Siyaset Forum

Siyaset Forum (https://www.siyasetforum.com.tr/index.php)
-   Belgelendirme (https://www.siyasetforum.com.tr/forumdisplay.php?f=206)
-   -   Dünden bugüne : BAŞÖRTÜSÜ (https://www.siyasetforum.com.tr/showthread.php?t=28320)

Berika 05-11-2008 12:33

Dünden bugüne : BAŞÖRTÜSÜ
 

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ

20. yüzyıl İslamın yitirildiği ve yeniden kazanıldığı bir yüzyıl olarak Müslümanlar için ve bütün insanlık için önemli bir dönüm noktası sayılıyor. 19. yüzyıldan beri birçok filozof ve sosyal bilimci batı uygarlığını sorgulamaya başlamıştı. 20. yüzyıl ise bir yandan batı uygarlığının sorgulanışına sahne olurken, diğer tarftanda da umulanın aksine dünya çapında dinsel bir uyanış yaşanmıştır. Böyle bir uyanış 2. dünya savaşından sonra İslam dünyasında ve ülkemizde bütün emareleriyle hissedilmeye başlanmış, yüzyılın son çeyreğinde ise hızlanarak iyice kendini göstermiştir...


Yasağın Tarihi Gelişimi



1950’lerde daha net bir ifade kazandığı görülen islami söylemin ülkemizde gözle görünen en önemli sonucu 1960’larla birlikte kadınlardaki örtünme eğiliminin giderek artış göstermesidir. 1960 yılından itibaren üniversitelerde görülmeye başlanan başörtülü öğrencilerin sayılarının giderek artması buna paralel bir gelişmedir. Bu sayısal artışın diğer bir nedeni ise özellikle 1950’den sonra uygulanan ekonomik politikalara bağlı olarak kırsal kesimdeki insanların yoğun olarak kentlere göç etmeleri ve okuma yazma bilen kadın oranının hızla artmasıdır- bu artan oran içinde başörtülü kadınların da hesaba katılması gerektiği açıktır. Başörtülü öğrencilerin yükseköğretim kurumlarında görülmeye başlandığı bu yıllardan itibaren başörtüsü yasakları da gündeme gelmeye başlamıştır.

12 Mart muhtırasının ardından başörtüsü yasağıyla ilgili somut örnekler artmakla birlikte özellikle 12 Eylül 1980’de yapılan askeri darbeyi takip eden yıllar boyunca ülke gündeminden başörtüsü ve başörtülü öğrenci tartışmaları eksik olmadı. 12 Eylül darbesinden sonraki yıllarda batı kültürünün bütün veçhelerinde yaşanan bir dönüm noktasının işaretleri bu ülkede genç kızların ve kadınların başörtülerinde dile geldi(1).

Başörtüsü probleminin tekrar yoğun olarak gündemimize girmesi darbeler tarihinin son halkası olan 28 Şubat 1997 askeri müdahalesiyle birlikte olmuştur. 28 Şubat rejimin militer renginin koyulaştığı ve bu koyuluğun süreklilik ve meşruiyet kazanmaya çalıştığı genelde islami kesimin özelde ise başörtülü öğrencilerin artan baskılara maruz kaldığı bir süreçtir(2). Bu süreçle birlikte yükseköğretim kurumlarında başörtüsü yasağı hızla uygulanmaya başlanmış ve 2002 yılı itibariyle yasağın uygulanmadığı hiçbir üniversite kalmamıştır.

(1) Cihan Aktaş, Tesettür ve Toplum.
(2) Ali Bayramoğlu, 28 Şubat Bir Müdahelenin Güncesi.


Berika 05-11-2008 12:34

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
12 Eylül Öncesi Yasaklar


İnönü dönemi, dini alana yönelik sınırlamalarla ve dindarlara yöneltilen akıl almaz baskılarla hafızalara kazınmıştır. Milli Şef’in döneminde idarenin ve hükümetin faaliyetlerine karşı en ufak bir tenkit yapılamıyordu. Göstermelik seçimleri, basın ve yayın organları üzerindeki sıkı denetimi, din, dil ve eğitim gibi alanlarda halka rağmenci ve dayatmacı icraatlarıyla bu yönetim, 1950’ye doğru halkta giderek somutlaşan bir muhalefeti kaçınılmaz kılmıştı.

Türk toplumu da geleneksel düzenin köklü ve kapalı bağlılığından, serbest hareket eden ve devlet idaresine katılan modern topluluma geçiş dönemine girmiştir. Şehirleşmenin artması, ulaşım kolaylıkları, okur-yazar oranındaki artış bu geçişi hızlandıran unsurlar olmuştur.

İç politikanın değişen şartları ve dengesi, halkın gösterdiği belirgin tepki 1945 yılına doğru CHP’nin dini konulardaki tutumunu yeniden gözden geçirmesini zorunlu kılmıştır. Bunların sonucunda 1945 yılında iktidar partisi içinde ilk kez dini problemler etrafında bir tartışma yaşanmıştır. Sonuç olarak Halk Partisi Divanı, dini taleplerin yerine getirilmesinin Cumhuriyetin “vicdan hürriyeti ve laiklik prensiplerinin” zedelenmemesi şartıyla mümkün olabileceğine karar vermiştir. Bunu takiben, 1947 Temmuzu’nda “Özel Din Öğrenimi Ana Hatları” kabul edilmiş ve bir bildiriyle halka duyurulmuştur. Böylece Demokrat Parti iktidarına giden yolda tek parti yönetimi göreli de olsa halkın dini duyarlılığına karşı yumuşama sinyalleri vermiştir. Bu yumuşamada ülkede yükselen dini canlanmaya karşı siyasal bir oportünizmin etkisi vardır.

1950’ye doğru kadınlar ülkenin sosyal ve kültürel hayatında önemli roller üstlenmiş gözükmüyorlardı. Kadınlar içinden sivrilenler ise çoğunlukla seçkin çevredendiler. Toplumun çoğunluğunu oluşturan kesimlerde ise değerler kargaşası giderek daha çok kendisini hissettirmekteydi. Çünkü oluşturulmaya çalışılan “ulusal kadın modeli” kadınlar arasında daha somutluk kazanabilmiş değildi(1)

. 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti’nin kurulmasıyla Türkiye yeni bir döneme girmiştir. DP 1950 yılında tek partili dönemin icraatlarına yönelttiği popülist sorgulama sonucu geniş kapsamlı bir koalisyonun(2) desteğini kazanarak ezici bir çoğunlukla meclise girdi.

Demokrat Parti 1950 seçimlerindeki başarısını büyük ölçüde dinsel duyarlılıkları örselenmiş kitlelerin nabzını iyi tutmuş olmaya borçluydu. Denilebilir ki, DP belli bir esneklikle yaklaştığı Müslüman kitleyi belli kalıplar halinde kendi oy tabanına yerleştirerek sisteme entegre etme işlemini üstlenmiştir.

Nitekim dindar kesimin beklentilerini iyi bilen Adnan Menderes 16 Haziran 1950’de Meclis’ten dini meselelerle ilgili bir dizi yasayı çıkartmıştır. Artık ezan Arapça okunabilecek, radyoda haftada üç kez Kur’an-ı Kerim okunacaktır. Okullarda din eğitiminin verilmesine başlanmış, ayrıca İmam Hatip Okulları, Yüksek İslam Enstitüleri açılmaya başlanmıştır. Demokrat Parti iktidarının sağladığı demokratik ortamda müslümanlar kendilerini ifade etme bakımından az da olsa rahatlamışlardır. Özellikle küçük kentlerde ve kırsal kesimde tesettüre riayette görülen artış basın ve muhalefetin iktidarı sıkıştırması için önemli bir malzeme olmuştur. Ancak örtü karşıtlığının yalnızca CHP’liler tarafından ve muhalefette sürdürüldüğünü düşünmek hata olur. Çünkü Halk Partisi yanlısı basın organları dışında hükümeti destekleyen bir kısım basın organında da başörtüsü, çarşaf ve genel olarak tesettür düşmanlığının yapıldığı çeşitli haber ve yorumlar yer almıştır(3).

Bir grup albay ve daha alt rütbeli subayların gerçekleştirdiği 27 Mayıs 1960 Darbesi Cumhuriyet tarihinde “1960 Demokrasisi” denilebilecek yeni bir dönem başlatmış; Türkiye’de siyasetin olağandışı gücü ordu ise bu darbeyle sahnede yerini alırken daha sonra da rejimin kilit noktalarını elinde tutmanın hep bir yolunu aramıştır(4)

1960 Askeri Darbesi gerçekleştikten sonra çeşitli basın-yayın organlarının Milli Birlik Komitesi’nin “irtica”ya yönelik dikkatlerini zinde tutmak için yayınlarını yoğunlaştırırken, Komite Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel’in bir gazeteye verdiği mülakatta sorulan sorulara aşağıdaki cevapları vermişti:

“- Dini istismar edenlere verilen tavizler için ne diyorsunuz?”
“- Buna artık asla meydan vermeyeceğiz. Anayasa projesini hazırlayan profesörlere vazife verirken mutlaka din istismarını önleyici hükümler koymalarını bilhassa rica ettim.” “- Ya çarşaf?”
“- Çarşaf Türk kadını için bir yüz karasıdır. Türk kadının güzel yüzünü saklaması için bir alın karası bulunduğunu sanmıyorum. Dünya önüne temiz yüzü ile çıkmak onun hakkıdır... Çarşafın namus ile de alakası yoktur.” (5)

Bu sırada çarşaf giyilmesini yasaklayan bir takım yerel önlemler de alınmıştır. Bu yasaklamalar küçük ve orta büyüklükteki kırsal yerleşim bölgelerinde protestolara yol açmıştır.

Türkiye’de ki tesettür karşıtı somut olayların ortaya çıkmaya ve giderek artmaya başladığı yıllar (60’ların sonu ve 70’li yıllar) ülkedeki siyasal konjonktürün yanısıra dünyada da dine dönüş hareketinin başladığı yıllardır.

Gerek dışarıdan “demokratikleşme” konusunda gelen baskıların, gerekse ülke içinde yükselen muhalefeti yumuşatma gibi kaygıların değiştirir gibi olduğu Türkiye atmosferinde İslami yayıncılık adına bir takım yayın faaliyetlerinin başladığı görülmektedir. Bunlar; Sebil-ür Reşat, Hür Adam, Fetih, İslam Selamet, İslam Dünyası, İslam’ın Nuru, Ehli Sünnet ve özellikle 1950’den sonra Büyük Doğu dergileridir.

Bu dergiler baz alınarak bir değerlendirme yapıldığında bu dönemde batıcı basının ve gerekse bir takım yöneticinin ve derneğin tesettürle mücadeleyi sürdürmelerine karşılık İslami çıkışlı yayınlarda bu konunun yeterli bir ağırlık taşımamış olması ilginçtir. Tesettüre değinilen birkaç yazıda ise bu konu, İkinci Meşrutiyet islamcılarının tartışmalarının bile çok gerisinde kalarak işlenmiştir. Denilebilir ki, tesettür ve kadın gibi konular bu dönem yayıncılığında pratikte pek ilgilenilmeyen soyut bir üslupla ele alınmış ve bu yerleşerek, İslami yayınlarda ileriki yıllarda daha da belirginlik kazanacak bir yayıncılık anlayışına başlangıç teşkil etmiştir.

Müslüman kadınların kılık-kıyafetleri etrafındaki tartışmalar, üniversitelerde başörtüsünün somut olarak görüldüğü ve artmaya başladığı 1968 yılında yeni bir boyut kazanmıştır. Bu yılın başlarında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne devam eden Hatice Babacan adlı öğrenci, başını örttüğünde, Fakülte idaresi ve bazı öğretim üyeleri Babacan’ın “tarikatlar tarafından yönlendirildiğini ve başka amaçlar için örtündüğünü” söyleyerek, başörtülü olarak derslere devamına karşı çıkmışlardır.

1969 Şubat’ında bir kasabada lise müdürü ve devletten yana tavır takınan bazı sol görüşlü öğretmenlerin okula tesettüre uygun giyinerek gelen kız öğrencilerin başörtülerini ve mantolarını parça parça edip onları okuldan kovuşları, kasaba ahalisinin büyük bir üzüntü içinde saldırgan müdürü ve öğretmenleri protesto etmelerine neden olmuştur.

Bu tür olaylar kız öğrenci almaya başlayan İmam Hatip Liseleri’nde de görülüyordu. 26 Ocak 1971’de Isparta İmam Hatip Okulu’nda Matematik öğretmeninin okul bahçesinde gördüğü tesettürlü öğrencinin başörtüsünü çekip yırtması, bu olaylardan yalnızca biriydi. İşin en ilginç yanıysa bu olay üzerine bir konuşma yapan Isparta Müftüsü’nün “Bu asırda da başörtülü talebe mi olurmuş?” diye beyanat vermesiydi.

Başörtüsüne karşı yürütülen kampanya sadece okullarda devam etmiyordu. Eğitim kurumları dışında günlük hayatta da başörtülü insanlar büyük sıkıntılara maruz kalıyorlardı. Konya’da, Mevlana ve Şems-i Tebrizi’yi ziyaret amacıyla Ankara Üniversitesi’nden gelen genç kızların ve Kur’an Kursu talebelerinin, kızların topuklarına kadar uzun başörtüleri gerekçe gösterilerek “ Kıyafet Kanunu”na aykırılık iddiasıyla polis tarafından tutuklanmışlar; ancak, savcılık tarafından serbest bırakılmışlardır.

(1) Z.Korkutata, Türk Modernleşmesi ve Tesettür.
(2) İlkay Sunar, Demokrat Parti ve Popülizm
(3) DP yanlısı Zafer Dergisi.
(4) H. Özdemir, Siyasal Tarih.
(5) Z.Korkutata, Türk Modernleşmesi ve Tesettür.

Berika 05-11-2008 12:35

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
12 Eylül'lü Yıllar

1980 askeri müdahalesi ile Türk toplumu politikadan arınma sürecine sokuldu. Bu süreçte devlet toplumun hemen her alanını totaliter bir biçimde kontrol altına aldı. Üç yıl sonra, 1983 genel seçimleriyle Türkiye’de tüm ana politik akımlar, devletin toplumdaki yerinin ne olması gerektiğini yoğun bir şekilde tartışmaya başladılar. Bu tartışmaların ortak noktası, devletin topluma müdahalesiydi. Aslında daha geniş çerçevede tartışılan, neden doğu toplumlarında devletin toplumun üstünde baskıcı bir konuma sahip olduğu idi. Tartışmaların işaret ettiği sonuç şuydu: doğu toplumlarının temel sorunu, bireyi devlet gücü karşısında koruyacak mekanizmaların ve yapıların, yani sivil toplumun olmamasıydı.

12 Eylül yönetimi, 1982 yılında yeni Anayasayı kabul ettirip, aynı oylama ile darbenin lideri Kenan Evren’i Cumhurbaşkanı seçtirdikten sonra, artık ülkenin yeni seçimlere götürülmesine karar vermişti. 6 Kasım 1983 yılındaki genel seçimleri, Turgut Özal yüzde 45 oy ile 211 milletvekili çıkartarak kazandı. Türkiye bir müdahalenin ardından “Özal’lı yıllar” olarak anılacak yeni bir döneme girdi. Bu dönemde liberal politikalar uygulanmaya başlandı. Sivil toplum, serbest piyasa ekonomisi gibi kavramlar 1980’ler Türkiye’sinin siyasal düzeninde yeni bir sayfa açıyordu. .

Türk modernleşme projesi boyunca, kamusal alan devletin yakın ve sıkı denetimi altındaydı. Bu denetim Cumhuriyet’in ilk yıllarında, özellikle 1923’ten 1946’ya kadar süren tek parti döneminde çok katı bir şekildeyken, çoğulcu demokrasiye geçiş dönemi olan 1950’lerden itibaren dereceli olarak yumuşamıştır. 1923 sonrası yeni dönemde kamusal alan devletten bağımsızlaşarak cumhuriyetçi kamusal alan projesinin milli, laik ve homojen doğasına başkaldıran sivil toplum hareketlerinin birbirleriyle yarıştıkları bir alan haline gelmiştir. Bu çerçevede Müslüman kız öğrencilerin üniversitedeki derslere başörtülü olarak katılma talepleri laik seçkinler tarafından kendilerine ait olan kamusal alanın ihlali olarak algılanmış, bir meydan okuma olarak kabul edilmiştir(1). .

Bu gelişmelere karşı eleştirel olarak beliren kemalist-laik gruplar ve dinsel imgelere karşı daha hoşgörülü olanlar arasındaki tartışma ve çatışmaların 1990 Türkiye’sinde yeniden kutuplaşmış siyasal bölünmeleri temsil ettiklerine, Kadıoğlu dikkat çekmektedir. Kadıoğlu’na göre “laikçi batılılaşmacılar, giderek artan bir oranda M. Kemal Atatürk’ün imajını metalaştırırken, dinci gruplar çökmekte olan Batı kültürüne karşı çıkışlarını vurgulamaktadır.”(2) .

