![]() |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Kötülük hep dışardan mı gelir?
“Bizim kültürde 'kötülük' hep dışarıdan gelir: Benim çocuğum bir halt ettiyse, kötü arkadaşları onu yoldan çıkardığı için etmiştir. Zaten bildiğim dillerde, 'kendisi iyidir ama etrafı kötüdür' gibi bir deyimi hiç işitmemişimdir. Bize özgü bir şey, bu düşünce tarzı. Şimdi, 'Trabzon'da ne oluyor?' denince, gene benzer bir tepkiyle karşılaşıyorsunuz: bir olumsuzuk varsa dışarıdan gelenler yapıyor, Trabzon'u sevmeyenler de bunu kullanıyor vb. Bildiğimiz 'olan biten her şeyi bir komployla açıklama' alışkanlığı.” Murat Belge Bu bölümde yukarıdaki gibi şablon kullanacağız. Köşe yazılarında dikkatinizi çeken, dikkate değer bölümleri buraya asalım. Alıntılar üzerine yapacağımız yorumlar bölümü mecrasından kaydıracak kadar uzun olmamalı. Teşekkürler... |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Milliyetçilik nedir?
“Modern ulus devletlerin muharrik gücü ve arka-plan düşüncesi olarak milliyetçilik özünde politik bir ideolojidir. Bu ideolojinin merkezinde belli bir egemen gücün otoritesi altındaki nüfusu -halkı veya halkları- ‘ulus’ olarak tasarlamak ve yaratmak düşüncesi yatar. Milliyetçiliğin karakteristik vasfı, türdeş bir kolektif kimlik olarak tasavvur ettiği ‘ulus’u tek bir merkezî siyasî güç altında toplama (ulus temelli bir devlet kurma) ve bunu her ne pahasına olursa olsun koruma iradesidir. Bu da bir yandan dışa dönük olarak ‘ulus’u başka egemenlerin uyrukları olan halklardan -başka ‘ulus’lardan- büsbütün farklı olarak tanımlamayı, öbür yandan da içe dönük olarak nüfusun içindeki farklılıkları reddetmeyi ve törpülemeyi gerektirir. Bunun için amaca uygun bir tarih üretilir veya tarih yeniden yazılır, bu çerçevede geçmişe dönük olarak -başta, ‘kuruluş miti’ veya ‘kurucu miti’ olmak üzere- birçok efsane uydurulur veya keşfedilir, ulusal semboller yaratılır ve yaygınlaştırılır, genellikle çoğunluk dili resmîleştirilir ve standardize edilir. Bunların hepsi bir tür resmî ideoloji oluşturur. Bazı örneklerde bu ideoloji tebaanın kendisini emsalsiz bir kültürel-politik antite olarak görmesini sağlamanın ötesinde, onların hayata dair temel görüşlerini de belirlemeye dönük ahlákî-felsefî unsurlar da içerir. Milliyetçiliğin bu anlamda dinsel bir yanı da vardır. Esasen milliyetçilik din meselesine tamamen kayıtsız kalamaz; nitekim ulus devletler yer yer dinleri de millîleştirmeye çalışmaktadırlar. Bütün bu faaliyetlerde ulus devlet mümkün olan her türlü araçtan yararlanır. Bunların başlıcaları resmî eğitim sistemi, genel ve zorunlu askerlik, kültürün devletleştirilmesi ve kitle iletişim araçlarının kontrol edilmesidir. Mamafih, bunlar her zaman ‘ikna’ya dayanan ‘ideolojik-hegemonya’ araçlarından ibaret de değildir. Ulus devlet ‘ihtiyaç duyduğu’nda kendi tekelinde olan cebir aygıtını da kullanmaktan çekinmez. Nitekim, kimlik taleplerine veya resmî ideolojiye ‘meydan okunması’ durumlarına bazen bu şekilde mukabele edilmektedir.” Mustafa Erdoğan |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Mecaz, Hakikate mağlup düştü .
" "Bir zamanlar şiirle anlatabildiğimiz o mecazlara bürünmüş hayal kadınını, bugünün erkekleri artık akıllarıyla tartıp realist kâr hesabıyla çarpıyor, bölüyor, topluyor, çıkarıyor ve nihayet gözleriyle didik didik edip tüketiyor. Kulaklar kadın sesinin bin bir türlüsüyle kirlenmiş durumda; gözler müstehcen reklam görüntülerinin istilası altında. Realite, bırakınız sıradan insanları, şairleri bile o mecazlara akseden büyüleyici görüntülerden, o terennümsaz seslerden mahrum bıraktı. Servi salınışlı güzeller çağı kapandı, yere pat pat basan genç kızlar türedi. Bugün, sigaradan kalınlaşmış sesiyle kadın, sokakları ve caddeleri kaplayan hayat mücadelesi uğruna peçesini kaldırmış, metrolarda ve çarşılarda tüketim hırsıyla şirretleşmiş, hatta amfilere ve dersliklere taşan seviyesizliklere düşmüş, velhasıl vapuru, otobüsü, dolmuşu, taksiyi, treni, uçağı herkesle eşit şartlarda doldurmuş, baş tacı edilen konumunu yitirmiştir. " Tevfik Fikret: "Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer". " İskender PALA |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
-Kompile değil Önder, komp-lo; hem niçin sana durup dururken kompile yapsınlar ki? Mâkul bir sebep yok! Ben meydanlarda dinden imandan bahsedeyim, âyetler, hadisler okuyayım, sen git orada espriden anlamayacak hacıemmilere takıl. Olmuyor Önderciğim. Biliyorsun hükümeti başarılı muhalefetimizle iyice zor durumda bıraktık. Kapatılmaları şurada gün meselesi, sen ise partimizin imajını bozuyorsun. Seninle ne yapacağız bilemiyorum... Acaba yerini daha genç bir arkadaşa mı devretsen; ne dersin? (baykal)
