![]() |
Fethullah Gülen Neden Geleneksel İslam Alimi Gibi Davranamıyor !
Fethullah Gülen neden geleneksel İslam âlimi gibi davranamıyor? / Serdar Özmen Bu hükme varışımızın sebebi, Fethullah Gülen’in farklı Müslüman gruplar veya kişiler hakkında acımasız diyebileceğimiz üslupla konuşabilmesidir. Kendi grubunun dışındaki herkes hakkında kendi grubunun menfaatini gözetmekten başka bir hukuk gözetmemesi de onun geleneksel İslam âlimi gibi davranamadığının kanıtlarındandır. Mesela 28 Şubat askeri baskısının en ağır günlerinde televizyonlara çıkıp Erbakan hakkında ileri geri konuşmakta bir sakınca görmemiştir. Bu “ileri geri”nin dozajını o günleri hatırlayanlar gayet iyi bilir. Neredeyse Erbakan’la aynı cennete bile gitmek istemediğini söyleyecek noktaya kadar gelebilmiştir. Hatta Cebrail inip Erbakan’a oy vermesini istese buna riayet etmeyecekti! Rahmetli Şeyh Ahmet Yasin’in şehit edildiği hafta (22 Mart 2006) Zaman gazetesinde çıkan röportajında, İsrail işgaline karşı mücadele veren Filistinlileri suçlayan ifadeleri vardı. Bir dostunun anlattığına göre, bir silah tüccarı hem Filistinlilere hem de Yahudilere silah satıyormuş! Dünyanın dört bir yanında işgallere, talanlara, baskılara ve zorbalıklara direnen Müslümanlar asla Gülen’in ve cemaatinin gündeminde yer tutmadı. Hareket tarzları Gülen Hareketi’nin amaçlarıyla ve onun Batılı güçlere şirin gözükme hedefiyle uyumlu değilse bu Müslüman toplulukları ya görmezden geldiler, ya da mücadele verdikleri zorbaların yanında olmaktan hiç çekinmediler. HAMAS hükümetine karşı girişilen darbe sırasında (2007) Siyonist işgalcilerin ve Amerika’nın Filistin’i bölme planını hiç tereddütsüz desteklediler. Zaman gazetesinin ve Gülen Hareketi’ne ait medya organlarının tamamı bunun dehşet verici tanığıdır. Üstelik de bu desteği verdikleri sırada Gazze açlıktan kırılıyor, İsrail Gazze sokaklarına ateş yağdırıyordu. Ama Gülen Hareketi İsrail-Filistin barışının gerçekleştiğini yazıyordu. Irak’ın feci işgali ve yüzbinlerce insanın katledilmesi karşısında söylediği ise “Bunu haketmişler demek ki” olmadı mı? Fethullah Gülen, sıraladığımız ve buna eklenebilecek onlarca örnek olay sırasında hiç hakkın, hakikatin ve ahlakın yanında yeralmadı. Grup çıkarını gözeterek kendi grubunun angaje olduğu politik tutumdan milim şaşmadı. Oysa konuşmalarına baktığımızda karşımızda haza geleneksel bir İslam âlimi portresi duruyor. Tevazusu, ilmi, hoşgörüsü, müşfik ve anlayışlı ifadeleriyle İslam’a hakaret edenleri bile anlayışla karşılayabiliyor. Kimseye kızmıyor, hiç kimseye kin gütmüyor, merhametten hiç ayrılmıyor. Fakat gelgelelim iş farklı bir Müslüman topluluğun politik tercihi ya da tutumu oldu mu “eşiddâu alâ…” (ona karşı en şiddetli) tecellisi hepimizi şaşırtıyor. İslam’dan hazzetmeyenlere karşı bile boynunu o kadar bükebilen tevazu, sıra Erbakan’a geldiğinde akıl almaz biçimde dikelebildi. Gülen’i hiç Siyonist katliamlara karşı Filistinlileri, Amerikan saldırganlığına karşı Iraklıları, Siyonist vahşete karşı Lübnanlıları, İsrail ve ABD saldırı niyetlerine karşı İranlıları desteklerken gördünüz mü? Merak ettiğimiz şudur ki, bu vakalarda yüreği yana yana mı destek veremiyor, yoksa hiç mi yüreği yanmıyor? Şimdilerde Türkiye’ye dönüşünden sözedilirken İran ve Humeyni benzetmeleri karşısında verdiği tepkiyi de bu listeye eklemek gerek. O benzetmeye verdiği tepkiye bakınca sanki Humeyni, zorba Şah rejimini yıkan devrime önderlik etmekle büyük günah, utanılacak bir iş yapmış gibi hissediyorsunuz. Taraftarlarının kendisiyle yaptığı söyleşide bu konudaki soru bile psikolojiyi ele veriyor. Şöyle soruyor Gülen’in bağlısı: “Sevenleriniz teşrifinizi daha bir heyecanla beklemeye dururken, korku üretmekle maruf bir cephe ise, Humeyni gibi döneceğiniz yâvesini yaymaya hız verdi. Bu mevzuyla alâkalı düşüncelerinizi lutfeder misiniz?” Soruyu soran kişi “yâve” diyor. Yani “zırva”. Gülen’in Türkiye’ye dönüşünün Humeyni’nin İran’a dönüşüne benzetilmesine tepkilerini ifade etmek için seçtikleri ifade bu: Zırva! Gülen hakkında olumlu sayılmayacak şeyler yazan bazı gazete köşe yazarlarına yakası açılmadık küfürler göndermelerinden şikayet edilmesi çok da haksız değil. Akşam gazetesi yazarı Oray Eğin, bu küfürleri Hareket’in önde gelenlerine şikayet ettiğinde, çok kalabalık bir grup olduklarını, herkesi kontrol edemedikleri karşılığını almış. Halbuki herkesi kontrol etmek zorunda kalmalarında bir tuhaflık bulunduğunu fark etmeleri gerekirdi. Mesele herkesi kontrol etmek değil, küfür ederek kendini ifade edenlerin yetiştiği bir atmosfer