(1) Nilüfer Göle, İslamın Yeni Kamusal Yüzleri.
(2) A.Kadıoğlu, Cumhuriyet İradesi Demokrasi Mücadelesi.

Berika 05-11-2008 12:36

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
28 Şubat

Ne yazık ki, 28 Şubat 1997 tarihinde yapılan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında alınan kararlar, bu ara dönemi sona erdirdi ve bir çok konuda olduğu gibi başörtüsü konusunda da "topyekün savaş"ın başlamasına neden oldu. MGK'nın "Kıyafet Kanunu'na aykırı olarak ortaya çıkan uygulamalara kesinlikle mani olunmalı" şeklindeki "tavsiyesi"ni dönemin hükümetinden önce üzerine vazife edinen YÖK, ANASOL-D Hükümetinin kurulmasıyla birlikte de yasakçı tavrını genelgeler aracılığıyla tüm üniversite rektörlerine ileterek başörtüsü yasağının tavizsiz uygulanacağını vurguladı.

YÖK’ün kronikleşen baskıcı tutumu hiçbir dönemde bugünkü kadar ağırlaşmamıştır. Bunun temel nedeninin, 28 Şubat muhtırası ile yeniden içine girdiğimiz ara rejim süreci olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. Ancak şimdiki başkanının, yaşanan acıları daha da şiddetlendirmek için özel bir çaba içinde olduğu, hatta kendisinden istenenin ötesinde bir şevkle "çalıştığı" da gerçeğin diğer bir boyutu... 24 Aralık 1995 seçimlerine milletvekili adayı olarak katılma kararı alan Sağlam, veda amacıyla ziyaret ettiği Demirel'e, rivayete göre, Prof. Dr. Kemal Gürüz'ün dışındaki herhangi bir rektörü (o tarihte Gürüz Karadeniz Teknik Üniversitesi Rektörü idi) YÖK başkanlığına atayabileceği yönünde tavsiyede bulunmuş, ancak Demirel Gürüz'de karar kılmıştır. İçinde bulunduğumuz dönemin ve Gürüz'ün KTÜ'deki baskıcı uygulamalarının, Demirel’in bu seçiminde önemli bir kriter olmuş olabilir. Ancak bugün herkes kabul etmektedir ki, tartışmalı Anayasal kurumlar arasında yer alan YÖK'ün meşruiyeti, hiçbir dönem Gürüz dönemindeki kadar yoğun bir şekilde tartışılmamıştır.(1)

28 Şubat süreciyle birlikte YÖK'e yükseköğretim camiasında “politbüro” yetkisi kazandıran Kemal Gürüz, işe başörtüsü yasağıyla başladı. Şubat 98'de toplanan YÖK Genel Kurulu, "kılık kıyafet genelgesi"ne göre başörtülü öğrencilerin üniversitelere sokulmaması konusunda tüm rektörleri uyardı. YÖK'ün bu kararına en hızlı destek İstanbul Üniveritesi (İÜ) Rektörü Kemal Alemdaroğlu'ndan geldi. Önceleri başörtüsü, saç, sakal, küpe ve kot pantolonluları boğmaya çalışan Alemdaroğlu, Mart 98'de hedef tahtasına sadece başörtülüleri koydu. Üniversite dekanlarını toplayan Alemdaroğlu, "Türban yasağını uygulamak için gerekirse bilime ara verin" şeklindeki tarihi olmakla birlikte utanç verici talimatını verdi. Alemdaroğlu'nun bu "çıkışı"nın, 13 Mart 1998 tarihli Rektörler Komitesi toplantısından önce verilen "irtica birifingi"nin hemen akabine denk gelmesi hayli anlamlıdır. MGK'nın sivil giyimli üç uzmanından brifing alan rektörlerin, toplantı sonrasında yayınladıkları bildiride üniversitelere başörtülü olarak gelmenin suç olduğunu vurgulamaları, "irtica birifingi"ni hayli içselleştirdiklerinin işaretidir.

Alemdaroğlu'nun talimatından sonra yaşanan olayları değerlendiren YÖK Başkanı Kemal Gürüz "kılık kıyafet konusunda biz söyleyeceğimiz her şeyi söyledik." dedikten sonra mütekebbir bir komutan edasıyla "Bu söylediklerimiz uygulanacak" demekten de geri durmadı. Bunun üzerine rektörler tarafından fakülte dekanlıklarına gönderilen bir yazı ile başörtülü ve sakallı öğrencilerin fişlenmesi ve ilgili yazıda öğrencilerin kılık-kıyafetlerini içeren bilgilerin en geç Mayıs ayı ortasına kadar rektörlüklere bildirilmesi istendi.


Berika 05-11-2008 12:57

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ -2-

Yasakçı uygulamalardan yönetim kadrolarındaki öğretim görevlileri de paylarına düşeni aldılar. YÖK'ün başörtüsü yasağına "uygulama alanı" olarak seçtiği İÜ'de rektör Alemdaroğlu'nun, yasağın uygulanabilmesi için yetkilerini gasbettiği bir dekanla 3 bölüm başkanı görevlerinden istifa etmek zorunda kaldılar. Ayrıca, öğretim üyelerinden ve yöneticilerden, yasağın üniversite genelinde eksiksiz uygulanmasını isteyen Alemdaroğlu'nu eleştiren Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Biyofizik Bölümü Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Şefik Dursun’un görevine derhal son verildi.

Yasaklar karşısında artan tepkilere, dönem sonu olmasına rağmen YÖK'ün cevabı, okuldan ihraç tehdidi oldu. Öğrenci Disiplin Yönetmeliğinde bir değişiklik yaparak okuldan atılma hallerinin kapsamını genişleten YÖK, üniversite içinde veya dışında herhangi bir eyleme katılan öğrencinin tespiti durumunda, rektör ve yardımcısının başkanlığında oluşturulacak kurulun, öğrencinin ihracına karar verebileceği yönünde bir uygulama başlattı. Herhangi bir hak ihlali veya talebin dile getirilmesi noktasında, anayasal bir hak olan ve sivil itaatsizlik kapsamında değerlendirilen şiddet içermeyen gösterilerin, öğrenciler adına okuldan ihraç gerekçesi yapılması da hiçbir "resmi" tepkiye yol açmadı.

Yeni kayıt döneminde tüm dünya, Alemdaroğlu'nun insanı hayrete düşüren bir operasyonuna daha tanık oldu; işkence odaları ya da savunucularının ifadesiyle "ikna" odaları. Birçok kimse İÜ yönetiminin bu uygulamasının Hitler faşizmini andırdığını belirttiyse de, başörtülü öğrencilerin psikolojik işkence odalarında "hesaba" çekilmelerine devam edildi. Bu odalara alınıp “ikna edilmeye çalışanlar”a karşı önyargılı olan basın mensupları ve akademisyenlerle, bazı çevrelerin tepkisinden korkan siyasiler, bu odalarda işlenen insanlık suçunu görmezden gelmeyi tercih ettiler. Alemdaroğlu, binlerce öğrenciyi "ikna" etmeyi başardı, ancak hiç kimse rektörü ve YÖK başkanını "zulümle abad olunamayacağı" konusunda ikna edemedi. Sonuçta, İÜ'yü yeni kazanan ya da devam eden başörtülü hiçbir öğrencinin kaydı yapılmadı. Diğer üniversitelerin İÜ kadar "gerçekçi" olamadığını gözlemleyen YÖK, kayıt döneminde okula kaydını yaptıran fakat başörtülü oldukları için kimlikleri verilmeyen öğrencilerin kayıtlarının silinmesi için yazı göndermekte gecikmedi.

Aralık 98'de toplanan YÖK Yürütme Kurulu, 1998 Üniversite Giriş Sınavı başvurularında, başörtülü fotoğrafı kabul etmeme kararını genişleterek, ÖSYM'nin yükseköğretim kurumlarına öğrenci alımıyla ilgili olarak yaptığı bütün sınavların başvurularında "başörtüsüz fotoğraf" koşulunu aramaya başladı. Toplantıda ayrıca, Lisansüstü Eğitim Sınavı (LES), Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS), Yabancı Öğrenciler Sınavı’nda (YÖS) da başı açık fotoğraf koşulu getirildi. Bursa'da yapılan Rektörler Komitesi ve Üniversitelerarası Kurul toplantısında da, başörtüsü takan öğrencilerin bir an önce cezalandırılmaları istendi. Bu talebe bağlı olarak öğrencilere toplu disiplin cezalarının verilmesi gündeme gelirken, YÖK Başkanı Kemal Gürüz, rektörlerden 1999 yılında başörtülü öğrenci kalmamasını istedi.

YÖK'ün 1998 yılı raporu açıklandığında, "öğrenim özgürlüğünü biçme operasyonu" resmi rakamlarla bir kez daha gözler önüne serildi. Rapora göre 1998 yılında kılık-kıyafet genelgesine (başörtüsü yasağı olarak okunmalı) uymadığı gerekçesiyle 101'i bir veya iki yarıyıl olmak üzere toplam 637 öğrenci okuldan uzaklaştırıldı. 1579 öğrenciye uyarı, 1017 öğrenciye de kınama cezası verildi. Halen 1006 öğrenci hakkında soruşturma devam ederken (bunlara 1999 yılı içerisinde çeşitli cezalar verildi), üniversitelerde disiplin yönetmeliğine aykırı davrandığı gerekçesiyle de 25 öğretim görevlisi ve idari personel, üniversite öğretim üyeliği mesleğinden veya kamu görevinden çıkarıldı. 91 üniversite görevlisine aylıktan kesme, 140'ına kınama, 216'sına uyarma, 9'una da kademe ilerleme cezası verildi. Disiplin yönetmeliğine aykırı davrandığı gerekçesiyle 57 üniversite personeli hakkında açılan soruşturma da 1999 yılına sarktı

Berika 05-11-2008 12:57

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
YÖK Genel Kurulu'nun 1999 Şubat’ındaki toplantısında konuşan YÖK Başkanı Kemal Gürüz, kılık kıyafet uygulamasından ödün verilmeyeceğini vurgulayarak “Bu konuda büyük başarı sağlandı. Türbanlı öğrenciler aydınlatıldı ve aydınlatılmaya devam edilecek. Kararlığımız devam edecektir. Bu bir defalık birey değildir.” diyerek "aydınlanma" nın yolunun yasaklamalardan geçtiğini, "bilimsel" olarak açıklamış oldu. Ancak emri altındakiler (en azından bir kısmı) konuya hiç de böyle yaklaşmıyorlardı. Yozgat Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Yunus Akçamur, başörtüsü mağduru bir öğrencisinin hakkında açtığı davanın duruşmasında, yasağın YÖK’ten kaynaklandığını, YÖK denetçilerinin defalarca kontroller yaptıklarını ve YÖK’ün konunun üzerinde hassasiyetle gitmesi sebebiyle kendisinin de YÖK’ün talimatlarını yerine getirmek zorunda kaldığını söylüyordu.

YÖK’ün yasakları her geçen gün genişliyordu. Belli bir süre sonra YÖK'ün başörtüsü konusunda sürdürdüğü avdan, Açık Öğretim Fakültesi’nde (AÖF) okuyan öğrenciler de nasiplenmeye başladılar. AÖF Rektörlüğü tarafından öğrencilere gönderilen bir yazıda, 13-14 Mart 1999 tarihlerinde yapılan ara sınavlara başörtülü olarak katılan öğrencilerin tespit edildiği belirtilerek, “Bundan sonraki sınavlara veya akademik danışmanlık hizmetlerine başörtülü olarak girmemeniz gerekmektedir, aksi takdirde Disiplin Yönetmeliği uyarınca hakkınızda disiplin soruşturması açılacaktır.” ifadesine yer verildi. Haziran 1999'da yapılan AÖF sınavından başlayarak başörtülü öğrenciler sınavlara alınmamaya başlandı.

YÖK "bilimsel adalet"inin sınırlarını her geçen gün artırmaya devam etti. Üniversiteye girişte alan sınırlaması uygulamasına gidilerek özelde İmam Hatip Liseleri, genelde tüm meslek lisesi mezunlarının sadece kendi branşlarını seçmek zorunda bırakıldılar. Bu okullarda okuyan öğrenciler, yeni sisteme göre kendi branşlarının dışında her hangi bir fakülteyi seçmeleri halinde, yaklaşık 24 puanı yok saymak durumunda kalacaklardı. Her 1 puan dilimi içinde binlerce kişinin olduğunu düşünürsek yapılan uygulamanın ne kadar haksız olduğu daha rahat görülebilir. İmam Hatip Lisesi mezunlarının önünü kesme uygulamaları bununla da sınırlı kalmadı. Özellikle Sosyal Bilimler alanında eğitim veren hukuk ve siyasal gibi "devlet kademesindeki işlevsel" fakülteleri tercih eden İHL'liler için bir sürpriz daha yapıldı: Hukuk, Siyasal Bilgiler, İletişim gibi Türkçe-Sosyal ve Sosyal puanlarıyla öğrenci alan fakültelere giriş, Matematik ve Türkçe puan ağırlığı olan Eşit Ağırlıklı puan türüne çevrildi.

Bu iki uygulamayla hiçbir İHL'linin kendi branşı(?) dışında herhangi bir fakülteyi kazanma şansı kalmadı. YÖK'ün bu operasyonundan İlahiyat Fakülteleri de paylarına düşeni aldılar. Bazı İlahiyat Fakülteleri ile meslek yüksek okullarını kaldırma kararı alan YÖK, İlahiyat kontenjanlarına da sınırlama getirdi.

YÖK'ün, Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği'nde Kasım 98'de yaptığı değişiklik, "tehlike"nin artık herkesin kapısını çalabileceğini bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyordu. Çünkü câri hukuk sisteminde, her yöne çekilebilen ne kadar yasal düzenleme varsa, yeni düzenlemeyle hepsi, öğretim üyelerini üniversiteden daha kolay atabilmek için YÖK’e kazandırılmıştı. YÖK'ün 1402'likleri aratan bu düzenlemesine toplumun her kesiminden bir hayli tepki geldi, ancak YÖK, "yok öyle" dercesine zorbalığını sürdürdü. Bunun üzerine genelgenin iptali için harekete geçen öğretim görevlileri Danıştay’a beş ayda yaklaşık 900 dava açarak genelgenin akademik özgürlüğü ortadan kaldırdığını dile getirdiler. "Devletin ideolojisi"ni "korumak ve kollamak" gibi anakronik bir işlev üslenen YÖK ise, her geçen gün mağdur sayısını artırdı. Onbinlerce öğrenci bir yana, YÖK'ün son birkaç yıl içinde doğrudan ve dolaylı (YÖK'ten cesaret alan Alemdaroğlunun uygulamaları) olarak bir çok akademisyen mağdur edildi.

10.01.2001 tarihine geldiğimizde ise yasak Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde de uygulanmaya başlanmıştı. Zekeriya Beyaz göreve gelir gelmez fakültenin akademik sorunlarını çözmek için kafa yoracağına, İlahiyat Fakültesi’nde okuyan başörtülü kızları nasıl kampuse sokmam diye düşünmeye başladı. Yaklaşık 1500 kız öğrenci bugüne kadar başörtülü olarak devam ettikleri okullarına bir sabah -10 Ocak sabahı- geldiklerinde kampüs girişinde bekleyen polis kuvvetlerince okullarına alınmadılar. 1100 erkek öğrenci ise arkadaşlarına yapılan bu uygulamanın hukuka aykırı ve insan hakları ihlali olduğunu belirterek ; bu uygulamaya son verilene kadar kız öğrencilere destek vermeye devam edeceklerini belirterek okula girmediler.

2000-2001 öğretim yılından itibaren başörtüsü yasağı İmam Hatip Liseleri’nde de uygulanmaya başlandı. Daha önce okul idaresi tarafından mecburi tutulan, renk ve şekildeki başörtüsü okul idaresinin belirlediği aksi bir uygulama ile yasaklandı. 2001 yılı içerisinde başta İstanbul'da olmak üzere Türkiye'nin hemen hemen her yerindeki İHL'lerde başörtüsü yasağı ile ilgili sorunlar yaşandı. Bazı okullarda öğrenciler uzun süre okul kapısından içeri alınmadılar. Başlarını açmak istemeyen öğrencilere ise ağır disiplin cezaları verildi.

İstanbul'da Gaziosmanpaşa Kazım Karabekir, Güngören, Bakırköy, Üsküdar, Eyüp, Beykoz, Ümraniye ve Kartal İmam Hatip Liselerinde kız öğrencilerin başını açmaları için çeşitli baskılar yapıldı. Çok sayıda öğrenci, uyarma, kınama, okuldan uzaklaştırma ve okuldan tasdikname ile uzaklaştırma gibi cezalara çarptırıldı. Ödül ve Disiplin yönetmeliğine göre başörtüsü sebebiyle verilebilecek en ağır ceza "uyarma" cezası olduğu halde cezaların hemen hepsi yönetmelik hükümlerine aykırı bir biçimde, sırf cezalandırmak amacıyla verildi.