-Ama benim panikatağım var sayın genel başkanım; siz de böyle yaparsanız elâlem ne düşünür? Üstelik benim odamı dinlediler biliyorsunuz; ben mağdurum efendim, lütfen... (sav) Ahmet Turan Alkan |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Böcek, aslında bazılarının kaafsında ve kalbinde ... Neymiş? Bir vali, CHP Genel Sekreteri'yle parti genel merkezinde görüşmüş ve Vali Bey görev yaptığı ilde CHP'nin seçimi nasıl kazanacağını anlatmış ve bu arada konuşulanların tamamı Vakit Gazetesi'nde yer almış. Yani? Parti dinleniyor olmalı ki gazete bunları kelimesi kelimesine yayınlayabilsin. İddia doğruysa durum vahim! Kanunsuz dinlemenin üzerine topyekûn gidelim ve soralım: "Bu ülkeyi faşizme mi götürüyorsunuz?" Sormak zorundayız bu soruyu. Lâkin ya meselenin özü dinlemeye dayanmıyorsa, ya köşeye sıkışan CHP ve Önder Sav, sıkıştığı köşeden böyle bir atakla kendini kurtarmayı, iktidarı zora sokmayı planlıyorsa? Konuşan belli, konuşma mekânı belli, bu konuşmayı yazan gazeteci belli. Hâl böyleyken ilgisi olmayan insanları suçlayanlar var. İlk defa da yapılmıyor bu! Bazı insanlar tepişmenin yaşandığı her olaydan sonra cemaat efsanesine sığınıp peyda ettiklerini cami avlusuna atıveriyor. Peki, somut delil nerede? İddia eden ispat etmek zorundadır. Önce iddia et; sonra "Sen böyle olmadığını ispat et" denebilir mi? Hangi akıl, hangi hukuk böyle çarpık bir çıkarımda bulunabilir! İnsanları kanunsuz yoldan dinlemek şerefsizliktir. İlgisi olmayan kitlelere "siz dinliyorsunuz" diyerek kara propaganda yapmak da başka bir tür şerefsizlik. Bu ülkede böcek korkusu var; ancak bu böcek sadece bazı odaları değil, bazı kalpleri de esaret altına almış ve onları önyargı ve iftiraya esir etmiş. Ekrem DUMANLI |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Beyefendi, fermuarınız... Sayın Sav'ın CHP genel sekreterliği gibi önemli bir makamı haylidir deruhte etmesine rağmen benim bundan, -neredeyse iş işten geçtikten sonra- haberdar olmamın kıymet-i harbiyesi yoktur. Önemli olan CHP genel sekreterinin fani bedeni değil, CHP genel sekreterliğinin, -hatırladıkça bile insana güvenle karışık tatlı bir ürperti hissi veren- ebedî ve ezelî mevcudiyetidir. Evet, hoş ve -nasıl derler- "şık" bir final olmamıştır ve geçmiş hizmetleriyle Önder Bey, daha görkemli bir jübileyi hak etmektedir. Esasen onu bitiren şey, makam odasında merkez valisiyle "devlet dedikodusu" yapması ve bu sohbette konuşulen şeyler değil -hepimiz okuduk, bunlar alelâde kıraathane sohbetleridir-, "Efendim, telefonunuzu açık unutmuşsunuz" yollu nazik uyarılara, "saçmalık" diye her mânâya gelebilecek, amorf bir tepki vermiş olmasıdır. Oysaki, yaşlı-genç ayırt edilmeksizin her insan, "beyefendi, fermuar!.." şeklinde bir ikazla karşılaşsa refleks icabı irkilip, o anda görünmez olmayı temenni ederek ani bir otokontrol ameliyesine girişmek ihtiyacı hisseder. İşin daha eğlenceli kısmı, bilumum "bir kısım medya" editör ve köşekadısı takımının, "beyefendi, fermuarınız!" ikazını, "hadi ordannn; sen makbul biriysen gözün başkalarının fermuarında ne geziyor?" şeklinde paraşizoit bir kontratak refleksi göstermiş olmasıdır. Ne var ki, pis ve küçük bir gerçek, o güzelim ve muhteşem teoriyi berbat etmiş bulunuyor. Bıyıklarını pomatla eğittiğinden şüphelendiğim bir laikçi yazar, dün bu durumu, "n'aaptın Önder; her şeyi berbat ettin!" özdeyişiyle kabullenmiş gibi görünüyorsa da CHP kalesinden hâlâ, "dayan yiğidim, yettim" naraları duyuluyor. Bakalım Malkoçoğlu Cüneyt Bey bu defa vaktinde yetişebilecek midir? A. Turan ALKAN |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Demokratik müzakere ve yargı "AK Parti, Milli Görüş'ün devamıdır," sözünün ilk tekzibi doğrudan Milli Görüş'ün kendisinden gelir. Yetmişli ve seksenli yıllardaki Milli Görüş'le 94'den sonraki Milli Görüş arasında radikal bir kopuş vardır. Refah Partisi'ne 94 mahalli idareler ve 95 genel seçimlerinde başarı kazandıran tam da budur. Milli Görüş geleneği 94 seçimleriyle birlikte toplumu değerler itibariyle dönüştürme iddiasından vazgeçmiş, herkese kendi hayat tarzı içinde "iyi hizmet"i öne çıkartmıştır. Semboller üzerine kılı kırk yaran dikkate sahip olanların, bu dönüşümün sayısız sembollerini dikkate almamaları ilginçtir. İkinci tekzip ise, AK Parti'nin icraatlarıdır. 2002'den bu yana iktidarda olan bu parti "Batı kulübü"ne üye olmaya çalışmış, "vahşi kapitalizm"e tam yelken açmış, "ağır sanayi kurma" iddiasını kaale almamış, en önemlisi de Milli Görüş'ün omurgasını teşkil eden "muhafazakâr" kadroları her bakımdan modern dünyaya entegre etmiştir. Milli Görüş'ün asli sahibi Erbakan'ın seçim öncesi AK Parti'ye yönelttiği eleştiriler sadece siyasetin bir cilvesi değildir. "Ilımlı İslam" iddiası ise, yukarıdaki terminoloji eşliğinde bazen bir "Amerikan projesi" olarak zikredilir, bazen ise dikkatlerin yöneldiği sosyal sahadaki modern göstergeleri anlamlandırmak için kullanılır. Şahsen bu "ılımlı" sözünün tekabül ettiği esnek ve belirsiz coğrafyanın müzakereyi zorlaştıran bir işlev gördüğünü düşünmüşümdür. AK Parti davası hem demokrasi hem de yargı için çok önemli. Anayasa Mahkemesi Başkanı bu iki kavramı telaffuz ederek süreçten güçlenilerek çıkılacağını söylemişti. Aynı temenniye katılmak gerekiyor. Naci BOSTANCI |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Zaman, itibari bir şeydir. Onun hakiki vücudu yoktur. Zamana değer verip hayatiyet ve canlılık kazandıran şey, o zaman içinde yapılan hizmetlerdir. Biz Asr-ı Saadet diyerek belli bir devreyi ve belli bir çağı alkışlarken, hadd-i zâtında herhangi bir zamanı değil, o zaman içinde yaşayan ve yaşananları dikkate alarak Asr-ı Saadet diyoruz. Zaman ancak içinde cereyan eden şeyler itibariyle renklenir ve bir gökkuşağı halini alır. Bu şekilde hizmetle dolu yaşanan zamanın anı seyyâlesi, başkalarının hizmetsiz geçen yüzlerce senesine bedeldir!
