Siyaset Forum

Siyaset Forum (https://www.siyasetforum.com.tr/index.php)
-   Forum Köşe Yazarlığı (https://www.siyasetforum.com.tr/forumdisplay.php?f=264)
-   -   AYASOFYA (https://www.siyasetforum.com.tr/showthread.php?t=33660)

alperen 06-27-2008 14:43

AYASOFYA
 
AYASOFYA
ALPEREN GÜRBÜZER
Kızılelma ülküdür. Ordunun gideceği yeri belirleyen bir ülküdür. Öyle bir “ülkü” ki, yaklaştıkça uzaklaşan, hiç sönmeyen bir yıldız gibidir. Her hedefe varıldığında Kızılelma ötelere kanatlanır usul usul.
Ayasofya bir ülküydü. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi ile ülkümüz, Roma (Saint Pierra)’ ya sıçrar, sıçramakla kalmaz gönüller feth olunur.Yani, Kızılelma Saint Pierra kilisesinin üstüne konarak insanlığı selamlamış.. Malum olduğu üzere Kanuni devrinde, Şarlken olayı meydana çıkınca Beç (Viyana) ve Almanya Kızılelmaları teşekkül etmiş. Ya Fatin ne yapmış, oda Ayasofya’ya girerek, Bizans’ın kızıl küresini, Kızılelma’ya çevirmiş. Derken O gün, bugün “Kızılelma” bizim ölesiye sevdamızdır.
O sevda, Resûlullah’ın (sav) “Ümmetimden Kayser’in (İstanbul) şehrine gaza edenler af olacaktır.” Hadisi Şerifleriyle kıvılcım aldı. Yine Peygamber (sav)’in “Kayser’in şehri fethedildi. Orada ezan okunmadıkça kıyamet kopmayacaktır.” sözleriyle sevdamız aşka dönüşüverdi. Öyle bir aşk ki; Hz. Muaviye’nin sevk ettiği ordu içerisinde Hz. Ebû Eyyüb Ensarî’nin (Halid bin Zeyd) muhasara esnasında İstanbul surlarına yakın bir yerde şahadet şerbeti içmesine vesile olacak bir sevda. Seneler sonra şehit düştüğü yerin keşfi, Akşemseddin Hazretleri’nin kerametiyle ortaya çıkar ve bu yüce Sahabe’nin mezarının bulunmasıyla birlikte Osmanlı daha da güç kazanacaktır.
Resûlullah (sav) Hadis-i Şerifinde “İstanbul muhakkak feth olunacaktır. O’nu fetheden kumandan ne güzel kumandan ve O’nun askeri ne güzel askerdir.” buyurmuş. Bu hadis-i Şerife nail olabilmek için İstanbul’u fethetme teşebbüsleri olmuş habire. Nitekim nasip; zahiri kumandan “Fatih Sultan Mehmet” ve manevi kumandan “Akşemseddin” ile eli kabza tutmuş “Gazi Alp erenler”, “Müderrisler”, “Mollalar” ve nice “Şeyhlere imiş.
Fatih-Akşemseddin ikilisi, Fethi Mübin’in temel taşıdır. O yüce kumandan, biran evvel Hadis-i Şerifin sırrına ermek adına günlerce Akşemseddin’den işaret bekler. Nihayet beklenen müjde Şeyhin şu güzel sözleriyle yankıarkadasır gök kubbede:
-”Yarın sabah şu kapıdan (Top kapı) hisara yürüyüş ola. İzni Huda ile Babı Zafer feth olup, ezan sedası ile sûrun içi dola. Gün doğmadan Gaziler sabah namazını hisar içinde kılalar.” ifadeleriyle kati müjdeyi verir. Şeyh Akşemseddin; “Begüm bu kalanın fetihi sen olasın, deyü âlem-i Şehzadelikte sana tebşir ettük.” der.
Fatihte gereğini yapar ve Feth-i Mübin’i gerçekleştirerek, beyaz at üzerinde Topkapı’dan Kayser’e girerek Hadis-i Şerif’in mana ve ruhuna hürmeten Ayasofya’ya girer girmez, atından inip derhal secdeye varır. İlk Cuma namazı da üç gün sonra orada eda edilir. İmamet’e tabii ki, fethin manevi başbuğlarından Akşemseddin geçecek, hutbeyi de O okuyacaktı. Akşemseddin Hazretleri, bir gönül sultanı edası içinde Fatih namına hutbe irad eyledi böylece.
İstanbul’un manevi cephesi kısaca buydu. Fetih nasip olup, Fatih Ayasofya’ya girdiğinde fethin maddi cephesi, hürriyet fermanıyla çerçevesini bulmuş ve şöyle demişti Patrik’e:
-”Ayağa kalk! Ben Sultan Mehmet. Sana ve arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum ki, bugünden itibaren artık ne hayatınız, ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız.”
Fatih, yani Patrik’i tayin ve himaye eden fermanıyla Bizans halkının teveccühünü kazanıyordu. Öyle ki, Lukas Nataros; “Latin şapkasındansa Türk sarığı görmek yeğdir” diyebilmiştir.