(1) Ömer Ekşi, YÖK’ün Yokettikleri.

Berika 05-11-2008 12:58

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
YÖK: Darbenin Üniversitelere Mirası

12 Eylül darbesini gerçekleştirenler darbe öncesi şiddet olaylarında günah keçisi olarak gördükleri üniversiteleri “yüksek öğretim konusunda aksaklıkları gidermek amacıyla” YÖK’ün vesayeti altına verdi. Bilindiği gibi kanuna göre "milli eğitim sistemi içinde, ortaöğretime dayalı, en az dört yarı yılı kapsayan her kademedeki eğitim-öğretimin tümü" demek olan yükseköğretimden Yükseköğretim Kurulu (YÖK) sorumlu bulunmaktadır. 12 Eylül Askeri Konseyi'nin, Danışma Meclisi'ni de devre dışı bırakarak 6 Kasım 1981'de 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nu çıkarmasının ardından yine Askeri Konsey'in emriyle bir grup "akademisyen"e kurdurulan YÖK'ün yetkileri, 20 Nisan 1982 tarih ve 2653 sayılı yasayla, Yükseköğretim Kanunu'nda yapılan değişikliklerle iyice genişletilmiştir. Daha sonra bununla da yetinilmeyerek, 1982 Anayasası'nın 130, 131 ve 132. maddelerine YÖK'ün ilkeleri konulmak suretiyle YÖK'e "Anayasal kurum" olma vasfı kazandırılmıştır. İlk günden beri "12 Eylül askeri darbesinin üniversitelere mirası" olarak değerlendirilen Yükseköğretim Kurulu, bugün, 7'si Cumhurbaşkanı, 7'si Bakanlar Kurulu, 7'si Üniversitelerarası Kurul ve 1'i de Genelkurmay Başkanlığı kontenjanından olmak üzere toplam 22 üyeden oluşmaktadır. Kendi içinde, "Genel Kurul" ve "Yürütme Kurulu" diye adlandırılan iki ana organ aracılığıyla çalışmalarını yürüten YÖK, bunlara ek olarak, Mayıs 1998'de, 28 Şubat sürecinde üstlendiği misyonun gereği olarak, üniversite öğrencilerinin taleplerini boğmak, kışla genelgesi olarak tanımlanan ve başörtülü öğrencileri tasfiyeyi içeren “Kılık Kıyafet Yönetmeliği’ne uymayanları cezalandırmak amacıyla “Soruşturma Kurulları” oluşturulmasına karar vermiştir(1)

12 Eylül’den hemen sonra 20 Aralık 1980’de kurulan YÖK, daha kuruluşunun ilk yıllarında özgürlükleri kısıtlayan bir genelge yayınlamıştı. Bu genelgeye göre; erkek öğrenciler dudak kenarını aşmayan bıyık, kravat, temiz ve ütülü giysilerle okula gidebilecekler, kışın çok soğuk günlerde kazak, yazın sıcak günlerde ise gömlek giyecekler ve bu günlerde kravat takmayabileceklerdi. Genelgede kız öğrencilerin temiz, ütülü etek, aşırı renkte olmayan topuklu ayakkabılar ve gösterişsiz çizmelerle ve başları açık olarak okula gelmeleri belirtiliyordu. İlahiyat fakültesinde ise yasak uygulaması şöyleydi: Kız öğrenciler sadece Kur’an derslerinde başlarını örtebilirlerdi. Onun dışındaki derslerde başları açık olmalıydı. YÖK ilahiyat fakülteleri için başörtüsü yerine boynu ve kulakları açıkta bırakan bir türban modeli hazırlatmıştı.(2)

YÖK Genelgesinin uygulanmasına 10 Ocak 1983 yılında geçildi ve sabah okula gelen öğrencilerin kılık-kıyafetleri polis ve okul müstahdemleri tarafından gözden geçirildikten sonra, genelgedeki hususlara uymayanlar kapıdan geri çevrildiler.

YÖK 1984 Mayıs ayında öğrencilerin, çağdaş bir kıyafet saydığı “türban”ı kullanabilecekleri kararını açıkladı. Ancak başörtülü öğrenciler YÖK ün sunduğu bu sadece saçları kapatan ancak tesettürü tam olarak sağlamayan bu modele pek itibar etmedi.

13 Ocak 1985 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan Üniversite Disiplin Yönetmeliği’nin 7. maddesine bir de (h) fıkrası eklendi. Bu fıkrada “Yükseköğretim kurumlarının dershane ve labarotuvar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur.”deniliyordu.

1987 yılı başında YÖK başörtüsü gibi, kendi icadı olan türbanı da yasakladı. Evren’in Adana konuşmasından sonra başörtüsü yasakları daha sert tedbirlerle uygulanmaya başlanmıştı. YÖK’ün Adana’daki rektörler toplantısında başörtüsünün kesinlikle yasaklanacağı kararı çıktı. Bunun üzerine İstanbul Üniversitesi’nde bir grup öğrenci açlık grevine başladı. Pek çok kentte öğrenciler ve halk postane önlerinde uzun kuyruklar oluşturarak yasağı protesto etmek için çeşitli makamlara telgraflar çektiler. İstanbul Üniversitesi’nde başlatılan oturma eylemi ve diğer eylemler ülke çapına yayılınca YÖK 23 Mayıs 1987 tarihinde toplanan YÖK Rektörler Komitesi, aldığı bir kararla yasağın kademeli olarak kalkması gerektiği kararını aldı. İlahiyat fakültelerinde ise yasak kaldırılmıştı.

Alınan bu karara rağmen yasak ve protestolar kimi üniversitelerde devam etmekteydi. Bütün bu gelişmeler olurken beklenmedik bir şekilde mecliste, üzerinde çoktandır çalışılan ve üniversitelerde öğrenci affına yönelik yasa tasarısı görüşülürken, ANAP’lı 60 milletvekilinin önergesi ile üniversitelerde kıyafet serbestisi de yasaya dahil ediliyordu. Böylece başörtülü öğrenciler, yeni yasa ile derslere girebileceklerdi.

Ancak beklenildiği üzere bu yasa tasarısı Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından veto edilerek 30 Kasım 1988’de meclise tekrar gönderildi. Kuşkusuz, yasa tasarısının geri çevrilmesinde “yasa tekniği bakımından bazı çelişkiler” gibi gerekçeler ileri sürülmüş olsa da; vetonun asıl nedeni, açıkça anlaşıldığı gibi üniversitelerde başörtüsünün yasa güvencesinde serbest bırakılacağından duyulan rahatsızlıktı. Kılık-kıyafeti belirleyen özel bir yasa çıkmadığı halde, özellikle başörtüsü gibi bir giyime bir yasayla izin verilmesi kolaylıkla kabul edilemezdi. Bu hoşnutsuzluk yüzünden yasa tasarısına “İnkılap Kanunlarına aykırılık” gibi etkisinden emin olunan eleştiriler getirilmişti. Oysa her şeyden önce, niçin bu ülkede insanların kılık-kıyafet özgürlükleri için yasa güvencesine ihtiyaç duydukları şeklindeki sorunun cevabının verilmesi gerekirdi.

Berika 05-11-2008 12:58

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
Öğrenci affının veto edilmesinin yankıları sürerken, bu yasa tasarısıyla birlikte zor duruma düşen YÖK hemen devreye girmiş ve YÖK Genel Kurulu, disiplin yönetmeliğinde yapılan bir değişiklikle öğrencilerin “dini inanç sebebiyle boyun ve saçlarını başörtüsüyle kapatabilecekleri” kararının alındığı açıklanıyordu ve ekleniyordu: Bizce modern bir türban, çağdaştır. Ancak dikkatlice incelendiğinde görülecektir ki, YÖK, üniversitelerde kılık-kıyafet konusunun yasayla çözülmesi konusundan rahatsız olmuştur. Sorunun yasayla değil de yönetmelikler düzleminde ele alınması, yönetmelikle bugün kaldırılacak bir yasağın uygun bir zamanda yeni bir yönetmelik değişikliği ile yeniden gündeme getirilmesine imkan tanınacaktı. Bir bakıma bu veto, YÖK’e, başörtüsü sorununu kendi denetimi altında tutma zeminini hazırlamıştı.

Bu arada 10 Aralık 1988’de TBMM’den geçirilen Öğrenci Affı Yasası, 24 Aralık’ta Cumhurbaşkanı tarafından bu kez onaylanıyor ve 27 Aralık 1988 tarihli Resmi Gazete’ de yayımlanarak, başörtüsüne yasal bir dayanak oluyordu. Daha sonra 5 Ocak 1989 tarihinde Cumhurbaşkanı Evren, yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurduğunu açıkladı. Anayasa Mahkemesi 7 Mart 1989’da Müslüman kadının en doğal hakkı olan başörtüsü serbestisi için çıkartılan yasayı iptal etti.

Bu iptal kararı üzerine, ülkenin her yanında protestolar başladı. Gösteriler polis zoruyla bastırılmaya çalışılıyordu. Aynı günlerde Anayasa Mahkemesi, başörtüsüne izin veren yasanın iptaline dayanarak, YÖK’e, “üniversitelerde türbanın hemen kaldırılması” yönünde telkinlerde bulunmaya başladı. Anayasa Mahkemesi Başkan vekili bu konuda “Dinsel değil, hukuksal gerekçeler daha önemlidir.”diyordu.

Üniversitelerde başörtüsüne serbestlik getiren kanunun iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin Gerekçeli Kararı, 5 Temmuz 1989’da Resmi Gazete’ de yayımlandı. Bunun üzerine Danıştay da türbana izin veren YÖK Yönetmeliği’nin iptali için 13 öğretim üyesinin yaptığı başvuruyu görüşmek üzere harekete geçti ve 11 Temmuz 1989’da bu hükmü iptal etti.

Ülke çapında eylemler devam ederken 1989 yılının ekim ayında ANAP Lideri ve Başbakan Turgut Özal, Kenan Evren’in görev süresi dolması üzerine, Cumhurbaşkanı seçilmişti.

Berika 05-11-2008 13:01

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
Sonuç


YÖK'ün baskılarına direnen birkaç özel üniversite ve Boğaziçi üniversinde de yasak uygulanmaya başlandı. YÖK, başörtüsü yasağı uygulamayan ya da uygulamakta yetersiz gördüğü üniversiteleri kapatmakla tehdit etti. Fatih Üniversitesi yüzlerce başörtülü öğrenciye disiplin soruşturması açmasına ve bazı öğrencilere ceza vermesine rağmen YÖK tarafından cezalandırıldı.

Başörtüsü yasağının son aşaması olarak İlahiyat Fakültelerinde de başörtüsü yasağı uygulanmaya başladı. İslam Dini üzerine öğretim verilen, Kur’an-ı Kerim okutulan bu okullara da ne yazık ki başörtüsüyle girmek yasaklandı.

Türkiye'de okuma imkanı elinden alınan öğrencilerden bir kısmı büyük masrafları ve zor koşulları göze alarak yurtdışına gitmek zorunda kaldılar. Bunlardan büyük bir kısmı Batı’da Amerika Birleşik Devletleri ve Avusturya, Doğu’da ise Kıbrıs, Suriye ve İran’ı zorunlu olarak mesken tuttular. Ancak 2001 yılında Türkiye'de okuma imkanları ellerinden alınan öğrencilere KKTC'de de öğrenim yasağı geldi. YÖK, Kıbrıs'taki üniversitelere de baskı yaparak başörtüsü yasağını bu ülkeye de yaydı.

Üniversitede başörtüsü yasağına karşı yapılan gösterilere katıldığı tespit edilen kız öğrenciler okullarından atıldılar. Kampüs alanı içerisinde başörtülü olarak bulunanlara uzaklaştırma cezaları verildi. Kayıt yaptırırken peruklu olduğu gerekçesiyle bazı öğrencilerin kaydı yapılmadı.(1)

2001 yılında başörtüsü yasağının kapsamı genişletilerek Öğrenci Seçme Sınavı'na girecek üniversite adaylarına da yasak uygulanmaya başlandı. Başörtülü fotoğraf verenlerin başvurusu kabul edilmedi. Bu sebepten dolayı bir çok başörtülü kız ÖSS sınavına giremedi.

2003 yılı Kasım ayına geldiğimizde ise halkımız kendini “muhafazakar demokrat” olarak tanımlayan, ve bu zulmü çözme vaadiyle oy toplayan Ak Parti’yi tek başına iktidar yaptı. 1983 Anap’ın seçimleri tek başına kazanmasından yirmi yıl sonra ilk defa bir parti diğer partileri tasviye ederek tek başına iktidar oluyordu. Her ne kadar bir çok sosyolog, ve siyaset bilimci Ak Parti’nin başarısını 2002 ekonomik krizine ve yolsuzluklara bağlasa da, Ak Parti’nin zaferindeki en önemli etken halkın 28 Şubat müdahalesine ve dindar insanlara yapılan haksızlıklara verdiği tepkidir.


Başbakan, Meclis Başkanı ve birçok milletvekilinin hanımlarının başörtülü olmalası sebebiyle halkın meclisinde- T.B.M.M.- yapılan resmi davetlere başta Meclis Başkanı’nın eşi olmak üzere diğer milletvekillerinin eşleri T.B.M.M. “kamusal alan” olduğu gerekçe gösterilerek alınmamışlardır.


Yaklaşık olarak bir buçuk yıldır bu parti iktidarda olmasına rağmen yasakların kaldırılmasında veya gevşetilmesine dair dişe dokunur bir iyileşme yaşanmamıştır. Her ne kadar, hükümet acil eylem planları ilan edip, YÖK yasasında ve ÖSS başarı kat sayısı puanında Meslek Liseleri aleyhine yapılan uygulamalarda değişiklik yapmaya çalışsa da her defasında geri adım atmıştır. Ne yazık ki, 2004 yılı itibariyle ülkemizde eğitim kurumlarında ve diğer devlet dairelerinde başörtüsü takma özgürlüğü nâmına hâlâ ciddi bir gelişme yaşanmamıştır.


(1) Mazlumder, Hukuki Yardım Başvuruları 2001 Yılı Değerlendirme Raporu.

Kaynak: Basortum.net

Berika 05-11-2008 13:01

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
TBMM Özgürlüğe 'EVET' DEDİ

Üniversitelerde uygulanan başörtüsü yasağının kaldırılmasını öngören ve AK Parti ile MHP'nin birlikte verdiği Anayasa değişiklik teklifinin ikinci tur oylaması TBMM Genel Kurulu'nda tamamlandı. oturumu TBMM Başkanı Köksal Toptan yönetti.





Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, yükseköğretimde başörtüsünün serbest bırakılmasını öngören 5735 sayılı ''Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun''u onayladı.


Çankaya Köşkü'nden yapılan açıklamada şöyle denildi.

5735 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla ilgili olarak yapılan incelemede, Anayasanın 10'uncu ve 42'nci maddelerine eklenmesi öngörülen hükümlerin, Anayasada zaten var olan hükümleri daha ayrıntılı bir şekilde tavzih ve teyit etmek suretiyle kanun önünde eşitlik ilkesini ve eğitim ve öğrenim hakkını güçlendirmeyi hedeflediği anlaşılmıştır. İncelenen Kanunla yapılan düzenlemeler hukukun genel ilkelerine, Cumhuriyetin temel niteliklerine ve Anayasa değişikliğine ilişkin şekil kurallarına aykırı bulunmamıştır.

Diğer taraftan, anılan Kanun Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde grubu bulunan dört siyasi partiden üçünün desteğine ve milletvekillerinin geniş bir mutabakatına dayalı olarak 411 oyla kabul edilmiştir. Bu, genel seçimlerdeki oyların yaklaşık olarak % 80?ine tekabül etmektedir. Çeşitli kamuoyu araştırmalarında da, sorunun çözümü konusunda genel bir eğilimin ortaya konduğu görülmektedir. Anılan Kanuna ilişkin tartışmalar ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce kabul edilmesinden sonra Cumhurbaşkanlığına iletilen görüşler sebebiyle, Sayın Cumhurbaşkanımız konunun uzmanlarıyla görüşmüş ve konunun her yönüyle değerlendirilmesi için ayrıntılı incelemeler yaptırmıştır.

Ayrıca, sorunun çözümüne yönelik olarak bazı sivil toplum kuruluşlarınca getirilen alternatif öneriler değerlendirilmiştir. Sayın Cumhurbaşkanımız, meselenin Anayasa değişikliğine gerek kalmadan partiler arasında sağlanacak bir mutabakatla çözümü için sivil toplum örgütlerinin başlattıkları iyiniyetli girişimlere fırsat vermek amacıyla bir süre beklemeyi uygun bulmuşlar ve bu girişimlerin sonuçlanmasını beklemişlerdir.