oluşturmuş olmaları değil mi? Bizzat Fethullah Gülen’in karşısında, ona soru soran kişi, Humeyni gibi döneceği benzetmesine “yâve (zırva)” derken acaba Gülen neden bu kişiyi uyarmıyor ve bu ifadesinin asgari terbiyeye aykırı olduğunu hatırlatmıyor? Bir hoca olarak hemen karşısındaki kişiyi böyle düzeltmezse eli kolunun uzanmadığı binlerce insan ne yapmaz! Gülen, ne yazık ki geleneksel İslam âlimi gibi davranamıyor. Benzemekten bucak bucak kaçtığı Humeyni ise bakın nasıl davranmıştı: İran ulemasının en önde gelen âlimlerinden ünlü Ayetullah Şeriatmedari, Humeyni İran’a döndükten sonra onun velayet-i fakih düşüncesine karşı açıktan faaliyet yürütüyordu. Hatta bir ara bir komploya bile bulaşmıştı. Humeyni buna rağmen onu doğrudan hedef almıyordu. Bunu politik bir tutum olarak değerlendirenler ilginç bir olayla şok oldular. Bir gün Humeyni’yi ziyarete giden kalabalıklar, bulaştığı komplo nedeniyle iyice gözden düşen Ayetullah Şeriatmedari aleyhinde slogan atmaya başladılar. Rahmetli Humeyni bunun üzerine hemen kalkıp orayı terketti. Daha sonra basının da bulunduğu bir sırada dedi ki, “Ne olursa olsun, ulemayı küçük düşüren hiçbir davranışı hoş karşılamam!” Gerçi hakkını yememek gerek, Gülen söyleşisinde diyor ki, “Humeyni’nin iddiasını hiçbir zaman taşımadım ki ben Türkiye’ye Humeyni gibi döneyim.” Gülen kendisinin gürültü patırtıdan hoşlanmadığını, sessiz sedasız gidip geldiğini örnekleriyle anlatıyor. Burada bizi şaşırtan bir şey yoktur. Çünkü bu, bildik muhafazakâr tarzdır. Çaktırmadan, fark ettirmeden, kurnazca, gizlice, sızarak vs. hareket etmeyi şiar edinmiş muhafazakâr tarz ile, meramını açıktan ilan eden ve gizlisi saklısı olmayan İslamcı tarz arasında uçurumlar vardır. Muhafazakârlık, yapıya dokunmayıp pozisyonlara sızmayı ve oraları ele geçirmeyi amaç edinmişken, İslamcılık yapıyı değiştirmeyi hedefler. Aksayan sisteme müdahale edilmesi gerektiğini gizlemeden saklamadan söyler. Erbakan döneminde muhafazakârların önlerinin açık olmamasının nedeni buydu. Erbakan, amacını gizlemeyen, sızıp ele geçirme işlerine tevessül etmeyen biriydi. Humeyni de öyle biri değildi. Tâ 1963’te, Türkiye’ye sürgüne gönderildiği sırada, sorunun saltanat rejimini olduğunu ve ülkenin ancak Meşrutiyet birikimini sürdürüp cumhuriyete geçerek felah bulabileceğini ilan etmişti. Zorba Şah rejiminin makamlarını ele geçirmeye de çalışmamıştı. Onun için sorun, ülkenin gücü, imkanları ve kaynaklarının yabancıların nüfuzu altında gayri meşru amaçlar için kullanılıyor olmasıydı. Bu gayri meşru amacın başında da İsrail’in korunup kollanması geliyordu. Erbakan için de temel sorun bu değil miydi? Bizde laiklerin meseleyi din ve laiklik meselesi sanmasındaki yanıltıcı pay, Humeyni veya Erbakan dendiğinde zihinlerini esir alabiliyor. Oysa asıl mesele memleketin peşkeş çekilmesidir! Gülen, bahsi geçen söyleşide, “Humeyni ile ne karakter ne de mezhep bakımından hiç alakam olmadı” diyor. Olmayabilir, böyle bir benzeşme mecburiyeti yok. Ama bir âlim kalkar da başka bir âlim hakkında şunu der mi: Hele onun hesaplarıyla, onun arka plandaki mülahazalarıyla filan diyecek olurlarsa; Allah rızasının dışında bir şey düşünmeyi ben hayatımı israf saydım şimdiye kadar. Hatta aklıma öyle bir şey gelse; yani “Biraz daha Türkiye’de demokrasi olsa, biz de acaba katkıda bulunur muyuz ona, şöyle böyle beş on adamla, biraz da bizden demokrasiye bir kepçe bir şey falan..” Ben bu düşünceleri bile vebal saydım. Allah rızasına bağlanmış bir insan bunun dışında başka şeyleri düşünmesi, başka şeyleri mülahazaya alması onu yeterli bulmamasından kaynaklanıyor. Sen Allah diyorsan, Allah için işliyorsan, Allah için başlıyorsan, Allah için oturuyorsan, Allah için kalkıyorsan bu sana yeter bence. Başka mülahazalara girmemelisin. Ötesi Allah’ın lutfedeceği şeylerdir. Yani bu durumda Humeyni Allah rızası için değil, dünyalık beklentiler için bütün mücadelesini vermiş oluyor! Allah’tan korkmak gerekmez mi? Gavura gavur demekten bile çekinen bir hassasiyet Müslümana gelince nasıl da doludizgin hak hukuk çiğneyebiliyor! Uzatmak gerekmez. Sorumuza dönersek: Fethullah Gülen neden geleneksel İslam âlimi gibi davranamıyor? Galiba bunun en önemli sebebi; mali, siyasi ve toplumsal alanlarda varolmaya çalışan bir “cemaat”in lideri olması. Bir İslam âliminden çok, bu “cemaat”in politik lideri gibi davrandığında siyasi tutum ve tavırlar ilkesel davranışlardan daha baskın olabiliyor. Diyelim ki Filistin’de İsrail işgaline karşı mücadele eden HAMAS var. Öte yanda ise “cemaat”in ticari ilişkileri ve bazı