gerilemek demek, refahın azalması ve dolayısıyla ülkenin her açıdan yönetilemez olması demektir. Yani, bölünmez bütünlük ve Cumhuriyetin temel niteliklerinin güçlenmesi için bu değişim eşiğinin atlatılması zaruridir. Geçmiş bu rota üzerinde seyir alıyorsa sizin ifade ettiğiniz gibi soyutlanmak ülkeyi kaosa ve içerdeki otoriter güçlerin hatta cetelerin eline geçen bir devlet portresi ortaya koyar ülke için de bir son olur sevgilerimle

Ben açıkçası bu kadar karamsar değilim. Eğer mevcut sürecin Türkiye'ye getirisi büyükse, o zaman konuyu muallakta bırakıp ilişkileri yıpratmak yerine, imtiyazlı bir ortaklığı kabul etmek daha doğrudur. Çünkü mevcut düzende tam üyelik için bir sonuç alınamamıştır. Üstelik bugün kabul edilecek imtiyazlı bir ortaklık, gelecekte tam üyeliğe de engel değildir. Bu bağlamda umutlarımız, bugün olduğu gibi devam edecektir.

ENGİNEER 05-03-2008 15:35

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Yazılanlar okudum fakat kendi yorumumu kendi düşüncelerim açısından yani partimizin yada burada yazılanların etkisinde kalmadan yapmak istiyorum...

Avrupa Birliği'ne girilmesini kişisel olarak desteklemiyorum!...Olaya ilk önce sosyolojik boyuttan bakmak gerek...

Bunun nedenlerinden ilki AB'nin zaten çökmeye başlayan ve gücünü yitirmeye başlamış bir birlik olması.AB yaşlanan nüfusu ve çöken sosyal yaşamıyla zaten gerileme sürecine girdi.Bunu ünlü New York Times gazeteside söyledi.400 yıllık Batı medeniyetinin artık batmaya başladığını ve Doğu'nun bu boşluğu dolduracağını açık açık yazdılar.Aslında biz zaten neredeyse 500 yıllık bir süreçten beri Avrupa ile her ne kadar savaşsakta ticari anlamda ilişkileri olan bir milletiz fakat zamanı geldiğinde bu ilişkileri sınırlandırmayı bilmemiz gerek...

Avrupa'nın br Hristiyan Birliği olduğunuysa anlamak için Irak ve Afganistan işgallerinde ki tavırları yada Filistin'de ki zulüm karşısında tutumundan anlayabiliriz!
Biz bu insanlar ve bu kıtayla tam bin yıldır CİHAD uğrunda savaşıyoruz ve bu insanların bilinçaltlarında Türklerin ve Türkiye'nin her zaman bir rakip yada düşman olduğunu bilmemiz gerekir.
Almanya'ya giden Türkler aradan 50 yıl geçmesine rağmen hala entegre olamadılar ve sorun yaşıyorlar.Bu sorun Türklerin beceriksizliği değil Hristiyan-Avrupalı ile Müslüman-Türk'ün geleneklerinin ve bütün inanışlarının farklı olması.Birlikte yaşamak bu açıdan imkansız...

Olaya ticari açında bakmayı ise zaten anlamsız buluyorum çünkü biz dediğim gibi yüzyıllardır Avrupa ile savaşırken dahi ticari ilişkilerimizi yürüttük ve şu anda da gayet iyi şekilde devam ediyor.Birliğe girmeden de bu ilişkiler ilerleyebilir...

ENGİNEER 05-03-2008 16:23

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Alıntı:

yalçın Nickli Üyeden Alıntı
Güzel kardeşim ufkunuz ve sahip olduğunuz vehimlerin bir coğunu acizane bizlerde taşıyoruz, Geçmiş haclı zihniyetini taşıyan belli mihrapların bizlerin iyi olmasını istememe güdüleride olabilir ama zihinlerin ve düşmanlıkların ötesinde genetik sermaye bağları ve dünya gerçeklerii bu düşüncenin sadece korteks de kalmasına zorluyor , istenmeden sevilmeden sistemin içine doğru gidilmesi bence dünya insanlığı için gerekli bir gelişmedir.Ayrımcılığın bu bilinç dışı yanına vurgu yapmak istiyorum cünkü ayrımcılığın bu yanıdır önemli ve zararlı olan hiç kimse kendi ayrımcı yanını ve önyargısını göremez tanım gereği önyargı görülmeyendir. Şimdiye kadar kurulmamış ve herhalde hiç kurulmayacak cümle benim bir önyargım vardır cümlesidir. Çünkü fark edilen önyargı o an yok olur, artık yoktur, cünkü insan kendi bağnazlığını, çelişkilerini, tarafsız olmayan görüşlerini bilemez ancak bizim bilgimiz karşı tarafa önyargı olarak yansır. Yani çatışmalarda ve öteki ile ilgili yargılarda karşı taraf ile temas kurmak, bir diyalog başlatmak, görüş alışverişinde bulunmak şarttır. Karşı tarafı ayrımcılık yapıp dışlarsanız bir gerçeğe varma kapılarını da kapamış olursunuz kendi düşüncelerinizin karşı taraftan nasıl algılandığını,neye benzediğini ne denli geçerli olduğunu hiç öğrenemeyeceksiniz Ötekini dışlayan çevresinden kopar, yalnızlığa itilir. Dar çevresinde çoğunluktur ama dünyada gittikçe yalnız kalır, yabancılaşır. Azınlıkları yok etmiş toplumlar zamanla yalnızlıklarını hissetmeye başlarlar. Kendi kimliğini kaybetmeden yeni deneyimler ve tatlar kazanmaktadır. Günümüzün uygarlığı uluslararası bir kültürdür. Çevresini ötekileştirenler içe kapanmaktadırlar.

AB üyeliğinin önkoşulları olan demokrasi, hukuk devleti, insan haklarına saygı ve işleyen bir piyasa ekonomisinden vazgeçilemez. Bu ilkeler üzerinden üyeliğin gerektirdiği yeniden yapılanma sürecinin devamı elzemdir. Sonuç olarak uluslararası toplumla ve normlarla barışık, çatışma yerine işbirliği imkanlarına odaklı, yapımında katılımcı karar verme süreçlerine değer veren bir dış politika anlayışı mümkündür ve gereklidir. Bu yenilenme koşullarını iç mekanizmalar ile payidar edemeyen bir devletin dış kaynaklı dünya ile entegre oluşundan başka caresi yoktur , yorum için çok teşekkür ederim +1

Aslında önyargı taşıyorum fakat bu önyargılarımın nedeni kendi tarihimden ziyade AB'nin bize yaklaşık 45 yıldır üyelik konusunda çektirdiği sıkıntılar ve inatçı tavrı.Olayları onlar açısında değerlendirince gerçekten haklıda buluyorum çünkü bu kadar farklı bir toplumla kaynaşmak istememek en büyük hakları...
Onların önyargılarını yıkmadan kendi önyargılarımızı yıkmanınsa zaten anlamı kalmıyor çünkü biz onları istiyoruz ve dolayısıyla küçük düşen zavallı taraf oluyoruz..

Dünyanın küreselleştiği ve sınırların kalktığı doğru anca bu olayı ekonomik olarak değerlendirmek gerekir.Yoksa sosyal açıdan hiçbir toplumun özelliklede dini farkılıklar varken birbirine entegre olmasını isteyeceğini sanmıyorum.Ekonomik açıdan zaten ilişkilerimizin olduğunu ve her geçen gün bu ilişkilerin ilerlediğini söyledim.Fakat bu ilişkileri toplumsal anlamda ilerlemeye başladığında eminim sorun çıkacaktır...

Eşref 05-03-2008 16:36

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Alıntı:

ENGİNEER Nickli Üyeden Alıntı
Yazılanlar okudum fakat kendi yorumumu kendi düşüncelerim açısından yani partimizin yada burada yazılanların etkisinde kalmadan yapmak istiyorum...

Avrupa Birliği'ne girilmesini kişisel olarak desteklemiyorum!...Olaya ilk önce sosyolojik boyuttan bakmak gerek...