Ancak, kanunların yayımlanması için Anayasanın 89'uncu maddesinde öngörülen süre içinde söz konusu girişimlerden bir sonuç alınamayacağı anlaşılmıştır.

Bu sebeplerle, anılan Kanun Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından Anayasanın 89'uncu ve 104'üncü maddeleri uyarınca yayımlanmak üzere Başbakanlığa gönderilmiştir.

Bununla birlikte, bazı vatandaşlarımızın endişelerinin de anlayışla karşılanmasında ve bu endişeleri giderecek düzenlemelerin hayata geçirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.

Sayın Cumhurbaşkanımız bu kaygıların giderilmesi konusunda azami hassasiyet ve özenin gösterilmesi gereğine inanmaktadır.

Ayrıca, diğer temel hak ve hürriyetleri güçlendirecek düzenlemelere hız kazandırılması ve Avrupa Birliği'ne tam üyelik sürecinin gerektirdiği reformlara öncelik verilmesi de Sayın Cumhurbaşkanımızca gerekli görülmektedir.




BU ZULMÜN GERÇEKTEN (!) EN KISA ZAMANDA SONA ERMESİ DİLEĞİYLE...

sesli34 05-11-2008 13:29

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
gün gelecek başındaki baş örtüye dil uzatanlar

onlarla yüzünü saklayacak

namussuzlara dur denmesi dileyi ile

YavuzSultanSelim 05-11-2008 17:49

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
çok teşekkürler bu bilgileri bizlerle paylaştığınız için

Berika 05-11-2008 19:13

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
Alıntı:

YavuzSultanSelim Nickli Üyeden Alıntı
çok teşekkürler bu bilgileri bizlerle paylaştığınız için


rica ederim....

Meftun 05-11-2008 19:46

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
emeğine sağlık berika

Berika 05-11-2008 19:57

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
Alıntı:

ak_saliha Nickli Üyeden Alıntı
emeğine sağlık berika

ne demek saliha hanım okuyup bişeyler öğrendiyseniz ne mutlu bana

tayyipleyiz 05-11-2008 20:05

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
YÖK' ün vesayetine bırakılan bir başka kurum dahi olsa idi, Oralarda da özerklik adına zulüm olacağı, Zulmün olduğu yerde de; mazlumların, dertlilerin, acı çekenlerin olacağı bir gerçek olsa gerek ... Özerklik "zırhı" altında yapılanların, yapanların yanına kar kalması da ayrı bir vehamet ...

Demek ki; bir zamanlar askeri ideoloji ile bir yerlere getirilen vesayet memurları, vasilrine ihanet bayrağını çekmiş eza adına da ellerinden geleni yapmışlar. Vesayetin vasiliğine güvenmek artık demokratik bir zemine taşınmalı; acı çekenlerin acıları da son bulmalı...

Emeğiniz takdir ve beğeni hakeder nitelikte, teşekkürler ... +1 :)

Demokrat 05-11-2008 20:07

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
ilk basörtüsü magdurlarindan biride Su andaki disisleri bakanimiz Ali Babacinin halasidir...ama bu zulüm ilelebet böyle devam etmeyecektir görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler..

_Yeniden_ 05-11-2008 21:09

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
1950-1960 larda Menderes'in köyden kente göçü hızlandırmasıyla, kent hayatına uyum sağlamak isteyen insanlarda 70 li yıllara kadar kızlarını okutma bilinci yerleşmemişti...Üniversitelerde okuyan tek tük başörtülü kızlar da kimsenin gözüne çarpmıyor, yasakçı ziniyetlerce henüz sorun olarak görülmüyordu...
Önce imam hatip lisesi sayısı arttı....70 li yıllarda bile önce erkeklerin okuması gerektiği düşünülüyordu, ne zaman ki başörtülü kızlar üniversiteleri doldurmaya başladı,
bizim laikçilerin etekleri tutuştu...
Vay efendim bunlar buraları fethederde bize hükmederlerse diyip, yasaklarla önümüzü tıkamaya başladılar...

LüGaT 05-11-2008 21:42

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
Alıntı:

_Yeniden_ Nickli Üyeden Alıntı
1950-1960 larda Menderes'in köyden kente göçü hızlandırmasıyla, kent hayatına uyum sağlamak isteyen insanlarda 70 li yıllara kadar kızlarını okutma bilinci yerleşmemişti...Üniversitelerde okuyan tek tük başörtülü kızlar da kimsenin gözüne çarpmıyor, yasakçı ziniyetlerce henüz sorun olarak görülmüyordu...
Önce imam hatip lisesi sayısı arttı....70 li yıllarda bile önce erkeklerin okuması gerektiği düşünülüyordu, ne zaman ki başörtülü kızlar üniversiteleri doldurmaya başladı,
bizim laikçilerin etekleri tutuştu...
Vay efendim bunlar buraları fethederde bize hükmederlerse diyip, yasaklarla önümüzü tıkamaya başladılar...

Chp'li milletveli çok güzel itiraf etmişti: "Serbest bırakalım da üniversitedeki örtünmeyenlerde mi örtünsün ?"


tayyipleyiz 05-11-2008 21:49

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
İmamhatiplerin artışı bir Demirel politikası idi. Demirel oy için açabildiği kadar açtı, İ.H.L. ni ... Sonra ne yaptı kalktı bunları kendi yapmamış gibi bu kurumların ( YÖK, Üniversite ...) başına zulüm odaklarını da atadı ...

Kulvar değişkliği bu kadar apaçık olabilir ama gizli olan, oy adına din olgusunu kullanırken halkı nasılda kandırabildiği ...
Bir dizi kaos senaryosu, yıllar öncesinden bu kadar mı usatalıkla çizilir, pes yani ... ;)

_Yeniden_ 05-11-2008 22:05

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
Alıntı:

LüGaT Nickli Üyeden Alıntı
Alıntı:

_Yeniden_ Nickli Üyeden Alıntı
1950-1960 larda Menderes'in köyden kente göçü hızlandırmasıyla, kent hayatına uyum sağlamak isteyen insanlarda 70 li yıllara kadar kızlarını okutma bilinci yerleşmemişti...Üniversitelerde okuyan tek tük başörtülü kızlar da kimsenin gözüne çarpmıyor, yasakçı ziniyetlerce henüz sorun olarak görülmüyordu...
Önce imam hatip lisesi sayısı arttı....70 li yıllarda bile önce erkeklerin okuması gerektiği düşünülüyordu, ne zaman ki başörtülü kızlar üniversiteleri doldurmaya başladı,
bizim laikçilerin etekleri tutuştu...
Vay efendim bunlar buraları fethederde bize hükmederlerse diyip, yasaklarla önümüzü tıkamaya başladılar...

Chp'li milletveli çok güzel itiraf etmişti: "Serbest bırakalım da üniversitedeki örtünmeyenlerde mi örtünsün ?"


Nato mermer nato kafa diyoruz işte böylelerine.. :)
Bıraksalar ben bir baskı uygularım...Mahalle baskısı neymiş derler :D

Berika 05-11-2008 23:23

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
Alıntı:

tayyipleyiz Nickli Üyeden Alıntı
İmamhatiplerin artışı bir Demirel politikası idi. Demirel oy için açabildiği kadar açtı, İ.H.L. ni ... Sonra ne yaptı kalktı bunları kendi yapmamış gibi bu kurumların ( YÖK, Üniversite ...) başına zulüm odaklarını da atadı ...

Kulvar değişkliği bu kadar apaçık olabilir ama gizli olan, oy adına din olgusunu kullanırken halkı nasılda kandırabildiği ...
Bir dizi kaos senaryosu, yıllar öncesinden bu kadar mı usatalıkla çizilir, pes yani ... ;)

Bu süreçe Demirelin katkısını(!) bilmiyordum..Ne diyelim yazıklar olsun..Kemal Gürüzü başımıza bela edenlerden de başörtülü milletin vekiline ajan diyenlerden de elbet bir gün hesap sorulur....

EpiVaTeS 05-11-2008 23:27

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
Nato mermer ve nato kafalarla ne anlatsan ne kadar da dil döksen boş...

Hıfz-ı lisan 05-11-2008 23:31

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
İmam Hatip liselerinin artışı sağlanıyor daha sonra bir dönem bütün imamhatip liselerini kapattırılıyor..Ardından cenazede hakkıyla gerekenleri yapacak müsbet kişiler bulunmayınca İmamHatip tekrar açılıyor...bu nasıl bir ikilemdir anlayamadım..

onlara göre bir bez parçası(!) olan Başörtüsünde korkan insanlar haline geldiler yazık.. :(

Berika 05-12-2008 21:42

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
İmam Hatip kronolojisi

1924
Okullarda laik eğitime geçiş kapsamında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu’yla (Eğitim-Öğretimin Birleştirilmesi) birlikte medreseler kapatıldı. Laikliği yeni benimseme aşamasında olan bir toplumda din eğitiminin gerekliliğine inanan Mustafa Kemal Atatürk, medreselerin yerine dört sınıflı 29 adet imam hatip okulu açtı. Bir yıl sonra imam hatip sayısı 26'ya, iki yıl sonra 20'ye, üç yıl sonra da ikiye düştü. 1929-30 öğretim yılında ise son kalan imam hatip okulları da kapatıldı.

1946
Çok partili hayata geçilmesiyle birlikte partilerde oy kaygısı başladı. İslami kesime yakın durmak isteyen liderler, imam hatip liseleri konusunda yumuşamaya başladılar.

1948
CHP, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından imam, hatip, vaiz ve yüksek din okulları açılması için Meclis'e kanun teklifi verdiler. Teklif sonucu imam hatip okulları açılmadı ancak 10 ay süreli imam hatip kursları açıldı.

1949
Yıl başında dönemin iktidar partisi CHP Ankara ve İstanbul'da iki tane imam hatip kursu açtı. Bir süre sonra kurs sayısı sekize çıkartıldı. Din derslerinin eğitim-öğretim müfredatına konulması da bu döneme rastlar. Okulların dördüncü ve beşinci sınıflarında seçmeli olarak okutulmak üzere din eğitimi başladı. CHP'nin önerisi ile Ankara Üniversitesi bünyesinde ilk ilahiyat fakültesi açıldı.

1950
Demokrat Parti iktidara gelmesinin ardından mevcut imam hatip kurslarının yetersiz olduğuna kanaat getirip imam hatip okullarının açılmasını kararlaştırdı. Adana, Ankara, Isparta, İstanbul, Kayseri, Konya ve Kahramanmaraş'ta ilk imam hatip okulları açıldı. 1958 yılında bu okulların sayısı 26'ya, 1969'da 71'e, 1997'de ise 600'e ulaştı.

1951-1959
Demokrat Parti lideri Adnan Menderes, 19 adet imam hatip okulu açtı. 1951 yılında imam hatip okullarının dört yıllık ortaokul ve üç yıllık lise bölümü olmak üzere yedi yıllık bir dönemi kapsaması kararlaştırıldı.

1962-1963
İsmet İnönü döneminde yedi adet imam hatip okulu açıldı.

1965-1971
Süleyman Demirel, 46 adet imam hatip okulu açtı.

1971
Askeri darbenin ardından Necmettin Erbakan başkanlığındaki Milli Selamet Partisi(MSP) ile Bülent Ecevit başkanlığındaki CHP koalisyon ortağı oldu. Ağustos ayında yeni bir düzenlemeyle, imam hatip okullarının dört yıllık orta kısımları kapatıldı. Lise süresi ise üç yıldan dört yıla çıkartılarak meslek lisesi haline dönüştürüldü.

1973-74
1973–74 öğretim yılında CHP-MSP koalisyonu, imam hatip okullarının orta kısımlarını yeniden açtı ve imam hatip liselerine bütün üniversitelere giriş imkanı verdi. 1974 yılında 33 tane imam hatip okulu açıldı.

1974-1975
Bülent Ecevit, 29 adet imam hatip okulu açtı.

1975-1978
Süleyman Demirel, 233 adet imam hatip açtı.

1976
Kız öğrenciler de imam hatip okullarına alınmaya başlandı.

1978-1979
Bülent Ecevit, dört tane imam hatip açılmasını kararlaştırdı.

Berika 05-12-2008 21:43

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
Askeri darbe de İmam Hatip okullarının artış hızını kesemedi

Askeri yönetim, İmam Hatip Lisesi mezunlarına diledikleri üniversiteyi seçme hakkı tanıdı.

1979-1980
Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel döneminde 36 adet İmam Hatip okulu açıldı.

12 Eylül askeri darbesinin ardından 35 tane daha İmam Hatip eğitime başladı.

1982
Askeri yönetim, İmam Hatip Lisesi mezunlarını üniversite sınavında diledikleri fakülteleri tercih etme hakkına kavuşturdu.

1982 Anayasası’nın 24’üncü maddesiyle din eğitimi devlet güvencesi altına alındı.

Seçmeli olarak okutulan din dersleri, ilk ve orta dereceli okullarda zorunlu hale getirildi.

1984-1989
Turgut Özal liderliğindeki ANAP döneminde 90 adet İmam Hatip Lisesi açıldı.

ANAP’ın Özal’dan sonraki lideri Mesut Yılmaz döneminde de 23 adet İmam Hatip Lisesi açıldı.

1990
DSP lideri Bülent Ecevit, CHP’den 23 yıl sonra oturduğu Başbakanlık koltuğunda İmam Hatip okullarının orta kısımlarının kapatılmasını kararlaştırdı.

1990-92
ANAP lideri Mesut Yılmaz, 23 adet İmam Hatip Lisesi açtı.

1992-94
DYP Genel Başkanı Süleyman Demirel, 12 adet daha İmam Hatip açtı. Demirel, tarihin en çok İmam Hatip açan politikacısı oldu.

1994-95
DYP lideri Tansu Çiller döneminde 13 adet İmam Hatip açıldı.

1996-97
Orta kısımları kapatılan İmam Hatip okullarının sayısı düşüşe geçti.

Bu okulların orta kısımlarında 1996-1997 eğitim öğretim yılında 214 bin öğrenci okuyordu.

1997-1998
İmam Hatip lisesi, Anadolu İmam Hatip Lisesi ve çok programlı lise sayısı 609’a ulaştı.

1998 yılında 192 bin 718 öğrenci meslek liselerinde okurken, İmam Hatip Liseleri'nin bu sayı içindeki oranı yüzde 21 idi.

Üniversite giriş sınavında genel lise ve meslek lisesi mezunlarına aynı katsayıların verildiği son yıl olan 1998'de her beş meslek lisesi öğrencisinden biri İmam Hatip Lisesi öğrencisiydi.

2001
Bu dönemde İmam Hatip Liseleri'nin sayısı 600’dü.

2002-03
2001 yılında 600 olan İmam Hatip sayısı 558’e düştü.

2002-2003 öğretim yılında, İmam Hatip sayısı 536’ya düştü. Öğrenci sayısı ise, 64 bin 534'tü.

2004
AKP’nin seçim öncesi ‘katsayı uygulaması değişecek’ vaadinin ardından, İmam Hatip Liseleri'nde okuyan toplam öğrenci sayısı yüzde 35 gibi bir artışla 97 bine ulaştı.

Berika 05-12-2008 21:44

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
İmam Hatip okullarının hükümetlere göre dağılımı






Eğitim-Sen'in verdiği rakamlara göre İmam Hatip okulu açma rekoru Süleyman Demirel'in elinde bulunuyor.

· 1951-1959 / Adnan Menderes / 19 adet

· 1962-1963 / İsmet İnönü / 7 adet

· 1965-1971 / Süleyman Demirel / 46 adet

· 1974-1975 / Bülent Ecevit / 29 adet

· 1975-1978 / Süleyman Demirel / 233 adet

· 1978-1979 / Bülent Ecevit / 4 adet

· 1979-1980 / Süleyman Demirel / 36 adet

· 1984-1989 / Turgut Özal / 90 adet

· 1990-1992 / Mesut Yılmaz / 23 adet

· 1992-1994 / Süleyman Demirel / 12 adet

· 1994-1995 / Tansu Çiller / 13 adet

· 1995-1997 / Diğer Hükümetler / 97

tayyipleyiz 05-12-2008 21:52

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
Bu rakkamsal veriler için teşekkürler ... Aydınlatmış oldunuz... :)

Berika 05-12-2008 22:11

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
Alıntı:

tayyipleyiz Nickli Üyeden Alıntı
Bu rakkamsal veriler için teşekkürler ... Aydınlatmış oldunuz... :)

rica ederim..bana ilginç gelenleri paylaşmaya çalışıyorum :)

Berika 05-17-2008 09:37

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
Türkiye ve Başörtüsü
[Yazının İngilizce orjinali 2 Ekim 2005 tarihli The Washington Times gazetesinde ve TheWhitePath.com'da yayınlandı]

Dünyanın çok az ülkesinde polisler kadınların uygun kıyafet giyip giymediklerini denetler. Bu ülkelerden biri Suudi Arabistan'dır. Suudilerin kötü bir şöhrete sahip olan "mutavva" adlı "din polisleri", kadınlara başlarını ve vücutlarını zorla örttürür. Türkiye'de ise durum tam tersinedir: Türk polisler kadınları başlarını açmaya zorlarlar.