girişimleri. Gülen Hareketi bu denklemde ister istemez grup çıkarının tarafında yeralarak İsrail’i destekleyebiliyor, HAMAS’a ise karşıt konumda olabiliyor. Gülen ise böyle bir durumda “cemaat”in ihtiyaçlarına cevap verecek sözler sarfediyor; bir İslam âlimi gibi davranıp ümmetin menfaati, Müslümanların hukuku, İslam’ın izzeti gibi prensiplere sadakat göstermiyor. Yahut bu saydığımız prensipleri kendi grup pozisyonuyla özdeşleştiriyor da böylelikle meşruiyet krizi yaşamaktan kurtuluyor! Ama böyle yapılsa bile “cemaat”in grup çıkarlarının ümmetin menfaatinin ta kendisi olduğunu hangi akıl sahibi iddia edebilir? Böyle düşünen ancak kendini kandırmış olmaz mı? Hulasa, Gülen Hareketi’nin kendine özgü tarzı ve üslubu, geleneksel İslami hareket üslubuna âşina olanlara tuhaf gelebilir. Bu hareketin hegemonya ile mücadele yerine farklı bir yöntem benimsemesi de kendisini ilgilendirir. Fakat İslami hizmetten sözedip, hatta İslam’dan hazzetmeyenlere bile yerlere kadar eğilen bir merhamet, şefkat ve anlayış ikramı bahşedip de kendisinden farklı Müslümanlara karşı şiddetin ve hoşgörüsüzlüğün en aşırısını göstermek tartışılması gereken bir durumdur. Nereye kadar? Gülen Hareketi kendisini İslam’a hizmetle özdeşleşmiş bir topluluk olarak değil, politik bazı hedefleri olan bir sivil toplum kuruluşu olarak takdim edene kadar. Bu noktadan sonra tartışılacak bir şey kalmayacaktır. Bu noktadan sonra Gülen’in neden geleneksel İslam âlimi gibi davranamadığını da merak etmeyi bırakabiliriz. serdar.ozmen@yahoo.com 26 Haz 2008 |
Fethullah Gülen Neden Geleneksel İslam Alimi Gibi Davranamıyor !
İslam Alimi gibi davranmak ufuk meselesidir. Onu anlamak da ufuk meselesidir. Bu derece kıstasları basit tutarsak büyük bir davayı, bunun hareket önderini "basitçe" anlamaya çalışmış oluruz. Basit insanlar kişilerle uğraşır. Fikirlerle uğraşabilmek, başta söylediğim ufuk ve mefkure insanları yaraşır. Muhterem Fethullah Gülen hocaefendi. Son dönemin en büyük alimlerinden bunu anlayabilmek için tabana inmek, sosyo kültürel yapıyı incelemek ve in ce inceye irdelemk gerekir. Basit kimsler basitliklerine devam edebilirler. Onları basitleştiren de İsmlerle uğraşmalarıdır. ;)
|
Fethullah Gülen Neden Geleneksel İslam Alimi Gibi Davranamıyor !
evet küçük insanlar kişileri tartışır ben Fethullah Güleni tartışmam müslümandır din kardeşimdir İnsan olarak yaratılmıştır. severim ama sadece bir insan değil peşine milyonlarca kişiyi takmış bir liderdir. Üstlendiği misyonu tatrışmaya açıyorum ben Diyalogla ne kazandı müslümanlar? Hiç. Sorun Burda İslamda dialog yoktur İslamda tebliğ vardır. Yazının tamamını okumanızı öneririm. Zalimlerle beraber olamaz Filistin için ne yapıldı bugüne kadar? Hep yok sayıldılar cemaat tarafından İsrailde ki ticari çıkarlar için İsraili destediler. Gazze de Ticaret bölgesi kurulacaktı ama Hamas seçimleri kazanınca, Bu proje iptal edildi ve İsrailin kuklası Mahmut ABbasa yani Batı şeria ya kaydırıldı bu iş. Bizzat Hükümetimiz tarafından TOBB ve gülen cemaati topuyla tankıyla gazetesiyle televiyonu ile sanki çok iyi birşey başarılmış gibi propoganda yapıldı Aynı saatlerde ve devamında Gazze açlıktan kırılıyordu. Lafla karın doymaz güzel kardeşim Bu ülke hepimizin Bu insanlar bir gün kaçıp gidecekler gidecek yerleri var peki bu milyonlarca insan nereye gidecek Onların yaptığı akılsızlığın bedelini yine AKp tabanı yani yine millet ödeyecek. Ben Kimseye Düşman falan değilim sadece ülkemi düşünüyorum insanları müslüman kardeşleimi düşünerek bunu yazıyorum ben hata yaptığım zaman bu hata çok önemli değildir ama Bir başbakan bir lider hata yaptığı zaman bütün bir millet bunun bedelini öder Hata var ve bunun bedeli çok ağır Bu millet Yıllardır bedel ödüyor Bir söz vardır, mazlumsanız isyan edersiniz haklıysanız meydan okursunuz benim istediğim biz haklıyız meydan okuyalım zalime boyun eğmeyelim Babamızda yanlış yapsa yanlış diyebilelim.
|
Fethullah Gülen Neden Geleneksel İslam Alimi Gibi Davranamıyor !
bak arkadaşım abla evlerinde her zaman için filistindeki kardeşlerimize gönderilmek üzere bulunan bağış kutuları vardır...
eminim abilerde de vardır... bizim filistin ve diğer mağdur bölgelere (sudan, afganistan) yardımımız sivil yardımlar oluyor... israille iş birliği ise devlet politikasıdır.. kimse israili sevmez ama devletin çıkarlarını görür, gerektiği oranda işbirliği yaparız.. fakat yapılan zulme ne başbakan sessiz kalmıştır ne cemaat de dahil olmak üzere hiç bir müslüman 'iyi oldu' demiştir... |
Fethullah Gülen Neden Geleneksel İslam Alimi Gibi Davranamıyor !