M.Fethullah GÜLEN |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Asimov ve Tayipleyiz...+1
Ben burayı daha önce nasıl görmemişim hayret.. :o |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Sevgili Hocam (+) :)
|
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Dışişleri Bakanı Babacan’a bu kadar tepki neden? Dini özgürlüklerle ilgili sorunlar var! Türkiye’de din ve vicdan özgürlüğü ile ilgili sorunlar var mı? Yok diyebilir misiniz? Eğer yok diyorsanız, başörtüsü ya da türban sorunu ne olacak? Bundan dolayı yıllardır üniversiteye giremeyen kız öğrencilerin bu sorunun bir parçası olmadığını öne sürebilir misiniz? Din eğitimi konusunun bu ülkede bunca yıldır yerli yerine oturduğunu söyleyebilir misiniz? Bu bakımdan, kendi çocuklarının daha dindar yetişmesini isteyen ailelerin din eğitimiyle ilgili olarak çok uzun yıllardır devletle bazı dertleri olduğunu unutabilir misiniz? Kuran kursları olsun, İmam Hatipler olsun, din eğitimiyle doğrudan ilgili bu alanlarda ne zamandan beri yaşanan tartışmaları yok sayabilir misiniz? Ve bu tartışmalar, din ve vicdan özgürlüğüyle ilgili değil midir? Cemaat ve tarikatlar açısından sorunsuz bir Türkiye’de yaşadığımızı iddia edebilir misiniz? Cemaat ve tarikatlar bin yıldır bu toprakların bir gerçeği iken onları yok saymak, yer altına itmek, bu ülkede din özgürlüğü, vicdan özgürlüğü alanlarında sorun yaratmıyor mu? Cemaat ve tarikatları yok saymakla, tekke ve zaviyeleri kapatmış olmakla, özellikle sosyolojik bakımdan hiçbir şeyin yok olup gitmediği, devletle yaşanan sürtüşmelerin din ve vicdan özgürlüğü alanında sorunlara yol açtığı bilinmiyor mu? Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri geçerli olan laiklik anlayışı ya da tepeden, devlet tarafından kontrol altında tutulmaya çalışılan din kurumu bu ülkede birçok soruna kaynaklık etmiyor mu? Etmediğini iddia edebilir misiniz? Edebiliyorsanız, başörtüsü ya da türban sorunu ne oluyor? Edebiliyorsanız, yüzde 47 oy almış bir iktidar partisinin özellikle türbandan hareketle kapatılması nasıl gündeme gelebiliyor? Dini özgürlüklere ilgili herhangi bir sorun yoksa, başını inancının bir gereği olarak örtenlere üniversite kapıları nasıl kapatılabiliyor ve bu yasak Türkiye’yi derinden nasıl sarsabiliyor? Ve son bir nokta: “Eşi türbanlı olan Cumhurbaşkanı olamaz!” diye yargısıyla, askeriyle kazan kaldırılan, 367 gibi hukuk skandalları, 27 Nisan Muhtırası gibi demokrasi ayıpları yaşanan bir ülkede daha hâlâ “Din özgürlüğüyle ilgili sorun yoktur!” desen de kolay kolay inandırıcı olabileceğini sanmıyorum. Din eğitimi hâlâ yerli yerine oturtulamadığı için vardır. Devlet din kurumuna fazla karıştığı için vardır. Laiklik anlayışı tepeden inme olduğu için vardır. Ya da din-devlet ilişkilerinin yapısı fazla otoriter olduğu için vardır. Din-devlet ilişkilerinin otoriter yapısı daha fazla demokrasi ile tanıştırılamadığı için vardır. Bu arada bütün bu sorunlar neden vardır sorusunun bir yanıtı daha vardır akılda tutulması gereken: Bütün bu sorunlar bastırıldığı için, bütün bu sorunlar ve çözüm yolları serbestçe tartıştırılmadığı için, tabular ve yasaklarla özgür tartışma ortamı bir ‘kışla düzeni’nde cendereye alındığı için, toplumun kreması sayılanlar fena halde cahil bırakıldığı için, dini özgürlüklerle ilgili sorunlar Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri başımızdan eksik olmamıştır. İşte bu nedenlerle, Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Avrupa Parlamentosu’nda bir soruyu yanıtlarken, “Türkiye’de Müslüman çoğunluk da dini özgürlüklerle ilgili sorunlar yaşıyor” demesine bu denli tepki göstermek yanlıştır, ölçüyü kaçırmaktır. Hasan Cemal |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Alıntı:
Yalçın bey yazarlık yönünüzede teyit ettik... :) Kaleminize yüreğinize sağlık....+1 |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Hani, hep; “Burası Türkiye... Bu ülkede olmaz, olmaz!” deriz ve “her an her şeyin olabileceğine” inanırız ya, bu inancı haklı çıkaracak gelişmeler hiç eksik olmaz bu ülkede!.. Meselâ; “demokratik ülke” deriz, sokaklarında “tanklar” yürür!.. Meselâ, “Matematiğin 4 işlemi”nde, 9 rakamı küçük bir sayıdır, 411 ise büyük!.. Ama, burası Türkiye... Burada “matematiğin kuralları” değil, “yargının kuralları” geçerlidir!.. Yargı, eğer “9 büyüktür 411’den” diyorsa, geçerli olan budur!.. Çünkü Türkiye’de; “yargı ne diyorsa, o!”dur!.. Çünkü Türkiye’de; “Millet”in 21 Milyonu bilmez, o iradenin temsilcisi “Milletin Meclisi” bilmez, ama “Anayasa Mahkemesi’nin sadece 9 üyesi” bilir!.. Kısa ve net ifadesiyle; “9’un, 21 Milyondan büyük olduğunun ispatlandığı” tek ülkedir Türkiye!.. Bu ülkede matematik de sökmez, demokrasi de!.. Çünkü bu ülkede, “kurallar” değil, “krallar” egemendir! Hasan KARAKAYA |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Mustafa Kemal'i anlamanın kuralları
İpek Çalışlar’ın ‘Latife’ başlıklı biyografik romanında Topal Osman’ın adamları geldiğinde Mustafa Kemal’in kadın elbisesi giyerek kaçtığı söyleniyor. Tabii bu bilgi bizzat Latife Hanım’ın hatıratından çıkmakta... Ama devletimiz bunu da kabul edemiyor, çünkü Mustafa Kemal böyle bir şey yapmış olamaz. Yani gerçekte ne yaptığından hareketle Mustafa Kemal’i anlamaya çalışmıyoruz, hayalimizdeki Mustafa Kemal’den hareketle gerçekliğin ne olduğunu kurguluyor, bir de bunun aksini söyleyeni cezalandırmak istiyoruz. Etyan MAhçupyan |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Alıntı:
ağlamak istiyorum :'( |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Egemenlik krizi Denetlenemeyen, gücünü kendinden alan, yetki alanını kendi belirleyen yargıçlar krallığı bağımsızlığını ilan etti. Bugün laiklik kisvesi altında bütün bir milletin egemenliğine kelepçe vuran bu krallık, yarın başka bir gerekçe ile herkesin egemenliğine kelepçe vurabilir. Bu karar, Anayasa Mahkemesi'nin; şehri korumak için icat edilmiş robot gibi denetlenemez, kontrol edilemez, kendi yetki sınırlarını kendi belirler bir hale gelmesinin resmidir. Anayasa'nın değiştirilemez maddesi sadece laiklik değil ki. Hukuk devleti olmasını nereye koyuyorsunuz? Kafalarda oluşturulan laiklik anlayışı uğruna diğer bütün yasalar (içinde değiştirilmezlerin de olduğu) askıya alınabilir mi? Türkiye jakoben laiktir diye bir madde bırakıp diğer bütün yasaları ortadan kaldıralım o halde. Bütün her şey bu jakoben laikliğin varlığını devam ettirebilmesi uğruna değiştirilebilir, sündürülebilir, yorumlanabilir, askıya alınabilir diyelim. Bu nasıl bir projeydi, yüksek yargının bu denli siyasallaşması ne zaman başladı hatırlıyor musunuz? Bu süreç Süleyman Demirel'in cumhurbaşkanlığında başladı, ama asıl 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer döneminde zirve yaptı. Böylesine ideolojik saplantıları olan üyeler atayan Ahmet Necdet Sezer'in bize nasıl yutturulduğunu hatırlıyor musunuz? Seçilmesi konusunda kamuoyunun ikna edilmesi sürecinde Sezer demokrasi, insan hakları, yetki paylaşımı, hukukun üstünlüğü gibi sözleri hiç ağzından düşürmüyordu. Ahmet Necdet Sezer her geçen gün Türkiye'nin üstünde kara bir gölge gibi durmaya devam ediyor. Mehmet KAMIŞ / 07 Haziran 2008, Cumartesi |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Alıntı:
|
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Bu Meclis artık 'Kurucu Meclis' olmalıdır Şimdi Meclis, yetki alanına uzanan bu 'tecavüze' dur demek zorunda. Bunun yolu Meclis'in artık bir 'Kurucu Meclis' gibi çalışmasıdır. Yeni anayasa taslağı biraz daha liberalleştirilerek hemen Meclis'e inmeli, hatta Meclis yaz dönemini çalışmaya devam ederek yeni anayasayı çıkarmalıdır. Artık Ak Parti için hükümet olmanın bir anlamı kalmamıştır. Meclis çoğunluğu yeni bir anayasa için 'Kurucu Meclis' gibi çalışmazsa milli iradenin üzerindeki bürokratik ipoteği kaldıramaz. Evet, bu bir 'rejim krizi'dir, 'vesayet rejimi'nin krizi. Çıkışın yolu da bellidir; tam demokrasi. 'Bürokratik cumhuriyet'ten 'demokratik cumhuriyet'e geçişin şartı yeni bir anayasadır. Demokratik ve özgürlükçü bir ruhla devletin kurumlarının yeniden kurulması... AK Parti bu yöndeki toplumsal talebe karşılık vermez, 'tam demokrasi' yolunda dönüşümün siyasal aktörü olma vasfını taşıyamazsa toplumsal ve ekonomik dinamikler kendine yeni bir siyasal temsilci bulur. Dönüşümün öncülüğünü üstlenenler hem ülkenin geleceğini hem de kendilerini kurtarabilirler. İhsan DAĞI / ZAMAN |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Anayasa Mahkemesi kararıyla yargı milletin seçtiği vekilleri yok mu saydı ? Bırakın saysın. Ülkenin en tepesindeki hukuk adamları bir siyasi partinin peşine mi takıldı ? Bırakın takılsınlar. Yüksek Mahkeme yetki sınırlarını mı aştı ? Bırakın aşsın. Tarafsız olmadı mı, hukuka uymadı mı, Meclise müdahale mi etti ? Bırakın hepsini yapsın. Kendi kendinize sorun. Anayasa Mahkemesinden farklı bir karar mı bekliyordunuz ? O halde karar sürpriz değil. Ama çok önemli. Niçin mi ? Çünkü millet bir kez daha yanılmadığını gördü. Çünkü millet 367’den sonra yüksek mahkeme hakkında bir kez daha suizan etmediğini gördü. Çünkü millet kime güvenip kime güvenemeyeceğini bir kez daha iyice anlamış oldu. Çünkü millet sağlama yaptı. Ve millet bir kez daha haklı çıktı. Karar sürpriz değil. İnanılmaz değil. Şok edici değil. Hayretler içinde bırakıcı hiç değil. O halde bırakalım şimdi Anayasa Mahkemesinin ne yaptığını. Millet ne yapacak onu konuşalım. Biz ne yapacağız ona karar verelim. Huzurluyum. Vicdanım rahat. Aklımda ‘acaba’ yok. Artık günah benden gitti. Şimdi millet, ‘inadına demokrasi’ diyecek, Şimdi millet, ‘inadına milli irade’ diyecek, Şimdi millet, ‘inadına kayıtsız şartsız egemenlik’ diyecek. Şimdi millet, ‘inadına birlik’ diyecek, ‘beraberlik’ diyecek. Şimdi millet, ‘inadına tek Türkiye’ diyecek. Kuralları kim koyarsa koysun maçı oyuncular oynar. Şimdi biz, hepimiz, bir millet olarak sahaya çıkalım. Ama bir şartla. Oyun bozuculuk yapanı takıma almayalım. İtiraz edeni takıma almayalım. Mızıkçılık yapanı takıma almayalım. Ağlayanın verelim topunu gitsin. Sahaya süreceğimiz takımı biz belirleyelim. Seçerken sağlam seçelim. Şimdi var mısınız bu oyunu adam gibi oynamayacak olanı kadro dışı bırakmaya. Var mısınız oyunu erkekçe oynamayacak olanı tribüne mahkum etmeye. Var mısınız oyun bozanı sahaya sokmamaya. Bu bizim elimizde. Sandık geldiğinde güçlü bir takım kuralım. Kaç kişi gerekiyorsa; 350 mi, 400 mü, 450 mi ? Yeter ki mızıtanların olmadığı bir takım olsun. Anlaşıldı ki o zaman ülke huzura erecek. Anlaşıldı ki o zaman işler yoluna girecek. Anlaşıldı ki maçı başka yerde oynayanları takıma almazsak bu iş olacak. Anlaşıldı ki (C)anı (H)ep (P)enaltı isteyenler kadro dışı bırakılırsa bu maç kazanılacak. Var mısınız bunu yapmaya, inadına yapmaya, bu ülke için yapmaya ? ABDULLAH ABDÜLKADİROĞLU/SAMANYOLUHABER |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
İşte sana bir anne, ye aslanım Fatih Altaylı onu!