Tabi adil olmak gerek: Türkiye'nin kıyafet yasaları Suudi Arabistan'a kıyasla çok daha hafiftir. Türkiye'de ise yasaklama sadece "kamusal alan" denen yerlerde uygulanır. Yani devlet binalarında, mahkemelerde, üniversite kampüslerinde ve tüm okullarda.

Bu yasak Türkiye'de yıllardır ateşli bir tartışmanın konusu. Başörtü takma özgürlügü hiç bir devlet memuru veya lise öğrencisine hiç bir zaman tanınmadı, ama bir zamanlar üniversite öğrencileri bu özgürlüğe sahiptiler. Ta ki kampüslerde hiç dikkat çekmeyen küçük bir azınlıktan daha fazla hale gelene kadar... 90'lı yıllarda sekülerist ortodoksi üniversitelerde sayıları giderek artan bu "dinci"ler karşısında alarm durumuna geçti ve bu "sıkmabaşları" kampüs dışında tutkmak için katı kurallar getirildi..

Bu durum karşısında başörtülü öğrencilerin bazıları başlarını açmayı kabul ettiler ve eğtimlerine devam ettiler. Ama binlercesi üniversite mezunu olma şansını yitirdi -- sadece Allah'ın isteği olduğuna inandıkları bir kumaş parçasını başlarına örttükleri için.

Bir kaç ay önce, uzun zamandır süren dramaya yeni bir bölüm daha eklendi. Doğudaki muhafazakar bir kent olan Erzurum'da kurulmuş Atatürk Üniversitesi'nde bir mezuniyet töreni vardı. Tüm öğrenciler, elbette tek biri bile başörtü takmadan, diplomalarını almaya geldi. Yanlarında anneleri ve büyük anneleri de vardı. Ama, eyvah, bazıların başörtüsü vardı! Üniversite rektöründen gelen direkt emir üzerine, polisler bu anne ve büyük anneleri kampüse girip sevgili kızlarının ve torunlarının mezuniyet törenini izlemekten alıkoydular.

Bu hanımlar ağladılar, yalvardılar ve Atatürk'ün prensiplerine inandıklarına yemin ettiler; ama hiç bir şey değişmedi. Emirler kesindi. Türkiye'nin "kamusal alanında" -- yani Türkiye'nin nevi şahsına münhasır laikliğinin kurtarılmış bölgesinde -- hiç bir dini kıyafet asla gözükemezdi...

* * *

Buradaki temel sorun, Türkiye'nin sekülerist ortodoksisinin katı ideolojisi. Onlarınki, 20. yüzyılın başlarında Fransa'dan ithal edilmiş olan hoşgörüsüz bir laiklik versiyonu. O dönem, Fransız devrimciliğinin anti-klerikel (din adamı karşıtı) fanatizminin doruk noktasıydı ve Nietzsche'nin "Tanrı öldü" iddiası entellektüel bir norm sayılıyordu. Kadir-i mutlak bir devletin ve tektip bir toplumun "gelişme"nin anahtarı olduğu sanılıyordu.

1923'te kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti de otoriter bir seküler milliyetçilik geliştirdi. Bu, dine karşı nötr değil, dinin üzerine egemen olan bir anlayıştı ve bazı durumlarda da dine karşı tavır aldı. Tek parti yönetiminde geçen iki onyıl içinde, pek çok İslami gelenek silindi ve yerlerine Avrupa'dan gelen gelenekler kondu. Bu reformları eleştirenler sert şekilde cezalandırıldılar.

İşte bu yüzden Türkiye, diğer Müslüman milletlerin gözünde, hiç bir zaman İslam ve modernizmin uyumunu gösteren ikna edici bir örnek olmadı. Problemin temelinde, gerçek bir demokrasinin var olmayışı yatıyordu. Aslında son onyıllar içinde Türkiye çok daha demokratik bir ülke haline geldi. Ama hala 20. yüzyılın ilk yarısındaki otoriter seküler ulusalcılığın kalıntılarını taşıyor.

Türkiye'nin mevcut muhafazakar hükümeti olan AKP, başörtüsü üzerindeki yasağı kaldırmayı çok istiyor. En azından üniversitelerde, en azından özel olanlarında. Ama AKP liderleri ne zaman yasağı kaldırmak için kanunları değiştirmekten veya referanduma gitmekten söz etseler, sekülerist ortodoksi bu hareketin bir "rejim krizi" yaratacağını hatırlıyor -- bu ifade, askeri baskının kibarcası. Dolayısıyla Türkiye, başını örten bir bayanın hiç bir eğitim şansına sahip olmadığı dünyadaki tek ülke olarak kalmaya devam ediyor.

Türkiye'nin sekülerist ortodoksisi bu katılığın zorunlu olduğunu, aksi takdirde İslamcıların Türkiye'yi İran'a döndüreceklerini ileri sürüyor. Bu temelsiz bir korku. Türkiye'nin AKP lideri Tayyip Erdoğan tarafından önderlik edilen mevcut hükümeti, İslamcı değil -- hele bir yorumcunun yakın zaman önce ileri sürdüğü gibi "İslamofaşist" hiç değil -- muhafazakar bir politik güç ve son yıllarda Türk toplumunun tümüne daha fazla özgürlük getirdi. Zaten kamuoyu araştırmaları Türklerin yüzde 90'ından fazlasının laik bir rejim altında yaşamak istediğini, ama yüzde 70'ten fazlasının da başörtüsü gibi bireysel Müslüman uygulamalarına özgürlük istediğini gösteriyor.

Aslında Türkler, (ABD Anayası'nda yazıldığı gibi) "ne bir dini empoze eden, ne bir dinin özgürce yasaklanmasını kısıtlayan" kanunlar yapan ve polisler çalıştıran bir devlet istiyor.

Dolayısıyla ABD, genişletilmiş Ortadoğu'da özgürlük ve demokrasiyi teşvik ederken, Türkiye'nin bile bunların daha fazlasına ihtiyaç duyduğunu aklında tutmalı. İslamcı ve sekülerist otoriterizmlerin yanında, "liberal demokrasi" denen üçüncü bir yol daha var. Bu, tam da Türk toplumunun ihtiyacı olan -- ve hak ettiği -- bir model.

MUSTAFA AKYOL

Berika 05-17-2008 09:45

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
TÜRKİYE VE BAŞÖRTÜSÜ
Adem Muharrem Dönmez 31 Ekim 2007, 14:22

TÜRKİYE VE BAŞÖRTÜSÜ

Biraz sonra okuyacağınız makale de, üniversiten bir hocamın hazırlamış olduğu tez çalışmasından bir bölüm sunacağım. Fakat öncelikle bu makaleyi hazırlayan sevgili hocam Dr. Kerem KARAOSMANOĞLU’ na teşekkür etmeyi kendime bir borç biliyorum… Ayrıca makaleyi İngilizce aslından Türkçeye çevrilmesinde yardımlarını esirgemeyen, büyük emeği bulunan, değerli İngilizce öğretmeni Elif KARAKUŞ hanımefendiye de teşekkür ediyorum.

TÜRKİYE’DE YENİ BİR İSLAMİ BİREYSELLEŞME: KENTTEKİ BAŞÖRTÜLÜ KADINLAR

1970 ve 80’lerin İslami kimliğindeki değişme bugünkü Türkiye’nin değişim sürecini anlamada önemli bir etkendir. Bu makale, şehirdeki müslüman kadınların başrolde olmasını sağlayan yeni İslami kimliğin şekillenmesi üzerine odaklanmıştır. Burada, Atatürkçü çağdaşlaşma sürecine bir tehdit niteliğinde algılanan üniversitelerdeki başörtülü öğrencilerin, Türkiye’nin değişmesindeki etkilerini inceleyeceğiz.

LAİK HALK TEMELİNDEKİ BİREYSELLEŞME

İslami yaşantının gözle görülür bir şekilde artması, Türkiye’de kendini modern ve laik olarak nitelendiren bazı gruplar tarafından bir tehdit olarak algılanmaktadır. Önceden Türkiye’de İslam sadece evin içinde, kasabalarda ya da kentteki bazı sınırlı yerlerde yaşanmaktaydı. Giderek İslam’ın sembolleri olan başörtüsü ve şehir ortasındaki camiler Türkiye’nin batı imajına bir tehdit olarak algılanmaya başlandı. Ve bu insanlar herhangi bir islami tezahürü siyasi İslam’la ilişkilendirmektedirler. Onlara göre siyasi İslam, alkol sınırlamasını kamu alanındaki kadın-erkek ayrımını, sanatın ifade edilememesini, günde 5 vakit farz namazı, kadınların örtünmesini ve Atatürk Cumhuriyetine aykırı düşen yasaklamaları da beraberinde getirmektedir. Cumhuriyetçi eğitim, medya ve ülkenin geçmişindeki askeri darbelerin ağır gölgesi, Türkiye’deki laik insanların endişe ve önyargılarını tetikleyici unsurlar olmaktadır. Gerici(tutucu) İslam korkusunda olan laik tabaka üniversitelerdeki başörtülü öğrencileri “eğitimsiz”, “cahil gelenekselci”, ya da “ beyin yıkayan gençler” olarak nitelendirmektedirler. Yine de bütün bu önyargılar İslamcı fakat modern kişiler üzerinde düşünmemizi engelliyor. Peki kim bu insanlar? Sadece bir kaçının farkındayız.

Bu makalenin amacı Türkiye’deki Müslüman bireylerin oluşturduğu bu yeni grubun kimliğini aydınlatmaktadır. Bu makaledeki deneysel çalışma üniversite çağındaki 10 tane başörtülü kadınla yapılan röportajlardan oluşmaktadır. Bu bayanlar kendilerini diğer gelenekselci ve radikal gruptan farklı görmekte ve Türkiye’de İslami atfedilen tek tipleşme fikrinden rahatsızlık duymaktadırlar. Onlar kendilerini Türkiye’deki laik çoğunluk arasında görmek istemektedirler. Bu makale Müslüman kadınların Türkiye’deki islami kimliğin değişmesine katkı sağlamada ne kadar gerekli olduğunu vurgulamaktadır.

KÜLTÜREL KOPUKLUĞA KARŞI KÜLTÜREL DEVAMLILIK

“Elhamdülillah Laiğiz” kitabında Nanay ve Richard Tapper geçmişin sosyal ve kültürel esaslarına dayalı bir İslami oluşumu tanımlamaya çalışmışlardır. Bu geleneksel İslam’ın kökü cumhuriyetçi projelerin ilk zamanlarına dayanmakta ve folklorik İslam’la da yakın bağları bulunmaktadır. Folklorik İslam’ın öğelerinin yanı sıra mistik düzenlemeler de cumhuriyetçi dönemin ilk yıllarında radikal İslam korkusuyla kapatılmıştır. Buna rağmen çoğu dini grup (Nakşibendîler, Nurcular ve Kadiriler gibi) Anadolu’ da varlığını sürdürmeye devam etmiştir...

Fatih-Çarşamba bölgesinde öncü olan İsmail Ağa cemaatine zıt olarak, İslamı yorumlamada Nurculuğu temel alan Fethullah Gülen cemaati cumhuriyetin ideallerini göz önünde bulunduran ılımlı bir İslami yaklaşımı desteklemekte ve dinin değişen teknolojiyle, modern yaşamla uyumlu bir şekilde yorumlanmasını savunmaktadır. Bu cemaat güçlü bir dini hiyerarşiyi sürdüren ve modern yaşamla özdeşleşen her şeyi reddeden İsmail Ağa cemaatine hiç benzememektedir. Fethullah Gülen “modern” karşıtı olan radikalliği reddetmektedir. Bu cemaat tarihi bir bilinçle Osmanlı geleneğini sürdürmekte ve aynı zamanda modern Türkiye’nin değişikliklerine de ayak uydurmaktadır. Bu bağlamda Fethullah Gülen cemaati cumhuriyetçilikle İslami değerleri uzlaştırmaya çalışan bir kültürel devamlılık inancına bağlıdır

Kültürel devamlılık içerisinde, Türkiye’deki İslami yapı diğer ülkelerin (Suudi Arabistan gibi) İslami yaklaşımdan daha ayrı bir konumda olmaktadır. Diğer İslam ülkeleriyle karşılaştırıldığında Türkiye’de ilahiyat konusunda sözü geçen birini duymak pek mümkün olmuyor. Bundan dolayı bu kültürel devamlılık görüşü Osmanlı bağlamından ayrılmış İslami bir oluşumu reddetmektedir. Öte yandan, Osmanlı geçmişine mesafeli durmak isteyen hem laik cumhuriyetçi eğitim hem de bir grup siyasi İslamcı arasında bir “kopukluk” olmaktadır.

İSLAMİ KAPİTALİN DOĞUŞUNA BAĞLI UZLAŞMA

1980’lerde Türkiye’de muhafazakâr burjuvazinin şekillenmesiyle, şehirdeki yaşam tarzı İslami kapital olgusuyla uyumlu bir şekilde yeniden şekillenmiştir. Sosyo kültürel ve ekonomik düzeyde, laik kesim, sıradan Müslümanlar ve İslamcılar arasında farklar olmaktadır. İslami kapital kültürel kopukluk ve kültürel devamlılığı birleştirmeyi vaat etmektedir.

Siyasi İslam’a karşıtlığıyla bilinen Türk medyası 1980’lerin sonlarına doğru “İslami Kapital” ya da “yeşil kapital” (green kapital) haberleriyle alarm verdi. Silahlı kuvvetlerin 1990’larda Türkiye’de tutucu İslam tehlikesinin artmasına ilişkin araştırmaları laik kesimde paniğe yol açtı. Bu araştırmaların bir kısmında tutucu İslami desteklemekten suçlanan şirketler listesi gösterilmektedir. Aslında, bu şirketlerin bazıları yıllardır Türkiye ekonomisinin önde gelenlerindendir. Generallerin hoşnutsuzluğuna rağmen ekonomik ve kültürel liberalizm atmosferi İslami ekonominin başka bir deyişle Müslüman piyasasının oluşmasını sağladı. Silahlı kuvvetlerin şirketler listesine benzer bir şekilde İslami tüketiciler de herhangi bir ürünü ayırt etmek için “bizim” ya da “onların” şeklinde bir liste ortaya çıkarmıştır. Yine de İslami tüketiciler için alternatifler arttığı için, Pazar sınırlamaları daha az katı olmaya başladı. Başörtülü bir kadın tüketim modelindeki son değişiklikleri şöyle değerlendirdi:

“Bazı insanlar İslamiyet’e katkı sağlamak amacıyla belirli şirketlerden faydalanmayı istedi. Bu geçmişte de yaygındı. Fakat hiç kimse ideolojisinden dolayı bir şeye sahip olamaz. Ben özel olarak herhangi birinden bir şey satın almak için zorlanmadım. Eğer biri güzel bir ürün üretiyor ve makul bir fiyatta satıyorsa herkes ondan satın almayı tercih eder. Fakat yine de, eğer iki ürün aynıysa, ben, benim fikrimden olan şirketin ürününü seçerim. Fakat bunu ana faktör olarak düşünmem. Bunun nedeni şudur; “yeşil kapital” ya da “İslami kapital” le ilişkilendirilen grupların devletle olan ilişkilerinde mağdur olduğunu hissedersek, biz onları “her yerden dışlandılar, en azından biz onları dışlamayalım” fikrinden dolayı destekleriz. Ve bu bence oldukça sorgulanabilir bir şey. (ZEHRA)

Muhafazakâr ve dini yaşam tarzının 1980’lerde değişmeye başlaması, İslami tüketimi de beraberinde getirdi. Artık muhafazakâr kesim için gazeteler, kadın dergileri, TV’ler, radyolar var olmaya başlamıştı. Yine de bunların programlanması çok farklı değildi. Bazı dini programlar hariç, çoğu programın formatı diğer laik TV kanallarındaki programlara benzemekteydi. Spor programlarından haberlere, talk-shovlardan reklâmlara kadar her şey aynı görünüyordu. Bu değişikliklere paralel olarak, dindar zengin kesime yönelik yeni ürünler ortaya çıktı. Başörtülü kadınlar özel ihtiyaçları için yeni tesettür dükkânlarına gitmeye başladı. Bazı aileler tatil için Caprice Hotel ya da Shah Inn Club’u seçmeye başladı. Bu Ege’deki oteller müşterileri için haremlik selamlık plajlar sunmakta ve beş vakit ezanlarını dinleme olanağı vermektedir. Bu yeni ve zengin dindar kesim kendilerinin diğer laik kesimden, gelenekselci kırsal kesim muhafazakârlarından ve eski tarz tutucu İslamcılardan farklı olduklarını vurgulamaktadırlar. Kültürel temelle birlikte yeniden canlanan ekonomi de kentte yeni bir modern İslami kimliğin oluşmasına katkı sağladı.