1-) Diyalog nedir? Dilimize Fransızcadan geçen Diyalog, “anlaşma”,”uyum sağlama” ve” bu yolda yapılan çalışmalar” demektir (4) .Geniş manada Diyalog, iki insanın, grubun, zümrenin, milletin, devletin veya herhangi bir topluluğun birbirleri ile tanışmasına; sözlü, yazılı, fikri, ticari vb şekillerde alış-verişde bulunmaları demektir. Diyaloğun gerçekleşebilmesi için tarfaların birbirini “anlaması”, anlaması için “tanıması”, tanıması içinde “bilmesi” gerekir! 2-) Dinler arası Diyalog nedir? Farklı dinlere mensub insanların inançlarını ve düşüncelerin birbirlerine zorla kabul ettirmeden eşitlik, hoşgörü, doğruluk, samimiyet, sevgi, saygı ve iyi niyet çerçevesinde, ortak olan veya olmayan bir meselede barış ve hürriyet atmosferinde, muhatabını öğrenmek, bilmek, tanımak, dinlemek ve anlamak maksadıyla karşılılı konuşabilmelerini, işbirliğine gidebilmelerini, birlikte yaşayabilmelerini, hatta uzlaşabilmelerini sağlayan bir karşılaşmadır (5) Değişik bir ifade ile, Dinlerarası Diyalog, dinleri temsil eden cemaatlerin, aralarındaki sorunları temsilcileri vasıtası ile karşılıklı görüşme sonucunda, çözüme kavuştarma eğilim ve gayretleridir. Biz müminler açısından, Dinlerarası Diyalog muhterem M.Fethullah Gülen Hocaefendinin Papaya gönderdiği mektubta beyan ettiği üzere, “Yanlış tanıtılan, teröristlerin dini diye tanıtılan İslamın, doğru tanıtılmasına (6) ve bu vesile ile İslam’ın temsil noktasında tebliğ edilmesidir. 3-) Dinlerarası Diyalog ne değildir? Dinlerarası Diyaloğa karşı çıkan zümrelerin bazıları, bundan tam olarak neyin kastedildiğini bilmediklerinden, bilmedikleri bir konu hakkında yorum yapıyor ve “Bir de hiç bilmediğin bir şeyin ardınca gitme; çünkü kulak, göz, gönül; bunların herbiri ondan sorumludur.”(7) Ayeti Kerimenin mesuliyetine muhatab oluyor! Dinlerarası Diyalog a) Dinlerin birleştirilmesi veya bir potada eritilip yeni bir “din “ üretme teşebbüsü değildir. b) Bir taviz verme veya taviz koparma hareketi değildir. c) Bir münazara veya polemik oluşturma ortamıda değildir. d) Bir misyonerlik faaliyeti olmamakla beraber, bir mümin muhatabının hidayetini ümit etme teşebbüsü olabilir. 4-) Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun Dinlerarası Diyalog ile ilgili Görüşü: Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde bulunan Din İşleri Yüksek Kurulu, halk tarafından yoğun bir şekilde sorulan Dini endeksli sorulara cevaplama merci’ olarak., bir din dörevlisinin sormuş olduğu sorya verdiği cevabta, Dinlerarası Diyaloğun gerekli olduğunu, Kuran ve Sünnet perspektifinde bir sakıncasının olmamasının yanısıra, İslam’ın temsil edilmesi noktasında bir zaruret olduğunu belirterek ,özetle şöyle tamamlamaktadır: 'Sonuç olarak:Dünya barışı ve insanlığın problemlerinin çözümü için diğer din mesublarıyla dialog, dinimizin öngördüğü bir faaliyet olup, İslamın temel ilkeleri ve tevhit inancından taviz verilmesi anlamına gelmez! '(8) ----------------------- (4) Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, Ankara 1998, I,605, Örnekleriyle Türkçe Sözlük, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara 1995,I,680. (5) Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 1993, s.396; Abdurrahman Küçük, “Dinlerarası Diyaloğa niçin ihtiyaç vardır? ”, Dini araştırmalar, c.1.sy.1 (1998) , s.31 (6) Papa II. John Paul'e Verdiği Mesaj, Zaman gazetesi 10.02.1998 (7) (İsra Suresi, 36) ( 8 ) D.İ.B. Dış İlişikiler Dairesi Başkanı adına Doç.Dr.Ali Dere imzasıyla 21/04/2004 tarihli yazısı Okuyana ... Daha nelerim var. ;) |
fethullah gülen hocaefendi ve misyonu
İslam dininde diyalog yoktur, tebliğ vardır. Fethullah Gülen bir çok müslümanı çeveresinde toplayarak, bir misyon yüklenmiştir, İslam'a hizmet eden, İslam'ı yaşamanın cehdine düşmüş bir cemaat lideri; nasıl böyle bir diyalog'u üzerine yüklenir. Ben işte tam bu noktada dönüp, düşünmemiz gerektiğini sanıyorum. Neyin diyalogu , kimin diyalogundan bahsediyorlar, bu iyi düşünmeliyiz, anlamaya ihtiyacımız var, hemen benimsemek nedir?