Humeyni dedirt, Atatürk derdirt, İngilizler dedirt... Sen konuşturmayı becerirsin. Böyle “Andıçlama” zamanlarında sana büyük ihtiyaç var. Bu kızlar Avusturya'da, ya da Çin'de maçinde ne arıyorlar? Türkiye'de özgürlük var da, hava olsun diye mi gittiler odalara? Avrupalı bir parlamenter, bir CHP'liden, ya da Avrupalı bir üniversite yöneticisi, bizim profesörlerimizden daha özgürlük yanlısı çıktıysa, suç, eğitim için o özgürlük alanlarına açılanlarda mı, yoksa Türkiye üniversitelerini bir cehennem ortamına çevirenlerde mi? Siz kimden “ODTÜ rektörü de özgürlüklerden yana” diye bir açıklama bekleyebilirsiniz ki... Bay rektörün elinde başörtülü kızların ihraç fermanı sallanıp duruyor. O rektör diyor ki: -Bizim başörtülü kızlarımız üniversite kapısına gelir, ya başlarını açarlar ya da peruk takarlar! Bunu söylerken hiç rahatsızlık duymuyor. Bir tv kanalına görüş bildirirken sordum: -Sayın Ural Akbulut, derse girdiği amfide, karşısında başlarında peruk bulunan 100 öğrenci görse ne hisseder? Sistem adına, bu katı başörtüsü karşıtlığı adına içinde bir utanç damarı kabarmaz mı? Kaç gündür, tv kanalları, AYM'nin kararı vesilesiyle, üniversite kapasında başörtülü kız öğrencilerin görüntülerini veriyor. Kimi yüzünü kameralardan kaçırarak başörtüsünü çıkarıyor, kimi peruk takıyor... Her gün bu böyle! Ben diyorum ki, insanlık damarı ölmemiş olanlar, utanır bu görüntülerden, biraz daha insanlıkları diri ise içleri yanar... Ahmet Taşgetiren |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Hırlayan bürokrasi Herkes biliyor: Ülkedeki iktidar yapılanması çift başlı. Bir yanda halkın oylarıyla biçimlenen sivil siyaset var, diğer yanda ise bürokratik elit. Bürokratik elit, siyasete diyor ki: "Sen ekonomiyle uğraş. Pastayı büyüt. Daha fazla vergi topla. O parayla bana lojman yap. Altıma otomobil çek. Maaşımı, ek ödeneklerimi, harcırahımı artır. Silah alacağım; bana para ver. Ama bu parayı harcama şeklime karışma, denetleme, sorma. Kıbrıs meselesine karışma; ben orada çözüm istemiyorum, gerilimi sürdüreceğim. Kürtleri döveceğim, barıştan filan söz edip kafaları bulandırma. Avrupa Birliği'ne de fazla yanaşıp canımı sıkma. Tamam mı?" Ne var ki iktidara gelenler bu gerçeği hep unutuyor. "Halka dayanıyorum, meşruiyetim var; beni ısıramaz" diyorlar. Sonuç: Paçasını kurtaran pek az. 19/06/2008 Emre AKÖZ - SABAH |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Evet, çok zor bir dönemden geçiliyor. Enerji-emtia-gıda fiyatları nedeniyle cari açık ve enflasyon direnince, yüksek faiz ve nispi ekonomik daralmaya paralel olarak işsizlik artıyor, halkımız sıkıntı yaşıyor. Ancak bir sorun olduğunda bunu anlamak yerine illa da birilerini bulup vur abalıya yapmanın ideolojik tatminden öte ülkeye bir yararı yok.
Bilesiniz ki, her şeye rağmen bu ülke ittirilerek krize sokulursa, bunun gerekçesi asla küresel kriz ve içerideki ekonomi olmayacak. Halkının özgürlüğünü ve refahını haram sofralarına tehdit gören Soğuk Savaş'ın son 'oligargları' yüzünden olacak. İBRAHİM ÖZTÜRK |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Osmanlı Devleti gibi, farklı dinden, farklı mezhepten, farklı etnik kökenden, farklı dillerden insanların genellikle dostane ilişkiler içinde ve çoğu zaman komşu olarak yaşadıkları bir devletin vârisi olan ve seksen küsur yıldır lâikliği rejimin temel ilkesi haline getirmiş bulunan Türkiye Cumhuriyeti'nde özellikle dinsel hoşgörüsüzlüğün bu boyutlarda olması ilginçtir.
Ergun Özbudun |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
1917’deki Ekim Devrimi’nden sonra Bolşeviklerin ilk işlerinden biri “devrim mahkemeleri” kurmaktı. Lenin’in 5 Aralık 1917’de yayınladığı talimatnamede işin mantığı şöyle açıklanıyordu: “Devrim mahkemelerinin amacı, devrimi korumak, karşı-devrim güçlerine karşı savaşmak… sermayedarların, tüccarların ve din adamlarının sabotajlarına karşı mücadele etmektir.”