TESETTÜR MODASI

Tesettür olgusu şehirdeki değişikliğin güzel bir örneğidir ve belki de yeni İslami kimliğin paradigmatik göstergesidir. Yeni tesettür modası çekici ve şık olmaya yönelikti. Türkiye deki bu yeni moda, geleneksel ve radikal olmayan yeni bir Müslüman kimliğin şekillenmesinde İslami kapitalin gerekliliğini anlamamızı sağlamaktadır.

İstanbul da geleneksel başörtülü, göçmen iki kız kardeş, ailelerinin sosyo-ekonomik yapısının değişmesiyle kentteki yeni oluşuma ayak uydurdular. Biri başörtüsünü çıkardı, diğeri de yeni, bilinçli bir tesettür tarzını tercih etti. Modern tesettür artık kentte İslami şıklığı ve zenginliği temsil etmektedir.

Türkiye deki modern tesettür reklamını, kısa zamanda İslami bir etiket haline gelen Tekbir şirketi yapmaktadır. Tekbir, defileler düzenlemekte ve bunlarda ülkedeki en iyi mankenleri kullanmakta ve bir tesettür modası oluşturmaktadır.

Yeni bir modanın şekillenmesine katkı sağlayan başörtülü üniversite öğrencilerinin artmasından dolayı artık Türkiye de çağdaşlık kavramını sadece laik ve batılı kesimle sınırlandıramayız. Böylece Türk iyedeki yeni Müslüman kadınlar, bir yandan Atatürk’ün çağdaşlaşma projesindeki kendilerine atfedilen rolü üstlenmekte, diğer yandan da İslami ideolojinin katı ilkelerini düşünmektedirler.

.

Berika 05-17-2008 09:45

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
UZLAŞMA BAĞLAMINDAKİ YENİ ALANLAR

İslami kapital tarafından ortaya çıkarılan yeni tüketim alanları alışveriş merkezlerini, alternatif yerler, restoranlar, gazeteler ve TV kanallarını ve zengin Müslüman kesime yönelik tatil yerlerini içermektedir. İslami kapital kentte yeni alanlar üretmeye başlayınca İslami trend halk yaşamının bir parçası olmaya başladı.

Fatmagül, ailesiyle birlikte özel bir sitede yaşamaktadır. Bu özel sitede Fatmagül ve ailesi için rahat edebilecekleri küçük bir mescit ve haremlik selamlık yüzme havuzu bulunmaktadır. Fatmagül, henüz gitmemiş olmasına rağmen, yaz tatili için İslami özelliklere göre düzenlenmiş 5 yıldızlı Caprice Oteli hakkında konuştu. Müslüman turistler bir yandan haremlik selamlık kumsallarda eğlenirken, bir yandan da 5 vakit namazlarını eda etmektedirler. Alkollü herhangi bir ürün bulunmamakta ve insanlar yüzmek için özel giysileri (haşama) otelin çevresindeki dükkanlardan temin edilebilmektedirler. Otelin reklâm için kullandığı slogan da : “Artık herkes yüzebilir. ”, “Tatilde özgürlük. ”

Yaz gelince herkes güneye kaçar. Kendimi böyle bir sahilde tesettürle düşünemiyorum ve kız kardeşlerimin gitmesini de istemiyorum. Şimdi, alternatifler var. Caprice de bunlardan biri. Henüz gitmedim oraya, fakat istiyorum. Caprice’e kesinlikle gideceğim. Spor aktiviteleri olan bir tatil yeri, benim için kesinlikle mükemmel bir seçenek.

Fatmagül gibi, böyle sitelerde oturan başörtülü kadınlar gururlu bir şekilde “Biz kadınlar burada geceleri rahatlıkla dışarı çıkabiliyoruz” demektedirler. Çoğu insan için bu “alternatif dünyanın “ yaşamı kolaylaştırdığı ve inançla uyum içinde yaşamayı sağladığı bir gerçektir. Dahası, bu dünya insanlara modern dünyada dışlanmışlıktan uzak, kendinden emin ve pozitif bir kimlik sağlamaktadır. Artık bu insanlar aynı zamanda hem modern hem de diğer çağdaş kesimden farklılıklarını vurgulama şansına sahiptirler.

Artık pozitif değerlerin, fikirlerin ve benzer paylaşımların artmasıyla yapıcı, müspet bir iletişim alanı oluşmaya başlamaktadır. Yine de, sıkı Cumhuriyetçi laiklerle, yeni İslami sınıf arasındaki yüksek tansiyon devam etmektedir. Başörtülü kadınlar artık okullara, üniversitelere, meclise ve TV kanallarına girebilme haklarını aramaktalar. Dindar insanlar laik sistem tarafından dışlandıkları alanlardan kendilerini uzak tutmaya çalışmaktaydı. Şimdilerde ise başı kapalı bir bayanı Mc Donalds’ da, bir tiyatroda, nargile kafede ve hatta alkol ürünlerinin servis edildiği bir türkü barda ya da Mercan Dede konserinde görmek mümkün.

Herhangi bir yerin “Şurası kapalılar için, şurası açıklar için” şeklinde kategorize edilmesinden hoşlanmıyorum. Garip hissediyorum kendimi. Mesela ben türkü barları severim. “bar” kavramından hoşlanmam fakat türkü dinlemeyi seviyorum. Oraya tek başıma gider, istediğimi yapar ve çıkarım. (ESMA)

Bu genç kadınlar şehirde meydana gelen karşılıklı değişimleri gözlemektedirler. Türkiye toplumunda farklı gruplar arasında bir geçiş ya da bir birleşimin olacağından ümitliler.

Dış görünüşüyle uyum içinde olan insanlardan beklentilerimiz var. Fakat şimdilerde Kadıköy’de, uzun saçlı erkeklerin islami usule uygun sakalları olan erkeklerle takıldıklarını görebiliyorsunuz. Onları başka bir yerde tek başlarına gördüğünüzde birbirleriyle asla bağdaştıramazsınız. Camiler sadece bir grup insan için midir? Aslında cevap kesinlikle hayır.

Gelecek hakkında ümitliyim. Aslında sıradan insanların sorunları yok, onlar birbirleriyle iletişim kurabiliyor. Fakat yine de aşırıya kaçan ve ayrı tutulan insanlar var. Şimdilerde insanlar birbirleriyle iletişim kurmaya başladı. Göreceğiz ki bu ayrım tarih olmaya başlayacak. Çevremdekilere bakıyorum da çeşitli gurptan arkadaşlar var. Selma gibi toplumun her kesiminden arkadaşlarım var. Herşey iyi gidiyor. (fatmagül)


UZLAŞMA BAĞLAMINDA İSLAMİ BİREYSELLEŞME

Bu değişiklikler henüz yeni ve laik grup tarafından eleştirilere maruz kalıyor. Başörtülü bu eleştirilerin farkında fakat açıkça reddediyorlar. Kendilerinden eminler, eleştiriler ne söylerse söylesin başlarını örtmelerinin beyinlerini de örtmek anlamına gelmediğini savunuyorlar. Başörtülü kadınlar artık başı açık kadınlardan daha farklı muamele görmek istemiyorlar.

Benim arkadaşlarım Akmerkeze gidiyorlardı.. Başörtülüydüler. Fakat pardesü giymiyorlar, bu yüzden modayla uyumlu bir tarzları olduğu izlenimini veriyorlar. Buna rağmen orada fiili olarak rahatsız ediliyorlar. Tacizcilerin tutumları da genellikle şu şekilde oluyor: “ Akmerkeze, buraya bile mi, geldiler!” (fatmagül)

Ve otobüsteyken telefonda ingilizce konuşuyordum. Insanlar bana dönüp baktılar ve sanki “bir örtülü kız nasıl olur da ingilizce konuşur?” dercesine bana baktılar. (Selma)

Göle’ye göre yeni müslümanlar “saflığın” kaybına ve melezleşmeye yol açan gelişmelerin farkındalar, fakat bunu yozlaşma olarak görmektense bir zenginlik olarak Kabul ediyorlar.

Modayı takip ederim fakat defilelere gitmem. Televizyondan izlerim. Ben bir aslanım (burç anlamında). Aslanlar dış görünüşe, güzelliğe, giyinmeye önem verir. Giyindiğim şeylere dikkat ederim. Mesela siyahtan hoşlanmam. çünkü genellikle siyah eşarp siyasi görüşle ilişkilendiriliyor. insanlar seni etiketlemek için hazır. Siyahı tercih etmiyorum, çünkü herhangi bir partiyle ilişkilendirilmek istemiyorum. Renkli kıyafetler giyinmeme rağmen örtülü olduğum için herhangi bir partiden olduğumu düşünüyorlar. Siyah eşarp takarsam insanlar bağnaz olduğumu düşünecekler. İnsanlar siyah çarşaf giyenlerin de iranlı olduğunu düşünüyorlar. Bir keresinde üniversitedeki ilk yılımda bir kadın beni işaret ederek şunu söyledi: “ şuraya bakın, bir iranlı!” beni kastettiğini anladım ve çok şaşırdım. insanlar çok fazla eleştiriyor ve bu da beni rahatsız ediyor. Ben bir İranlı gibi bağnaz ve gerici değilim. Bu yüzden siyah renge karşıyım ve sevmiyorum. bir gün kola içerken biri dedi ki:” o kafirlerin içeceği, içme onu”. ben de ona dönüp “ aynı zamanda Vakko da giyiyorum” demek istedim fakat demedim. (nilay)

Öyle görünüyor ki eski geleneksel tutucu ve İslamcı kavramlarını uzlaştıran bir birleşme ve birarada var olma süreci ortaya çıkmaktadır.

Bu yakınsama, Türkiyedeki “geleneksel” ve “çağdaş” aralığını daraltmaktadır. Bu, meydan okumaya ve siyasi, kültürel, ve sosyal bağlamdaki iletişim eksikliğine bir son getirmektedir.. Şehirdeki bu hızlı sosyo-kültürel değişim eski ait olma ve bağlanma şekillerini sarsmakta ve sınıflamalara görecelik kavramını getirmektedir. Başörtülü kadınların durumu yeni iletişim anlayışını en iyi şekilde yansıtmaktadır. Radikal islamdaki düşünce değişikliğini Emel çok güzel örneklemiş:

İnsanların giyiniş tarzlarından yemelerine kadar değişiklikler her yere yayıldı. Bu sosyal yaşamın her yönünü etkiliyor. Otobüse ve dolmuşa,karşı cinsle konuşmamak ve elini sallamamak için binmeyen bir grup insan vardı önceden. bu insanlar cam bir fanus içerisinde yaşıyorlardı. onlar da sıkıldılar, nefes alamadılar ve açıldılar. (emel)

“Müslüman öğrenciler sadece İslami kitaplarla yetinmiyor; aynı zamanda Dotoyevsky, Kafka, Rike, Kuhn ve Feyerabend de okuyorlar. İslami olmayan gazete ve dergileri okuma eğilimi var. Bazen İslamcı gazeteler “sağcı” olmakla eleştiriliyor. ”

Şuna da dikkat etmek gerekir ki Müslüman erkekler başörtülü kadınların kentteki bireyselleşme mücadelelerinde hayal kırıklığına uğratmaktadırlar.

Muhtemelen çoğu erkek “tesettür” modası fikrini benimsemiyor. Bunun doğru bir davranış olmadığını düşünüyorlar. müslüman erkeklerden de yeterli desteği aldığımıza inanmıyorum. Tabi ki beklentilerimiz vardı ve çoğunlukla hayal kırıklığına uğradık. (Humeyra)

Bize”gelin ve evinizde oturun, sokakta ne işiniz var?” gibi emirler veren düşüncelerin de rolünü unutmamak gerek. Üniversite yasağında bazı insanların yapmayı dilediği bir şeydi bu. Bize dediler ki “siz kadınsınız,evinizde oturun. Neden üniversitedesiniz, iyi bir anne ve iyi bir eş olacaksınız, bunun için uğraşın” (esma)

Diğer taraftan, solcu öğrenciler desteklediler bizi. sınıfa girdiler ve bizi eylemler için motive etmeye çalıştılar. Halbuki yanımızda görmek istediğimiz insanlar bizi hayal kırıklığına uğrattılar. (humeyra)

Başörtülü bir öğretmen olan Yeter, başörtülüler sıkıntı içindeyken kendisinin ve arkadaşlarının kritik bir oluşum geliştirdiklerini kabul ediyor. Türkiyede başörtüsüyle alakalı olan herşey onlara bir ders öğretti. Örneğin diyor ki “bizim tarafımızda olan erkeklerin sadece duruma karşı çıktıklarını ama bizi desteklemediklerini gördüm. bizi birey olarak görmeyi başaramadılar”. Durumlara ve geleneklere karşı olan mücadeleleri bu kadınlara şehirdeki yaşam üzerine yeni bir perspektif kazandırdı. Hakları için olan mücadeleleri ufuklarını genişletti. Bu deneyimleri onlara sadece İslam toplumundaki kadın rolünü değil aynı zamanda da laik çoğunluğun kafa yapısını da öğretti.

“Suudi Arabistan Müslüman bir ülkedir”. böyle şeyler yoktur orada. Müslüman olmak kendin olarak yapabileceğin bir şeydir. Bu genelde şöyle ifade edilir “ sen bir Müslümansın, dört kadın alabilir ve aynı anda istersen hepsinden boşanabilirsin. ” Eğer bu Müslüman olmak anlamındaysa, bunu kabul etmiyorum ve bence eğer böyle düşünüyorsanız siz Müslüman değilsiniz. (emel)

Dört karılı olmak mı ? böyle bir zaman da kime kabul ettirebilirsiniz ki bunu? Hiçbir kadın bunu kabul etmez. (humeyra)

Belki de en önemlisi, yeni jenerasyon Müslüman kadınlar Türkiyede hem Kemalist ve laik hem de İslamcı politik söylem bağlamında sosyo-kültürel bir anlayış geliştirdiler. Gündelik yaşamın esnekliği ve pratikliğine karşın bu söylemlerin katı yanını yaşamış oldular. Böylelikle mesela, dinsel inançlarına uyumlu tatil yerleri aramak için geliştirdikleri stratejilerin mücadelesini vermekten keyif aldılar.

KENTTEKİ KADINLARIN YENİ İSLAMİ KİMLİĞİ

önceki şehirde azınlık olma hissi yerine, bu yeni Müslüman feminist kimliği, “İslam güzeldir” söylemine bağlı olan,Göle’nin de dediği gibi yeni İslami öze uyuyor. Dini inançlarındaki güçlü öğe “gurur”,iki genç kadının konuşmalarından açıkça görülüyor:

Ortaokul eğitimim için imam hatip okuluna gittim. Annem örtülüdür ve düzenli bir şekilde namaz kılar. Çocuğunuza küçük yaştan itibaren ne yapması ve nasıl davranması gerektiğini öğretmelisiniz. Ortaokul 3 teyken başımı kapattım. Bir gün kendi kendime dedim ki “tamam, işte zamanı” ve başımı kapattım, tüm samimiyetimle söylüyorum ki bundan gurur duyuyorum, çünkü bir imam hatip mezunuyum, Kadıköy imam hatip. (Selma)

Ben kendimle daha fazla gurur duyuyorum çünkü başörtülü kalmama rağmen ben bir lise mezunuyum. (gülüyor) (humeyra)

Özgüven,benlik söylemi içerisinde kendini gösteriyor. Zehra özgürlüğe olan bağlılığını ve benliğini şöyle ifade ediyor:

Şehir bir çeşit özgürlük getirir. Hayatımda hiç küçük bir kasabada yaşamadım. Burada doğdum ve yetiştim, Ankara’da. küçük bir kasabaya gidebileceğimi ve orada yaşayabileceğimi düşünemiyorum. Özgürlük anlamında Ankara sosyal ve kültürel her türlü imkanı sağlıyor. geceleri güvenli. Geceleri rahatlıkla dışarıda dolaşabiliyor ve eve geç saatlerde girebiliyorum. Kırsal yerler bu konuda bu rahatlığı vermiyor. Bu kırsal yerlerin bir de geleneksel tarafı var. Gece dışarı çıkmak toplumsal olarak kabul edilemez.

Kararlarını özgür ve eğitimli bireyler olarak verdiklerini ispatlamak adına başörtülü kadınlar arasında genel bir dürtü vardır. Mazlum-der tarafından Türkiyedeki başörtüsü yasağından dolayı eğitimlerine yurtdışında devam etmek zorunda kalan bazı başörtülü öğrencilerin kişisel geçmişleri üzerine oluşturulan belgesel, buna açık bir örnektir. Belgeselin hikayesi türkiyedeki bireylerle alakalıdır. Laiklik ve İslam temelleri gibi konulara dolaylı bir imadan kaçınarak, hikaye kişisel mücadele üzerine yoğunlaşmaktadır.