Nitekim, diyalogun mimarlarından olan diyalog toplantılarında hep komisyon başkanlığına getirilen bir ilahiyat profesörü “Ben yurt dışına gittiğim zaman sık sık Kiliselere gidiyorum; çok da lezzet ve zevk alıyorum” diyor. Bu nedir, bunu açıklayınız bana, anlamak, öğrenmek istyorum. Aynı Prof. diyalog konusunda da, “Efendim, diyalog ve hoşgörü devam edecekse, Hıristiyanlarla konuşurken sizin kitabınız bozulmuş, sonradan değiştirilmiş; en hakiki din benim dinim demeyeceksiniz.” diyor. Yine diyalogcular, “Sadece,’La ilahe illallah’ demeyi, ‘Muhammedenresulullah’ dememeyi telkin ediyorlar.” yani diyalogdaki hoşgörüden kasıt bu öyle mi, benim peygemberim son peygamber değil, hepimiz tek Allah'a iman etmişizdir, ve Hristiyanlık hala hüküm sürmektedir, hükmünü tamamlamamıştır. Ben Fethullah gülen hoca'nın her sözüne dikkat eden, onu gerçekten anlamaya, İslam'ı yaşarken, onu anlatırken ki tevazusunu hep takdir ettim, Rabbim razı olsun kendisinden. Lakin iş diyalog'a gelince aklıma bir şüphe düşmedi değil, düşünmek ,düşünmem gerekir. |
Fethullah Gülen Neden Geleneksel İslam Alimi Gibi Davranamıyor !
Yine diyalogcular, “Sadece,’La ilahe illallah’ demeyi, ‘Muhammedenresulullah’ dememeyi telkin ediyorlar.”
bu sözünüzü lütfen kanitlar misiniz lütfen kaynagiyla beraber..;) |
Fethullah Gülen Neden Geleneksel İslam Alimi Gibi Davranamıyor !
bir vakit elime geçen HAKİKAT dergisinin bir sayısında "diyalog" konusu ele alınmış, oradan alıntı yaptım.
Tabiki de sadece bu söze takılıp kalmadım ,Papa 2. Jean Paul da, Sen Pietro Kilisesinde, 25.6.2000 günü pazar ayininde, ‘’Kilise ile diğer dinler arasındaki diyaloga evet. Ama aynı zamanda tek kurtarıcının İsa olduğunu ilan etmek gerekiyor." söylemini açıklıyor. Peki Papa ne demek istiyor,bu söz ile diyalogun sonunda nerede birleşeceğinin adresini vermiş oluyor, bu sözlerden ne anlaşılabilir sizce. Fener Rum patriği Bartholomeos'un , Milliyet gazetesindeki röpartajında "Türkiye,AB 'ye girmek istiyorsa,din çoğunluğunu kabul etmelidir." ifadesine yer veriyor. Bunun iki anlamı var: "İslam bu ülkenin tek dini olamaz, müslümanlığın yanında Hristiyanlığı eklemeden AB'ye giremezsiniz." "İslam, akaid olarak Hristiyanlığın da (Hak) olduğunu kabul etmelidir." peki bu noktada ne söylenebilir, bir müslüman olarak neyi amaçladıklarını, diyalogdan bu sözlerle ne kastettiklerini anlamaya çalışmam gerekmez mi? ben sadece zihnimi meşgul eden ve gerçekten "diyalog" dendiği vakit neyin diyalogu sorusunun cevabıyla boğulduğum için soruyorum. Yoksa bu sözlerimin nifak tohumu olarak algılanmasını istemiyorum, tartışmaya açıyorum. diyaloga dahil olan Papa'nın , Vatikan'ın sözlemleriyle, tavırlarıyla, diyalog konferanslarında yer alan kimselein söylemleriyle bana diyalogdan kasıt nedir açıklayınız ... ;) |
Fethullah Gülen Neden Geleneksel İslam Alimi Gibi Davranamıyor !
simdi ben size bir laf söyledim ve kanit istedim diger mevzulari sormadim, onlara ayrica inecegiz simdi bu konuda bu sözün nerede, ne zaman söyledigini buyrun aktarin yok böyle birsey oldugunu arastirdiniz mi, bu konuda belgeniz var mi yoksa bilmem hangi dergide gördügün yaziyi arastirma geregi neden duymuyorsun!..
simdi ikinci sorum geliyor o vakit elinize gecen hakikat dergisi kimindir, kime hizmet eder haberiniz var mi? |
Fethullah Gülen Neden Geleneksel İslam Alimi Gibi Davranamıyor !
Ben seviyorum fethullah beyi(hemde çook)
|
Fethullah Gülen Neden Geleneksel İslam Alimi Gibi Davranamıyor !
Hakikat dergisinin sadece bir İslami dergi olduğunu bilmekten öte bir bilgim yok, derginin misyonunu da bilmiyorum, araştırmadan alıntı yapmam benim eksikliğim orasını kabul ederim, siz araştırınız.
ben Fethullah gülen hakkında yanlış bir söz sarfetmekten Rabbime sığınırım, zihnime takılanları söylüyorum, anlamak için çaba sarfediyorum. Müslüman bir kardeşime diyalogu sorarım, neyin diyalogu derim; bana onu anlatıp zihnimi meşgul eden suallerimi gidericeğine bana "fethullah gülen düşmanı" gözüyle yaklaşır. Bu durum ile çok karşılaştım , buna karşın beni tatmin edecek, suallerimi gerçekten İslami çerçevelerde giderecek bir kardeşimimle bu noktada karşılaşmadım. ben hakikati anlamak istiyorum tek amacım bu :-* |
Fethullah Gülen Neden Geleneksel İslam Alimi Gibi Davranamıyor !
kardes size sadece bir ipucu vereyim sonra konu hakkinda bilgi sahibi olun ve burada tartisalim.. "google" a hakikat yayinevi ve ömer öngüt yazdiginizda nasil bilgilere ulasacaksiniz buyrun kendiniz bakin..
Bakiniz bir kez daha diyorum her okudugumuzu böyle gercekmis gibi gelisi, güzel yayinlarsak isin icinden cikamayiz gecen gün burada neyi tartistik arkadaslar bir gazetenin erbakan hakkinda yalan haberini o halde kaynagi belli olmayan, birilerinin agzindan olan haberleri bir zahmet arastiralim.. Simdi ben o kisi hakkinda buraya bilgi aktarsam degisen ne olacak ki kendiniz arastirirsaniz o kisilerin nasil bir örgütlenme olduklarini, yayin cizgilerini, diger cemaatlere bakis acilarini cok iyi göreceksiniz ve olaya ondan sonra degisik bir bakis acisiyla bakacaksiniz ;)... |
Fethullah Gülen Neden Geleneksel İslam Alimi Gibi Davranamıyor !