Yani bu mahkemeler, Sovyet vatandaşlarının haklarını değil, “devrim”i savunmak için kurulmuştu. “Devrim muhalifi” sayılan vatandaşları da cezalandıracaklardı. Epey tanıdık geliyor, değil mi?.. Hele de üstteki “sermayedar, tüccar, din adamı” kavramlarının yerine “gerici, tarikatçı ve bölücü” kelimelerini koyarsanız, “cuk” diye oturuyor. Mustafa Akyol |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Yargıçlarımız ve yasa koyucumuz, bütün bu ödevleri/görevleri yerine getirselerdi, hiç kuşkusuz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde bir gün içinde (8.7.1999) on bir kez düşünceyi açıklama özgürlüğünü çiğnemekten hüküm giymezdik. 2005 yılında düşünce özgürlüğünü çiğneme nedeniyle açılan ve bu mahkemece kabul edilen 50 davadan 39’u (%80) bizim olmazdı. Cümle álem karşısında da saygınlığımızı yitirmezdik. Sami Selçuk |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
100 Entelektüel Benim bakış açımdan entelektüelliğin üç ana kriteri var: 1) Entelektüel, düşünce faaliyetinin merkezine "beyni ve zekâ"yı değil, "akleden kalbi" yerleştirir. Bu kalb, sanıldığı gibi göğsümüzün sol yanındaki organ değil, onunla ilişkili manevi merkezdir. Kalb saf duygu da değildir. Zekâyı ve duyguyu yedeğine almakla beraber aslolan bilinenden bilinmeyene, görünenden görünmeyene gidişin irfan ve hikmet zemininde yol haritasını çizen insanî en yüksek melekedir. 2) Entelektüelin referans çerçevesi salt akıl veya varlığın gözlem ve deneyle elde edilen bilgisi değil, vahydir. Vahy-akıl ilişkisi güneş-göz ilişkisidir. Vahy, güneş gibi varlığı aydınlatır, göz, güneşin/vahyin aydınlattığı objeler dünyasını görür. Böylece "görmek" için güneşin ışığına da göze de, yani vahye de, akla da ihtiyacımız olduğu anlaşılıyor. Hz. Peygamber (sas), "Aklı olmayanın dini yoktur" buyurmakla, gözü olmayanın görmeyeceğini işaret etmiş bulunmaktadır. Burada dinin akılla çatışması düşünülemez. Aydınlanma imkansızı iddia etti, yani gözün kendisinden ışık saçıp bu sayede çevremizi görebileceğimiz, dolayısıyla güneşin ışığına ihtiyacımız olmayacağını söyledi ki, bu eski Greklerde marjinal bazı tabiplerin naif iddiasıdır. 3) Entelektüel olaylara varlık âleminin bütününü göz önüne alarak bakar, dünya görüşüne sıkışıp kalmaz. Zihin faaliyeti ve ruhî iştiraklerinin ucu açıktır, "dünya görüşü" içinden bakanlar kapalı bir sistem içindedirler, bu yüzden isteseler de entelektüel olamazlar. Deistler, materyalistler, ateistler ve agnostiklerin entelektüel olma şansları yoktur, çünkü varlığı bu dünyaya indirgemişler, laik veya seküler bir sitenin, kapalı bir sistemin içine kendilerini hapsetmişlerdir. Ucu açık düşünme melekelerini kaybettikleri için, bu düşünmenin gücünü ve gözlenebilir dünyanın ötesini, yani aşkın/müteali, iç/batını ve öteyi/ahireti inkar etmektedirler. Bu açıdan entelektüellik kaçınılmaz olarak dinin evrenine ait en yüksek düzeyde zihnî faaliyettir. Söz konusu liste bize şu gerçeği hatırlatmaktadır: Tarihin bu yeni helezonik zamanında dünyanın entelektüel ağırlık dengesi İslam'a ve İslam dünyasına doğru kaymaktadır. Batı'da hiç olmadığı kadar bilgi birikimi/malumat yığını olmasına rağmen entelektüel hayat gelip son sınırına dayanmış bulunmaktadır. Batı artık büyük entelektüeller yetiştirmiyor, Chomsky ve Umberto Eco gibileri modern dünyaya "eleştirel" baktıkları oranda dikkat çekip öne çıkıyorlar. ALİ BULAÇ |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Sormak lazım: Efendiler, akıl sağlığınızın yerinde olduğuna emin misiniz? 80 yıldır “ya bir gün bölünürsek” diye korkup duruyorsunuz, peki ülkeyi “bölünmekten” uzaklaştıracak, Kürtçülüğü zayıflatacak tek siyasi hareketi niye yok etmeye çalışıyorsunuz? Ak Parti’yi kapatmaya hazırlanıyorsunuz. DTP zaten yolda. Yani Kürt vatandaşların oy verdiği bütün partileri kapatmış olacaksınız. Peki bu adamlar “artık bu iş kabak tadı verdi, bize müsaade, Cumhuriyetiniz sizin olsun, bizi ancak Kürdistan paklar” derse, ne yapacaksınız? “Kurumlarınızı” ve “ilkelerinizi” çok sevdiğinizi biliyoruz. Ama siz bu memleketi sevdiğinize emin misiniz? Mustafa Akyol |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Alıntı:
|
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Biz duya duya belki alıştık, ama bu “Türk okulları” gerçekten de muazzam bir proje. 91 ayrı ülkede 300’den fazla okul açmak ve bunların hepsini de başarıyla yaşatmak, şapka çıkarılacak bir iş. Fransa’da yaşayan bir dostum, bu okulların şöhretiyle Paris’in çok pahalı bir restoranındaki bir iş yemeğinde bile karşılaşmış. Bir süre Madagaskar’da yaşamış bir Fransız iş adamı, kendisine, “Çocuklarımızı oranın en iyi okuluna göndermek istediğimizde bize Türklerin idare ettiği bir okulu tavsiye ettiler” demiş. “Etkilendim” diye de eklemiş.