Makale için yapılan bazı görüşmelerde başörtülü kadınların kişiliklerini göstermedeki azimlerini fark etmek zor olmadı. Görüşülenlerin çoğu kendisi hakkında, kişisel tercihleri, zevkleri, hobileri hakkında konuşmaktan keyif duydu.

EMEL DE ONLARDAN BİRİYDİ:

Sabahları giyinirken pop müzik dinlemeyi seviyorum. Beni güne motive ediyor. Normalde gün içinde pop müzik dinlemem fakat sabahları dinler ve dans ederim. Dans etmek kesinlikle gerekli... Sonra gitar çalmaya başladım... etnik müzikten, yunan, İran, ermeni müziğinden de hoşlanırım, hepsi de çok güzel. Örneğin kardeş türküler konserlerini severim... en son okuduğum kitap Dalai Lama hakkındaydı.

Sanki görüşmeler Zehra için, kendini ifade etmede bir araç gibiydi ve böylece kişisel farklılıkları kutlamak çok gerekli görünüyordu. Başlangıçta cemile kendisi hakkında konuşmak istemiyordu, buna rağmen sonraları başkalarına benzemediğini vurguladığında bundan mutluluk duydu.

Kültürel gelenekleri yansıtan düğünlerden, farklı müzik ve danslardan hoşlanırım. Tatil için Caprice Otel ve Shahh inn gibi yerleri tercih etmem. Bir otelde soyutlanıp kalmaktan hoşlanmam. Hareket halinde olmaktan, yeni yerler keşfetmekten hoşlanırım. Aynı yerde iki hafta boyunca kalmak bana göre değil, tembellere göre. Deniz ve güneştense taze dağ havasını severim. (Zehra)

Popüler ve kalabalık yerlere gitmekten hoşlanmam. Bu yüzden Türkiye’nin güneyine gitmiyorum. Karadenizi tercih ediyorum. Otantik yerler ilgimi çeker. Kültürel kimliği yansıtan otantik yerlerden hoşlanırım. Ben, Türkiye’de ziyaret ettiğim her yerden eşarp satın alırım, bu eşarplar doğal ve özgün olmalı. Zamanım olduğunda Ankara kalesine gitmeyi severim. Bütün gün bir kafede oturmayı hiç sevmem. Küçük, otantik çay bahçelerine gitmeyi, tepelere tırmanmayı, Ankara’yı seyretmeyi ve dar sokaklardaki bakır dükkanlarını ziyaret etmeyi seviyorum. (cemile)

SONUÇ:

Türkiye de bireyselliğin farklı şekilde yorumlanması ve ifadesi bugün Türkiye’deki Müslüman kadınların dinsel tarzları ve İslam’ın yeni tarifiyle genişliyor. Bu yeni kimlik hem İslami hem de laik kimliğin var olan şablonlarını ve klişelerini değiştirmektedir. Müslüman kadınlar tarafından ifade edilen bireysellikteki bu yeni anlayış, ifade özgürlüğüne, büyük şehirde hoşgörü ve yapıcı iletişime zemin hazırladı.

Bu değişiklikler doğrultusunda yeni Müslüman kadınlar Türkiye’deki Atatürkçü modern kadın imajına dönüşümü taşıyacak kapasiteye geldiler. Benzer bir şekilde, bu yeni kimlik baştan aşağı kara çarşaf giyen geleneksel Müslüman kadın imajını da değiştirecek güce sahiptir. Türkiye de bu yeni kimliklerin oluşumu, İslam ve kadının artık Suudi Arabistan ve İran imajıyla ilişkilendirilemeyeceği mesajını veriyor. Türkiye’deki kadınlar bir Müslüman olarak yükümlülüklerini yerine getirmek için kendilerini kırsal alanlara da hapsetmiyor artık.

Başörtülü üniversite öğrencileri, bireyselliklerine ve kentteki varlıklarına sahip çıkarak Türkiye’deki değişikliklerde piyon rolünü üstlenmektedirler. Ayrıca marjinalleşme ve kimlik izolasyonu sürecine güvenilir bir tehdit oluşturmaktadırlar. Kişisel mücadeleleri, Türkiye metropolünde olası bir ayrım ve yabancılaşmanın yavaşlatılmasını amaçlamaktadır

Berika 05-17-2008 09:47

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
Örneğin diyor ki “bizim tarafımızda olan erkeklerin sadece duruma karşı çıktıklarını ama bizi desteklemediklerini gördüm. bizi birey olarak görmeyi başaramadılar”.


KESİNLİKLE :-*

Berika 05-17-2008 13:28

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
http://itesettur.files.wordpress.com...jab_poster.jpg

Mart 2005

Asırlardır bu topraklarda var olan başörtüsü yüzyılın başlarında yeniden kodlanır ve bu, başörtülüleri dışlamanın nedeni haline getirilir. Yıllardır tekrar edilen cümle ise ilk kez 1967′de Hatice Babacan’a sarfedilir: “Hey sen başörtülü kız. Ya başını aç, ya sınıfı terket.”

Ontolojik kaynağını Kur’an’dan alan ve asırlardır bu topraklarda var olan başörtüsü, yasaklandığı ve ‘türban’ adını aldığı 1980′lerden bu yana Türkiye’nin değişmeyen gündem maddelerinden biri. Çatışma kültüründen beslenen ülkede başörtüsü, iç bölünmenin neredeyse tek simgesi haline getirilirken başörtülü kadınlar ‘modernliğin mabedi’ kamusal alanın tamamen dışında tutuluyor. Konunun bir ’sorun’ halini alışı da buradan kaynaklanıyor zaten. Başörtülü kadınlar ‘ya aç ya terk et’ baskısına maruz bırakılırken tartışmalar klişelerle, ezbere konuşmalarla yürütüldü bugüne kadar; mesele dar bir alana sıkıştırıldı ve konuşanlar da çoklukla ve nedense erkekler oldu hep. O yüzden Elest Yayınları’ndan çıkan ‘Yemenimde Hare Var / Dünden Yarına Başörtüsü’ adlı kitap konuyu / sorunu 43 kadının katılımıyla tanımlıyor ve çözüm önerileri üretiyor. Yaşanan tarihi süreci de kapsayan kitapta siyasetçiler, akademisyenler, yazarlar, gazeteciler ve sanatçılar başörtüsünü konuşuyor. Üç gün sürecek olan yazı dizisi de toplumsal bir sorun haline gelen konuyu ele alıyor, ortaya çıkacak çözüme katkı da bulunmayı amaçlıyor. Türkiye’de başörtüsü yasağı son 20-25 yıla damgasını vurmuş ve süreklilik arz etmesi nedeniyle bir ’sorun’ haline gelmiş olmakla birlikte, giyim kuşam üzerindeki tasarrufların tarihi 19. yüzyılın ikinci yarısına, 1876′da kabul edilen ve toplumdaki herkese kıyafet eşitliği getiren Kanun-i Esasi’ye dayanır. Müslüman tebaya da fes giymeyi zorunlu kılan uygulama, kadınlar için işletilmez. Kadın kıyafetlerindeki farklılık, Müslüman kadınların gayri müslim kadınlardan ayrılması gerektiği düşünülerek korunur. II. Mahmut döneminde başlayan batılılaşma hareketi Avrupai hayat tarzının benimsenmesine ve yaygınlaşmasına yol açar. Bu dönemdeki genel alafrangalaşmadan kadın kıyafetleri de etkilenir. 20. yüzyılın başlarında yani, II. Abdülhamit döneminin sonlarında İstanbul kadınları Avrupa kadın kıyafetleri modasının etkisindedir.

Çağdaşlığın lokomotifi: Kadın

Cumhuriyetin ilanından ve kılık-kıyafet inkılabından sonra kadın, Türk modernleşmesinin lokomotifi haline gelir. Çağdaşlığın görünürlülüğü kadın bedeninde gerçekleşir ve sonradan “kostüm modernliği” olarak tanımlanan bir değişiklik yaşanır. Batı karşısındaki ezikliğin sebebi ve göstergesi olarak gösterilen başörtüsü ise geriliğin, çağ dışılığın simgesi olarak kodlanır.

Milli Şef döneminde de aynı algı ve kıyafetler üzerindeki baskı devam eder. 1950 seçimleriyle iktidar olan Demokrat Parti’nin dini yaşam alanları üzerindeki baskıyı kaldırmasıyla başlayan süreçte başını örtmek, okumak ve çalışmak isteyen kadınlar -sayıları az olmakla birlikte- kamusal alanda görünmeye başlar. 1950′li yıllarda Türkiye ilk kez başörtülü bir doktorla; Hümeyra Ökten ile tanışır. Başını Tıp Fakültesi’nde iken örten ilk öğrenci ise Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni birincilikle bitirmesine rağmen kürsüye çıkarılmayan Dr. Gülsen Ataseven’dir.

İlk başörtülü öğrenci: Babacan

Türkiye başörtüsü tartışmalarının bugünkü halini aldığı ilk olayla gençlik hareketlerinin dünyayı sardığı yıllarda karşılaşır. A.Ü. İlahiyat Fakültesi öğrencisi Hatice Babacan 1967 yılında başı örtülü olarak İslam tarihi dersine girer. Kürsüdeki hoca Prof. Neşet Çağatay, Babacan’ı farkeder ve yıllarca aynı kalıp içinde tekrar edilecek olan cümleyi ilk kez sarfeder: “Hey sen! Sen başörtülü kız! Sınıfta bu kıyafetle oturamazsın. Ya başını aç ya da dışarı çık!” Gerilimin sürmesi ve genç kızın bir gün tartışma esnasında bayılması üzerine konu basına yansır. İlahiyat Fakültesi’nde öğrenci eylemleri yapılır. Bu eylem öğrenci eylemlerinin ilki olarak Türkiye tarihe geçer.

Başörtüsü ile bir sembol haline gelen, başını örtme biçimi ‘Şulebaş’ olarak adlandırılan ve hapis yatan ilk başörtülü yazar ise Şule Yüksel Şenler olur. Erken bir yaşta hikaye yazmaya ve gazeteciliğe başlayan Şenler, önce Mehmet Şevket Eygi’nin Bugün gazetesinde “İslam Kadını” başlığıyla yazılar yazar, daha sonra Babıali’de Sabah gazetesinde “Kadın ve Giyim” başlıklı bölümde modern tasarımlı tesettür kıyafetlerini yayınlar. Toplumsal bir figür halini alan Şenler, tüm yurdu dolaşarak “İslam’da kadının mükellefiyetleri ve vazifeleri” konusunda konferanslar verir.

Sorun ortak bir sorun

Nimet Çubukçu/ AK Parti İstanbul Milletvekili - MKYK üyesi - Hukukçu
“Başörtüler bir güruh veya bir partinin tabanı değiller. Bu Türkiye’nin ortak sorunu. Bir tek bizim sorunumuzmuş gibi tarafımızdan sahiplenilmesi meseleyi şahsileştiriyor, toplumun cepheleşmesine yol açıyor. Burada yaygın bir insan hakları ihlali söz konusu. Toplumdaki her kesimin çözüme katkı sağlayacak şekilde çalışması gerek. Diğer hak ihlallerine karşı sesimizi nasıl yükseltiyor ve çözüm arıyorsak bu soruna da öyle yaklaşıyoruz. Bir hukukçu olarak olanlara üzülüyorum. Biz onlardan farklı düşünen insanlar değiliz. Bunu ben malumun ilanı gibi düşünürüm. Sorunu anlayan insanların iktidarda olduğunu unutmamalarını ve güvenlerinin devam etmesini bekliyorum onlardan.”

Yasak yasal değil!

Kezban Hatemi/ Hukukçu
“Başörtüsü yasağı için mevcut anayasal düzen içinde savunulabilecek hiçbir hüküm yok. Üstelik halkın bir sivil toplum hareketi olarak bu yasağa karşı gelmesi yani sivil itaatsizliği gibi bir durum da yok. Yasak söz konusu olduğunda yanlış Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla başlıyor. Anayasa Mahkemesi’nin önüne mevcut kanuni sisteme aykırılık nedeniyle iptal edilmesi gereken kanuna aykırı bir yasa geldiğinde mahkeme ya o kanunu mevcut yasaya, Anayasa’ya aykırı bulup iptal eder veya aykırı bulmaz ilga eder, yani geri gönderir. Oysa Anayasa Mahkemesi iptal etmemiş, sadece “başörtüsü çağdaş değildir” diye bir yorum yapmış. Oysa yorum yapamaz. Burada bir hukuk karmaşası var.”

Derinde bir korku var

Ece Temelkuran/ Milliyet gazetesi yazarı
“Derinde bir korku var. Bilhassa kadınlar için. Hatta bu korku çoğu kez resmi ideolojiyle açıklanamayacak kadar içkin ve kadın olmakla ilgili. ‘Bizi tuzağa düşürecekler, eve kapatacaklar’ korkusu. Bu, kabul etmemekle birlikte anlayabileceğim bir şey. Evet, ‘açık’ bir kadın olarak Türkiye’deki muhafazakarlaşmadan ben de ürküyorum. ‘Türbanlı’ kadınlardan ürkmüyorum, bir ideolojinin, istediğim gibi yaşama hakkını elimden alacağından korkuyorum bireysel olarak. Ki bu bence son derece doğal bir durum. Şöyle de bir mesele var aslında: ‘Açık’ kadınların fazla örtünmüşler tarafından tacizi! Ya da başörtülülerin ‘namus timsali’ olarak bir göstergeye dönüşerek geriye kalan kadınları ‘daha az namuslu kadın’ göstergelerine dönüştürmeleri.”

Bu, yüzyıllık bir algı

<>Nazife Şişman/ Yazar-Çevirmen
“Sorunun başlangıç noktasına gitmek, bizi geçen yüzyılın başlarına götürür. Modern Batı karşısında hissedilen gerilik, en fazla kadınların tesettürü alanında kendisini göstermişti. Modernleşme tecrübemizde yüzü açık bir kadın fotoğrafı, bir traktör veya bir fabrika kadar, hatta ondan da önemli bir çağdaşlık sembolü olagelmiştir. Bu nedenle de konjonktürel olarak peçe, çarşaf, sıkma baş, başörtüsü, türban gibi farklı isimler alan tesettür, hem batı karşısındaki gerilik ve ezikliğimizin sebebi, hem de göstergesi olarak kodlanmıştır. Başörtüsü karşıtlığı, kökleri modernleşme tecrübemize uzanan ve cumhuriyetin kuruluş dönemi reflekslerinden beslenen bir tutumdur. Ve daima sembolik bir önem taşımıştır.”


--------------------------------------------------------------------------------


Berika 05-17-2008 13:28

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
Ara çözüm ‘türban’
Yeni Şafak - Dizi Yazı
9 Mart 20051980 darbesinden sonra başörtüsüne getirilen yasak üzerine YÖK Başkanı Doğramacı ‘türban’ı teklif eder. Başörtüsünü topluma yabancılaştıran türban adlandırması hem anlam kaymasına yol açar, hem de türbanı ‘korku’ öğesi olarak yeniden kodlar.
12 Eylül 1980 askeri darbesini takip eden yıllar boyunca başörtüsü ve başörtülü öğrenci tartışmaları ülke gündeminin değişmez maddelerinden biri olur. İhtilal yönetiminin tasarrufuyla kurulan Yüksek Öğretim Kuru- mu(YÖK)’nun başkanlığını yapan Prof. İhsan Doğramacı, yasağın devam ettiği 1984 yılında, gerilimi düşürmek, başörtülü kız öğrencilerin okullarına devamını sağlamak amacıyla ara bir çözüm olarak “türban”ı teklif eder ve üniversitelere talimat verir.

Saçı kapatan ama boynu açıkta bırakan, Fransızca kökenli türban kelimesi bundan sonra başörtüsü yasakları çerçevesinde sorunlaşan konuya adını verir. Bir anlam kayması yaşanır ve başörtüsünü modern şekilde bağlayan genç kızların örtüsü de yanlış bir adlandırmayla türban olarak telâffuz edilir.

12 Eylül darbesinin ardından İmam Hatip Liselerinde de ilk kez başörtüsü yasağı uygulanır. Daha sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan alınan resmi bir yazı ile öğrencilerin sadece Kur’an derslerinde başlarını örtmelerine izni verilir.

Başörtülü öğrencilerin yükseköğretim kurumlarında görülmeye başlandığı bu yıllarda YÖK, 20 Aralık 1980 tarihli genelge ile üniversitelerde başörtüsünü tamamen yasaklar.