Dinlerarası diyalog görüşmelerini “yıllarca İslâm’a, Kur’ân’a başkaldırmış, düşmanlık etmiş insanlarla dostluk kurma” diye tenkit edenler olabilir. Halbuki dinlerarası diyalog görüşmeleri, İslâmî bir düşünce ve bu düşüncenin hayata yansımasından ibarettir. Allah Resûlü (sas), yıllarca kendisine her türlü işkenceyi yapan Ebu Cehil’i ve onun gibi nicelerini karşısına alıp muhatap olarak kabul etmiştir. O halde çeşitli vesilelerle görüşülüp konuşulan değişik dinlerden bu insanlar -kaldı ki çokları inancını izhar ediyorlar- yüzünden, İslâmî nasslarla te’lif edilemeyecek tenkitler yapmanın hiçbir manası yoktur. Böyle bir tavır aslında, İslâm’ı tam anlamıyla özümseyememenin bir ifadesidir. Diyalog ve hoşgörü açısından Kur’ân ve Sünnet’e bakınca, konuyla alâkalı birçok ayet ve hadis bulmak mümkündür. Kur’ân ve Sünnet-i sahîha’da bazı hususî haller müstesnâ, hep müsamahayı görürüz. Bir insan kendini az zorlayarak ve biraz dikkatlice Kur’ân’ın ayetlerine göz gezdirebilse, müsamaha, af, diyalog ve herkese bağrını açma ile alâkalı konuya esas teşkil edebilecek onlarca ayet bulabilir. İşte bu husus, İslâm dininin herkesi kucaklayıcı bir yanını, yani onun evrenselliğini göstermektedir. İslâmî müsamahanın çerçevesi ehl-i kitaba, hatta bir manada kim olursa olsun bütün dünya insanlarına kadar uzanmaktadır. Ne Kur’ân, ne de Sünnet’te, sevgiye, hoşgörüye ve herkesle konuşup görüşme, duygu ve düşünceleri ifade etme manasında diyaloğa zıt ve onları yasaklayıcı bir hüküm, bir tavır vardır. Zaten herkesin iyiliğini isteyen ve istisnasız herkesi kurtuluşa çağıran bir dinin başka türlü olması da düşünülemez. Kur’ân-ı Kerim, âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz’e (sas) evrensel risâlet vazifesini yerine getirirken, daima hoşgörü ve diyaloğu esas almasını emretmenin yanı sıra, şu ayet-i kerime ile de Ehl-i Kitap’la hangi ortak paydada buluşulması gerektiğine işarette bulunur: 1.”De ki: “Ey ehl-i kitap, sizinle bizim aramızda aynı olan bir kelimeye gelin: Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım; Allah’ı bırakıp da, kimimiz kimimizi rabler de edinmesin.” (Âl-i İmrân, 64) İşte bu ayet, Ehl-i Kitab’a güler bir yüz ve tatlı bir dille yaklaşıp, “gelin” diyor. Bu “gelin” deyişte, “sizi çağırdığım, davet ettiğim şeyler, sizin bilmediğiniz şeyler değil; tam tersine, bildiğiniz, ünsiyet ettiğiniz ve bizden çok önce karşılaşıp da, şimdi unutmuş olabileceğiniz veya yanlış hatırladığınız şeyler türündendir.” diyor ki, bu da Kur’ân’ın, ehl-i kitapla aramıza bir köprü kurarak onları gayet yumuşak bir şekilde, sıcak baktıkları bir noktadan yakalamasıdır. Bu husus, İslâm’ın tebliğinde ve muhataplara yaklaşmada çok önemlidir. Biz buna, şimdilerin tabiriyle “diyalog” da diyebiliriz. Evet, Kur’ân’ın ehl-i kitabı çağırdığı o me’luf nokta tek bir kelime ile hülasa edilecek kadar kısadır; zira Kur’ân onlardan sadece ve sadece bir tek şey istemektedir ki, o da şu görülen köprüden geçilip, şu kapıya ulaşılmasıdır; her şey bir yana sadece “sevâün” (sizinle bizim aramızda aynı olan bir kelimeye gelin) kelimesinde bile bu inceliği, bu yumuşaklığı ve arada kurulmaya çalışılan köprüyü görmek mümkündür. Ehl-i kitapla diyaloğu emreden âyetler 2. “Zulmedenleri hariç, ehl-i kitap ile en güzel olan şeklin dışında bir tarzda mücadele etmeyin ve onlara şöyle deyin: “Biz, hem bize indirilen kitaba, hem size indirilen kitaba iman ettik. Bizim İlah’ımız da sizin İlah’ınız da bir ve aynı İlah’tır ve biz O’na gönülden teslim olduk.” (Ankebut, 46) Kur’ân, bu ayetiyle de bize, üslûpta takınacağımız tavrı ve sergilememiz gereken edebi gösteriyor. Ehl-i kitabın zâlim olmayan kesimiyle münasebetlerimizde, şiddetli davranma ve onların iflahını kesme düşüncesi İslâmî bir düşünce ve davranış değildir. Böyle bir düşünce ve davranış İslâmî olmaktan öte, İslâmî kaide ve prensiplere aykırı bir çarpıklık demektir. 