Fatih Sultan Mehmet’in açtığı bu geniş hürriyet fermanı, sonraki padişahlara da ışık vermiş. Şöyle ki; Yavuz, gözü kara bir padişah ve celallik yönü daha ağırlıklı, fakat âlimlere de son derece saygılı bir delikanlıvarı bir lider.
Yavuz, Hıristiyanların bir densizlik ve hataları yüzünden celâllenir ve hepsinin başının kesilmesini emreder. Fakat Osmanlı’da her emir anında yerine getirilmez, zira hukukî yönüne bakılıp, sonra hüküm verilirdi. Nitekim de öyle oldu. Şeyhül İslâm Zembilli Ali Efendi hele dur nedir bu acelen dercesine Padişah’a:
-”Efendimiz, dedeniz (Fatih) Hıristiyanların mal ve canlarına dokunulmayacağına dair yazılı bir ferman vermişti.” der.
Yavuz:
-”Ya öyle mi? Fermanı getirsinler de bir görelim.”
Z. Ali Efendi cevaben:
-”Bu ferman bir yangında yanmıştır.”
Yavuz celâllenerek:
-”Bu fermanı görmedikçe Hıristiyanların kafasını kesmekten vazgeçmem.”
Z. Ali Efendi gayet soğukkanlı bir tarzda:
-”Acele buyurmayınız. Ferman yandıysa da, fermanı hatırlayan iki Müslüman şahitliği kâfidir” der.
Yavuz tam ikna olamaz ve şöyle der:
-”Dedem Fatih, İstanbul’u alalı yetmiş yıl oldu. O zamanı hatırlayacak adamın hiç olmazsa doksan yaşında olması lazım gelmez mi?”
Zembilli Ali Efendi bunun üzerine doksan yaşında iki ihtiyarı huzuruna çıkarıverdi. Derken yaşlı adamın Şahadetleriyle (şahitlikleri ile) Yavuz Sultan Selim emrini geri almak zorunda kalır. Ona da o yakışırdı zaten. Osmanlı bir hukuk devleti idi çünkü. Hukukun üstüne Padişahta olsa çıkamaz. Nizamnameler, fermanlar örften sayılırdı. Onun için buradan bizim tarihimize “astığı astık, kestiği kestik’’ yaftalamasında bulunanlara duyurulur, tabii anlayana.
Fatih Sultan Mehmet bununla da yetinmemiş, Feth-i Mübinle birlikte İstanbul’u Medeniyetlerin başkenti ilan etmiş, yani bu güzel şehri Roma-Bizans-İslam üçgeninin (medeniyetlerinin) beşiği durumuna getirmiştir. İstanbul, Roma ve Bizans’tan sonra tek kalıcı damga İslâm mührüdür. Öyle bir mühür ki, bizim himayemizde yaşayan farklı kimlik ve etnik gruplar içeren gayr-i Müslimler, gerçek hürriyeti bizim iklimimizde bulmuşlardır. F. Grenard; “Osmanlı’lar hiçbir zaman milliyetler tezadı oluşturmadı” sözleriyle bu durumu teyit etmiş zaten.
Yavuz ve Zembilli Ali Efendi arasında geçen karşılıklı münazaraya benzer bir olayda Kanuni devrinde de olmuş. Kanuni Ebussuud Efendi’nin engeline maruz kalmış. Zira ulema, kanunların ve nizamnamelerin hazırlanmasında yetkili zümre idi. Avrupa’nın millet meclisinden beklediği şeyi, Osmanlı, ulema ve ümeradan bekliyordu. Ulema ve umara ehramın tepesinde “ehli hal akd” zümresini teşkil ediyordu. Osmanlı’nın yükselişindeki sırlardan biri de bilge insanları baş tacı yapmasıydı... Kanunî’nin kiliseleri camiye tahvil etmek istemesi üzerine, Ebussuud Efendi gibi bir ulema, Fatih’in Patrikhane’ye verdiği ahitnameye dayanarak reddetmiştir.
Demek ki Kızılelma, Feth-i Mübin gerçekleşmeden önce Ayasofya idi. Fetih vuku bulunca kızıl elmamız Saint Pierre’nin kubbesine inmiş adeta. Çünkü Kızılelma, gökteki yıldızlar gibidir, yakınlaştıkça uzaklaşır ülkü heyecanı tükenmesin diye. Fakat bu sefer Kızılelma ötelerde değil, ilk defa Kızılelma tarihi seyri şaşırtırcasına hızla yakınlaşmıştır. Nasıl mı?
Düşünebiliyor musunuz? İstanbul bizim coğrafyamız sınırları içinde olduğu halde, O’nun gözbebeği ve kalbi olan “Ayasofya” yanı başımızda müzedir hala. Kızılelma Saınt Pierra’nın üzerinden tekrar Ayasofya’nın kubbesine oturmuş bir kez daha. Öyle ki burnumuzun dibinde Ayasofya, kendi kendine mahkûm etmişiz. Bunun anlamı gayet açık Kızılelma artık ne Viyana da, ne İtalya’da, ne de ötelerde, gözümüzün önünde artık, yanı başımızda yani coğrafyamızda.