Bunun nedenlerinden ilki AB'nin zaten çökmeye başlayan ve gücünü yitirmeye başlamış bir birlik olması.AB yaşlanan nüfusu ve çöken sosyal yaşamıyla zaten gerileme sürecine girdi.Bunu ünlü New York Times gazeteside söyledi.400 yıllık Batı medeniyetinin artık batmaya başladığını ve Doğu'nun bu boşluğu dolduracağını açık açık yazdılar.Aslında biz zaten neredeyse 500 yıllık bir süreçten beri Avrupa ile her ne kadar savaşsakta ticari anlamda ilişkileri olan bir milletiz fakat zamanı geldiğinde bu ilişkileri sınırlandırmayı bilmemiz gerek...

Avrupa'nın br Hristiyan Birliği olduğunuysa anlamak için Irak ve Afganistan işgallerinde ki tavırları yada Filistin'de ki zulüm karşısında tutumundan anlayabiliriz!
Biz bu insanlar ve bu kıtayla tam bin yıldır CİHAD uğrunda savaşıyoruz ve bu insanların bilinçaltlarında Türklerin ve Türkiye'nin her zaman bir rakip yada düşman olduğunu bilmemiz gerekir.
Almanya'ya giden Türkler aradan 50 yıl geçmesine rağmen hala entegre olamadılar ve sorun yaşıyorlar.Bu sorun Türklerin beceriksizliği değil Hristiyan-Avrupalı ile Müslüman-Türk'ün geleneklerinin ve bütün inanışlarının farklı olması.Birlikte yaşamak bu açıdan imkansız...

Olaya ticari açında bakmayı ise zaten anlamsız buluyorum çünkü biz dediğim gibi yüzyıllardır Avrupa ile savaşırken dahi ticari ilişkilerimizi yürüttük ve şu anda da gayet iyi şekilde devam ediyor.Birliğe girmeden de bu ilişkiler ilerleyebilir...

Sözlerine kısmen katılıyorum. Çünkü AB'nin gerçek amacı barışı korumak, ekonomik ve sosyal ilerlemeyi destek olmak filan değildir. Bunlar amaca hizmet eden unsurlardır. Amaç muhakkak tek devlet olmaktır. Fakat İngiltere'nin, Almanya'nın, Fransa'nın, İtalya'nın içinde bulunduğu bir topluluğun bu amaca ulaşması mümkün değildir. Milliyetçilik duygusu mutlaka 1790'larda olduğu gibi yine patlak verecektir. Osmanlının geçmişteki birlik olma adına benimsediği, Osmanlıcılık, ümmetçilik gibi politikalar nasıl sonuç vermemişse AB'de sonuç alamayacaktır. İşte bu yüzden birgün dağılacaklar.

Fakat bu süreçte AB'den tamamen vazgeçmek bence doğru değildir. Ortada bitmemiş, tüketilmeyi bekleyen bir pasta var.Bu pastadan küçük AB ülkeleri (Yunanistan gibi) olabildiğince faydalanıyor. Bizimde faydalanmamız lazım.

Eşref 05-03-2008 16:58

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Alıntı:

yalçın Nickli Üyeden Alıntı
Alıntı:

KaraEsref Nickli Üyeden Alıntı
Alıntı:

ENGİNEER Nickli Üyeden Alıntı
...


Güzel kardeşim AB nin kendi içindeki aforoz kültürünün bize dönük olan yönlerini tartışma yerine , kendi iç mekanizmamızın vesayet kültürü ile koskoca bir milletin enerjisini yok eden bir sistemin sonunu nasıl getirirz bunun üstünde bir bakış acısı geliştirmek, olayın AB ye üye olmanın yanında ne için neden bizler için gerekli bir aygıt haline geldi bizi buna iten sebeplerin asimile ve dejenere olması için elimizde bir alternatif olup olmadığına da göz atalım bütün mesele , demokrasisi kök salamamış koca bir cumhuriyet tarihimizin milletin iradesini yok sayarak hukuk dışı sisteme gebe bırakılmasıdır , senelerce kendi dinamiklerimiz ile ulaşamadığımız insani ve evrensel evrelere AB üzerinden ulaştığımızın farkınada varalım lütfen , AB nin ne kültürü ne yaşamı hiç bir şey beni ilgilendirmez niyetlerinde düşmanlıkta olabilir benim için bunlar önemli değil , benim için önemli olan benim milletime senelerce tek tip anlayış idolojileri layik gören kemalist ironik anlayışın bize çektirdiği acıların son bulmasıdır .