Başörtülü genç kızlar bu yıllarda çoklukla koyu renkli robadan geniş pardösüler giymekte omuzları tamamen kapatan büyük ve koyu renkli başörtüler bağlamaktadırlar. Bu yıllar üniversite önlerinde başörtüsüyle eğitim özgürlüğünü talep eden öğrencilerin protesto eylemleriyle geçer. Solcu öğrencilerin de katıldığı bu eylemlerle sorun, tavır alınan ve tüm Türkiye tarafından bilinen bir konu haline gelir.

Evren: Türbanlılar tamam ama ya çarşaflılar ve mayolular da gelirse

Başörtüsüne “türban” adının verildiği bu yıllar, Turgut Özal’ın başbakanlığının ilk yıllarıdır. Özal yasağa karşı çeşitli girişimlerde bulunur ve 1984 yılında YÖK’ten türbana izin çıkar. Aynı yıl türban yüzünden okuldan uzaklaştırılan bir kız öğrencinin itirazını reddeden Danıştay’ın kararı, tartışmaları alevlendirir. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in “Türkiye’de irtica tehlikesi var” demesi üzerine YÖK, Danıştay kararına da uyarak 1987 yılında türbanı tekrar yasaklar. Turgut Özal 1987 genel seçiminden hemen sonra Meclis’te, türbanı serbest bırakmak için yasa tasarısı hazırlığı başlatır. ANAP Malatya Milletvekili Bülent Çaparoğlu’nun öncülük ettiği çalışma sonucunda yasa çıkar ama Cumhurbaşkanı Kenan Evren “türbanlılar tamam ama çarşaflı ve mayolular da gelirse ne olacak” diyerek yasayı veto eder.

Bunun üzerine Turgut Özal ve Avni Akyol, YÖK Başkanı İhsan Doğramacı ve Cumhurbaşkanı Kenan Evren’le konuşup mutabık kaldıktan sonra YÖK Disiplin Yönetmeliği’nde değişiklik yapılır ve türbana özgürlük sağlayan yeni yasa Aralık 1988′de Meclis’ten geçirilir. Evren yasayı bu defa veto etmez, önce imzalar, sonra da Anayasa Mahkemesi’ne götürür. Mahkeme 26 Mart 1989 yerel seçimlerinden hemen önce türban yasasını iptal eder. Bunun üzerine İstanbul başta olmak üzere ülkenin pekçok şehrinde geniş katılımlı protesto mitingleri düzenlenir.

ANAP mahkemenin iptal gerekçesini dikkate alarak 25 Ekim 1990′da yükseköğretim kurumlarında başörtüye serbesti getiren üçüncü kanunu çıkarır. Bu defa SHP iptal talebiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurur, talep reddedilir. 2547′nin ek 17. maddesi uyarınca üniversitelerde her türlü kılık ve kıyafet serbest olur ve 1997′de Kemal Gürüz’ün YÖK Başkanı seçilmesine kadar 7 yıl boyunca 81 üniversitede 150′ye yakın rektör ve 2 YÖK başkanı tarafından uygulanır.

Başörtülü kız öğrencilerin çoklukla, herhangi bir yasakla karşılaşmadan üniversiteye devam edebildiği 1990′lar, başörtülü kadınların aktif siyasetin ve değişik iş alanlarında yer almaya başladığı yıllardır. Refah Partisi iktidarının ilk yıllarından 28 Şubat’a kadar gelinen dönem, hem başörtülülerin kamusal alanda sıkça görüldüğü hem de toplumsal cepheleşmenin ve zıtlaşmanın simgeler üzerinden yürütüldüğü bir dönemdir. Gerilimin arttığı bu yıllarda jakoben laik-Kemalist kesim tarafından erkeklerde sakal, kadınlarda başörtüsü ‘şeriat özlemindeki’ İslamcı kesimin görünür ’siyasi/ideolojik’ işaretleri olarak algılanır.

CHP daha kolay çözebilirdi
ZEYNEP DAMLA GÜREL / CHP Milletvekili
Ben iki senedir partideyim ama CHP’nin türban konusuna nasıl baktığını anlayabilmiş değilim. Daha ziyade kendimizi tartışan bir partiyiz maalesef. Genel bir kanı ve genel bir reaksiyon var arkadaşlar arasında. Türban sorunu siyasi değil sosyolojik bir olaydır ve enteresan biçimde siyasi partiler yansıttıkları tabanın sorunlarını çözemezler genelde. O yüzden bu sorunu AKP’nin çözmesi çok daha zor. Aslında CHP çok daha kolay çözebilirdi. Çünkü AKP’nin yaklaşımı her zaman belli şüpheleri de beraberinde getirecektir. Üzülüyorum, kimsenin mağdur olmasını değil sorunun çözülmesini istiyorum. Çözüm üretmekten korkmayalım, birbirimizi kabul edelim ve kendimize güvenelim.

Her zaman eşimin yanındayım
MÜNEVVER ARINÇ / Öğretmen - TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın eşi
Bizler başörtüsünü bir simge olarak değil inancımız gereği olarak örtüyoruz. Eşimin yanında resepsiyonlarda bulunmam gerekirken bulunamadığım doğru. Fakat ben 25 yıldır eşimin hayatının her karesinde, onun yanında oldum. Resepsiyonda yanında bulunamamam bizim açımızdan çok büyük eksiklik değildi. Bizim bir eksiğimiz yanlışımız yoktu. Bize bu muameleyi yapanlara kırgınım ama inanın çok güçlüyüm. Yapılanlar o kadar yanlış o kadar haksız ki, söyleyecek tek kelime bulamıyoruz. Türkiye’nin bu sorunu aşabileceğine bütün samimiyetimle inanıyorum.

Sorun tektipleştirilmek
ELİF ŞAFAK / Edebiyatçı-Yazar-Akademisyen
Türkiye’deki başörtülü kadınların başörtüleri nedeniyle yaşadığı en önemli sorun hem karşıtları hem de yandaşları tarafından tek-tip-leş-ti-ril-mek. Her iki kesim de başörtülü kadınları tek tip, yekpare bir kimlik olarak algılıyor ve bunun içindeki farklılıkları, bireysellikleri görmüyor. Bu sorun hepimizin sorunu. Senin özgürlüğün benim sorunum çünkü benim özgürlüğüm de senin sorunun. Bunu öğrendiğimiz zaman daha demokratik bir ülke olacak Türkiye. Türbanın değil tahakkümperver zihniyetlerin tehlike içerdiğine inanıyorum. Çözüm için öncelikle tartışmayı kutuplaşmış çerçeveden çıkarmak gerek.


--------------------------------------------------------------------------------
2005: Başörtüsü Yılı
Yeni Şafak - Dizi Yazı
10 Mart 2005
Başörtüsünün yasaklanması ve “sorun” olarak tekrar gündeme geliş tarihi ‘post modern’ diye tabir edilen 28 Şubat 1997 ve devam eden yıllardır. Ali Bayramoğlu’nun “28 Şubat rejimin militer renginin koyulaştığı ve bu koyuluğun süreklilik ve meşruiyet kazanmaya çalıştığı genelde İslami kesimin özelde ise başörtülü öğrencilerin artan baskılara maruz kaldığı bir süreç” olarak tanımladğı sürecin başında toplanan Milli Güvenlik Kurulu’ndan “Kıyafet Kanunu’na aykırı olarak ortaya çıkan uygulamalara kesinlikle mani olunmalı” şeklinde bir “tavsiye” kararı çıkar. ANASOL-D Hükümeti’nin kurulmasıyla birlikte yasakçı tavır, genelgeler aracılığıyla ve başkanlığını Kemal Gürüz’ün yaptığı YÖK eliyle tüm üniversite rektörlerine iletilir, başörtüsü yasağının tavizsiz şekilde uygulanması istenir. 13 Mart 1998 tarihindeki Rektörler Komitesi toplantısından önce MGK’nın sivil giyimli üç uzmanından “irtica brifingi” alan rektörler, toplantı sonrasında yayınladıkları bildiride “brifingi içselleştirmelerinin sonucu” olarak üniversitelere başörtülü olarak gelmenin suç olduğunu vurgularlar.‘Yasak için bilime ara verin’ talimatı

Uygulamaya geçen ilk üniversite, rektörlüğünü Kemal Alemdaroğlu’nun yaptığı İstanbul Üniversitesi’dir. Alemdaroğlu, dekanlara “Türban yasağını uygulamak için gerekirse bilime ara verin” şeklinde tarihi bir talimat verir. Rektörler tarafından fakülte dekanlıklarına gönderilen bir yazıda başörtülü ve sakallı öğrencilerin fişlenmesi, öğrencilerin kılık-kıyafetlerini içeren bilgilerin en geç mayıs ayına kadar rektörlüklere bildirilmesi istenir. Bu süreçte yasaklara itiraz eden öğretim görevlileri de paylarına düşeni alırlar.

İkna odaları icat edilir

Alemdaroğlu yeni kayıt döneminde, Rektör Yardımcısı Prof. Nur Sertel’in yönetiminde bir uygulama daha başlatır. Kayıt yaptırmaya gelen başörtülü öğrenciler başlarını açmaları yönünde psikolojik telkin ve baskının yapıldığı “ikna odaları”na alınırlar.

Başörtüsü yasağı 2000-2001 öğretim yılından itibaren İmam Hatip Liselerinde de uygulanır. Yasak geniş katılımlı mitinglerle protesto edilir. Yasak alanı genişleyince mağdurlara destek vermek amacıyla ilk kez örgütlenmeye gidilir. 1999 yılında eş zamanlı olarak iki örgüt kurulur: AK-DER ve ÖZGÜR-DER.

Başörtüsü yasakları 2001 yılı ocak ayında M.Ü. İlahiyat Fakültesi’nde de uygulanmaya başlanır. Zekeriya Beyaz’ın yeni dekan olduğu İlahiyat Fakültesi’nde okuyan 1500 kız öğrenci 10 Ocak sabahı kampüs girişinde bekleyen polis kuvvetlerince okullarına alınmaz. 1100 erkek öğrenci ise yasağa son verilene kadar kız öğrencilere destek vermeye devam edeceklerini belirterek okullarına girmezler. Marmara İlahiyat’ta eğitim yasak nedeniyle durur. 2002 yılı sonunda yasağın uygulanmadığı hiçbir üniversite kalmamıştır.

Kamusal alan, giremezsin!

28 Şubat’a kadar meslek sahibi başörtülü kadınlar çeşitli engellemeler olmakla birlikte okul ve hastaneler başta olmak üzere devlet dairelerinde çalışabilmektedirler. 28 Şubat sonrasında ise binlerce memureye uyarma, maaş kesme, sicile geçme, ihraç etme gibi cezalar verilir. Başörtülü memurlar ya başlarını açmak, ya peruk takarak devam etmek ya da görevlerini bırakmak zorunda bırakılırlar. Başörtüsü yasaklarının keyfi ve anlamsız bir şekilde her yere yayılabildiğinin bir göstergesi olarak 2002 yılı haziran ayında Türkiye’de çok “trajik” bir olay yaşanır. Rahim kanseri olan 71 yaşındaki Medine Bircan, sağlık karnesindeki fotoğrafı başörtülü olduğu için işlemleri tamamlanamadan, gerekli tıbbi yardımı alamadan hayatını kaybeder. Yasakların genişlemesiyle birlikte tartışma ‘kamusal alan’a kayar. Kamusal alanın sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiği ise belirlenemez.

1998 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi beşinci sınıf öğrencisi iken getirilen türban yasağı nedeniyle disiplin cezası alarak okuldan uzaklaştırılan Leyla Şahin, iç hukuk yolları tükendikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurur. AİHM davayı 29 Haziran 2004′de sonuçlandırır ve Türkiye üniversitelerindeki başörtüsü yasağının insan hakları ihlali oluşturmadığını açıklar. Aynı günlerde Human Rights Watch / İnsan Hakları İzleme Örgütü (İHİÖ) yasağın kabul edilemez bir hak ihlali olduğunu açıklar. İHİÖ, başörtüsü kullanmanın kamu düzenini bozmadığını, başkalarının hak ve özgürlüklerini tehdit etmediğini belirtir.

İnanç Özgürlüğü Platformu

2005 yılı ocak ayında başörtüsü mağduriyetinin giderilmesi ve dini özgürlükler üzerindeki yasakların kaldırılması için Mazlum-Der, Hak-İş, Memur-Sen, MGV, Alperen Ocakları, Anadolu Gençlik Dernekleri, Önder, İlkder ve Huder gibi sivil toplum kuruluşlarından oluşan bir platform kurulur: İnanç Özgürlüğü Platformu. 2005′i ‘Başörtüsüne Özgürlük Yılı’ ilan eden Platform, konuyu gündemde tutmak ve sivil eylemlerini tüm yurda yaymak için illerde teşkilatlanacaklarını ve her hafta aynı saatte aynı şekilde eylem yapılacağını açıklar.

Seyirci kalan kadınlara kırgınım

MERVE KAVAKÇI / İstanbul Eski Milletvekili
“Bazı hatalar yapıldı o günlerde. Mesela, benim o gün and içip görevime başlamam lazımdı. Meclis salonunu -sonra dönmek üzere- terk etmem hata oldu. Çocuklarımın çektiği sıkıntı da benim için hesaplanması zor bir konu. Geriye baktığımda, Allah’a şükrediyorum. Bugün olsa, yine bu görevi seve seve üstlenirdim. Partili arkadaşlarıma şahsen kırgın değilim. Beni dışlayan, bana iftira edenlere bir kırgınlığım var elbette. Özellikle, bana karşı girişilen lince, alkış tutan veya seyirci kalan Türkiye kadınlarına kırgınım. Kadınlık adına bir kırgınlık, bu. Çifte standartları olanlara bunu itiraf etmedikleri için kırgın ve kızgınım.”

“Yasakları, belki de ‘manevî derin devlet’ koyuyordur!”

AYÇA ŞEN / Radikal Gazetesi Yazarı/ Radyo N101 Programcısı
“Ben konuya tasavvufi açıdan bakıyorum. Kadınların da gelişmeden, öncelikle bu sembolizmi yıkmadan düşüncelerinde özgürleşeceğine inanmıyorum. Onların da sınavı bu demek ki. Her şey Hakk’tan geliyorsa, bu da Hakk’tan geliyor diyebilmeliler. Belki “manevi derin devlet” bunu, bunun için yapıyordur! ‘Ben’ diye değil, bu uzun vadede ‘biz’e ne kadar yarayacak diye bakmak gerekir duruma. Benliği bırak önce, sen kendinden geç bakalım hele, o senin saçın değil, sonra kendine dön, bakalım kapattığında neyi kapatıyorsun. Yasak eğer bir işe yarayacaksa -ki yaramak zorunda- buna yarayacağını düşünüyorum ben.”

Türban, devletin yarattığı simge

EREN KESKİN / İHD Sözcüsü - Avukat
“12 Eylül askeri darbesiyle başlatılan bir süreçtir bu. Türkiye’de görünürdeki yönetenlerin dışında görünmeyen yönetenler var. Ki bu da çok açık söylüyorum; ordudur. Militarist yapı varlığını, baskıcı gücünü devam ettirebilmek için “düşmanlar” yaratıyor. Bu düşmanlardan biri de türbanlı kadınlardır. Türban, siyasi bir simgedir evet ama Siyasal İslam’a bakışı nedeniyle devletin yarattığı bir simgedir türban. İnsan Hakları Derneği, türban yasağı konusundaki tavrını çok net olarak koymuş ve dile getirmiştir. Biz dernek olarak başından beri başörtülülerin özgürlüklük mücadelesine katıldık.”

Berika 05-17-2008 13:30

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
uzun ama güzel yazılar tavsiye ederim :-*

tayyipleyiz 05-17-2008 13:38

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
Emeğiniz beğeni hakeder nitelikte, teşekkürü borç bilirim ...+1 ;)

Hıfz-ı lisan 05-17-2008 13:42

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 

Ve otobüsteyken telefonda ingilizce konuşuyordum. Insanlar bana dönüp baktılar ve sanki “bir örtülü kız nasıl olur da ingilizce konuşur?” dercesine bana baktılar. (Selma)

Başörtülü bayanların birşey bilmediklerini düşünen zihinler halen devam ediyor... :(

Emeğine sağlık..okunmaya değer :) +

ENGİNEER 05-17-2008 13:49

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
Zeynep harika araştırma..Tebrik ederim :-*

Berika 05-17-2008 13:53

TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
 
Allah razı olsun hepinizden...

Ben bişey yapmadım sadece kopyala yapıştır ;D

Ama çok güzel bilgiler yorumlar var bu yazıların içinde..

Bizi bu hale kimlerin nasıl getirdiğini
,kendi içimizde davamıza sahip çıkabiliyormuyuz,
nerde hata yapıruz
erkekler bu davayı yeterince sahiplenebiliyormu.
bunları belki bir nebze anlamamızı sağlayabilir.. :-\

tekrar teşekkürler ilginiz için.......


All times are GMT +3. The time now is 21:00.

Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025