Bu, az şey değil. Türkiye deyince epey bir Avrupalı’nın aklına “Ermeni soykırımı”, darbeler, işkence ve bilumum insan hakkı ihlâlleri gelir. Son dönemde de 301 davaları, Hıristiyan cinayetleri veya tecavüz vakaları geliyor. “Türkiye’den iyi şeyler de çıkıyor” dedirten az şey var. Bunlardan biri de, belli ki, “Türk okulları.” Ama ne gariptir ki bu Türk okullarının en büyük muhalifleri yine Türkler. Öyle ki bazıları, bu kurumları ziyaret etmeyi “parti kapatma” ve “siyasi yasak getirme”nin gerekçesi bile sayıyor. Medyanın malum köşeleri ise, okulları kötülemekle hızını alamıyor, bunlar hakkında olumlu şeyler yazan Batı basınını da suçluyor. Zaten Sabrina Tavernise, aynı AB Komisyoneri Olli Rehn gibi, Türkiye’deki “katı laiklik”ten bahsettiği için bir süredir boy hedefi. Ne enteresan değil mi? “Katı laik”likten eleştiri alanlar, “vay, siz misiniz bizim laikliğimize dil uzatanlar” diye küplere biniyor, bu eleştiriyi getirenleri “dincilere satılmakla” suçluyor, yani aslında kaskatı olduklarını fiilen ispat ediyorlar. Öz eleştiri yapmak, “acaba gerçekten bizim modelimizde bir gariplik var mı” demek, akıllarına hiç gelmiyor. Sorunun kökeni, Türk seçkinlerinin beynine kazınmış olan “din fobisi”. Bu öğretiyle yoğrulmuş standart bir Türk, dinin sadece “vicdanlarda” kalması gerektiğine, toplumu etkilemesi durumunda ise “karanlığa gömüleceğimize” sorgusuz-sualsiz iman ediyor. Bu öğretiye göre toplumda hiç bir dini hareket olmamalı, hele de bunlar eğitim kurumları açarak “yükselen yeni nesil”e yön vermemeli. Eğer din lazımsa bile, devlet onu gerektiği şekilde, gerektiği kıvamda topluma verir. Devlet zaten her şeyi bilir. Bu zihniyet Türkiye dışında da vardır; ama sadece ideolojik dikta rejimlerinde. Demokratik Batı toplumlarında ise din toplumsal yaşamın her alanında kendini ifade edebilir. Örneğin her dini kurum ve cemaat kendi eğitim kurumunu oluşturabilir. Hele de Amerika’da laik devlet okullarının yanında sayısız Hıristiyan, Yahudi ve hatta İslami kolej vardır. Zaten bildiğiniz ünlü üniversitelerin çoğu din kökenlidir. Princeton Üniversitesi’nin ambleminde hala “Dei sub numine viget”, yani, “Tanrı’nın kudreti altında yükselir” diye yazar. Türkiye’de böyle bir cümle yazsanız bir üniversitenin tabelasına, artık yargı darbesine mi gerekçe olur, Sincan’da tank gösterisine mi, varın siz düşünün... MUSTAFA AKYOL |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Anayasa Mahkemesi daimi üyelerine sesleniyorum. Muhtemelen önümüzdeki hafta içinde alacağınız karar kağıt üstünde bir partiyi kapatıp bir kaç isme siyasi yasak getirme ve getirmeme basit önergesinin çok ötesine bir karadır. Bu ülkede bir mentalite devrimi yapma şansını elinizde bulunduruyorsunuz. İddianamenin reddi ile bu şansı bir kere elinizden kaçırdınız. Tarih size bu şansı son bir kez daha verdi. Bu ülkenin insaninin bütün dünya ile ayni oksijeni alıp verdiğini, ayni şekilde beslendiğini ve ayni beşeri yönetim sekilerline layık olduğunu artık kabul edin. Bu ülkenin bu dünyanın bir parçası olduğunu artık kabul edin. Alacağınız kararın vukuatı adliyeden sayılan basit bir parti kapatma kararı olmadığının farkına varın ve bu karar ne olursa olsun demokrasimiz için paradigmaların bir daha geriye dönmeksizin değişeceği bir karar olacağını aklınızdan çıkarmayın. Bu ülke sizden demokrasi adına devrim mahiyetinde bir değişimin ilk kıvılcımını yakmanızı bekliyor. Bu uğurda binlerce gencini ve düşünürünü “ergenekon zihniyetine” kurban veren insanımıza bunu çok görmeyin. SAVAŞ GENÇ |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
oyun oynamak varken 8)
|
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
Demokrasinin, hukukun, adaletin olmadığı yerlerde diktatörlük olur. Diktatörlüğün olduğu yerde de; sadece benim dediğim doğru ve sadece benim dediğim olacak diyen zorba diktatörler olur...
Ülkemizin yürüdüğü yoldan saptırılmaması ve bir an önce AB standartlarına ulaşması temennisiyle... Teşekkürler oztuks...(+) |
Dikkat Çeken, Ezber Bozan, Okunmaya Değer "Alıntılar"
.... herkes kendi dünyasında yaşar. Ve yine bu nedenle herkesin, kendi kendine sarmalandığı perdelerle başı belâdadır.
Gözlerimiz, muhataplarımızın fanusuyla karşılaşmadan önce kendi fanusuyla çarpışır; o görünmez fanusuyla... kendi fanusuyla... Kendi fanusunu kırmadığı/kıramadığı sürece, kimse başkasının fanusuna el uzatamaz. Dücane CÜNDİOĞLU |
Bugün okuduklarınızdan hayatınıza etki eden bölümler !
Şayet, kendimizi Cenâb-ı Hakk’ın rızasına adamış ve o rızayı da Zât-ı Ulûhiyeti duyurmaya bağlamışsak, artık nerede olursak olalım, hangi şartlar altında bulunursak bulunalım, bizim için durmak, acizliğe düşmek ve mesuliyetten kaçmak söz konusu değildir. Zira, “Bahar gelsin, hava ısınsın, çiçekler açsın, bülbüller ötmeye başlasın... işte o zaman ben de şakırım!” şeklindeki bir düşünce bir disiplin insanının mülahazası olamaz. O kışta da şakımalıdır yazda da; baharda da güle Türküler söylemelidir güzde de. O, her mevsime ve her döneme göre bir dil ve üslup tutturmalı, dilbeste olduğu hakikatleri terennüm etmekten asla geri durmamalıdır.( M.Fethullah GÜLEN )
|
Bugün okuduklarınızdan hayatınıza etki eden bölümler ! (01.09.2008 )
Meryem hırkasız.