Yazdıklarını beğeniyle okudum. Haklısın da. Karamsar olmak iyi değildir fakat sizi de fazla iyimser buldum. Türkiye yaklaşık 50 yıldır çabalıyor. Onlar şartlar sunuyor, biz yapmaya çalışıyoruz. Hep böyle devam etti. Bu süreçte türlü türlü iktidarlar geldi. Son 6 yıldır da Ak Parti başımızda. Kıbrıs sorununda bile Rumları rezil etmiş bir türkiye var. Ama çok sözler verilsede bir arpa boyu yol alamadık. Siz buna reğmen "50 yıldır izlediğim yola devam edelim. Mutlaka sonuç alacağız." diye düşünüyorsanız bence fazla iyimsersiniz. İnsan yolu bir kez dener, iki kez dener. Çıkmıyorsa ya vazgeçer yada yeni bir yol bulup hedefe ulaşmak ister. Benim söylemek istediğim işte budur. 50 yıllık yolun çıkmaz sokak olduğunu görelim ve bizi AB hedefine ulaştıracak yeni bir yol üzerinde düşünelim.

Müntesip 05-03-2008 17:12

AVRUPA BİRLİĞİ
 
güzel ülkemiz şu zamanda askeri darbe zihniyetinin cocugu ve bircok ülkenin hukuk kuralları üzerinde carpık bir yapılasmayla gelişmektedir.yasama-yürütme-yargı-askeri organların entegre bir şekilde çalışmasını beklerken su an neredeyse hepsi çatışma içerisinde ve egemonyalarını koruma altına alma derdindeler.bu derdlerinden dolayı halkın ihtiyacları hep ikinci planda kalıyor ve gündeme gelen değişimler fertler planında yürürlüğe girmiyor giremiyor.bugün biz ülkemizdeki insanların %80'nin magdur oldugu basörtüsü sorununu dahi çözüme kavusturamayacak bir hukuk ve adalet sistemini içersinde yasamımızı sürdürüyoruz.şu an atılan adımlar saglam olmayan temel üzerine bina edilen bir sistemi dogurur.bu sistem de uygulama noktasında hata(error) veririr.bu sebeple mutlak bir reform'a ihtiyacımız var.çok acıgımız var bu acıklar yamayla kapanacak gibi de görünmüyor,bize yeni bir elbise gerek.bu elbise ise biçimini daha önceki tecrübelerin ve modellerin kesişimi olan ab'den almak durumundadır.muhakkak ki kumaş'ın pamugu bizim insanımız ve pamuğun kumaş olabilmesi için din-ahlak-örf ve adet gibi aşamalardan geçirilmesi gerekir bu olay konumuz dısında.bizim avrupa'dan kastımız sadece elbisenin modelidir.belki yüzlerce yıl kendi içinde kıyımlar yapıp içindeki farklı görüşteki insanları yokeden ve tek tip halk modelini yerlestiren bir avrupa modeli bize ne kadar uyar o bilinmez ancak su zaman itibarıyla örnek alacagımız daha iyi bir model yok.ab modelinin bize uyup uymadıgını da zaman göstercektir.

Müntesip 05-03-2008 17:19

AVRUPA BİRLİĞİ
 
ayrıca bizim avrupa'ya olan ihtiyacımızın belki daha fazlasına ,şu an enerji ve hammadde sıkıntısı ceken avrupa'nın ihtiyacı var.belki su an farkında degiller ancak fazla degil bundan 10 sene sonra bize ne kadar muhtac olduklarını anlayacaklar.belki şu an da bunun farkındalar ancak daha fazla imtiyaz almak için bizi oyalıyor olmaları muhtemel.gümrükbirliği anlasmasının bize faydadan fazla zararı oldu ancak bizi avrupa birliğine almaMAk için ugrasan avrupa kendi işlerine gelecek anlaşmaları bundan 10-20 sene evvel imzaladı.bunun gibi ve zamanın kapitülasyonları gibi ayrıcalıklar beklemekteler bizden.ticaret yapanlar bilir eger bir malzemeyi almak istiyorsanız önce kusur bulursunuz sonra fiyat kırar taviz istersiniz