Demek ki Çarmıha gerilen Hz. İsa (as) değilmiş, gerilen tarih sadece. Geriye kalan içi boş, minarelerinde ezan okunmayan, adeta ruhu alınmış taş yığını sanki. Her şeyden öte susturulmuş koca bir tarih anıtı. İşte Ayasofya bu, gözümüz önünde cereyan eden bir trajik âbide bu. Şimdilerde müze diyorlar, neyin müzesiyse. Ya da kendi kendisinin müzesi mi?
İçinde müzeye ait, müzelik eşyalar varmışçasına adını gönüllerden silmeye çalışıyorlar. Yoksa taş duvarlara mı müze dememizi bekliyorlar? Onlar bekleye dursunlar Ayasofya başlı başına tarihi bir hafızamız, o hafızanın zihinlerden silinmesi öyle kolay olmasa gerek.
Önce 1927 yılı, 1057 sayılı kanunla, Tuğra kanunu maddelerinden hareketle, Osman oğulları’na ait ne var ne yok, nice sanat eserlerini ve kitabelerini yok etmekle işe koyulmuşlar. Daha sonraları da Ayasofya Camii1934 yılında devrin Maarif Vekili Abidin Özmen’in teklifiyle, İsmet İnönü hükümeti tarafından müze haline getirilmiştir. Daha da ileri gidilerek etrafında dört başı mamur minarelerini yıkmayı bile düşünmüşler. Fakat İbrahim Hakkı Konyalının raporu uyarınca yıkımdan vazgeçilmiştir. Bakın raporda:
“Ayasofya’yı büyük mimarımız Sinan payandalarla takviye etti. Sultan II. Selim, hantal görünüşlü Ayasofya’nın kubbesinin kaymaması için poyraz tarafına iki kalın minare daha yaptırdı. Kıble tarafındaki minarelerde, destek vazifesi görürler. Eğer bu minareler yıkılırsa ana kubbe hemen çöker...” ibareleri neyse ki yıkımı önlemeye yetmiştir. Ne yazık ki, bazı vakıf binalarının yanı sıra, Fatih’in yaptırıp ta oğlu II. Beyazıt’ın genişlettiği medresenin yıktırılması önlenememiştir.
Resûllullah (sav)’in Kayser dediği İstanbul, öteden beri, iç ve dış mihrakların ilgi odağı olmuştur. Ayasofya’nın Fatih Sultan Mehmet’ten son Halife Abdülmecit’e ve Cumhuriyet devrine kadar cami ödevi yapmış, fakat 1934’de müze haline getirilmiştir. Öyle anlaşılıyor ki tüm entrikaların kaynağında, tekrar cami olması endişesi var. Aslına dönmekten imtina edenlerin uykusunu kaçıran olay bu olsa gerektir, yani “Kızılelma tekrar ötelere sıçrar mı?” düşüncesidir.
Dedik ya, Ayasofya mahzun, aynı zamanda gönüllerde mahzun. Kendi kendisinin müzesi durumunda olan Ayasofya’ya bir görev daha verilmek istenmiş. Bu yeni vazife, dans gösterilerine sahne olması için mekânlık ve konukluk ifa etmek. 1995 yılında işbaşında bulunan hükümet, bunu çekinmeden yapmışta. Onlar önceden, bu denli tepki ile karşı karşıya kalacaklarını tahmin etmedikleri için, böyle bir karar alma cüretini gösterebilmişlerdir. Sonunda kamuoyunun sağduyusu galib gelmiş ve hevesleri kursaklarında kalmıştır.
Onlar müze, müze dedikçe Ayasofya her geçen gün aslına dönmenin eşiğinde. Sağduyu çağırdıkça O aslına rücu edecektir elbet...
Önce Kudüs, Şam, Bağdat, Mekke derken daha sonra da İstanbul esir alınmak isteniyor sanki. Bu sıraladığımız merkezler aynı zamanda medeniyetlere ışık saçmış başkentlerdir.
Papa VI. Paul ve etrafındaki zevatla birlikte İstanbul’a gelip Ayasofya’da diz çöküp dua edebilmiş ve hiçbir resmi muamele görmemiş, kendi insanımız, kendi öz yurdunda öksüz muamelesi görerek, namaz kılınmasından mahrum edilmek istenmiştir. Acaba hem Ayasofya, hem de gönüller mi öksüz? Fatih’in Akşemseddin’in arkasında durduğu, eda ettiği namaz gönüllerde hala “Kızılelma”dır. Bütün müminler Fatih’in o ihtişamlı günlerini andırır vaziyette namaz kılabilmenin heyecanını hissediyor, aslına döneceği günleri bekliyor. Papa VI. Paul’a tanınan hak, insanımızdan esirgenmemeli. Ayasofya tarihi kimliğine kavuşacağı günleri bekliyor oysaki.
Ayasofya ayağa kalktığında gönüllerdeki heyecan da durulacak,“Kızılelma”mız bir rüya değil, hakikat olacaktır elbet. Daha başka ne diyelim, bize İnşAllah demek düşer şimdilik!