Meryem taraksız. Ne sırtını sıvazlayan oldu, ne saçını ören, hem yetim hem öksüz... Ah üzülme yine de. Rızkı Allah'tan gelir her yetim gibi Meryem'in de. Allah varsa ne gam! Sibel Eraslan, farklı dini kaynaklardaki bilgileri bir araya getirerek, bir biyografi kitabından ziyade edebi bir metin içinde Meryem'i aradı, anladı ve yazdı.tavsiye ederim :-* |
Üstad'ım bu alıntılar için teşekkürler...
Bu ne hız..bugün size gazeteler dayanmamış anlaşılan.. Artılarımızında iadesini verelim üzerimizde kalmasın + |
Bazıları “yemek için yaşasa” da, insanoğlu, genelde “yaşamak için yer!”
20.10.2008 - Hasan Karakaya |
Önceki gün yine, “özgürlükler ülkesini” düşündüm;
Bir de “esaretin mabedini”. Bir de vicdanıma sordum, Bir garip ağırlık çöktü omzuma. İki kelime: “Özgürlük”, “Bağnazlık”. İşte o “bağnazlık” kulaklarını “sağır”, gözlerini ve vicdanlarını “kör” etmiş! Dine karşılar! Çünkü din onlara göre bir “dogma”! Tesettüre karşılar! Tesettür onlara göre bir “simge”. Hadi dine-tesettüre düşmansınız, anladık; Peki, özgürlüklere neden karşısınız? Kısıtlanan özgürlükler bu ülkede bir sorun değil mi? Bu sorunu kanayan bir yara olarak görmüyor musunuz? Bu yaranın bir şekilde tedavi edilmesi, bu sıkıntının bir şekilde giderilmesi gerekmez mi? Siz inanıyor musunuz, bu “kılıfın” bu derde derman olacağına? Çözmek, demokrasi ve hukuk içerisinde halledilmesi mümkünken, laikliği istismar ederek yaranın üzerine kezzap dökmek midir? CHP dilekçesiyle, ezici çoğunluğun “Tutsaklık-esaret son bulsun, ülkemiz özgürlükler ülkesi olsun.” kararını apar topar iptal etmişler; Sonra da “kılıf” bulmanın derdine düşmüşlerdi. “Özgürlük katline” ferman bulma çabaları… *** “Kılıf” bulmuşlar; Heyula dolu evhamlara, vehimlere, korkulara, niyet okumalara dayalı bir kılıf! Bugün, Bu tablo karşısında, Özgürlüğü düşündüm yine. Karamsarlık çöktü içime. Tuhaf bir ağırlık yüklendi omzuma. Bazen karabasan basar ya, Kâbus başlar arkasından… Öyle bir şey. Yine de ümitliyim. Bir gün mutlaka, “Özgürlük ve demokrasi karşıtı eylemlerin odağına” neşter atılacak Anladık ki bunların “mutasyonla” çağdaş değerlerden nasiplenmesi imkânsız. TURGAY YENER |
Güzelin tanımını en güzel İslam yapıyor… İslam’ın güzel dediği güzeldir. Bu açıdan güzelin, iyinin, doğrunun, gerçeğin adresi bellidir… Başka referans aramaya ihtiyaç yoktur…
İştahların, arzuların, şehvetlerin, hevaların beşeri ideolojilerin güzellik tanımı, tercihi görelidir, aldatıcıdır… Evet, güzellik izafidir… Esas olan aziz ve celil Olan’ın işaret buyurduğudur… Yapay güzellikler… Rölatif güzellikler… Çoğu zaman yanıltıcı, saptırıcı ve baştan çıkarıcı olabiliyor… Bize lazım olan sadece göze hitap eden güzellikler değil… Çünkü; arızi güzellikler aldatıyor… Önemli olan gök merkezli güzelliklere kendimizi açık tutmaktır… Müteal güzellikler… Rabbani güzellikler… Baki güzellikler… Genelde geçici beşeri ve dünyevi güzellikler insanı büyülüyor… Basireti tutulan insan baki güzellikleri atlayabiliyor… İşte önemli olan sentetik, estetik, kozmetik dünyanın güzelliklerinden sonsuz güzelliklere uzanabilmektir… İmaj çağında tüm iç güzellikler görselliğe feda edildi… İnsanoğlu çamurunu makyajlamakla meşgul, cevherini unuttu… Neyimizle güzeliz? Endamımızla mı? Evladımızla mı? Emlakımızla mı? Emtiamızla mı? Envanterimizle mi? Yoksa amellerimizle mi? Hangi güzelliklerin peşindeyiz? Gelişigüzel değil gerçekten güzel olanın arayışında mıyız? Kirlilik kanıksandı… Kötülerin iktidarı kutsandı… Güzellikler tüketildi, üretilmedi… Güzelin çoğu zaman sadece edebiyatı, hatıratı, hamaseti ve hasreti kaldı… Çirkinlik, çılgınlık ve çarpıklık hep alkışlandı… Kirlilik, çağdaşlık ambalajı ile sunuldu… Güzellere ve güzelliklere hayat hakkı tanımayan bu çağ sabıkalı bir çağdır… Çirkinliklerin güzellikleri örtmesi kabul edilemez… Bir çok yerde güzellikler acemiliklere, aşırılıklara, asabiyetlere kurban gitti… İnsanlık güzele hasret… Toplumlar iyiye muhtaç… Güzellik perspektifini sadece göze indirgeyen, gönlü atlayan anlayış arızalıdır… Güzelliği ve gerçeği Samiri’nin buzağısında arayan mantalite sapkın ve şaşkındır… Bize gelince, kötü bir dünya kaderimiz olamaz… Kötülüklere yakınmak, sızlanmak, şikayetlenmek, kahretmek ancak kötülerin ömrünü uzatır… Bize düşen görev, karanlığa küfretmek değil bir mum yakmaktır… Kalıcı güzelliklere imza atmaktır… Ertelenen güzellikler güzellik değildir… Belki güzel rüyalar görmek güzeldir, ancak ondan da güzeli her gün yeni güzelliklere uyanmaktır… Çünkü; “iki günü müsavi geçen aldanmıştır” buyurmuyor mu Efendimiz? RAMAZAN KAYAN Yalçın bey ne yapabilirim yazının ahengini bozamıyorum ;1 Siz okumaktan yorulmazsınız okuyun efendim iki kelamda ...iki satır fazla paylaştık diye veryansın yok:hmm |
gönülden hanımla yalçın beyi takip etmek yazılarını okumak insanın hayatta kazanacağı mükafatların enbüyüğü olur.Maşaallah deryasınız imreniyorum size...
|
All times are GMT +3. The time now is 20:36. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025