Bostancı 05-03-2008 18:11

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Avrupa birliği diye bir şey yok, o birlik Hristyan birliği bize avrupa birliği diye yutturmaya çalışıyorlar...
Hristyan olmayan bir ülkede giremez bakın bakalım avrupa birliği denen birlik'te Müslüman bir ülke varmı...
Bugün fransa İslamiyeti kabul etsin onuda çıkartırlar bu birlikten çünkü dediğim gibi Hristyan birliği bu..
Velhasıl daha çok bekleriz bizi alacaklar diye ;)

isimsiz 05-03-2008 18:17

AVRUPA BİRLİĞİ
 
ben avrupa birliğne karşıyım. neden hap başkalarının liderliği altında olmaya çalışıyoruzki. nedir bu avrupa hayranlığı? avrupanın hayran olcak nesi varki? ahlaksızlıklarımı? avrupa birliğine girmeye harcanan çabayı Türkiye'nin liderliğiini yaptığı bir İSLAM BİRLİĞİ kurmaya harcamak daha isbetli olacak bence :-*

isimsiz 05-03-2008 18:29

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Alıntı:

yalçın Nickli Üyeden Alıntı
Alıntı:

milli_mücahide Nickli Üyeden Alıntı
ben avrupa birliğne karşıyım. neden hap başkalarının liderliği altında olmaya çalışıyoruzki. nedir bu avrupa hayranlığı? avrupanın hayran olcak nesi varki? ahlaksızlıklarımı? avrupa birliğine girmeye harcanan çabayı Türkiye'nin liderliğiini yaptığı bir İSLAM BİRLİĞİ kurmaya harcamak daha isbetli olacak bence :-*


Güzel insan yukarıdaki yorumları dikkatlice okumamız hayranlığın ötesinde yeni oluşan dünya sistemi için var olma cırpınışıdır, birinci boğanın başına gelenleri ikinci boğa bilse idi matadorun elinde oyuncak olmayacaktı , Gelişen dünya sisteminin farkına varamayan ve yörüngesini bu koordinatlara göre dizayn edemeyenler edenlerin elinde oyuncak olmaktan kurtulamayacaktır.

ama Türk genci sizce bunun farkında mı? avrupa birliğine girince artık bizde avrupa gibi medeni(!) bir ülkeyiz havasına kapılacaklar bundan eminim. onlar gibi konuşmaya onların müziklerini dinlemeye onlara hayranlığını hergün artırmaya başlayacaklar. onların ahlaksızlıklarını kendilerine yakıştırmaya başlayacaklar. size bir örnek vereyim. ben bursa da oturuyorum bursada Bulgaristan göçmeni çok sınıfımızda çifte vatandaşlar var onlar avrupa birliği üyesi çağdaş(!) insanlar. ve diğer gençlerde onlara özenerek Türkiye'de girse diye ah çekiyorlar. bilmem anlata bildim mi? körle yatan şaşı kalkar. ha eğer türkiyedeki insanların imanına güvenseydim (buna bende dahilim) girsin derdim hepsi hristiyan olsun ne çıkar Türk'ün göğsündeki imanı kimse söndüremez derdim ama ne yazıkki diyemiyorum keşke diyebilsem :-\
zaten bizim burada konuşmamız boş bizi avrupa birliğine almıyacaklar bu bir gerçek. SAYGILARIMLA.....