3. “Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara adil davranmanızı yasaklamaz.” (Mümtehine, Rahatım Bu âyet, Müslümanlarla Mekke müşriklerinin ilişkilerinin son derece gergin olduğu sırada inmiştir. Buna rağmen inanmayanlara iyiliği, insaf ve adaleti emretmesi oldukça dikkate değerdir. “Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i İmrân, 19) ayetinin gösterdiği gibi; bütün Allah elçileri aynı dinin tebliğcileridir. Şu halde son Peygamber’den (sas) önceki Peygamberlerin tebliğlerine bağlı kaldıklarını söyleyenlerle diyalog daha kolay ve mümkün olur. Ancak; diyaloğa hazır olmayanlarla sürekli savaş edileceğine ilişkin bir emir de Kur’ân-ı Kerim’de yoktur. Tam aksine; Mümtehine Sûresi’ndeki 8’inci âyette, Müslümanlarla savaşmayan diğer din mensupları ile en üstün ahlâk ilkeleri çerçevesinde ilişki kurma tavsiyesi vardır. ‘Kâfirleri, Yahudi ve Hıristiyanları dost ve sırdaş edinmeyin’ âyetleri diyaloğa zıt mıdır? Müslümanların gayrimüslimleri, Yahudi ve Hıristiyanları dost ve sırdaş edinmemeleri konusu, Kur’ân-ı Kerim’de yer yer zikredilen ve üzerinde durulan bir husustur: “Müminler, müminleri bırakıp, kâfirleri velî edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah ile ilişiğini kesmiş olur. Ancak onlar tarafından gelebilecek bir tehlike olursa başka!” (Âl-i İmrân, 2Rahatım, “Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları velî edinmeyin! Onlar ancak birbirlerinin velîsidirler. Sizden kim onları velî edinirse o da onlardandır. Allah böylesi zalimleri doğru yola iletmez.” (Mâide, 51) “Ey iman edenler! Siz Müslümanlardan başkasını sırdaş edinmeyin...” (Âl-i İmrân, 118) İşte bu zikrettiğimiz âyetler ve daha başka ayetler, (Nisa, 139, 140,144; Mâide, 55-57; Mücâdile 22; Mümtehine 1-4, 9, 13) gayrimüslimlerin Müslümanlara ve İslâm’a karşı olan hilelerini tanıma hususunda gayet açık bir şekilde bilgi vererek, Müslümanların onları dost ve sırdaş edinmemeleri gerektiğini ortaya koymaktadır. Zîra Kur’ân’da sevgi ve dostluğun ancak; Allah, Resûlü ve müminler için beslenmesi istenmektedir. (Mâide, 55) Müslüman Allah için sever, Allah için buğzeder. Bu nedenle onun kâfirlerle dostluk ve yakınlık kurması, onlara itimat ederek hakîki bir ahbap gibi sıkı-fıkı ilişkilerde bulunması, kalbî bir muhabbet besleyerek önemli işlerinde onlarla istişare etmesi ve sırlarını paylaşması yasaklanmıştır. Çünkü, Allah’ın kitabına davet edildikleri halde ilâhî hükümlere sırt çeviren Allah düşmanlarına dostluk ile Allah’a îman gerçeği aynı kalpte buluşamaz. Onun içindir ki müminler bundan ciddî bir biçimde sakındırılmış, Allah’ın kitabını kabul etmeyenlerle sıkı bir dostluk kurmanın kişiyi, İslâm dairesinden çıkma gibi bir tehlikeyle karşı karşıya getireceği belirtilmiştir. Şimdi, bâzılarını zikrettiğimiz bu ve benzeri âyetlerin, dinlerarası diyalog görüşmelerine zıt olup olmadığı konusuna kısaca temas edelim: Kur’an-ı Kerim’deki âyetler, Kur’ân bütünlüğü içinde, âyetin öncesine ve sonrasına dikkat ederek, nüzul sebepleri ve ortamı göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir. Yoksa, cımbızla çeker gibi bir âyeti tek başına alıp değerlendirme yapmak veya hüküm vermek doğru değildir. Gayrimüslimlerin dost edinilmemesi ile ilgili ayetler de aynı metotla ele alındığında; dini alay konusu edinen, Müslümanlar aleyhinde oluşum ve faaliyetlerde bulunan, din konusunda Müslümanlarla savaşıp onları yurtlarından çıkaran kimselerin dost edinilmesinin yasaklandığı görülecektir. Yoksa, din konusunda düşmanca tavır sergilemedikleri ve Müslümanları yurtlarından zorla çıkarmadıkları müddetçe gayrimüslimlerle iyi geçinilmesi, onlara iyilik yapılması ve adil davranılması öngörüldüğü anlaşılmaktadır (bkz. Maide 57; Mümtehine Rahatım. Ehl-i kitabın yemeklerinin yenilmesinin ve kadınlarıyla evlenilmesinin helal olduğunu belirten âyetler de bunu göstermektedir. (bkz. Maide 5) İttifak başka, veli edinmek başka... “Müminler, müminleri bırakıp, kâfirleri velî edinmesinler…” Âl-i İmrân 28’inci âyetin, Müslümanların o zamanki stratejik durumlarıyla yakın ilişkisi vardır. Müslümanlar o zaman, gayrimüslimlerle, özellikle Kureyş müşrikleriyle savaş halinde idiler. İslam’ın karşısında bir tutum alan Yahudiler de İslâm’ın yıkılması için fırsat kolluyordu. Bundan dolayı kuvvetli durumda bulunduklarını hissettikleri zaman Peygamber Efendimiz (sas) ile yaptıkları antlaşmayı derhal bozup müşrikleri destekliyorlardı. Şimdi Müslümanların böyle kimselerle sıkı fıkı dost olmaları, askerî sırların bunların eline geçmesine sebep olurdu. İşte böyle aleyhlerine bir sonuç doğuracak durumlarda inkarcılar toplumu ile dost olmaları yasaklanmıştır. Allah Resûlü (sas), Mekkeli müşriklerle Hudeybiye barış antlaşması yaptığı gibi, Medine’ye geldiklerinde Yahudilerle de “Medine Vesikası” diye tarihe geçen yazılı bir antlaşma yapmıştır. Peygamber Efendimiz’in (sas) bu antlaşmalarından ve âyetlerin rûhundan anlıyoruz ki, Müslüman yöneticiler, Müslüman