kralfk 07-16-2008 14:59

AYASOFYA
 
kardeşim güzel palaşımlarda bulunuyorsun beğenini artırıyorum ve yeni çalışmalarını bekliyorum ???

alperen 07-19-2008 09:09

AYASOFYA
 
teşekkür ederim,sağolun varolun.

alperen 05-30-2009 10:31

Fetih yıldönümünüz kutlu olsun.

hakanturkucu 06-21-2009 20:38

AYA SOFYA FETHİN SEMBOLÜDÜR.HİÇ OLMAZ İSE CUMA GÜNLERİ HAFTADA BİR GÜN TURİZME KAPATILARAK İBADETE AÇILMALIDIR SEMBOLİK OLARAK ŞUNA EMİNİMKİ ORADAN TÜM TÜRKİYEYE YETECEK DÖVİZ GETİRİSİ BİLE MANEVİ HAZ ETMEYECEKTİR.FETHEDENLERİN RUHLARI İNCİLİYORDUR BUNA DA EMİNİM

Ertuğrul ÖZGÜL 06-21-2009 20:42

Zaten onu bildiklerinden kapattılarya....
Amaçları o hazzı Türkiyeden kopartmak ve türkiyenin manevi gücünü eksiltmek....
İnşallah sadece cuma değil ama bir cuma günü İstanbulu tekrar fethedeceğiz....

FERM@N 06-21-2009 21:24

Emeğine sağlık kardeşim güzel bir yazı ...
Ayasofya içimizde bir ukde ; bu ukdenin paramparça olduğunu da göreceğiz inşAllah ... :evet:

alperen 07-20-2009 17:53

yüreğinize sağlık. Allah razı olsun cümlenizden.

hakanturkucu 08-09-2009 12:00

http://www.yeniresimler.net/data/med...simleri003.jpg

alperen 08-10-2009 10:45

teşekkür ederim.

hakanturkucu 10-04-2009 11:09

eyvallah

alperen 05-28-2011 12:39

teşekkürler.

HaArP 05-28-2011 13:22

Artık Allahualem İkinci fethinden bahsetmek lazım gelir...