Müntesip 05-03-2008 18:36

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Alıntı:

milli_mücahide Nickli Üyeden Alıntı
ama Türk genci sizce bunun farkında mı? avrupa birliğine girince artık bizde avrupa gibi medeni(!) bir ülkeyiz havasına kapılacaklar bundan eminim. onlar gibi konuşmaya onların müziklerini dinlemeye onlara hayranlığını hergün artırmaya başlayacaklar. onların ahlaksızlıklarını kendilerine yakıştırmaya başlayacaklar. size bir örnek vereyim. ben bursa da oturuyorum bursada Bulgaristan göçmeni çok sınıfımızda çifte vatandaşlar var onlar avrupa birliği üyesi çağdaş(!) insanlar. ve diğer gençlerde onlara özenerek Türkiye'de girse diye ah çekiyorlar. bilmem anlata bildim mi? körle yatan şaşı kalkar. ha eğer türkiyedeki insanların imanına güvenseydim (buna bende dahilim) girsin derdim hepsi hristiyan olsun ne çıkar Türk'ün göğsündeki imanı kimse söndüremez derdim ama ne yazıkki diyemiyorum keşke diyebilsem :-\
zaten bizim burada konuşmamız boş bizi avrupa birliğine almıyacaklar bu bir gerçek. SAYGILARIMLA.....

gerçekten düşününce insanın içine kor gibi düşen kültür yozlaşmasını haber vermişssiniz.ancak hani diyor ya globalleşerek küçük bir köy haline gelen dünyamızda bu dediginiz kültür yozlasmasının önüne ab'ye girmememiz engel olamaz sanıyorum ki su an yukarıda bahsetmiş oldugunuz içler acısı duruma düşmeyen gencimiz cok az sanıyorum...aslında bunun tek sebebi var o da,dinimizin ülkemizde avrupa'dan daha fazla bir baskı altında tutulması.yukarıda belirttiğiniz sıkıntılar ab'ye girmeyle birlikte dinin üzerinden kalkması muhtemel olan baskıyla birlikte çözüme kavusur ümidini tasıyorum.

Müntesip 05-03-2008 18:39

AVRUPA BİRLİĞİ
 
güzel ülkemiz şu zamanda askeri darbe zihniyetinin cocugu ve bircok ülkenin hukuk kuralları üzerinde carpık bir yapılasmayla gelişmektedir.yasama-yürütme-yargı-askeri organların entegre bir şekilde çalışmasını beklerken su an neredeyse hepsi çatışma içerisinde ve egemonyalarını koruma altına alma derdindeler.bu derdlerinden dolayı halkın ihtiyacları hep ikinci planda kalıyor ve gündeme gelen değişimler fertler planında yürürlüğe girmiyor giremiyor.bugün biz ülkemizdeki insanların %80'nin magdur oldugu basörtüsü sorununu dahi çözüme kavusturamayacak bir hukuk ve adalet sistemini içersinde yasamımızı sürdürüyoruz.şu an atılan adımlar saglam olmayan temel üzerine bina edilen bir sistemi dogurur.bu sistem de uygulama noktasında hata(error) veririr.bu sebeple mutlak bir reform'a ihtiyacımız var.çok acıgımız var bu acıklar yamayla kapanacak gibi de görünmüyor,bize yeni bir elbise gerek.bu elbise ise biçimini daha önceki tecrübelerin ve modellerin kesişimi olan ab'den almak durumundadır.muhakkak ki kumaş'ın pamugu bizim insanımız ve pamuğun kumaş olabilmesi için din-ahlak-örf ve adet gibi aşamalardan geçirilmesi gerekir bu olay konumuz dısında.bizim avrupa'dan kastımız sadece elbisenin modelidir.belki yüzlerce yıl kendi içinde kıyımlar yapıp içindeki farklı görüşteki insanları yokeden ve tek tip halk modelini yerlestiren bir avrupa modeli bize ne kadar uyar o bilinmez ancak su zaman itibarıyla örnek alacagımız daha iyi bir model yok.ab modelinin bize uyup uymadıgını da zaman göstercektir.
ayrıca bizim avrupa'ya olan ihtiyacımızın belki daha fazlasına ,şu an enerji ve hammadde sıkıntısı ceken avrupa'nın ihtiyacı var.belki su an farkında degiller ancak fazla degil bundan 10 sene sonra bize ne kadar muhtac olduklarını anlayacaklar.belki şu an da bunun farkındalar ancak daha fazla imtiyaz almak için bizi oyalıyor olmaları muhtemel.gümrükbirliği anlasmasının bize faydadan fazla zararı oldu ancak bizi avrupa birliğine almaMAk için ugrasan avrupa kendi işlerine gelecek anlaşmaları bundan 10-20 sene evvel imzaladı.bunun gibi ve zamanın kapitülasyonları gibi ayrıcalıklar beklemekteler bizden.ticaret yapanlar bilir eger bir malzemeyi almak istiyorsanız önce kusur bulursunuz sonra fiyat kırar taviz istersiniz.
birgün gelecek avrupa birliği biz istemesek dahi bizi birliğe alacaktır.bunda zerre kadar süpheniz olmasın.ama inşallah biz o gün avrupa birliğine girmeyi istemeyecek kadar refah seviyesine sahip oluruz