olmayan toplumlarla iyi ilişkiler kurabilirler. Şunu da iyi bilmek lâzımdır ki ittifaklar, karşılıklı menfaatlere dayanır. Tefsirini yapmakta olduğumuz âyet “kâfirlerle antlaşma yapmayın” demiyor, “Müslümanları bırakıp onları dost tutmayın.” diyor. Zira antlaşma yapıp iyi geçinmek başka şey, dost tutmak başka şeydir. Mâide 51. “Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları velî edinmeyin!..” âyeti ise, Müslümanlara karşı savaşan Yahudi ve Hıristiyanları dost tutmamayı, onları velî yapmamayı emrediyor. Bu emir, Müslümanların, kendileriyle savaşmayan gayrimüslimlerle, müşriklere karşı ittifak yapmalarına engel değildir. Çünkü ittifak başka, velî edinmek başkadır. Âyetlerdeki velî kelimesi: Hâmi, koruyucu, dost, yönetici, bir kimsenin işlerini deruhte eden, destekleyip yardım eden anlamlarına gelir. Öyleyse âyette yasaklanan dostluk, kâfirlere gönülden bağlanmak, müminleri bırakıp onlara sevgi beslemektir. Bu, Müslüman yöneticilerin, diğer Müslümanların aleyhine olmamak şartıyla, meşrû maksatlarda işbirliği yapmalarına mani değildir. Aynı şekilde diyalog görüşmelerine de engel değildir. Maalesef son zamanlarda İslâm’a karşı tertiplere girişmek isteyenler; İslâm’ın sürekli savaş dini olduğunu ileri sürerken, Kur’ân-ı Kerim’in, yukarıdaki âyetlere dayanarak “Hıristiyan ve Museviler ile dostluğu yasakladığını” ileri sürmektedirler. Oysa sözü edilen âyetlerde yasaklanmış olan ne “diyalog”, ne de günlük dildeki anlamı ile “dostluk”tur. Dinlerarası diyalog görüşmelerini “yıllarca İslâm’a, Kur’ân’a başkaldırmış, düşmanlık etmiş insanlarla dostluk kurma” diye tenkit edenler olabilir. Halbuki dinlerarası diyalog görüşmeleri, İslâmî bir düşünce ve bu düşüncenin hayata yansımasından ibarettir. Allah Resûlü (sas), yıllarca kendisine her türlü işkenceyi yapan Ebu Cehil’i ve onun gibi nicelerini karşısına alıp muhatap olarak kabul etmiştir. O halde çeşitli vesilelerle görüşülüp konuşulan değişik dinlerden bu insanlar -kaldı ki çokları inancını izhar ediyorlar- yüzünden, İslâmî nasslarla te’lif edilemeyecek tenkitler yapmanın hiçbir manası yoktur. Böyle bir tavır aslında, İslâm’ı tam anlamıyla özümseyememenin bir ifadesidir. “Allah sadece, dininizden ötürü sizinle savaşan, sizi yerinizden yurdunuzdan kovan ve kovulmanıza destek veren kâfirleri dost edinmenizi men eder. Her kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Mümtehine, 9) ayetine göre kâfirlerle ilişkileri kesmek, her türlü alâkayı kesmek anlamına gelmez. Bu âyete göre gayrimüslimlerle ilişki kesmenin sebebi, onların kâfir olmaları değil, müminlere zulüm ve işkence uygulamalarıdır. Öyleyse Müslümanlara düşmanlık etmeyen gayrimüslimlere iyi davranmak gerekir. Müslümanlara düşmanlık yapmayan, inançlarına saygılı olan gayrimüslimlere karşı, onlara iyilik yapılmasa bile en azından düşmanlık yapmamak ve adaletli davranmak adaletin gereğidir. Fakat Müslümanlara karşı düşmanlıklarını sürdürenlerle, düşmanlığa son verenleri aynı kefeye koymak da adaletsizliktir. Kaynak: Davut Aydüz, www.samanyoluhaber.com, 21.12.2004 |
Fethullah Gülen Neden Geleneksel İslam Alimi Gibi Davranamıyor !
"anlatıyorum"
Gülen Hoca'ya soru soran cemaat ehli şahıs için 'Gülen'in Bağlısı' ifadesini kullanman olgunluk düzeyini gösteriyor. Gülen Hoca'nın röportajına değinmişsin ve sırf bilinçsizliğinden kaynaklanan Gülen Hoca düşmanlığını dışa vurmuşsun. Gülen Hoca'nın Türkiye'ye dönüşünü, Humeyni'nin Türkiye'ye dönüşüne benzetmek tam anlamıyla yavedir. Yave kötü bir söz değil, argo bir söz de değil, "yave" kelimesinin seviyesiz bir kelime olduğunu açıklmaya çalşman (sırf Hoca'ya yüklenebilmek için) ne derece saçmaladığını gösteriyor. "Yave" den sana ekmek çıkmaz, başka uğraş bul. Gülen Hoca zaten senin de belirttiğin gibi Humeyni gibi bir iddia taşımadığını söylüyor. "anlatıyorum" yazını oldukça sürrealist (gerçeküstü) buluyorum. Türkiye'nin şartlarını bilmiyormuş gibi konuşuyorsun. Sürekli Erbakan hareketini övüp, Gülen Hareketinin pasifliğinden dem vuruyorsun. Bugün Eruygur'u Tolon'u içeri tıkan sizin hareketiniz değil bizim hareketimiz oldu, gördüğün gibi bağırıp çağırmakla değil sessiz ve derinden çalışmakla oluyor... Gerçekten samimi bir kalple öğrenmek isteyen Alamet-i Farika'nın bu çok değerli iki paylaşımından nasiplenir. |
All times are GMT +3. The time now is 15:39. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Siyaset Forum 2007-2025