İstanbul'u önce Mehmed fethedecek, sonra İstanbul ehl-i salibin (Haçlılar) eline geçecek, daha sonra da Hz. Mehdi İstanbul'u tekrar fethedecek" diye devrin ulemasına cevap veriyordu.( Risaletü'n- Nuriye, Akşemseddin, A. İhsan Yurd, İstanbul, 1972)

İşte hadislerle sabit olan ve Akşeyh'in de müjdelediği ikinci fethin kumandanı Hz. Mehdi ve yine hadisin ifadesi ile "hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeyen" kahraman askerlerden müteşekkil nurani ordusu, evvelemirde (ilk önce) kalplerdeki Ayasofya'nın kapılarını açacak ve fethin sembolünün ibadete açılması ile ikinci fetih gerçekleşecek.”( Ahmed Muhsin Meriç; "Akşeyh'in Nurlu Müjdesi Ve İkinci Fetih", 25. 05. 2000)

4982 - Yine Ebû Hüreyre RA anlatıyor: "Rasûlüllah SAS buyurdular ki:
"Rumlar, A'mak ve Dabık nam mahallere inmedikce kıyamet kopmaz. Onlara karşı Medine'den bir ordu çıkar. Bunlar o gün arz ehlinin en hayırlılarıdır. Bu ordunun askerleri savaşmak uzere saf saf düzen alınca, Rumlar:
"--Bizden esir edilenlerle aramızdan çekilin de, onları öldürelim!" derler.
Müslümanlar da:
"--Hayır! Vallàhi sizinle, kardeşlerimizin arasından çekilmeyiz." derler.
Bunun üzerine (müslümanlar) onlarla harb eder. Bunlardan üçtebiri inhizama ugrar. Allah ebediyen bunların tevbesini kabul etmez. Üçtebiri katledilir, bunlar Allah indinde şehidlerin en faziletlileridir. Üçtebiri de muzaffer olur, bunlar ebediyen fitneye düşmezler. Bunlar Istanbul'u da fethederler.
(Fetihten sonra) bunlar, kılıçlarını zeytin ağacına asmış ganimet taksim ederken, şeytan aralarında şöyle bir nida atar:
"--Mesih Deccal, ailelerinizde sizin yerinizi aldı!"
Bunun üzerine, çıkarlar. Ancak bu haber bâtıldır. Şam'a geldiklerinde (Deccal) çıkar. Bunlar savaş için hazırlık yapıp safları tanzim ederken, namaz için ikàmet okunur. Derken İsâ ibn-i Meryem iner ve onlara gitmek ister. Allah'ın düşmanı, Hazret-i İsâ'yi görünce, tıpkı tuzun suda erimesi gibi, erir de erir. Eğer bırakacak olsa, (kendi kendine) helâk oluncaya kadar eriyecekti. Ancak Allah onu İsâ AS eliyle öldürür; öyle ki onlara, harbesindeki kanını gösterir."
Müslim, Fiten 34, (2897).

4983 - Yine Ebû Hüreyre RA anlatıyor: "Rasûlüllah SAS (bir gün):
"--Bir tarafı karada, bir tarafı da denizde olan bir şehir isittiniz mi?" diye sordular.
Oradakiler "Evet!" deyince, şöyle buyurdular:
"--İshakoğullarından yetmişbin kişi bu şehre sefer tertiplemedikçe kıyamet kopmaz. Askerler şehre gelince konaklarlar. Ancak silahla savaşmazlar, tek bir ok dahi atmazlar. "Lâ ilâhe illallàhu vallàhu ekber!" derler. Bunun uzerine şehrin deniz tarafı düşer. Sonra askerler ikinci kere, "Lâ ilâhe illallàhu vallàhu ekber!" derler, şehrin diğer tarafı da düşer. Sonra tekrar "Lâ ilâhe illallàhu vallàhu ekber!" derler. Bu sefer onlara kapılar açılır. Oradan şehre girerler ve şehrin ganimetini toplarlar. Ganimetleri aralarında taksim ederlerken, yanlarına bir münâdi gelip, "Deccal çıktı!" diye bağırır. Askerler her şeyi bırakıp geri dönerler."
Müslim, Fiten 78, (2920).

alperen 05-29-2011 12:27

paylaşımınız için teşekkür ederim.

HaArP 05-29-2011 19:20

Alıntı:

alperen Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 899394)
paylaşımınız için teşekkür ederim.

Değerli paylaşımınız için Allah sizden Razı olsun kardeşim...

alperen 06-04-2011 15:25

Ecmain.

unnamed 06-04-2011 17:17

Günay kültür bakanı olarak birşeyler yapabilridi ama vurdumduymazlığa vuruyor oda...
bu dönem yine milletvekili adayı gösterildi, partimiz kaybetsede temennim kazanamaması ve sandığa gömülmesidir....


All times are GMT +3. The time now is 03:28.

Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025