isimsiz 05-03-2008 18:39

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Alıntı:

asimov Nickli Üyeden Alıntı
Alıntı:

milli_mücahide Nickli Üyeden Alıntı
ama Türk genci sizce bunun farkında mı? avrupa birliğine girince artık bizde avrupa gibi medeni(!) bir ülkeyiz havasına kapılacaklar bundan eminim. onlar gibi konuşmaya onların müziklerini dinlemeye onlara hayranlığını hergün artırmaya başlayacaklar. onların ahlaksızlıklarını kendilerine yakıştırmaya başlayacaklar. size bir örnek vereyim. ben bursa da oturuyorum bursada Bulgaristan göçmeni çok sınıfımızda çifte vatandaşlar var onlar avrupa birliği üyesi çağdaş(!) insanlar. ve diğer gençlerde onlara özenerek Türkiye'de girse diye ah çekiyorlar. bilmem anlata bildim mi? körle yatan şaşı kalkar. ha eğer türkiyedeki insanların imanına güvenseydim (buna bende dahilim) girsin derdim hepsi hristiyan olsun ne çıkar Türk'ün göğsündeki imanı kimse söndüremez derdim ama ne yazıkki diyemiyorum keşke diyebilsem :-\
zaten bizim burada konuşmamız boş bizi avrupa birliğine almıyacaklar bu bir gerçek. SAYGILARIMLA.....

gerçekten düşününce insanın içine kor gibi düşen kültür yozlaşmasını haber vermişssiniz.ancak hani diyor ya globalleşerek küçük bir köy haline gelen dünyamızda bu dediginiz kültür yozlasmasının önüne ab'ye girmememiz engel olamaz sanıyorum ki su an yukarıda bahsetmiş oldugunuz içler acısı duruma düşmeyen gencimiz cok az sanıyorum...aslında bunun tek sebebi var o da,dinimizin ülkemizde avrupa'dan daha fazla bir baskı altında tutulması.yukarıda belirttiğiniz sıkıntılar ab'ye girmeyle birlikte dinin üzerinden kalkması muhtemel olan baskıyla birlikte çözüme kavusur ümidini tasıyorum.

İnşALLAH Ümidiniz gerçekleşir. :-*

isimsiz 05-03-2008 18:51

AVRUPA BİRLİĞİ
 
bu benim tamamen kendi düşüncem. avrupadan hiçbir zaman Türklere fayda gelmemiştir tarih bunun örnekleriyle doludur. Osmanlının son zamanlarında batıya uyularak meşrutiyet ilan edilmiştir. bu Osmanlını çöküşünü hızlandırmaktan başka işe yaramamıştır. zaten eğer avrupa birliği gerçekten bizi kakındıracaksa zaten bizi almazlar. avrupanın en büyük rakibi osmanlı olmuştur. zamanında Osmanlı topraklarına göz diken İngiltere nin Fransa nın bulunduğu bir toplum bize faydası olacağını zannetmiyorum. ama inanınki düşünceleriniz yorumlarınız güzel. inşALLAH ben yanılırımda sizin dediğiniz umut ettiğiniz gibi olur :-*

Müntesip 05-03-2008 19:02

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Alıntı:

yalçın Nickli Üyeden Alıntı
:)

abim yüzündeki tebessüm hiç solmasın.ama sanki bu sefer imalı bir gülüş var yüzünde :)

airbus 05-03-2008 19:07

AVRUPA BİRLİĞİ
 
türkiyenin avrupa birliğine katılması her 2 taraf içinde fayda sağlamaktadır.

küreselleşen dünyada türkiye olarak avrupa birliğindeki yerimizi almalıyız vede alacağız

isimsiz 05-03-2008 19:24

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Alıntı:

yalçın Nickli Üyeden Alıntı
Alıntı:

milli_mücahide Nickli Üyeden Alıntı
bu benim tamamen kendi düşüncem. avrupadan hiçbir zaman Türklere fayda gelmemiştir tarih bunun örnekleriyle doludur. Osmanlının son zamanlarında batıya uyularak meşrutiyet ilan edilmiştir. bu Osmanlını çöküşünü hızlandırmaktan başka işe yaramamıştır. zaten eğer avrupa birliği gerçekten bizi kakındıracaksa zaten bizi almazlar. avrupanın en büyük rakibi osmanlı olmuştur. zamanında Osmanlı topraklarına göz diken İngiltere nin Fransa nın bulunduğu bir toplum bize faydası olacağını zannetmiyorum. ama inanınki düşünceleriniz yorumlarınız güzel. inşALLAH ben yanılırımda sizin dediğiniz umut ettiğiniz gibi olur :-*

Güzel kardeşim bizim hiç ortak noktamız olmayacakmı , bütün tehdit olarak algıladıklarının hepsine varım ama AB den bize bu güne kadar ne gelmiş geçmişin hesapları hepsi yorumlarda mevcut , bu gün küresel ve bilginin hızlı aktığı bir evrede gençlik olarak tehlikeli gördüğün noktalar ile her daim muhattaplar, bunun için bir medeniyet projesi olan ulus devletlerin ortak buluşmaları ve evlilikleri geleçek kuşaklar için ehemmiyetini baltalayacak sebep değildir. Gençliğe sahip cıkma , kültür birikim ve dini kutsal nüansları iradelerin yörüngesi haline getirmek için , ruh dünyalarını canlı tutacak beslenmelerini sağlayıp sosyal hayatın dayattıklarına karşı karar verme mercilerini din yörüngeli yaşamalarını sağlamak ile olur, küresel bir tehdit olarak algıladığımız şeylerin, bilginin çok hızlı aktığı bu evrede evlerimizde dahi bulunan bilgisayar ortamları ile farklı kültür ve hayatlara ulaşmanın basitliği içinde dahi aciz kalan bu aygıtı yok saymamızı dahi başaramıza imkan şağlamaz , hayatımıza giren lere rağmen artık çıkışları mümkün olmayanlara karşı pek yapabileçek bir şeyin olmaması herşeyi ifade edecek kıvamda , yok sayma adına değilde onları kendi lehimize cevirme förmülleri geliştirmek en mantıklı olandır sanırım , işte devlet projeleride böyledir , yok sayma değil kacma değil , kendimize kültürümüze sahip cıkarak asimile değil entegre olmanın formüllerini geliştirmemiz gerekir , çünkü artık dünya farklılıklar arasında yaşam sanatı geliştirme evresinde , farklılıklar ile catışma zamanımız artık kalmamıştır.

böyle düşünmeniz beni gerçekten üzdü. bu forumda ençok saygı duyduğum ve sevdiğim insanlardan birisiniz. biz başta müminiz bu en büyük ortak noktamız değil mi? bu fikir ayrılıkları bence iki tarafada daha çok fayda sağlıyor aynı görüşte olsak değişik yorumlar ortaya çıkmayacak ve iki tarafın biririne faydası olmayacak. :(

Müntesip 05-03-2008 19:27

AVRUPA BİRLİĞİ
 
Alıntı:

airbus Nickli Üyeden Alıntı
türkiyenin avrupa birliğine katılması her 2 taraf içinde fayda sağlamaktadır.

küreselleşen dünyada türkiye olarak avrupa birliğindeki yerimizi almalıyız vede alacağız

yorum için teşekkürler güzel kardeşim aslında yorulmana gerekte yoktu hani resimden biz çıkarırdık :D saka bir yanada bilgi için teşekkürler :-*


All times are GMT +3. The time now is 16:41.

Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025